Etiket arşivi: Mecelle

Türkiye nereye gidiyor? 

GANİ AŞIK
Eski CHP Kayseri Milletvekili / Emekli Müftü

25 Ağustos 2023, Cumhuriyet

Mekke baş imamı Şeyh Abdurrahman es Sudeys, 4 Ağustos’ta, tüm İslam coğrafyasında yankılar uyandıran bir hutbe okudu. Genel havası ve ana teması ile hutbe, çağın koşullarının dikkate alınmasının kaçınılmazlığı anlamındaydı. Oldukça uzun hutbeyi özetlemeye yerimiz elvermiyor ama çok çarpıcı bir örnek sunmak isteriz: Selefi ekolü olarak, Hanefi mezhebindeki rey ve kıyas kurumunu onaylıyor ve yaşamı kolaylaştırmak olarak niteliyordu. (Bir fakihin kendi düşüncesi ve benzer hükümlere kıyas yöntemi ile sorunlara çözüm getirmesi).

Suudi Arabistan’da bile kadınlara yaşamı kolaylaştırma açılımları planlanırken bizim İhvancı iktidar, “türbana güvence” bahanesiyle anayasal düzene bir altın vuruşa hazırlanıyor, Mecelle‘nin de temeli olan “Zamanın değişmesiyle hükümler de değişir” prensibini (ilkesini), Türkiye’nin Atatürk Cumhuriyeti ile birlikte ilerlediği medeniyet (uygarlık) yolunu kapatma kararında ve devlete de hâkim (egemen) durumdaki tarikatlar, bilinen vakıf cemaat ve dernekler

Din elden gidiyor, din hükümleri ebediyen değişmez

çığlıkları ile toplumu tahrik ediyorlar, aydınları sindirmeye çalışıyorlar. Zaten bu yöntem siyasal İslamcı iktidarın devlet politikası. Gerçek öyle mi?

İslamın değiştirilemez hükümleri inanç ve ibadetlerdir.

Kamu düzenine zarar vermemek koşulu ile erken dönem Cumhuriyet hükümetlerinden itibaren (başlayarak) tüm iktidarlar başta İslam, insanlar neye inanıyorsa onu yaşamalarını kolaylaştırmışlardır.

LAİKLİK ve AKILCILIK

Dünya medeniyet (uygarlık) ailesinden kopmamak için kültürde, ilimde, fende, ticaret ve sanayide, kısaca devlet mekanizmasının düzenli işleyişinde bilimi yol gösterici olarak benimsemişlerdir.

İslam dünyasında suyu çekilen ama Türkiye’de etlenip butlanan İhvan hareketinin hedefi başka ve sloganı çarpıcıdır: “Cumhuriyet, İslamı camiye hapsetti.”

Yüz yıllık bir çabanın sonucu olarak şimdi İslam camiden çıktı, devleti yönetiyor, halimiz de ortada. Çünkü

  • Her dini grubun, tümü de Kuran prensiplerine aykırı kendine göre bir İslamı var, bunun sonu iç kargaşa ve parçalanmaktır.
  • Laikliğin olmadığı ya da uygulanmadığı bir ülkenin geleceği karanlıktır.

Çünkü laiklik anayasamıza, Cumhuriyet kurucularının bir fantezisi olarak değil çağların imbiğinden süzülüp gelen insanlığın son buluşu olarak girmiştir.

DİNDEN BAĞIMSIZ KARARLAR

Bir din hükmü olan zekâttan Musevilere de pay verilmesi uygulamasını (müellefei kulup) Halife Ömer, “Artık onların İslama katılmasına ihtiyacımız kalmadı” gerekçesi ile uygulamadan kaldırdı. Yine Ömer, kıtlıkta hırsızlık yapanları ellerinin kesilmesini yasakladı. Sevad’da askerin toprak ganimeti almasını menetti. Halife Ali, Hz. peygamber ve izleyen 3 Halife döneminde bayram namazlarının kent merkezinden uzak Musalla’da kılınması uygulamasına, hasta ve yaşlıların kent merkezindeki camilerde kılabileceği kolaylığını getirdi.

DİYANET’İN GÖREVİ

Birleşmiş Milletler’den (BM) bir yetkili, “Dünya ısınmıyor, kavruluyor” dedi. Türkiye’nin neredeyse tümü ama özellikle kimi bölgeleri 50 dereceye yaklaşan sıcaklıktan adeta nefessiz kaldı. Dünyanın ısınması sürecek ve gelecek oruç aylarında, ülkemiz yanıp tutuşacak.

  • Diyanet’in asıl görevi halkı birbirine düşürmek değil de İslam hükümleri ve uygulamaları konusunda aydınlatmak ise

aşırı sıcakların hüküm süreceği ve tarlada, inşaatta, kömür ve maden ocaklarında oruç aylarında çalışacak Müslümanların, akşamdan “Yarın oruç tutmayacağım” deme hakkına sahip olduğunu, tutamadığı orucunu uygun günlerde -zaten tartışmalı olan- kefaretsiz tutabileceğini halka söylemesi ve İslamın sevgi ve merhametinden haberdar etmesi gerekir.

ALEVİ İNANCINDA “CİHAD” VAR MIDIR YA DA CİHAD NASIL ANLAŞILMALI??

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Alevi bir vatandaş soruyor:

” Hocam Alevi inancı ya da İslamın Alevi yorumunda CİHAD(×) var mıdır? Eğer varsa çok kısa olarak açıklayabilir misiniz?

Özetlemeye çalışayım:

Cihad sözcüğü, Arapça kökenli Kur’anî bir kavramdır. Sözlük anlamı, bir amaca ya da hedefe ulaşabilmek için ceht etmek, azmetmek, uğraş vermek, çaba harcamak…vb. yakın anlamlar içerir. Örneğin eğer bir sporcu, “Ben 100 m mesafeyi 9.5 saniyede koşmayı kendime hedef yaptım, bütün çalışmamı bu hedefe göre yapacağım” ve bu hedefe ulaşmak için gerekeni yapacağım diyerek gereğini yaparsa ceht etmiş, çaba göstermiş olur. Aynı biçimde eğer bir Alevi de, “Ben, hiç kimsenin benim elimden, dilimden ve belimden zarar görmesini istemiyorum” der ve kendisine böyle bir yaşam biçimi kurgular ve gereğini yaparsa nefsine karşı cihad yapmış olur.

Alevi toplumu açısından genelde dört türlü cihaddan söz edilebilir :

1- Aklı ve Bilimi Egemen Kılmak – Cehaletle savaşmak için cihad

Kur’an-ı Kerim’de aklı kullanmayı ve rasyonel düşünceyi egemen kılmayı önceleyen yüzlerce önerme vardır. Örneğin,

Aklı olmayanın dini olmaz
Aklını kullanmayanların üzerine pislik yağar.
Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?

şeklindeki ayetler buna örnektir.

  • Hz. Muhammed’in “Bilim Çin’de de olsa gidip alınız”,
  • Hz. Ali’nin “Bana bir harf öğretenin kölesi olurum”,
  • Hace Bektaş-ı Veli”nin “Bilimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır.”

    sözleri akla ve bilime verilen önemin kanıtlarıdır.

Cehaletle savaş ancak özgür akıl ve bilimle, özgür bir eğitimle olur. Üzülerek belirtmek gerekir ki, İslam ülkeleri cehalete karşı yeterli savaş vermemişlerdir. Genellikle de istisnalar dışında, aklı koşullandırma, kuşkucu düşünceyi ve soru sormayı yasaklama yoluna gitmişlerdir.

O nedenle de Batı karşısında bilim ve teknolojide, dolayısıyla da ekonomik gönenç (refah) üretiminde geri kalmışlar, cehaleti yenememişlerdir.

2- Ahlak Terbiyesi ve Adalet, Nefis Terbiyesi İçin Cihad

İslam dininin temeli güzel ahlaktır. Hz. Ali de “Devletin dini adalettir.” demiştir. Alevi inancı nefis terbiyesini, eline, diline, beline sahip olma ilkesi üzerine bina etmiştir. Alevi inancı,
ahlâk dışı tutum ve davranış ilkelerini çiğneyenleri kendi toplumunun toplu ibadet yeri olan Cem Törenlerinde yargılar, cezalandırır ve gerekirse “düsķün” ilan eder ve dışlar. Ayrıca Aleviler, kamu yöneticilerinden mutlak olarak adaletli ve bireysel liyakata uygun davranış ve yönetim beklentisi içinde olurlar.

Günümüz İslam toplumları, istatistiksel verilere göre ahlaksal üstünlük ve ahlakın yaygınlığı konusunda da ne yazık ki, çoğu Batı toplumlarının gerisinde kalmışlardır. İskandinav ülkelerinin toplumsal yaşayış düzenleri günümüzün İslam ahlakı ideallerine en yakın ahlak ve hukuk düzeni olarak gösterilmektedir.

3- Ötekileştirme, Ayrımcılık, Zulüm ve Düşmanlık yapanlara karşı cihad

Alevi toplumu, din, mezhep, cemaat, ırk, cinsiyet, makam, servet vb. her tülü ayrımcılığa karşıdır. Yetmiş iki milleti, yani tüm insan soyunu eşit sayar. Her insanı “eşit can” olarak kabul eder. Kinden nefret eder. Cebir ve şiddeti kabul etmez. Yunus Emre, Yaradan’dan dolayı canlı, cansız tüm yaratılmışları sevmeyi, her türlü kin ve ayrımcılıktan uzak durmayı öğütlemiştir.

Ne yazık ki, Batı toplumlarına oranla İslam dünyasındaki mezhepler, tarikatlar, cemaatler, ırklar, aşiretler arasındaki bölünmeler, düşmanlıklar ayrıca kadın – erkek arasındaki hukuksal eşitsizlikler ve cinsiyet çekişmeleri de daha çok ve yaygın durumdadır.

4- İslama İnsan, Toplum ve Toprak Kazandırmak İçin Cihad, Fetihçi Cihad

Geleneksel Emevi, Abbasi… Sünni İslam yorumu olan kılıç kullanarak, yani zora dayanan fetihler (işgaller) bir kenara bırakılırsa, Alevi İslam yorumu güce, cebire ve şiddete dayalı din ve inanç yayma yolu yerine SEVGİ ve BARIŞ YOLUYLA GÖNÜLLERİ FETHETME, DOSTLUK ve ADALET YOLUNU seçmişlerdir. Bu hümanist düşünce, Horasan’dan Anadolu’ya, Anadolu’dan Avrupa içlerine.uzanan Alevi ve Bektaşi inanç önderlerinin, gönüller kazanmak için diyardan diyara yolculuk yapan derviş ya da babaların temel felsefeleri ve yaklaşımları olmuştur.

Türkistan Piri Hoca Ahmet Yesevi‘nin felsefi temellerinin taşıyıcıları olan Rum Gazileri (Gaziyan-ı Rum), Rum Abdalları (Abdalan-ı Rum), Rum Bacıları (Bacıyan-ı Rum) ve Rum Ahileri (Ahiyan-ı Rum) Anadolu’daki gönül fetihçileri, İslam’ın Anadolu ve Rumeli’nde yayılmasını sağlayan barışçı misyonerler olmuşlardır. O dönemde Diyar-ı Rum, Anadolu demektir.

Bu gönül fatihlerinin Anadolu’daki en önemli örgütleyicileri ve pirleri olarak, Hace Bektaş-ı Veli, Mevlana Celalddin Rumi, Ahi Evran, Yunus Emre ve hatta Rum Bacıları örgütleyicisi olarak, Kadıncık Ana’yı saymak olanaklıdır. Bu barışçı tasavvuf yaklaşımının temel ilkeleri ise “Dinde zorlama yoktur ” ve “Senin dinin sana ve benim dinim bana” anlamındaki Kur ‘an ayetleridir.

Batı ülkeleri, laiklik, demokrasi, hukukun üstünlüğü, din ve ve vicdan özgürlüğü, yurttaşların ayrıcalıksız olarak yasalar karşısındaki eşitliğinden hareketle ne yazıkk ki yine İslam devletlerini insan hakları alanında da çok geride bırakmışlardır.

Sonuç şudur          :

Zaman değiştikçe hükümler de zorunlu olarak değişir, (Ezmanın tagayyuru ahkamın tagayyurunu zaruri kılar) biçiminde bir Osmanlı dinsel hukuk (Meccelle) kuralı vardır. Çağımızda zor kullanarak toprak kazanmak ve din yaymak devri bitmiştir. Emperyalist devletler bile artık sert güç yerine yumuşak güç, yani propaganda yolunu kullanıyorlar.

  • Ektiğimiz sevgi, adalet ve barış, biçtiğimiz de kardeşlik, güvenlik ve esenlik içinde birlikte yaşamak olsun.

Herkesin gücü kendine yetmeli, herkes kendi nefsine, kendi hukuk, ahlak ve adalet dışı kötü davranışlarına karşı Cihad etmeli. Her tülü kötü, ayrımcı ve bozucu nifaklardan uzak durmalıdır.
————-
(×). Not : Kuran’da, CİHADLA doğrudan ilişkili ayetlere ulaşmak isteyenler; Ali İmran 142, Nisa 95, Maide 35 ve 54, Tevbe, 16, 24 ve 44, Furkan 52, Ankebut 6, Mümtehine 1 ve Tahrim 9 surelerindeki numaraları gösterilmiş ayetlerin yorumlarına bakabilirler.

ABD’YE DİRENMEDE MEDENİ KANUN’UN ÖNEMİ

ABD’YE DİRENMEDE MEDENİ KANUN’UN ÖNEMİ

Mustafa SOLAK
Tarihçi – Yazar

Medeni Kanun’un amacı dine göre değil güncel ihtiyaçlara dayalı, kadını erkeğiyle çağdaş bir toplum yaratmaktır. 17 Şubat 1926’da kabul edilir, 4 Ekim 1926’da yürürlüğe girer.

Ziya Gökalp’e göre eski yaşam ve geleneklerin yerini yeni bir yaşam almalıydı. Ziya Gökalp, evlilikte, boşanmada ve mirasta kadın-erkek eşitliğini savunmuştur. [1] Mustafa Kemal Paşa, 7-8 Temmuz 1919 gecesi Mazhar Müfit Kansu’ya tesettürün ve fesin kalkacağını söyler. [2]

Cumhuriyet’in ilk yıllarında çabalar

Mahmut Esat Bozkurt, Mecelle olmak üzere kimi temel yasaları yeniden düzenlemek üzere kurulan komisyonların ıslahatın sosyal ve ekonomik sisteme dokunmadığını belirterek Adliye bakanını, büyük bölümü “13 yy. önce Bağdat çöllerinde yazılmış ve bir bölümü de Frenk kokan yasalar” diyerek eleştirir. [3] Daha sonra Adliye Bakanı olan Mahmut Esat Bozkurt, Şükrü Kaya [4] ile birlikte “Avrupa’dan medeni yasa almak” fikrini Atatürk’e iletirler.[5]

Sonuçta İsviçre Medeni Kanunu’nun ve Borçlar Kanun’unun, kimi değişikliklerle, bütün olarak alınıp benimsenmesine karar verilir.

Mahmut Esat’ın Medeni Kanun’a yazdığı gerekçe

Medeni Kanun’a yazdığı gerekçede Mahmut Esat Bozkurt, yeni yasaya gereksinimin dinin değişmez doğasının bütün gereksinimleri karşılaşmaktan uzak olduğundan dolayı gerek duyulduğunu açıklar:

  • Mecelle‘nin temeli ve ana çizgileri dindir; oysa insanlık yaşamı, her gün, hatta her an köklü değişimlerle karşı karşıyadır. Bunun değişimleri, yürüyüşü, hiçbir zaman bir nokta çevresinde saptanamaz ve durdurulamaz. Yasaları dine dayalı devletler kısa bir zaman sonra yurdun ve ulusun isterlerini karşılayamazlar. Çünkü dinler, değişmez kurallar kapsarlar. Yaşam yürür; gereksinimler hızla değişir; din yasaları, her ne olursa olsun ilerleyen yaşamın karşısında, biçimden ve ölü sözcüklerden ileri bir değer, bir anlam taşıyamazlar. Değişmemek, dinler için bir zorunluluktur. Bu nedenle dinlerin yalnız bir vicdan işi olarak kalması, çağdaş uygarlığın temellerinden ve eski uygarlıkla yeni uygarlığın en önemli ayırıcı niteliklerinden biridir. Köklerini dinlerden alan yasalar, uygulandıkları toplumları ilkel çağlara bağlarlar ve ilerlemeleri engelleyici belli başlı neden ve etkenler arasında bulunurlar. Türk ulusunun alın yazısının, bugünkü çağda bile ortaçağ düzen ve kurallarına bağlı kalmasında, dinin değişmez kurallarından esinlenen yasalarımızın en güçlü etken olduklarından kuşku duyulmamalıdır.”

Medeni Kanun’un getirdiği önemli haklar

1) Resmi nikâh zorunlu duruma getirildi.
2) Tek eşli evlilik zorunlu kılındı.
3) Mirasta kız ve erkek çocukların eşit pay almaları sağlandı.
4) Tek yanlı olarak erkeklerin olan boşanma hakkı eşit koşullarla kadınlara da tanındı.
5) Kadınlara istedikleri işte çalışabilme hakkı tanındı.
6) Patrikhane ve konsoloslukların yargı yetkileri sona erdi.
7) Laik hukuk anlayışı toplumun her kesiminde uygulanır duruma geldi.
8) Türkiye’de hukuk birliği sağlandı.

Medeni Kanun’un öncesine dönüyoruz!

Emine Bulut’un eski eşi tarafından, çocuğunun önünde öldürülmesi gibi her yıl binlerce kadının eşi tarafından öldürülmesi, yaralanması hangi eğitimsel ve kültürel ortamından besleniyor anlamamız gerek ki çözüm üretelim.

Bunlar arasında ders kitapları ve Diyanet’in fetvalarından, Medeni Kanun’un hükümlerine ve amaçlarına aykırı kimi örnekler sunalım.

  1. Nişanlılar flört edemezler, el ele tutuşamazlar.
  2. Kocaya 4’e dek çok eşli olma hakkı.
  3. Boşama yetkisi kocaya verilmiştir, koca yetkisini başkasına devredebilir. Boşama için kocanın mahkemeye gitmesine gerek yok, “boş ol” demesi yeterli.
  4. Mirastan kız çocuklara, erkeğin yarısı pay.
  5. Kadın, göstermediği sürece saçını siyaha boyayabilir,
  6. Cariyenin kendi sahibesini doğurması kıyamet alameti sayılıyor,
  7. Anneleri ile zifafa girilmeyen üvey kızlarla evlenilebilir,
  8. Kadının “açmasına izin verilen avreti; yüzü, bilekleriyle birlikte elleridir.”

Dindar gençlik yetişiyor mu?

Dindar gençlik yetiştirmek amacıyla bu ifadeler müfredata ve fetvalara eklense de saha araştırmaları da gösteriyor ki, hiç de dindar gençlik yetişmediği gibi ruh dengeleri bozulmuş gençler yetişiyor. Örneğin “Atatürk’ü toprak kabul etmedi, betona gömdüler” diyen öğrencim; başka bir zaman da  “Allah çarpsın en iyi içki Jack Daniels” demişti. Neyi savunduğunu bilemeyen gencin ruhi dengesi yerinde midir?

Neredeyse her davranışı vicdan, emek, akıl bağlantısından kopararak sevap, günah, haram, helal kavramlarına sıkıştıran anlayış psikolojik sorunları artırır. Nitekim çocuğunu, “çocuğum artık anaokulundan başlayarak dinini öğrenecek” gerekçesiyle sıbyan mektebine gönderen aileler yakınmaya başladılar. Gazeteden okuyalım:

“Evde ne yapsak ‘günah’ demeye başladı. Örneğin resim yapmak istiyor, ‘ama resim yapmak günah’ diyor…sorunlar giderek büyüdü. Doktora götürdüm. Çocuk çok ciddi psikolojik sorunlar yaşıyormuş. Neyin günah olup neyin olmadığının çelişkisini yaşadığı için depresyona girmiş. En çok da kardeşinden hırsını almaya çalışıyor. Çocuk gece altını ıslatmaya başladı. İçine kapandı, evdeki eşyalara zarar verdi. 5 yaşındaki çocuk bir gün dedi ki: ‘Annelerin çalışması günah. Anne ne olur günah işleme, lütfen çalışma. Babam bize baksın, senin paran da günahmış, o parayla bana sevdiğim şeyleri alma.’”

Aile en sonunda şunu diyor: “en doğrusu çocuğa dinsel bilgiyi ailesinin vermesi.”

ABD’ye etkili mücadelede Medeni Kanun’un önemi

Bunları söyleyen bir çocuğun annesine, kardeşine davranışı bu ise siz başka kadınlara, millete, ulusal birliğe, kendi dininden, mezhebinden olmayana davranışını düşünün!

Ülkemiz ABD tarafından Suriye’nin kuzeyi, Kıbrıs, Ege’den sıkıştırılır ve FETÖ, PKK aracılığıyla ulus devletimiz parçalanmak istenirken Medeni Kanun’a aykırı müfredat ve fetvalar Ulusal birliğimizi zedeliyor. Dolayısıyla emperyalizme karşı birleşmiş bir millet için bundan vazgeçilmelidir. Sendikalar, dernekler, partiler bunun için birbirlerini ve milleti görüşmelerle, panel, konferanslarla uyarmalıdır.

NOT: Müfredat ve ders kitaplarındaki kadın düşmanlığına ilişkin ifadeleri “Gayrimilli Eğitim” ve “Diyanet’in Fetvaları” kitabımı mücadelede değerlendirebilirsiniz.

[1] Ziya Gökalp, Yeni Hayat–Doğru Yol, (haz: Müjgan Cumhur), Kültür Bakanlığı, Ankara, 1976, s. 32.
[2] Mazhar Müfid Kansu, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, C.I, 2. Baskı, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1986, s. 131-132.
[3] TBMM Zabıt Ceridesi, 2. Dönem, C.X, s. 175-177.
[4] Şükrü Kaya’nın hukukun laikleştirilmesine yönelik çabaları için bkz. Mustafa Solak, Atatürk’ün Bakanı Şükrü Kaya, Kaynak Yayınları, 3. Baskı, İstanbul, 2013.
[5] Falih Rıfkı Atay, Çankaya, İstanbul, 1969, s. 370.

Emin ÇÖLAŞAN : Türkiye nereye?

Türkiye nereye?

Emin ÇÖLAŞAN
SÖZCÜ, 15 Ekim 2017

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır.)

Sevgili okurlarım, laiklik anayasamızın en önemli maddelerinden biri. Laiklik her şeyimiz. Uygarlığın ve çağdaşlığın simgesi.
O kadar ki, cumhurbaşkanı bile o makama seçildiğinde, Meclis kürsüsünde “Laik Cumhuriyet ilkesine bağlı kalacağıma…” diye namusu ve şerefi üzerine yemin ediyor! Aynı yemini bugünkü dünya liderimiz de etmişti, herhalde unuttu gitti!
Türkiye’de bir süredir olanları hep birlikte hayret ve ibretle izlemeyi sürdürüyoruz.
Din ticareti ve din sömürüsü aldı başını gidiyor.
* * *
İş o boyuta vardı ki, şimdi nikah kıyma yetkisi imamlara verilmek üzere. İlgili yasa kısa bir süre sonra AKP ve onun küçük ortağı MHP‘nin oylarıyla Meclis’te kabul edilecek.
Böylece toplum bir kez daha bölünmüş olacak.
Örneğin kamuda işe alınma sınavlarına girenlere sorulacak:
– Evli misin? 
Yanıt evet olursa bir soru daha sorulacak:
– Nikahını kim kıydı?
Evlendirme memurunun kıydığını söyleyen kaybedecek, imamın kıydığını söyleyen kazanacak ve işe alınacak.
* * *
Bu işin Türkçesi, Medeni Kanun’la kazanılan haklar çöpe atılacak.
Mecelle, fıkıh ve Osmanlı’nın din kanunları 1926 yılında kaldırılmış, Medeni Kanun kabul edilmişti. İmam nikahları artık geçerli olmayacaktı.
Medeni Kanun Atatürk döneminin dört dörtlük eserlerinden biridir.
İlk resmi nikah 14 Ekim 1926’da kıyıldı. (AS:Medeni Yasanın yürürlüğe girdiği 4 Ekim 1926’dan 10 gün sonra) Aradan tam 91 yıl geçti, gericilik bu kez nikah masalarında hortlatılacak. Bu iktidar acaba medeni nikahın hangi zararını, hangi sakıncasını gördü ki şimdi imam nikahını yeniden getirmeye kalkışıyor? Bu sorunun bir tek yanıtı var:
Din sömürüsü ve toplumun din duygularını gıdıklamak.
* * *
Din ticaretinin ve din sömürüsünün hangi kurumlarda hangi boyutlara ulaştığını bugün sizlere iki fotoğrafla göstereyim. İlki, İstanbul Gençlik Hizmetleri ve Spor İl Müdürü Cemil Boz‘un makam odası. Şu manzaraya, arkasındaki tablolara bakınız!

15szt05b_ant_ist_izm_ank_trb_yeni_siyahi

Arapça mıdır, Farsça mıdır, Osmanlıca mıdır, ne olduğunu anlaşılmayan yazılar, harfler… Bir tek Türkçe yazı yok. Ayıptır be… Bu şahıs İstanbul’da çok önemli. Gençlik ve sporla ilgili her yetki, harcanan yüz milyonlarca lira onun emrinde. Bu kafalar sadece İstanbul’u değil Türkiye’yi yönetiyor, daha fazla ne demeli!
* * *
aÖteki fotoğraf Bursa Uludağ Üniversitesiyle
ilgili.
(http://www.sozcu.com.tr/2017/yazarlar/emin-colasan/turkiye-nereye-2-2049600/)
============================
Dostlar,

Sayın Çölaşan çok çarpıcı bir tablo ortaya koyuyor ve insanı bunaltan bir soruya yanıt arıyor.. Hepimizi bu sorunun yanıtını bulmaya çağırıyor gerçekte :

* Türkiye nereye??

Yarın, 17.10.2016 günü TBMM genel kurulunda söz konusu hükümet tasarısı görüşülebilir. 130 dolayında madde içeren kırkambar bir torba yasa eskinin “bonmarşe” leri gibi; binbir çeşit.. Ne ararsanız var içinde.

Dün Cumhuriyet‘te sübyan mekteplerinde 5-6 yaşlarında ihram ve fes giydirilmiş  küçücük çocukların yaşamdan kopartılarak uhrevi yaşama yönlendirmeleri nedeniyle annelerine yaşamın kötü olduğunu, ne zaman öleceklerini söyledikleri… haberi fotoğraflı olarak vardı. (15.10.17)

  • Sıbyan mektepleri çocukları böyle zehirliyor… “Anne ne zaman öleceğiz, burası çok sıkıcı..
Mahalle aralarında hızla yayılan ve denetimden bağışık (muaf) tutulan sıbyan mektepleri çocukların yaşamını kabusa çeviriyor. Ailelerine günahkar diye bakıyor, bir an önce gerçek saydıkları dünyaya göçmeyi hayal ediyor… (haberin tümü : http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/ turkiye/844971/Sibyan_mektepleri_cocuklari_boyle_zehirliyor…__Anne_ne_zaman_olecegiz__burasi_cok_sikici_.html veya Subyan_mektepleri_cocuklari_boyle_zehirliyor_anne_ne_zaman_
olecegiz).

El kadar çocuklar yaşam sevinci yerine depresyona sokularak hiçliğe itiliyor ve daha yaşamadan ölümü arzular duruma sürükleniyorlar! Bu yapılanların din adına ve dine uygun olduğu söylenebilir mi? Hz. Muhammed’e ait olduğu belirtilen bir hadiste “hiç ölmeyecekmiş gibi yaşama sarılma ve yarın ölecekmiş gibi  ahirete hazırlık” dinamik bir denge içinde önerilmiyor mu?

Bu yapılan hiçbir dine sığmayacağı gibi, hastalıklı bir toplum yaratarak Türkiye’yi çağdan koparır. En açık anlatımıyla insanlık düşmanı bir girişimdir. Siyasal iktidarın çanak tutmasıyla bu hazin tablolar ülkemizde yaşanmaktadır. Ancak artık bir “dur” deme zamanı gelmiş çatmıştır.

Ne işe yarar, bir işe yarar mı bilemiyoruz ama bir kez daha uyaralım ve çağrı yapalım :

AKP = RTE bu çağdışı ve insanlık düşmanı tablonun doğrudan sorumlusudurlar. Her şeyin bir sınır vardır. Türkiye haddinden fazla dincileştirilmiş, yozlaştırılmıştır. Yapılanların büyük oranda Din ile de ilgisi yoktur ve laiklik çok derin yara almıştır. Dayatılanlar ve gelinen yer açıkça Anayasaya aykırıdır, anayasayı çiğneme suçudur. Toplumda gerilim son derece yüksektir ve bu durum çok tehlikeli gelişmeler doğurabilir.

Basından öğreniyoruz, “Kadınla tokalaşmak ateş tutmaktan daha korkunç” diyen rektör hakkında suç duyurusu yapılıyor (Cumhuriyet portalı, 16.10.17). Ankara Milletvekili Aylin Nazlıaka, “Bir kadınla tokalaşma için ateş tutmaktan daha korkunç” diyen Adıyaman Üniversitesi Rektörü Mustafa Talha Gönüllü hakkında suç duyurusunda bulundu. Bu kişiyi Erdoğan atadı ve yapısını bilmiyor muydu? Gene mi kandırıldı??

2016 Mart’ında 14 Mart tıp haftası nedeniyle bir üniversite bize konferans için salon vermemişti. Rektörü FETÖ’den gitti.. Uludağ Üniversitesi’nde bir zamanlar Atatürk aşığı bir rektör, meslektaşımız ve ADD’de çalışma arkadaşımız Prof. Mustafa Yurtkuran vardı ve biz orada konferans vermiştik. Bu rektör Ergenekon kumpasına kurban edildi. Bu üniversitenin sürüklendiği yere bakar mısınız? Kamu kurumları ADD’ye salon vermekten korkuyor, özel salonlar kiralanıyor ücreti ödenerek. Ama AKP’li belediyeler yandaş vakıflara koca koca hazır binaları ücretsiz veriyorlar toplumu daha da dinci kılmak için!

AKP = RTE‘yi bir kez daha sağduyuya ve dini siyasete daha çok alet etmememeye çağırıyoruz.

Sevgi ve saygı ile. 16 Ekim 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

HUKUK YOKSA HAYAT DA YOK

Dostlar,

Dürüst, yürekli politikacı, eski Sağlık Bakanı, kalemi de oldukça güçlü
Sayın Rifat Serdaroğlu, arşivlenecek bir yazısını daha paylaşıyor.

Kendisini kutluyor ve teşekkür ediyoruz.
(Hoşgörüsüyle; 1-2 yerde küçük maddi hataları ayraç içinde düzelttik..)

Feryat ederek yargının tepesindeki hukuk adamlarını tarihsel göreve çağırıyor.

Çığlığını biz de eksiksiz olarak, hatta fazlasıyla paylaşıyor ve yineliyoruz!

Bir kör – lanetli noktadan sonra akla; suça bilerek – bilmeyerek, suskun kalarak ortak olmak akla geliyor ki… maazallah..

Gören, duyan, bilen ve de susan dilsiz şeytanmış!

Sevgi ve saygıyla
25.3.2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

==============================================

portresi3

HUKUK YOKSA HAYAT DA YOK

Rifat Serdaroglu

Dünya kurulduğu andan günümüze dek her türlü doğal afete, savaşlara, yıkımlara karşın insanoğluna sürekli olarak yaşam vermeye devam etmiş,
çeşitli medeniyetlere beşiklik etmiş bir coğrafyada yaşıyoruz.
İslam inanışına göre, dört kutsal kitabın indirildiği, dünyadaki çok çeşitli tohumların üretildiği, yeraltı zenginliklerinin ve enerji kaynaklarının
büyük bir bölümünün bulunduğu bir coğrafyadır burası.

Bir ülkenin uygarlık göstergesi yalnızca bilim-zenginlik-mimari-müzik-felsefe-edebiyat ve benzerleri değildir. Bunların yanında en az onlar kadar önemli bir başka gösterge daha vardır. O da HUKUKTUR.
Hukuk, çağdaş bireyler için hava kadar, su kadar ekmek kadar önemlidir.
Uygar ülkelerin hukuku da, ülke yönetimlerinin hukuka bağlılığı da uygar olur.

Hukuk Tarihinde kısa bir gezi yapalım mı?

Hitit Kanunlaştırma hareketleri M.Ö. XIV. yüzyılda sistematik bir hale dönüşmüştür. Öyle bir hukuk bilinci ki, kölelere bile haklar sağlıyor.
Kralı denetleyen Panku adındaki meclis, Kralı tahttan indirebiliyordu.

– Ur-Sümer-Akkad ülkesi Kralı Nammu’nun kanunlaştırma çalışmaları M.Ö. 2100 yılında yayınlanmıştır. Daha sonra yenilenerek Lipit-İştar Kanunnamesi adını almış ve Hak-Adalet kavramlarının önemi vurgulanmıştır.
– Arkasından Hammurabi Kanunları bu toprakların ve dünyanın, bilinen
en eski sistematik hukuk anıtı olarak M.Ö 1175 yılında yürürlüğe girmiştir.
– Ve bugünkü Batı Hukuk Sisteminin temel kaynağı olan 529 tarihli
“Corpus Juris Civilis“ ve 534 yılındaki “Justinianus Kodifikasyonu”.
İstanbul’da bu çalışmayı yapan heyetin o zamanki çalışma mekânı,
bugünkü İstanbul Üniversitesi Merkez Binası…
(AS: Bu bina 1453’te yapılmadı mı??)

– Türkler İslam dinine geçince, İslam Hukuk Sistemine girdiler.
İslam Hukukunun temel kaynakları;
Kur’an – Sünnet – İcma – Kıyas
idi.
Bu kaynaklar, yaşadığımız coğrafyanın eski hukuk sistemi ile harmanlanmıştı.

İslam Hukuku-Roma Hukukunun etkileşiminin daha da ilerisine gidebilen Osmanlı, Örfî Hukuk (Akla dayanarak, İslam Hukukunun düzenlemediği konularda konulan kurallar) sistemini kurarken, Doğu Roma Hukuk Sistemini
örnek almıştır.
– Batı’da XVIII. yüzyılda başlayan kanunlaştırma hareketleri, Osmanlıyı da etkiledi ve Ahmet Cevdet Paşa başkanlığındaki bir kurul dokuz yıl çalışarak Mecelle’yi tamamladı. Mecelle (AS: 4 Ekim) 1926’ya dek yürürlükte kaldı.

– Cumhuriyetle birlikte “Şer’i Hukuk” terkedilerek, “Pozitif Hukuk” denen
modern ve çağdaş hukuka geçildi.
(AS: “Pozitif hukuk” terimi yanlış; laik – seküler hukuk düzenine geçildi..)

Görüldüğü gibi Hukuk Geleneği bu toprakların ruhuna işlemiştir.
Henüz Roma XII Levha Kanunları dikilmemişken, henüz Atina’da Solon yokken, Anadolu da hak ve hukuk bilinci gerçekleşmişti.
Bu coğrafyada “HUKUK” her zaman var olmuştur.

Fakat Demokratik rejimle yönetimlerin işbaşına geldiği andan bugüne dek,
AKP İktidarı kadar HUKUKU KATLEDEN bir iktidar gelmemiştir.

Değerli Okurlar;

Ülkemiz, bugünlerde hukuk tarihinin en acıklı günlerini yaşamaktadır.
*Türkiye’de bugün Yargı Bağımsız değildir. Adalet Yoktur.
*Türkiye’de dengesini ve doğru düşünme yetisini yitirmiş bir iktidar,
hukuku katletmektedir.
*AKP İktidarı, dünyanın gözü önünde davalara doğrudan müdahale etmekte, Yargıç ve Savcıları sürmekte, Mahkeme kararlarının uygulanmaması için Polise emir vermektedir.
*Bir yolsuzluk çetesi ülkeyi soymakta, açıkça milletin hakkına
tecavüz etmektedir.
*Anayasa ve yasalar, iktidar tarafından adeta paspas edilircesine çiğnenmektedir.
*İktidar, Hitler zamanında kitap yakılması benzeri, Twitter’ı yasaklamıştır.
*Medyanın büyük bir bölümü “Hırsızlık Paralarıyla” satın alınmış,
kalanı ise devlet gücüyle çöktürülmüştür.

Türkiye’de, TÜRK MİLLETİ adına görev yapan Sayın Yargıçlar – Savcılar;

Türk Bağımsız Yargısının tepe noktalarında bulunan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı – Danıştay – Yargıtay – Sayıştay Başkanları;

Türkiye; Hukukun AKP İktidarı tarafından bilerek ve isteyerek katledildiği,
Çoğunluk Türklerin, azınlık bir sosyo-etnik cunta tarafından
her gün bayrağımıza ve değerlerimize küfredildiği bir
neo-baas rejimine döndürülmüştür.

Allah Aşkına, sizler yaşıyor musunuz?

Eğer AKP İktidarının yaptıklarını onaylıyorsanız, çıkın Türk Milletine bunu söyleyin.

Onaylamıyorsanız, niçin susuyorsunuz?
Yapılan yanlışları Türk Milletine niçin anlatmıyorsunuz?
Bir araya gelip, Türk Milletine ve Türk Tarihine,
gerçekleri bir bildiri ile anlatmaktan aciz misiniz?
Anayasa ve Yasalarımızın sizlere verdiği yetkileri kullanıp,
ülkeyi soyan hırsızları niçin yakalamıyorsunuz?
Mahkeme kararlarını uygulatmayan siyaset çakallarını niçin gıyaplarında yargılayıp, mahkûm etmiyorsunuz?

Biz gayet iyi biliyoruz ki; Hukuk yoksa Hayat da yoktur.
Sizler bilmiyor musunuz?

Not: Hhava sahamızı ihlal eden her uçağı düşürseydik, Ege Denizi
“Yunan Uçakları mezarlığına” dönerdi. Amacının Türkiye’yi korumak olmadığını hepimiz biliyoruz. Dostun Barzani’nin bölgesinden gelen yüzlerce PKK militanı, her gün sınır güvenliğimizi ihlal etmiyor mu? Senin adamların olan El Kaide katilleri sınırımızı yol geçen hanına çevirmediler mi? Ege’deki 16 adaya Yunanistan el koymadı mı? Hırsızlıkları örtmek için Suriye ile savaş çıkaracaksan, yanına Bilal oğlanı, Reza’yı, Yasin El Kadı’yı, küfürbaz boyundan kafalı Muammeri, ağız ishali olmuş Egemen’i, saatçi Zafer’i, TOKİ’ci Erdoğan’ı al gir, kendin savaş. Ne olsa ser’de delikanlılık yok mu? Yoksa o da kalmadı mı?

Sağlık ve başarı dileklerimle 24 Mart 2014

Sevr’in Anayasası


Dr. A. Nejat ÖLÇEN

Portresi_Ali_Nejat_Olcen.jpg

Sevr’in Anayasası

1. Büyük Ortadoğu Projesi BOP’un koşul gördüğü Yeni Anayasa Ha­zırlığı
Adaletsiz ve Kalkınmasız Parti AKP’nin hazırlamaya giriştiği Anayasa, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni yok ederek onu İslam “Cemahiriyesi’ne dö­nüştürmeyi amaçlamış olduğu içindir ki; Büyük Ortadoğu Projesi’nin eşbaşkanlığını üstlenmiştir R.T. Erdoğan.

Her halde Başbakan olmaktan daha önemlidir O’nun için BOP eşbaşkanı olmak.
Hazırlanmasına girişilen Anayasa’da BOP’un öngördüğü Türk, Türklük kavramlarının
yer almaması için çaba harcamakta, Ab­dullah Öcalan de­nilen ikiyüzlü zavallı cani ile Sevr’i diriltecek Pazarlıklara girişilmektedir.

Avrupa Birliği’nin 2004 yılında hazırladığı raporda, Fırat ve Dicle nehirleri havzasının uluslararası bir kurul tarafından yönetilmesi ve İsrail’in sınır komşumuz olması nasıl sağlanacaktır? ABD’de kurulan Atlantic Conucil’in hazırlayarak Başkan Obama’ya 2009 yılında sunduğu raporda şu sorulara yer veriliyor :

– Ankara’nın Kürt kimliğini tanımak için ek adımlar atması nasıl sağ­lanacak, vatandaşlığın temeli olan Türklük tanımının ortadan kaldı­rılması ve nihai çözümün
PKK lideri ve kadrosu için af düzenlen­mesi nasıl gerçekleşecek?

Başkanlığını David L.Ph illips’in üstlendiği Atlantik Council’in Başkan Obama’ya sunduğu rapordaki bu öngörüleri ülkemizde kim gerçekleştirebilirdi BOP eşbaşkanı olmasaydı? Misak-ı Milli sınırlarımız içindeki coğrafyamız, o coğrafyanın sahibi
Türk Ulusu ve o Ulusumuzun Mustafa Kemal Atatürk’ün öncülüğünde kurulan Cumhuriyetimizin temeli olan ulus-devlet bütünlüğünün yok edilmesi olgusunu yaşamaktayız. Bu amaç için, önce hu­kuksuzlu­ğun hukuku yaratılmalıydı:

2. Sevr’i Güncelleştirecek Anayasa için Hukuksuzluğun Hukuku oluşmalıydı.
Türk Ceza Yasasındaki 135’inci maddede değiştirilerek “zabıta amir ve memurlarına iddianame hazırla­ması yetkisi” verildi. Kimlerin suçlanacağna Cumhuriyet Savcıları değil, iktidarın buyruğunda güvenlik güçleri karar verme yetkisiyle donatılmış oldu.
Gizli tanık ifadeleri, imzasız mektuplar suç kanıtı olabilmeli ki; subay ve generaller ordusuz ve ordumuz da zabi­tansız kalmalı; direnmesi olası generaller düzmece suçlarla zindana tı­kılmalı, yurtsever aydınlar, bilim adamı, parti genel başkanı olsa da,
mil­letvekili de se­çilseler Silivri tecrit Kampında müebbet hapse mahkum edilmeliydiler.

Hukuksuzluğun hukuku sayesinde bunlar gerçekleştirildi.

Misak-ı Milli sınırlarımız içindeki coğrafyamızın bölünerek ulus-devlet bü­tünlüğün
yok edilişi nasıl sağlanabilirdi, toplumsal korku yaratılamaz, di­renecek güçler zindanlara atılmasaydı?

3. Hazırlanan Anayasa, 137 yıl önceki 1876 Kanunu Esasi’sinin de gerisinde
Adaletsiz ve Kalkınmasız Parti AKP’nin oluşturduğu hukuk (daha doğrusu  hukuksuzluğun hukuku) Mecelle’nin de gerisinde iken  hazırlanmakta olan yeni Anayasa da 137 yıl önceki Kanun Esasi’nin de gerisine düşmüştür.

BOP’un eşbaşkanı Türkiye Cumhuriyeti devletini ordusuz, ordusunu ko­mutansız bırakarak Misak-Milli sınırlarımızı savunmaktan Devletimizi yoksunlaştırmıştır.

Ülkemizin eyaletlere bölünmesi planlanırken; “Ulus-Devlet-Yurt” bütünlüğünü 
yok edecek kararlar alırken, 137 yıl önceki Ka­nun Esasi’nin 1’nci maddesi,
Memaliki Osmaniye’nin bölünmez “yek vücut” ol­duğunu karara bağlamıştı:

“Devleti Osmani memalik ve kıtaatı haziriye vilayeti mümtaziyeyi muhtevi yek vücut olmakla hiçbir zamanda hiçbir sebeple tefrik ka­bul etmez.”

  • Türkiye Cumhuriyeti‘nin Anayasası,
    BOP’un eşbaşkanı eliyle Kanunu Esasi’nin de gerisine düşürülmektedir.

Kanun Esasi’nin 8’nci maddesi :

“Devleti Osmanlı tebaasında bulunan efradın herhangi din ve mezhepten olursa olsun bila istisna Osmanlı tabir olunur.” diyor. O bunu söylerken, 137 yıl sonra AKP iktidarı Türkiye Cumhuriyeti Dev­letinde başbakan olan  R. T. Erdoğan, Anayasa’dan Türk’ü silmeye yelte­niyor. Oysa bilmiyor ki: Misak-Milli sınırları içinde ve dışındaki toprak­larda yaşayan Türk’leri uygarlık tarihinden değil, Anayasa denilen ka­ğıttan bile silmeye gücünün yetmeyeceğini ve kendisinin silinip gidece­ğini bilmelidir BOP’un eşbaşkanı.Kanun Esasi’nin 9’ncu maddesi de, “Osmanlıların kaffesi’nin hürriyeti şahiyelerine malik” olduğunu hükme bağlarken 10. maddesi ”Hürriyeti şahsiyenin her türlü tecavüzden ma­sun olduğunu” koşul görüyor ve de:“Hiç kimse kanunun tayin ettiği sebep ve suretten maada bir bahane ile mücazat olunamaz.” (cezalandırılamaz) koşulunu hükme bağlıyordu.4. Hazırlanan Anayasa, 334 yıl önceki (1679) Habeas Corpus Act’ın da gerisinde!137 yıl önce Osmanlı çökerken bile AKP iktidarından daha çok yurt bütün­lüğüne ve insan haklarına özen göstermeye başlamıştır. Aslında o Kanunu Esasi, 334 yıl önceki (1679) İngiliz Parlamentosu’nun yayımladığı “Habeas Corpus Act”ın bir  benzeridir.

Habeas Corpus Act, yasal ge­reklilik olmadıkça hiç kimsenin tutuklanmamasını, tutuklandığında 24 saat içinde yargı önüne çıkarılmasını, işkence ve zulüm görmemesini öngörü­yordu. Aslında Habeas Corpus hukuku, İngiltere’de iktidara karşı temel hak ve özgürlük­leri koruyan Magna Charta’nın (1215) tamamlayıcısıdır.

Bu iki temel hukuk metni, Av­rupa İnsan Hakları Sözleşmesi‘nin 6. maddesiyle demokrasinin (Adil yargılanma hakkı!) evrensel ilkelerinin kurumlaşmasında
etkili olmuştur.

Magna Carta te­mel hak ve özgürlükleri korumayı Kral’a karşı temel alırken,
12 Eylül 1980 müdahelesi, 1961 Anayasası’nın 11. maddesindeki “temel hak ve hürriyetlerin özüne dokunulamayacağı” hükmünü iptal etmişti!

  • Adaletsiz ve Kalkınmasız  Parti AKP,
    İngiltere’nin 334 yıl önceki hukukunun da gerilerine düşmüştür.

5. Emperyalizmin ülkelerinde millet tanımı dokunulmazdır.

Federal Almanya Cumhuriyeti’nin Anayasasında 1’nci maddenin ikinci bendi;
“das Deutsche Volk bekennt sich zu unverletzlichen und unver-ausserlichen Menschenrechten.. inder Welt. (Türkçesi: Alman halkı dokunulamaz devredilemez insan haklarına yeryüzünde sahip çıkar.) koşuluna yer vermiştir.

O ülkede biri çıkıp da “Alman halkı” deyimi bölücülüktür Ana­yasa’dan çıkmalıdır diyecek kadar alçalabilir mi? Fransa’da Anayasanın 3. maddesindeki “Fransız” deyimine kim karşı çı­kabilir? “Fransız” deyimini Anayasadan çıkarmaya yeltenen bir devlet adamı kendisini nerede bulur, tahmin edebilir misiniz?
6. Türk Ulusu, kendisine zarar veren iktidarları sırtında taşımak zo­runda değildir!Çünkü: Türkiye Cumhuriyeti Devleti, yurtsever aydınlar tarafından yönetilmenin
“ulus-devlet” bütünlüğünü özenle ve azimle korumayı sahiplenen siyasal ikti­darı  yaratacaktır, elbet, yakında ve belki yarından da yakında.
Dr. Ali Nejat Ölçen
4.4.2013
Dipnotlar :
1. “Habeas Corpus” Latince “vücudum benimdir” anlamında bir deyimdir. O de­yimi temel alan yasa, kişiye yargı aşamasındaki işlemlerin yasalara uy­gunluğunu isteme hakkını tanımaktadır. (Kaynak : The Oxford Universal Dictionary, vol.1, p. 849;
ayrıca bkz : Encyclopedia International, vol 8, p. 251: The Writ is a protective device against arbitrary incarceration and, it still serves to protect personal liberty.
(Hüküm-ferman, keyfi tutuklamaya karşı kişi özgürlüğünü savunmaya hizmet edecek önlemleri içermelidir.)2. A. N. Ölçen, Türkiye Sorunları kitap dizisi, sayı 74, Ekim 2010