Etiket arşivi: Kürt sorunu

Avrupa Parlamentosu ‘Türkiye İlerleme Raporu’ – 2016

European_Comission_logo

Avrupa Parlamentosu’nda, Eleştiri Dolu
‘Türkiye İlerleme Raporu’ Kabul Edildi

Avrupa Parlamentosu Türkiye Raportörü Kati Piri tarafından hazırlanan ve her satırında Ankara yönetimine sert eleştiriler yöneltilen ‘Türkiye İlerleme Raporu’ oy çokluğuyla
kabul edildi.

Avrupa Parlamentosu'nda, Eleştiri Dolu 'Türkiye İlerleme Raporu' Kabul Edildi

Avrupa
Parlamentosu’nun Hollandalı üyelerinden Kati Piri tarafından hazırlanan ‘Türkiye raporu’ bu gün AP Genel Kurulu’nda oylanıp, kabul edildi. Bugüne dek hazırlanan en olumsuz raporda, Türkiye‘ye çok sert eleştiriler yöneltiliyor.

Raporda, Kürt sorunu ve basın özgürlüğüne dair eleştirilerin yanı sıra

Hürriyet gazetesinden Güven Özalp‘in haberine göre, her satırında eleştiri yer alan ‘Türkiyeraporu’ şöyle:

Kopenhag ölçütlerinden uzaklaşma: AP, Türkiye‘de demokrasi ve hukuk devleti alanlarındaki gerilemenin ışığında reformlardaki genel hızın son yıllarda yavaşlamasından ve yargının bağımsızlığı, toplanma ve ifade özgürlüğü, insan haklarına ve hukuk devletine saygı gibi bazı ana alanlarda giderek Kopenhagölçütlerinden uzaklaştıran gerileme olmasından endişe duyar.

‘Medyaya saldırı önlenmeli’:Türkiye, gazetecilere yönelik sindirmenin her türüne karşı eyleme geçmeli, gazetecilere yönelik her türlü saldırı ve tehdit soruşturulmalı, medya organlarına saldırılar aktif şekilde önlenmeli. Medya ve internette özgür konuşmayı perdeleyen gergin siyasal hava dağıtılmalı. AP, çok sayıda gazeteye sert ve yasa dışı biçimde el konulmasını kınar.

PKK silah bırakmalı’:
– Kürt sorununa şiddete dayalı çözüm yok.
– AP, terör örgütleri listesinde yer alan PKK‘nın şiddete dönüşünü kınar ve haklı bulmaz.
PKK silah bırakmalı, terörist taktiklerden vazgeçmeli ve beklentilerini barışçıl
ve yasal yollarla dile getirmeli
.
Terörle mücadelenin Türkiye‘nin meşru hakkı olduğu tanınır.
– Terörle mücadele operasyonları orantılı olmalı ve toplu cezalandırma halini almamalı.
– AP, PKK‘nın güvenlik güçlerine ve sivillere yönelik saldırılarını güçlü şekilde kınar.

İlerleme raporunun ertelenmesi: AB Komisyonu’nun, 2015 İlerleme Raporu’nun Türk seçimleri sonrasına ertelenmesinin, Türk hükümetinin mülteciler konusundaki işbirliği karşılığında AB‘nin temel haklar konusunda sessiz kaldığı izlenimi verdiği için yanlış bir karar olduğuna inanıyoruz.

‘Reform şart’: Yargı, temel haklar, adalet, özgürlük ve güvenlik alanlarında
acil reformlara gereksinim var.

Cumhurbaşkanı’na kınama:AP, düşünce ve ifade özgürlüğü ile bağımsız medyanın Avrupa‘nın esas değerleri olduğunu yineler, Can Dündar ve Erdem Gül’ün serbest bırakılmasını memnuniyetle karşılar ve Cumhurbaşkanının Anayasa Mahkemesine yönelik açıklamalarını kınar. Tutuklu gazetecilerin derhal serbest bırakılması çağrısı yapan AP, Türk liderliğindeki artan otoriter eğilimleri derin üzüntüyle karşılar.

Yolsuzlukla mücadele : Yolsuzlukla mücadele Türkiye‘nin önceliklerinden biri olmalı. Türk hükümeti yolsuzlukla her düzeydesavaşım niyetinde olduğuna yönelik açık ve tutarlı sinyaller vermeli.

Seküler yaşam biçimine saygı : AP, Avrupa değerlerine uygun olarak inanç temelliler kadar seküler olanlar için de farklı yaşam biçimlerine tam saygı gösterilmesi ve devlet ile dinin ayrı tutulmasının sürdürülmesi gereğinin altını çizer.

Kadına yönelik şiddet: Kadına karşı şiddetin çok yüksek düzeyde olması endişe verici. İlgili yasanın uygulanmasında eksik var.

Aydınlara kovuşturma : Barış için bildiri imzaladıkları gerekçesiyle binden çok akademisyenin sindirme ve kovuşturmaya uğraması üzüntü kaynağı.

Raporun çok büyük bir bölümünde olumsuzluklar ön plana çıkarken Türkiye‘nin Suriyeli mülteciler konusunda izlediği yaklaşım, AB açısından önemli bir stratejik ortak oluşu, dış politika ve güvenlik konularında AB ile Türkiye arasındaki diyaloğun yoğunlaştırılması pozitif şekilde not ediliyor.



PİRİ: HAZİRANDA VİZELERİN KALDIRILMASI OLANAKSIZ GİBİ

Raporu hazırlayan Hollandalı Kati Piri, Strasbourg’daki Avrupa Parlamentosu’nda ‘Türkiye ile vizelerin kaldırılması’ hakkında da açıklamalarda bulundu. abhaber.com‘da yer alan habere göre, Ankara yönetimi tarafından “Haziran ayında kalkacak” denilen vizelerin durumu için ‘kötümser’ olduğunu dile getiren Piri, “Son iki yıldaki ilerlemeye bakıldığında ve yasanın kısa bir sürede geçmesi gerektiği dikkate alındığında bu olanaksız gibi görünmektedir.” dedi. (14 Nisan 2016,
http://www.haberler.com/avrupa-parlamentosu-nda-elestiri-dolu-turkiye-8357564-haberi/
)

==========================

Dostlar,

Raporun İngilizce özeti aşağıda..
*****
Summary of the report
(http://ec.europa.eu/enlargement/pdf/key_documents/2015/20151110_report_turkey.pdf)

As regards the political criteria, the pace of reforms slowed down, also due to protracted elections. The outgoing government made efforts to reinvigorate the EU accession process. However, this repeated commitment was offset by the adoption of key legislation in the area of the rule of law, freedom of expression and freedom of assembly that ran against European standards. The political landscape continues to be divided. The 7 June general election saw a record 84% turnout, a clear sign of the strength of Turkish democracy with all major political parties being represented in the new parliament. However, a government could not be formed by the constitutional deadline and repeat elections took place on 1 November. Amongst the shortcomings in the legal framework regulating elections, the 10% threshold of votes for parties to be represented in parliament need to be addressed as a priority. In the reporting period Turkey saw its security situation increasingly deteriorate. The authorities launched an extensive anti-terror military and security campaign against the Kurdistan Workers’ Party (PKK), which remains on the EU list of terrorist organisations, both 1 This report covers the period from October 2014 to September 2015. It is based on input from a variety of sources, including contributions from the government of Turkey, the EU Member States, European Parliament reports and information from various international and non-governmental organisations. As a rule, legislation or measures which are under preparation or awaiting parliamentary approval have not been taken into account. 5 in Turkey and in Iraq. The settlement process of the Kurdish issue came to a halt despite earlier positive developments on the issue. Turkey was struck by the deadliest terrorist attack in its modern history, on 10 October in Ankara, claiming the lives of scores of demonstrators gathering for a peace rally sponsored by trade unions and opposition parties’ youth branches. It is essential that swift and transparent investigations are conducted into these heinous acts which were aimed to destabilise and harm Turkey’s democracy. Turkey is moderately prepared in the area of public administration reform. It has a strong public service and is committed to a user-oriented administration. However, impetus for a more comprehensive reform is weak. Recent dismissals and demotions in the context of the fight against the ‘parallel structure’ were a source of concern. Civil society has remained active, growing in numbers and continuing to be involved in many spheres of public life, but restrictions to freedom of assembly remain a serious concern. Turkey’s judicial system has some level of preparation. The independence of the judiciary and the principle of separation of powers have been undermined and judges and prosecutors have been under strong political pressure. The government’s campaign against the alleged ‘parallel structure’ within the state was actively pursued, at times encroaching on the independence of the judiciary. Substantial efforts are needed to restore and ensure its independence. As regards the fight against corruption, Turkey has some level of preparation to effectively prevent and fight corruption. Turkey’s track record in the fight against corruption remains inadequate. Corruption remains widespread. The undue influence by the executive in the investigation and prosecution of high-profile corruption cases continues to constitute a major concern. Turkey has achieved some level of preparation in the fight against organised crime. Financial investigations remain under-used. Precautionary freezing of assets is rarely applied and the level of assets confiscated is low. The absence of data protection legislation is an impediment for wider cooperation with EU agencies and Member States. Turkey’s Constitution guarantees the protection of human rights and fundamental freedoms. Implementation had considerably improved over the past few years. However, major shortcomings remain. The enforcement of rights stemming from the European Convention on Human Rights (ECHR) and the case law of the European Court of Human Rights (ECtHR) is not fully ensured. There is an urgent need to adopt a comprehensive framework law on combating discrimination in line with European standards. Turkey also needs to effectively guarantee the rights of women, children, and lesbian, gay, bisexual, transgender and intersex (LGBTI) individuals and ensure sufficient attention to the social inclusion of vulnerable groups such as the Roma. There was significant backsliding in the areas of freedom of expression and freedom of assembly. Legislation on internal security contradicts the measures outlined in the March 2014 action plan on the prevention of violations of the ECHR by granting broad discretionary powers to the law enforcement agencies without adequate oversight. After several years of progress on freedom of expression, serious backsliding was seen over the past two years, with some level of preparation in this field. While it had been possible to discuss some sensitive and controversial issues in a free environment, ongoing and new criminal cases against journalists, writers or social media users are of considerable concern. Changes to the internet law, which are a significant setback from European standards, increased the government’s powers to block content without a court order on an unduly wide range of grounds. 6 Turkey supported the resumption of the talks on the Cyprus settlement in May and expressed its support for the UNSG Special Advisor’s efforts. Turkey’s continued commitment and contribution in concrete terms to this comprehensive settlement remains crucial. However, Turkey has still not fulfilled its obligation to ensure full and non-discriminatory implementation of the Additional Protocol to the Association Agreement and has not removed all obstacles to the free movement of goods, including restrictions on direct transport links with Cyprus. There was no progress on normalising bilateral relations with the Republic of Cyprus. The conclusions on Turkey that were adopted by the Council (General Affairs and External Relations) on 11 December 2006 and endorsed by the European Council on 14/15 December 2006 remain in force. They stipulate that negotiations will not be opened on eight chapters2 relating to Turkey’s restrictions regarding the Republic of Cyprus and no chapter will be provisionally closed until the Commission confirms that Turkey has fully implemented the Additional Protocol to the Association Agreement. Turkey needs to commit itself unequivocally to good neighbourly relations and to the peaceful settlement of disputes in accordance with the United Nations Charter, having recourse, if necessary, to the International Court of Justice. In this context, the EU has expressed once again serious concern and urged Turkey to avoid any kind of threat or action directed against a Member State, or source of friction or actions that damages good neighbourly relations and the peaceful settlement of disputes. Regarding the economic criteria, the Turkish economy is well advanced and can be considered a functioning market economy. Economic growth has been moderate. Turkey continued to face external and internal imbalances, calling for adjustments in monetary and fiscal policies as well as an acceleration of comprehensive structural reforms. The large current account deficit continued to contribute to the economy’s vulnerability to shifts in global monetary conditions and risk sentiment. On the internal side, inflation continued to run at a relatively high rate, which is problematic in terms of macro-economic stability, resource allocation and re-distributive effects. It again exceeded the official target; nevertheless the central bank cut interest rates. Public debt has attained a sustainable level, but the general government structural balance has been significantly negative. Unemployment increased slightly to an annual average of 9.9 %. Some progress was made in structural reforms such as improving schooling rates and further liberalising the energy sector. Such reforms need to accelerate to improve the functioning of the markets for goods, services and labour. Turkey has a good level of preparation in acquiring the capacity to cope with the competitive pressure and market forces within the EU. The quality of education and gender equality in education needs particular attention. Efforts are needed to ensure the transparency of state aid and to remove constraints and exceptions in the area of public procurement. Regarding its ability to take on the obligations of membership, Turkey has continued to align with the acquis, albeit at a slower pace, and has achieved a good level of preparation in many areas. Turkey is well advanced in the areas of company law, financial services, transEuropean networks and science and research. The country has also achieved a good level of preparation in the areas of free movement of goods, intellectual property law, enterprise and industrial policy, customs union and external relations. Turkey remained highly mobilised to tackle the extraordinary migration and asylum challenges. Turkey has achieved a good level of preparation in the area of financial control. Further significant efforts are however needed to implement public internal financial control at all levels. Turkey is only moderately prepared on public procurement as important gaps remain in its alignment. Turkey is also 2 Free movement of goods, right of establishment and freedom to provide services, financial services, agriculture and rural development, fisheries, transport policy, customs union, and external relations. 7 moderately prepared in the area of statistics where further significant efforts are needed across the board. In all areas, more attention needs to be given to enforce legislation whilst many areas require further significant progress to achieve legislative alignment with the EU acquis. In the past year, events in Syria and Iraq meant Turkey had to face a further increase in the number of refugees and displaced people. Turkey is currently hosting the largest refugee population in the world, of which close to 2 million are Syrians. Managing such a huge influx of refugees and displaced persons is a major challenge for Turkey, which has already spent more than EUR 6.7 billion to this purpose.
*****
Rapor kapağında aşağıdaki bilgiler var..

EUROPEAN COMISSION

COMMISSION STAFF WORKING DOCUMENT TURKEY 2015 REPORT
Accompanying the document COMMUNICATION FROM THE COMMISSION
TO THE EUROPEAN PARLIAMENT,
THE COUNCIL,
THE EUROPEAN ECONOMIC AND SOCIAL COMMITTEE
AND THE COMMITTEE OF THE REGIONS

Tüm rapor İngilizce 92 sayfa (PDF, EU_Turkey_Report_2015, 649 KB)
Nalına da mıhına da vurulmuş deyim yerinde ise..
Tayyip beye açık bir KINAMA var..
Üzülüyoruz ve gururumuz inciniyor, ülkemizin Cumhurbaşkanının AB tarafından kınanmasına; ancak ne var ki, R.T. Erdoğan gerçekte çoooook daha fazlasını hak ediyor ne yazık ki..

Erdoğan’ın Yüce Divan’da yargılanacağı günleri bu mazlum ve masum ulus görecek eminiz..

Türkiye’nin hiçbir zaman AB’ye alınmayacağı gerçeğini akıldan hiiiç çıkarmayalım…
Babacan_AB'ye_alinmayacagimizi_biliyoruz

 

Ayrıca, AB’nin bu son 2015 İlerleme Raporu’nun, bugüne dek hazırlanan en olumsuz rapor
olduğunu da..

Sevgi ve saygı ile.
14 Nisan 2016, Ankara

Korkut Boratav : 2016’da AKP’nin fay hatları

2016’da AKP’nin fay hatları

portresi1

 

Prof. Dr. Korkut Boratav

AKP’nin, devleti ve toplumu İslamcı faşizm doğrultusunda biçimlendirme programı pürüzsüz sürdürülebilecek mi? Bana kalırsa, görünüşte sağlam olan iktidar blokunu aşındırabilecek kırılganlık öğeleri, “fay hatları” var. 2016’da bunların çatlaklara yol açması mümkündür.
Bu fay hatlarından bazılarını tartışalım.

Belki de başta gelen Kürt sorunudur. Burada birkaç soru söz konusudur.
İktidar blokunun Kürt hareketine karşı son aylarda uyguladığı şiddet yöntemlerinin arka planı,
iç gerilimleri nelerdir? Kısa vadede tasarımı nedir?
Kürt hareketinin de silahlı ve siyasi kanatlarının kısa ve uzun vadeli hedeflerinin,
mücadele yöntemlerinin arka planındaki farklılaşmalar, iç gerilimler nelerdir?
Bu sorulara ışık tutacak, uzantıları kavrayabilecek bilgiden, melekeden yoksunum.
Kürt sorununun AKP için oluşturduğu fay hattını bu nedenle tartışmaya kalkışmayacağım.
***
İkinci fay hattı, Başkanlık rejimini hayata geçirme hedefi tıkandığı takdirde aktif hale gelecektir. Zira, Türkiye’de faşizme biçimsel geçişin en kritik adımı başkanlık rejimidir.
Anayasa modellerini tartışmak gereksizdir. Bu gündemde ısrar eden Erdoğan’ın kimliğine,
1982 Anayasası’nı ihlâl eden uygulamalarına bakın, tasarımın ana öğeleri ortaya çıkacaktır.

Hedeflenen rejimde, muhalefetin de yer aldığı bir parlamento varlığını sürdürecek;
veto hakkı kesin olacak; ülke büyük ölçüde Başkanlık Kararnameleri ile yönetilecek;
yargı tamamen Başkan’ın denetimine geçecek; düzen-dışı muhalefet adım adım yasa-dışı kılınacak; emniyet ve ordu yetersiz kalınca

sınıfsal tahakküm sivil milisler, gerekirse “ölüm mangaları” ile hayata geçirilecektir.

Bu, Latin Amerika-türü faşizmlerin başkanlık rejimidir. Gündemde olan da budur.

1982 Anayasası ile İslamcı faşizme geçiş mümkün olabilir; ama acele ediyorlar.
Anayasa değişikliği TBMM’de gerçekleşecektir. Parlamentodaki partiler anayasayı görüşmeye başladıklarında sonraki yol haritasına katılmış olacaklardır.

Kritik parti CHP’dir.

Katılmayı reddederse, anayasa müzakereleri fiilen iki parti ile sınırlı kalacak;
meşruiyet  sorgulamasına yol açacak; tıkanabilecektir.

CHP yönetimi bu algılamayı yapmaktan ısrarla kaçınıyor.
AKP’nin projesine katılıyor; “hangi tür başkanlık?” sorusunu dahi tartışacağını belirtiyor.

Kasım seçimlerinden sonra şunları yazmıştım:

CHP yönetimine, milletvekillerine, örgütlerine bir çağrı yapmalıyız:
AKP ile Anayasa müzakeresine oturmayınız; zira hedef 2010 Anayasa değişikliklerini
bir adım öteye taşımak; Başkanlık rejimi aracılığıyla faşizmin yasal altyapısını oluşturmaktır. İki parti anlaşarak Anayasa değiştirilemez. Kapıyı aralamayın; durduramazsınız.”

Bu ve benzeri çağrılar yaygınlaşırsa, etkili olabilir;
CHP’yi bu teslimiyet  çizgisinden caydırabilir.
Başkanlık rejimi arayışının önlenmesi faşizme geçişi frenlediği için iktidar blokunu da zayıflatacaktır.
***
Üçüncü fay hattı, AKP’nin Ortadoğu projesinin bir skandala dönüşmesi halinde çalışacaktır.
Rusya’nın Suriye’ye müdahalesi bu projeyi iflas ettirmiştir. Esad’ın katılacağı
barış müzakereleri kesinleşmektedir. AKP’nin 2011 sonrasında Sünni Ortadoğu liderliğine dönük hedefi, Müslüman Kardeşler’in yenilgisiyle çökmüş;
Esad karşıtı Suudi-Katar-Türkiye cephesi düzlemine gerilemişti.

Hayalperest bir liderlik tutkusunun iflasını aşan, daha ağır sonuçlar gündeme gelebilir.

Batı medyası, bir süreden beri Türkiye’nin sözü geçen ve diğer cihatçı gruplarla kirli ilişkilerini haberleştirmekteydi. Suçlamalara, ABD’nin yarı-resmi çevreleri de katılmaktaydı.
Son bir örnek  vereyim: Amerikalı emektar ve emekli istihbarat personelinden oluşan
Veteran Intelligence Professionals for Sanity grubu, ABD ve Rusya Dışişleri Bakanları’na (Kerry ve Lavrov’a) açık bir muhtıra yolladı ve iki bakanı, Ağustos 2013’te Suriye’deki
sarin gazı saldırısına ilişkin gerçekleri açıklamaya davet etti. Mektup, Türkiye’yi suçlayan bir dizi olguyu sıralamaktaydı. (Bkz. consortiumnews.com, 22 Aralık 2015).

Öyle bir noktadayız ki, AKP iktidarının Suriye’deki geçmiş ve süregelen ilişkileri
medya malzemesi olmanın ötesine geçmektedir. Zira, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK), Aralık’ta üst üste oybirliğiyle üç karar aldı.

  • IŞİD ve Nusra’nın terörist örgütler olduğu tekrar kayda geçti;
  • Suriye’deki diğer silahlı gruplardan hangilerinin “terörist” olarak tanımlanması için bir çalışma başlatıldı;
  • BM üyelerinin (dolayısıyla Türkiye’nin) bu gruplara giden para, insan ve teçhizat akımlarını durdurma yükümlülükleri de vurgulandı.

    Türkiye’nin Suriye’deki marifetleri, artık, BMGK kararları çerçevesinde mercek altındadır.

Türkiye, bu durumda Güvenlik Konseyi’nin kararlarını çiğneyen “terör destekçisi devlet” konumuna sürüklenir mi? Desteklediği örgütlerin işlediği savaş suçları, Türkiye’yi yönetenlere Güvenlik Konseyi üzerinden Uluslararası Ceza Mahkemesi yolunu açar mı?

2011 sonrasında AKP’nin Suriye’ye müdahalesi uluslararası hukuku, T.C. Anayasası’nı
ihlal etti. Ancak unutmayalım ki, Türkiye bu marifetleri tek başına işlemedi. 2013’e kadar
ABD Türkiye’yi suça teşvik etti; CIA-MİT ortaklığı oluştu. Bizimkiler ölçüyü kaçırınca Amerikalılar ses çıkarmadı; denetleyemeyince de önlemediler. Suç ortaklığı nedeniyle, Türkiye’nin geçmiş marifetlerine dönük iddialarda ABD Türkiye’yi yalnız bırakmaz.

Ne var ki, BMGK kararlarından sonra dahi sürdürülen “terör finansmanı” suçlamaları
söz konusu olunca durum değişebilir. Rusya IŞİD’in petrol ticaretinde Erdoğan ailesini suçlamıştır ve iddialarını sürdürmektedir. Bu dalga, BMGK kararının ihlali ötesine de taşınabilir. Rusya, Çin, ABD, Türkiye’nin de üye olduğu, terör finansmanını ve kara para aklamayı önleme amacıyla oluşmuş bir uluslararası kuruluş var: Financial Action Task Force (Türkçesi: “Finansal Eylem Görev Gücü”). Rus istihbaratının dosyaları,
Türkiye’nin bu örgütün “kara listesi”ne alınmasına yol açabilir.

  • Uluslararası kurumlara taşınan kara para dosyalarının AKP’nin iktidar blokunu
    sarsacak
    dış sarsıntılara yol açması söz konusudur.
    Bu fay hattı, AKP için sürekli bir tehdittir.
    ***

    AKP iktidarını tehdit eden dördüncü fay hattı, anti-faşist bir cephenin oluşması,
    yaygınlaşması ve etkili hale gelmesi halinde harekete geçebilecektir.

AKP, muhalefetin parlamento ile sınırlı kalmasını hedeflemektedir. Büyük medya adım adım teslim alınmakta; parlamenter muhalefet dahi kamuoyunca izlenememektedir.
Muhalefetin TBMM dışına taşınmasını gerekiyor. Sosyal medyanın, sokağın, bildirilerin, imza kampanyalarının, var olan tüm yayın olanaklarının sonuna kadar kullanılacağı bir
anti-faşist muhalefet dalgası oluşturulabilir mi?

Burada sosyalist bir çekirdeğin belirleyici bir rol taşıyabileceğini düşünüyorum.
Şu şartla ki, sosyalist akımların, hareketlerin, bireylerin önemlice bir bölümü, kuram, siyaset, taktik, strateji ayrılıklarını, örgütlerini korumakla birlikte,
anti-faşist bir cephe hedefi etrafında birleşebilsinler

Kürt siyasetini şimdilik dışarıda tutalım.
AKP’ye karşı “demokrat” başlığı altında toplayabileceğimiz muhalif çevreleri
sosyalist bir çekirdeğe göre nasıl sınıflandırabiliriz? İdeolojik-politik konumlardan
hareket edelim. Ortaya çıkan iki kanadın (sosyalistlerin de eklenmesiyle)
Türkiye halkının üçte birini temsil edebileceğini düşünüyorum.

Bir uçta liberal başlığı altında toplayabileceğimiz bir kanat var. Bir bölümü kendilerini
“liberal sol”, “sosyal demokrat” olarak da tanımlayabilir. AB ile yakınlaşmaya,
temsilî demokrasiye önem verilir. “Askerî vesayet” karşıtlığı birleştirici bir öğedir.
İnsan haklarına, hukuk devleti ilkelerine ve Kürt hareketinin taleplerine yüksek duyarlılıklar
söz konusudur.

Diğer uçta Cumhuriyetçi başlığı altında toplayabileceğimiz bir kanat var. Başta laiklik
olmak üzere “Cumhuriyet değerleri” üzerinde yüksek duyarlılık söz konusu. Pozitif anlamda bağımsızlık, negatif anlamda anti-emperyalizm bu değerlerin içinde yer alıyor.
Üniter devletin parçalanma olasılıklarına ilkesel karşıtlık önem taşır.
Sermayenin hegemonyasına, neoliberalizme direnen, kamucu eğilimleri içeren,
kendilerini solda gören öğeleri de var.

Bu kanatların fikir, medya ve siyaset  dünyalarındaki temsilcilerini adlandırmayı okuyucuya bırakayım. Ancak, her iki kanadın da 2015 ortamında Türkiye’nin faşizme sürüklenmesine karşı, farklı gerekçelerle de olsa, şiddetli rahatsızlık duyduğunu belirleyebiliyoruz.
Ne var ki, geçmişe uzanan, bugüne de taşınan çeşitli etkenlerle birbirlerini sevmiyorlar; kendiliğinden bir araya gelmeleri mümkün değil.

Anti-faşist bir cephenin oluşmasında sosyalist bir çekirdeğin sözünü ettiğim her iki kanatla da kişisel, organik ilişkileri, geçişlilikleri vardır. Bu önemli bir avantajdır. Bu kanatlar arasında anti-faşist bir mücadelenin köprülerini, olsa olsa sosyalistler kurabilir.

Bu köprüler, adı ne olursa olsun, anti-faşist içerik taşıyan bir cepheye dönüşebilirse,
iktidar blokunda ciddi kırılmalara yol açabilir. Haziran kalkışması kendiliğinden oluşan
bu türden (ve sola dönük) bir cepheydi. AKP, bu nitelikteki bir direnme hareketinden
ürktüğü için şiddete başvurdu.

Egemen odaklar, kendilerini tehdit eden güçleri, düşmanları kolayca teşhis ediyorlar.
Bir anlamda cephe yoldaşlarımızı bizlere gösteriyorlar; birleşmenin reçetesini veriyorlar.

Gereği bize düşüyor.

=============================================

Evet dostlar,

Üstad Prof. Dr. Korkut Boratav (DTCF’nden 1940’larda sürülen, yurt dışına gitmek zorunda bırakılan Prof. Dr. Pertev Naili Boratav’ın oğlu), SBF’den emekli İktisat hocası büyüğümüz,
80 yaşını aştı ama bereket hala ülkemize çooook değerli katkılarını sürdürüyor..
Katıksız bir toplumcu (sosyalist), doğrultu tutarlığı içinde, özsaygısı ve özgüveni dorukta, uluslarası ün sahibi İktisat hocası.. Ölçüsüz bir yurtsever…

Yüksek zekasının ürünü olan bu seçkin makale, ülkemize bir 2016 armağanı gibidir.
Mesajını doğru anlamak ve uygulamak, AKP’den kurtulmak zorundayız.
AKP – RTE’nin inanılmaz ağır suçlara bulaştığı – bulaştırıldığı artık biliniyor.
Elbette bu kullanışmışlığın, taşeronluğun ağır bir bedeli olacaktır, olmalıdır.
Öte yandan, bu veriler yabancıların elinde  çok ciddi şantaj aracı olabilirler.

AKP – RTE buradan, kendi suçluluğundan önemli çıktı elde edebilir;
yine mağduru oynar iç kamuoyu önünde.. Dış güçler üstüne gelmektedir.. İftira atmaktadırlar.. Bu basit manüplasyona Türkiye’de kanacak ve AKP’ye oy akıtacak milyonlar
yerli yerinde duruyor!

İkincisi tüm ülkemiz açısından daha da ciddi sakıncalar içeriyor :
Uluslararası Suça bulaştırılan / bulaşan AKP – RTE ikilisinin Batı’nın emperyalist
çıkarları doğrultsunda daha da acımasız – ölçüsüz kullanılması..

Bu tablo karşısında halkımız ne denli saflaşma sağlayabilir, öngörmek çok zordur.

Dünkü (02.01.2016) manşetteki yazımızı şöyle bağlamıştık :

  • Ülkemiz ve dünya gündemi çok ağır ve yakıcı sorunlarla dopdolu..
    2016’da işimiz hiç kolay değil.. Ama mutlaka başaracağız..
    Türkiye Cumhuriyeti sonsuza dek yaşayacak, yaşatılacak;

    Yüceler Yücesi Atatürk’ümüzün kesin buyruğu – hedef attığı şaşmaz ok böyle!

*****
Reçetemiz birleşmekte
..
Kimlerin birleşmesi gerektiğini Emperyalizm ve AKP – RTE vurarak gösteriyor bize..

Asgari müşterek de belli..

– Türkiye’nin hızla bir İslami faşizme sürüklenmesini durdurmak:

Yani, daha önce de yazdığımız üzere FAŞİZME KARŞI BİRLEŞİK CEPHE!

En ivedi adımlardan biri de CHP’nin derhal, sözde yeni Anayasa yapma tuzağı masasından kalkması..
Tarihsel bir misyonla, kendine – özüne – köklerine dönerek önümüze düşmesi..

Sevgi ve saygı ile.
03 Ocak 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

CHP MERKEZ YÖNETİM KURULU’NUN KANLI 10 EKİM 2015 CUMARTESİ YAZILI AÇIKLAMASI

GENEL BAŞKAN KEMAL KILIÇDAROĞLU BAŞKANLIĞINDA TOPLANAN CHP MERKEZ YÖNETİM KURULU’NUN YAZILI AÇIKLAMASI

TÜRKİYE Cumhuriyeti’nin başkentinde, Ankara’nın göbeğinde, Ankara Emniyet Müdürlüğü’ne yalnızca beş yüz metre uzaklıkta patlayan hain bombalarla 86 vatandaşımız yaşamını yitirdi.
Tarihe “Kanlı Cumartesi” olarak geçecek bu saldırının hedefinde, bu ülkede huzur isteyen, demokrasi isteyen, adalet isteyen milyonlar var.- Bu saldırının hedefinde bu ülkede huzurlu ve mutlu bir şekilde yaşamak isteyen,
kendi ülkesinde güven içinde yaşamını sürdürmek isteyen vatandaşlarımız var.

– Bu saldırının hedefinde Türkiye’nin birliği, kardeşliği ve huzuru var.

Kandan, kaostan, şiddetten ve ölümden beslenenler ne yaparlarsa yapsınlar yitirecekler.
Kendi ikbali için kan dökmekten çekinmeyen eli kanlı şebekeler yerle bir olacaklar.
Huzur, birlik ve demokrasi isteyenler, bu ülkede birlikte barış içinde yaşamak isteyenler
mutlaka kazanacaktır.

Canımız yansa da, çok öfkeli de olsak, sağduyumuzu korumalıyız.

Bu ülkede “Önce Türkiye” diyenler, ellerinde pankartlar ve dudaklarında en güzel şarkılarla demokrasi ve barış içinde yaşamak isteyen altın gibi gençler, dürüst ve namuslu insanlar varken demokrasi ve barış dolu günler mutlaka doğacaktır.
İçinden geçmekte olduğumuz bu karanlığın faillerinin bir an önce bulunarak
adalet önüne çıkartılmasını istiyoruz.

  • Güvenlik ve istihbarat kurumlarının hangi gerekçeyle böyle büyük bir zaaf içerisinde olduğunun araştırılmasını talep ediyoruz.

  • Bu olayda ihmali olan tüm siyasal sorumluların,
    gecikmiş de olsa istifa etmelerini bekliyoruz.

Türkiye bu tabloyu hak etmiyor. Türkiye her güne kanla, katliamla, şiddetle, terörle uyanan
bir ülke olmaya yaraşır değil. Teröre ve şiddete karşı atılacak her adıma; koşulsuz, amasız
destek vermeye hazırız. Bu güzel ülkede bir daha asla böyle olayların yaşanmaması için
herkes sorumluluk bilinci ile hareket etmeli ve gereken adımları tereddütsüz atmalıdır.Bu memleketin bütün evlatlarına, bütün vatandaşlarıma açık çağrıda bulunuyoruz:

“Türkiye bu acıları yaşamaya her gün çocuklarının ölümüne uyanmaya ve
felaketlerin tutsağı olmaya mahkum bırakılamaz.”
Biz bu ülkenin makul insanlarının sesi olmaya, bu itiraza öncülük etmeye,
bu ülkede güven ve huzur ortamını yeniden inşa etmek için sorumluluk almaya hazırız.

Miting ve siyasal propaganda faaliyetlerimizi önümüzdeki 3 gün için durdurma kararı
almış bulunuyoruz.

Bu acı saldırı nedeniyle hükümeti ulusal yas ilan etmeye davet ediyor,
bu hain saldırıda yaşamını yitiren bütün vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet,
sevenlerine ve ailelerine sabır, milletimize baş sağlığı, yaralılarımıza sağlık diliyoruz.

Kamuoyuna saygıyla duyururuz

CHP Merkez Yönetim Kurulu

=============================Dostlar,

Son derece dengeli, ılımlı, sorumlu ve sağduyulu bir içerik.. Teşekkür ederiz CHP MYK’ya.. Ancak CHP Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu, “Kürt sorunu” nu yalnızca kendilerinin çözebileceğini,  “AÇILIM”ı (?!) en iyi kendilerinin yürütebileceğini söylüyor öteden beri ve özellikle son seçim mitinglerinde vurguluyor..
Bunu nasıl “en iyi” yapacağını merak ediyoruz CHP’nin??
Ayrıca neden “en iyi” CHP’nin yapabileceğini de…
“Kürt sorunu”nu (!?) çözmek üzere CHP tarafından güdülecek bu politikaların
AKP’nin güttüğünden farkları nelerdir?
Yine bu politkaların HDP – PKK’nin istemlerinden fark(lar)ı neler olacaktır??
Mutlaka bilmek istiyoruz 1 Kasım öncesinde… Öyle yuvarlak geçiştirmeler yapmaksızın..
Bir de CHP’nin TBMM’yi toplantıya çağırarak, gerekirse gizli oturumda bu
“Kanlı Cumartesi” nin görüşülmesini sağlamasını diliyoruz.

AKP’nin, bu alçakça katliamı seçim malzemesi olarak kullanması ve faillerini örtmesi
ne yapıp edip engellenmelidir..

CHP bu 2 istemi her gün yüksek sesle kamuoyu önüne getirmelidir.

TTB anlık açıklamasında; “Katliamda 10.10.2015 saat 23:00‘te, kesin olmamakla birlikte 97 kişi yaşamını yitirmiş, 459 kişi de hastanelerde tedavi edilmiş / edilmektedir.” denilmektedir.

Başbakanlık açıklamasında ise “10 Ekim saat 23:10 itibariyle, menfur saldırı sonucu  48’i yoğun bakımda 246 vatandaşımızın tedavisi devam etmektedir. Olayda 95 vatandaşımız hayatını kaybetmiştir.” denilmektedir.

Sevgi ve saygı ile.
11 Ekim 2015, Ankara
 

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Evinde olduğunuz kişi 3 yıl içinde Başbakan !

AYDINLIK portalı, 20 Mayıs 2015

Evinde olduğunuz kişi  3 yıl içinde Başbakan

VATAN Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek,
evinin kapılarını gazetecilere açtı. Gayrettepe’de bir apartmanın en üst katında 220 metre kare olduğunu açıkladığı evinin salonunda eşi ve partisinin Genel Başkan Yardımcısı Şule Perinçek ve oğlu Can’la kameralar karşısına geçen Vatan Partisi lideri aile hayatı ve seçimlere gazetecilerin sorularını yanıtladı.

Ergenekon kumpasıyla 6 yıl hapis yatan Vatan Partisi lideri Perinçek‘e cezaevinden çıktığında Ergenekon’da aldatıldığını söyleyen Erdoğan’ın kendisini arayıp aramadığı soruldu.
Perinçek’in yanıtı net:

“Hangi yüzle?”
“Aldatıldık” açıklamasının gayrı ciddi olduğunu söyleyen Perinçek,
“Çünkü Oval Ofis’te oturup planladılar.
Erdoğan çıktı ‘Davanın savcısıyım’ dedi. Ergenekon’un merkezinde Amerika var.
Erdoğan maslahatgüzarı, Cemaat de eli ayağıydı.” dedi.

CHP
MHP ERDOĞAN’I KORUYOR

Gazetecilerin, Cemaat’e yönelik operasyonlara verdiği destek nedeniyle kendisine yöneltilen “AKP‘ye destek veriyorsunuz” suçlamaları hatırlatması üzerine Perinçek, şunları söyledi:

Cemaat soruşturmaları sonunda Erdoğan’a dayanacak.
Biz AKP saltanatını yıkacak partiyiz.
Ancak Cemaat’le ittifakı öngören Amerikan projesine karşıyız.
Cemaat’i savunan CHP ve MHP aslında Erdoğan’ı koruyor.”

‘O HAKİME ACIDIM’

“Sizi cezaevine attıran hakimin sizle aynı hücrede yatması ne hissettiriyor?” sorusuna Perinçek şöyle yanıtlıyor:

“O beni tutuklarken ben O’na acıdım. Nefes alamıyordu. Beni tutuklarken ben O’na
şefkat gösterdim. Çocuktu O. Gardiyanlar demirleri kapatırken, ‘Buraya onlar gelecek‘ diyordum. Bu bir intikam değil. Türkiye’ye karşı büyük bir cinayet işlediler.
Onun için orada yatacaklar.”

‘BARAJI GEÇECEĞİZ’

Perinçek, gazetecilerin

“Kendinizi seçimlerden sonra nerede görüyorsunuz?” sorusunu ise şöyle yanıtlıyor:

“Türkiye’nin önünde üretim ekonomisini kuracak ve vatanı bütünleştirecek parti
Vatan Partisi’dir. Vatan Partisi çeşitli araştırmalarda Nisan sonunda %4 ila 6 arasındaydı.
Şimdi Bülent Tanla’nın belirttiğine göre %5-10 arasında gözüküyor. Seçim barajını geçeceğiz. 2-3 yıl içinde sizi bu eve hükümet başkanı olarak davet edeceğim.” dedi.

İzmir 2. bölge millletvekili adayı Şule Perinçek de alanda olduğunu anlatarak gözlemlerini aktarıyor:

“AKP, CHP ve MHP’nin hoşnut olmayan tabanından oy alacağız.
Vatan Partisi’nin %14-19 arasında oy potansiyali var.”

Partisinin Kürt sorununa ilişkin soruları da yanıtlayan Doğu Perinçek;

ABD’nin Ortadoğu’da PKK’yı müttefiki olarak gördüğünü ve
bölme politikasında kullandığını anlatıyor.

“Ancak” diyor, “Suriye’de yenildi, koridor açamadı. ABD PKK’yı da satacak.
O zaman da yurttaşlarımızın yaralarını biz saracağız. Çünkü biz Cumhuriyet Devrimi’ni Kürtlerimizle birlikte yaptık.”

‘TÜRK MİLLETİNE SAVAŞ İLAN ETTİLER’

Seçim süreci, seçim sonrası hükümet senaryoları ve seçim öncesi yapılan araştırmaları değerlendiren Doğu Perinçek, PKK’nın önümüzdeki süreçte hükümetin içine yerleştirilmesi gibi bir projenin bulunduğunu söyledi.

“AKP ve CHP’yi koalisyon yaptıracaklarmış ve PKK’da bunların kucağında olacak..”
diyen Perinçek şöyle devam etti:

“Bu projeye göre, Türk Milleti anayasadan silinecekmiş. Bunu AKP yöneticileri söylüyor. Kılıçdaroğlu da Türk kavramının etnik bir kavram olduğunu ve anayasada etnik kavramların bulunmayacağını söylüyor. Türk milletine savaş ilan ediyorlar. Peki bu savaşta Türk Milleti yenilerek mi çıkacak? Bu sorulara yanıt verdiğiniz zaman Vatan Partisi’ni Türkiye’nin önünde merkezi bir yerde görürsünüz. Onun için anketler o nu söyledi bunu söyledi önemli değil.
Dün 19 Mayıs’tı. Atatürk Bandırma Vapuru’na bindiği zaman anketler neydi?
Atatürk’ün oyu kaçtı İstanbul’da? Anketlerde Anadolu’da oyu kaçtı. Türk milletini anayasadan kimse silemeyecek, Vatan Partisi iktidar olacak. İkincisi Türkiye borçlanma ekonomisiyle tükendi. Artık dünyadan borç dilenme bitti. Türkiye üretim ekonomisine geçecek,
Vatan Partisi iktidar olacak. Çünkü Vatan Partisi dışında Türkiye’nin bütünlüğünü ve
üretim ekonomisini savunan başka bir parti yok.”

DERSİM İSYANI


DERSİM İSYANI

Dostlar,

Sayın Em. Tümg.Naci BEŞTEPE’nin 05 Ocak 2013’te yayımladığımız yazısını,
konunun gene utanmazca siyasal sömürüye (istismara) alet edilmesi nedeniyle
bir kez daha okuyucularımızın, ilgililerin bilgi ve ilgisine sunmak istiyoruz.

Arşivde yer alan, bizim makalemiz de dahil olmak üzere birkaç yazıyı daha
öne çekeceğiz.

Sevgi ve saygı ile.
24 Kasım 2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

================================================

Naci_Bestepe_portresi

Em. Tümg. Naci BEŞTEPE

Tunceli bölgesine devletçe yatırım (yol, köprü, okul, sağlık ocağı vb.) yapılmaya başlanması, askere alma ve vergi işlemlerinin düzene sokulmak istenmesi üzerine, bölge halkını sömürmek üzerine inşa edilmiş dinsel kisvelerden de yararlanan feodal düzenin uygulayıcılarının başlattığı bir isyandır.

SEYİT Rıza da, ŞEYH Sait gibi dinsel sıfatından yararlanmıştır.

Bölge halkının Seyit Rıza’nın peşinden gitmesinde bir etken bilinçli veya körü körüne inanç ise, bir etken de bölge halkının Osmanlı döneminden (Yavuz Sultan Selim’in
İran seferi öncesindeki kıyımı) kalan devlete karşı koşullanmışlığıdır.

GÜNEYDOĞU SORUNU MU, KÜRT SORUNU MU?
TERÖR SORUNU MU, BAĞIMSIZLIK SORUNU MU? ÇÖZÜM NEDİR?

Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da Osmanlı döneminden başlayarak (1806’dan sonra)
44 isyan olmuştur. Bunların 24’ü Cumhuriyet dönemine rastlar. İsyanların çoğu,
devlet otoritesini kabul etmeyerek feodal düzenin sürmesinin istenmesinden kaynaklanmıştır.

Şeyh Sait isyanı ise, Musul petrollerinin paylaşımında Türkiye Cumhuriyeti’nin devre dışı bırakılmasını sağlamak amaçlı, İngiliz emperyalizmi güdüm ve destekli bir isyandır. Etnik köken yanında din sömürüsünden de yararlanılmıştır.

1937-38 DERSİM (Tunceli) isyanından sonra, 1984’e kadar benzer olaylar yaşanmamıştır.

1984 yılında Eruh ve Şemdinli baskınları ile başlayan PKK eylemi ise emperyalist güçlerce yönlendirilen ve desteklenen ayrılıkçı bir silahlı kalkışma (isyan)dır.
Tarihteki en uzun ve en büyük çaplı (bölge-insan sayısı) isyandır.
Etnik yapının istismar edilmesi temeline oturtulmuştur.

Dil, kültürel haklar, demokrasi, eşitlik, insan hakları gibi göreceli kavramlar gerekçe ve
bahane olarak kullanılmıştır. Hâlâ da kullanılmaktadır.

Emperyalistlerin amacı; enerji kaynaklarını, ulaşım, nakil yollarını en kolay-en ekonomik biçimde denetlemektir.

Bunun için, dört devlet içindeki Kürt kökenlilerin yoğun oldukları bölgelerin koparılmasıyla kurulacak bir Kürt Devleti en iyi çözümdür.

PKK‘nın kullanıldığı ve başı çektiği bu başkaldırının uzaması, bölge halkında
kin ve intikam duyguları ile AYRIŞMA ve KENDİ DEVLETİNİ KURMA düşüncesini pekiştirmektedir.

Bu düşünce özellikle 35-40 yaş ve altındaki kuşak için geçerlidir.

Başta ABD olmak üzere emperyalist devletlerin isteği de tam budur.

  • Olayın adını KÜRT SORUNU koyarsak baştan taraf olmayı ve
    bölünmeyi kabul etmiş oluruz.

Yapılan, silahlı başkaldırıya karşı mücadeledir.

Uluslararası hukuka göre savaş; iki devlet veya devletler grubu arasında, siyaset yoluyla çözülemeyen sorunların silahla çözülmesidir.

Çözüm; siyasi kararlılıktadır.

Çünkü ulusal irade TBMM’ndedir.

Bekir Coşkun: Bu yazı Kürtlere…


Bu yazı Kürtlere…

portresi_gulumseyen


Bekir Coşkun
SÖZCÜ,
6 Kasım 2014


2006…

“Başkan” olmak planının ilk adımıydı, anayasa değişikliği halk oyuna gidecekti… Oylama öncesi Diyarbakır’da çıktı ilk kez “Kürt sorunu” dedi…

Ekim’de silahlar sustu… Kürtler “Evet” dediler…
*

2009… Seneye (2010) referandum var…
Bu kez parti kapatmayı zorlaştırmak, askeri şurayı etkisizleştirmek,
yargıyı kucaklamak, sorgudan sualden kurtulmak lazımdı…

“Açılım” dedi… Mayıs’ta silahlar sustu…
Kürtler “evet” dediler…
*

2014… Artık cumhurbaşkanı olacaktı… Doğru Diyarbakır’a…
Adı bu kez “süreç” oldu… Silahlar sustu…
Kürtler “evet” dediler…
*

Kürt oylarına ihtiyacı olduğunda hep böyle oldu…
Ama “Kürt sorunu”, “Açılım”, ya da “Süreç”in ne olduğunu kimse öğrenemedi…
Kürtlerin bin bir derdi varken, gele gele mesele “Apo’ya villa” noktasında…
Bir yanda yalan dolan siyaset, bir yanda kanlı terör örgütü…
Her seferinde Kürtleri kandırdılar…

Sonuç ortada…
Asırlardır süren bir arada yaşamanın keyfi kaçtı…
Türkiye de, üzerinde yaşayanlar da paramparça…
*

Şimdiden söyleyeyim: Önümüzde seçim var, bu sefer “Başkan” olmak istiyor…
Ne uydururlar bilemem…
*

Sözüm Kürtlere… İnanma…
Bu kanlı oyunlara gelme… Çocuklar sokakta birlikte oynasın
Dirsek dirseğe sınıfta ders sürsün… Kulübelerde nöbet saatleri eşittir…
10 bin ortak şirket, 100 bin yuva var…
İstanbul’un içinde üç tane Diyarbakır yaşar…
Komşudan yine bir tas çorba gelsin…
Zibidiye elletme…
O bayrak hepimizin
*

İnanma… Olmadı, İlhan İrem‘in şarkısıdır: “Yine de sen bilirsin…”

=================================================

Evet Dostlar..

Kürt kardeşlerimizi biz de çoook  uyardık.

Emperyalizmin maşası olmamak başta gelen koşul..

“Biji serok Obama” hiç ama hiiiç olmadı.

Diyarbakır ve Yüksekova’daki arkadan kalleşçe sivil askerleri vurmanın
bağışlanacak hiçbir yanı yok…

HDP’nin çağrısıyla 6-7 Ekim  2014 günleri ülkeyi savaş alanına çevirerek
40’ı aşkın masum insanın ölümüne neden olmanın da hoşgörülecek yanı yok..

Yakılıp yıkılan Atatürk yontuları, indirilen bayraklar…

Haydi biri provokasyondu, beriki de..

Ardarda gelen hepsi mi provokasyon?

Mahkemesini kuran, kolluğunu kuran….. Kürt kardeşlerimiz bu provokasyonlara
hiç mi engel olamıyor? Yoksa bilinç altı husumet – düşmanlık dışa mı vuruluyor??
Provokasyon maskesi ardına saklanarak??

Bu yol çıkmaz sokaktır ve bedeli ağırdır…. Bu sözümüz herhangi bir tehdit – şantaj vb. anlam taşımıyor. Nesnel bir öngörüdür..

Bir kez daha yazmış olalım ve her tür şiddete son vererek, başkalarını da araya sokmadan eşit yurttaşlık temelinde yola devam edelim..

Bu zeminin de hızla ve ciddi düzeyde yitirildiğinin ayrımında değil misiniz?
Yeterli karşı çabanızı göremiyoruz bu kopuşu engelleme adına??!!..

Sevgi ve saygı ile.
7.11.2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

IĞDIR BELEDİYESİNDE TAHRİK VE ANAYASAL SUÇ


IĞDIR BELEDİYESİNDE TAHRİK VE ANAYASAL SUÇ!

Igdir_Belediyesi_Kurtce_tabela

Kürt “AÇILIM“ı açıla saçıla geliyor..

Sosyoloji Profesörü Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay‘ı da yedi – yuttu..

Anayasa bile dinlemeden..
Kışkırtanlar bir yana, sessiz kalıp seyredenler de suça ortaktır.

Iğdır valiliği süs müdür orada??
Iğdır C. Başsavcılığı derhal harekete geçerek Anayasa suçunu durdurmaldır.
Mehmetçiğin seri katili Mahsum Korkmaz‘ın elinde suç aleti silahı ile
Lice’deki heykelinin indirilmesinde olduğu gibi..

Bu tür tahrikleri yapanlar Kürt yurttaşlarımıza hizmet etmiyor gerçekte
Tersine, varsa bir Kürt sorunu, iyice çıkmaza sokuyorlar.

1. derecede sorumluluk ülke ve vatanımızın bölünmez bütünlüğüne inanan
Kürt kardeşlerimizin ezici çoğunluğuna düşüyor..
Sorumsuz hatta kötü niyetli kimi yöneticilere bu bağlamda izin vermemeli,
bunları dışlamalılar.

“Tek vatan – tek bayrak – tek devlet – tek resmi dil”

bir arada yaşamamızın olmazsa olmaz 4 ana koşuludur.

Iğdır’lı aklı başında Kürt yurttaşlarımız hemen yarın sabah bu tabelayı indirmeliler..

Sevgi ve saygıyla.
11.9.2014, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

Ali SİRMEN : Atatürk ve CHP


Atatürk ve CHP 

Ali Sirmen

Dün bu sütunda hafta içinde vefat eden Andrew Mango ve kitabı dolayısıyla
Atatürk’ün mesajı konusuna değinmiştik. 

Anımsayalım A. Mango ünlü kitabını şu şekilde bitiriyordu: 

  • “Atatürk’ün verdiği mesaj, Doğu ile Batı’nın evrensel laik değerler ve karşılıklı saygı temelinde bir araya gelebileceği, milliyetçilikle barışın uyumlu olabileceği, insan aklının yaşamdaki tek gerçek rehber olduğudur. Bu iyimser bir mesajdır ve geçerliliği her zaman kuşkulu olacaktır. Ama saygı gösterilmesi gereken bir ilkedir.”

Atatürk’ün iletisinin günümüz için bir geçerliliği olup olmadığı sorusu,
son günlerde çok çeşitli çevrelerce tartışma konusu edilmektedir. 


Hemen belirtmek isterim, zaman içinde değişime uğramayan hiçbir şey yoktur. Türkiye’nin ya da dünyanın sorunlarına, bin dokuz yüzlerin ilk çeyreğindeki yaklaşımıyla, yüzyıl sonraki yaklaşım aynı olamaz, aynı çözümler önerilemez. 

Örneğin Kürt sorununa geçen yüzyılın yaklaşımları ve çözümleri bugünküler ile
aynı olmayacaktır. 

Bir zamanlar okullarda okutulan

“Bayrakları bayrak yapan üstündeki al kandır
Toprak 
eğer uğrunda ölen varsa vatandır”

dizelerinin evrilerek,

“Bayrakları bayrak yapan mutabakattır
Toprak eğer üstünde barış içinde mutlu yaşayanlar varsa vatandır”a erişecektir.

Öyle olması da gerekir. Ama bu bayrağın ortak kutsal simge olmaktan çıkması
ve ayak altına alınmasının umursanmaması anlamına gelmez.

***

Her gelişmeye her yeniliğe dinsel tabuları ileri sürerek karşı çıkmak ne anlama gelirse, siyasal ve sosyal yaşamdaki her yeniliğe ve gelişmeye karşı “statükocu bir Kemalizm”
kalkanıyla karşı koymak da aynı anlamı taşır.

Bir ideoloji olmayan “Kemalizm”in pragmatik yönlerinin çok önemli olduğu konusunda
A. Mango ile hemfikir olmamak mümkün değildir sanırım.


Kemalizm veya Atatürkçülük dediğimiz akımın belirleyici niteliği, sorunlara çözümü hurafede ve geçmişte değil, bilimsel yöntemlerde ve yenilikte aramasıdır. Bu hususları özenle belirtmeye çalışmamın nedeni, Atatürk’ün mesajının, ilkelerinin tartışılmasına
karşı çıkmanın yersizliğini vurgulamak içindir. 


Mustafa Kemal tartışılır, doğaldır.
Demokrasilerde tartışılmayacak konu yoktur. Bu tartışmalardan ilginç sonuçlar ve
fikirler de çıkabilir. Örneğin Atatürk’ün mirasına sahip çıkmaya gönüllü olan bir yazar
pek de âlâ, siyasal partiler yasasındaki bütün siyasal partilerin Atatürk ilkelerine bağlı olmaları zorunluğuna karşı çıkabilir. İlk bakışta irkiltici ve bozguncu gibi görünen bu çıkış, hem demokrasinin hem de gerçekçiliğin gereğidir.

***

Gelişmiş bir demokraside, siyasal partilerin demokrasinin kurallarına bağlılık dışındaki ilkelerini, devletin dayatması akıl dışıdır. 
Zaten tüm partilerin Atatürk ilkelerine bağlılığı komik olur ve Çankaya yolculuğuna, Samsun’dan başlayıp Erzurum ile devam eden Tayyip Erdoğan gibi traji-komik
bir yapaylıktan öteye geçemez. 


  • Önemli olan Mustafa Kemal’in partisinin o ilkeleri, çağına uydurarak sürdürmesidir.

Burada da ilk sorulacak soru, Mustafa Kemal’in partisinin Atatürk’ün mesajının geçerliliğini savunmaya talip olup olmadığıdır.

Bunun için de, CHP’nin, her şeyden önce, Mustafa Kemal Atatürk’ün mesajını, eserini nasıl algılayıp yorumladığını açıklaması, ondan da evvel kendi kadroları içinde
bu konuda bir ortak görüşe varması gerekmektedir. 


CHP’de son zamanlarda egemen olan kafa karışıklığı ve kaygı uyandıran çıkışlar,
bu girişimi zorunlu kılıyor. 


Evet, CHP bir an önce Atatürk’ün mesajını nasıl algıladığını, geçerliliğini kuşkulu bulup bulmadığını tereddüde yer bırakmayacak bir açıklıkla ortaya koymalıdır. 

Yoksa, sürekli her sorun karşısında sağın mesajlarını benimseyip çözümlerine
bel bağlarlarsa, var olan ciddi kuşkuları daha da artırırlar. 


Eğer CHP bu konuda kendisine düşenleri yapmış olsaydı,
Ekmeleddin İhsanoğlu’nun“çatı adaylığı” konusunu bile daha kolaylıkla kotarabilirdi. 

Erdoğan’ın CV’si

 


Erdoğan’ın CV’si

Başbakan Erdoğan‘ın herkesi şaşırtarak cumhurbaşkanlığı için aday gösterdiği Tayyip Erdoğan‘ın cv’si (AS: CV Latince “Curriculum Vitae” sözcüklerini kısaltması olup özgeçmiş – biyografi anlamına gelmektedir) işe başarılarla dolu:

– Kendisinden önceki dönemde yılda ortalama ancak %4.8 büyüyebilen Türkiye’yi,
12 yıllık iktidarı boyunca ortalama 4.9 hızla büyüyen bir ülke haline getirerek
ekonomik anlamda çağ atlattı.
Bu atılımla birlikte Türkiye, ekonomik büyüklük sıralamasında dünyada 17. sıradan
17. sıraya yükseldi.

Aynı dönemde sırasıyla iphone 3, 4 ve 5 çıktı, teknoloji çok ilerledi.
Önceki iktidarlarda teknoloji bu kadar ilerlememişti…

– Etkili dış politikası sayesinde Türk vatandaşlarının Irak, Mısır, Libya, Tunus ve Suriye’den çıkarılmasını sağlayarak bu az gelişmiş ülkeler nedeniyle çekilen
gurbet acısının önüne geçti. Aileleri kavuşturdu…

– Türkiye’yi uzun yıllardır meşgul eden Kürt sorununun çözümünü konusunda
önemli mesafeler kat eden Erdoğan; onun yerine Suriye, mülteciler, Irak, IŞİD gibi
yeni sorunlar kazandırarak bu alandaki monotonluğa son verdi.

– Bugüne dek 7 kez batılı liderler karşısında bacak bacak üstüne attı…

– Olimpiyatların Tokyo’ya kazandırılmasının yanı sıra, ilk kez bir Türk takımının
UEFA kupasını kendi iktidarından 2 yıl önce almasını sağlayarak dünyanın
sportmen liderleri arasına adını yazdırdı.

Başbakanlığı sürecinde ülkemizde top koşturan kimi ünlü futbolcular ise şöyle :

Alex de souza, Didier Drogba, Ricardo Quaresma, Pierre van Hooijdonk,
Wesley Sneijder, Stephen Appiah…

– Erdoğan, 2013’te yayınlanan “Ben Diktatör Olsam Yapamayacağınız
100 Şey”
 adlı 
eseriyle de Sait Faik Öykü Ödülünü kazandı…

– Devlet yönetimine saydamlık ve katılım kazandırdı. Ekibinin Suriye sorununa ilişkin çözümleri bir biçimde banda kaydedilerek vatandaşla paylaşıldı…

– Twitter’ı ve Youtube’u yasaklatarak vatandaşlarda bilişim kültürünün gelişmesi yönünde önemli çalışmalara imza attı.

Ayrıca Ak troller adlı dünyanın ilk maaşlı twitter kullanıcıları kendisi döneminde yetiştirildi…

– B sınıfı sürücü ehliyetiyle metro dahil her türlü ulaşım aracını büyük bir ustalıkla kullanabilen ilk başbakan oldu…

– 3 çocuk ve 1 Bilal babası olup “one minute” düzeyinde İngilice bilmektedir…

From: Ilhan Gunalp 

Tolga Yarman : Çatı Aday Hakkında..


Dostlar
,

Ülkemizin karşı karşıya bırakıldığı ÇATI ADAY ikilemi sorununda, yüzakı bilim insanlarımızdan Sn. Prof.Dr.Tolga Yarman’ın nefis yazısını paylaşmak istiyoruz.
Dikkatle okunmalı bu yüksek zekalı insanın feryadı ve çoook yerinde uyarıları..

Sevgi ve saygı ile.
23.6.2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

========================================

Sayın Prof. Tolga Yarman diyor ki:

Türkiye’de askerî vesayet bitti”, diye zafer çığlıkları atanlar, kör gözlerini artık açıp, görmelidirler ki, Türkiye’de, bir tek vesayet vardır, o da Pentagon (ABD Genel Kurmayı) vesayetidir ve bu vesayet, el hak aralıksız, devam etmektedir.”

Türk Ordusu’nun vesayetinden dem vuran gafiller.. Buna ne diyorsunuz? Doğru mu, yanlış mı, uydurma mı? Bu sözün doğruluğu üzülerek yaşanmaktadır.  

ZURNANIN ZART DEDİĞİ NOKTADAYIZ.. 
NE Kİ, TÜRKİYE SAHİPSİZ DEĞİLDİR!

portresi

Tolga Yarman, Prof. Dr.
18 Haziran 2014 

Çatı Cumhurbaşkanı Adayı’nın belirlenmesine ilişkin tesbitlerimi ve kaygılarımı belirtmem (bedeli her ne olursa olsun, bu güne kadar olduğu gibi, bugün de,
şerefle öderim),
 temel bir soumluluktur.

“Türkiye’de askerî vesayet bitti”, diye zafer çığlıkları atanlar, kör gözlerini artık açıp, görmelidirler ki, Türkiye’de, bir tek vesayet vardır, o da Pentagon (ABD Genel Kurmayı) vesayetidir ve bu vesayet, el hak aralıksız, devam etmektedir.

Bu satırların yazarı, Amerikan aleyhtarlığı hiç yapmamıştır. Tersine, Batı’nın, başta da, ABD’nin en bıçkın ve en cennet bilim tornalarından çekilerek yetişmiştir; buralarda, hocalarından başlayarak, arkadaşlarına, giderek meslekdaşlarına ve öğrencilerine varıncaya değin, engin bir yelpazede, ebedî dostlukları vardır. Bu ne kadar böyleyse, epeydir bölgede yuvalanmış ve şunca yıldır, şunca milyon insanın kanını içerek, yaşayagiden savaş makinasının parçası olmayı, Amerikalı Dostları’na da haykırdığı şekilde, dibine kadar reddetmektedir. Büyük Atatürk’ün işaret ettiği gibi, savaş eğer savunma için değilse, cinayettir. Bölgemizdeki savaş ise, kim ne derse desin,
düpedüz petol savaşıdır.

Ülkemizin, saymakla kolay bitmez  sorunları vardır…İşte, gelir dağılımındaki adaletsizlik sorunu, işsizlik sorunu, Kürt sorunu, enerji sorunu… Devam edeyim,
yok Irak’ın yalan dolanla işgaliydi, BOP’tu, açılımdı, saçılımdı, Yeni Osmanlıcılık’tı, Arap Baharı’ydı, yamacımızdaki Suriye yangınıydı, giderek, mezhep savaşı çıkartılmak istenmesiydi, hatta bunun maalesef, önemli ölçüde kotarılmış olmasıydı, derken, aklınıza artık, hangi temel sorun geliyorsa..

Bunların hepsinden daha önemli olanı,TEMSİLİYET BUNALIMIDIR.  Seçim sistemimiz katiyen adil değildir. Üçte birlik oy oranları ile üçte ikilik parlamento çoğunlukları
elde olunabilmektedir ve bunu adına kör kör parmağım gözüne, “halk iradesi” denebilmektedir. İstanbul’dan, Ankara’dan başlayarak, hemen bütün kentlerimizde,
yerel yönetim seçimlerinde, bu seçimler, “iki turlu” yapılmadığı için, tam bir kumar anlayışıyla, dörtte birlik, her hal-u karda yarının hayli altındaki oy oranlarıyla,
belediye başkanları seçilebilmektedir… Bu çerçevede, güya iktidara seçilmiş bir azınlık, konumunu kalıcılaştırabilmek üzere, karşısındaki en az, öteki bir yarıyı, “milli irade”, yaygarası ardında, yok saymaya, giderek imha etmeye, girişmekten kaçınmamaktadır. Genel seçimde %10 barajı bir faciadır. Partilerin içlerinde demokrasinin “d” si yoktur. Hasbel kader yonetime gelmiş olanlar, mevcut il ve ilçe yönetimlerini, bir çırpıda görevden almakta; buraları, atamalarla doldurmaktadırlar. Atananlar, kendilerini, ilçelerden başlayarak yapılan kongrelerde, seçecek olanları döşemekte; döşenenler, kendilerini döşeyenleri, seçmekte… Döşedikleri suretiyle, saygıdeğer istisnaları saymazsak, seçilenler, kendilerini atayanları, gidip büyük kongrelerde sözüm ona seçmekte  ve deveran böyle sürüp gitmeltedir.
Böyle bir çerçevede, liderlerin, çoğunlukla, astığı astık, kestiği kestiktir..
Hani “meydanlardan seçilerek bir tek onlar gelmektedir”, denilebilir.

Bu ne kadar böyleyse de, lider sayısı, dördü beşi geçmeyince, bunların, ayrıca geniş örgüt yapılanmalarına oturuyor olmamaları sebebiyle, dış odaklara yular kaptrmaları
çok olağan olup; o odaklar bu dört, bilemediniz beş özneyi, manüple etmek suretiyle, ülkemiz gibi 80 milyonluk bir nüfusa merdiven dayamış bir ülkeyi, parmaklarında,
fırıl fırıl oynatabilmektedirler.

Bakarsınız, partilerin tabanlarında bıçkının bıçkını emektarlar dururken; parti liderleri, bunların tümünü es geçebilerek, partilerinin tabelalerının altından geçmemiş,
hatta başka partilerin tabelalaları altında dolaşmış, söz konusu partilerde, demek ki, zinhar tabanı olmayan, nice eşhası, parti yönetimlerine, giderek, milletvekili kadrolarına dolduruverebilmektedirler.

Geçende bir partinin en üst düzeyde bir yöneticisine sormaktan kendimi alamadım: Allaşkına, bu partiyi kim yönetiyor?, dedim. “Lobiler, Hocam!”, dedi,
bütün samimiyetiyle, sağ olsun… Lobiler demek, sonuçta “dış güçler” demektir.

Ne oldu şimdi: Partilerimizin tabanları, has evlatları, fena halde ve sür git, aldatılmaktadırlar.  

“Demokrasi” naraları atanlar; aslında, şu hinin hini; partilerin tabanlarından başlayarak, toplumumuzu aldatma sözde özgürlüğünü; tam bir demokrasi katliyle, kurumsallaştırmaya  yeltenenlerdir.

Bunları, partilerin tabanlarıyla birlikte, hastalığı tabii, hisseden halkımız, boyunlarına dolanmış, dış odakların yularlarından çekip, içimizden kovmayı, inanıyorum, bilecektir. Bilhassa, yakın tarihimiz; üstüne esaret gömleği geçirilmek istenen halkımızın, bunu nasıl yırttığının, destanlarıyla doludur.

Bu çerçevede, Onlar’a buradan haykırıyorum: Canımıza yettiniz… Alın tımarınızı,
verin atımızı!.. Çekilin artık çakı gibi birikimlerin, yürekli yiğitlerin, ülkemizi ve bölgemizi, aydınlıklara taşıma yolunda, ayaklarına habire pranga olmaktan…

***

Uzatmadan, günümüze geliyorum.

Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, yol boyu çok vebali vardır. Paralel devletin de mimarı O’dur,  Ergenekon’un Savcısı da…  Ordu’ya kumpas, 12 Eylül (AS: 2010) Anayasa Referandumu uzantısında, yargının, maatessüf istenildiği gibi, şekillendirilmesiyle başlamıştır. O tarihte, Sandık’ta sağladığı başarı ne denli dikkate değerse de, sonuçta stratejik ketenpereye getirildiği gün gibi ortadadır.

Tayyip Erdoğan, sonuçta, vebali ne kadar hacimli olursa olsun, her faninin haysiyetini  ezdirmesinin bir sınırı olup, bir süredir, boyunduruktan kurtulma çırpınışları sergilemeye başlamıştır. Bu olgu, kendisinden, sergileyegeldiği cürümlerin hesabının sorulmayacağı anlamına gelmez.

Vakıa şu ki, Tayyip Erdoğan’ı; yok BOP Eşbaşkanı idi, yok Esat’tı, Esed oldu, Suriye’ye icbar edildi, yok, Kürecik Üssü idi, koca İran’ı açıktan tehdit etme noktasına sıkıştırıldı, ne oldu, yaptıklarıyla kaldı, ama yine de, yetmedi, ABD çoktan gözden çıkartmıştır.

Tayyip Erdoğan, günahı boynuna, ama namusla konuşmak gerekir, sıradan bir lider hiç değildir, çok inançlıdır, çok dirençlidir. Ve elhak, son yerel seçimin (​30 Mart 2014), bir galibi, bir de mağlubu vardır. Galip, tek başına, Tayyip Erdoğan’dır,
mağlup ise (ülkemizde, yanına almayı başardığı, zaten yanında olagelmiş),
muhalefet partilerimiz ve AKP gövdesinden kopan, esasen yanındaki Pensilvanya saçağı ile birlikte, koca ABD Yönetimi’dir.

Yerel Seçim öncesi, Penisilvanya ve muhalefet partilerimizin koalisyon gerçeği,
o kadar açıktır ki, Penisilvanya saçağına ait olduğu bilinen yayın organları, “zınk” diye bir “U Dönüşü” ile, daha önce, kanlı bıçaklı oldukları, söz konusu muhalefet partilerinin sözcülerini övgülerle birlikte, sayfalarına, ekranlarına, taşımaya, koyuluvermişlerdir.

Tayyip Erdğan, bu süreçte; Devlet’in içinde, besbelli dış destekli olarak yuvalanmış, “delil imalat merkezlerinin”, giderek ilgili emniyet unsurlarının, yargı unsurlarının, bilerek bilmeyerek dahil oldukları örgütlü cürmü; bütünüyle; “paralel devlet” söylemini icat ederek, muhalefetin kucağına bırakmayı başarmış; o muhalefete ise, dikkate getirdiğim, esasen, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin suç duyurusuyla, giderek işte, 18 Haziran 2014 tarihli, Anayasa Mahkemesi’nin Balyoz Davası ile ilgili olarak verdiği, şamarvari bozma kararıyla, sübut bulmuş olan örgütlü cürmün, heyhat, “deterjanı” rolüne atlayıvermiştir. İnanılr gibi değildir!.. Dış destekli, üstelik başta Silahlı Kuvvetlerimiz’e karşı örgütlü cürüm işleyenler, şimdilik, muhalefetin şemsiyesi altında olarak,
rahatça nefes alabilmektedirler.

Cumhurbaşkanlığı Seçimi, bundan önce, yerel seçimlerde olduğu gibi, tek başına Tayyip Erdoğan ve çatı adayı çıkaran, ABD güdümlü, muhalefet arasında geçecektir. Perşembe’nin gelişi Çarşamba’dan bellidir.

Çatı Adayı çıkartan muhalefet partileri, bu çerçevede, tiyatrolarını dahi doğru düzgün oynayamamışlardır. Çeşitli ziyaretleri “tam kaşelidir” ve koskoca ulusumuzu,
maatessüf aldatmaya yöneliktir…

Koskoca Cumhuriyet Türkiyesi’nin Partileri’nin, üst yönetimlerinin, az önce resmini çizdiğim demokrasi zaafiyetimizle, dış boyunduruk altında olması sonucu,
okyanus aşırı rüzgârlarla önlerine gelen talimatı, maiyetteki, alelade,
daire başkanlıkları imişlercesine, esas duruşta, uygulamaları,
zurnanın zart dediği noktadır.

Hepsinden çok içimi, şu kervanın başında, Mustafa Kemal Atatürk’ün ve
O’nun omuzdaşlarının, binbir çileyle kurdukları o dimdik, Cumhuriyet Halk Partisi’nin,
bugünkü  yönetiminin olması, acıtıyor.

Lamı cimi yoktur, bu yönetim unsurları, başta (şahsına halisane bağladığımız umutları tutam tutam yele savuran) Sevgili Kemal Kılçdaroğlu olmak üzere,
tarihe hesap vermekten kaçamayacaklardır.

  • Ey CHP, Ey Sevgili örgüt: İşgal altındasın! Bugünden tezi yok, olurdu olmazdı, toplanmalı, tartışmalı, toplayacağın kurultayda, şu sakil mazaraya,
    haddini bildirmelisin!

Çatı, cumhurbaşkanı adayı çok değerli insanımız                          :

Dürüst, derin müktesabatı olan herkes gibi sen de elbette çok saygıdeğersin.
Ancak, sen söz konusu partilerin adayı değilsin. Buralarda yapılan sözde anketlerin hiçbirinde adının tek bir harfi dahi telaffuz edilmedi. Senin de içinde bulunacağın adaylar arasında, söz konusu tabanlarda bir anket yapılsa, buradan, hiçbir biçimde
sen çıkamazsın. Sen, lütfen kusura bakma, aklına gelmese de, gerçek şu ki;
Tayyip Erdoğan’a karşı, bizlerin kucağına bırakılmak istenen adaysın.
 Bugün sen ve Tayyip Erdoğan karşı karşıya kalsanız, Tayyip seni maydanlarda, arkanda hangi, hacimli müktesebat ve hangi güçlü medya unsurları olursa olsun, çıtır çıtır yer. Ama asıl olacak olan, senin açından daha da kötüdür. BDP + HDP,“kapsayıcı” bir aday çıkartsa, ki olacak olan odur, ilk turda oylar yuvarlak, şöyle dağılır:

Sen % 30’den az, BDP+HDP % 30’dan çok, Tayyip Erdoğan % 40’tan az.

Bu durumda 2. tura sen değil, BDP+HDP’nin adayı kalır ve Tayyip ABD’nin
bugünkü Yönetimi’ni, bir kez daha yener. “Helal olsun!” dedirtir,
ayrıca, hemen herkese.. Bu durumda, ikinci turda muhakkak çıkar.

Bir şey daha söyleyeyim, çatı, cumhurbaşkanı adayı çok değerli insanımız:

Cumhuriyet’in inançla bir sorunu hiç olmamıştır. Cumhuriyet’in sorunu, yobazlıkladır. Yobazlık, malum, karşındakine, tartışmayı, sorgulamayı, men ederek,“dediğim dedik” dediğini, dayatma cürmünün adıdır.  Her mecrada yobaz olur… En ummadık yerde, örneğin bilim dünyasında bile olur. “Cumhuriyetçi geçinenler” arasında da olur… O nedenle, “Cumhuriyet” derken, çarşaf yakan, İmam Hatip Mezunları’na farklı ölçütler uygulayan, Kuran Kursları’na kan kusturan, “laikçi yobazlardan” bahsetmiyorum… Cumhuriyet’in kuruluş yıllarından bahsediyorum… O Cumhuriyet’in, inançla sorunu,
o kadar yoktur ki, Diyanet İşleri Başkanlığı bir Cumhuriyet Kurumu’dur.
 Yalnız hangi Diyanet: Aklı naklin önüne çeken, inancın, egemeni payandalamasına karşı duran, inancı bir defa, şekilden ibaret hiç saymayan, hakkaniyetsizliğe, adaletsizliğe başkaldırı vecibelerinden, ayırmayı inançsızlık addeden Diyanet… O Cumuhuriyet’i bana iki cümlede tarif et, dersen, “Yönetimde akıl, inançta akıl”, derim. Yönetimde akıl,“Hakimiyet, kayıtsız şartsız milletindir!” düsturunda vücut bulur. İnançta akıl ise, Diyanet’in, nakli, aklın önünde tutmasında, vücut bulur…

Bu çerçevede, laiklik (bunun hala daha Türkçeleştirilememiş olması, bir aydın ayıbı olarak), bir inanç barışıdır. Söze yakışan Türkçe karşılık ise, “inançta akliliktir”.

Bizim laikliğimiz, besbelli, Batı Laikliği zaten değildir. İmamlarımız, müezzinlerimiz, devletten maaş alırlar. Ezanlarımız, çanların çalma özgürlüğü yanı sıra, dinimizin temelidir. Şehitlik, bir devlet payesidir. Şehidin ailesi devletten maaş alır. Ve ne yazık ki, bu dediklerim, evet kabul ediyorum, başta bir aydın ayıbı olarak, yeterince çözümlenmez (analiz edilmez), konuşulmaz, telaffuz edilmez… Kurumsal boyutta çalışılmak hiç istenmez… Hatırlatmak isterim ki, bölgede, yıllardır dikkat çektiğim doğrultuda bir “mezhep savaşı” çıkarılmak istenmekedir ve bu amaç bugün itibariyle maatessüf, önemli ölçüde başarılmıştır… Korkum, ne biliyor musun?

Seni cumurbaşkanlığına getirmek isteyen, büyük strateglerler (yanılmayı çok isterim, ama işte), bu süreçte emelleri için, piyonlaştırmak isteyenlerdir! Bu koşullarda görevi kabul edebilir misin? Yönetimdeki aklımızı, işte yazının girişinde anlattım, çalan, temsiliyet bunalımının hat safhada olduğu; inançtaki aklımızı ise, nakle karşı yok etmek isteyen, inancımızı bu bağlamda özünden boşaltıp, salt egemene biat aracına ve
ona her koşulda rızacılığa dönüştürmeye kurgulanmış, şu sürecin, önüne koşulmak
ister misin?.. Düşün lütfen!

BDP+HDP Yönetimleri! Üstünüze düşen sorumluluğu anlıyor musunuz!
Bugüne kadar, o oldu, bu oldu, Ankara’nın yıllar içinde az vebali olmadı, doğru,
ancak sen de az yalpalamadın.

  • Unutma ki, emperyalizmin kucağında milli kurtuluş savaşı olmaz!.. 

Bu olguyu artık ve muhakkak idrak etmiş olmalısın!..

Yeri gelmişken belirteyim: Büyük bir devletin dostu olmak demek, O’nun maşası olmak demek değildir. Maiyet memuru olmaz, ancak ve elbette şahsiyetli ve güvenilir bir müttefik olabilirsiniz. Ne maşa, ne de bölgedeki canavar savaş makinesinin parçası olur, ancak etrafınıza her daim, üstelik kişilikli ve gerçekçi tavsiyelerde bulunarak, vazgeçilmez bir dost kalabilirsiniz.

Tayyip Kardeşim: Bugüne kadar hiç karşılaşmamış olsak da, tarafıma duyduğun saygıyı, “selamından”, biliyor olup, bana kulak vereceğine inanıyorum;
bu çerçevede, sana bir hoca nasihati eyleyeceğim…

Biliyorum, durumun çok yönlü, çok kritik. Aday olursan, evet seçilebilirsin. Şu ki,
seni en çok düşündüren, yukarıya gitsen mi, kendini daha çok düzlüğe taşıyabilirsin, Başbakan kalsan mı? Aklından geçen şu olmalı: Yukarı gitsen, önümüzde ne olacağı pek belli değil, indirilip, evet, Yüce Divan’a sevkedilebilirsin. Başkanlık Sistemi tesis olunmadı. Her ne kadar yetkilerinle Hukumet’e, Başkan gibi davranmaya kalkışabilecek olsan da, Başbakan, biliyorsun, Basbakan’dır ve seni her an icradan uzak tutabilir. Yukarıdan, yani, sonunda (keşke yanılsam), indirileceksindir. Onun için, Başbakan kalıp, mücadelene devam etmen, hakkında, şimdilik en hayırlısı!.. Bu durumda, gel,
düzgün, helal süt emmiş, her zerresine kadar bu toprakların çocuğu, aynı zamanda Dünya aydını, bir aday belirleminin öncülüğünü yap! Çok var, öyle has insan,
bu topraklarda…

O zaten ilk turda, “cup” diye Köşk’e çıkar… Allah yardımcın olsun!..

Ey, her partiden milletvekilleri, durumumuz budur.
Bu asil milletin, öyle ya da böyle, ama işte vekilleri olarak, şimdi ellerinizi
vicdanlarınıza koyup, karşı karşıya olduğumuz muhasarayı kıracak, adımlar atma yükümlülüğündesiniz.

Yolunuz açık olsun!..
Yalnız unutmayın, sizinle ya da sizsiz,

Türkiye sahipsiz hiç değildir!..