Etiket arşivi: İBRAHİM Ö. KABOĞLU

Kapatma ve kanunsuz ‘k’ler…

Kanun dışı uygulamalar, Covid-19 dönemine özgü değil; ancak salgın hastalık ve özellikle “kapanma” dönemlerinde iyice açığa çıktı.

  • Anayasa ve sistem dışı kişi yönetimi.
Kapanma, K ile başlayan birçok olumsuzluğu açığa çıkardı. İşte, sadece son iki haftada öne çıkanlar:
KİŞİ KELAMI
Anayasal demokrasinin temel öğelerini ve kurul halinde siyasal karar düzeneklerini kaldıran 2017 değişikliği ile yönetim yetkilerini tek başına elde eden kişinin parti genel başkanlığı, Anayasa için teminat değil, “askı işlevi” gördü. Bunları, Anayasa’ya aykırı düzenlemeler yoluyla yaptı; çoğu sözlü açıklamalar eşliğinde sürdürüyor.
KABİNE KRİZİ
Kişi yönetimini örtmek için bakanlar kurulu yalanını tutturamayanlar, kabine toplantısı, kararlar, sonrası açıklamalar vb söylemlere yöneldiler.

Tek kişi yönetiminde kaç bakan ve neden değişti? Eğer parlamenter rejim olsa idi, buna hükümet krizi denirdi; ama şimdi kimse “kabine krizi” demiyor; çünkü kabine kavramına denk düşen bir kurum olmadığı gibi sorumluluk da yok.

KAYYUM VE KANAL

Merkezi karar düzenekleri tekeli ile yetinilmedi; anayasa dışı düzenleme ve uygulama ile yerel yönetimlere de el atıldı; ülke yağmalanması hızlandı ve yaygınlaştı.

Mahalli idareler, md.127’e aykırı CBK-1 ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na bağlandı. Yerel yönetimler üzerinde “çifte vesayet kuruldu, yürütme yetkisi bulunmayan ve siyasal sorumlulukları olmayan bakanlarla.

İçişleri Bakanı, kayyum atamak için yargı kararı bulunmadığı halde, belediye başkanlarını görevden aldı, yerlerine valileri atadı; kayyum atanan illerde seçmen iradesi ve yerel yönetimler askıya alındı.

Çevre ve Şehircilik Bakanı ise, Büyükşehir Yönetimi yetkilerini gasp ederek Trakya Bölgesini Kanal İstanbul ile bölme gayretinde.

KAN/KILIÇ/KOL

Kayyum ile yetinmeyen bakan, şimdi kol mesaisi yapıyor. İBB Başkanını kollarını kullanma şekli üzerine yargısız infaz yapan bakan, yurt dışından tehditler savuran kanun kaçağı konusunda kelam etmiyor.

CB’nin Barış Akademisyenlerini karalayıcı sözlerini (11.01.16), kan banyosu söylemi (12.01) ile eyleme koyma andı içen silahlı çete başı ve kanun kaçağı, meşru olmayan Anayasa değişikliğine eylemli olarak destek verdi.

Ayasofya namazında sallanan kılıç seyircileri, türbe önünde bağlı kollarla uğraşıyor.

KELEPÇE

Kan banyosu yapmak isteyen ve Sn. Kılıçdaroğlu’nu tehdit eden öbür kanun kaçağı, Meclise vurulmuş olan “ters kelepçe”nin neresinde? Takılmasında müttefiklere katkı sundukları açık; sökülmesine de katkı sunacaklar gibi…

KANUNSUZLUKLARDA KARŞITLIKLAR

Bu arada; kendini kamu yönetimi sicil amiri de yapan CB, kamulaştırmalara ivme kazandırdı, Anayasa dışı ve acelesinden; yeni fakülteler kurdu.

İçişleri Bakanı, kamusal yetki kullanımı olan kolluk faaliyetini, Bakan, “özel yaşam alanı” ilan ederken, “özel yaşam alanı” tüketim maddesi olan alkollü içecek için kamusal yasak getirdi.

Aynı Bakan, Ticaret Bakanının, alkol de içeren dezenfektan aile ticaretini göremedi. Dışişleri Bakanı, turistleri gören yurttaşların aşılarıyla ilgilenmeye başladı.

Altyapı Bakanı, İkizdere’nin altının oyulmasını, Cengiz İnşaata destek için savundu.

Kişi yönetimini kuvvetlendirmek ve Anayasa Mahkemesi’nin kapatmak için kamuya “kapalı tutulan” Anayasa taslağı bile hazırlandı.

KİRLİ BİLGİDEN KURTULMAK İÇİN…

Kanunsuzlukları kirli bilgi ile küllendirme çabası –yönetim tekil olsa da– kolektif.

Covid-19 felaketini aşmak içim bilimsel verileri ölçü almak bir yana, yurttaşların bilgilenme hakkı için çaba gösteren hekimler linç edilebiliyor.

“Eşgüdüm içinde bulunan kurumlar bütünü” olarak tanımlanan sistem; demokrasi, sandığa indirgenerek ve hukuka karşı kullanılarak kaldırıldı. Olmadığı halde, bir sistem varmış algısının yaratılması ve bunun giderek kanıksatılması kaygı verici.

Bu nedenle, önce doğru bilgi ve tanı:

  • Anayasal demokratik düzen hedefi öne çıkarılmadan verilen mücadele, eğreti kalır.

Demokrasinin hukuka karşı kullanıldığı kişi yönetimi yerine “hukuk yoluyla demokrasi” ereğinde nice bayramlara.

En büyük mutsuzluk nedir?

“Yaşlanmaktan daha büyük mutsuzluk olabilir mi?” şeklinde yanıtlamıştı André Malraux gazetecinin yönelttiği soruyu. Benzer soruyu Plan ve Bütçe Komisyonunda kendime yönelterek, “hukuk devletinden uzaklaşmaya tanık olmaktan daha büyük mutsuzluk olabilir mi?” dedim.

Görüşülmekte olan torba yasa önerisine, başlıkla ilgisi bulunmayan maddeler, başka bir torbadan çıkararak adeta ‘tepiştirilmişti’. Sırf o nedenle, 23 Ekim Cuma akşamı da Ankara’da kaldım.

Komisyon başkanı bana söz verirken, yaşça büyüklüğümü ima etmesi üzerine, Ankara Hukuk Fakültesi’ne girişimin 50. yılına da yollama ile sorgulamayı yaptım.

Ne var ki bir önceki hafta Genel Kurul’da torbadan çıkarılarak bu metne konan maddeleri geçiştirme eğilimi, gece yarısı Komisyonu terk etme nedeni oldu.

Sonraki gün geldiğim İstanbul’dan Ankara’ya dönmeden, bu kez kendimi Anayasa şantaj ve iftiraları karşısında buldum. 2019 Genel Kurul’daki son konuşmamda, “TBMM’nin 100. yılı vesilesiyle hükümetsiz Meclis” nitelemesi ile hüzünle kutladığım 2020 ‘Türkiye siyaseti’, bana da dersler verdi:

Önce, nitelikli yasama ereğinde hazırladığım yasama yetkisi devredilemez başlıklı rapor: “Kaboğlu, Türklüğü Anayasa’dan çıkarmayı öneriyor” vb. çarpıtmalarla kamuoyu yanıltılmak istendi (Şubat).

Sonra, “Ayasofya müze olarak kalsın…” sözlerim nedeniyle linç kampanyası başlatıldı.(Haziran).

Nihayet, partiler arası yapılan ilkeler çalışmasını, “Anayasa taslağı” şeklinde çarpıtılarak, parti içi hesaplaşmalar aracı olarak kullanıldı; bilgi kirliliği malzemesi yapıldı (Kasım-Aralık).

Covid-19’un aldığı canlar, 2020’yi en hüzünlü yıla çevirdi.

En uzun konaklama

TBMM, ocak ayının son haftasında başladığı 2021 TBMM çalışması, nisan sonuna kadar sürdü. 30 Nisan’a dek ayrıksız her gün TBMM’de oldum. Meclis’teki odam iç tarafta olduğu ve gün ışığından çok az yararlandığım için, çoğu kez akşam vaktini fark etmedim. Hatta, cumartesi ve pazar günleri, Meclis bahçesine yürümek için çıktığımda, bahçeye bakan yüzlerce oda için acaba ne kadar zaman diliminde kullanılıyor sorusunu da kendime sormadım değil. Ankara’da 21. yüzyılın en uzun ikameti ve sonrasında, geçen yılın derslerini güncellemeye çalıştım:

-Nitelikli yasama: ‘Yasama Yetkisi devredilemez’de işlenen sorunlar, Covid-19 fırsatçılığı yapılarak 2020’de derinleşti; 2021’de kayda değer hiçbir olumlu gelişme olmadı.

-Ayasofya: Baş imamın beyanları bile, camiye çevriliş amacını ifşa etmeye yetti.

-Anayasa: “Şimdi yeni anayasa vakti” sözleri (1 Şubat), sadece üç ay sonra, “işte yeni anayasa” (4 mayıs) açıklaması ile karşılığını buldu.

Üstelik sözde “kapanma”, ama aslında “yasaklamalar” ve seyahatler eşliğinde tam bir karmaşa ortamında:

Alkollü içecekler ve kolluk şiddet uygularken görüntü vb. yasaklar, genelge ile mi yoksa sözlü talimatla mı kondu tartışmaları sürerken, iki adım daha atıldı:

-Yürütme yetkisini tek başına kullanan Cumhur (ve parti) başkanı, kendini bütün kamu görevlilerinin sicil amiri kılarak, idare yetkilerini de uhdesinde topladı.

-İki hukuk fakültesi daha kurarak, Türkiye genelinde kaldırılan anayasa hukuku ve idare hukuku boşluğu, adeta bunlarla doldurulmak istendi.

Bütün bu Anayasa dışı ve hukuka aykırı işlem ve uygulamalar yokmuş gibi, “100. Yıl için 100 maddelik Anayasa taslağı” gündeme çıkarıldı (4 Mayıs). Metin nerede sorusu, “önce büyük ortağımla paylaşacağım” şeklinde yanıtlandı.

16 Ekim 2016’da “Türkiye’de fiili bir durum vardır ve bu çözülmelidir” sözleriyle fitillemişti Anayasa değişikliğini; bu kez büyük ortak ateşledi; öncülüğü kendisi yaptı. Nedenler meçhul olsa da, aktörler ve hedefler aynı; değişen ise, sadece roller.

Eğer T. Özakman yaşasa idi, Anayasa üzerine, “Resimli Osmanlı Tarihi” oyununu 2023 için mutlaka güncellerdi.

1970’ler (Malraux), 1980’ler (Özakman) ve anayasa oyunları… Sahi, 2023 yolunda nedir sizce en büyük mutsuzluk?

TBMM’nin 101. yılında kimin bekası?

(Azınlık bilinci olmadan çoğunluk olunamaz)

Hükümet bulunmadığı halde, güçbirliği/koalisyon (Cumhur İttifakı) yapanlar, Devleti yönetmekten çok, demokratik muhalefeti dağıtmakla meşgul. Beka telaşı hayli yoğun.

HÜKÜMET YOK, AMA KOALİSYON VAR

Devleti temsil ve yürütme yetkilerini tek başına elinde tutan kişinin, Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile düzenleme yetkisi de var. Dahası, Anayasa ile bağdaşmasa da, parti genel başkanlığı yoluyla vekillerine yasama çalışmaları için talimat vermesi de söz konusu.

  • Ne var ki, gerekmediği halde, AKP-MHP ittifakı, TBMM’ye vurulmuş bir ters kelepçe etkisi yaratıyor.
Araştırma önergelerinde MHP yok; AKP ise, sadece muhalefet etmek için söz alıyor. Her ikisi, en yaşamsal sorunlarda bile “hayır” diyor. “Evet” oyunun yaptırımı ihraç.

‘TORBA’ MECLİSİ

27. yasama dönemi yasalarının çoğu torba; 2021’de kabul edilen yasaların –Güvenlik Soruşturması ve Arşiv Araştırması dışında- hepsi torba yasa şeklinde.

Bakanlıklarda ve Saray’da hazırlanan teklifleri imzalayan vekillerin sadece bir-ikisi komisyona uğruyor. Komisyon üyeleri genellikle konuşmuyor; önerinin bir oturumda ve birkaç saat içinde oylanması için sabırsızlanıyor; erteletebilmek için kimi zaman sözden çok yumruk daha etkili.

Genel Kurul’da da, AKP-MHP, en az söz ile yetiniyor. Yasa önerileri üzerine esas çaba gösteren CHP-HDP ve İYİ P.

Yoğun çabanın karşılığı, çok sınırlı alanda uzlaşarak Anayasa ve hukukun genel ilkelerine, kamu yararına ve akla aykırı olan yasaklayıcı kimi ögeleri, öneri metninden çıkarmak veya erteletmek oluyor. Demokratik açıdan; Cumhur İttifakı, müzakere sürecini elden geldiğince kilitlemeye çalıştığı için TBMM’de muhalefet hakkının kullanımı çok sınırlı kalıyor.

ÇOĞUNLUK OLMAK İÇİN…

Muhalefet ne yapmalı? Öncelikle şu bilince varmalı: “Azınlık bilincine sahip olmadan, çoğunluk olunamaz

Hükümet bulunmadığı halde kurulan iktidar ittifakı karşısındaki partilerin araştırma önergeleri ve yasa önerileri görüşmelerinde ortak eksende buluşan CHP-HDP-İYİ P. (Saadet P. / Türkiye İşçi P. ve Demokrat Parti dahil), demokratik muhalefet olarak adlandırılabilir.

Komisyon ve genel kurul ekseninde yasa yapım sürecinin her aşamasına ve araştırma önergesi görüşmelerine tam kadro olarak katılmak durumunda olan demokratik muhalefet, gündem konularını dikkatle ve özenli bir biçimde izleme görev ve sorumluluğunda.

23 NİSAN BİLİNCİ VE 16 NİSAN DERSİ

  • Büyük Millet Meclisi’nin 97. Kuruluş yıldönümüne 7 gün kala (AS: 16 Nisan 2017 Halkoylaması) yapılan halkoylaması, 23 Nisan 1920’ye karşı darbe niteliği de taşımakta:

Kurul halinde siyasal karar alma düzeneklerinin elenmesi ve parti başkanlığı yoluyla çok unvanlı tek kişide toplandığı yönetimin dayatılması.

  • Kısaca, 16 Nisan 2017 oylaması, 23 Nisan 1920 kuruluş iradesinin kurumlarını ya kaldırdı ya da tek kişi yönetiminin güdümüne soktu. Bu ise, Cumhuriyet’in bekası” sorununu beraberinde getirdi.

24 Haziran 2018 seçimleri ve “parti başkanı yoluyla kurulan tek kişi yönetim tekeli”, üç yıllık uygulamasında, “Cumhur İttifakı bekası”nı öne çıkardı.

  • İttifakın sürekli gündemi, demokratik toplum ve demokratik siyaset üzerinde sürekli baskı kurmak.

Düşünsel ve toplu özgürlükler üzerinde sallandırılan Anayasa dışı “iktidar kılıcı”, demokratik toplum yapısını tasfiye ve demokratik muhalefeti, gerçek dışı söylem ve ahlak dışı yöntemlerle dağıtma amacıyla kullanılıyor.

Bu ortam ve koşullarda demokratik muhalefet partileri, ikincil konuları bir yana iterek, yasama çalışmalarında daha görünür bir ittifak yapabildiği ölçüde, demokratik hukuk devleti ereğinde bir anayasası değişikliği ortak yol haritasını belirleyebilir.

  • Eğer 23 Nisan bilincini ve 16 Nisan dersini öne çıkaramaz ise, Cumhuriyet’in bekasına değil, sadece Cumhur İttifakı’nın bekasına katkı sunmuş olur.

Çocuklar ve gençler, TBMM çalışmalarını çok yakından izlemeniz dileğiyle Ulusal Egemenlik Bayramınızı kutluyorum.

“Güçlendirilmiş parlamenter sistem”

“Güçlendirilmiş parlamenter sistem” ve “sivil anayasa”, Anayasa tartışma ve atışmalarında en çok kullanılması muhtemel iki kavram.

Demokratik muhalefet partileri, güçlendirilmiş parlamenter sistem (GPS) üzerine çalışmalarını yürütürken, anayasa sayfasını 16 Nisan 2017’de kapattıklarını sürekli vurgulayan Cumhur İttifakı, “sivil anayasa” sloganı ile gündeme katıldı.

“Sivil anayasa” da, öyle: yaklaşık yüzyıldır yapılan siyasal anayasa ve sosyal anayasa ayrımına çevresel anayasa kavramı eklenmiş olsa da anayasalar, “toplumsal sözleşme” temelinde doğaları gereği sivil metinler.

KAĞIT ÜSTÜNDE BIRAKMAK…

Öncelikle, şu ana çelişki kayda değer: “sivil anayasa” sloganı sahipleri, 2017’de kendi koydukları hükümler dahil, Anayasa’yı sürekli çiğniyor. Anayasa Mahkemesi gibi Cumhuriyet’in temel organlarını kaldırmayı önerebiliyor.

Bu ana çelişki, haliyle, tutarlılık ve samimiyet sorununu gündeme getiriyor. Yürürlükteki Anayasa ihlalini sistematik hale getiren Cumhur İttifakı, “sivil anayasa” ile ne yapacak? İşte üçü:

>> GPS yolunda oluşacak ittifakın önünü kesmek, perdelemek ve çelmelemek.

>> Tek kişi yönetimini daha da pekiştirmek için Anayasa’yı , “keyfi yönetim aracı” haline getirmek.

>> Türkiye Cumhuriyeti’ni sadece kâğıt üstende kalan bir kavrama indirgemek.

AMACA GİDEN YÖNTEM

Şefe biat kültürüne dayalı bir toplum oluşturmak amacıyla bilgi kirliliği yaratmak, kavramları çarpıtmak ve demokrasi yanlılarını sindirmek.

Sözüm ona “sivil anayasa” savunucuları, parlamenter rejimin geriye gidiş olduğu cehaletini sergileyebiliyor.

Oysa, olmayan “kabine toplantıları” bile, en kötü parlamenter rejimin, bugünkü tek kişi fiili yönetiminden daha iyi olduğunun bir göstergesi.

O denli keyfi bir yönetim ki, Covid-19 önlemleri konusunda Bilim Kurulu önerilerini bile karartabiliyor.

Özetle, özgürlük ve haklar, Anayasa güvencesi altında olsa da, erkler tek kişide birleştiği için, devlet erkleri, varlık nedenlerini yadsıyarak özgürlükleri boğmakla meşgul.

  • CHP’nin, “128 Milyar dolar nerede?” afişlerini bile TOMA’lar eşliğinde toplatan bir yönetim, halka ne yapmaz?

Nitekim Bilim Kurulu önerilerini hiçe sayarak, kitlesel ölümleri seyretme havasında.

DEMOKRATİKLEŞTİRİLEN TBMM

Bu karanlık tablo karşısında, demokratik rejime dönüş çalışmalarında şu üç hususa dikkat etmek gerekir:

Bugünü iyi tanımlamak: Değinildiği üzere, Anayasal düzlemde demokratik olmadığı gibi, uygulamada, fiili ve keyfi öğeler ağır basıyor.

Başta CHP gelmek üzere, muhalefet partilerinin aradığı, aslında “demokratik hukuk devleti”nin parlamenter rejim ekseninde yeniden inşasıdır. Bu nedenle, Anayasa değişikliğini “rejim/sistem” arayışına indirgemeksizin hedefi, demokratik anayasa olarak koyma gereği var.

Eskisine dönüş algısını önlemek için parlamenter rejim/sistem yerine “güçlendirilmiş parlamenter sistem” deyimi kullanılıyor olsa da çekinmeden parlamenter rejim/sistem diyebilmeli; zira, hangi sıfatla kullanılırsa kullanılsın, rejim/sistem tasarımı, demokratik hukuk devleti ekseninde anlamlandırılmalı.

Doğal olarak birbiriyle yarışma halinde olan demokratik muhalefet partileri, demokratik hukuk devleti anayasal ortak paydaları ve hedefinde birleşmeli.

Bunun için, öncelikle anayasal denge ve denetim düzenekleri somut biçimde ortaya konulmalı;

Sonra, hesap verebilir bir hükümet düzenekleri somutlaştırılmalı;

Nihayet, yasama-yürütme-yargı erklerinin her birinin kendi görev ve yetkilerini kullanmasına elverişli bir yapısal düzenleme açıklığa kavuşturulmalı.

Bu çerçevede TBMM, demokratikleştirilebildiği ölçüde güçlü olur ve görevlerini özerk bir biçimde yerine getirir. Hükümet istikrarı için, kurulması kolay ve düşürülmesi zor düzenleme, aklileştirilmiş veya güçlendirilmiş parlamenter rejim çerçevesinde düşünülmeli; yargı ise, mutlaka bağımsız olmalıdır. Bunları sürekli tartışmalıyız.

“Kanunsuz emir” kıskacındaki Anayasa ve toplum

“Kanunsuz emir” kıskacındaki Anayasa ve toplum

author

Konusu suç teşkil eden emir, hiçbir suretle yerine getirilmez; yerine getiren kimse sorumluluktan kurtulamaz” (md.137/2).

“Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir” (md.34/1).

Gözaltı ve yakalama ve tutuklama koşulları da Anayasa’da sayılmakta (md.19).

Boğaziçi Üniversitesi (BOÜN) rektör atamasını protesto eden öğrencilerin ne kadarı, md.34’ü ihlal etti?

Buna karşılık, kolluk güçlerinin kullanılmasında, “konusu suç teşkil eden emir” sayısı ve bunu yerine getirme oranı nedir?

Anayasal hakkı kullanan kaç öğrenci, md. 19 koşullarına uyularak gözaltına alındı ve tutuklandı?

Bu sorular, kamusal yetkilerin makamlar ve normlar hiyerarşisi içinde kullanıldığı varsayımı ile soruldu. Ne var ki olaylar, daha çok Ankara’nın yönlendirmesi ile tırmandı: görev + yetki + sorumluluk zinciri bakımından İst. Emniyet Müdürlüğü ve Valiliği yerine İçişleri Bakanı, Cumhurbaşkanı ve Cumhur İttifakı ortağı öne çıktı.

  • Kısacası, kamusal gücü kullananlar, Anayasa ve yasa ihlallerini alışkanlık haline getirdi.
Böyle bir ortamda, “şimdi yeni anayasa vakti” sözü, “yürürlükteki Anayasayı askıya alma” eyleminin itirafı gibi.
“Anayasa suçu”, 2017 Anayasa değişikliği gerekçesi idi. Şimdi ise, aynı eylemde birlikte davrananlar, bir adım daha atarak Anayasa yapımını öneriyor.

Boğaziçi Üniversitesi vakası, Anayasa ötesine geçerek toplumsal yapı tasarımı üzerine de somut ipuçları veriyor.

O. Kavala’nın eşi Prof. Dr. Ayşe Buğra’yı hedef alarak,

  • “Bu ülkede Soros’un adeta temsilcisi olan kişinin karısı da aynı şekilde Boğaziçi’nde provokatörlerin içerisinde yer alan bir kadındır”

sözleri ile Cumhurbaşkanı, itiraf ve tasarımı dışa vurdu: Mahpusun siyasal niteliği ve kadın-erkek ilişkisine bakış tarzı. Herhangi bir söylem veya eylemi nedeniyle değil; sırf BOÜN’de öğretim üyeliği ve O. Kavala’nın eşi olması üzerinden Prof. Buğra’nın hedef gösterilmesi, TCK ihlalinden ayrı olarak, “tek kişi” ile inşa edilmekte olan yönetim tarzını niteleme üzerine çalışma gereğini gösteriyor.

Müttefiki Bahçeli de, anayasal haklarını kullanan öğrencileri değil sadece, onları sahiplenenlere hakaretamiz sözleri ile yoldaşlığı pekiştirme yarışında. CHP Genel Başkanı’na yönelik sözleri, ibret verici:

  • Kılıçdaroğlu ya aklını peynir ekmekle yemiştir ya da siyasetini terör örgütlerine rehin vermiştir.”

Trakya İlahiyat’ın başındaki zatın, “Biz işi bitirir ertesi gün işe gideriz” diyebilecek kadar kendini ihbar etmesi, suç işleme iradesinde kararlılık yanı sıra suçunun yaptırımsız kalacağı inancını da dışa vurmakta. Dahası, gençlerimizi kimlere emanet ediyor olduğumuzun açık bir teşhiri.

DERİNLEŞTİRME / MEŞRULAŞTIRMA / PERDELEME

Hukuku, iktidarlarını süreklilik aracı olarak kullananlar, Anayasa yapımı için kolları sıvayarak, demokratik anayasa isteyen kesimlerle alay ediyor adeta: “Yeni bir anayasa yapacağız; ama bizim 2017’de OHAL ortam ve koşullarında kurduğumuz ‘parti başkanlığı yoluyla tek kişili devlet yönetimi’ni pekiştirmek amacıyla…; gelin birlikte yapalım”.

Böylece, demokratik hukuk devletini yansıtan Anayasa’nın değiştirilmez maddelerine aykırılık bloku pekiştirilecek. Gerçi, değişmez hükümleri büyük ölçüde askıda olduğu için, belki yürürlükteki metin bakımından değişen bir şey olmasa da, bu kez muhaliflerin de desteği ile gerçekleştirilecek kısmi bir değişiklik bile, tek kişi yönetimini meşrulaştırıcı öğe olarak kullanılacak.

Bunun ötesinde asıl hedef, perdelemek ve çelmelemek. Neyi? Cumhur İttifakı dışındaki partilerin anayasa girişimlerini…

Mahpus üzerinden kadın söylemi BOÜN vak’asına damgasını vurmuşken, “işi bitirme…” kalkışması ile, kafatasçı milliyetçi kanada ümmetçi kaba güç eklenmiş oldu.

Bu bodoslama gidiş karşısında, Anayasa’dan önce, tasarımı yapılan toplumsal ve siyasal yapının tanısı üzerine kafa yormalıyız; bu iş öyle, diktatörlük ve faşizm vb. klasik kavramlarla geçiştirilecek gibi değil.

Üçlü sanal zincir : Bakanlar kurulu/ölümler /suçlular

Üçlü sanal zincir :
Bakanlar kurulu/ölümler /suçlular

author

İBRAHİM Ö. KABOĞLU
ikaboglu@marmara.edu.tr
2020.04.02, https://www.birgun.net/haber/uclu-sanal-zincir-bakanlar-kurulu-olumler-suclular-294307

COVID (HAKİKİ) VE KHK (SANAL) ÖLÜMLERİ
  • Bakanlar Kurulu + Hükümet + Cumhurbaşkanı + Devlet Başkanı vd.= TEK KİŞİ!
Yürütme ve devlet yetkilerini (parti genel başkanlığı şemsiyesi altında) birleştiren monokrasi ile Türkiye’nin yönetilemeyeceği, Covid-19 ile apaçık ortaya çıktı.

Her yerde hazır ve nazır muktedir, artık “mahpus”; Bakanlar ile sanal ortamda iletişim tarzı ise, medyaya “kabine toplantısı” olarak pompalanıyor.

Ne var ki, KHK’zede sivil ölüler ile hakiki ölümden korkanlar yine de eşit değil…

“BİZ BİZE YETERİZ TÜRKİYEM”

30 Mart akşamı, sanal toplantı ardından (mülga Hükümet sözcüsü bakan gibi) açıklama yapan Cumhurbaşkanı’nın şehir hastaneleri övgüsü ile başlayan ve halktan yardım istemi ile sona eren konuşmasını camiden (her akşam yükselen) selâ! sesleri eşliğinde dinledim. “Biz bize yeteriz Türkiyem” sloganlı dayanışma kampanyasında çok şey vardı; ama Devlet yoktu: ne hukuk, ne sosyal, ne de çevre anlamında.

“DEVLET ŞİMDİ: HUKUK DEVLETİ, SOSYAL VE ÇEVRESEL DEVLET”

Bu başlıkla iki hafta önceki yazıda (19.3) dikkat çektiğim Devletin üçlü işlevinde somut adım atmak bir yana gerileme var: Hukuk yerine fiili durum önde.

Hukuk devleti: 65 yaş ve üstü, bazı riskli gruplar için öngörülen sokağa çıkma yasağı; İçişleri Bakanı’nın yasaya açıkça aykırı bir biçimde, Belediyelere bağışı engellemesi; niyet sorgulaması ile gözaltılar vb.

Sosyal devlet: “Biz bize yeteriz Türkiyem”de, başta iş güvenliği ve esnaf-sanatkârları korumaya yönelik Devletin anayasal yükümlülükleri yok.

Çevre devleti: Ne kadar süreceği bilinmeyen bu denli vahim toplumsal felakete rağmen Kanal İstanbul ihalesi, sağlıkla ilgili ve çevresel yeni felaketlere çağrı değil mi?

ULUSAL SEFERBERLİK, AMA NASIL?

Oysa kendi kendimize yetebilmemiz için,
– Devletin üçlü işlevi bütününde ve
– ulusal planlama eşliğinde
sürdürülebilir bir ulusal üretim ve tasarruf seferberliği başlatmak yaşamsal.

Önce Türkiye ülkesi ve toprakları:

  • Kanal İstanbul vb. ‘çılgın’ girişimler derhal durdurulmalı;

ekosistemi bozucu girişim ve yatırımlardan vaz geçilmeli.

Sonra, sosyal devlet gerekleri, sosyal güvenlik ve adalet için seferber edilmeli: Emekçilerin iş güvencesini sağlamanın ötesinde, hukuk dışı yol ve yöntemlerle görevine son verilen, “sivil ölüler” (başta sağlık emekçileri) göreve döndürülmeli.

Nihayet, Devlet yönetiminde, yeniden kurallara ve kurumlara dönülmeli.

Akıldışı ve fanatik toplu eğilimler yerine dünyevilik ve kamusallık bilinci ancak böyle ilerletilebilir. Dünyevi adalet olmadan uhrevi adalet, sanal bir aldatmaca olacağı gibi hesap verebilir saydam bir yönetim olmadan hukuk toplumu da sanal bir beklentinin ötesine geçemez.

“MAHPUSLARIN YAŞAM HAKKI, DEVLET GÜVENCE VE SORUMLULUĞ ALTINDA”

Bu başlıkla geçen haftaki yazım (26.3), şu dört ölçüte vurgu yapıyordu:

Yaşam hakkı, ağır cezalı suçüstü hali dışında tutuklular, fikir suçluları, şiddete başvurmamış suçlular.

“Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanun İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” (31 Mart) sahiplerini, Covid-19 “hakiki ölüm” tehdidi bile, mahpusları eşit olmayan ayrımcı işlem tabi tutmaktan alıkoyamıyor; üstelik indirim adı altında af yolunda.

İşte iyileştirmeden yararlanan hakiki suçlular: Yağma, dolandırıcılık, kasten yaralama, tehdit, hırsızlık; suç işlemek için örgüt kurmak veya yönetmek vb..

Buna karşılık “sanal” suçlular yok: Tutuksuz yargılanması gerekirken mahpuslar, sözleri ve yazıları nedeniyle (hatta niyet okuması yapılarak) hapsedilen muhalifler, silah veya şiddete bulaşmadığı halde terörist işlemi görenler, kısacası siyasi suçlular.

‘Yasama yetkisi devredilemez’/ ’basın sansür edilemez’

‘Yasama yetkisi devredilemez’/
’basın sansür edilemez’

İBRAHİM Ö. KABOĞLUİBRAHİM Ö. KABOĞLU

Bazı sorulara yanıt vermek için uzun açıklamalar yerine bir karşı soru, en özlü yanıtı oluşturabilir. Şu iki örnek görüşümün teyidi:

Birkaç yıl önce, Mimarlar Odası Ankara Şubesi’nin toplantısında bir izleyici sordu:

  • Aydınlık gazetesi sizi neden eleştiriyor?
  • Kendilerine sorun: AKP’yi neden destekliyor? Bu sorunun yanıtı, bana yönelttiğiniz sorunun yanıtını ortaya koyar.

TBMM Genel Kurulu’nda 28.11.18 günlü oturumunda 7153 sayılı Çevre Kanunu… Değişiklik Yasa önerisi görüşülürken, “Gezi alanında yapılması tasarlanan Alışveriş merkezi, Anayasa’nın 23’üncü, 57’inci ve 63’üncü maddelerine açıkça aykırıydı ve Gezi sahiplenilmesi, orada bir alışveriş merkezinin inşa edilmesini önledi” deyince, AKP sıralarından Recep Akdağ bağırdı:

  • Onun için mi yakıp yıktılar?
  • Yanıtım şöyle oldu: “ sadece şu soruyu sormakla yetiniyorum konuyu farklı alanlara çekmek isteyenler için: Acaba o dönemde İstanbul Valisi olan, o dönemde Emniyet Müdürü olan, o dönemde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olan kişiler, o sorumlular şimdi nerededirler?”

Bu alıntılar, akademisyenlerin, siyasetçilerin, gazetecilerin ve kısaca yurttaşların yaşadıkları ve tanık oldukları güncel olay ve gelişmeleri doğru ve çıplak gözle algılamalarının ne denli önemli olduğunun açık göstergesi. Bu açıdan, yakın geçmişteki anayasal ve siyasal gelişmeler üzerine birkaç hatırlatma, fikir verici:

  • 2007 Anayasa değişikliği: “TBMM toplantı yeter sayısı değiştirildiğine göre, artık Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesini öngören değişikliğe gerek kalmadı; CB yine TBMM tarafından seçilsin” biçimindeki önerilere karşı çıkarak, “367 krizi” bahanesiyle karşı çıkıldı.
  • 2008 Anayasa değişikliği: kamu görevlerinde ve üniversitelerde kadınlar için başörtüsü serbestliği güvencesi adına Anayasa değişikliği yapanlara, “neden ilk ve orta öğretim için kayıt koymuyorsunuz” şeklindeki eleştirilere, “Biz ilk ve orta öğretimde başörtüsü düşünmüyoruz” şeklindeki tepkiler belleklerde.
  • 2010 Anayasa değişikliği: başörtüsü düzenlemesini iptal eden Anayasa Mahkemesi’ni, ‘vesayet kurumu’ olarak suçlayıp, HSYK gibi AYM üzerinde Yürütme güdümüne sokuldu.
  • 2017 Anayasa değişikliği: Bu kez, Hükümeti de kaldırarak hemen bütün anayasal kurumları tek kişinin güdümü altına soktular.

“YASAMA YETKİSİ KÖTÜYE KULLANILAMAZ”

Bu başlık altında yayımlanan kitabın sorunsalı üç başlıkta özetlenebilir:

  • Nitelikli yasa ereğinde etkili yasama faaliyeti için izlenmesi gereken yol ve yöntemleri belirlemek
  • Bu amaçla, Anayasa’nın üstünlüğü gereği yasama, yürütme ve yargı organları için Anayasa’ya saygı yükümlülük ve gereklerini ortaya koymak.
  • Hedef olarak da, 2017 Anayasa değişikliği ile kurulan tek kişi yönetimi yerine, “demokratik hukuk devleti” için anayasa gereğini ortaya koymak.

“BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ KÖTÜYE KULLANILAMAZ”

Basın sansür edilemez” yasağı da, ‘Yasama yetkisi devredilemez’ gibi, Anayasa’nın emredici hükümleri başında yer alır. Ne var ki, ne yasama ne de basın, amaç değil, araçtır. Çünkü yasa, toplumsal gereksinimleri karşılamak amacıyla, Anayasa’ya saygı kaydıyla kamu yararı için yapılan hukuki işlemdir. Basın ise, yasama etkinliklerini topluma yansıtmakla yükümlü.

Bu asgari gerekliliklere uyulmaz ise, yasama yetkisi kötüye kullanılmış olur. Basın da, yasama faaliyetlerini ve bu çerçevede yapılan yayınları kamuoyuna çarpıtarak yansıtırsa, basın özgürlüğünü kötüye kullanmış olur.

DÜN NEREDEYDİNİZ?

Sadece birkaç yıl sonrası, 2010 değişiklikleri için “bizi yanılttılar” şeklinde bir savunma yapıldı. Şimdi, 2017 değişikliklerini, TBMM içinde ve dışında cansiperane savunmak için, tıpkı geçen yıllarda olduğu gibi eleştirenleri karalayanların tavrı, benzer soruyu çağrıştırıyor: yoksa yine yanılma-yanıltma oyunu mu oynanıyor?

Onlara şimdiden sorum hazır: dün neredeydiniz?

BirGün için çağrı

Bağımsız medya, demokrasinin can damarıdır.
Bağımsız medyaya yönelik türlü baskıların yaşandığı bu dönemde BirGün gazetesinin üyelik kampanyası #BirGün Benim demokrasi ve insan hakları için çok önemli.
Herkesi, iktidarın her türlü baskısına rağmen ayakta durmaya çalışan BirGün’e destek ve abone olmaya çağırıyorum.