Etiket arşivi: yasama-yürütme-yargı erkleri

SİYASAL YOZLAŞMA ÜZERİNE

Doç. Dr. Mehmet BALYEMEZ
E. Albay, Cumhuriyet Tarihi Uzmanı

Yozlaşmak” kavramı Türk Dil Kurumu’nca hazırlanan Türkçe Sözlük’te şöyle betimlenmiştir: Özündeki iyi nitelikleri birtakım dış etkenlerle zamanla yitirmek, soysuzlaşmak, özünden uzaklaşmak, bozulmak, dejenere olmak (yozlaşmak), tereddi etmek.

Bu açıklamada da belirtildiği gibi kavramın temelini oluşturan olgu birşeyi oluşturan, tasarlayan düşüncenin başlangıçtaki iyi niyetlerinin iç ve/veya dış etkenler sonucunda zamanla yitirilmesidir. Yozlaşmak kavramını siyasi, kültürel, ahlaki, ekonomi vb. bir çok alanda yaşanabileceği söylenebilir. Ancak bu yazıda okuyucularla paylaşmak istediğim düşüncelerim daha çok Siyasal Yozlaşma üzerine kurgulanmıştır.

“Siyasal yozlaşma” üzerine siyaset feylesoflarının (filozoflarının) çalışmaları Antik Yunan’da Platon ve Aristoteles ile başlamış Roma döneminde Polybios ve Machievelli ile sürmüş, günümüzde de birçok siyaset bilimcisinin ilgi alanı olmuştur.

Platon’un öğrencisi Aristoteles, siyaseti kamu yararını gözeten, genel iyiliği ve toplumun mutluluğunu temel alan erdemli bir uğraş olarak tanımlamış, bunun nasıl olanaklı olabileceğine ilişkin siyasal rejimlerle ilgili belirlemeler yapmıştır. Aristoteles’e göre bu amaçlar ancak yönetim ilkeleri önceden belirlenmiş siyasal rejimlerle olanaklı olabilecektir. Bu çıkış noktasını temel alan Aristoteles, yönetim biçimlerini Monarşi (Krallık) – Aristokrasi (Kamu yararı ve toplumun mutluluğunu önceleyen bilge kişilerden oluşmuş elitlerin yönetimi)- Politeia (Çoğunluk Yönetimi) olarak sınıflamış ve bu rejimlerin siyasal yozlaşma sonucu Tiranlık (Tek kişinin adil olmayan ve zulme dayanan yönetimi) –Oligarşi (Yönetici elitlerin kişisel çıkarlarını öne aldığı, adaletin bozulduğu, toplumun mutluluğu ve genel iyilik kavramlarının göz ardı edildiği yönetim) – Demokrasi, Platon’dan başlayarak neredeyse bütün siyaset felsefecilerinin “En Kötü Yönetim” olarak uzlaştıkları liyakatsiz, erdemsiz, adaletsiz kişilerin yönetime geçmelerini olanaklı kılan rejim)’ye dönüşeceğini saptamasını yapmıştır.

Aristoteles, bu saptamadan sonra siyasal yozlaşmanın olmaması için kimi ölçütleri de belirlemiş ve siyasal rejimlerin temelini oluşturan Yasama – Yürütme – Yargı erklerinin birbirinden bağımsız olmasını, birbirini dengelemesi ve denetlemesini (check & balance) ve her birinin karşılıklı olarak çalışmalarının temel olduğunu vurgulamıştır. Aristoteles, siyasal yozlaşmanın salt yönetim sisteminde olmayacağını, yönetilenlerin de yöneticilerin kuralsız (keyfi) uygulamaları karşısında tepkili olmaları ve temel haklarını savunmaları gerektiğini vurgulamış, bunların olmaması durumunda rejimleri / yöneticileri/anayasaları değiştirecek Devrimlerin kaçınılmaz olacağının altını çizmiştir.

Roma döneminin siyaset bilimcilerinden biri olan Polybios da siyasal yozlaşma üzerine benzer çalışmalar yapmıştır. Polybios, öncelikle yönetim biçimlerini sınıflamış ve Aristoteles’in belirlemelerini bir bakıma yinelemiştir. Ancak Polybios, yaptığı irdeleme ile farklı bir bakış açısı getirmiş ve yozlaşan siyasal rejimlerim, tıpkı canlılarda olduğu gibi, er ya da geç sonlanacağını (öleceğini!) vurgulamış ve “Yönetimlerin Döngüsü” kavramını ortaya koymuştur. Polybios’a göre yozlaşan / çürüyen yönetimler devrimlerle yıkıldıktan sonra yerine gelen rejimlerin de bir süre sonra bozulmaya başlayacağını ve önünde sonunda onun da değişeceğini savlamıştır.

Gerek Aristoteles gerek Polybios’un siyasal yozlaşma konusunda yapmış olduğu saptamalar sonraki dönemlerde de sürmüştür. Siyasal yozlaşma üzerine çalışmalar yapan siyaset bilimcilerin çoğunlukla uzlaştığı ilke, yönetimlerin / rejimlerin kamu yararı, genel iyilik ve toplum mutluluğunu gözeten politikalardan uzaklaşmaları durumunda yozlaşan yönetimin er ya da geç sona ereceğidir. Bu saptamaya ek olarak yönetilenlerin de yöneticilerinin kuralsız (keyfi) uygulamalarına, kendi çıkarlarını gözetmelerine, ahlaksal (moral) bozulmalara, yaraşır olmayan (liyakatsiz) seçimlere, adaletsizliğe karşı duyarlı olmaları da vurgulanmış; en kötü durumun yozlaşan siyasal rejimlere karşı toplumun duyarsızlığı olduğu vurgulanmıştır.

  • Duyarsızlaşan toplum zalim, ihtiraslı (muhteris), adaletsiz yöneticiler ölçüsünde
    siyasal yozlaşmadan sorumludur.

Bu özet bilgiler ışığında hem yöneticilerin hem de yönetilenlerin; kendi durumlarını gözden geçirerek, binlerce yıl öncesinden saptaması yapılan siyasal yozlaşmanın hem yönetimde hem de toplumda var olup olmadığının irdelemesini ve gereğini yapma zamanıdır.

“Güçlendirilmiş parlamenter sistem”

“Güçlendirilmiş parlamenter sistem” ve “sivil anayasa”, Anayasa tartışma ve atışmalarında en çok kullanılması muhtemel iki kavram.

Demokratik muhalefet partileri, güçlendirilmiş parlamenter sistem (GPS) üzerine çalışmalarını yürütürken, anayasa sayfasını 16 Nisan 2017’de kapattıklarını sürekli vurgulayan Cumhur İttifakı, “sivil anayasa” sloganı ile gündeme katıldı.

“Sivil anayasa” da, öyle: yaklaşık yüzyıldır yapılan siyasal anayasa ve sosyal anayasa ayrımına çevresel anayasa kavramı eklenmiş olsa da anayasalar, “toplumsal sözleşme” temelinde doğaları gereği sivil metinler.

KAĞIT ÜSTÜNDE BIRAKMAK…

Öncelikle, şu ana çelişki kayda değer: “sivil anayasa” sloganı sahipleri, 2017’de kendi koydukları hükümler dahil, Anayasa’yı sürekli çiğniyor. Anayasa Mahkemesi gibi Cumhuriyet’in temel organlarını kaldırmayı önerebiliyor.

Bu ana çelişki, haliyle, tutarlılık ve samimiyet sorununu gündeme getiriyor. Yürürlükteki Anayasa ihlalini sistematik hale getiren Cumhur İttifakı, “sivil anayasa” ile ne yapacak? İşte üçü:

>> GPS yolunda oluşacak ittifakın önünü kesmek, perdelemek ve çelmelemek.

>> Tek kişi yönetimini daha da pekiştirmek için Anayasa’yı , “keyfi yönetim aracı” haline getirmek.

>> Türkiye Cumhuriyeti’ni sadece kâğıt üstende kalan bir kavrama indirgemek.

AMACA GİDEN YÖNTEM

Şefe biat kültürüne dayalı bir toplum oluşturmak amacıyla bilgi kirliliği yaratmak, kavramları çarpıtmak ve demokrasi yanlılarını sindirmek.

Sözüm ona “sivil anayasa” savunucuları, parlamenter rejimin geriye gidiş olduğu cehaletini sergileyebiliyor.

Oysa, olmayan “kabine toplantıları” bile, en kötü parlamenter rejimin, bugünkü tek kişi fiili yönetiminden daha iyi olduğunun bir göstergesi.

O denli keyfi bir yönetim ki, Covid-19 önlemleri konusunda Bilim Kurulu önerilerini bile karartabiliyor.

Özetle, özgürlük ve haklar, Anayasa güvencesi altında olsa da, erkler tek kişide birleştiği için, devlet erkleri, varlık nedenlerini yadsıyarak özgürlükleri boğmakla meşgul.

  • CHP’nin, “128 Milyar dolar nerede?” afişlerini bile TOMA’lar eşliğinde toplatan bir yönetim, halka ne yapmaz?

Nitekim Bilim Kurulu önerilerini hiçe sayarak, kitlesel ölümleri seyretme havasında.

DEMOKRATİKLEŞTİRİLEN TBMM

Bu karanlık tablo karşısında, demokratik rejime dönüş çalışmalarında şu üç hususa dikkat etmek gerekir:

Bugünü iyi tanımlamak: Değinildiği üzere, Anayasal düzlemde demokratik olmadığı gibi, uygulamada, fiili ve keyfi öğeler ağır basıyor.

Başta CHP gelmek üzere, muhalefet partilerinin aradığı, aslında “demokratik hukuk devleti”nin parlamenter rejim ekseninde yeniden inşasıdır. Bu nedenle, Anayasa değişikliğini “rejim/sistem” arayışına indirgemeksizin hedefi, demokratik anayasa olarak koyma gereği var.

Eskisine dönüş algısını önlemek için parlamenter rejim/sistem yerine “güçlendirilmiş parlamenter sistem” deyimi kullanılıyor olsa da çekinmeden parlamenter rejim/sistem diyebilmeli; zira, hangi sıfatla kullanılırsa kullanılsın, rejim/sistem tasarımı, demokratik hukuk devleti ekseninde anlamlandırılmalı.

Doğal olarak birbiriyle yarışma halinde olan demokratik muhalefet partileri, demokratik hukuk devleti anayasal ortak paydaları ve hedefinde birleşmeli.

Bunun için, öncelikle anayasal denge ve denetim düzenekleri somut biçimde ortaya konulmalı;

Sonra, hesap verebilir bir hükümet düzenekleri somutlaştırılmalı;

Nihayet, yasama-yürütme-yargı erklerinin her birinin kendi görev ve yetkilerini kullanmasına elverişli bir yapısal düzenleme açıklığa kavuşturulmalı.

Bu çerçevede TBMM, demokratikleştirilebildiği ölçüde güçlü olur ve görevlerini özerk bir biçimde yerine getirir. Hükümet istikrarı için, kurulması kolay ve düşürülmesi zor düzenleme, aklileştirilmiş veya güçlendirilmiş parlamenter rejim çerçevesinde düşünülmeli; yargı ise, mutlaka bağımsız olmalıdır. Bunları sürekli tartışmalıyız.