Etiket arşivi: İBRAHİM Ö. KABOĞLU

AKP, anayasa darbesi, Ennahdha

Ülkemizi kasıp kavuran yangınlar nedeniyle, ‘Parlamentosu bekleme odasına alınan’ Tunus gündemi kaydı. Bellek bobini on yıl öncesine sardı.

‘O Türk, ben ise İtalyan’

Meydanı tıklım tıklım dolduran kalabalık nedeniyle, Tunus Barosu’na gitmek için minibüsten inerek yürüyüşe geçtik. ‘İstemiyoruz Amerikalıları, defolun!’ bağrışmaları ile önümüz kesilince, ‘Amerikalı değiliz’ yanıtı da, ‘Avrupalıları da istemiyoruz’ tepkisiyle bastırılınca, Venedik Komisyonu üyeleri dağılıverdi ve Başkanı Gianni Buquicchio: ‘Hanımlar beyler, kaygılanmayın, arkadaşım Türk, ben ise İtalyan’ karşılığını verince, ‘Türkse tamam; siz de onunla geçebilirsiniz’ yanıtı, yolumuzu açtı.

ABD’yi protesto amaçlı kalabalık, kendisiyle sabah vakti görüştüğümüz Cumhurbaşkanı Essebsi’yi bu kez, Dışişleri Bakanı Bayan H. Clinton ziyareti nedeniyle toplanmıştı.

Karşılaştığımız davranıştan pek etkilenen  Başkan Buquicchio, üst düzey görüşmelerimizde, Türkiye’nin Tunuslular gözünde ayrıcalıklı konumunu bu tanıklığa yollama yaparak bir kaç kez dile getirmişti (Mart 2011).

Ankara ise, ters rüzgarlar estirmekte gecikmedi. İki örnek:

Posterler ve köpekler

Başbakan, Mısır üzerinden gelecekti Tunus’a. Geçiş döneminde ve demokrasi arayışında bulunan ülkenin bu sürecine katkı değil, ‘büyüklük iştahı’ öne çıkmıştı. Yüzlerce posteri Tunus caddelerine asılacaktı; onlarca koruma ve köpek, güvenliği içindi. Ankara-Tunus arasındaki diplomatik kriz, ‘posterler, resmi değil, Başbakanı seven işadamınca hazırlandı’ vb açıklamalarla geçiştirilmeye çalışıldı.

Müslüman Kardeşler

İzleyen aylarda, kurucu meclis çalışmaları ve anayasa tartışmaları ortamında, Ennahdha ve lideri R. Gannuşi’ye heyetler gönderen AKP, ‘İslami duruş’ yolunda istediğini alamadı; ama olan, Tunus-Türkiye ilişkilerine oldu. İçişlerine karışıldığı haklı gerekçesiyle Tunus, aradan iki yıl geçmeden ülkemize dirsek çevirdi.

Katılımcı Anayasa

«Tunus, diğer ‘Arap Baharı’ ülkelerinin aksine, siyasal geçiş sürecini başarıyla ve uzlaşıyla tamamlamıştır. Bu sürecin nihai meyvesi olan 27 Ocak 2014 tarihli yeni Anayasa, gerek yapılış süreci gerekse içeriğiyle anayasa hukukçularının dikkatini çekecek niteliktedir. Yeni Anayasa, sivil toplumun yoğun katılımıyla biçimlenmiş ve demokratik seçimlerle işbaşına gelen bir Kurucu Meclis’in çalışmalarıyla son halini almıştır. İslam’ın devletin dini olmaktan çıkarıldığı ve hukukun kaynağı olarak meclisin işaret edildiği bu yeni dönemde, devlet şekli olarak sivil ve demokratik bir yapı ön plana çıkmıştır. » (F. Horchani, Anayasa Hukuku Dergisi-6, s.11)

Uluslararası islamcılık

«Maddi ve partizan kişisel çıkarların genel çıkarı bastırdığı ve iktidar sarhoşluğunun zirve yaptığı Tunus, siyasal sendrom mağduru bir ülke. Bu çocukluk hastalığı, bütün yaşadığımız kötülükleri açıklıyor: Yolsuğluğun kitleselleşmesi, Devlet’in, idarenin, adaletin ve güvenlik hizmetlerinin partizanlaştırılması ve liyakatın düşmesi, bütçe açığı, kamu maliyelerinde dengesizlik, toplumsal bölünme, şiddetin tırmanışı, karanlık vahabi güçleriyle ittifak…

Durumu ağırlaştıran husus, hükümetlerimizin, ideolojik ittifaklara dayalı bu uluslararası ağlarla yakınlaşması. Kastettiğim, Katar ve Türkiye’nin baskın bir rol oynadığı uluslararası ‘kardeşçilik’. Ülkemizin özerkliği ve kendini belirlemesi bakımından daha kötüsü olamaz. Ululsararası islamcılık, egemenliğimiz için çok tehlikeli… » (7 Haziran 2021, La Presse, Prof. Y. Ben Achour)

Parlamento bekleme odasında

Tunus’un içinde bulunduğu bu ortam ve koşullarda Cumhurbaşkanı K. Sayed, 25 Temmuzda bir ay süreyle Parlamentoyu bekleme odasına aldı.

“Ulusun kurumlarını ve ülkenin güvenliğini ve bağımsızlığını tehdit eden, kamu kurumlarının düzenli işleyişini bozan açık bir tehlike durumunda, Cumhurbaşkanı, bu istisnai durumun gerekli kıldığı önlemleri, (…) alabilir.

Bu önlemler, kamu kurumlarının düzenli işleyişine en kısa sürede dönüşü güvence altına alan amaçlara yönelik olmalıdır. Bu süre boyunca halkın temsilcileri Meclisi, sürekli toplantı halinde olur…” (md.80)

CB, bu maddeyi usul ve esas bakımından ihlal ederek, Meclis’i bir ay süreyle askıya aldı; Başbakan görevlerini de kendisi üstlendi.

Kartaca: Neresi karanlık?

‘Parlamenter rejim bekleme odasına alındı’ ve -Hükümet kurma görevini vermemek için- ‘Kılıçdaroğlu, Saray’ın yolunu mu biliyor?’ sözlerinin sahibi için, ‘Anayasa suçu işlenmektedir’ saptaması (D. Bahçeli), anayasal darbeler zinciri ve AKP ilişkisinde sadece birkaç halka.

Şu halde seçimler yoluyla iktidara gelen kardeşlerin ortak paydası, demokratik hukuk devletinin değerlerini ortadan kaldırmak.

Ağabey’in anayasal darbe faili olduğu Türkiye’nin demokratik deneyimi ve Avrupa kurumlarında yer alıyor olması, başlıca farklar olarak öne çıksa da, egemenlik anlayışında ayrışma belirgin: Tunus, ‘kardeşlik’ üzerinden egemenliğine karışılmasından rahatsız; Ağabey ise, Afrika’dan Orta Asya’ya ‘İslami hegemonya’ için canhıraş çaba harcıyor, devasa camiler ve Mehmetçik üzerinden; yani kendi yurttaşının parası ve kanıyla.

Magrip ayağının zedelenmesi karşısında Maşrık kardeşler (AKP-Katar) suskunluğu, Kartaca karanlığından mı?

ÜLKE VE HALK ÜZERİNDE “CUMHUR” BULUTU!

İbrahim Ö. Kaboğlu
Pencere, 08.08.2021

Türkiye ülkesi ve halkı, bu toprakları bizlere emanet eden atalarımız ve yine bu toprakları kendilerine bırakacağımız gelecek kuşakları kapsamına alıyor. “Cumhur” ise, TBMM’de sayısal çoğunluğu elinde tutan AKP-MHP ittifakını.

7334  sayılı Turizmi Teşvik torba yasası, ülke ve halkı üzerinde “cumhur” bulutu olarak nitelenebilir: “Ülke” yağması için torbalama yoluyla Türkiye üstüne örtü geçiren bir yasa.

Yasa, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile Tarım, Orman Bakanlığı’nı öncelikle ilgilendirdiği halde, TBMM’de Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu yetkilendirildi.

Anayasa’ya, ülkesel ve toplumsal çıkarlara aykırılığın ötesinde, özensiz ve gayri ciddi bir yaklaşımla dört ay bekletildikten sonra sayı üstünlüğü ile dayatılan Yasa metninin seyri şöyle oldu:

1 Nisan: Anayasa’ya aykırı olduğu, yasa etki analizi yapılmadığı, ÇED (çevresel etki değerlendirmesi) raporu bulunmadığı için aşamalı istekler olarak; Teklif’in reddi, ilgili komisyonlara gönderilmesi, alt komisyon kurulması önerilerimiz  kabul görmedi.

6 Nisan: Komisyon’da maddelere ilişkin değişiklik itirazlarımız reddedildi.

13 Temmuz: Genel Kurul’da Komisyon görüşmelerinde İçtüzük ve Anayasa hükümlerinin ihlali gerekçesiyle teklifin görüşülmeden reddi için usul ve esasa ilişkin  önerilerimiz kabul görmedi.

14 Temmuz: Maddelere ilişkin önerilerimiz geri çevrildi.

18 Temmuz: Cumartesi ve Pazar günü TBMM, 25 saat sürekli çalıştırıldı ve son beş saatinde 7334 sy. Yasa görüşmeleri tamamlanarak oylama yapıldı.

28 Temmuz: Yasa, yürürlüğe girdi; Türkiye de yanmaya başladı. Ne rastlantı!

TÜRKİYE YASASI”

Özgürlük ve iktidar ikilemine dayanan Anayasa, ülke ve çevre korumasına ilişkin çok sayıda hüküm öngörüyor. Yasa, kamu yararı ile özdeşleşen kıyıların,  tarım arazilerinin, mera, çayır ve yaylaların korunmasını amaçlayan Anayasa md. 43 ve dv., ormanların korunmasını güvenceleyen madde 169 ve çevre hakkına ilişkin md. 56 başta gelmek üzere, birçok ülkesel hükmü ihlal ediyor. Yasa aracılığıyla, yerel yönetimlerin birçok yetkisine merkezî yönetim el koymakta ve bunun sonucunda da hukuk devleti ilkesini zedelemekte. Yasa, Türkiye doğasına ve çevresine ilişkin Anayasa maddelerine aykırı olduğu gibi, hak ve özgürlüklerin güvencelerine ilişkin hükümlere de aykırıdır. Daha genel olarak sürdürülebilir gelişme ve sürdürülebilir turizm ilkelerini zedeleyici riskleri de birlikte getirmektedir.

Gerçekten, kıyılardan yararlanmada öncelikle kamu yararı gözetildiği (md.43) gibi, Ormanlara zarar verebilecek hiçbir faaliyet ve eyleme müsaade edilemez. Ormanların tahrip edilmesine yol açan siyasî propaganda yapılamaz.” şeklindeki madde 169, hiçbir faaliyet ve eyleme istisna tanınmamakta, hatta siyasal ifade özgürlüğünü de sınırlamakta.

Bu nedenle, öneri aşamasında en azından şu dört gereklilik yerine getirilmeliydi:

-İçtüzük md.38 gereği Anayasa’ya uygunluk incelemesi,
-Yasa etki analizi, ÇED,
-İlgili komisyonlarda ele alınması ve en azından bir alt komisyon kurulmak yoluyla öneri metninin olgunlaştırılması.

Bu gerekliliklerin kabulü bir yana, Komisyon çalışmalarını hemen tamamlama telaşında olan AKP-MHP ikilisini, “saçmalıyorsunuz” (B. Çakır, AKP) hakaretinin tetiklediği yumruklar, toplantıyı 6 Nisan’a ertelemek zorunda  bıraktı.

ZAMANA YAYMA VE  “HALKTAN KAÇIRMA”

Anayasa’nın değinilen maddelerinin her birine açıkça aykırılık oluşturması nedeniyle demokratik muhalefetin yoğun tepkisine yol açtığından Teklif,  Genel Kurul’a getirilmedi.

OHAL’i üç yıl daha uzatmayı amaçlayan torba önerisi Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşüldüğü sırada Türkiye’yi karartma yasası, 13 Temmuz’da Genel Kurul gündemine alındı. Üstelik, yasa önerisi ile ilgili konuşma ve tartışmaların büyük kesimi, TBMM TV yayın saatleri ve günleri dışında (Cuma, Cumartesi ve Pazar) yapıldı. Böylece, temsilcilerinin bütün Türkiye üzerindeki tasarrufuna ilişkin bilgiler halktan saklanmış oldu. Oysa Teklif’in bekletildiği aylarda Genel Kurul, Perşembe günleri genellikle çalıştırılmamıştı.

BÜTÜN TÜRKİYE VE TEK KİŞİ

Kültür ve turizm koruma ve gelişim bölgeleri; turist hareketleri ve faaliyetleri yönünden önem taşıyan veya doğal, tarihî ve kültürel değerlerin yoğun olarak yer aldığı, korunması ve geliştirilmesinde kamu yararı bulunan yerlerde, koruma, kullanma dengesi gözetilerek sektörel kalkınmanın sağlanması ve turizm sektörünün planlı ve kontrollü gelişiminin sağlanması amacıyla yeri, mevkisi ve sınırları Cumhurbaşkanı kararıyla tespit ve ilan edilen alanlar.”dır(md.1).

Görüldüğü üzere, öncelik turizmde, yani parada. Oysa, “Ormanlara zarar verebilecek hiçbir faaliyet ve eyleme müsaade edilemez” şeklindeki ayrıksız Anayasa hükmü karşısında, doğal ve ormanlık alanlar salt Cumhurbaşkanının gerekçesiz kararıyla turizme, tesislere ve yatırımlara açılamaz. Bu, kamu ihalesine ve ÇED sürecine tabi olmadan bütün Türkiye’yi, yani kamu yararından olan tarıma elverişli araziler, kıyılar, ormanlar, çayırlar, yaylalar ve meraları, parasal beklenti ölçütüyle yatırımlara açmak anlamına gelir.

Dahası, Anayasa madde 56’nın devlete yüklediği; doğal alanları ve çevreyi korumak, çevresel dengenin bozulmasını önlemek ve geliştirmek şeklindeki üçlü yükümlülüğü de ihlal etmektedir.

Ormanlık ve doğal alanlarda geçerli olan ekolojik dengenin bozulması, Anayasa madde 13’ün güvence altına aldığı “ölçülülük” ilkesine ve hakkın özüne dokunma yasağına da aykırıdır.

ÜÇ ANA ÇELİŞKİ NE?

Anayasa’nın ülkesel hükümlerinin kamu yararıyla örtüşmekte olduğu gerçeğinden hareketle, Genel Kurul’da şu üçlü çelişkiye dikkat çektim:

-Meclis, İklim Komisyonundan Müsilaj Komisyonuna kadar “Ülkemizi nasıl kurtarırız?” kaygısıyla komisyonlar oluştururken, bu yasayla “Ülkemizi daha çok nasıl kuruturuz, ormanları, denizleri, ağaçları nasıl tahrip ederiz?”i öneriyoruz.

– Sıkça dillendirilen 2023, 2053, 2071 vizyonları karşısında, 2053 ve 2071’de yaşayacak olan gelecek kuşaklara nasıl bir ülke bırakacağımız konusunda hiç düşünülmüyor mu? Nitelikli ülke bırakamayız böyle bir yasayla.

– Turistleri çekmek istiyoruz ülkemize. Kültürel, tarihsel değerlerimizi onlara tanıtmak istiyoruz ama bütün ülkesel yetkileri, tek kişiye yönelik olarak merkezde topluyoruz. Bu merkezin adı, parti başkanlığı yoluyla devlet başkanlığı ve yürütme (PBYDBY). Bütün ülkesel değerleri tek kişinin tercihlerine bırakacak düzenleme ile kıyılardan ormanlara kadar izne açılacak “her tür tesis” (md.16) ve “hiçbir faaliyet ve eylem” yasağı (Any. md.169) arasındaki çelişki de ortaya çıkar.

 ÇÖLLEŞME, 2071’DE DEĞİL 2021’DE!

TBMM 17 ve 18 Temmuz günleri, aralıksız 25 saat çalıştırılarak, önce OHAL’i 1-3 yıl uzatmaya ilişkin 7333 sayılı Yasa, ardından da 7334 sayılı Yasa oylandı. Halkın çevresel bilgilenme hakkı engellenerek, ülkenin geleceğini belirleyecek bir yasama faaliyeti halktan saklanmak istendi. OHAL’i uzatan yasa, demokratik toplumu baskılayarak iktidarı sürekli kılmak; Turizmi teşvik ise, çevre ve ülke ile para karşılaştırılmasında paraya öncelik vermek amacıyla… Ama tabii ki gelecek kuşakları şu bakımdan düşünmemiz gerekir:

  • Hukuk azaldıkça, iktidar tek kişide toplandıkça, nitelikli turist de ülkeye gelmez.
  • Hukuk güvenliği olursa, sürdürülebilir turizmden söz edilebilir; haliyle Türkiye’nin çevresi ve doğası daha çok korunur.

Halkın, yasama faaliyetinden haberdar olmasını engelleyen yasama tarzı, temsilcinin de haysiyetini zedeledi; ama olan, her ikisinin ortak yaşam alanına oldu, yani TÜRKİYE’ye.

Yerel yönetimleri, Çevre ve Orman gibi ilgili bakanlıkları dışlayan yasanın sacayağı, Cumhurbaşkanı +  Turizm Bakanlığı +  turizm girişimcisi.

Yorum çabasına gerek olmadan Anayasa’ya ve kamu yararına açık aykırılıklar içerdiği halde, gerekçesiz olarak “evet” oyu kullanan Cumhur İttifakı, bu kez TBMM’ye taktığı “ters kelepçe” ile Türkiye ülkesini, flora + fauna + homo sapiens üçlüsünde yangına attı. Çölleşme için 2053 ve 2071’i de beklemeye gerek kalmadı.

Anayasa Mahkemesi denetiminin ivediliği göz ardı edilmeden, Turizmi Teşvik düzenlemesi ve yangın felaketinden çıkarılabilecek tek umut ışığı, PBYDBY’nin sonunun başlangıcı olması…

Orman ekosistemi ve Anayasa suçu

authorİBRAHİM Ö. KABOĞLU
ibrahimkaboglu@yahoo.fr

(AS: Bizim kısa katkımız yazının altındadır..)

‘Ormanların korunması ve geliştirilmesi’ maddesi (md. 169), ormanların anayasal statüsünü emredici ve yasaklayıcı kurallarla belirliyor ve düzenliyor:
GÖZETİM/YASA/YETİŞTİRME : Bütün ormanların gözetimi devlete aittir.

Devlet, ormanların korunması ve sahalarının genişletilmesi için gerekli kanunları koyar ve tedbirleri alır. Yanan ormanların yerinde yeni orman yetiştirilir, bu yerlerde başka çeşit tarım ve hayvancılık yapılamaz.

Devlet ormanları kanuna göre, devletçe yönetilir ve işletilir. Bu ormanlar zamanaşımı ile mülk edinilemez ve kamu yararı dışında irtifak hakkına konu olamaz.

YASAKLAR: SÖZ/İŞLEM/EYLEM

Ormanlara zarar verebilecek hiçbir faaliyet ve eyleme müsaade edilemez.
Ormanların tahrip edilmesine yol açan siyasi propaganda yapılamaz; münhasıran orman suçları için genel ve özel af çıkarılamaz.
Ormanları yakmak, ormanı yok etmek veya daraltmak amacıyla işlenen suçlar genel ve özel af kapsamına alınamaz.

1) “Hiçbir faaliyet ve eylem”: Hiç kimse, hiç kimseye ormanlara zarar verebilecek hiçbir faaliyet ve eyleme, sözle veya yazı ile izin veremez. Hiç kimse, böyle bir faaliyete girişemez.

2) “Siyasi propaganda yasağı”: Ormanların tahrip edilmesine yönelik görüş açıklanamaz. Milletvekilleri bu konuda, yasama sorumsuzluğundan yararlanamaz. Hiçbir yurttaş, bu amaçla siyasal propaganda için ifade özgürlüğünü kullanamaz.

3) “Af yasağı”: TBMM, orman suçları için genel ve özel af çıkaramaz.

4) “Anayasal suç”: Ormanları yakmak, yok etmek veya daraltmak amacıyla işlenen suçları TBMM, özel veya genel af kapsamına alamaz.

ÜLKENİN ANAYASALAŞMASI

Madde 169’da sıralanan bu 10 ilke ve yasak ile orman köylüsünün korunması (md.170), kıyıların korunması (md.43), toprak mülkiyeti (md.44), tarım ve hayvancılık (md.45) üzerine koruyucu hükümler bütünü, “orman ekosistemi” veya “orman kamu düzeni” güvencelerini oluşturur.

“Orman kamu düzeni” (OKD) kuralları, “yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri” bağlar (md.11).

Bu nedenle, örneğin, ormanlık alanlarda “tabii servetlerin ve kaynakların aranması ve işletilmesi” (md.168), md. 169 yasaklarına aykırı olarak yapılamaz.

OKD’nin anayasal sacayağı:

-md.169 ve 170; md.43 vd.

-md.63: doğal/kültürel ve tarihsel varlıklar

-md.56: Türkiye ekosistemi.

Bunlar ve başka kurallarla güvencelenen, çevresel kamu düzeni ve “orman kamu düzeni” eksenindeki ekolojik dengenin bozulmasında ana etken, ülkesel Anayasa kurallarının (ve madde 11’in) sürekli ihlali ve Anayasa suçu işlenmesidir.

YASAMA YETKİSİ SINIRLI

Ormanlar, TBMM’nin asli ve genel yasama yetkisini, sınırlı ve kayıtlı bir yetkiye dönüşürtürür: Korumak ve geliştirmek. Yasamanın, karar alma yetkisi ve yasama sorumsuzluğu vb. anayasal ayrıcalıklar yasaklanıyor.

CHP ve HDP muhalefetine karşın AKP-MHP dayatması 7334 sayılı Turizmi Teşvik torba yasası, md.169’un açık ihlali ötesinde bir anayasal orman suçu işlemidir.

YÜRÜTME, EMİRLERLE KUŞATILMIŞ

Orman Bakanlığı, (md.169’un ana muhatabı olarak) ormanların en üst ve genel kamusal örgütlenmesidir. Türkiye’nin siyasal ve yönetsel yapısında gelenekselleşmiş olan Bakanlık teşkilatı, Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme (PBYDBY) döneminde, Tarım, Orman ve Köy İşleri Bakanlığı olarak birçok bakanlığı birleştiren bir örgüt haline getirildi.

Kereste ticareti, maden ruhsatları ve turistik tesisler başta gelmek üzere, siyasal ve yönetsel makamların sürekli orman suçları yoluyla ülke yağmalandı ve de YAKILDI.

YARGININ ANAYASAL YÜKÜMLÜLÜĞÜ

Yargı, md. 169’un sözüne ve özüne uygun yorumu, md.43 vd.-63 çerçevesinde ve md. 56 gereklerince yapmadı veya en azıyla yetindi; o ölçüde, yasama ve yürütme organlarının süreklilik taşıyan “ orman suçu” ortaklığı yapmış oldu.

Anayasa suçu, özellikle “kamu yararı” kaydının amacı dışında geniş yorumlanmasıyla işlendi. Oysa kamu yararı ölçütü, 43 vd. de öngörülen “kamu yararı gerekleri” gözetilerek belirlenir. Şu halde buradaki kamusal yarar, madde 43 vd. nin “kamusal yarar” adına koruduğu değerler karşısında ikincil olduğundan, zaman ve alan bakımından sınırlı bir kullanım alanı olan göreceli bir ölçüttür..

DİRENME HAKKI MEŞRU

  • Kamu makamları, anayasal yükümlülüklerini görev+yetki+sorumluluk ilkesi gereği yerine getirme yükümlülüğünde;
  • Yurttaşlar ise, özgürlük ve haklarını, hak+ödev+sorumluluk ilkesi gereği kullanmak zorundadır.

Bu çerçevede, orman suçu işleyen bir girişimciye müdahale eden yurttaşları eğer kolluk güçleri şiddet kullanarak engellerse, İdare, “kanunsuz emir” kaynaklı (md.137) çifte anayasal suç işlemiş olur.

ANAYASA’NIN ETKİLİLİĞİ İÇİN 5 ÖNKOŞUL

-TBMM: demokratik muhalefette “azınlık bilinci” oluşturmak,

-AYM: Anayasa’nın emredici kurallarına açıkça aykırı yasaları geciktirmeksizin iptal etmek,

-İdare: Anayasa suçlarına karşı kişisel sorumluluk sürecini de işletmek.

-Yurttaşlar: Direnme hakkını kullanmak,

-Anayasa: PBYDBY yerine “hesap verebilir hükümet” için Anayasa değişikliği adımlarına ivme kazandırmak.
=======================================
Dostlar,

Sn. Prof. Kaboğlu, bilindiği gibi çok kıdemli (kendi deyimi ile “yarım yüzyıllık”!) bir hukukçudur ve Anayasa Hukuku uzmanıdır.
BİRGÜN Gazetesindeki makaleleri neredeyse birer Anayasa Hukuku dersi gibidir.
Biz de, Anayasa Hukuku Doktora (PhD) öğrencisi olmamıza karşın, çok yararlanıyoruz.

Orman ekosistemi” veya “orman kamu düzeni” kavramsallaştırması üzerinden getirilen Anayasa yorumu, bize göre yaratıcı ve yenilikçi bir bireşimdir (sentez). Anayasa m.169 – 170 sisteminde öngörülen “kamu düzeni” sınırlamasının, “md.43  vd. nin kamusal yarar adına koruduğu değerler karşısında ikincil olduğu” ve sınırlı olduğu belirlemesi ustalıklı bir anayasal çıkarımdır.

Ve son olarak TBMM, AYM, İdare, Yurttaşlar ve Anayasa’ya yüklenen / tanımlanan tarihsel, kritik 5 işlev ve yükümlülükler ülkemizin içine sürüklendiği ağır bunalıma çıkış kapılarıdır.
***
Bir noktada Sn. Kaboğlu ile minik bir ayrışmamız var :
Anayasa suçu / anayasal suç” olgusu… Bilindiği gibi TCK’da böyle bir suç tanımı yok. TCK md. 309’da tanımlanan suçlar için madde kenar başlığı “Anayasayı ihlal suçu“..
Sanırım, suçun ağırlığına vurgu amaçlı bir “galat-ı meşhur” olarak kullanımda.

Sn. Kaboğlu şu kısa açıklamayı paylaştı bizimle :

  • Anayasa madde 169/3’te au kapsamı dışında – sayım yoluyla- tutulan “ormanları yakmak, ormanı yok etmek…. suçlar”ı durumun ayırdında olarak anayasal suç olarak niteledim.
    Yoksa, ceza kanunu açısından tümüyle haklısınız.

Sevgi ve saygı ile. 07 Ağustos 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik     

Yurttaşlık ve egemenlik : AB – Türkiye ayrışması

NEDEN YURTTAŞLIK VE EGEMENLİK?
Göçmenlere kapılarını sımsıkı kapatması, Avrupa’nın yurttaş-yurttaş olmayan ayrımının derinleştirmesi anlamına geliyordu. Oysa, insan hakları anlayışı, insanları, yaşam ve ölüm ikileminde bırakacak derecede ayrımcılığa kapalı. Egemenlik yetkilerini kayıtlayan insancıl hukuk da, göçmenleri sınır kapılarında ölüme terk etme önünde başlıca engeldi. Kısacası, AB ve üyesi devletler, yurttaş-yurttaş olmayan ayrımı ve egemenlik anlayışını, insan hakları ve insancıl hukuk gerekleri ışığında gözden geçirmek zorunda idi.

Türkiye ise, AB ve Avrupa devletleri uygulamalarının tam karşı kutbunda yer alıyordu. İnsan haklarında, kendi yurttaşları karşısında katı, ama yabancılara karşı fazla hoşgörülü, hatta laçka; egemenlik konusunda ise, “çakıl taşı”, geleneksel söylemine karşın, yurttaş olmayanların ülkeye girişi, Avrupa bir yana, Bölge devletleri içinde de en kolay olanı.

Birbirine karşıtlık oluşturacak derecede yurttaşlık ve egemenlik kavramlarına yabancılaşma, BAŞAT ÇELİŞKİ olarak sürdürülebilir değil: Afrikalı ve Asyalı göçmenlerin kuşattığı Avrupa, kendi yurttaşının refahı ve kamu düzeni adına kitlesel göçlere kapılarını kapatmış bulunuyor. Türkiye için sürdürülebilir olmayan, politikasızlık ve hukuktan uzaklaşma.

SÜRDÜRÜLEMEZ ÇELİŞKİLER

1) Çifte cömertlik: Doğup yaşadığı toprakları ve toplumu terk etmek, insan için seçeneksizlikle açıklanabilir ancak. Bir asker için en tehlikeli olanı cepheye sevk ve özellikle yabancı topraklarda konuşlanmak. AKP yönetimi, son on yılda iki konuda hayli cömert: Göçmen kabulü ve ülke dışı topraklara asker gönderme.

2) Kayıt dışı insan: Öyle ki, Devlet, ne ülkedeki yabancı sayısını biliyor, ne de ülke dışına gönderdiği -şehitler dahil- asker sayısını açıklayabiliyor. Oysa egemenlik, giriş ve çıkışların denetimi kadar, ülke içinde yaşayan insan topluluğu üzerinde hukuk kurallarını uygulama yetkilerini de kapsamına alır. Devlet’in bunu yapması bir yana, Türkiye’de yaşayan yabancıların sayısı bile meçhul. Ekonomi ne ölçüde kayıt altına alınabildi? Bilmiyoruz. Bildiğimiz, Türkiye’de kayıt dışı yüzbinlerce göçmenin yaşadığı. Tahminler, yurttaş olmayanlar oranının Türkiye nüfusunun %10’na yaklaştığı yönde.

3) Çok para ve az hukuk: Geri Kabul Anlaşması gereği göçmenleri Türkiye’de tutmaya yönelik akçasal yardımları, “rüşvet paketleri ve “kirli pazarlık” olarak niteleyen muhalefet, tek kişi yönetimine şu çağrıda bulunuyor:

– Göçmenleri siyasal kaldıraç olarak kullanma
– Geri Kabul Anlaşmasını iptal et!

Yurttaşlığı bile 250 bin dolara indirgeyen zihniyet, paradan vazgeçmez; ama hukuktan vazgeçer. Nitekim, fikir-terör özdeşleştirmesi nedeniyle yurttaşların ülkeden ayrılmasını durdurmak için çaba harcamayan yönetim, göçmenler akınını kolaylaştırıcı bir tavır sergiliyor.

4) Sınırda tutmama: İran kolaylaştırıcılığı ile gelen göçmenleri, kamplar oluşturmak suretiyle sınırda toplu olarak tutma yerine, ülke geneline dağılmalarını sağlaması da, Avrupa’ya karşı pazarlık gücünü azaltıyor.

5) Mezhep vurgusu ve tek kişi yönetimi: (Taliban’a uzanan) mezhep ve inanç ortaklığını egemenliğin üstünde tutan anlayış, Avrupa karşısında hukuku öne çıkaramaz.

6) Geleceğe yönelik çelişkiler yumağı: Göçmen coğrafyası, göçmen statüsü, göçmen ve yurttaş ilişkisi ve ayrımı, demografik yapı ve çevre, egemenlik ve hukuk vb. kavramlar bağlamında çok yönlü çelişkiler üzerinde ayrıca durulabilir.

Gidişat şu          :
100 milyona yaklaşan nüfus, Anadolu çölleşmesini hızlandırıyor.

CHP VE PAYDAŞLARI NE YAPMALI?

Suriye göçmenleri üzerine sürekli kafa yoran CHP Genel Başkanı Sn. Kılıçdaroğlu, Afgan göçmenler konusunda erken ve gerçekçi uyarılarda bulundu. Bu çerçevede, bir geçiş ülkesi olmaktan çok “yerleşim bölgesi” haline gelen Türkiye için en gerçekçi yaklaşım, sağlık/çevre/eğitim/istihdam/barınma hakları bütününde göçmen sorununu insan hakları bakış açısıyla çözmek için kapsamlı hazırlıklar başlatmak. Bunun için;

  • İnsan hakları ve insancıl hukuk temelinde yurttaşlık ve egemenlik ilişkisi üzerinde çalışmak,
  • Yurttaşlık-eşitlik-laiklik üçlüsünü pekiştirirken, yurttaş olmayanların haklarına yönelik planlama etkinliklerine başlamak
  • Göçmen ve Sığınmacı diplomasisi oluşturmak,
  • Sosyal hukuk devletinin asgari gereklerini inşa yolundaki somut adımları sıklaştırmak,

İnsan hakları savunucusu demokrat yurtseverleri bekleyen ivedi görevlerdir.

TBMM kendi gündemini ne zaman belirler?

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır.)
Anayasa gereği TBMM, aksine karar alınmadıkça 1 Temmuz – 1 Ekim tarihleri arasında yasama etkinliklerinde bulunmuyor (AS: md.93). Bu süre, 15 Temmuz – 1 Eylül şeklinde yarı yarıya kısaltılmalı. Dahası, Meclis’in Genel Kurul olarak haftalık çalışma günleri, Salı, Çarşamba ve Perşembe ile sınırlı. Çoğunlukla Komisyon toplantıları da aynı günlerde yapılıyor. Genel Kurul ve Komisyon arasında koşturma gereği yaratan bu durum, yasama çalışmalarının verimini düşürüyor. TBMM, 27. Yasama döneminin tümüyle COVID-19 pandemisiyle örtüşen 4. Yasama yılında, sosyal devlet gerekleri doğrultusunda düzenlemeler yerine, genellikle işverenler lehine, salgın hastalıkla ilişkisi olmayan ve ivedilik taşımayan yasalara öncelik verildi. Salgın önlemleri ile ilgili olarak bölük pörçük düzenlemeler ötesine geçilemediği gibi, Umumi Hıfzıssıha (AS: Hıfzıssıhha) Kanunu güncellemesi veya salgın hastalıkları (AS: hastalıklar) OHAL yasası üzerine bir çalışma yapılmadı. 
Son haftaya sıkıştırılan iki yasa, gündemin Meclis dışından belirlendiğini apaçık biçimde ortaya koydu. 12 Temmuz pazartesi günü Plan ve Bütçe Komisyonu (PBK), bir adsız torba yasa için apar topar toplandı. Hemen hemen madde sayısı kadar yasada değişiklik yapıldığı için, bir torbadan çok “toplama yasa önerisi”. Metin içine dağıtılan 3 madde, ana amacı yansıtıcı:
  • OHAL üç yıl daha uzatılacak.
İki gün süren Komisyon toplantısı, doğal olarak üç yıl uzatma öngören üç madde üzerine yoğunlaştı. Salı günü, Genel Kurula, 255 sıra sayılı Turizmi Teşvik torba yasa önerisi getirildi. 15 Temmuz sabaha karşı ancak 1. Bölüm bitirilebildi. Cuma günü, Genel Kurul’a bu kez, 277 Sıra sayılı “adsız yasa” önerisi önerisi getirildi. Cumartesi “adsız yasa” görüşmeleri sürdü; Pazar sabahı 08.00 gibi tamamlandı. Ara vermeksizin, Turizmi Teşvik torba yasa önerisi 2.  Bölümünden devam edildi. Böylece Genel Kurul, kesintisiz 25 saat çalışarak bu öneriyi de yasalaştırmış oldu.
  • 12 Temmuz haftası, TBMM tarihinde açık bir kırılma olarak da görülebilir; üstelik çok yönlü olarak. Burada genel gözlemler ile yetinilecek.

TURİZMİ TEŞVİK ÖNERİSİ

Nisan başında kabul edilen öneride hangi sorunlar vardı?
>>Anayasa’ya uygunluk incelemesinde İçtüzük md.38 gerekleri yerine getirilmemişti.
>>Öneri, kıyılar, ormanlar, meralar, kışlak ve yaylalar başta gelmek üzere doğal ortamları ilgilendirdiği halde, ne etki analizi ne de ÇED yapılmıştı.
>>Yasa önerisi, bir yandan kentsel, kırsal ve kültürel çevre üzerine, öte yandan, tarih, kültür ve tabiat varlıkları üzerine birçok hüküm öngördüğü halde bütüncül olarak kamu yararı açısından değerlendirilmemiş ve Komisyon görüşmeleri saatlere sıkıştırılmıştı.

Ya 13 Temmuz 2021 günü?

Önce, usul yönünden Anayasa’ya aykırılık öne sürüldü. Sonra, Komisyon aşamasında var olduğu söylenen yasa etki analizi soruldu; nihayet, aradan geçen zaman içinde neden ÇED yapılmadığı. Yanıtı verilmeyen gecikmeye ilişkin soru: Teklif, Genel Kurul gündemine neden aylarca alınmadı ve bu süre içinde toplam 5 hafta Perşembe günleri çalıştırılmayan Meclis’in uzatmalı çalışma dönemine rastlatıldı?

Bu yanıtsız sorular, yasamadaki özensizliği ve etik sorunu da ortaya çıkarıyordu.

OHAL UZATMASI

Sorunlar yumağı içinde şu üçü kayda değer: Anayasallık sorunu apaçık. Yirmi kadar yasada değişiklik öngören öneri, üstelik temel yasa olarak görüşülmeye başlandı; oysa İçtüzük md.91 tanımının hiçbir öğesine uymuyordu bu öneri metni. Dahası, Temmuz 2018’de 3 yıllık ilk OHAL uzatma öngören öneri Adalet Komisyonunda görüşülmüş iken, şimdi neden PBK’ye gönderildiğine dair hiçbir açıklama yoktu.

Ama daha önemlisi, Anayasa’ya açıkça aykırı olan OHAL düzenlemelerini üç yıl daha uzatma gerekçesi yoktu. Üç yılda ne yapılmıştı ve gelecek üç yılda ne yapılacaktı?

  • Olağanüstü hal ilanı (Any., md.119) dışında yasa yolu ile OHAL yönetimi kurulamayacağına göre;

AYM’ye götürülen 2018 düzenlemesi gibi bu öneri de, Anayasa düzeni dışında yer alıyordu. Ne var ki, 3 günlük CHP-HDP-İYİ P. muhalefeti, 3 maddenin ikisinde 3 yıllık sürelerin 1 yıla indirilmesiyle sınırlı bir kazanım sağladı.

“DÖKÜLÜYORLAR”

Komisyon görüşmelerinde uzatma gerekçesi üzerine sorulara yanıt bir yana, Cumhurbaşkanlığı temsilcisi bile yoktu. Bakanlık temsilcilerinin birbiriyle çelişen açıklamaları, şöyle bir kanaat uyandırıyordu:

  • “En kötü parlamenter rejim, parti başkanlığı yoluyla Devlet başkanlığı ve yürütme” ucubesine yeğlenmeli.

Nitekim, “dökülüyorlar” gözlemime, bir bakan yardımcısı aynen katıldı. Bu dayatma, MHP’li vekillerin rahatsızlığına ve AKP içindeki muhaliflere tanıklık etme olanağı yarattı.

ÇİN ORDUSU – ÇİL YAVRUSU

Boş AKP sıraları nedeniyle toplantı yeter sayısı istenmesi üzerine (AS: AY m96, en az 200), yoklama için bir anda salona giren ve sayımla birlikte salonu boşaltan vekiller için, Özgür Özel’in “Çin Ordusu gibi geliyorlar, çil yavrusu gibi dağılıyorlar” betimlemesi, son oturumda 10-15 kez gerçekleşti. AKP Grup başkanı ve 4 grup başkan vekilinin sürekli nöbet tutması, 180 vekili salonda tutmaya yeterli olmadı; ama CHP’nin nöbetçi tek grup başkan vekili Ö. Özel’in sürekli yoklama istemesi, onları uyanık tutmaya yetti.

İKTİDAR MI, PARA MI?

OHAL düzenlemelerini Anayasa dışı yollardan uzatma amacı açık:

  • Hukuk devleti ve insan hakları savunucularını daha çok baskı altına almak, demokratik siyaset alanını daraltmak ve böylece, siyasal iktidarın eldeğiştirme yollarını tıkamak.

Turizmi Teşvik yasası ise, daha çok döviz girdisi beklentisini öne çıkardığı için, kamu yararı veya sürdürülebilir gelişme bir yana, sürdürülebilir turizm kavramına bile yabancı. Şu halde burada da ana amaç, para. İktidar ve para için, “sandviç ikizi” olarak nitelenebilecek iki yasa, TBMM’de iki bakan dayatması ile kabul edildi. Sırasıyla toplum ve ülke ile ilgili olan ve gelecek kuşakların iradesini bağlamaya yönelik iki öneri, iki 15 Temmuz ve Kurban bayramı arası tatile sıkıştırılarak ve halkın, temsilcilerinin etkinliklerinden bilgilenmesi engellenerek yasalaştırıldı.

  • TBMM’nin saygınlığına bir kez daha gölge düşürmüş olan sandviç yasalar, “parti başkanlığı yoluyla Devlet başkanlığı ve Yürütme” için sonun başlangıcını doğrulamış oldu.

Kuşkusuz, demokratik siyaset ve demokratik toplum daha çok öne çıkarılabildiği ölçüde, AKP-MHP ittifakındaki rahatsızlıklar halka daha iyi anlatılabilir.

TBMM’nin kendi gündemini belirleyebileceği parlamenter rejim için, söylem, işlem ve eylem bakımından “demokratik muhalefet tarzı özeleştirisi” ile işe başlamalı. Bayram için; 25 saatlik oturumda son konuşmamın son cümlesi:

  • Flora, fauna ve homo sapiens” birlikteliğinin hiçbir zaman göz ardı edilmediği, Anadolu ve Rumeli bütünlüğünün muhafaza edildiği ve kanallarla parçalanmadığı ve Türkiye’nin çölleşmediği nice bayramlar diliyorum.
    ===================================

    Dostlar,

    Bu yazı Siyasal Tarih, Anayasa Hukuku ve Siyaset Bilimi açılarından başta olmak üzere klasik bir OKUMA PARÇASI olarak öğrencilere ödev verilecek, üzerinde tartışılacak ve de öğreti (doktrin) tarafından da makalelere konu edilecektir.Çok kıdemli (50 yıllık!) bir hukukçu ve saygın bir Anayasa Hukuku Uzmanı olarak Prof. Kaboğlu için ise, bunca birikim – deneyime ek “çok özel – şaşılası” deneyimler olsa gerektir. İbrahim hoca Parlamento deneyimlerini kitaplaştırmalı ya da yeni yazacağı kitaplara uygun – kapsamlı serpiştirmeler yapmalıdır.

Adına “CUMHURBAŞKANLIĞI HÜKÜMET SİSTEMİ” denen ve siyaset bilimi yazınında (literatüründe) yeri olmayan bu ucube giysi asla yerli – milli olmayıp, üst – yabancı akıl dürtüsü ile Ülkemize dayatılmıştır.

Zaman içinde yakalanan açıklar, düşürülen hatalar… dış güçlerce şantaj aracıdır TEK ADAMA!.

Ucube TEK ADAM – ŞAHSIM DEVLETİ rejimi bir hilkat garibi / garibesidir (cinsiyeti?)!

Öyle ki, herrrrrrrrrrr bir şeye yetişmesi olanak dışı olan tek adamın, 20 yılda tükenmesi doğaldır.

AKP = RTE, bayram iletisini okurken ekranlar karşısında uyuklamıştır. Tüm dünya bu videoyu izlemiştir.

Türkiye gibi devasa sorunlu, kritik coğrafyada bir ülkenin böylesine “sürmenaja girmiş” bir liderce yönetimi olanak dışıdır ve ulusal güvenlik açısından kabul edilemez. Benzer tablolar daha önce de yaşanmıştır. Bu uyuklama tıbbi olarak değişik nedenlere bağlanabilir. Örn. bir temporal epilepsi nöbeti, regüle edil(e)meyen diyabet, ağır stress, beyin hastalıkları gibi..

  • Bu koşullarda, artık, AKP’li Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan’dan bir sağlık raporu isteme hakkımız açıkça doğmuştur. Bir yurttaş, Siyaset Bilimci, Hukukçu ve 45 yıllık hekim olarak.

Gerçekte gelişmiş ülkelerde devlet başkanları, önemli yöneticiler düzenli olarak bu raporları her yıl sunarlar.

  • Erdoğan, tam donanımlı bir üniversite hastanesinden, TTB (Türk Tabileri Birliği) ve Tıpta Uzmanlık Derneklerinden birer temsilci hekimin de katıldığı bir GENEL SAĞLIK RAPORU almalı ve kamuoyuna, TBMM Başkanlığına sunmalıdır.

Bu rapor kuşkusuz, Erdoğan’ın bu ağır ve ülkemiz için kritik Devlet Başkanlığı görevini sürdürmeye sağlık bakımından elverişli olup olmadığını ortaya net olarak koymalıdır.

Türkiye’nin ülkesi ve ulusu ile bölünmez bütünlüğü ve güvenliği hiçbir şeye ikincil değildir!

Sevgi ve saygı ile. 22 Temmuz 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (Em.)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik

 

Hukuk yoluyla demokrasi

authorİBRAHİM Ö. KABOĞLU
ibrahimkaboglu@yahoo.fr

“Paralel faaliyet: anayasasızlaştırma ve dinselleştireme” (7 Temmuz)

“Türkiye yönetiminde karmaşa” (14 Temmuz)

“Liyakat ilkesi ve hukuk geçerli kılınmadıkça” (21 Temmuz)

Adil yargılanma neden önemli?” (28 Temmuz).

İlk ikisi, öncesinde, darbe hazırlığından hiçbir biçimde haberdar olmayan bir gözlemci olarak Devlet yönetimindeki hukuk dışılıklar ve karmaşa resmediliyor.

Başarısız darbe girişiminden sonra ise, darbe nedenleri üzerinde duruluyor ve Türkiye’nin artık bu tür badirelerle asla karşılaşmaması için alınması gereken önlemler bağlamında hukuk yolu öneriliyor.

Ne var ki, 20 Temmuz gecesi ilan edilen olağanüstü hal (OHAL), yazdıklarım bakımından birbirine ters düşen iki sonuç doğurdu:

-Anayasasızlaşma derinleşti; yönetim, tamamen (AS: tümüyle) keyfileşti.

-Liyakat ve hukuk, yerini yandaşlığa ve partizanlığa bıraktı; adil yargılanma yerine, yargısız infazlar ivme kazandı ve kitleselleşti.

GİYOTİN (KHK) VE GAZ ODASI (OHALİİK)

OHAL KHK’ler, FETÖ’cüleri temizleme bahanesi ile, hukuk devleti ve insan hakları savunucularını hedef aldı. Onbinlerce kişi, KHK ek çizelgeleri ile görevlerinden ve bütün kamusal haklarından yoksun kılındı.

Anayasa değişikliği bu ortamda yapıldı (21 Ocak 2017).

Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu (OHALİİK), anayasal bir dayanağı bulunmadığı halde kuruldu (25 Ocak).

Anayasa halkoylaması oylaması da, OHAL ortam ve koşullarında yapıldı (16 Nisan 2017).

Anayasal OHAL, TBMM’ce üçer ay uzatmalarla iki yıl sürdü.

KHK sayısı 30’u, ek çizelgelerde adları yer alanların sayısı ise 100 bini geçti.

  • KHK, AKP için ‘giyotin’; OHALİİK ise, ‘gaz odası’ işlevi gördü.

“ANAYASAL-SİYASAL TARİHİN SONU”

OHAL KHK’lerin çoğu TBMM tarafından yasalaştırıldı (Nisan 2018).

Anayasa’da 3 Kasım 2019’da yapılması öngörülen seçimler, 24 Haziran’a alındı.

Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme (PBYDBY) yürürlüğe girdi (9 Temmuz 2017).

  • Yüzyıllar boyu oluşan Devlet yapısı, Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi (CBK)-1 ile darmadağın edildi.

27. dönemde ilk yasama faaliyeti, 7145 sayılı yasa ile OHAL’i 3 yıl daha uzatmak oldu.

Süreklilik kazandırılan OHAL dönemi gibi COVID-19 salgın olağan üstü hali de kötüye kullanıldı.

Monokrasi (PBYDBY), sosyal ve ekonomik alanlarda belirlenen Devlet görevlerini salgın hastalığının gerekli kıldığı önceliklere yöneltmekle yükümlü olduğu halde (Any., md.65), tam tersine, inat ve israf projelerine ivme kazandırdı. Dahası, fiili “kabine toplantıları”, PBYDBY’yi pekiştirme aracı olarak kullanıldı.

AKP-MHP çoğunluğu, infaz yasası ile mahpuslar arasında yaşam hakkı bakımından bile ayrımcılık yaptı. Nisan 2020-Temmuz 2021 arasında çıkardığı yasalar, sosyal devleti azami kılmak bir yana, asgari gereklerini bile karşılamaktan çok uzak.

AKP-MHP, OHAL ve OHALİİK Araştırma Önergelerini sürekli reddetti.

OHALİİK, Anayasa ve mahkeme kararlarına karşın binlerce dosyayı elinde tutarak, OHAL KHK’zedelerin mağduriyetlerinin derinleştirdi ve sürekli kıldı.

9 Temmuz 2018-14 Temmuz 2021 arası, toplam madde sayısı 2455 gerekçesiz 80 CBK; toplam 2039 maddeden oluşan 80 yasa çıkarıldı. Tek kişi ve 600 kişi arasındaki yarışma, daha çok Anayasa’ya aykırılıkta oldu.

Geç de olsa ve istemlerin çok azını karşılayıcı nitelikte olsa da, kısmen iptal kararları ile AYM, hukuka inanç adına umut verici

OHAL YÖNETİMİNDE 9 YIL

Bütçe ve Plan Komisyonundan geçen 7145 sayılı yasa ile öngörülen OHAL önlemlerinin 3 yıl daha sürdürülmesini de düzenleyen adsız torba yasa önerisi, yarın Genel Kurul’da görüşülecek. Eğer, bunlara ilişkin üç madde geri çekilmez ise, Türkiye, 2015-2024 dönemini OHAL ile geçirmiş olacak.

Neden 2015? Çünkü, 6638 sayılı iç güvenlik yasası, fiili OHAL öngörmekte idi. 2016’da anayasal OHAL, 2018’de yasal OHAL ilan edilmiş oldu. Şimdi ise, bunu 3 yıl daha uzatma amacı, genel ve yerel seçimlere OHAL ortam ve koşullarında gitmek.

Yasaklar üstüne yasaklar getiren AKP’liler ‘15 Temmuz bitmedi’ dese de, asıl bitmeyen 20 Temmuz gecesi getirilen yasaklar. Darbe girişimini bir kez daha lanetleyelim; ama yasakçı düzenlemeler ile demokrasiyi sönümlendirme iradesini tarihe gömmek için daha çok dayanışma gereksinimini de unutmayalım.

Parlamenter rejim, cumhurbaşkanlığı makamını da kuracak

“Cumhurbaşkanı, Devlet başkanı, devletin başı”, bir kişi için kullanılan üç unvan (md.104).

“Cumhurbaşkanı sıfatıyla,.. üzerime aldığım görevi tarafsızlıkla yerine getirmek için bütün gücümle çalışacağıma Büyük Türk Milleti ve tarih huzurunda, namusum ve şerefim üzerine andiçerim” (md.103) diyen kişi, Anayasa öngörmediği halde parti genel başkanlığını da üstlendi.

Cumhurbaşkanı (CB), söylemleri, eylemleri ve işlemleri, yansız ve kurumlar üstü olmalı. And maddesi oldukça kuşatıcı. Öte yandan, anayasal yetki ve görev yelpazesi de çok geniş. Parti genel başkanı sıfatıyla bu yetki ve görevleri tarafsızlıkla kullanma ve yerine getirme olanağı var mı?

Üç yıllık uygulama, düzenleme amacının tam tersine, demokratik siyaseti bastırma ve demokratik toplumu sönümlendirme yönünde oldu. Siyasal muhaliflerini karalamaya yönelik sistemli çaba ile yetinmeyen kişi, doğaya karşı “inatlaşma”da zirve yaptı.

2017’de, yürütme ile özdeşleşen Hükümet açıkça, adı korunmakla birlikte Cumhurbaşkanlığı makamı da örtülü olarak kaldırıldı. Bu süreç, özellikle belirtilen üç anayasal unvanla yetinmeyen kişinin parti genel başkanlığına gelmesiyle pekişti.

Özetle, Anayasa madde 103 anlamında ve anayasal hükümler bütünü bağlamında

  • Cumhurbaşkanlığı makamı dolu değil.

Bu nedenle, parlamenter rejim, kurum olarak sadece hükümeti değil, tarafsız ve siyasal kurumlar üstü Cumhurbaşkanlığı’nı da geri getirecek

GEÇİŞ DÖNEMİ

Anayasa değişikliğine kadar “geçiş dönemi”, parlamenter rejim ve Cumhurbaşkanlığı için de bir hazırlık dönemi olacak. Şöyle ki: en geç Haziran 2023’te CB seçilecek kişinin, parti genel başkanı olmayacağı için, yetkilerini “Cumhurbaşkanı andı” doğrultusunda kullanması daha kolay olacak. Geçişten sonra Başbakan ve Hükümete devredilecek yürütme yetkileri, Cumhuriyeti, tarafsızlıkla temsil etmesini zorlaştıran ve günlük politikalarla bitişiklik gösteren görevlerden arınmış olacak.

Böylece, 2017’de tersine çevrilen tarihsel evrim süreci, anayasal gelişme yörüngesine yeniden oturacak.

CB’nin parti başkanı olmaması, olağanlaşmanın ilk adımı olacak. Kuşkusuz geçiş süreci, ayrıca işlenmeli.

SÖYLEM / EYLEM / İŞLEM

“Demokratik Hukuk Devleti için güçlendirilmiş parlamenter sistem – Bağımsız ve Tarafsız Yargı” başlıklı CHP Raporu, birçok yönden özgün:

Dün/bugün/yarın’ yaklaşımıyla beş başlık altında yazılan bütünlüklü Raporun “Cumhuriyetin Temel Organları İçin Anayasal Öneriler” başlığı, haliyle ilk üç başlığın uzantısı olup,  kurumlar ve kurallara ilişkin öneriler demeti.

“İzlenmesi gereken yol haritası için ortak söylem / eylem ve işlem”, Rapor’un en özgün bölümü. Zira

, bu başlık, sadece yöntem sorununu değil, anayasanın toplum için önemini de vurgu yapmakta: bilgilenme hakkından kültürüne kadar Anayasa adı verilen temel normun neden ve nasıl bir toplum için ortak yaşam ve barış belgesi olduğu sorunsalı ele alınmakta.

Özetle; seçimlere büyük bir hızla ilerlerken, Türkiye ülkesi, toplumu ve Devleti için bir “beka sorunu” olarak Cumhuriyet kurumları / kuralları ve değerleri bir bütün olarak görme gereği sergilenmekte. Bu bakımdan Anayasa, hiç olmadığından daha ciddiyetle ve doğru bilgi temelinde ele alınıp tartışılması gereken bir ortak paydadır.

Cumhuriyet’in bu üçlü sacayağı ancak tarafsız ve hakem bir Cumhurbaşkanı makamı ile yeniden kurulabilir ve ilerletilebilir. Bu nedenle, ‘geçiş dönemi’ üzerine kafa yormakta yarar var.

1961 ANAYASASI

Tarafsız ve partiler üstü CB, 9 Temmuz 1961’de halkoyunca onaylanan Anayasa ürünü; “insan haklarına dayanan laik ve demokratik sosyal hukuk Devleti”nin gereği olarak. Bu çerçevede, başta Anayasa Mahkemesi gelmek üzere birçok ilkin temel normu olarak 1961 Anayasası, 60. Yılında Cumhuriyet’in kurumları / kuralları ve değerleri üçlüsünde kaldıraç işleviyle yeniden okunmalıdır.

“İlga/imha/inkar/iğfal/ihlal” beşlisini aşmak…

Temmuz 2016’da başlayan olumsuzluklar hız kesmeden sürüyor:

-On yıl süren ortak yönetimde iktidar kavgasının açığa çıkışı (17-25 Aralık 2013) ve darbe girişimi (16 Temmuz 2016).

– Anayasa değişikliği (16 Nisan 2017) ile Osmanlı-Cumhuriyet siyasal mirasının reddi.

-Parti başkanının Devleti temsil ve yürütme yetkilerini tek başına üstlenmesi (9 Temmuz 2018).

-Trakya anakarasını parçalama girişimi (26 Haziran 2021).

Aslında, ana halkalarına değinilen olumsuz işlemler ve eylemler dizisi çok uzun. Amaç, Türkiye ülkesi, ulusu ve devleti olarak içine sürüklendiğimiz süreci elden geldiğince doğru tanılamak.

  • Beş sözcük özetliyor: ilga/imha/inkâr/iğfal/ihlal.

İLGA (bir şeyin varlığını ortadan kaldırma):

  • 2017’de Anayasa değişikliği ile “Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti” ilga edildi.

Hükûmet ve parlamenter rejimle ilgili bütün anayasal kurallar kaldırıldı. Tek gerekçe: -gemi kaptanı benzetmesi ile- çift başlı yönetime son vermek. Oysa Avrupa demokrasileri, tek başlı (monist) yönetimden çift başlı (düalist) yönetime doğru evrimle kuruldu.

İMHA (yok etme): Kanal İstanbul, Trakya’da 134 milyon hektar tarım arazisini yok edecek; Trakya ve Marmara bölgesinin ekolojik dengesini bozacak. Çevresel kamu düzeni bozulacak; kentsel kamu düzeni ve başkaca olumsuzluklar saymakla bitmez. Daha genel olarak Covid-19 döneminde bile, tarihsel, kültürel ve doğal miras yağması hız kesmiyor.

İNKAR (yadsıma): Ne var ki, ilga ve imha süreçleri, inkâr söylemi ile yürütüldüğü için İĞFAL (aldatma) ile sonuçlanıyor. Nasıl? Sürekli İHLAL (çiğneme) ve bilgi kirliliği yaratılarak.

Bilgi kirliliği o denli yaygın ve süreklilik taşıyor ki, kendilerinin İLGA ettikleri anayasal kurum ve kavramlar sanki varmış gibi kullanılıyor:

– bakanlar kurulu, hükümet,
– kabine toplantısı, toplantıda alınan/alınacak kararlar vb.

Oysa bunlar vb. hiçbir kurum ve kavramın anayasal temeli yok.

İĞFAL (aldatma): Daha düşündürücü olanı, olmayan anayasal kavramlar kullanılarak, Anayasa değişikliği ile kaldırıldığı halde toplumda varmış algısı yaratılıyor. İşin tehlikeli yanı ise, “parti başkanlığı yoluyla Devleti temsil ve yürütmenin tek kişide toplanmasını sakıncalı bulan kimi siyasetçiler, basın-yayın mensupları ve öğretim üyeleri bile, bilgi kirliliği aracı olmakla, tarihsel mirası ilga edenler ile “toplumu iğfal” kervanına katılmakla, Atatürk’ün deyişiyle, “hem kendilerini hem de milleti iğfal etmiş” oluyorlar.

İHLAL (çiğneme): Anayasa ve yasa kurallarının ihlalini sürekli alışkanlık haline getirenler, esasen (AS: gerçekte) kendi deyimleri ile “paralel yönetimi” bizzat kurmuş bulunuyor. Nasıl? Anayasa hükümleri dışında bir fiili yönetim suretiyle.

Öyle ki, her yerde hazır ve her şeye nâzır görüntüsü veren kişi, sürekli konuşuyor; bakanlar gibi kendisinin atadığı zevat ise, amirlerinin sözlerini düzeltmekle meşgul. Her şeyi bilme iddiasındaki kişi, meselâ, “3600 ek gösterge tamam” diyor; yardımcısı ise, “bu iş bakanlığın” yanıtını veriyor. İlgili makamlar, yüz bini aşkın “öğretmen ihtiyacı” bildirimlerine karşın, kendisi, “ihtiyaç yok” diyebiliyor, üstelik ayak üstü.

“Kanal İstanbul’a 5 kuruş ödemedik” diyen aynı kişi, Anayasa’ya aykırı olarak acele kamulaştırma sonucu 5-6 milyar TL’yi kimin ödediğini açıklamıyor.

İHDAS (kurma): “ilga/imha/inkâr/iğfal/ihlâl” beşlisi failleri, pişkin oldukları kadar korkak. “Biz Osmanlı-Cumhuriyet anayasal ve siyasal mirasını; kurumları, kuralları ve değerleri ilga için reddettik” deme cesareti yerine, iktidarlarını iğfal, ihlal ve inkâr yoluyla sürdürmeye çalışıyorlar.

Dürüstlüğün yerini korkuya bıraktığı bir ortamda, yurtseverlere, yeniden kuruluş” için hiç olmadığından daha çok görev düşüyor:

  • Tarih ve ülkeyi kurtarmak, hukuku ve geleceği kurtarmak için.

Bu nedenle, siyasal partiler ve sivil toplum örgütleri arasında örülecek yeni dayanışma ve direnme halkaları, “ihdas” için yaşamsaldır. İhdasın yolu ise Anayasa’dan geçer.

  • CHP’nin öncü işlevi, tarihseldir.

Otopsiden direnmeye

 

authorİBRAHİM Ö. KABOĞLU
ibrahimkaboglu@yahoo.fr
BİRGÜN, 2021.06.17

Ülkenin bölünmez bütünlüğü ve Kanal İstanbul”, geçen yılın ilk yazı başlığı idi (2 Ocak).

Dünya çevre günü vesilesiyle yazdığım yazı başlığı şuydu: “İnsanlığın ortak mirası ve demokratik toplum” (4 Haziran).

Bu yıl, Haziranı, çevresel otopsi ile karşıladık: Marmara Denizi’ndeki Müsilaj Sorunu Hakkındaki Komisyon Toplantısı (TBMM, 9 Haziran).

MARMARA DENİZİ’NE OTOPSİ

Marmara Denizi’ni nasıl öldürdük? Musibetlerin gerisinde genellikle “dış güçler” parmağı aranır. Neyse ki, Marmara’nın katilleri, böyle bir kozdan yoksunlar.

Soruna, dün-bugün-yarın bakış açısıyla yaklaştığımızda, düne dair ölümün nedenlerini, “düzenleme-denetim-yaptırım” zincirinde araştırabiliriz.

Bu üçlü halkanın her birinde ciddi sorunlar bulunduğu biliniyor. Düzenleme aşamasında, Marmara Denizi kıyılarının nasıl yağmalandığı belli: tarım arazilerinin yok edilmesi, düzensiz aşırı yapılaşma ve sınai tesisler, Marmara Denizi’nin kirletilmesi için zaten yeterliydi. Etkili bir düzenleme yapılmayınca, denetim ve yaptırım aşamalarının işe yaramayacağı açık.

Marmara Bölgesi, Türkiye’nin “sanayileşme havzası” olarak nitelense de, gerçekte, Bölge’nin bir yağma ve/veya kaptı kaçtı ekonomisine dayandığı açık.

Marmara’da kesin olan şu: Geride kalmış olan düne dair yapabileceğimiz hiçbir şey yok. Otopsi, başarılı uzmanlarca yapılsa da, artık hiçbir zaman Marmara Denizi eskisi gibi olmayacak.

KANAL İSTANBUL VE MARMARA BÖLGESİ

Ama Kanal İstanbul için durum tamamen (AS: tümüyle) tersi:
Bugün, Kanal’ın ne denli büyük bir doğal ve kentsel çevre katliamı olacağını, ekolojik suç, ülkenin bölünmez bütünlüğü ilkesinin ihlali veya vatana ihanet olduğunu söylesek de, katliama giden her eylem, geriye dönülmesi olanaksız bir tahribat yaratır.

“Ülkenin bölünmez bütünlüğü ve Kanal İstanbul” yazısını şöyle noktalamıştım:

“Üç kişisel proje, 2010’lu yıllara damgasını vurdu: Anayasa, Külliye ve Kanal.

Başbakanlık için yapımına başlanılan Saray, CB seçilince kendi konutu oldu. FETÖ’cü darbe girişimi ardından Bahçeli’nin fitilini ateşlediği Anayasa, Erdoğan için kişisel proje oldu.

Kaçak Saray” ve “meşru olmayan Anayasa” gölgesinde “Kanal dayatması” ile 2020’ye giren Türkiye, “çılgın ülke” olarak çok zorlu bir ikilem karşısında: Saray-Anayasa-Kanal, monokratik yönetimi temellendirir; tersi ise, demokratik hukuk devleti yolunu açar…”.

Ne var ki bu yazıyı COVID-19 öncesi dönemde yazmıştım.

“İnsanlığın ortak mirası…” yazısı ise, şu cümlelerle sona eriyordu:

  • Covid-19, sadece büyük hastaneler inşasıyla üstesinden gelinecek bir sorun değil, koruyucu hekimlikten sağlıkta kamulaştırmaya, bölgesel ölçekteki çevre sözleşmelerine saygıdan İklim Sözleşmesi’nin gereklerine kadar geniş yelpazeyi kapsamına alan görev ve sorumluluklar bütünüdür. Özetle, çevre ve sağlık hakkı birlikteliği ötesinde bütüncü bakış açılarıyla oluşturulacak uzun erimli planlama politikalarının yaşamsal olduğu bir çağa giriyoruz.”.

COVID-19’un ilk aylarında yazılan bu yazının üzerinden geçen bir yıllık zaman diliminde, çevresel koşullarla bağlantılı bu salgın hastalığın neden olduğu kitlesel kıyımlara çok acı bir biçimde tanık olduk. Yerküreyi sarsan salgın felaketleri dizisine karşın, bir “inat” uğruna Kanal İstanbul ısrarı, “doğaya karşı ısrar sökmez” deyişi ile geçiştirilemez.

Kanal; İstanbul’u öldürür, Trakya’yı böler, hatta Anadolu ve Trakya’dan oluşan Türkiye ülkesinin bütünlüğünü ve kimliğini bozar.

Öyle ki, artık, “dün-bugün ve yarın” ayrımının hiçbir anlamı kalmaz.

Peki, bugün ne yapılabilir? Bu sorunun yanıtı açık: Direnme.

ÇEVRESEL ADALET VE DİRENME

  • Kanal İstanbul; ekoloji, kentbilim ve çevre hukuku kuralları bir yana bırakılarak,
    bir kişinin inadı ile dayatılan bir yıkım projesi.
  • Bunun karşısında tek ve son çare, direnme hakkını kullanmak.
  • Bunun doğrudan anayasal temeli var:

“Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir.” (Anayasa md.56)

Dayanağını, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nden alan “direnme hakkı”, jus cogens (bağlayıcı kural) niteliğinde.

Hak/hukuk/adalet” için uzun Haziran yürüyüşünü gerçekleştiren CHP, çevresel adalet için Kanal İstanbul’a karşı direnişi de örgütleyecektir.

Sivil ölümler/mafya/Ayasofya

author

Türkiye/Türkiye Cumhuriyeti/ Türkiye Cumhuriyeti Yurttaşı, son iki on yılda “kirletildi/ çeteleştirildi/ayrıştırıldı”.

Türkiye ülkesi, kirletildi, bozuldu, tahrip edildi; şimdi de- Kanal ile- bölünmek isteniyor…

Türkiye Devleti, saydam olmayan bir şekilde ve bilgi kirliliği eşliğinde Anayasa ve hukuk dışı yönetimle çeteleştirildi.
Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı; din-mezhep, etnik köken, ümmet-zillet söylemleri ile ayrıştırıldı.

“Parlamenter rejim bekleme odasına alındı”dan “Anayasa suçu işleniyor”a uzanan söylem, işlem ve eylemden sadece birkaç örnek:

“KAN BANYOSU”

“Hizmet hareketi” nitelemesi ile makbul kılınan cemaat-tarikat ortaklığı için -ayrışma sonrası-, “ne istediler de vermedik?” sitemi, hukuk dışı yönetimin açık bir itirafı idi (2014).

“Ey aydın müsveddeleri siz karanlıksınız, karanlık. Aydın falan değilsiniz. Sizler … cahilsiniz.“ Barış akademisyenlerini karalamaya yönelik bu sözlere destek: “Bu sözde aydınlara ve akademisyenlere şunu özellikle söylemek istiyorum:

  • OLUK OLUK KANLARINIZI AKITACAĞIZ VE AKAN KANLARINIZLA DUŞ ALACAĞIZ!!!” (2016).“SİVİL ÖLÜMLER”Ardından başlayan kitlesel soruşturmalar, gözaltılar ve tutuklamalar, “sivil ölümler”le sonuçlandı. 15 Temmuz başarısız darbe girişimi,- kontrollü nitelemesini haklı çıkaracak şekilde- fırsata çevrilerek “kitlesel kıyımlar” yapıldı. OHAL KHK yoluyla on binlerce “sivil ölüm” failleri üçgeni şöyle: Üniversiteler ve YÖK; Hükümet ve devamı; OHALİİK. (AS: anlamadık??)

    Eski müttefikler ile hesaplaşma adına dünya hukuk tarihinin en büyük toplu kıyım mimarlarının şimdiki hedefi: Türkiye Cumhuriyeti.

    MABET Mİ, MEYDAN OKUMA ARACI MI?

    “Ayasofya, müze olarak kalmalı” iken, yargı araçsallaştırılarak verilen bir karar (02.07.20) sonucu camiye çevrildi.

    •“Bizim inancımızda vakıf malı dokunulmazdır, dokunanı yakar; vakfedenin şartı vazgeçilmezdir, çiğneyen lanete uğrar” (24.7; Minbere elinde bir kılıçla çıkan DİB başkanı Ali Erbaş )

    •“1921 ve 24 anayasalarında devletin dini İslam’dı ve laiklik yoktu. Cumhuriyet fabrika ayarlarına dönsün.” (10.02.21; Baş imam Boynukalın).

    •“…bu mabed-i şeriften Ezan-ı Muhammediye ve namaz her şey yasak olarak müze haline çevrildi. Onlardan daha zalim ve kafir kim olabilir?” (İmam Demirkan, 29/5/21; CB ve TBMM başkanı huzurunda).

    •Cuma namazları çıkışı “tek kişi”nin avlu demeçleri, Ayasofya’nın, “dini siyasete alet etme” aracı olarak kullanım iradesinin teyidi.

    ANAYASA MİMARI VE DESTEKÇİSİ!

    2016’da kan banyosu iştahı ile 2017 Anayasa değişikliğini eylemli olarak destekleyen ve resmen korunan kişi, şimdi yurt dışından, o zaman desteklediği yönetime “siyaset-çete ilişkileri” bağlamında tehditler yağdırıyor.

    Resmi tepkiler de şu üçlüyü teyit ediyor: Hukuk dışı yönetim, siyaset-mafya ilişkisi, iktidar içi kavgalar.

Kısacası, “parti başkanlığı yoluyla Devlet yönetimi”, Türkiye Cumhuriyeti’nin beka sorununu bütün çıplaklığı ile ortaya koydu.

Ne rastlantı! 2010 Anayasa değişikliği mimarı, 3-4 yıl geçmeden AKP’ye “başkaldırıyor”.

2017 Anayasa değişikliği destekçisi, 3-4 yıl geçmeden AKP’ye “kafa sallıyor”.

“Hedef Türkiye” sözleriyle sorumluluktan sıyrılmaya çalışan yöneticiler, kendilerini Devlet ile özdeşliklerini unutturmaya çalışıyor.

CUMHURİYET NASIL YIKILIR?

“Kurumlar/kurallar ve değerler” üçlüsü ile tanımlanan Cumhuriyet’in Hükümeti lağvedildi; sıra, AYM’de. Hukuk Devleti kuralları, çeteler eşliğinde büyük ölçüde tasfiye edildi. Değerler, Ayasofya üzerinden silinmeye çalışılıyor.

Marmara Denizini kaplayan “müsilaj”(salya) gibi “yönetici-patron-para” üçgeni, Ülke’nin yaşam kaynaklarını yok ediyor. Resmen korunan çete salyaları karşısındaki yöneticiler ise, ümmete ve etnik aidiyete indirgemeye çalıştıkları yurttaşı, bilim ve hukuk dışı uygulamalar ile Covid-19 koşullarında yabancıdan para gelsin diye kobay olarak kullanıyor.

Deniz salyası yetmezmiş gibi nasıl ki, Kanal ile Marmara’ya ölümcül kazma vurulmak isteniyorsa, “sivil anayasa” söylemi ile Cumhuriyet de, kurumlarından, kurallarından ve değerlerinden arındırılmak isteniyorsa, bunlara karşı direnmek, yurttaşlara düşüyor:

  • Ey Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı,
  • Türkiye ülkesi ve Türkiye Cumhuriyeti için görev başına!