Etiket arşivi: COVID-19 salgın

“Kamu sağlığı” ve dezenformasyon

GÜNCEL30.06.2022, BİRGÜN

 

Ya resmi dezenformasyon?”, başlıklı ayın ilk yazısı (2 Haziran), basın ve sosyal medya torba yasa teklifinin olası sakıncaları üzerine idi. Öneri, 1-2 Haziran’da Dijital Mecralar Komisyonu’nda, izleyen haftalarda Adalet Komisyonu’nda görüşüldü. Geçen hafta Genel Kurul gündeminden, “uzlaşma (!)” adına çekildi.

Yasa tekniğine tümüyle yabancı olan torba öneri, içerik olarak ve kurumsal düzenlemeler bakımından, Anayasa’ya ve İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’ne çok yönlü aykırı; mahkemelerin konuyla ilgili kararlarına da.

Nisan ayında dayatılan 7393 Sayılı Seçim Kanunu Değişikliği, demokratik siyaset bakımından sorunlu idi; bu öneri de, özellikle demokratik toplum bakımından fazla sorunlu. Siyasal iktidarın seçim yoluyla el değiştirmesini engelleme amacı, her ikisinin ortak paydası. Nasıl?
***
Eğer toplumsal ve siyasal sorunlara ilişkin bilgilenme hakkını yurttaşlar özgürce kullanamaz ise, serbest kamuoyu oluşmaz; eğer seçim sürecinde yargı güvencesi zedelenirse, iktidarın seçim hilesi yapması kolaylaşır.

  • Seçim yasası ve gündemdeki sansür yasa önerisi,
    AKP-MHP iktidarını sürekli kılma ereğinde birleşiyor.

Sansür düzenlemesi, demokratik toplum (md.13), seçim düzenlemesi ise, demokratik yönetim (md.75 vd.) güvencelerini zedeleyici; haliyle her ikisinin, demokratik devlet (md.2) kuralının içini boşaltıcı etki yaratma riski hayli yüksek.

Ne var ki, çoğulcu toplum sönümlendirilerek demokratik devleti askıya alma sürecinde asıl örtbas edilmek istenen,

  • Resmi dezenformasyon yoluyla kamu sağlığını da tehlikeye düşürmek.

Covid-19 salgın dönemine yayılan resmi dezenformasyon, son aylarda ve özellikle Haziran boyunca zirve yaptı. Covid-19 önlemlerinin büyük bir aymazlıkla sonlandırılmış olması bir yana, vaka ve ölüm sayıları da kamuoyundan saklanır oldu. Yaşamsal bilgiler toplumdan gizlendiği gibi, DSÖ’ye bilgi iletimine de son verildi.

Saray ve güdümündeki Sağlık Bakanlığı, “genel sağlık” için güvence olmak bir yana,
tam tersine tehdit kaynağına dönüştü.

Öneri madde 29’a göre ise, tehdit kaynağı yurttaşlar; “sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimse” 3 yıla kadar hapisle cezalandırılır.
***
Anayasa’nın düşünce özgürlüğü ve hukuk devleti güvencelerine (md.2, 25 ve 26) açıkça aykırı olan bu madde, düşünce suçlarına yeni bir halka ekleyecek.

Ne var ki, asıl dezenformasyon, resmi makamlarca yaratılmakta olup, örneğin, Covid-19 pandemisini aşmaya yönelik etkili önlemler almak bir yana, “sağlıkla ilgili bilgilenme hakkı”nı bile engelleyen Sağlık Bakanlığı, ”genel sağlığı” tehlikeye düşürmeyi sürdürüyor: Dezenformasyon yoluyla önlemleri kaldırmak, halkı eksik bilgilendirmek, hiç bilgilendirmemek veya yanlış bilgilendirmek, kamu sağlığı üzerinde en büyük tehdit.

Eğer madde 29 yasalaşırsa, dezenformasyonla “kamu sağlığı”nı tehlikeye düşüren resmi makamlar değil, halka gerçek bilgi aktarma görevini yerine getiren hekimler, “Halk arasında endişe, korku veya panik yaratma” suçlaması ile karşılaşabilecek.
***
Özetle, kamu makamlarının hukuk dışı işlem ve eylemlerini sorumluluktan bağışık tutan AKP-MHP düzenlemelerine, kamu sağlığını tehdit eden eylemler ve işlemler halkası da eklenecek. Toplum sağlığını koruma ve geliştirme anayasal yükümlülüğü bir yana, devlet eliyle kamusal sağlığı tehdit, yaşam hakkı karşısındaki devletin yükümlülüğünü apaçık hale getiriyor ve ağırlaştırıyor. Bu nedenle, TBMM’de CHP-HDP ve İYİ Parti’nin öneriye karşı demokratik blok oluşturması yetmez, AKP-MHP’nin kamu sağlığına ilişkin sorumluluklarını da sergilemesi, tarihsel görevi.

Hukuk yoluyla demokrasi

authorİBRAHİM Ö. KABOĞLU
ibrahimkaboglu@yahoo.fr

“Paralel faaliyet: anayasasızlaştırma ve dinselleştireme” (7 Temmuz)

“Türkiye yönetiminde karmaşa” (14 Temmuz)

“Liyakat ilkesi ve hukuk geçerli kılınmadıkça” (21 Temmuz)

Adil yargılanma neden önemli?” (28 Temmuz).

İlk ikisi, öncesinde, darbe hazırlığından hiçbir biçimde haberdar olmayan bir gözlemci olarak Devlet yönetimindeki hukuk dışılıklar ve karmaşa resmediliyor.

Başarısız darbe girişiminden sonra ise, darbe nedenleri üzerinde duruluyor ve Türkiye’nin artık bu tür badirelerle asla karşılaşmaması için alınması gereken önlemler bağlamında hukuk yolu öneriliyor.

Ne var ki, 20 Temmuz gecesi ilan edilen olağanüstü hal (OHAL), yazdıklarım bakımından birbirine ters düşen iki sonuç doğurdu:

-Anayasasızlaşma derinleşti; yönetim, tamamen (AS: tümüyle) keyfileşti.

-Liyakat ve hukuk, yerini yandaşlığa ve partizanlığa bıraktı; adil yargılanma yerine, yargısız infazlar ivme kazandı ve kitleselleşti.

GİYOTİN (KHK) VE GAZ ODASI (OHALİİK)

OHAL KHK’ler, FETÖ’cüleri temizleme bahanesi ile, hukuk devleti ve insan hakları savunucularını hedef aldı. Onbinlerce kişi, KHK ek çizelgeleri ile görevlerinden ve bütün kamusal haklarından yoksun kılındı.

Anayasa değişikliği bu ortamda yapıldı (21 Ocak 2017).

Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu (OHALİİK), anayasal bir dayanağı bulunmadığı halde kuruldu (25 Ocak).

Anayasa halkoylaması oylaması da, OHAL ortam ve koşullarında yapıldı (16 Nisan 2017).

Anayasal OHAL, TBMM’ce üçer ay uzatmalarla iki yıl sürdü.

KHK sayısı 30’u, ek çizelgelerde adları yer alanların sayısı ise 100 bini geçti.

  • KHK, AKP için ‘giyotin’; OHALİİK ise, ‘gaz odası’ işlevi gördü.

“ANAYASAL-SİYASAL TARİHİN SONU”

OHAL KHK’lerin çoğu TBMM tarafından yasalaştırıldı (Nisan 2018).

Anayasa’da 3 Kasım 2019’da yapılması öngörülen seçimler, 24 Haziran’a alındı.

Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme (PBYDBY) yürürlüğe girdi (9 Temmuz 2017).

  • Yüzyıllar boyu oluşan Devlet yapısı, Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi (CBK)-1 ile darmadağın edildi.

27. dönemde ilk yasama faaliyeti, 7145 sayılı yasa ile OHAL’i 3 yıl daha uzatmak oldu.

Süreklilik kazandırılan OHAL dönemi gibi COVID-19 salgın olağan üstü hali de kötüye kullanıldı.

Monokrasi (PBYDBY), sosyal ve ekonomik alanlarda belirlenen Devlet görevlerini salgın hastalığının gerekli kıldığı önceliklere yöneltmekle yükümlü olduğu halde (Any., md.65), tam tersine, inat ve israf projelerine ivme kazandırdı. Dahası, fiili “kabine toplantıları”, PBYDBY’yi pekiştirme aracı olarak kullanıldı.

AKP-MHP çoğunluğu, infaz yasası ile mahpuslar arasında yaşam hakkı bakımından bile ayrımcılık yaptı. Nisan 2020-Temmuz 2021 arasında çıkardığı yasalar, sosyal devleti azami kılmak bir yana, asgari gereklerini bile karşılamaktan çok uzak.

AKP-MHP, OHAL ve OHALİİK Araştırma Önergelerini sürekli reddetti.

OHALİİK, Anayasa ve mahkeme kararlarına karşın binlerce dosyayı elinde tutarak, OHAL KHK’zedelerin mağduriyetlerinin derinleştirdi ve sürekli kıldı.

9 Temmuz 2018-14 Temmuz 2021 arası, toplam madde sayısı 2455 gerekçesiz 80 CBK; toplam 2039 maddeden oluşan 80 yasa çıkarıldı. Tek kişi ve 600 kişi arasındaki yarışma, daha çok Anayasa’ya aykırılıkta oldu.

Geç de olsa ve istemlerin çok azını karşılayıcı nitelikte olsa da, kısmen iptal kararları ile AYM, hukuka inanç adına umut verici

OHAL YÖNETİMİNDE 9 YIL

Bütçe ve Plan Komisyonundan geçen 7145 sayılı yasa ile öngörülen OHAL önlemlerinin 3 yıl daha sürdürülmesini de düzenleyen adsız torba yasa önerisi, yarın Genel Kurul’da görüşülecek. Eğer, bunlara ilişkin üç madde geri çekilmez ise, Türkiye, 2015-2024 dönemini OHAL ile geçirmiş olacak.

Neden 2015? Çünkü, 6638 sayılı iç güvenlik yasası, fiili OHAL öngörmekte idi. 2016’da anayasal OHAL, 2018’de yasal OHAL ilan edilmiş oldu. Şimdi ise, bunu 3 yıl daha uzatma amacı, genel ve yerel seçimlere OHAL ortam ve koşullarında gitmek.

Yasaklar üstüne yasaklar getiren AKP’liler ‘15 Temmuz bitmedi’ dese de, asıl bitmeyen 20 Temmuz gecesi getirilen yasaklar. Darbe girişimini bir kez daha lanetleyelim; ama yasakçı düzenlemeler ile demokrasiyi sönümlendirme iradesini tarihe gömmek için daha çok dayanışma gereksinimini de unutmayalım.