Etiket arşivi: Dr. Ahmet SALTIK – Mülkiyeliler Birliği Üyesi

PROF. DR. D. ALİ ERCAN : AÇIKLAMA

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

 

Değerli arkadaşlar,

Ben Siyasetçi değilim.
Hiçbir Partiyi tutmuyorum.
Doğa bilimci bir düşünür olarak, gördüğüm nesnel (ölçülebilir) gerçekleri paylaşıyorum,
o kadar…
Gerçeklerin birçok insanı rahatsız edeceğini de bilerek.

Türkiye’nin son 70 yıllık siyasal yaşamı (kısa ömürlü 1-2 istisna dışında) CHP’nin seçimlerde %20-30 bandında kaldığını gösteriyorsa, bu durum “Genel Başkanlardan ve Parti Programından bağımsız” bir gerçekliktir…

Beni derinden üzen, mutlaka partiler üstü, siyaset üstü tutulması gereken büyük Önderin,
Laik T.C. Devletinin Kurucusu Mustafa Kemal Atatürk‘ün, CHP aracılığı ile “zımnen” (AS: Örtük olarak) seçimlere sokulması ve her kezinde sandıklardan “yenik” çıkarılmasıdır. 😒

Bu nedenle, Mustafa Kemal‘in kurduğu Devletin temel ilkelerini simgeleyenAltı Ok simgesinin ve “CHP” adının kullanılmasına karşıyım. Keşke bu sorun 1946’da halledilse ve
“Altı Ok” TBMM simgesi olarak tarihe geçseydi…

CHP gibi “bütüncül mantıkla” yani, Üniter Ulus-Devlet içinde (imtiyazsız sınıfsız)
tüm toplumu kucaklamak iddiasıyla kurgulanmış bir Partinin, çok Partili Demokratik Sistemde kolay kolay tek başına iktidar olamayacağı öngörülebilmeliydi.

Nitekim CHP karşı-tezini kendi içinden çıkarmış, DP daha ilk serbest seçimde CHP’ni sandığa gömmüştü. (AS: 14 Mayıs 1950 seçimi)

Sevgilerimle. æ (01 Temmuz 2018)
==============================================
Dostlar,

Bilge İnsan Prof. Dr. D. Ali Ercan’a
Şükran Yazısı

Bu site yazarları, Sn. Prof. Dr. D. Ali Ercan’ı çok iyi tanırlar. Sitemize katkısı çoktur.
Kara Harp Okulunu bitirdikten ve yüzbaşı rütbesine dek geldikten sonra sivil – bilimsel yaşamı seçmiş ve Almanya’nın seçkin üniversitelerinde kendi seçimiyle temel bilim olarak “Fizik” okumuş, ardından Nükleer Fizik alanında uzmanlaşarak Doktora yapmış bir bilim insanıdır.

Yurda dönüşünde Kars Kafkas Üniversitesinde rektör yardımcılığı yapmış, Tıp Fakültesinde Biyofizik dersleri vermiş, Savunma Sanayisi Müsteşarlığı görevine atanmıştır.

Katıksız ama bilimsel akılcılığın süzgecinden imbiklenerek damıtılmış bir Kemalist / Atatürkçüdür. Biz 2004-2006 dönemi ADD Genel Başkan Yardımcılığı görevimizi, Jandarma Genel Komutanlığından emekli Org. Şener Eruygur Paşa’nın takımında (Harbiye’den sınıf arkadaşı) seçimleri kazanan kişi olarak kendisine devretmiştik. Sonraki yıllarda ADD Bilim Danışma Kurulunda birlikte çalışma olanağı bulmuş, birlikte raporlar hazırlamış, ortak konferans ve panellere katılma şansı elde etmiştik.

Sayın Ercan’ı bu süreçlerde daha da yakından tanıma ve “dostu” olma onuruna eriştik.sanırız

Yaşı 80’e yaklaşan ve kimi sağlık sorunları haliyle olan bu bilge kişiden çok ama çok yararlanmak gerek. Facebook sitesinde her gün özlü, kısa, düşündürücü, sorgulayan iletiler paylaşıyor. Sokratik yöntemi izliyor, soru sorarak düşündürtmeye ve çözümlerini insanların kendilerinin üretmesine çabalıyor.. En etkili, kalıcı iletişim – öğretim yöntemini yani..

  • Empozisyon, telkin, koşullandırma, baskı, korkutma… ilkelliği yok Ercan hocamızda.

Matematiği günlük yaşam sorunlarında ustalıkla kullanıyor.

Matematiksel Düşünme O’nun için vazgeçilmez bir yaşam biçimi.
Keşke bu konuda yalın bir rehber kitap yazsa..

Matematiksel DüşünmeSaygın Prof. Dr. Cemal Yıldırım denli başarılı olacağından kuşku yok..
*****
Ercan hoca bir siyaset bilimci değil kendi anlatımıyla da..

Biz, Tıbbiye’ye ek olarak Ankara Üniv. SBF – Mülkiye Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümünü de bitirdik. Ancak itiraf edelim ki, O’nun siyaset bilimi alanında sergilediği matematiksel modellemeleri kıskançlıkla izliyor ve çok şey öğreniyoruz. Üstelik Hacettepe Tıp’ta ilk yılda 2 yarıyıl Yüksek Matematik eğitimi almış ve zaman zaman matematiği güncel sorunları çözmede kullanan birisi olarak.. Bu bölümlerde mutlaka yüksek matematik dersleri konmalı.

Bir kez daha görüyoruz ki evrenin dili Matematik!

Bir kez daha anlıyoruz ki, Mustafa Kemal Paşa‘nın çok büyük isabetle vurguladığı üzere;

  • Yaşamda BİLİMSEL AKILCILIK DIŞINDA YOL GÖSTERİCİ YOK!

Okul öncesi eğitimden başlayarak, aile içinde de her-ke-se temel – hatta ileri matematik eğitimi verilmeli. Ancak temel koşul; yaşamın sorunlarını çözmede nasıl kullanılacağını somutlayarak.

Çin tam da bu yolu izliyor.. Bambaşka bir Matematik dünyası geliştirdiğini duyuyoruz.
Bu eğitim üzerinden insanların soyutlama yeteneği, hayal kurma yeteneği de ateşleniyor.

An geliyor, uzayda hatta yaşamda kimi sorunların çözümünde Matematik bitiyor!
Endüstri 4, Robotik çağ, yapay zeka, nano-teknoloji, kuantum teknolojisi bambaşka yeni ve ileri matematik teknikler ve modellemeler gerektiriyor.

Ancak unutulmasın ki, günümüz uygarlığını başlıca Matematiğe borçluyuz!

Geçtiğimiz hafta ABD’de dünyanın en hızlı bilgisayar işlemcisinin üretildiğini okuduk.
Sıkı durun; saniyede 200 trilyon işlem yapabiliyor bu mikro işlemci! Gerçekte artık “mikro” değil nano hatta piko işlemci demek gerekiyor.. Çeyrek yy öncesinin milyonda 1’ine dek küçültülmüş teknoloji. 2. Büyük Paylaşım Savaşı yıllarında ABD ordusunun gereksinimi için yapılan ilk bilgisayar ENIAC, koca bir salonu dolduruyordu ve günümüz cep telefonu bilgisayarlarının milyarda 1’i yeteneğinde bile değildi.. Ve “fukara” ENIAC, çalışırken çooook ısınmış ve yanmıştı! Günümüz akıllı cep telefonlarında piko teknoloji ile sığdırılan 8 işlemci yerine göre seri ya da paralel bağlantılı olarak 2 GHz dolayında muazzam bir hızla çalışıyor; “quad-core” akıllı telefonlar..

  • Artık nano-piko malzemede boşluk yok; atomlar birbirine değiyor!
  • Nicelik olarak sınıra dayanıldı, niteliksel sıçrama gerekiyor; quantum teknolojisi..

Peki Türkiye nelerle uğraşıyor??

İyi güzel de, bu dünyanın en hızlısı süper hızlı bilgisayar, kendisine programlanan / öğretilen matematik işlemleri yapacak. Dolayısıyla yeni çağın yepyeni sorunlarına ve uzaybilimlerine dönük araştırmalarda, genetikte, farmakolojide, kanser tanı ve sağaltımında… matematik yetmezliğine bağlı bir duraksama dönemine girilmek istenmiyorsa, yeni kuşak (post-modern!) matematik teknikler geliştirilmesi gerek..

Bilim Sanayi Teknoloji Bakanlığı, TÜBİTAK, TÜBA ve üniversiteler bu yaşamsal sorunsalın ne ölçüde ayırdında acaba?? Bizi bağışlayın, bu yazıda kullandığımız teknik terimlerin kaçından haberli ortalama üniversite bitirenimiz (mezunumuz) ??

Somutlayalım                              :

CHP’nin elinde ya da yararlanabileceği bir süper bilgisayar olsaydı;
uygun yazılım ile 24 Haziran 2018 kritik seçimlerinin farklı senaryolarla politik-matematik modellemesi (simülasyonu : benzeşimi) yapılabilse idi..
Bu opsiyonlara dayalı politika seçenekleri geliştirilebilseydi..

Tabii bir de mekanik ve dijital seçim hilelerini önlemenin yolu bulunabilseydi;
Türkiye 24 Haziran 2018 sonrası kaotik cehenneme sürüklenmemiş olabilir miydi??

O nedenle, 1 haftadır sitemiz webinde çığlık atıyoruz :

  • Türkiye bu “lanetli parantezi” de kıracak. Tarihin tekerleği asla geri döndürülemeyecek!
    Mart 2019’da yerel seçim var öne çekilmezse.
  • CHP bu süreçte öncü – motor olmak zorunda.. Hızla toparlanmalı ve silkinmeli, iç çekişmeleri bırakıp, içerideki Truva atlarını tasfiye ederek.. 
  • “6 Ok” un büyülü rotasına girin, orada toplanalım yeniden! Anlaşıldı mı, TAMAM mı!?
  • Her şey Türkiye için, insanımız için – insanlık için ve yolumuz AYDINLIK!

  • KURTULUŞ KATIKSIZ “6 OK” !

Çünkü “6 Ok” programı akla ve bilime dayalı, dinamik, kendini yenileyebilen ve kendini çoğaltabilen, sınanmış ve bir mucize yaratmış, dünyaya örnek olmuş, halen Çin’in örnek aldığı.. bir reçete Türkiye ve insanlık için..

Türkiye’nin bu muazzam hazinesini – gücünü yeniden keşfetmesi ve sarılması gerek.

Birilerini vurmak “kurtuluş” değil.. Hele kurtuluşun “birilerini vurmak” olmadığı biliniyorsa..

Son söz :

  • Mustafa Kemal Paşa‘ya,
  • Sonsuza dek payidar kalacağı kesin olan eşsiz yapıtı Türkiye Cumhuriyeti’ne ve
  • onun seçkin aydınlanma savaşçılarından Prof. Dr. D. Ali Ercan‘a selam olsun, aşk olsun!

Sevgi ve saygı ile. 01 Temmuz 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Sayıştay raporu Şehir Hastanelerinde büyük soygunu ortaya koydu

Sayıştay raporu Şehir Hastanelerinde büyük soygunu ortaya koydu

http://haber.sol.org.tr/emek-sermaye/sayistay-raporu-sehir-hastanelerinde-buyuk-soygunu-ortaya-koydu-240428 01.07.2018
Heyet başkanının görevden alınmasına yol açan Sayıştay raporu Şehir Hastaneleriyle nasıl bir ‘soygun mekanizması’nın çalışmaya başladığını çarpıcı biçimde ortaya koyuyor. soL raporun tamamına ulaştı. Yüklenici firmalar tüm kur riskini kamuya yansıtmakla kalmıyor, kur riskine konu olmayan yatırım tutarları için de devletten fark alabiliyor. En büyük gelir kalemini oluşturan ‘kira ödemeleri’nde sözleşme tadilatlarıyla her dönem bir önceki dönemin üzerinde döviz gelirinin garanti altına alındığı görülüyor.
soL, inceleme yapan heyet başkanının görevden alınmasına yol açan Sayıştay raporuna ulaştı. “Türkiye Kamu Hastaneleri Denetim Raporu”ndaki en çarpıcı bulgular Şehir Hastaneleri hakkında. Varlık ve yükümlülüklerin hatalı muhasebeleştirilmesi, ödemelere ilişkin detayları barındıran sözleşme eklerinin bulunmaması, heyete iletilen sözleşmelerle birebir hastanelerde uygulanan sözleşmeler arasında önemli farklılıklar olması, yüklenici firmalarla kamu idaresi arasındaki uyuşmazlıklarda hukuki işlemler için Londra’nın tarif edilmesi gibi bir dizi önemli bulgu içinde en kritik görünen “kira bedeli” ve “hizmet ödemeleri” hesaplamalarına ilişkin yapılan değişiklikler. Bugün bu başlıklardaki bulgulara yer vereceğiz.

ŞEHİR HASTANELERİNE İLİŞKİN BAŞLICA BULGULAR

  • Hizmete giren Şehir Hastanelerine ait varlık ve yükümlülüklerin kayıt edilmemesi, kira ödemelerinin hatalı muhasebeleştirilmesi.
  • Hizmete giren Şehir Hastanelerine ait sözleşmelerde atıf hataları ve mahiyeti belirsiz hükümlerin bulunması: Özellikle ödemelere ilişkin detayların yer aldığı ek maddelerin bulunmaması ya da heyete verilen sözleşme eklerinde yer almaması vurgulanıyor. Burada en önemli konu olarak “öğrenme dönemi” olarak adlandırılan ilk 6 ayda, yüklenici firma hatalarından kaynaklanacak olumsuzluklardan kamuyu korumak için getirilen maddelerin uygulanmamasına yönelik “revizyonlar”a atıf yapıldığı, ancak bunların mahiyetinin belirsiz olduğuna dikkat çekiliyor.
  • Şehir Hastanelerine ilişkin ihaleler bitip sözleşmeler imzalandıktan sonra sözleşmede, sözleşme eklerinde ve sözleşme bedelini oluşturan unsurlarda yapılan değişikliklerin yetkili makamlar tarafından yapıldığının ve usule uygunluğunun tespit edilememesi: İdare tarafından, denetim ekibine teslim edilen şehir hastanesi sözleşmeleri ile uygulamadaki sözleşmelerin birbirinden farklı olduğu, mahallinde yapılan denetimlerde tespit ediliyor.
  • Döviz kuru sepetindeki artışın Şehir Hastanelerine ilişkin kullanım bedeli hesabına yansıtılmasında belirsizlik olması: Kamu-özel işbirliği projelerine yönelik düzenlemeler ve ilk sözleşmelerde yer alandan farklı biçimde kur artışının tamamen ve tüm yatırım tutarı üzerinden kamu idaresine yüklendiği saptanıyor.
  • Sözleşmelerde idare aleyhine hüküm doğuracak şekilde değişiklikler yapılması: Hizmet ödemelerinde asgari ücret artışı, enflasyondan yüksekse sadece işçilik giderleri için değil, tüm hizmet bedeli için bu oranda artış yapılması, yüklenici firmanın yatırımdaki özkaynak tutarının da kur artışı düzeltmesine konu edilmesi gibi uygulamalara yönelik “tadilat” tesbit ediliyor.
  • Kamu idaresi ile yüklenici firma arasında uyuşmazlık durumunda tahkim yeri olarak Londra’nın belirlenmesi.
  • Şehir Hastaneleri sözleşmelerinin eklerinde yer alan hükümlerden, bu hastaneleri işleten şirketlerin, yine bu projeler nedeniyle finansman sağlayıcılarına ödemekle yükümlü oldukları anapara, faiz ve benzeri giderlerin, idare tarafından, yetkisi olmadığı halde, üstlenim taahhüdünde bulunulması ve bu işlemin mali tablolara yansıtılmaması.
  • Yüklenici firmanın sözleşme hükümlerini Iihlali veya sözleşmeyi haksız feshi halinde İdare’nin, sözleşmenin erken feshiyle maruz kalınan her türlü ceza ve masrafı şirkete tazminat olarak ödemesi ve mevzuat ile getirilen özkaynak kuralının manasız hale gelmesi.
  • Fiilen şantiye halindeki alanlar için yer ve bahçe bakım “hizmet ödemesi” yapılması

HER DÖNEMİN DÖVİZ BAZINDAKİ GELİRİ BİR ÖNCEKİ DÖNEMİN ÜZERİNDE OLMALI

Sayıştay raporunda açıkça saptandığı üzere Kamu İhale Kanunu ya da kamu-özel işbirliği projelerine ilişkin diğer düzenlemelerdeki döviz artışlarında kamu idaresiyle yüklenici firma arasında riski eşit paylaşma ilkesini ihlal eden ek düzenlemeler yapıldığı, kur riskinin tamamen kamu idaresine yıkıldığı saptanıyor. Özellikle son iki yıldaki kur artışı sırasında yüklenici firmaların bu konuda baskı uyguladığı biliniyordu. Sayıştay raporuyla hem kur artışının kamunun ilgili düzenlemelerinde öngörülenden daha fazla yansıtıldığı hem de sadece borçlanma tutarını kapsamadığı, yüklenici firmaların özkaynak tutarına da yansıtıldığı büyük bir açıklıkla saptanmış.

Kamu-özel işbirliği projelerinde yüklenici firmaların dövizle borçlanacağı esas alınarak dönemsel kira bedeli hesaplamasında iki kriterin karşılaştırılması esas alınıyor. Tüketici fiyatları artışıyla üretici fiyatları artışının ortalaması, kur artışının üzerindeyse artış enflasyon kadar oluyor. Eğer kur artışı daha yüksekse, enflasyon artışının üzerine bir düzeltme çarpanı ekleniyor. “Düzeltme çarpanı” dönemler arası farkı, kamuyla yüklenici firma arasında kur riskini bölüşmeyi hedefliyor. Sayıştay raporunda başlangıç sözleşmelerinde bu şekilde yer alan hesaplamaya sonradan “…her halükarda KBD/DKRD ≥ KB(D-1)/DKR(D-1) olmalıdır” ekinin yapıldığı saptanıyor. İlgili dönemdeki kira bedelinin, döviz kuru bazında hesaplanan değere oranının, bir önceki dönemdeki kira bedelinin döviz kuru değerine oranından yüksek olmasını ifade eden bu formülasyon, döviz bazında bir önceki dönemden hep daha yüksek gelirin garantilenmesi anlamına geliyor. Raporda bunun nasıl uygulanacağının belirsiz olması ve kamu idaresinin tüm kur riskini üstlenmenin de ötesine geçen bir yük üstlendiğine vurgu yapılıyor. Çok özetle yüklenici firmalar lehine, kur riskinin ötesine geçen bir hesaplama araya sıkıştırılmış, döviz bazında gelir artışı garantilenmiş oluyor.

KUR-ENFLASYON FARKI NE OLURSA OLSUN DEVLET ÜSTLENİYOR

Aynı zamanda daha önce yönetmeliklerle belirlenmiş, döviz kuruyla enflasyon arasındaki farkın 0,25 ya da daha küçük olması durumunda kur riskinin taraflar arasında paylaşılması, 0,25’i geçmesi durumunda 0,25’in üzerindeki kısmın kamu idaresi tarafından üstlenilmesi maddesi de açıkça ihlal ediliyor.

YÜKLENİCİNİN FİRMANIN ÖZKAYNAĞININ OLMAYAN KUR RİSKİNİ DE DEVLET ÖDÜYOR

“…her halükarda KBD/DKRD ≥ KB(D-1)/DKR(D-1) olmalıdır” ifadesi aynı zamanda döviz-enflasyon farkı hesaplamasının yani kur riskinin yüklenici firmaların kullandıkları krediler oranında uygulanması gerekirken yatırım tutarının tümü için uygulanmasına ilişkin bir muğlaklık da barındırması. Sözleşmelere göre yüklenici firmalar yatırım tutarının %80’ine kadar banka kredisi kullanabiliyor, %20’lik bölümü kendi özkaynaklarıyla karşılamak zorundalar. Bu bölüm de “kur riski” hesaplarına dahil edilmiş oluyor.

Hazine garantisiyle kullanılan kredilerin kur riskine kamunun ortak olması bile başlı başına tartışılması gereken bir konuyken tamamen kamu tarafından üstlenilmesini “sözleşme tadilatları”yla sağlamak özellikle son iki yılda, devreye alınan hastanelerde nasıl büyük bir soygun mekanizmasının işlediğine işaret ediyor.

AVRO KREDİ KULLANANLARA AYRICA ZENGİN OLUYOR

Raporda sözleşmelerin uzun dönemli olması gözetilerek dolar/avro paritesindeki avro lehine değişim dikkate alınmadan, döviz sepeti bazında kur artışı hesaplaması yapılırken borcu avro olan yüklenicilerin cebine ekstradan nasıl para girdiği değerlendirmesi yapılmamış.

Devletin hem finansmanı yapan bankaların hem de yüklenici firmaların tüm yükünü üstlendiği, hatta yüklenici firmanın ekstradan para kazanmasını sağladığı Sayıştay raporunda açıkça ortaya konuyor.

HİZMET ÖDEMELERİNDE KIYAK

Raporda bir diğer konu da “hizmet ödemeleri”nde yine bir sözleşme değişikliğiyle sağlanan fayda. Yüklenici firmalar, işçilik giderleri verdikleri hizmetlerin sadece bir bölümünü oluştururken asgari ücret artışı enflasyonun üstünde olursa tüm hizmet ödemelerinde bu artıştan yararlanabiliyorlar. Örneğin temizlik hizmetlerinde giderlerde temizlik malzemeleri vb unsurlar da yer alırken asgari ücret enflasyondan yüksekse tüm hizmet ödemesinin asgari ücret artışı oranında yapıldığı saptanıyor. Özellikle 2016 yılındaki yüzde 30’luk asgari ücret artışının hizmet ödemelerinde gider artışının çok üzerinde bir artışa yol açtığı vurgulanıyor.

AÇILAN HASTANELER İÇİN YOĞUN LOBİ FAALİYETİ

Sayıştay raporundaki saptamalar, esas sözleşmeyle uygulama sözleşmeleri arasındaki farklılıklar, usulsüzlükler, sözleşme tadilatları, özellikle son iki yılda yüklenici firmalar ve bankaların en tepeden başlayarak kamuya, Sağlık Bakanlığı’na ve Kamu Hastaneleri yönetimine uyguladığı baskıların sonuçları. Hastanelerin işletmeye alınması, “modelin başarısı”na ilişkin ısrar ve karmaşık sisteme duyulan güven toplam etkisi hesaplandığında yıllık bazda milyar liralar mertebesinde kamu zararına yol açmış durumda.

İLGİLİ HABER
=============================================
Dostlar,Bu konu belki de sizleri usandırdı, yordu..
Ama ŞEHİR HASTANELERİ üzerinden halkın ve ülkenin soyulması – TALANI sürüyor..
Bunu yapan ve yaptıranlar soygun – talan yorgunu gibi hiç durmuyorlar..
Tersine; tam gaz yola devam..
Ne buyurulur bu muazzam çıkar çatışması savaşına??

İktidar sahipleri, soygunu ortaya döken Anayasal kurum Sayıştay Başkanını, gözünü kırpmadan ve gecikmeden “altar” lara (sunaklara) kurban verdi..

İktidar sahipleri, soygunu ortaya döken Anayasal kurum Sayıştay Başkanını, gözünü kırpmadan ve gecikmeden “altar” lara (sunaklara) kurban verdi..

“Holokost” un gerçek kurbanları ise tüm Türkiye emekçileri..

Cellatlarımız yerli ve yabancı sermaye + iktidar ortaklığı!

Uyan eyyyy halkım uyan derin hatta ölümcül gaflet uykusundan..

Sevgi ve saygı ile. 01 Temmuz 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

CHP milletvekili Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu : ‘Bu sistem yürümez’

CHP milletvekili Prof. Kaboğlu :
‘Bu sistem yürümez’

(AS: Bizim kısa katkımız yazının altındadır..)
CHP milletvekili Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu, anayasa öğreticiliğinden, anayasa pratiği için Meclis’e gidiyor. Kaboğlu, “İktidar ve Cumhur İttifakı, yeni anayasa metninin sürdürülemez olduğunu uygulamada göreceklerdir. Türkiye’nin geleceği demokrasi ve hukuk devletinde” diyor. (Cumhuriyet internet, 30.6.18)

[Haber görseli]

CHP İstanbul Milletvekili Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu , anayasa öğreticiliğinden, anayasa pratiği için Meclis’e gidiyor. ‘Demokrasi adına umarım bir katkım olur’ diyecek kadar mütevazı. Seçimleri değerlendirmek üzere Kadıköy’deki Anayasa Derneği’nde bir araya geliyoruz. Hocayı, seçim çalışmaları sırasında ayrı kaldığı yazınsal işlerini tamamlamaya çalışırken buluyoruz. Söyleşimiz sırasında, Ankara’dan gelen telefonla Meclis’teki odasının yerini öğreniyor. OHAL ve anayasa değişikliği üzerine, KHK ile Marmara Üniversitesi’ndeki görevinden uzaklaştırılmasının ardından pek çok görüşme yapmıştık. Hukuka olan inancına, uslübunun inceliğine bir kez daha hayran kalıyoruz. Öte yandan OHAL Komisyonu başvurusu aylardır sonuçlanmadı. Pasaportu bile hâlâ yok. Oturum başkanı ve konuşmacısı olduğu, Seul’de, iki hafta önce yapılan Anayasacılar Dünya Kongresi’ne katılamadı… Kaboğlu, önümüzdeki dönemi, “Anayasanın uygulamaya konulması, anayasaya saygı gösterilmesi, Türkiye’de başlı başına bir iyileştirme yaratır. Çünkü şu anda Anayasa askıdadır” diye değerlendiriyor.

Seçim bitti şimdi ne olacak?

Anayasaya göre yasama yetkisi devredilemez. Her şeye rağmen yasama organı kendi yetkilerini kullanmalı, kullanabilir. Bunun için mücadele vermeli. Anayasayı değiştirirken “biz Meclis’i güçlü kılmak için bunu yaptık” dediler. Seçim kampanyasında da “Güçlü Meclis” dediler. Şimdi bütün bunları hatırlatma zamanı. Tutarlıysanız, siz yürütme görevinizi yapın biz de yasama görevimizi yapalım deme zamanı. Sadece muhalefetin gücü yetmez. İktidar milletvekilleri de en azından bir kısmı buna inanmalılar. Yoksa iki liderin ikişer dudağının arasından çıkan söze sıkışırlarsa, onlara da liderleri Erdoğan’ın seçim söylemlerini anımsatmak gerekiyor.

Seçimin hemen ardından CHP’de yaşanan tartışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ortaya çıkan tartışma bir kısır döngü çünkü seçim döneminde en tutarlı parti CHP oldu. Hedef parlamenter rejime dönmek olduğuna göre, Cumhurbaşkanı tarafsız olmalıdır, parti başkanı olmamalıdır. Parti başkanı, başbakanlığa adaydır. Cumhurbaşkanı da günlük politikanın üstünde, bütün ülkenin Cumhurbaşkanı’dır. Muharrem İnce, partinin başına geçsin gibi söylemler, CHP’nin parlamenter rejim hedefinden vazgeçmesi anlamına gelir. Bu hedeften bu kadar çabuk vazgeçilmemeli. İktidar ve Cumhur İttifakı, bu yeni anayasa metninin sürdürülemez olduğunu, uygulamada göreceklerdir.

Neden sürdürülemez?

Erken seçim, bunun bir göstergesi. Kasım 2019’da yapılacak seçimlerin erkene alınmasının hiçbir nedeni yok. Anayasacı olarak ben bunun yanıtını bulamadım. Bizzat yaptığınız anayasa metnini ihlal ediyorsunuz ve kamuoyuna niçin ihlal ettiğinizi açıklamıyorsunuz. Bu ihlalde Bahçeli daha makuldu. Seçim için 26 Ağustos’u dillendirdi. Ben YSK üyesi olsaydım, ‘bize iki ay daha tanıyın’ önerisi getirirdim. ‘Bu görevi Anayasaya uygun olarak yerine getirebilmemiz için süre lazım’ demelilerdi. Belki dediler, belki de demeye cesaret edemediler bilemiyoruz. Milyonlarca öğrenci üniversite sınavına girecekti. Aileleriyle birlikte 10 milyonluk nüfusu ilgilendiren bir konuda, iki kişi, arabanın frenini öne çeker, arkaya alır gibi karar alıyorsunuz. Bunlar sıradan şeyler değil. Bir de serbest seçimin en önemli unsuru propaganda yapılamadı.

Cumhurbaşkanı yapabildi ama…

Bir taraf zaten hep propaganda yapıyor. Televizyon onun tekelinde. Ekranlar bir anda kesiliyor. Bu durum adeta bir tür fizik kanunlarına dönüşmüş bulunuyor.

8 yılda 7 seçim halkın iradesiyle dalga geçmektir

Erken seçim kararını nasıl yorumluyorsunuz?

OHAL döneminde Anayasa değişikliği yapıyorsunuz. Anayasa’yı Anayasa dışı yolla değiştiriyorsunuz. Halkoylamasını OHAL sayesinde kazandığınızı da itiraf ediyorsunuz. Bu yetmezmiş gibi kendi yaptığınız Anayasa’da öngördüğünüz süreye sadık kalmıyorsunuz. Seçimleri öne alırken OHAL’i kaldırmıyorsunuz ama kampanya ortasında oy almak için “OHAL’i kaldıracağım” diyorsunuz. Bütün bunları iktidarınızı muhafaza etmek için kullanıyorsunuz. Buna da serbest seçim diyorsunuz. 16 Nisan referandumunu hatırlayalım. Seçimler 3 Kasım 2019’da yapılacaktı. Altı ay içinde uyum kanunları çıkarılacaktı. Parlamento seçimleri ile Cumhurbaşkanlığı seçimleri, Meclis öne alırsa bir arada yapılacaktı. Uyum kanunlarının bir yıldır yapılmamış olması, ihmal yoluyla Anayasa’ya aykırılıktır. Meclis’e ait olan erken seçim kararını iki kişi aldı. Meclis altı gün sonunda bunu onayladı. Ama gerekçe açıklanmıyor. Cumhurbaşkanı, seçim konuşulunca, ‘sandığa gitmek lazım’ diyor. Bunun inandırıcılığı yok; çünkü Türkiye seçimden hiç çıkmadı ki. Sandık müptelası olduk. Çoğu kişi, 2010’lu yıllarda yapılan seçimleri sayamaz. 8 yılda 7 seçim. Bu sandığın kötüye kullanılması demektir. İnsanları sürekli sandığa götürüyorsunuz, seçimin ve referandumun ciddiyetini, demokratik işlevini ortadan kaldırıyorsunuz. Halkın iradesiyle adeta dalga geçiyorsunuz.

Seçim gününün bir fotoğrafını çeker misiniz?

Türkiye tarihinde ilk kez çifte seçim yaptı. Çağdaş demokrasiyi anayasasına koymuş bir devlette, Cumhurbaşkanı ve parlamento seçimlerinin aynı gün, aynı sandıkta ve zarfta yapıldığına ben ilk kez tanık oldum. Sayım görevlilerinin yoğunluğunu, kadınların, gençlerin, yaşlıların, oy çuvallarıyla gece yarısı üst üste kuyrukta bekleyişlerini gördüm. Seçim hilelerinin dillendirilmesi de cabası. Bir örnek: 298 sayılı yasada yapılan değişiklikle, sandık kurulu başkanlarının kamu görevlisi olması öngörüldü; ama İstanbul 1. Bölgede bile çok sayıda doğru doldurulmayan seçim sonuç tutanaklarına tanık oldum. 140 yıldır seçim yapan bir ülkede bunlara tanık olunması hoş değildi. 24 Haziran gecesinden bu yana CHP merkez alınarak, Millet İttifakı artı HDP, iktidarın hedef tahtası haline geldi. Musalla taşı olarak gördüler.

Neden?

İktidarı, tek başına kaybetme olgusunun bastırılması mı diye sorabiliriz. En başta CHP’nin, Millet İttifakı’nın, muhalefet bloku olarak HDP’nin bu oyuna gelmemesi gerekir. Seçimler nasıl sonuçlandı, kim kimden oy aldı. Bunlara girmiyorum. Anayasa madde 67’nin ve AİHS 1 No’lu ek prokol madde 3’ün gerekleri yerine getirilmiş olsaydı bu konulara girerdik. Büyük okumayı, 2010’dan beri, en azından 1 Haziran 2015’ten beri yapmak lazım. Yapmazsak ormanı göremeyiz.

Muhalefetin her türlü zorluğa rağmen dayanışma içinde olması mı rahatsız ediyor?

Doğruları söyleme görevimiz, her zamankinden daha acil. CHP hakkında saatlerce konuşanlar, o devasa afişlerin, bütün ülkeyi saran posterlerin, kimin parasından harcandığını sorgulamıyor. Milli Eğitim bütçesinin acaba ne kadarını siz bu posterlere harcadınız? Biri oltayla balık tutmaya çalışıyor, diğeri ise dinamit atıyor dereyi, gölü berbat ediyor. Kampanya sırasında, Külliye görevlileri, tepeden emirle TV ekranlarından, yeni düzenlemenin bir devrim olduğu şeklinde kirli bilgileri saatler süren tek yanlı konuşmalarla halka şırınga etmeye çalışıyor. Anayasal ve siyasal kamuoyu oluşumuna katkıda bulunmak amacıyla sunulan doğru bilgi ise ekranlara ancak dakikalar ile sınırlı yansıyabiliyor. Bütün bunlara karşılık muhalefete sürekli saldırı pişkinliği eksik edilmiyor.

[Haber görseli]

Ormana baktığımızda ne göreceğiz?

Öncelikle şu sözcüğü hatırlayalım. İstikşafi. Ahmet Davutoğlu, “CHP ile koalisyon görüşmesi yapmadık, istikşafi görüşme yaptık” dedi. Yani CHP’yi aldattık dedi. Süreç devam ederken, Cumhurbaşkanı, Kılıçdaroğlu için “Külliye’nin yolunu bilmiyor ki görev vereyim” dedi. Bunu dediğinizde anayasa dışı bir yol izliyorsunuz demektir. 17/25 Aralık döneminde, “ne istediler de vermedik” demesi gibi tarihi bir cümleydi. 1 Kasım 2015 erken seçim kararı, Cumhurbaşkanı’nın Davutoğlu’nu kullanarak yaptığı bir operasyondu. 1 Kasım seçimlerine, Anayasal darbe yapılarak gidildi. Suruç, Ankara, Sultanahmet, Beşiktaş, İstiklal Caddesi patlamalarını da unutmayalım. Tarihimizde böylesi beş ayı bir kez daha yaşamadık. 15 Temmuz darbe girişimine girmeyeyim ama 15 Temmuz’a, anayasa yüzünden değil anayasanın amir hükümlerinin ihlal edilmesi sonucu geldiğimizi, esasen darbecilerin hükümetin 10 yıl boyunca görünür ama yasal olmayan ortağı olduğunu da hiç unutmamamız lazım. Dolayısıyla seçimi kazanabilirsiniz ama hangi ortam ve koşullarda kazandığınıza, OHAL’in nasıl kullanıldığına bakmak lazım. Bir lider, devletin bütün imkânlarını kulanıyor, öbür lider ise mazgal deliğinden, hapishaneden mesajlar vermeye çalışıyor. O bile çok görülüyor. Acaba bu bir sanal dünya mı diye düşünüyorsunuz.

‘15 yıl önce evlerde fırın yoktu’ demek de sanal dünyanın bir göstergesi mi?

Toplumu aptal yerine koymak. Toplumu zaten ikide bir sandık başına götürmek değersizleştirmektir. Sandığı ciddiye almayan yönetim demokratik yönetim olarak görülemez.

Erdoğan, seçileceğine inandığı için mi sürekli sandığa gidiyor?

Şunu sormak lazım : Bahçeli’yi Ecevit hükümetinden kaçtı diye suçlayan siz değil miydiniz? Şimdi sizi Bahçeli mi kaçırdı? Çoğunluğa sahip olduğunuz halde ülkeyi yönetemediğiniz için mi kaçtınız? Yoksa ‘ben hemen yıldırım seçim yaparsam ancak seçim kazanırım diye mi? Birincisi doğruysa, kaçtıysan, şimdi nasıl yöneteceksin? ‘Ben kazanacağım’ diye yaptıysan, muhalefeti bastırmak için yaptın demek oluyor. Bu da anayasanın ilgili maddelerine aykırı. Seçim anayasal açıdan ciddi meşruluk sorunu içeriyor demektir.

Umudumuzu yitirmeyelim

Türkiye’nin önümüzdeki dönemini nasıl değerlendiriyorsunuz?

İki yıllık bunalımı anımsayalım. Aileler yıkıldı, ocaklar söndürüldü. Türkiye, anayasal düzen dışında tutuldu. Suç ve cezanın şahsiliği ilkesi ortadan kaldırıldı. Suç ve ceza tanımı değişti. Adil yargılanma hakkı yok edildi… Toplum, hamur gibi yoğrularak, yeniden dizayn edilmek istendi. Dolayısıyla toplumda direnme ve dayanma gücü bırakmadılar. OHAL komisyonuna başvuran 130 bin kişi içerisinde belki 30 bin, belki de 100 bin kişi suçludur ama bilmiyoruz. Hukuki hiçbir işlem yapılmadı. Haklarında bir karar verilmeyen onlarca insanın hayatı, bir daha geri gelmeyecek zamanları çalınmış oldu. Genç meslektaşlarımız, ülkemize hapsedildiler. Dünya çapında yaptırım uygulandı. Bu peki insanlığa karşı suç değil mi? Bu süreçte, 5 yaşındaki, 15 yaşındaki çocuğun yaşadığı travma silinebilir mi? Bu dönem hukuk dışı bir dönemdir ve başka dönemlerle kıyaslamak suretiyle bunu hafife indirmemekte yarar var. Bana göre askerin anayasayı askıya alması daha dürüstçedir. Siz “Türkiye hukuk devletidir. Yargı bağımsızdır” deyip deyip, yargıyı askıya alıyorsunuz. Çok daha tehlikelidir. Şimdi, anayasanın uygulamaya konulması, anayasaya saygı gösterilmesi, Türkiye’de başlı başına bir iyileştirme yaratır. Çünkü şu anda anayasa askıda.

Meclis’e gidince ilk ne yapacaksınız?

Ben bugüne kadar anayasa kuramcısıydım. Şimdi anayasa öğrencisi konumuna, yaklaşık 50 yıl sonra dönmüş olacağım. Gerçi mahkemede (insan hakları raporu davası ve barış bildirisi davası) de pratik çalışmalar yaptırdılar. Ben hukukun gücüne, etkinliğine hep inandım. YSK’ye yapılan itiraz sonucu adaylığımı engelleyememeleri de umudun bu topraklarda hala var olduğunu gösterdi. Sonuna kadar vurmaya çalıştılar. Ben tabii en kötü anımda bile yaptığım gibi hukuku hiçbir zaman arka plana atmayacağım. Karşımdaki ne kadar hukuka inançsız olursa, hukuk dışı kavramlar kullanırsa kullansın. Onların da hukuka ihtiyaçları olduğunu hep anlatmaya çalışacağım.

Bu sistemde parlamenter olmak hâlâ önemli mi?

Önemli. Ben parlamentoyu işlevli kılmak amacıyla parlamenter olma yoluna koyuldum. Çünkü parlamentoyu işlevli kılmak gerekir. Anayasamıza göre yasama, ana organ. Tarihsel kazanımlarımız parlamentonun üstünlüğüne dayanıyor, Osmanlı’dan beri.. Başka devletlerde olmayan çok önemli bir Meclis deneyimimiz var. Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran birinci ve ikinci Meclis. Bu parlamentoyu eski saygınlığına kavuşturmak gerekiyor. 1970’de Ankara Hukuk Fakültesi’ne kayıt olduktan 48 yıl sonra Meclis’e gidiyorum. Orası benim ikinci hukuk öğrenciliğim olacak. Hukuk fakültesinde öğrendiğim, hukuku uygulatmak için orada olacağım. Tabii 1970’lerdeki hukuku öğrenme heyecanım bu kez yok.

Muhalefet olarak Meclis’teki önceliğiniz ne olacak?

Yapmamız gereken, iktidar partisi vekillerine sürekli yeminlerini hatırlatmak, Meclis’in anayasa güvencesi mekânı olduğunu sürekli işleyebilmek. Türkiye’nin 16 Nisan’da oyladığı anayasa değişikliğiyle Cumhuriyet’in 100. yılına ilerleyemeyeceği bir gerçek olarak karşımızda duruyor. Geniş mutabakatla kabul edilecek bir demokratik anayasa gereği var. Ben eminim ki OHAL kalktıktan sonra, gerek AKP, gerek MHP içerisinde, anayasal denge ve denetim düzeneğini öngören, görev, yetki ve sorumluluk üçlüsünü yansıtan bir anayasal düzenlemeye dönülmesi gerektiğine inanan birçok Meclis üyesi olacaktır. Önemli olan onlara bunu anlatabilmek ve diyalog yollarını asla kapatmamak.

Muhalif kamuoyuna uyarılarınız var mı?

CHP, ‘demokratik olmayan Anayasa dışı tabloya evet diyorum, gemisini kurtaran kaptandır’ diyebilirdi. Ama iktidarın planlarını bozarak, demokrasi yolunu tercih etti. Meclis’te AKP’nin azınlığa düşmüş olmasını, AKP’nin ittifak yaptığı MHP sayesinde Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olmasını göz ardı ederek, CHP’ye saldırmak emeklerin heba olması demek. Emek, nitelik, dayanışma içerisinde, Türkiye’nin geleceğinin demokraside ve hukuk devletinde olduğu idealimizi, hiçbir zaman gözardı etmeden çalışmalıyız. Onların bizi çekmeye çalıştıkları bilgi kirliliği alanına uzak kalmamız gerekiyor.

Bitti bitiyor derken parlamenter sistem tarih oldu? Neler hissediyorsunuz?

Çoğunluğu biz alacağız diye bekliyordum. Daha fazlasını hak ediyoruz. Kaybetmek üzdü ama beni daha çok üzen bu kaybetmenin olağan bir kaybetme süreci olmayışı. Zorla, dayatılarak anayasal düzeninin ortadan kaldırıldığı gelişmeler bağlamında hükümet tarihe karıştı. Osmanlı’nın tarihine dalmayalım ama kendilerinin göklere çıkardığı 2.Abdülhamit’ten bu yana oluşmuş olan anayasal ve siyasal hafızanın üstüne çarpı işareti konulduğu için üzgünüm. Türkiye’yi seviyoruz. Tarihsel, kültürel ve doğal mirasımız bütünüyle seviyoruz. Bu toprağın çocuğu olarak, bir Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı olarak üzüldüm haliyle. Ömrünü bu konunun uzmanlığına vermiş biri olarak çifte üzüntüm çok daha arttı. 1876’dan bu yana 140 yıl süreyle oluşan anayasal düzenin, Türkiye Cumhuriyeti’nin özgeçmişini sildiler. Türkiye’nin çehresi değişecek ama yine de umudumuzu yitirmeyelim.

Son olarak seçim gecesi İsmail Küçükkaya size WhatsApp’tan yazsaydı ne derdiniz?

Bu hüznün tarifi yok derdim.
==================================
Kaboğlu hoca OHAL KHK’sı ile Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesinden atılmıştı..
Emeklilik hakkı da alınmıştı.
Pasaportuna el konarak yurt dışında çalışarak geçimini sağlaması da engellenmişti.
Avukatlık da yapamıyordu..
*****
Bunca “yaptırım”, “orantısız ve ölçüsüz ağır ceza” 65 yaşında bir insana verilebilir mi?

Üstelik hiçbir yargılama olmadan..
Üstelik idari ya da yargısal itiraz olanağı olmadan..

İşte AKP = RTE’nin FETÖ bahanesiyle OHAL hukuku (!) budur..

Umar ve dileriz ki Anayasa Hukuku üstadı, bilgeleşmiş hukukçu Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu TBMM’de yararlı olur.. Onu dinlerler belki.. Ak saçlı bilge kafasına hürmet ederler??

AKP=RTE’den umut kesilir mi hiç!?

CHP doğru bir iş yaptı Sayın Kaboğlu’nu TBMM’ye taşıyarak..

Sevgi ve saygı ile. 01 Temmuz 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

Tayyip Erdoğan’la açık sözlülükle

Tayyip Erdoğan’la açık sözlülükle

Ataol Behramoğlu
Cumhuriyet, 30 Haziran 2018

 

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Sizinle hiç karşılaşmadık. Belediye başkanlığınız sırasında bu olabilirdi.
Siz İstanbul Belediye Başkanı olduğunuzda ben de Türkiye Yazarlar Sendikası başkanlığına seçilmiştim. Yoksul sendikamızın, Kabataş Setüstü’ndeki lokalinin sahibi CHP Büyükşehir Belediyesi’ne bir hayli borcu birikmişti. 
Arkadaşlar gidip yeni başkanla görüşelim dediler. Gitmem dedim. 
Böylece bu ziyaret gerçekleşmedi. Gerekçelerimi birkaç kez yazdığım için tekrarlamayacağım. 
Sonra belediye başkanlığından alındığınızda, İstanbul Üniversitesi’ndeki işime giderken tam da Şehzadebaşı Camisi’nin önünde, sizin belediye sarayı önündeki topluluğa veda konuşmanıza tanık oldum. Durup bir süre dinledim. 
Sonradan bu sütundaki yazılarımdan birinde dile getirdiğim gibi, bu konuşma “görevden alınan bir belediye başkanının veda konuşması değil, kışkırtıcı bir meydan okumaydı.” 
Olaylar bu izlenimimi de fazlasıyla doğrulamıştır.
Avukatlarınız hakkımda iki kez hakaret davası açtılar. 
İlkinin gerekçesi, bir TV programında, -o sırada sanırım başbakandınız- başkanı olduğunuz partinin seçim yoluyla iktidarı bırakmayacağını söylemiş olmamdı. 
Zaten saçma bir davaydı. İlk duruşmada beraatla sonuçlandı. 
İkincisi, daha yakın zamanda, Ortaçağdan Sesleniş” başlıklı bir yazımda şehit ailelerine hitaben yaptığınız konuşmaya yönelttiğim eleştiriye ilişkindi. 
Onların ölmüş sayılmayacağını, şehitliğin hiç de üzülecek bir şey olmadığını söylüyordunuz. 
Yazıda özetle, bunların bir din görevlisi tarafından teselli amaçlı söylenebileceğini, fakat bir devlet başkanının görevinin böyle şeyler söylemek değil insanların can güvenliğini sağlamak olduğunu belirtmiştim. 
Avukatlarınız hakaret saymışlar. Neyse ki yargıç böyle düşünmedi ve bu dava da ilk celsede aklanmayla sonuçlandı. 
Yazılarımda size yönelik pek çok eleştiri vardır. Fakat ne size ne ailenize hakaret etmek aklımdan geçmez. Kişiliğimle, aldığım terbiyeyle de bağdaşmaz. 
Buna karşılık sosyal medya, seçim gecesinde Halk TV’deki birkaç sözümle ilgili olarak, taraftarlarınızın bana ve yakınlarıma yönelik ağza alınamayacak hakaretleriyle dolup taşıyor. 
Şahsen ben, bu nitelikte kişiler tarafından ve onların hiçbir değer ve ahlâk kırıntısı taşımayan sözleri yoluyla, herhangi bir konuda savunulmayı istemem.
Şimdi son olarak, RTÜK’ün bu yayın nedeniyle bu TV kanalına para cezası vermiş olduğunu öğrendim. 
Kanaldaki sözlerim, resmi sonuçlar henüz açıklanmadan zaferinizi ilan etmenizle ilgiliydi. 
Kuşkusuz o anların gerginliğinin ve heyecanının da etkisini taşıyan bir tonda, bu erken konuşmanın seçimle gelmiş bir devlet adamı tarafından değil, ancak bir çete reisi, bir darbecitarafından yapılabileceğini söyledim. 
O anda siz cumhurbaşkanı değil adaydınız ve erken bir zafer ilan etmeye -demokrasi ölçüleri içinde- hakkınız yoktu. Bence yasaya aykırı, ya da kendi yasasını kendi yapan biri tarafından yapılabilecek bir konuşmaydı. Amacım hakaret değil, dile belki sert getirilmiş bir tespittir. 
Bu sözlerim hiçbir uygar ülkede, suçlama, ceza konusu olamaz. 
Sonuçta, büyük sayılamayacak bir oy farkıyla da olsa, cumhurbaşkanı, ya da “yeni sistem”in başkanı seçildiğiniz resmen ilan edildi. Buna sevinen milyonlar ve üzülen milyonlar var. 
Ben üzülenlerdenim. 
Çünkü bütün yetkilerin tek elde toplanmasının diktatörlük ve bu “yeni sistem”in daha 2002’de onu ilk kez adlandıran kişi olduğum “sivil darbe”nin bir son aşaması olduğundan kuşku duymuyorum. 
Şu anda sahip olduğunuz sınırsız yetkileri ne ölçüde kullanacağınızı, ya da kullanabileceğinizi zaman gösterecek. Ben ise, kendi payıma, bu ülkenin, bu dilin bir şairi, bir yurtseveri olmaktan ötürü mutluyum. 
Bulunduğum yaş ve konum olarak ne kimseden zerrece korkum, ne de en ufak bir beklentim olabilir. 

  • Bütün korkum, ülkemizin Batılı bir demokrasi olmaktan
    büsbütün koparılarak Ortadoğu diktatörlüğüne dönüşmesidir

Tek dileğim ise onun uygar dünyanın bir parçası, özgür ve mutlu bir ülke olarak gelişip varlığını sürdürmesidir.
===========================================

Dostlar,

İşte üstad Ataol Behramoğlu‘nun yazıları böyle okunmaya doyulamayan, her biri bir edebiyat yapıtı, ayrıca belgesel; tarihe not düşen..

Biz de aynı duygu, kaygı ve düşünceler içindeyiz..

Bekleyip göreceğiz ve Türkiye’mizin, Behramoğlu’nun tanımlamasıyla;

  • uygar dünyanın bir parçası, özgür ve mutlu bir ülke

olarak yaşaması için bütün gücümüzle mücadele etmeyi sürdüreceğiz.
Kuşkusuz bizler kazanacağız çünkü tanımladığımız hedef hem gerçekçi hem de meşru!

Sevgi ve saygı ile. 30 Haziran 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

24 Haziran 2018 Seçimi

24 Haziran 2018 Seçimi

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

Değerli arkadaşlar,

Baştan söyleyeyim; hemen her şey “normal” akışında sürdü… Rekor düzeyde, %86 katılımlı Seçimde, RTE %52,6 ile 1. turda Başkan seçildi. CHP’den 8 puvan fazla alan M. İnce %30,6’da kaldı… AKP + MHP İttifakı %53,7 oy aldı. 344 MV ile Mecliste çoğunluğu sağladı… Çok dillendirilen moda Kavram “Yönetimde istikrar” devam ediyor demektir;

%42,0 Oy alan AKP, Kenan Evren’den kalma Seçim Yasasının çarpık mantığı sayesinde, (Her İl’e +1 Kontenjan MV ve d’Hondt Sayım Yöntemi) hak ettiğinden %17 (43 MV) fazla çıkardı ve TBMM’de 295 Sandalye kazandı. Mecliste Kadın Vekillerin oranı 1/6 kadar… 5/6 oranında Erkek egemen bir Meclisimiz var.

Bu seçim, Referandumlar ve Yerel Seçimler dışında, AKP’nin art arta kazandığı 5. seçim oluyor… 8-24 yaş arası yaklaşık 20 milyon genç nüfus, AKP ve RTE’den başka bir Politikacı tanımadan büyüdü…

CHP’nin %23’te kalması beni pek şaşırtmadı. Her zaman söylediğim gibi, CHP’nin %20-%30 bandında seyretmesini gayet “doğal” buluyorum. CHP’nin Programı nasıl olursa olsun, Genel Başkanı kim olursa olsun, Laiklikten açıkça ödün verilmedikçe (gizli ödün veriliyor zaten) CHP’nin alacağı seçim sonucunu en çok +/- 3 puvan etkiler… Yani CHP’nin temel sorunu Parti Programı veya Genel Başkan değildir. (Bu temel sorunu daha önceki paylaşımlarımda dile getirmiştim)

Bu kez CHP Seçmeni, Baraj altında kalmamaları için İyi Parti’ye ve HDP’ne 3 destek Puanı verdi; bu destek de göz önüne alındığında “CHP oy toplamı %26’dır.” diyebiliriz. CHP Seçmeni böyle öngörülü davranmasaydı, Cumhur İttifakı 440 MV ile Anayasayı tümüyle değiştirebilecek ezici bir çoğunluk elde edebilirdi.

Aşağıdaki grafikte, 1 Kasım 2015 seçim sonuçlarıyla (kırmızı rakamlar) 24 Haziran 2018 sonuçlarını (mavi rakamlar) ve hesapladığım Partiler arası Oy geçişlerini Oklarla gösterdim. Bu modele göre, büyük umutlarla ortaya atılan İYİ Parti’nin seçmen profilini %50 eski MHP’li Ülkücüler, %30 AKP’deki Laik kesim ve %20 kadar da ‘ödünç’ CHP seçmeni oluşturuyor.

“Türkiye Seçmeninin büyük bölümü, kabaca 2/3’ü maalesef yeterli düzeyde laik/çağdaş eğitim alamamış, Rasyonel düşünemeyen, ortalama zekası* IQ ~ 85, geçmişin hamaset ve masallarıyla avutulan “homo-ahreticus” lardan (hayali öte Dünyaya endeksli, ama gerçek Dünyaya da tırnaklarını geçirmiş tiplerden) oluşuyor.” derken, 70 yıldır gözlemlediğim sosyal yapı gerçeğinin satirik özetini veriyordum. Eğer Hal böyle olmasaydı, Çağdaş medeni bir ülkede,

…Milli Paranın 5 yılda yarı değerine düşüşüne,
…%15’i geçen işsizlik ve enflasyon ortamına,
…Ülke yaşam kaynaklarının, Madenlerin, Suların, Ormanların, Limanların, Bankaların, Fabrikaları satılıp savrulmasına,
…Gittikçe büyüyen Cari açık ve 450 milyar doları aşkın dış Borca vs. vs…

hiç bu kadar kayıtsız kalınır, Mehter marşı eşliğinde uykuya devam edilir miydi?!

Siyasi ağırlığı pek olmayan 1/3’lük kesim ise, Dünya ve Ülke gerçeklerini iyi-kötü tanıyan, IQ ortalaması normal(100) eğitimli, Çağdaş, laik Toplumdan oluşuyor diyebiliriz.

Değerli arkadaşlar,

Böyle bir sosyal yapı, dünden bugüne ani bir dönüşüm veya değişiklik göstermez; Demokrasi sayesinde İktidara gelen “örgütlü Cehalet” yapıştığı iktidar koltuğundan asla ayrılmak istemez; bunları da bilelim.

Dolayısıyla, sevgili Dostlar, bizlere Aydınlanma Mücadelesine bıkmadan usanmadan, azimle devam etmek görevi düşüyor.

Sevgilerimle. æ
____________
Not :  Bu arada ilk Suriyeli Millet(?) Vekili de Meclise girmiş.😯
*Google’da Ülke IQ ortalaması, Türkiye için 90 veriliyor maalesef (1/3 x 100 + 2/3 x 85 = 90)😢

Otomatik alternatif metin yok.

Peşinen söyleyelim; Anketler Denek sayıları ve örneklem tutarsızlıkları nedeniyle elbette yanılabilir …Haziran ayında
(2-5 bin denekle) yapılan 8 Anketin MHP sonuçlarına baktığımızda;

6,9 – 5,3 – 7,4 – 5,8 – 6,0 – 7,3 – 6,2 ve 9,2 görüyoruz.

Verilerin her birinde +/- %10 hata varsayalım. Sonuçta bu değerlerin tümünün ortalaması %24’ü geçmez yani MHP’nin Seçimde alması beklenen Oy oranı [%6,8 +/- %1,6] dır. Seçim sonucu %11,1 bu değerden 2,7 Sigma (AS: standart sapma) daha büyüktür… şöyle de diyebiliriz :

MHP’nin Seçim sonucunun güvenirlik payı % 0,35 tir…
Çok düşük !

Bu nedenle Sayın Serdaroğlunun kaygısını paylaşıyorum..
Cumhur İttifakı toplamda İstatistik Ortalama olarak beklenenden (anlamlı derecede farklı) 7 puvan (3,5 milyon Oy) fazla almıştır ki; bu da ~13 bin denetimsiz sandığın başına bir “haller” geldiğine işaret olabilir.

İstatistik yanılabilir, ama bu denli büyük ve tek yönlü yanılgı pek olmaz.
====================================

Dostlar,

Değerli hocamız Sayın Prof. Dr. D. Ali Ercan’ın yüksek zekasının ve matematiksel düşünce biçimini yaşam yöntemi olarak benimseyen çizgisinin ürünü önemli analiz yukarıda..

Keşke Türkye’yi yönetenler ve onlara gözü kapalı milyonlarca oy boca edenlerin hiç olmazsa 1/3’ü kavrayabilse..

Ne çok işimiz var Mustafa Kemal’in AYDINLANMA ASKERLERİ olarak değil mi?

Durmak yoooook, yola devam!
İyi de Millet İttifakı partilerinin bu hesapları yapabilecek uzmanları yok mu?
Varsa, neden bütün güçleriyle kamuoyuna ve YSK’ye itirazlarını sunmazlar? Bu boyun eğiş (!?) daha da ürkünç (vahim) ve kabul edilemez değil mi?
Ne dolaplar döndürülüyor Türkiye’de ve milyonlarca aldatılıyor? 
Daha çok müslüman hatta yalnızca kendileri müslüman olan (!?) birileri, muazzam ölçüde oy çalıyor seçimde, akıl alma hileler yapıyor ve daha az Müslümanlar ya da din sömürüsünü reddeden mazlum ve mağdurlar bu kitlesel OY HIRSIZLIĞINI = kul hakkını önleyemiyor.!?
Adaletin batsın zalım dünya ve de Türkiye!
* Türkiye Cumhuriyeti sonsuza dek yaşayacak; çağdaş uygarlık düzeyinin de ötesine mu-la-ka taşınacaktır; ahdımızdır!

 

Sevgi ve saygı ile. 29 Haziran 2018, Ankara
(Güncelleme; 30.06.2018)

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

BAKAN MI MAFYA BABASI MI?

BAKAN MI MAFYA BABASI MI?

Rifat Serdaroğlu

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

Hiçbir demokratik ülkede, hiçbir hukuk devletinde Süleyman Soylu gibi birini, o ülkenin iç güvenliğinden sorumlu Bakan yapmazlar. Yanlışlıkla böyle biri Bakan olsa, aşağıdaki sözlerinden dolayı hükümetiyle beraber istifa ettirilir ve yargılanır.

-İçişleri Bakanı, suçluluğu mahkeme kararı ile kesinleşen bir vatandaşını bile, devlet gücünü kullanarak tehdit edemez! Ederse suç işlemiş olur ve yargılanır.

-O Bakan, toplu katliam emri şeklinde anlaşılacak “O köyde taş taş üstünde bırakmayacağım” cümlesini kullanamaz. Kullanırsa Anayasa ve yasalarımızı çiğnemiş olur ve yargılanır.

-O Bakanın, “size artık yaşama hakkı yok” diyerek, insanları ölümle tehdit etmek yetkisi yoktur. Bu sözler Anayasal suçtur ve mutlaka yargılanmalıdır.

-O Bakanın, ölümle sonuçlanan bir olay hakkında karar vermesi, birilerini suçlaması ne hakkıdır ne de haddidir. Bu görev yargınındır. Yargının görevine müdahale etmeye kalkan Bakan, yargılanır.

Bakanın görevi, yaşanan olayı yasal güvenlik güçleri eliyle izlemek, çalışmaları denetlemek, suçluların yakalanmasını ve yargıya teslim edilmesini sağlamaktır. Bundan bir adım sonrası ise Anayasanın, demokrasinin, hukuk devletinin, özgürlüklerin bittiği anlamına gelir ki, bunun adı kaostur.

Türkiye’yi 16 yıldır yöneten, Süleyman Soylu adlı Bakanın sonradan katıldığı partisi AKP’dir.
======================
-PKK Narko-Terör örgütünü yeniden canlandıran, Soylu’nun deyişiyle “yeşerten”
AKP Hükümetleridir.

-Devlet Yetkililerini Öcalan ile görüştüren AKP Hükümetleridir.
-AKP’li Bakanlar ile HDP’li Milletvekillerini, devletin feribotuyla İmralı’ya gönderip
Öcalan ile görüştüren AKP Hükümetleridir.

-Devlet Yetkililerini, Kandil’e gönderip PKK Baronlarıyla görüştüren AKP Hükümetleridir.
-Devlet Yetkililerini Oslo’ya ve İngiltere’ye gönderip PKK’nın Avrupa Baronlarıyla görüştüren yine AKP Hükümetleridir.
-Türk Devletinin Komutanlarına ve Valilerine “PKK’lıları görmezden gelin” emrini veren AKP Hükümetleridir.
======================

AKP’nin her türlü hileyi kullanarak seçim kazanması
bu gerçekleri değiştirmez
ve bu suçları asla örtemez.

  • Zamanaşımı vatana ihanet suçunda işlemez.

PKK ile, FETÖ ile, IŞİD ile yıllarca kucak kucağa olup,
bu terör örgütlerine güç-kuvvet kazandıran AKP,
işlediği bu suçları ilelebet Türk Milletinden saklayamayacaktır.

Türk Milleti gerçekleri öğrendiğinde ve tüm bu olaylar Türk Yargısının önüne geldiğinde, kimin yaşama hakkının olup olmayacağını da göreceğiz…

İçişleri Bakanı derhal görevinden alınmalı ve yargılanmalıdır.

-İzmir’de içkili bir yerde eğlenirken, Cumhurbaşkanı aleyhine slogan atan, marşlar söyleyen toplam 17 vatandaş hemen o gece polis tarafından yakalanıp, 7’si tutuklanıyor! Tutuklamadaki hıza bakar mısınız?
Tutuklanma gerekçesi ise “Devlet Büyüklerine küfürle hakaret” etmek!

-Fakat 24 Haziran akşamı, binlerce AKP’li tabanca ve otomatik silahlarla Ankara ve İstanbul’un çeşitli meydanlarında saatlerce ateş ediyorlar, bir tane bile yakalama-gözaltı yok! Burada işlenen suç doğrudan “Türk Devletinedir!”

İstanbul-Sultangazi “Eski Habipler Meydanındaki” çocuk parkında ellerinde Erdoğan posterleri, AKP flamaları olan

  • Yüzlerce AKP’li ellerindeki silahlarla saatlerce ateş ettiler.
    Yerler boş mermi kovanlarıyla kaplandı. Birileri kasa-kasa
    mermi taşıyordu! Polis müdahale etti mi?

Nasıl edebilir ki? Onların hepsi AKP militanlarıydı ve İçişleri Bakanı AKP’li idi.
Bu kalkışmanın hesabı sorulmayacak mı? Soruluyor gibi yapılacak!

Değerli Okurlar;

Bu ülkede İçişleri Bakanı, kimin cenazelere gidip gitmeyeceğine karar verebilme yetkisini kendisinde görecek ölçüde gözünü karartmış, aklını yitirmişse ve konuşmasının üzerinden 24 saat geçmesine karşın basın toplantısıyla aynı çirkinliklerde ısrar ediyorsa, üstelik hala görevde kalıyorsa, sözün bittiği noktaya gelmişiz demektir.

Türkiye Cumhuriyeti Devletinde dürüst-namuslu vatandaşlar olarak bizlerin sığınabileceğimiz, hakkımızı arayabileceğimiz hiçbir makam kalmamıştır.

Yıllardır anlatmaya çalıştığımız tam da bu idi…

Allah hepimizin yardımcısı olsun!

Sağlık ve başarı dileklerimle 29 Haziran 2018
==========================================
Dostlar,

Sn. Serdaroğlu bu harika yazısında da yerden göğe dek haklı..

S. Soylu gibi bir kişinin İçişleri Bakanı olduğu ülkede kendimizi ne yazık ki güvende duyumsamıyoruz. Oysa kamunun temel görevi yurttaşların can ve mal güvenliğini sağlamak..

Dahası, herkesin KORKUDAN KURTULMASINI sağlamak!

Oysa Bakan Soylu, korku salıyor, ortamı terörize ediyor.
Bu tutumu yeni değil üstelik..
Oysa Türkiye’nin dinginleşmeye gereksinimi öyle büyük ki..

AKP = RTE, Bakan Soylu’nun davranışlarından siyaseten sorumludur.
Hatta hukuksal olarak da sorumlu olacaktır eğer bu öfkeli ve sözünü tart(a)mayan Bakanı
hemen görevden almaz ve hakkında yasal işlem başlatmaz ise..

CHP (eski) milletvekili Eren Erdem‘i dokunulmazlığı biter bitmez hemen tutuklatan ve 3 ay sorasına duruşma günü veren yargımız / savcılarımız, Bakan Soylu için de fezleke
hazırlayacak mı?

AKP = RTE‘nin Bakan Soylu için ne yapacağı, “yeni” iktidar dönemi için turnusol kağıdıdır.

Sevgi, saygı, KAYGI ama umut ile. 29 Haziran 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

KAÇ MİLYON OY ÇALINABİLİR?

KAÇ MİLYON OY ÇALINABİLİR?

Rifat Serdaroğlu

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Soru 1;
Bugün Çarşamba!
Oy verme işleminin tamamlanmasından dolu-dolu 48 saat geçti.
YSK, sandık bazında seçim sonuçlarını açıkladı mı? Açıklayamadı!
Her sandığın sonucu “Islak imzalı” tutanaklar esas alınarak bilgisayara
girilmiyor mu? Giriliyor!
Sayın YSK Başkanı Güven, neden bir düğmeye basıp bu sandık sonuçlarını açıklamıyor?
Türk Milletinden ve Siyasi Partilerden ne saklanıyor?

Soru 2;
24 Haziran 2018 günü oy verme sırasında ölüm ve yaralanma ile sonuçlanan kaç olay oldu?
Aynı gün kaç sandıkta hırsızlık, oy çalmak, seçmen iradesini çarpıtmak olayları gerçekleşti? Tutuklanan kaç kişi var? Adları nedir?

Değerli Okurlar;
Oy kullanan vatandaşın hakkını korumak önce YSK denen yüksek hakimlerden oluşan kurula, sırasıyla devletin güvenlik güçlerine ve siyasi partilere düşer.

  • YSK, iki seçimdir kanunsuzluk yapmakta, yapılan hatalar sonradan kanun çıkararak örtülmeye çalışılmaktadır. (Mühürsüz zarf-oy pusulaları)
  • Yani YSK şaibelidir. Vatandaş YSK’ya güven duymamaktadır.

Devlete gelince;
Önceki seçimlerde Adalet-İçişleri ve Ulaştırma Bakanları istifa eder, yerlerine bağımsız kişiler bakan yapılırdı. Böylelikle “Devlet Gücünün” iktidarın emrine verilmesi önlenmiş olurdu!
AKP bu yasayı iptal etti. Süleyman Soylu denen kişinin İçişleri Bakanlığında, Abdülhamit Gül’ün Adalet Bakanlığında, Ahmet Arslan’ın Ulaştırma Bakanlığında dürüst ve adil bir seçim yapılacağına ancak salaklar inanır!

Siyasi Partilere gelince;
Seçim öncesi, 1 tane parti, 1 tane aday şunu demedi:

  • “Bu koşullarda yapılacak seçimler şaibeli seçim olur. Vatandaşın iradesi çalınmış olur.
    Şu şu aksaklıkları düzeltin. Aksi takdirde biz, sonucu belli olan tuzak seçimlere katılamayız.”

    Dediler mi? Demediler.
    Yani mevcut koşullara razı olarak seçime girdiler ve seçimi legalleştirdiler.

Bunlar yetmiyormuş gibi, “hile yapıldığı”, “sandıklara müdahale edildiği”, “önceden sandıklara blok halinde mühürlenmiş oylar kullanıldığının sosyal medyaya düştüğü” bu iğrençliklerle
ortaya çıkan sonucu “Seçim sonuçlarını kabul ediyorum” diyerek, oy hırsızlığını örttüler

Muharrem İnce’nin seçim gecesi kaybolup, ertesi gün yaptığı açıklamayı dikkatlice izledim. İnce’nin açıklamasındaki en önemli bölüm şu idi :

-“Bu seçim ilan edilme biçiminden, sonuçların açıklanmasına kadar her şeyiyle ADALETSİZ bir seçim olmuştur. Seçime KAN bulaşmıştır. Suruç’ta ve Erzurum’da yaşananlar bu seçimi, kanın bulaştığı seçim olarak tarihe geçirmiştir. Seçim sonuçlarına dönük elbette açıklanmaya muhtaç noktalar bulunmaktadır.”

  • Oy çalmışlar mıdır? ÇALINMIŞTIR, DOĞRUDUR.
  • 10 Milyon çalmışlar mıdır? HAYIR! SEÇİMİN SONUCUNU DA KABUL EDİYORUM…”

Sayın İnce, kaç milyon oy çalınınca “Hırsızlık” olarak kabul edecek ve itiraz edeceksiniz?
Bir milyon-iki milyon- üç milyon, kaç oy, kaç?
Sizce bir siyasetçinin hırsız sayılması için ne kadar çalması lazım?
Hani BİR çivi BİR nalı kurtarırdı? Şimdi kaç çivi gerek?

Temel, Budist olmaya karar vermiş. Temel’i Konfüçyüs’ün karşısına çıkarmışlar!
Konfüçyüs ilk ders olarak;” Kendine yapılmasını istemediğin bir şeyi sakın başkasına yapma” demiş!
Temelin gözleri fal taşı gibi açılmış ve şaşkınlık içinde haykırmış;
“Ne yani şimdi ben Fadime’yi beceremeyecek miyim?
Konfüçyüs, oturduğu yerden ayağa fırlar ve adamlarına bağırır; “Atın şunu dışarı. Bin yıllık felsefenin içine etti bu herif…”

Bu acemiler de benim yıllardır itina ile biriktirdiğim Demokrasi ve Dürüstlük felsefeme saldırıyorlar!
Kafamızı bozacaklar, bu yaştan sonra bizi tekrar siyasete döndürecekler, alayını sopa ile kovacağız…

Sağlık ve başarı dileklerimle 27 Haziran 2018
==========================================
Dostlar,

CHP, İYİ Parti ve HDP’nin, SP, VP ve öbürlerinin seçimlerde yapıldığı son derece açık olan yolsuzluğun, KARANLIĞIN üstüne neden gitmiyorlar, anlayamıyouz..

Elbet ortaya çıkacaktır günün birinde.. Dileriz çok gecikmez..

O zaman bambaşka bir Türkiye olacak herhalde..

Yurtsever vatandaşlarımızın Demokrasi – Aydınlanma kavgasını asla bırakmayacaklarını çooook iyi biliyoruz.. Ve elbette son sözü hep ama hep direnenler söyleyecektir..

Bu arada, Sn. Serdaroğlu’nu siyasette görmek çok hoş olurdu..
Ama demokratik – dürüst birikimlerini nerede ve nasıl koruyarak siyaset yapabilecek??

Sevgi ve saygı ile. 28 Haziran 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

Erinç YELDAN : NE YAPMALI??

NE YAPMALI??

Erinç YELDAN
Cumhuriyet
, 27.6.18

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır.)

Seçim sonrası… Türkiye ekonomisi yaklaşık altı çeyrek dönemdir pompalanan büyüme yorgunu; makroekonomik dengeler yerinden oynamış; durgunluk ve daralma gereği artık ciddi bir tehdit oluşturmakta. 2018’in ikinci yarısında ulusal ekonominin makroekonomik istikrara kavuşturulması ve dengelerinin yeniden tesis edilmesi için neler yapılmalı? IMF ile ya da IMF’siz…Önce tahribatın boyutlarını özetle anımsayalım: 

Ekonomik büyümede son veri %7.4; ulusal ekonominin potansiyel büyüme olanaklarının çok üstünde gerçekleşmiş konumda. Hemen hemen tümüyle iç talebe dayalı olan bu sürecin ana maliyeti enflasyon, artan risk payı ve döviz kurunun pahalılaşması. Türkiye’nin enflasyon oranı karşılaştırılabilir kalkınmakta olan ülkeler arasında en yüksek düzeyde: tüketici fiyatlarında % 12.2; üretici fiyatlarında ise %20.2. Üretici fiyatlarındaki yüksek enflasyon nedeniyle, maliyet enflasyonuna dayalı fiyat baskısının yakın dönemde tüm ekonomiye yayılarak, enflasyonist beklentileri de kötüleştireceği kaygısı yaygın. 

Tahvil faizleri (gösterge niteliğinde) %20.2 düzeyinde. Enflasyon düzeyi ile karşılaştırıldığında (özellikle üreticiler açısından) reel anlamda Türkiye’nin faiz düzeyinin aslında son derece düşük olduğu anlaşılıyor. Nitekim özellikle konuta yatırım talebine dayalı spekülatif büyüme açısından bu gözlem son derece önemli. 
Türkiye’nin dış açığı (cari işlemler açığı) 2018’in ilk beş ayında 22 milyar doları buldu. 12 aylık ölçekte 57 milyara ulaşıyor. Bu rakam ulusal gelirimize oran olarak %6.5’e yükselmiş durumda ve Merkez Bankası rezervleri ile karşılaştırıldığında ulusal ekonomide ciddi bir dış kırılganlık göstergesi olarak anılmakta. 
Cari işlemler açığının finansman biçimi dış borçlanma olarak sürdürülmekte. Türkiye’nin dış borç stoku 2017 sonunda 453 milyar dolara ulaştı. 2003 başında toplam dış borcumuz 129 milyar $ idi. Dolayısıyla Türkiye son 15 yıl içinde dış borçlarını dolar olarak 3,5 kat büyüttü. Bu artışın neredeyse tümü ise özel sektör ağırlıklı oldu. Özellikle finans dışı özel şirketler kesimi son on yılda dış borçlarını ulusal gelire oran olarak %30 artırdı. Buna ek olarak, merkezi yönetim dış borç stoku 89 milyar $; iç borç stoku ise 556 milyar TL’ye ulaştı. Kamu artı özel sektör borcu bir arada düşünüldüğünde, Türkiye kalkınmakta olan ülkeler arasında ulusal gelirine  oranla borçlarını en hızlı artıran ülke olarak göze çarpıyor.

Dış borçlanmaya ve ithalata dayalı üretim, yurt içinde güçlü katma değer yaratmıyor. Bunun sonucu olarak işsizlik oranı yapısal biçimde %10-12 platosuna sabitlenmiş gözüküyor. Genç işsizlik oranı ise yüzde 20’yi aşmış durumda. 
Dolayısıyla, Türkiye ekonomisinde istikrarsızlık ve kırılganlık göstergelerinin büyük çoğunluğu kamu sektöründen değil, özel sektörün ithalat bağımlılığına dayalı aşırı dış borç talebiyle ilintili gözüküyor.
***
Bu koşullar altında gerek IMF’nin, gerekse ana akım iktisat kuramlarının kemer sıkmaya dayalı, kamu sektörünü daraltıcı ve yurt içinde emek gelirlerinin baskılanmasına yönelik geleneksel istikrar reçetelerinin geçersiz, hatta ulusal ekonomideki durgunluğu daha da derinleştirici boyutlar taşıyacağını görmemiz gerekiyor. Türkiye, aynı Arjantin ve 1997’de krize sürüklenen Asya ülkeleri gibi, özel sektörün kuralsızlaştırılmış aşırı borçlanmaya dayalı birikim ve tüketim kararları sonucunda makroekonomik dengelerini yitirmiş gözüküyor. 
IMF’nin Vaşington’daki seminer odalarında kurgulanan hayali kapitalizm modellerinin büyüsüne kapılmadan, Türkiye’nin özgün koşullarına dayanan makro istikrar reçetelerini cesaretle kurgulamak gerekiyor, gerektiğinde aykırı düşünmekten korkmayarak. Unutmayalım ki; 2001 krizi IMF programının yanlış ya da eksik uygulanmasından değil, bizzat harfiyen uygulanmasını

n sonucuydu. Önümüzdeki günlerde ana akımın büyülerine ve dogmalarına kapılmayan iktisatçılara çok iş düşecek.
===================================
Dostlar,

Yurtsever ve yetkin ekonomi bilimcisi Sn. Prof. Dr. Erinç Yeldan‘dan 4/4’lük bir irdeleme paylaştık.

Küresel sermaye ile göbek bağı kuran Türkiye sermayesinin hovarda ve doymayan açgözlülüğü ile ülkeyi ne denli borçlandırdığını görüyoruz. Elbette AKP iktidarı süreci izlemeliydi dikkatle ve sınırlamalar koymalıydı.. Ancak küresel sermaye de-regülasyon denen kuralsızlaştırmayı tam da bunun için dayatıyor olmalı.

AKP – MHP iktidarının orta – alt toplum kesimlerini daha da yoksullaştırıp toplum dışına savuracak yanlışlar yapmamalarını dileriz.. En azından Mart 2019 yerel seçimlerini unutmadan.

Üstelik bu kez, IMF ve türevlerinin doğrudan – dolaylı güdümüne de girmeden!
Öyle değil mi ki; sıklıkla IMF’ye 23,5 milyar $ borcu kendilerinin kapattığını, hatta borç isteyen (!) IMF’ye 5 milyar dolara yakın destek verdiklerini (!) açıklayan AKP = Erdoğan tam yetkili!

Sitemizde daha önce yer verdiğimiz Finansal göstergeler alarm veriyor başlıklı yazının da okunmasını öneririz.

Varlık / servet vergisi dahil lütfen dikkate alınız ve ülkemizde yoksullaşTIRmayı, işsşizliği, gelir dağılımındaki – vergi adaletindeki uçurumları asla daha çok derinleştirmeyin...

Bu yönde teknik politikalar (policies) olanaklıdır ve siyasal tercihe dayalıdır!
Sevgili halkımızın da bu yalın gerçeği bilmesinde çooook büyük yarar vardır; çünkü bunlar ne kaderdir, ne kısmet, ne Reis’e dış dayatmadır, ne de fıtrat gereği!

  • Doğrudan doğruya, iktidarları eline geçiren sermayenin bilinçli – istendik politikaları gereğidir!

Necip milletimiz bu yalın gerçeği kavradığında, sorunun yarısından çoğunu çözmüş olacak..

Sevgi ve saygı ile. 28 Haziran 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

Erken kabullenişteki tuhaflık

Erken kabullenişteki tuhaflık

Çiğdem Toker
Cumhuriyet, 27 Haziran 2018
(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) tarihsel yapısı, ilkeleri, değerleri, misyonu ve kendisine aidiyet duygusuyla bağlı milyonlarca yurttaş ile ülkenin en köklü ve önemli örgütlü güçleri arasında yer alıyor.

Yönetim sisteminin -yazılı hukuk açısından da- değişeceği ve cumhurbaşkanı adaylarının yarıştığı tarihi 24 Haziran seçimlerinde, milyonlarca yurttaşın bu ölçekteki bir partiden beklentilerini yüksek tutması kadar haklı ve normal bir durum olamazdı.
İyi tasarlanmış, test edilmiş, güven veren ve sağlıklı işleyen bir seçim takip sistemi, bu beklentilerin başında geliyordu. Rejimin otoriterleştiği, koca ülkenin seçim verileri yayınında taammüden (AS: tasarlayarak)tekel konumuna getirilmiş bir haber ajansına mahkûm edildiği bir iklimde, alternatif sistem beklentisi -özellikle 16 Nisan 2017 referandumundan sonra- katlanarak artmıştı.
Önceki çeşitli seçimlerde yaşanmış, iletişim ve koordinasyon kopukluğu gibi gerçekte seçimin seyri ve sonuçları üzerinde belirleyici rolü bulunan temel alanlarda, benzer hatanın tekrarlanmayacağı umudu yüksekti. Zira bu umut bizzat parti yetkilileri tarafından topluma duyurulmuştu.
***
Ne var ki 24 Haziran gecesi, yine bu sistemin nasıl kurulamadığını, nasıl yine iktidar güdümündeki AA mutfağında hazırlanan manüplatif grafiklerin bütün ekranları kapladığını, nasıl alternatif olarak kurulan Adil Seçim Platformu’nun beklentileri karşılayamadığını izledik durduk.
CHP Sözcüsü BülentTezcan’ın iki saat arayla yaptığı açıklamalar arasındaki iddia ve ton farkı da seçimin adil, dürüst geçmesi için gerçekten de aç, susuz ve uykusuz kalan insanları gece karanlığında demoralize etti, hatta ağlattı.

Ciddiye almamak
Tezcan’ın o açıklamayı yaptığı sıralarda, YSK sistemine girilmiş oy oranının AA’nın ekranları dolduran oy oranlarından farklı olması, yurt dışından gelen oyların işlem gördüğü ATO merkezinde oyların sayımının sabahın ilk ışıklarına kadar sürmesi, CHP yönetiminin Cumhurbaşkanlığı seçimini Recep Tayyip Erdoğan’ın kazandığını kabul ettiği dakikalarda, eşzamanlı olarak sosyal medyada bir yerden bir yere taşınan sayısız oy çuvalı fotoğrafının yayımlanması, ne denli iyi niyetli olunursa olunsun, yaşamsal önemdeki bu konunun yeteri kadar ciddiye alınmadığını göstermektedir.
YSK Başkanı Sadi Güven’in sabaha karşı kameralar karşısına çıkıp henüz sisteme girmemiş oyların sonucu değiştirmeyeceğini söylemesine, kurumsal tek bir itirazın gelmemesigerçekten ilginçtir.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu dünkü değerlendirme toplantısında sandıklara sahip çıkıldığını açıklayarak bu alanda çaba gösteren bütün gençlere teşekkür etti.
Ancak 24 Haziran seçimleri bu denli kolay kabullenilecek ölçüde normal geçmedi. Bu kolay ve rahat kabulleniş de o yüzden hiç normal değil.
Evet, ana muhalefet partisinin sandıklara sahip çıkma çabasının iyi niyetli ve geniş kapsamlı olduğu bir gerçek. Buna çok yerde tanıklık da ettik. Ancak “sahip çıkma”, sandık başında bulunmak, oyların sayımını izlemek, ıslak tutanak almak, seçim kurullarına götürmekle bitmiyor.

Bir rapor gerekli
Oylara sahip çıkmanın” içinde, o seçimin serinkanlı, yukarıdan bakan bir analitik fotoğraf çekmek olmalı. Eğer bütün sandıklara gidilememişse bunun nedenlerini, bir seçimin dürüst ve adil işlemesini engelleyen, “yaşamın olağan akışına” aykırı bütün durumları saptayıp listeleyecek, gerekirse özeleştiri de içeren bilimsel bir rapor hazırlanmasını, bu ülkenin demokratik değerlere inanan insanları hak ediyor.
O raporda mevcut kapasitenin neye yettiği, nerelerde eksik olduğu, nerelerde hata olduğu, nerelerde “gri alanlar” olduğu ortaya konulmalı ki, aynı hatalar tekrarlanmasın, insanlar hayal kırıklıklarına abone olmasın.
Sözgelimi şu anda milyonlarca insan AA’ya seçenek olarak kurulan ve iddiayla tanıtılan Adil Seçim Platformu’na ne olduğunu, niye iddia edildiği gibi çalışmadığını öğrenmek istiyor. Daha neşeli ve gamsız bir gece geçirmek varken tek bir oyun sayımda doğru okunup okunmadığı için sandık başında tartışmayı seçen delikanlı, evinde doğru düzgün yemek yemek varken, sandık başında İnce’nin tavsiyesine uyarak aç kalan genç kız, Ankara Barosu’nun eğitim merkezinde artan bir üzüntüyle, hazır ettikleri cübbesiyle bekleyen genç avukatlar o gece seçim sonuçlarının neden bu denli erken ve kolay kabul edildiğini bilmek istiyor.
Daha üç gün önce yapılmış iddialı konuşmalar, şefkatli seslenişler, büyük çağrılar, taahhütler bir zahmet hatırlanırsa, bu kolay kabullenişin ikna edici değil, tuhaf göründüğü daha iyi anlaşılacaktır.
=====================================
Dostlar,

Biz 24 Haziran 2018 gece yarısına doğru kuşkuları yazmaya, sorular sormaya, “karanlık alanların” aydınlatılmasını istemeye başladık, sürdürüyoruz..

Ancak ilerleme yok. CHP çok kısaca, “YSK verileriyle bizimkiler örtüşüyor” demekle yetindi. Bu açıklama birtakım politik – matematik analizlere dayanmalıydı, bu yok..

CB adayı M. İnce ise daha da erken, 2 kritik – dev sözcükle teslim oldu/ alındı : “Adam kazandı“!

Sitemizin web sitesinin ve orada erişkesi verilen yazıların ilgililerce ve halkımızca özenle ve bir kez daha okunmasını diliyoruz. İtiraz süresi doluyor.. YSK kesin sonuçları Resmi Gazetede yayınladığında “atı alan bir kez daha ve bir daha gereksinim duymamak üzere Üsküdar’a geçmiş” olacak.

İnsan sormadan edemiyor :
1. Kuzum sizlere ne oldu, afsunlandınız mı, sizi bir biçimde teslim – rehin mi aldılar?
2. Dahası da var : Kuzum siz kimden yanasınız gerçekte??.

Sevgi ve saygı ile. 27 Haziran 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

ACİL, ACİL, ACİL… SEÇİM SONUÇLARI DOĞRULANMALI

ACİL, ACİL, ACİL… SEÇİM SONUÇLARI DOĞRULANMALI

Naci BEŞTEPE

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

RTE “Seçim önceden kazanılır.” demişti.
%52 ile balkona çıkılacağı önceden dillendirilmişti. Öyle oldu.

Seçim AKP/RTE’nin belirlediği gibi sonuçlandı. 

Millet iradesi olduğuna inansam gıkımı çıkarmayacağım.
Ama inanamıyorum. Nedenini kendimce açıklayayım :

NEDEN İNANMIYORUM?

Seçim sandıkları 17: 00’da açıldı. Ben de kaç seçimdir sayım aşamasını izlediğimi gibi dün de izledim. Sandığın açılması, zarfların iki kez sayılması, zarfların içinin tek tek boşaltılması ve iki pusulanın ayrı ayrı konması, sonra pusulaların sayılması, bunların tutanağa geçirilmesi işlemi en az 30-45 dk. alıyor.

Cumhurbaşkanı  pusulalarının sayımı (ortalama her sandıkta 350 pusula vardı) 45 -60 dk. sürüyor. Saat 18:30’u geçti. Bizim sandıkta cumhurbaşkanı sayım tutanağı hazırlanırken muhterem medya seçim sonuçlarını açıklamaya başladı.

Sorum burada başlıyor :

Hangi sandıklar, ne zaman sayıldı, ne zaman tutanağa geçti, ne zaman sonuçlar Seçim Kurulu’na düştü? Sandıkların başındakiler fotoğraf çekip gönderdi desem o bile bu süreçte olanaksız.

Ben okuldaki 21 sandığı dolaştım saat 19:00’da yalnızca 1 sandık, o da sadece cumhurbaşkanlığı sayım sonucunu asabilmişti. Milletvekili oy pusulalarının sayımı daha da uzun sürdü. Bir saat aldı. Yani, usulüne uygun sayım en erken 19:30 -20:00’da bitirilebilirdi.

Çok hızlı çalışanlar 30 dk. önce bitirsin. Saat 20:00’de seçim sonuçları neredeyse belirlenmişti.

  • AA bu kadar doğru bilgiye hangi kanalla, nasıl ulaştı?

Seçim kurullarında sayılmayan oylar açıklanabilir mi?
Seçim kurulları dışında sonuçları toparlayan, aktaran, ilan eden bir sistem mi var?

Seçim sonuçlarının araçlarla İlçe Seçim Kuruluna hareketi saat 20:45-21:00 dolaylarındaydı. Medya sonuçların %90’ına ulaşmıştı. Bu nasıl olur?

SONUÇ YAŞAMIN AKIŞINA AYKIRI!

Bu sonuçların sandıkları yansıttığına inanmıyorum.
Kurgulanmış, provası yapılmış bir sayım sistemi bize yutturuluyor.

İnanmam için CHP veya Millet İttifakı’nın şöyle bir açıklama yapması gerekir :

  • Biz sandıkların %90’dan çoğunu denetledik. Seçim sonuçlarını – ıslak imzalı tutanakları aldık, sayımlarını yaptık, bizim sayım sonuçlarımız ile açıklananlar örtüşmektedir.

Bunun dışında

  • Türk ulusu olarak kullanıldığımızı, kandırıldığımızı, kazıklandığımızı kabul ediyorum.

Kendini yargıç yerine koyan ve kendi özeleştirisini yapmadan Millet İttifakı’nın neden yitirdiğini açıklama yarışına girenlerin dediklerinde gerçek payı olsa da; çıkan sonuç mantığa, sokağa-miting alanlarına, patates-soğan-benzin fiyatına, Dolar kuruna, güney sınırlarımızdaki gelişmelere aykırıdır.

ACİL, ACİL, ACİL…

Tüm muhalefet partileri bu gerçeğin açığa çıkması için var gücünü kullanmalıdır.
======================================
Dostlar,

Erdoğan gerçekte “topal ördek” tir..

Değerli dostumuz E. Tümg. Sayın Naci Beştepe‘nin yukarıda yazdıkları tümüyle doğrudur.
Biz de katılıyoruz ve benzer hatta aynı isteği sitemizin manşetinde, makalelerimizde 2 gündür yapıyoruz.. Binlerce kişi doğrudan sitemize girerek okuyor bu çağrıları – çığlıkları..

CHP içinde Kılıçdaroğlu – İnce çekişmesi yaratmanın zamanı değildir!

Bunun vebali çok ağırdır.

  • Zaman, Ulusun hukukunu ve seçimin namusunu koruma ve kurtarma zamanıdır.
    ****
  • CHP’nin / Millet ittifakının CB adayı Muharrem İnce’nin görkemli İstanbul mitingi, 23.6.18.. Şimdiye dek görülen en kalabalık miting.. 6,7 milyon rekor katılım oldu!
    İzmir 3, Ankara 2 milyon.. 3 büyük kent 12 milyon oy ediyor!?
  • CHP‘li seçmenler stratejik oy kullanarak hem İYİ Parti’yi hem de HDP’yi deyim yerinde ise ”emzirdi” ler. Bu da oy oranının %25’in altına düşmesinin temel nedeni oldu.
    Ne ağır yük CHP‘ye..! İYİ Parti için 15 ödünç vekil çok ustaca bir girişimdi.
  • Fakat mutlaka açıklanması gereken kritik – karanlık – stratejik manevralar oldu seçim – sayım gecesi!

Seçim matematiği sağlıklı değil! 

  • YSK sandık verileriyle CHP – İYİ Parti ve HDP’nin elindeki verilerin örtüşüp örtüşmediğini bilmeliyiz.

İYİ Parti kıl payı %10.. HDP %1 fazla.. Baraj altında kaldılar da bu “bonus” lara fit mi oldular?

Bu 3 parti sorumuzu yanıtlasın; yurttaşlara, STK’lara bu açıklamalarını doğrulama olanağı versin..

YSK’daki ıslak imzalı tutanaklar korunsun.

Gerekirse uluslararası hakemler, Noter çağrılsın.

AKP’den bir SEÇİM DARBESİ daha yemeyelim!

Bu şaibe toplumda huzur, BARIŞ.. bırakmaz!

Er ya da geç gerçekler öğrenilir; keser döner, sap döner, hesap da döner; TAMAM mı!?

  • Erdoğan’ın kendi oyu, gerçekte partisinin aldığı oydur. AKP – MHP ittifak yapmadı mı? Bahçeli “Bizim adayımız Erdoğan” demedi mi?.. Erdoğan’ın aldığı %10 fazlalık, Bahçeli’nin “Aday’ı Erdoğan’a ikramı”dır.
  • Erdoğan gerçekte, siyasal yazın deyimi ile “topal ördek” tir..
  • Dolayısıyla Erdoğan’ın “hakiki” oyu, partisinin aldığı oya yakındır ve dahası,
    2016 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aldığı oydan “reel” olarak daha düşüktür.
  • Ayrıca 8 ay sonra Mart 2019’da da yerel seçimler var!
    ****
    Suudi Arabistanlı kadın El-Hamad, 10 yıl sonra Formula 1 takvimine dönen Fransa Grand Prix’sine ev sahipliği yapan Paul Ricard Pisti’nde, Renault’nun 2012 sezonundaki aracı E20’yi sürdü…
  • S. Arabistan hicri takvimi bırakıp miladi takvime döndü.
    S. Arabistan, ABD dayattığı için uyguladığı vehabi islamdan ılımlı islama geçiyor.
    Ya AKP=RTE ve Türkiye?? Neyin ham hayalini kuruyor bu akılları geriye saplantılı zevat!
  • “Seçilmiş” (!?) Sultan bu kez “topal ördek” tir..
  • Partisi TBMM’de salt çoğunluğa sahip olmadığı gibi, Kasım 2015’e göre %8 (yakl. 4 milyon!) oy yitirmiş durumda. Bir yanda MHP bir yanda HDP sıkıştıracak. Kendi tabanı da elbette..
  • Erdoğan’ın %52 oyu ise asla tartışılmaz değil. 10 puanı MHP’den..
  • AKP=RTE ayrı ayrı %42 ile salt çoğunluğu yitirmiş durumda gerçekte!Ekonomi uçurum eşiğinde, OHAL kaldırılınca mağdurları hak arayacak, tazminatlar,
    işe iadeler.. Aldatılan – kandırılan muhalefet ise asla boyu eğmeyecek; tersine daha da
    bilenmiş direnecek..Türkiye, yönetimi son derece zor bir sürece sürüklendi AKP=RTE‘nin ölçüsüz ihtirası ile.Bir de Müslüman geçiniyor ve başkalarının inancını sorgulamaya kalkıyorlar..
  • Seçime hile karıştırmak, oy çalmak (Muharrem İnce 25.6.18 günü basın toplantısında açıkça söyledi!) hangi dinde var, İslamiyetin neresinde var? Gene takiyye yapıp,
  • Kerameti kendinden menkul kendi anlayışınıza göre “İslami rejim kurmak için / kurana dek dar’ül harp ilan ettiğimiz bu cennet vatanda her şey mübah..” mı buyuracaksınız?Allah’tan utanmaz ve korkmazlar..
    Milyonlarca insanı ALLAH İLE ALDATMA oyununuz da artık sona erdi..
    İnsanlar akıllandı ve sizleri tanıyorlar.

Avusturya ADD şubeleri  kurucu genel başkanı ve halen onursal başkanı değerli dostumuz Erol Güçlü aynen şunları yazmış :
***
Değerli İnsanlar
Balkon üzerinden yapılan yeni 15 Temmuz darbesine direnmek hak olmuştur.

BU BİR DARBEDİR. DİRENİLMEZ İSE BAŞARIYA ULAŞACAKTIR.  
Haksızlığa, Hukuksuzluğa Direnmek İnsanlıktır, Onurdur…

Kaygılarımla.

Erol Güçlü
*****

  • Biz Ulusumuza ve onun köklü birikimine – sağduyusuna – savaşımcılığına inanıyoruz.

Türkiye bu “lanetli parantezi” de açacak, aşacak, kıracak.
Tarihin tekerleği asla geri döndürülemeyecek!
Uygarlık – Aydınlanma ateşi yarasalar dahil herkesi uyandıracak.
****

CHP bu muazzam seçim hilesini boşa çıkarmada öncü – motor olmak zorunda..

Hızla toparlanmalı ve silkinmeli, iç çekişmeleri bırakıp ve içindeki Truva atlarını tasfiye ederek;

“6 Ok” un büyülü rotasına girmeli, orada toplanmalı yeniden!

Anlaşıldı mı, TAMAM mı!? Başka hiçbir çıkış – kurtuluş yok, yok, yok!

Sevgi ve saygı ile. 26 Haziran 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com