Etiket arşivi: Atatürk ilkeleri

3 MART LAİKLİK DEVRİMLERİNİN 99. YILDÖNÜMÜNDE ATATÜRK İLKELERİ

PROF. DR. ÖZER OZANKAYA
ADD Kurucu Üyesi, 4. Gnl. Bşk.

3 MART LAİKLİK DEVRİMLERİNİN 99. YILDÖNÜMÜNDE
ATATÜRK İLKELERİ, YALNIZ TÜRKİYE’Yİ DEĞİL,
İSLAM DİNİNİ DE KURTULUŞA KAVUŞTURUYORDU!
BU BİLİNÇLE DE KUTLANMALIDIR!

Önce birkaç tarihsel saptama yapalım:

Birkaç kez yazdım. İktidarı ve muhalefetiyle, demokratik kurumlarıyla Türk ulusunun bağımsızlık ve özgürlüğünü, Türk yurdunun gönencini korumak ve savunmaktan sorumlu olanlar gündemlerine alıncaya ya da bana yanıldığımı söyleyene değin, YAŞAMSAL ÖNEMİ NEDENİYLE yineleyeceğim:

  • Atatürk Cumhuriyeti, özgürlük ve bilimi temel almakla yalnız Türk ulusunu ve yurdunu değil, İslam dinini de, gerçek özüne kavuşturarak kurtuluşa götürüyordu.

O’na 1946’dan başlayarak yapılan ve BOP-AKP elbirliği döneminde en açık, en sistemli ve en ağır boyutlara ulaşan saldırılar, Türk ulusu ve yurdu için yeniden Osmanlı yıkımlarını getirdiği gibi, İslam dini için de kurtuluş umudu ve coşkusunu söndürücü olmuştur.

Son dönemde kimi Arap ve İranlı düşünürlerin, giderek de aydın kesimlerinin, kendi ülkeleri için de kurtuluşun Atatürk’ün yaptıklarını yapmaya bağlı olduğunu söylemeleri, bu olgunun açık kanıtlarıdır.

Atatürk, Cumhuriyet (demokrasi) devrimlerine önderlik ederken, İslam dininin de, şu özü ve ilkeleri nedeniyle, aynı şeyleri gerektirdiğini vurgulayagelmişti:

1. Peygamberliğe son veren bir din oluşu!
2. Hz. Muhammed’in yalnız bir “elçi” olduğunu vurgulayıp O’na hiçbir “insan-üstü” nitelik bağlanmasına olanak vermeyen önlemleri almış olması!
3. Din-adamı sınıfına son veren bir din oluşu! “Lâ ruhbane fid-dini! = Dinde (İslamda) din-adamlığı sınıfı yoktur!” Hiç kimse, “müftüyüm ya da hocayım ya da şeyhim …” gerekçesiyle, dinin gereklerini kendisinin bildiğini, dinin kendisinden öğrenilmesi gerektiğini savlamaya kalkışamaz; kalkışırsa Tanrıya ortaklık koşuyor demektir. Bu ise İslam’da bağışlanmaz en büyük günah sayılmaktadır.
4. Gidilmesi zorunlu bir tapınak kurmamış olması ve tapınmanın da gösterişinin yapılmamasını istemesi, çünkü “yalan”ı, Tanrı’nın bağışlamadığı “tek günah” sayması! “İslam’da yorum (düşünme) özgürlüğü vardır.”

İslam dininin 1500 yıllık tarihinin çok kısa süren bu barış, özgürlük ve gönenç döneminde bu ilkelerin egemen olduğunu, bunlar dışındaki uzun tarihi boyunca ise tümden göz ardı edildiğini görüyoruz.

Türkiye’de de Atatürk döneminde İslam dininin asıl özünü oluşturan bu ilkeler hep ön planda tutuluyorken, Cumhuriyet karşıtlarının dış ve iç destekle yeniden başlarını kaldırıp yıkıcı eylemlerini sürdürmeye koyulmalarından bu yana, demokrasiye, insan haklarına, hukuk üstünlüğüne inançsız siyasal iktidarlarca hiç anılmaz olmuştur.

Bu 99. Yıldönümünde laik Cumhuriyetin tarikat, tekke ve medreseleri kapatmasının, onların yerine kurduğu eğitsel, toplumsal, siyasal ve kültürel kurumların ise hem Türk ulusu, hem İslam dini için ne denli KURTARICI olduklarını, Atatürk’ün bu yasal ve kurumsal düzenlemeleri açıklamak üzere yapmış olduğu uyarılar ortaya koyuyor:

  • “BÜTÜN DÜNYA VE EY ULUS! İYİCE BİLİNİZ Kİ TÜRK ULUSU ŞEYHLER, DERVİŞLER, MÜRİTLER, MANSIPLAR TOPLULUĞU OLAMAZ.”
  • “BİR TEK TARİKAT (YOL) VARDIR: UYGARLIK TARİKATI! UYGARLIĞIN DIŞINDA YOL-GÖSTERİCİ ARAMAK, AYMAZLIKTIR, SAPKINLIKTIR.”

“(Bin yıldan beri, Ö.O.) TÜRK ULUSU ARAPÇA ÖĞRENMEDİKÇE ALLAHA NE DEDİĞİNİ BİLMEYECEKTİ. BU DURUM KARŞISINDA TÜRK ULUSU BİRÇOK YÜZYILLAR NE YAPTIĞINI, NE YAPACAĞINI BİLMEKSİZİN, DÜPEDÜZ BİR SÖZCÜĞÜNÜN ANLAMINI BİLMEDİĞİ HALDE KUR’ANI EZBERLEMEKTEN BEYNİ SULANMIŞ HAFIZLARA DÖNDÜLER. BAŞLARINA GEÇEBİLMİŞ OLAN AÇGÖZLÜ KOMUTANLAR, TÜRK ULUSUNCA KARIŞIK, HOCALAR AĞZIYLA ATEŞ VE ACIDAN KURULU, KORKUNÇ BİR BİLİNMEZLİK OLARAK KALAN DİNİ, TUTKULARINA VE SİYASETLERİNE ARAÇ EDİNDİLER.”

“NE YAZIK Kİ GERÇEK DURUM ŞUDUR Kİ, YERYÜZÜNDEKİ YÜZ MİLYONLARCA MÜSLÜMAN YIĞINLARI ŞUNUN YA DA BUNUN TUTSAKLIK VE AŞAĞILAYICILIK ZİNCIİRLERIİ ALTINDADIR. ALDIKLARI MANEVİ EĞİTİM VE AHLÂK, ONLARA, BU TUTSAKLIK ZİNCİRLERİNİ KIRABİLECEK İNSANLIK NİTELİĞİNİ VERMEMİŞTİR, VEREMİYOR. ÇÜNKÜ EĞİTİMLERİNİN HEDEFİ ULUSAL DEĞİLDİR.”

Bu uyarıların ne denli yerinde olduğunu, BOP – AKP işbirliği döneminde Türkiye’ye hep din sömürüsü eşliğinde yaşatılagelen yıkımlar kanıtlayagelmiş bulunuyor:

• ulusal egemenliğin, yani Cumhuriyet düzeninin olmazsa-olmaz kurumu Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin etkisiz kılınması;
• başta “tek adam” egemenliği kuran anayasa ve bunun oylanmasındaki yasa- ve hukuk-dışılıklar;
• partici yönetim; yetenek ve yeterlik yerine iktidar partisi yandaşlığı koşulunun aranması;
• Korkunç boyutlara varan ve yasal yaptırımlar dışında kalan yolsuzluklar;
• AKP – FETÖ işbirliği ve hâlâ gerçek niteliği aydınla(tıl)nmamış kanlı 15 Temmuz darbe girişimi,
• Demokratik düzende meşru yerleri olmayan tarikatların tüm olumsuzluklarıyla, kendilerine ortam sağlayan siyaset bağlantıları yoluyla toplumda her alanda yıkıcılıklarını yürütmesi,
• Laik eğitimin yıkılması; imam-hatip, Kur’an ve hafızlık kursları başta olmak üzere dinsel nitelikli okulların genel eğitim kurumları olacak ölçüde yaygınlaştırılması; ve bu yaygın okullarda “demokrasi düzeni”nin değer, ilke, kurum ve kurallarının öğretilmemesi.

EKONOMİK AÇIDAN …
Biliyorum, yazı uzun olacak ama, bu çözümlemenin EKONOMİK BOYUTU da belirtilmelidir: İslam’ın “parlak” denilen dönemlerinde ekonomi de çağın en ileri teknolojisiyle ÜRETEN EKONOMİ idi. Müslümanlar çalışan ve üreten insanlardı.
Acıdır ki, İslamın belirttiğim özgürleştirici ilkelerinden sapılan uzun dönemler boyunca müslüman kitleleri üreten insanlar olmaktan da çıkarılmıştı. Rönesans, reformasyon, coğrafi keşifler, bilimsel buluşlar ve aydınlanma devrimlerinin dışında bırakılan müslüman kitleleri, 19. yüzyıla gelindiğinde, artık çağın gerektirdiği SANAYİ teknolojisiyle üreten insanlar olma trenini de kaçırmış, günümüze değin ham madde üretip yapılmış mal alan insanlar/kitleler olarak kalma durumuna düşürülmüşlerdir. 21.yüzyılda artık hammadde bile üret(e)memek, kol-işçisi düzeyinde kalmak, müslüman toplumlarda nüfusun başat özelliği olmuştu.

Atatürk Türkiye’si, bu kısır döngüyü de kırarak, yani Türkiyeyi sanayileştirerek ulusu çağın teknolojisine uygun biçimde üreten insanlar toplumuna dönüştürmeye başladı. Asıl kurtuluş, yani bir daha iç ve dış sömürgenin pençesinde yozlaştırılmaktan “kurtulmak” anlamındaki kurtuluş sanayileşmeyle olanaklıdır.

Acıdır ki Türk devrimine, yani hem Türk ulusunun gerçek ve tam kurtuluşuna, hem de müslüman dünyasına böyle tam bir “kurtuluş” örneği vermesine vurulan en ağır darbe, TÜRK SANAYİLEŞMESİNİN de engellenmesi olmuştur.

Üstelik Atatürk’ün demokratik devletçiliği, yalnız İslam dünyasının değil; hem kapitalizmi, hem de sosyalizmi demokrasinin en temel ölçütleri açısından aşan niteliği ile tüm insanlık için kurtarıcı nitelik taşımaktayken ve günümüzde de bu nitelikte ekonomik düzenlemeye yaşamsak gereklilik süregitmesine karşın, engellenegelmiş bulunuyor.

Cumhuriyeti kuran CHP başta olmak üzere siyasal partilerin, laik cumhuriyet ilke ve kurumlarının ve demokratik devletçi ekonomi modelinin yalnız Türkiye için değil, tümüyle İslam dünyası için de kurtarıcı olduğunun, çünkü İslam dininin özgürlük, bilim, sorumlu yönetim ilkelerini gerektirdiği bilinciyle davranmamalarının da bu yıkımlardaki payına işaret etmek gerekir.

Bknz.:
CUMHURİYET ÇINARI: MUSTAFA KEMAL’İ “ATATÜRK” YAPAN UYGARLIK TASARIMI, (CEM Yay.)
ATATÜRK ve LAİKLİK, (CEM Yay.)

12 Eylül’den günümüze..

Mustafa AYDINLI
Eğitimci – Yazar
aydinliddo@gmail.com 

Türkiye’yi gericiliğe teslim eden, bugün yaşadığımız pek çok olumsuzluğun mayasını taşıyan 12 Eylül 1980 Darbesinin üzerinden tam 41 yıl geçti. Silahlı Kuvvetler, Cumhuriyet tarihinde üçüncü kez yönetime el koydu. Öbür darbeler geldi geçti ve tarihteki yerlerini aldı. Ama 12 Eylül Darbesi 41 yıldır geçmedi ve adeta yaşam biçimimizin, günlük yaşamımızın bir parçası olarak sürüyor.

Sözde Atatürk ilkeleri ön plana çıkarılarak yapıldığı söylenen darbe, bugün Atatürk ve dava arkadaşlarına cami açılışlarında lanet okunan rejimin zeminine dönüştü. Çünkü bugünkü iktidarın hamuru ve mayası 12 Eylül’de atılmıştı. Bu nedenledir ki Sayın Kemal Kılıçdaroğlu, “İktidarını 12 Eylül’e borçlu olanlar, darbelerle hesaplaşamaz.” derken haksız değildir. Zaten bu iktidarın 12 Eylül’le hesaplaşmak gibi bir sorunu da yok. 12 Eylül anayasasının pek çok maddesi hala yürürlükte.

12 Eylül’cüler, 41 yıldır ülkenin üzerine, adeta bir karabasan gibi çökmüştür. 12 Eylül rejimi işe TBMM’ni, CHP’yi ve öbür siyasal partileri kapatarak başladı. TBMM arşivlerine göre; Türkiye’yi tümüyle değiştiren faşist darbe sonrasında göz altına alınan kişi sayısı 650 bindir. 1 milyon 683 bin kişi fişlendi, 50 kişi idam edildi, 171 kişi işkenceden öldü. Açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı. 29 bin kişi siyasal sığınmacı olarak yurt dışına kaçtı. 388 bin kişiye pasaport verilmedi. Yargılanan gazeteciler toplam 3315 yıl 6 ay hapse mahkûm oldu. 12 Eylül 1980-6 Kasım 1983 arasında gözaltında veya cezaevinde ölenlerin sayısı 183, açlık grevinde ölenlerin sayısı 5 olarak kayıtlara yansıdı. Vatandaşlıktan çıkarılanlar 14 bin kişiyi buluyordu. Görüldüğü gibi ülke adeta bir açıkhava mapushanesine dönüştürülmüştü.

12 Eylül Rejimi, emperyalizmin ve yerli işbirlikçilerinin isteği doğrultusunda, 24 Ocak 1980 ekonomik kararlarını uygulamayı hedefine koymuştu. 12 Eylül öncesi günde yaklaşık 20 kişiyi bulan insan ölümü, 13 Eylül sabahı bıçak gibi kesilmişti. Bu durum bize, 12 Eylül darbesinin karanlık güçler tarafından yapıldığını gösteriyor. Darbe ABD desteklidir. CIA’nin Türkiye istasyon Şefi Paul Henze’nin, ABD Başkanı Jimmy Carter’a “Bizim çocuklar işi başardı” diye bilgi vermesi boşuna değildir.

12 Eylül 1980’den bir yıl önce 2. Ordu Komutanı Org. Bedrettin Demirel, Genelkurmay Başkanı Kenan Evren’e, terörden rahatsızlığını “ciddi önlem alınması gerektiğini “ bildiriyor, Evren’in yanıtı ise; “Kamuoyu henüz hazır değil, olayların gelişimini bekleyelim.” oluyor. Bu durum  da darbenin önceden planlandığını, olaylara bilinçli göz yumulduğunu gösteriyor.

Darbenin Devlet Başkanı Kenan Evren, ülkenin dört bir yanında Genelkurmay Başkanı giysisi (üniforması) ile Kuran’dan ayetler okuyarak mitingler yapıyor, demokrasi güçlerini dinci politikalarla boğmak için tarikatlara göz yumuyordu. Din dersi zorunlu kılındı. Günümüze dek uzanan laikliğe karşı girişimler o günlerden başladı, bu güne dek hızla büyüyerek geldi.

Darbe öncesinde bir askeri inzibat erini öldürdüğü gerekçesiyle yargılanan 17 yaşındaki Erdal Eren’e 19 Mart 1980’de idam cezası verildi. Kenan Evren’in (yaşı büyütülerek) 17 yaşında astırdığı Erdal Eren için söylediği “Asmayalım da besleyelim mi?” sözü 12 Eylül’ün mantığını kavramak açısından önemlidir. Eren’in idam kararı, Yargıtay tarafından iki kez bozulmasına karşın, Milli Güvenlik Konseyince onaylandı ve yaşı büyütülerek 13 Aralık 1980’de Ankara Ulucanlar Cezaevi’nde infaz edildi.

12 Eylül faşizmi ile yüzleşme bütün yönleri ile ne yazık ki yapılamadı.
12 Eylül faşist yönetiminin politikaları ve sonuçları bugün pek çok açıdan sürmektedir.
Geçmişten günümüze gelen 12 Eylül mantığı, bütün yönleri ile kaldırılmadan gerçek demokrasiye ulaşmak hayalden öte bir şey değildir.

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 7 Nisan 2021

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

Haftanın tüm iğneleri yargıyı baskı altına alan iktidar sahiplerine ve güce boyun eğen yargı mensuplarına…

MÜSLÜMAN

Tekirdağ’da, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmeni Atakan Türker, “İçki içmek normal bir şey değil Müslümanlar için, normalleştirmeyin. Ben hem Müslümanım hem içki içerim dememeli bir insan, diyememeli, normal değil bu”

Bu hocaya göre Türkiye’de kaç Müslüman vardır?..

KAPAMA

Yargıtay Başsavcısı’nın HDP kapatma başvurusunu eksikleri tamamlaması için geri çeviren AYM için MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, “Anayasa Mahkemesi’nin de kapanması artık ertelenemez bir hedef olmalıdır.”

Yargıyı hepten kapatın gitsin…

HESAP

RTE tarafından gece yarısı görevden alınan Naci Ağbal bir konuşmasında,

“Bir Merkez Bankası kararlarıyla, işleriyle, eylemleriyle, duruşuyla itibarlı olmalıdır, hesap vermelidir, sorumlu olmalıdır.” ifadelerini kullanmış.

Hesabın içinde yakını olan varsa alınır…

HESAPLAŞMA

AKP döneminde İBŞB, iktidara yakın bir şirketten 79 milyon değerindeki araziyi 429 milyona almış.

Bir özel şirket, 2016’da, Başakşehir’de  49 milyon liraya 78 bin metrekarelik bir arsa alıp yalnızca 4 gün sonra 130 milyon liraya Kiptaş’a (İBŞB kuruluşu) satmış.

Bir özel şirket, 2017’de, Vatan Caddesi’nde 5 milyon liraya satın aldığı ve imarını değiştirdiği araziyi 430 milyon liraya İBB’ye satmış.

Neymiş? Adaletmiş, kalkınmaymış.

Bunların hesabı da sorulur..

MECLİS

TBMM’nin çıkardığı yasa tek kişi tarafından iptal ediliyor.

TBMM’nin aldığı karar Meclis Başkanı tarafından yok sayılıp yeniden oylanıyor.

Neymiş?

Cumhuriyetmiş, demokrasiymiş.

Miş miş …

YALAN

TTB, dört aydır Covid-19 tedavisi gördükten sonra yaşamını yitiren bir doktor için “doğal ölüm” raporu verildiğini açıkladı.

Yalan makinesi işliyor…

YARDIMLIK

Devletten yardım alan “muhtaç” aile sayısı bir yılda %102 arttı.

AKP’nin hanesine bir başarı daha yazıldı…

ERİŞİM

Tekkede görüntülenen Tuğamiral, konuyla ilgili haberlere erişim yasağı koydurmuş.

Resmi araçla tekkeye gitmek hak, haber yapmak yasak.

Hangisi yanlış, bir anlasak…

BİLDİRİ

103 Amiralin, duyarlı Türk vatandaşları olarak yayımladığı, Montrö Boğazlar Sözleşmesi ve Atatürk ilkeleri konusunda düşüncelerini paylaştığı bildiri iktidar mensuplarınca “darbe / vesayet” ifadeleri ile mağdur edebiyatına zemin yapıldı.

Anayasayı, yasaları sayısız kez çiğneyen; hırsızlıklara, yolsuzluklara gözünü; yandaşların sorumsuzluklarına, yasa dışı eylem ve söylemlerine kulağını tıkayanlar masum, mağdur, demokrasi kahramanı kesildi.

Buradan mama çıkmaz…

KABİLE

Amirallerin bildirisi konusunda Bahçeli, “bildiride imzası bulunan amirallerin rütbeleri sökülmelidir. Emeklilik hakları kaldırılmalı, emekli maaşları kesilmelidir.

Bahçeli çok şefkatli yaklaşmış,

Bunlar sorgusuz kurşuna dizilsin…

İHTİRAS

MSB, bildiriyle ilgili açıklamasında, “Türk Silahlı Kuvvetleri, hiçbir görev ve sorumluluğu olmayan kişi veya kişilerin hırs, ihtiras ve şahsi emellerine araç yapılamaz” ifadesini kullandı.

Demokraside vatandaşların katılımının ne demek olduğunu anlayamayanlar  herkesi kendileri gibi ihtiras sahibi sanır…

SORUMSUZ

Vatan Partisi amirallerin bildirisini ”sorumsuz” olarak niteledi.

Tek sorumluluğu AKP’yi koşulsuz desteklemek olanlar için öyledir…

HEDEF 

Atatürk ve Lozan anlaşmasına karşı saldırılarıyla bilinen sözde tarihçi Mustafa Armağan, “Montrö’nün fesih süreci başlayacaktır. Bu kadar. Önünde bir engel yok” dedi.

İşte AKP’nin kafasının arkası…

AMERİKANCILIK

Amirallerin bildirisi ile ilgili D. Perinçek, “Bu bildirinin Atlantik kaynaklı olduğu akıyor üzerinden, her tarafından akıyor. Mehmetçik bugün PKK’yla savaşıyor. Bildiride terörle mücadele ile ilgili bir cümle yok. Dolaylı olarak o bildiri PKK’yla da aynı cephede.”

  1. Montrö’yü delmek isteyen ABD ve hizmetkarları değil de kim? Bu durumda amiraller nasıl Amerikancı oluyor?
  2. Bildiri ülkenin her sorununu içermek zorunda mı? Ekonomi de olmalı mıydı? Öyleyse Perinçek yolsuzluklara, karşı devrime neden hiç girmez?
  3. Bağlılığım görülsün mü?
  4. Çamur at izi kalsın mı?…

KÜÇÜKLÜK

Türkiye Gazetesi yazarı ve Ulusal Kanal konuşmacısı Cem Küçük, “Bu amirallerin gözaltına alınması gerektiğini yalnızca ben söyledim. Yine her zaman olduğu gibi yazdığım hayata geçiyor. Bu gözaltılar hukukun gereğidir. Demokrasinin zaferidir.” ifadelerini kullandı.

Küçük adamların büyüklük taslaması…

ZEVZEK

Meral Akşener bildiriyi “zevzeklik” olarak niteledi.

Hakikaten hiçbir anlamı olmayan, ülkeyi ilgilendirmeyen, kendilerine maddi çıkar sağlamanın ötesinde amacı olmayan boş bir bildiri idi.

Eleştiride zevzeklik örneği…

AYAR

İktidar ve değnekleri,  hatta görevdeki yargı mensupları ve yargı kurumları bildiriyi imzalayanlara hakaret, tehdit içeren mesajlar yayımladılar.

Emekliler konuşunca suç, resmi kamu görevlileri açıklama yapınca hak.

Eşitlikten arınmış adalet anlayışınız…

YAKINLIK

İçişleri Bakanı bildiri yayımlayan amirallerin eş, dost,akrabalarından CHP ile irtibatlıları tespit ettiklerini, olayda CHP parmağını ima etti.

Suçun bireyselliğinden habersiz hukuk anlayışınız…

YUNAN

Yunan Kathimerini Gazetesi, emekli amirallere ilişkin gözaltı kararını “Mavi Vatan kışkırtıcısı gözaltına alındı” ifadeleriyle haberleştirdi.

Yunan bile “mavi vatan” ın kimler tarafından ortaya konulduğunun bilincinde. Bizimkiler amirallerin “mavi vatan” dan habersizliğini vurguluyor.

Yunan gelse daha mı iyiydi?…

BEKLESİNLER

Gözaltına alınan amirallerin ifadesi Perşembe günü alınacakmış.

Beklesinler. Suç bulunur. Emirler alınır…

Cumhurbaşkanı adayı kim olmalı?


CUMHURBAŞKANI ADAYI KİM OLMALI??

portresi2

Onur ÖYMEN

 

 

Daha yerel seçimlerin sonuçları yeterince değerlendirilmeden, başarısızlığın sorumluları saptanmadan, Cumhurbaşkanlığı seçimleriyle ilgili tartışmalar başladı.
CHP’de, eğer bir kurultay yapılacaksa, bunun Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra yapılabileceği ifade ediliyor.
Partinin son zamanlarda izlediği politikaların ve söylemlerin değiştirileceği yolunda bir işaret yok.

Bence kurultayın Cumhurbaşkanlığı seçiminden önce yapılması Partiye yeni bir güç ve dinamizm kazandırabilir ve halkın umutlarını artırır. Yalnızca daha çok çalışacağımızı vaad etmek halkın güçlü desteğini sağlamak için yeterli olmayabilir.

Cumhurbaşkanı adayının nitelikleri de netleşmedi.
CHP’nin aktif siyasetin içinde bulunmayan,
dünyayla iyi ilişkiler içinde olan bir adayı düşündüğü anlaşılıyor.

Bence partide siyasal söylemlerin ve kadroların Cumhuriyetin değerlerine yürekten bağlı vatandaşlarımızın beklentileri doğrultusunda yenilenmesinden sonra
adayın saptanması ve seçime gidilmesi başarı şansını artırabilir.

Adayın özellikleri saptanırken, ülkemizin içinde bulunduğu sorunlar ve gereksinimler dikkate alınarak Atatürk ilkelerine, Cumhuriyetimizin değerlerine, anayasaya, çağdaş hukukun ilkelerine bağlılık ve dış politika alanında ülke çıkarlarını koruma alanında bilgiye, deneyime ve cesarete sahip bir adayın düşünülmesi
bence isabetli olur.

CHP Grubunda bütün bu özelliklere sahip eski Genel Başkan Deniz Baykal dururken başka bir aday aramaya gerek var mıdır?

Saygılar, sevgiler.
21.4.14

TÜRBAN NEYİ ÖRTÜYOR?


Dostlar,

“Türban” kamuya giydirildi ve
Dinci iktidar muhkem bir mevzi daha elde etti.

Üstelik “basit” bir mevzuat düzenlemesi ile..
Bakanlar Kurulu eliyle bir yönetmelik değişikliği ile..
Onca yasa, Anayasa, AYM (Anayasa Mahkemesi) kararı, Danıştay ve Yargıtay kararı ve de
AİHM’nin temyiz kararları ortada iken..
İçtihatlaşmış yargı metinleri elde iken..
Hiç biri, zerrece “takılmadı” ve
apaçık bir dinci – sivil darbe ile bu “engel” (!?) de aşıldı..

Sonra ne oldu ??
Yönetsel yargıya taşınan Yönetmelik iptali istemleri ne sonuç verdi??

  • Bizler unuttuk ama Dinci devlet mücahitleri yeni mevzilere kilitlendiler..

Sayın Nusret Kebapçı’nın yazısını bu bağlamda arşivimizden aktarıyoruz..

Balık bellekli toplum olmayalım..

Sevgi ve saygıyla
07.02.2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

======================================

TÜRBAN NEYİ ÖRTÜYOR?

Nusret KEBAPÇI

Durun, hemen “saçımızı” diyerek tepki göstermeyin…

Kesinlikle değil!

İsterseniz bu yani türban konusunda iktidarla muhalefet arasında herhangi bir fark
var mı önce ona bakalım…

İktidar anlaşılıyor ki kararlı…
Yani hükümetten gitmeden başkanlık, pardon…
Padişahlık sistemini getirmek için çabalıyor…
Bunun için ülkeyi yavaş yavaş din devleti yapmak yönünde gerekli tüm adımları da atıyor…

Peki, tüm bunlar yapılırken…
Ya kendisine muhalefet rolü verilenler, onlar ne yapıyor?
Asıl işin püf noktası burası…
Hem zaten muhalefet ederken hiç kimse ulus devletin parçalanmak istendiğinden…

Atatürk ilkelerinden…
Laiklikten…
Bu konuda yapılmış devrimlerden de söz etmiyor…
Ya ne deniyor?

  • “Benim annem de türbanlıydı…”

“Bu dinde yok!”
“Bu dinsel değil siyasal…”
Yani tam da ”istemem yan cebime koy durumu…”
Peki, işin gerçeği ne??
Hadi şöyle soralım…

Hükümetin demokrasi paketine önce kim destek verdi??
Biliyorsunuz ki AB…
Onun parlamentosu…
Temsilcileri…
Sözcüleri falan…

Nedenini sormanıza gerek yok AB ve ABD bölgede güçlü bir ulus devlet istemiyor
Bu nedenle ülkeleri etnik ve dinsel temelde olabildiğince ayrıştırmaya çalışıyorlar…
Yani ne denli  çok etnik ve dinsel kimliklere ayırabilirlerse o denli iyi…
Kendileri de bir o denli rahatlayacaklar…

İşte T.C.’yi hemen her yerden kaldırmaya çalışmaları bu yüzden…
Biliyorsunuz öncesinde de ulus devletin temel taşı olan ekonomisi yerle bir edilmişti…
Hemen her dilde eğitimin önünün açılmasının kıymeti harbiyesi de yine bu…

*****

Türbana gelince                          :

Bunu isteyenler, istedikleri düzende, kadınların yerinin olmadığını bilmiyorlar mı?
Pekâlâ biliyorlar…
Aslında o düzende yalnızca kadınların değil…
İşçinin de…
Halkın da…
Köylünün de yeri yok…
Peki din devleti olunduğunda…
Ulusal bilinç olur mu?
Ya bayrak…
Vatan…
Bağımsızlık…
Ya Türkçe…

O kalır mı?
İşte tüm bu ulusal değerler adım adım kaldırılırken, bunu görmemizi ne engelliyor dersiniz…

Elbette türban, başka ne olabilir ki!…

ATATÜRK İLKELERİ ve SUUDİ ARABİSTAN..

Dostlar,

Saygıdeğer arkadaşımız Duran Aydoğmuş önemli iletiler paylaşıyor.
Kendisine teşekkür ederek paylaşalım..

Özellikle power point yansılarını izlemek gerek :

AtaturkIlkeleriveSuudiArabistan (2)

Sevgi ve saygı ile.
19.8.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=======================================

Çok ilginç bir uygulama, bizim soytarıların da korkulu rüyası. Suudi Arabistan’da Mustafa Kemal Atatürk’ümüzün İslam Dinini sömürüden ve insanları aldatılmaktan korumak için söylemiş olduğu sözler, Suudi Arabistan’da İslam dinin kuralları olarak, ödünsüz uygulanmaktadır. Bizim soytarı tarikatçılarımız, hurafecilerimiz Suudi Arabistan’a Hacca bile, ölüm korkusu nedeniyle, gidememektedirler. Atatürk’ün dediklerine uymayanlar Suudi Arabistan’da idam edilmektedir. Mustafa Kemal’in “idamlık” sözlerini bir görelim:

“EFENDİLER VE EY MİLLET1BİLİNİZ Kİ TÜRKİYE CUMHURİYETİ ŞEYHLER, DERVİŞLER,MÜRİTLER VE MECZUPLAR MEMLEKETİ OLAMAZ!”

“BİRTAKIM ŞEYHLERİN,DEDELERİN,SEYY,İTLERİN ,BABALARIN,EMİRLERİN ARKASINDAN SÜÜRÜKLENEN FALCILARA, BÜYÜCÜLERE, ÜFÜRÜKÇÜLERE, MUSKACILARA, TALİH VE HAYATLARINI EMANET EDEN İNSANLARDAN MÜREKKEP BİR KİTLEYE MEDENİ BİR MİLLET NAZARIYLE BAKILABİLİR Mİ?”

“ARTIK ,TÜRKİYE DİN VE ŞERİAT OYUNLARINA SAHNE OLMAKTAN ÇOK UZAKTIR!”

“30 Teşrinisâni 1324 tarihli ve 677 sayılı Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Seddine ve Türbedarlıklar ile Birtakım Ünvanların Men ve İlgasına Dair Kanun” Anayasalar 154/174. madde.

Sakallı Ahmet Hoca, Fethullah Gülen Efendi! Ve diğer Din Ulemaları! Neden dini vecibelerinizi ifa etmek için Mekke’ye giderek ol mübarek (!) fikirlerinizi orada serdetmiyorsunuz?

**********************

Kimden: ZEKIYE YUKSEL
Kime: duran Aydoğmuş
Gönderildiği Tarih: 18 Ağustos 2013 23:55 Pazar
Konu: RE: Ataturk Ilkeleri ve Suudi Arabistan.

Merhaba Duran Bey,

İki eki de okudum. Orada olmayanların nedeni Allaha şirk koşmaktan dolayıdır, laiklikle ilgisi yok, Kuran’la yönetilen bir ülke. Lütfen Atatürk Türkiyesiyle kıyaslamayın. Vahhabilikten başka hiçbir mezhebe yaşam hakkı tanımazlar. Bugün Mekke ve Medine tam bir ticaret merkezidir.

Zamanım olsaydı bu konuda uzun yazabilirdim.
Dünyanın
– en gerici en yobaz,
– insan haklarının en çok ihlal edildiği,
– kadına kamuda, sokakta yaşam hakkı tanımayan,
– Amerikan uşaklığını yapan,
– El Kaide(3 kez Allah Allah deyip kadınlara tecavüz eden ve kesen) çetelerini besleyen
şeriat ülkesi, uygulamaları da Kuran’a göredir.

Tek bir mezhebi tanıyan, dinle yönetilen bir ülke laik olabilir mi?
Laikliği özgürlüklerden ve demokrasiden ayrı düşünemeyiz. cami altlarına dükkan açamaya ne gerek var? Suudi Arabistan dünyanın en ünlü markalar cennetidir.
Dünyanın hiçbir ülkesinde orada var olan alış veriş merkezlerinin olabileceğini düşünmüyorum.

Orada imam hatip kız okullarının olmayışı da Kuran’ın adına bakışıyla ilgilidir.
Türkiye’de islam kurana göre uygulanmıyor. Her ülke kendine göre bir islam yaratmıştır.

Görüşmek dileğiyle, sevgi ve selamlar.

Zekiye

********************************

KAPLUMBAĞA İLE MÜRTECİ GERİ GİDİŞİ OLMAYAN İKİ YARATIKTIR.
TEHLİKEDE PUSAR SONRA DA İLERLER.
DOLMABAHÇE CAMİSİNE SIĞINAN ATATÜRKÇÜ GENÇLERE İFTİRA VE HAKARET YAĞDIRANLAR;
EL FETİH CAMİSİNE SIĞINAN ÇAĞDIŞI AMERİKAN AJANLARINDAN NE HABER.
İRTİCANIN BAŞI EZİLMEDEN NE DEMOKRASİ GELİR, NE DE İNSANLIK HUZUR BULUR.
SOYTARILIK POLİTİKACILIK HİÇ DEĞİLDİR.

Bu ileti kaç yıldır dolaşmakta….

Yetkililer, bizdeki bağnazları uyarıp “Dinde olmayan şeyleri yapıyorsunuz!” diyemez ,

Halkın dini gösterimlere ilgisi azalır kandırması zor olur diye.
Cahili kandırmak kolaydır.
Dinci ile dindarı ayırt edecek bilginin öğrenilmesi istenmez.

Seriat_Ulkesinde_Kadin_Olmak_Zekiye_Yuksel

ADD 24 YAŞINDA!


ADD 24 YAŞINDA!

PORTRESI_husnu_merdanoglu

 

 

 


Hüsnü MERDANOĞLU

Yurt sorunlarına duyarlı 50 kişi tarafından 19 Mayıs 1989’da kurulmuş olan
Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) günümüzde 400 şubesi ile ülkemizin en büyük sivil toplum kuruşlarından biridir.  ADD’nin kuruluş nedenlerinden biri, Türkiye Cumhuriyeti tarihi içinde yaşanmış olan olumsuz gelişmelere karış, özellikle günümüzün sosyal medyanın etkisi altında yetişen gençlerimize Atatürk, dolayısıyla yurt sevgisi ve yurttaşlık bilincinin aşılanmasıdır. Bunun için; başta Genel Başkanı olmak üzere tüm yönetici ve ADD üyelerine
önemli sorumluluklar düşmektedir.

ADD kuruluşunda görev alan ve üye olanlar için, çalışmanın nasıl bir özveri, ciddiyet
ve kararlılık gerektirdiğini; Atatürk’ün 15 yıl içinde yaptıklarını anlayarak ve ADD’nin kurucularından ve kurucu Genel Başkanı olan Prof. Dr. Muammer Aksoy’un çalışma temposunu anlayarak örnek almak mümkündür.

Atatürk’ün yaptıklarını anlatmak bu yazının kapsamını genişleteceği için
Muammer Aksoy’un yaptıklarına kısaca değinmek gerekir ise şu özet bilgilere ulaşmak mümkündür:

ADD’nin kuruluş sürecinde Türk Hukuk Kurumu Başkanı olan Muammer Aksoy, 12 Eylül döneminde Atatürk adının her aşamada kullanılarak yıpratılmasına karşı çıkmıştır. Hukuk devletini, Atatürk ilkelerini ve ulus devlet bütünlüğünü yılmadan, çekinmeden korkmadan savunmuştur. Siyasal iktidarların, Cumhuriyet yönetimine
ters düşen her uygulamalarını yargıya taşımaktan asla geri durmamıştır.
Muammer Aksoy, Türk Ceza Yasası’nın 163. maddesinin kaldırılmasına karşı çıkan hukukçulardan olmuştur. Prof. Aksoy, halen failleri bulanmayan bir suikast sonrası öldürülmüş ise de (31 Ocak 1990), sonsuza dek yurtsever bir kişi olarak bilinme onurunu taşıyacaktır.ADD’nun kurucularından ve Onursal Başkanı olan Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, “Atatürkçü Düşünce Derneği’nin Güç Birliği Çağrısı” başlıklı yazısında şu hususlara dikkatleri çekmiştir:“Katilleri hala bulunamayan Devrim Şehidi Prof. Muammer Aksoy tarafından kurulmuş olan Atatürkçü Düşünce Derneği, bir bildiri yayımlayıp Atatürkçü kuruluşları, laikliği koruma yolunda güç birliğine çağırdı. Buna ilişkin bir haberi Cumhuriyet Gazetesi’nin 30.7.1990 tarihli sayısında okudum. Derneğin yönetim kurulunca kaleme alınıp bir örneği bana da ulaşan bildirinin önemli bölümlerine, bu derneğin kurucu üyesi ve onursal başkanı kimliğiyle, bugünkü yazımda yer veriyorum:

  • “Bilindiği gibi, Atatürk yeni Türkiye’yi kurarken,
    – yapıtının temelini laiklik ilkesiyle atmış,
    – gövdesini ise cumhuriyetçilik ilkesiyle örüp çatmış,
    – özü kültür, özgürlük ve bağımsızlık bilinci olan
    – ulusalcılık ilkesini harç diye kullanmıştır.
    – Devletçilik, halkçılık ve devrimcilik ilkelerini de uygulama yöntemi, işlevi ve amacı olarak belirlemiştir.
    O büyük devrim ustasının özene bezene ortaya çıkardığı ve üstüne titrediği
    bu yapıt, kendisi ölünce, ilkin, bakım ve koruma yetersizliği nedeniyle yıpranırken, giderek, savsaklamadan saldırıya dek varan aykırı davranışlar dolayısıyla çatlayıp dökülmeye başlamış, son zamanlardaki açık ve kapsamlı yıkıcılık uygulamalarıyla da çökmeye yüz tutmuştur.
    Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Türk ulusunun çağdaşlık yolundan saptırılması ve uygarlaşmaktan alıkonulması için neredeyse yarım yüzyıldır sürdürülen planlı, sinsi gericilik etkinlikleri günümüzde büyük bir ivme kazanırken, ‘kör kör parmağım gözüne’ denebilecek pervasız uygulamalar biçimini almıştır. (…)

(…)

Dindarlığın meczupluğa ve gösterişe dönüştürüldüğü tarikatçılık, kişilerin kolay ün, etkinlik ve çıkar kazanmalarına, dolayısıyla dinin devlet işlerine karıştırılmasına ve siyasal araç olarak kullanılmasına yardımcı olduğu içindir ki; ATATÜRK tarafından yasaklanmıştı. İlgili Devrim Yasası, 1982 Anayasası’nın 174. maddesiyle yürürlükleri tanınan ve güvence altına alınan yasalar arasında yer almasına karsın bugün ülkemiz, hortlamış tarikatların ve us yoksunlarıyla politikacı ya da çıkarcı sahte dindarlar içeren tarikatçı kalabalıklarının cenneti durumundadır. (…)

Görev unvanlarının basında ‘cumhuriyet’ sıfatım yalnız kendileri taşı yan Türk Adaletinin ‘iddia makamı’ sahipleri bütün bu olayları sütre gerisinden sessizce izlemektedirler. (…) “
Yukarda yazılanlar, 1990 yılının Ağustos ayında Cumhuriyet gazetesinde yayınlanmış olduğu dikkate alındığında, Atatürk’ün şu sözünü anımsamamak elde değil;
“Biz, büyük bir devrim yaptık. Ülkeyi bir çağdan alıp yeni bir çağa götürdük. Birçok eski kurumu yıktık. Bunların binlerce taraftarı vardır. Fırsat beklediklerini unutmamak gerekir.”

Atatürk’ün öncülüğünde merkezi, ulusal ve üniter bir devlet olarak kurulan Türkiye Cumhuriyeti, küreselleşme sürecinde emperyalist beklentiler doğrultusunda, aynen Osmanlının son döneminin olduğu gibi hedef tahtasına oturtulmuştur. Sağ-sol, etnik ayrılık, mezhepsel bölünme gibi senaryoların gündemde olduğu bir ortamda, ADD’nin Türkiye’nin Kemalist ilkeler doğrultusunda yönetilmesi için çaba içinde olması, hem adında bulunan “Atatürkçülüğün” hem de tüzüğünün gereğidir. ADD görevini yerine getirme yolunda ilerlerken 24 yıl sürecinde çeşitli engel ve olaylarla karışlamıştır. Gereksiz yere olağanüstü genel kurul toplanması ve ADD Genel Merkezinin ve şubelerinin bombalanması bu olumsuzluklardan bazılarıdır.

Asıl olumsuzluk ise; radyo, televizyon gibi kamuoyunu yönlendirecek yayın organına bugüne kadar sahip olamayan ADD, gençlerimize ve tüm yurttaşlarımıza başucu kaynağı olacak özeliklere Atatürk kitaplığı seti düzeyinde bir yayın serisini gerçekleştirememiştir.

24 yıl önemli bir zaman dilimidir. Atatürk’ün yolunda olmak ve ilklerine sahip çıkmak her şeyden önce Atatürk gibi çalışkan ve özverili olmayı gerektirir. 15 yıl içinde her yönden yokluk ve yoksulluk içinde süren savaşı kazandıktan sonra, Türkiye’yi yeryüzünün en saygın ülkesi konumuna yükselten Atatürk’e yaraşır olmak ve adında “Atatürk” olan derneğin üyesi olmak daha çok sorumluluk ve özveri gerektirmektedir.

Hüsnü MERDANOĞLU (18.5.13)