ADD 24 YAŞINDA!


ADD 24 YAŞINDA!

PORTRESI_husnu_merdanoglu

 

 

 


Hüsnü MERDANOĞLU

Yurt sorunlarına duyarlı 50 kişi tarafından 19 Mayıs 1989’da kurulmuş olan
Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) günümüzde 400 şubesi ile ülkemizin en büyük sivil toplum kuruşlarından biridir.  ADD’nin kuruluş nedenlerinden biri, Türkiye Cumhuriyeti tarihi içinde yaşanmış olan olumsuz gelişmelere karış, özellikle günümüzün sosyal medyanın etkisi altında yetişen gençlerimize Atatürk, dolayısıyla yurt sevgisi ve yurttaşlık bilincinin aşılanmasıdır. Bunun için; başta Genel Başkanı olmak üzere tüm yönetici ve ADD üyelerine
önemli sorumluluklar düşmektedir.

ADD kuruluşunda görev alan ve üye olanlar için, çalışmanın nasıl bir özveri, ciddiyet
ve kararlılık gerektirdiğini; Atatürk’ün 15 yıl içinde yaptıklarını anlayarak ve ADD’nin kurucularından ve kurucu Genel Başkanı olan Prof. Dr. Muammer Aksoy’un çalışma temposunu anlayarak örnek almak mümkündür.

Atatürk’ün yaptıklarını anlatmak bu yazının kapsamını genişleteceği için
Muammer Aksoy’un yaptıklarına kısaca değinmek gerekir ise şu özet bilgilere ulaşmak mümkündür:

ADD’nin kuruluş sürecinde Türk Hukuk Kurumu Başkanı olan Muammer Aksoy, 12 Eylül döneminde Atatürk adının her aşamada kullanılarak yıpratılmasına karşı çıkmıştır. Hukuk devletini, Atatürk ilkelerini ve ulus devlet bütünlüğünü yılmadan, çekinmeden korkmadan savunmuştur. Siyasal iktidarların, Cumhuriyet yönetimine
ters düşen her uygulamalarını yargıya taşımaktan asla geri durmamıştır.
Muammer Aksoy, Türk Ceza Yasası’nın 163. maddesinin kaldırılmasına karşı çıkan hukukçulardan olmuştur. Prof. Aksoy, halen failleri bulanmayan bir suikast sonrası öldürülmüş ise de (31 Ocak 1990), sonsuza dek yurtsever bir kişi olarak bilinme onurunu taşıyacaktır.ADD’nun kurucularından ve Onursal Başkanı olan Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, “Atatürkçü Düşünce Derneği’nin Güç Birliği Çağrısı” başlıklı yazısında şu hususlara dikkatleri çekmiştir:“Katilleri hala bulunamayan Devrim Şehidi Prof. Muammer Aksoy tarafından kurulmuş olan Atatürkçü Düşünce Derneği, bir bildiri yayımlayıp Atatürkçü kuruluşları, laikliği koruma yolunda güç birliğine çağırdı. Buna ilişkin bir haberi Cumhuriyet Gazetesi’nin 30.7.1990 tarihli sayısında okudum. Derneğin yönetim kurulunca kaleme alınıp bir örneği bana da ulaşan bildirinin önemli bölümlerine, bu derneğin kurucu üyesi ve onursal başkanı kimliğiyle, bugünkü yazımda yer veriyorum:

  • “Bilindiği gibi, Atatürk yeni Türkiye’yi kurarken,
    – yapıtının temelini laiklik ilkesiyle atmış,
    – gövdesini ise cumhuriyetçilik ilkesiyle örüp çatmış,
    – özü kültür, özgürlük ve bağımsızlık bilinci olan
    – ulusalcılık ilkesini harç diye kullanmıştır.
    – Devletçilik, halkçılık ve devrimcilik ilkelerini de uygulama yöntemi, işlevi ve amacı olarak belirlemiştir.
    O büyük devrim ustasının özene bezene ortaya çıkardığı ve üstüne titrediği
    bu yapıt, kendisi ölünce, ilkin, bakım ve koruma yetersizliği nedeniyle yıpranırken, giderek, savsaklamadan saldırıya dek varan aykırı davranışlar dolayısıyla çatlayıp dökülmeye başlamış, son zamanlardaki açık ve kapsamlı yıkıcılık uygulamalarıyla da çökmeye yüz tutmuştur.
    Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Türk ulusunun çağdaşlık yolundan saptırılması ve uygarlaşmaktan alıkonulması için neredeyse yarım yüzyıldır sürdürülen planlı, sinsi gericilik etkinlikleri günümüzde büyük bir ivme kazanırken, ‘kör kör parmağım gözüne’ denebilecek pervasız uygulamalar biçimini almıştır. (…)

(…)

Dindarlığın meczupluğa ve gösterişe dönüştürüldüğü tarikatçılık, kişilerin kolay ün, etkinlik ve çıkar kazanmalarına, dolayısıyla dinin devlet işlerine karıştırılmasına ve siyasal araç olarak kullanılmasına yardımcı olduğu içindir ki; ATATÜRK tarafından yasaklanmıştı. İlgili Devrim Yasası, 1982 Anayasası’nın 174. maddesiyle yürürlükleri tanınan ve güvence altına alınan yasalar arasında yer almasına karsın bugün ülkemiz, hortlamış tarikatların ve us yoksunlarıyla politikacı ya da çıkarcı sahte dindarlar içeren tarikatçı kalabalıklarının cenneti durumundadır. (…)

Görev unvanlarının basında ‘cumhuriyet’ sıfatım yalnız kendileri taşı yan Türk Adaletinin ‘iddia makamı’ sahipleri bütün bu olayları sütre gerisinden sessizce izlemektedirler. (…) “
Yukarda yazılanlar, 1990 yılının Ağustos ayında Cumhuriyet gazetesinde yayınlanmış olduğu dikkate alındığında, Atatürk’ün şu sözünü anımsamamak elde değil;
“Biz, büyük bir devrim yaptık. Ülkeyi bir çağdan alıp yeni bir çağa götürdük. Birçok eski kurumu yıktık. Bunların binlerce taraftarı vardır. Fırsat beklediklerini unutmamak gerekir.”

Atatürk’ün öncülüğünde merkezi, ulusal ve üniter bir devlet olarak kurulan Türkiye Cumhuriyeti, küreselleşme sürecinde emperyalist beklentiler doğrultusunda, aynen Osmanlının son döneminin olduğu gibi hedef tahtasına oturtulmuştur. Sağ-sol, etnik ayrılık, mezhepsel bölünme gibi senaryoların gündemde olduğu bir ortamda, ADD’nin Türkiye’nin Kemalist ilkeler doğrultusunda yönetilmesi için çaba içinde olması, hem adında bulunan “Atatürkçülüğün” hem de tüzüğünün gereğidir. ADD görevini yerine getirme yolunda ilerlerken 24 yıl sürecinde çeşitli engel ve olaylarla karışlamıştır. Gereksiz yere olağanüstü genel kurul toplanması ve ADD Genel Merkezinin ve şubelerinin bombalanması bu olumsuzluklardan bazılarıdır.

Asıl olumsuzluk ise; radyo, televizyon gibi kamuoyunu yönlendirecek yayın organına bugüne kadar sahip olamayan ADD, gençlerimize ve tüm yurttaşlarımıza başucu kaynağı olacak özeliklere Atatürk kitaplığı seti düzeyinde bir yayın serisini gerçekleştirememiştir.

24 yıl önemli bir zaman dilimidir. Atatürk’ün yolunda olmak ve ilklerine sahip çıkmak her şeyden önce Atatürk gibi çalışkan ve özverili olmayı gerektirir. 15 yıl içinde her yönden yokluk ve yoksulluk içinde süren savaşı kazandıktan sonra, Türkiye’yi yeryüzünün en saygın ülkesi konumuna yükselten Atatürk’e yaraşır olmak ve adında “Atatürk” olan derneğin üyesi olmak daha çok sorumluluk ve özveri gerektirmektedir.

Hüsnü MERDANOĞLU (18.5.13)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir