Etiket arşivi: Atatürk İlke ve Devrimleri

ADD DANIŞMA TOPLANTISI SONUÇ BİLDİRİSİ

ADD_logosu_adiyla

 

ADD DANIŞMA TOPLANTISI
SONUÇ BİLDİRİSİ
 

 

 

  • 6 Temmuz 2014’te yapılan ve Genel Yönetim, Denetleme, Disiplin, Bilim-Danışma Kurulu üyeleri ile Şube başkan veya temsilcilerinin katıldığı toplantıda alınan kararlar aşağıdadır :

Genel Merkezimizce bugüne dek farklı zamanlarda nasıl bir Cumhurbaşkanının Atatürk’ün koltuğuna oturmaya aday olabileceği konusunda açıklamalar yapılmıştır.

19.06.2014 tarihli açıklamamızda; Cumhurbaşkanının yapacağı yemine sadık kalması gerektiği, siyasal partilerin aday belirleme sürecinde Derneğimizin görüşünü almamasının son derece düşündürücü olduğu, seçim sürecinde Cumhuriyetin niteliklerini tartışmaya açacak adayların tarafımızdan desteklenmeyeceği ve seçimde taraf olacağımız vurgulanmıştı.

28.06.2014 tarihli 2 sayılı basın açıklamamızda ise, Derneğimizin nasıl bir Cumhurbaşkanı istediği, seçime ilişkin tavrımızın ne olacağı, Cumhurbaşkanı adayını belirleme görevi ve sorumluluğunun TBMM’deki milletvekillerinde olduğu, Derneğimizin görüşünü almayan siyasilerin bu sürecin doğal sorumlusu olduğu, bu nedenle toplumu rahatlatacak çalışmayı onların yapması gerektiği vurgulanmıştı.

Derneğimiz tüm bu süreçte, siyasal partilerden bağımsız olarak, toplumun güveni doğrultusunda aday adları üzerine bir açıklama yapmamış, ancak kuruluş ilkelerimize uygun değerlendirmelerde bulunarak Cumhurbaşkanı adayı niteliklerinin ne olması gerektiğini halkımızla paylaşmıştır.

Adaylar netleştikten sonra yapılan 3 sayılı basın açıklamamızda ise, Cumhurbaşkanı Seçimi Yasası’nın 11. maddesindeki “diğer kamu görevlileri” tanımlaması ve Anayasa’nın md. 128-1’de düzenlenmiş olan “diğer kamu görevlileri” tanımlaması birlikte değerlendirilmiş ve adaylar arasında bulunan, halen Başbakanlığı yürütmekte olan Recep Tayyip Erdoğan’ın bu görevden istifa etmesi gerektiği belirtilmişti.

6 Temmuz 2014’te yapılan danışma toplantısında bu konular ayrıntılı biçimde ele alınmış, Cumhurbaşkanlığı konusunda önümüzde olan 4 seçenek

1- AKP’nin adayı
2- PKK- BDP-HDP’nin adayı
3-CHP-MHP-DSP-DP ve BTP’nin adayı
4- Boykot tartışılmıştır.

Bu seçenekler, 30 Mart 2014’te yapılan yerel seçimlerin sayısal verileri, Cumhurbaşkanı seçiminin olası tüm olumsuzlukları ve önümüzdeki genel seçimlerin önemi ile birlikte değerlendirilerek, Cumhuriyeti bölmeyi ve dönüştürmeyi amaçladığı açıkça belli olan adaylara karşı sandığa yoğun katılımın sağlanması konusunda görüşbirliğine varılmıştır.

Üstelik, siyasal iktidarın, Cumhurbaşkanlığı oy pusulaları için ihaleye çıkılırken, nedeni belirsiz bir referandum için de ihaleye çıktığı haberleri basında yer almıştır.

Bu durum karşısında, Kurucu Genel Başkanımız Prof. Dr. Muammer Aksoy’un 1989’da Turgut Özal’ı hedef alarak söylediği, “Pek yararlı olacak bir cumhurbaşkanını bulmaktan daha önemli olan, çok zararlı olabilecek bir kişinin Cumhurbaşkanı seçilmesini önlemektir.” sözleri ne yazık ki bugün için de geçerlidir.

Bu dönemde Atatürkçülere düşen görev, sandığa giderek demokratik, laik, cumhuriyet yıkıcıları ve bölücülere karşı birlik olmaktır. Ancak bilinmelidir ki, aday belirleme sürecine ilişkin yapılan yanlışlıkların hesabı da, istenilen sonuç alınsın ya da alınmasın, seçim sonrasında ilgili parti yöneticilerinden sorulacaktır. Bu bir yurttaşlık görevidir.

Derneğimiz partiler üstü bir çalışma anlayışına sahiptir. Atatürk ilke ve devrimlerinin savunucusu olarak bu seçimlerde,

  • herhangi bir aday için açık ya da kapalı destek kampanyası yürütülmeyecek, 

çalışmalarımız kuruluş ilkelerimize uygun sürdürülecektir. Örgütsel disiplin ve bütünlüğümüz, önümüzde bizleri bekleyen büyük mücadelelere hazırlık açısından son derece önemlidir.

Saygıyla duyurulur.

ADD GENEL MERKEZİ

06.07.2014, Ankara

Atatürkçü Düşünce Derneği’nden Cumhurbaşkanı Seçimi Açıklaması


Atatürkçü Düşünce Derneği’nden Cumhurbaşkanı Seçimi Açıklaması

ADD_logosu_adiyla

 

 

 

 

ADD Genel Yönetim Kurulu’nun 21 – 22 Haziran 2014 tarihlerinde CUMHURBAŞKANI SEÇİMLERİ konulu yaptığı iki günlük yoğun çalışma toplantısında halkımızın duyarlıkları, şubelerimizden genel merkeze aktarılan görüşler, Atatürk Cumhuriyeti’nin geleceği konusundaki endişeler birlikte değerlendirilmiş ve aşağıdaki açıklamanın yapılması zorunluluğu doğmuştur.

aciklama

ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİNİN CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMİ İLE İLGİLİ 2 NOLU BASIN AÇIKLAMASI

ORTADOĞU ve TÜRKİYE

Küresel çıkar odakları, Ortadoğu ülkelerindeki siyasetin ve ekonomik yaşamın bir parçası olarak sürdürülen din ve mezhep savaşlarını profesyonelce kendi çıkarları doğrultusunda programlamakta ve kullanmaktadır. Bölge insanları mezhep ve din adına denilerek kışkırtılmakta ve birbirlerini bağazlamaktadırlar. Küresel güçler ise bu cehaleti ve ilkelliği doyumsuz bir iştah ile kullanmaya ve asıl kazanan olmaya devam etmektedirler.Arada sırada ortaya çıkan demokratik hareketler ise küresel güçler tarafından bastırılmakta ve yok edilmektedir. Bu bölgede tek istisna, Atatürk ve Atatürk’ün başlattığı kurtuluş savaşı sonucunda kurulan Atatürk Cumhuriyetidir.

Türkiye Cumhuriyeti; İslam dünyasında, Aydınlanmayı, çağdaşlaşmayı hedefleyerek, yaşam biçiminde Ortaçağ’dan kurtularak, hukuk alanında, siyasette, sanatta, ekonomide, çağı yakalamak için mücadele vermiş tek devlettir. Mezhep ve din kavgalarından uzak çağdaş insanı ve çağdaş toplumu yaratan Atatürk Cumhuriyet’inin bu yüzden hep düşmanları olmuştur. Atatürk döneminde yaşama geçirilen reformların hiçbiri öbür İslam ülkelerinde yapılamamıştır. Bu ülkelerde hala insanlar din ve mezhep adına birbirlerini boğazlamaya devam emekte bu kavgalardan küresel güçler yararlanmaktadır.

Ancak burada İslam ülkelerinde yaşanan bu huzursuzlukların sorumlularının yalnızca dışarıda aranması son derece hatalı sonuçlara ulaşılmasına
neden olabilecektir. Bu ülkelerin asıl sorunu, dokularına sinmiş ve yerleşmiş olan çağdışılıktır. Atatürk bu Ortadoğu bataklığından tüm özgürlüklerin ve insan haklarının, laik sosyal hukuk devletinin ve çoğulcu demokrasinin yolunu açan
Türkiye Cumhuriyeti’ni yaratmıştır.

Bu gün gelinen noktada önümüzde duran Cumhurbaşkanı seçiminde halkımızın vereceği oylar; Atatürk Cumhuriyeti’nin mi devam edeceğini,
yoksa Ortadoğu bataklığının bir parçası mı olacağımızı belirleyecektir.

ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ NASIL BİR CUMHURBAŞKANI İSTİYOR?

Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü,
milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacak, evrensel hukukun üstünlüğüne, demokrasiye, Atatürk ilke ve devrimlerine, herkesin insan haklarından ve temel özgürlüklerden yararlanması ülküsüne bağlı, Cumhuriyetten yana taraf,
toplumu birleştirici, ötekileştirmeyen, ayrıştırmayan, toplumun Cumhurbaşkanlığına olan zedelenmiş güvenini yeniden kuracak, uluslararası alanda ülkemizin yitirdiği saygınlığı yeniden kazanmasına katkı koyabilecek, iktidarın her uygulamasına kayıtsız kalmayacak, araştırmalarını, incelemelerini, değerlendirmelerini laik Cumhuriyet ilkesini temel alarak yapacak, Başkanlık sistemine heves etmeyecek, kısacası Atatürk’ün koltuğunda oturmaya yaraşır bir Cumhurbaşkanı istiyor ve Meclisteki milletin vekillerini bu konuda sorumlu davranmaya, göreve çağırıyoruz.

ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ; ATATÜRK’ÜN KOLTUĞUNA
BİR CUMHURİYET YIKICISININ OTURMASINA KARŞIDIR

12 yıllık bu iktidar döneminde; Cumhuriyetin laik, demokratik, hukuk devleti ve
ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlük ilkeleri yok edilmeye çalışılmıştır.

Hukuk Devleti yerini polis devletine bırakmış, evrensel hukuk kuralları yok edilmiş, kişiye ve olaylara özel yasalar torbalar içine yerleştirilerek çıkartılmış, güçler ayrılığı ortadan kaldırılmış, yargı iktidarın emrinde, vicdanları kanatan yargılamalar yapılmış, haksız ve uzun tutukluluk süreleriyle insanlar acımasızca özgürlüklerinden yoksun bırakılmış, yüzlerce suçsuz insan hapishanelerde yaşama tutunmaya çalışırken, Başbakanın oğlu ya da yakını olduğu için bir bölüm insanlara ayrıcalıklar yaratılarak koruma kalkanı oluşturulmuş, yolsuzlukları örtülmüş, yargılanmaları engellenmiş, yargının denetimi dışına çıkartılmıştır. Cumhuriyetin savcıları Cumhuriyeti koruyamaz duruma getirilmiş, görev yerleri sürekli değiştirilmiş, çadır mahkemeler kurularak teröristlerin ayağına götürülmüş ve yargı eliyle binlerce insanımızın katillerinden
özür dilenmiş; teröristlerden özür dilenirken, onurlu Türk subayları, özür dilenen teröristlerin ifadeleri ile tutuklanmış ve emekli Genelkurmay Başkanı, Devleti yıkmak isteyen bir “örgüt başı” olarak tutuklanıp yargılanmıştır. Yargı eliyle Türk Silahlı Kuvvetleri itibarsızlaştırılmaya, çökertilmeye ve yeniden yapılandırılmaya çalışılmış, asrın yolsuzluğu olarak dünya tarihine geçen Deniz Feneri Derneği soruşturmasını yürüten Cumhuriyetin Savcılarından soruşturma dosyaları alınmış
ve bu savcılar sanki suç işlemişler gibi yargılanmıştır. Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun yapısı değiştirilerek siyasetin buyruğuna sokulmuş, kısacası artık ülkede hukukun üstünlüğü ilkesi yerine üstünlerin hukuku uygulanır duruma gelmiştir.

Yine bu dönemde, Türkiye Cumhuriyeti’nin şerefli askerlerine karşı kumpaslar kurulmuş, sahte belgeler ve CD’ler üretilerek yaratılan suçlamalarla davalar açılmış, toplumun Türk Ordusu’na olan güveni sarsılmaya çalışılmış, TSK’nin disiplini ve kimyası bozulmaya çalışılmış, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nda donanmaya komutanlık edecek kadroların neredeyse tamamı hakkında davalar açılmışve ne ilginçtir ki,
İzmir’de bu soruşturmaları yapan savcı yine bu iktidar tarafından ucu iktidara dokunan bir soruşturma başlattığı için sürülmüş, Ordu mensuplarının başına çuvallar geçirilirken tepki gösterilmemiş, Irak’ta konsolosluk çalışanları ve bir bölüm TIR şoförleri
IŞİD terör örgütü tarafından rehin alınmış, buna karşın Başbakan, IŞİD terör örgütü mensuplarına “terörist” bile diyememiş, bu terör örgütü ile pazarlıklar yapılmaya ve onlara yasal statü kazandırılmaya çalışılmış, hatta ülkenin gündemi PKK terör örgütünün başı ile birlikte belirlenmeye başlanmış, binlerce insanımızın ölümünden sorumlu
terörist Abdullah Öcalan iktidara ortak olmuş, artık fiilen birlikte hareket eden
AKP + PKK koalisyon iktidarı ülkeyi bölünmenin eşiğine getirmiştir.

Yine bu dönemde, Atatürk devrim ve ilkelerine karşı açık ya da kapalı saldırılar
olağan hale getirilmiş, bu saldırılar Başbakan tarafından korunup kollanmış,
hatta öncülük edilmiş, Türk olmak sorgulanır hale getirilmiş, millet kavramı tartışmaya açılmış, laikliğin içi boşaltılmış, Devlet; cemaatler ve tarikatların cirit attığı, başta bakanlıklar olmak üzere devlet kadroları için pazarlıklar yapılarak atamaların yapıldığı
bir ibadethaneye dönüştürülmüş, yurttaşların Devlet ile olan işlerinde ve ilişkilerinde tarikatların dediği yapılır hale getirilmiş, eğitim sistemi 4+4+4 projesi ile imam hatipleştirilmiş ve çocukların geleceği ile oynanmış hatta Devletin dönüştürülmeye çalışıldığı, iktidara imamlık eden Başbakan tarafından açıkça ifade edilebilmiştir.

Her konuda derin bir bilgiye ve deneyime sahip olduğunu sanan, bununla kalmayıp
her dediğinin doğru olduğuna inanan ve inanılmasını bekleyen bir Başbakanın yönetimindeki iktidarla; Ülkenin dış politikası çökmüş, tarihsel gerçekler yok sayılmış, tarihe ve Türk milletine ihanet edilerek Ermenilerden özür dilenmiş, Kıbrıs gözden çıkartılarak Kıbrıs Rum Kesimi için yapılan devlet tanımı fiilen kabul edilmiş,
dinci terör örgütlerine verilen destekle Suriye’nin iç işlerine müdahale ettiğimiz
dünyada sorgulanır duruma gelmiştir. Bugün de, Irak’ ta 3 ayrı devlet kurulması için oynanan senaryonun baş oyuncularından biri olmaya adayız! Bunun ülkemize, insanımıza getireceği fatura gözardı edilebilmektedir. Özetle, sıfır sorunlu dış politika iddiası ile çıkılan yolda, sorunsuz komşu bırakılmamış, sınır güvenliğimiz delik deşik olmuş, dış politikamız uluslar arası düzlemde saygınlığını yitirmiştir.

Yine bu 12 yılda, usulsüz telefon dinlemeleri olağanlaştırılmış, savcılar polis merkezlerinde iddianame hazırlar duruma gelmiş, polis terörü biber gazı ile yasallaştırılmış, onlarca insanımız polisin kullandığı orantısız güç sonucu ölmüş, yaralanmış, hak arama özgürlüğü yok edilmiş, Anayasal güvence altına alınmış olan gösteri ve protesto yürüyüşü hakkı, kendini tek yetkili sayan Başbakanın iki dudağı arasına sıkıştırılmış, korku insanların bilinçaltına yerleştirilmeye çalışılmıştır.

Yine bu dönemde tüm varlıklarımız haraç mezat satılmış, ülke talan edilmiş,
yeni zenginler ve bunların paraları ile oluşturulan “havuz”dan beslenen yandaş bir medya yaratılmış, halkın beyni yıkanmaya ve yapılan yolsuzluklar perdelenmeye çalışılmıştır.

Kısacası başta Başbakan olmak üzere bu iktidar eliyle son 12 yılda Atatürk ve kurduğu laik, demokratik bir sosyal hukuk devleti olan Cumhuriyetimizi yok etmek için yoğun
ve programlı bir çalışma yürütülmüş, ülke bölünmeye ve bir Ortaçağ diktatörlüğüne dönüştürülmeye çalışılmıştır.

Bütün bu nedenlerle; Cumhuriyet’in kurucu ilkelerinin bu gün de hala geçerli ve ülkenin sorunlarını çözmeye yol gösterici olduğuna inanan Atatürkçü Düşünce Derneği olarak, 12 yıldır yürüttüğü bu politikalarla Cumhuriyet yıkıcılığı yapan bir zihniyetin gösterdiği adaya karşı durmayı öncelikli bir görev sayıyoruz.

ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ,
TÜRKİYE’NİN EN BÜYÜK KİTLE ÖRGÜTÜDÜR

GÜCÜNÜ ATATÜRK İLKE VE DEVRİMLERİNE SADIK HALKIMIZDAN ALAN DERNEĞİMİZ, HİÇBİR SİYASAL PARTİNİN ARKA BAHÇESİ DEĞİLDİR.
TÜM SİYASAL PARTİLERİN ÜZERİNDE, ANCAK SİYASETİ YAKINDAN İZLEYEN ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİNİ, HALKIMIZIN GÜVEN VE İLGİYLE İZLEDİĞİNİ BİLİYOR VE BU SORUMLULUKLA SÜRECİ SAĞLIKLI OLARAK DEĞERLENDİRİYORUZ.

19.06.2014 TARİHLİ BASIN AÇIKLAMAMIZDA; CUMHURBAŞKANI ADAYLARININ BELİRLENMESİ SÜRECİNDE SİYASAL PARTİLERİN ADD’nin GÖRÜŞLERİNİ ALMAMIŞ OLMASININ SON DERECE DÜŞÜNDÜRÜCÜ ve ÜZÜCÜ OLDUĞU
DİLE GETİRİLMİŞ ve SÜRECİN DOĞAL BİR PARÇASI OLARAK CUMHURBAŞKANI ADAYI KONUSUNDAKİ BEKLENTİLERİMİZ KAMUOYU ile PAYLAŞILMIŞTIR.

ADD; TOPLUMDA RAHATLAMAYI SAĞLAYAMAYAN BU SÜRECİN SORUMLULARI OLARAK MECLİS’teki MİLLETVEKİLLERİNİ GÖRMEKTEDİR.
ÇÜNKÜ ADAYLIK ANCAK TBMM DIŞINDAKİ %10 OY TOPLAMINA SAHİP
SİYASAL PARTİLERİN VEYA 20 MİLLETVEKİLİNİN ÖNERİSİYLE OLANAKLIDIR.

BU NEDENLE MECLİSTEKİ SİYASAL PARTİLERE YENİDEN SESLENİYORUZ:

HENÜZ CUMHURBAŞKANLIĞINA ADAY OLAN ADLARIN KONUŞULDUĞU
BU AŞAMADA YETKİ ve GÖREVİNİZİN GEREĞİNİ YERİNE GETİREREK
YENİ ADAYLAR BELİRLEYİN ve TÜRK HALKINI, KAMUOYUNU RAHATLATIN.

BU TOPLUMDA ATATÜRK’ün KOLTUĞUNA OTURMAYI HAK EDEN
YÜZLERCE, BİNLERCE ADAY ÇIKARTABİLECEK BİR POTANSİYEL OLDUĞUNU BİLİYORUZ.

Kamuoyunun dikkatine sunarız. 28.6.2014

Tansel ÇÖLAŞAN
ADD Genel Başkanı

**************************************

Not      : Metinde gözden kaçan onlarca maddi yazım yanlışı ve yer yer içerik hataları tarafımızdan düzeltilmiştir. Birkaç yerde, onlarca virgülle birbirinden ayrılan koca koca paragraflık tümceler “nokta” lanarak, anlama hiç dokunmadan, görece daha kısa tümcelere dönüştürülmüştür. ADD Genel Merkezinden bu tür önemli metinleri
daha da büyük özenle hazırlaması ve Dil Devrimine uygun arı Türkçe kullanması doğal olarak beklenmektedir. Metnin tarafımızdan düzeltilMEmiş özgün biçimi
pdf olarak aşağıda verilmektedir :

Cumhurbaskani_secimleri_hk.

Ahmet Saltık, 30.6.14

LAİK DEVLET ÖZGÜR TOPLUM İÇİN AYDINLAR BİLDİRİSİ

Dostlar,

Sitemizde LAİKLİK BİLDİRİSİ‘ne daha önce yer vermiştik..

Bir kez daha sunuyor ve imzaya açıyoruz..

İlgili erişkeyi (linki) tıklayarak imza verebilirsiniz..

*****

LAİK DEVLET ÖZGÜR TOPLUM İÇİN
AYDINLAR BİLDİRİSİ

Laik devlet özgür toplumun temeli demokrasinin güvencesi,
Büyük Atatürk’ün Türk Ulusuna bıraktığı en büyük emanetidir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesinin vazgeçilmez yapı taşı olan laiklik, Atatürk ilke ve devrimlerinin ve çağdaş hukuk devletinin temelini oluşturmuş ve “kul”dan “birey”, ümmet” ten “ulus” yaratarak insanımıza
en büyük onuru yaşatmıştır.

Cumhuriyetin “Aydınlanma Felsefesi”ni içlerine sindiremeyenler,
dini siyasal rant aracı olarak kullanarak halkımızı din ile aldatma’yı sürdüregelmişler, din ve vicdan özgürlüğünün güvencesi olan laikliği ortadan kaldırmayı hedef seçmişlerdir.

  • Mevcut iktidar, önceki gerici partilerden devraldığı, l
    aik devleti yıkma girişimlerini hızla sürdürmektedir.

Özel yaşamlara müdahale etmeyi kendine hak gören, tek tip birey ve
gençlik yaratmayı amaçlayan fetvayı yasaların üstünde gören,
toplumsal sorunlara bilimsel değil, dinsel referanslarla çözüm arayan,
kamu kurumlarında hızla kadrolaşan ve DİN DEVLETİ yaratma hayalini adım adım uygulayan

  • iktidarın baskıcı müdahaleleri Anayasayı, yasaları ve Anayasa Mahkemesi kararlarını açıkça çiğneme (ihlal) niteliğindedir.

Kadın kıyafetini siyaset aracı kılarak, kadın sömürüsünün en çarpıcı örneklerini sergileyen iktidar, okullarda başlattığı türban baskısını, kamu görevlilerini kapsayacak şekilde genişleterek Anayasal suç işlemiş,
daha sonra bu suça TBMM’yi de ortak ederek sorumluluğuna siyasal paydaşlar aramıştır

İktidarın kadına bakışı,

“Örtüsüz kadın perdesiz eve benzer; ya satılıktır ya da kiralık..”

ağır hakaret hakaret cümlesiyle özetlenmiş durumdadır. Öğretim sisteminde 4+4+4 ile başlatılan gericileşme, okullarda hem kız çocuklarına hem öğretmenlere türban baskısıyla pekiştirilmektedir. Görünüşte dini,
gerçekte ise siyasi simge olarak kullanılan bu araçla, kamu hizmetinde
eşitlik ve tarafsızlık ilkeleri yok edilmiştir.

1994 yılında,

  • “Tutturmuşlar laiklik elden gidiyor,
    bu millet istedikten sonra tabii elden gidecek”

diyerek yola çıkan gerici zihniyet rengini giderek koyulaştırmakta ve halkın günlük yaşamının baskı altına alınmasına uzanmaktadır. İktidar, öğrenci yurtlarında ve evlerinde “kız–erkek yan yana olmaz” biçimindeki utanç verici aşağılamalarla; öğretimin “kızlı–erkekli yapılmasının yanlış olduğu”,
“kent içi otobüslerin kadın- erkek ayırımına göre düzenlenmesi” gibi çağ dışı uygulamaları dayatmaktadır. Anayasa Mahkemesi tarafından “laiklik karşıtı eylemlerin odağı” olarak tescillenmiş iktidar, bu saptamanın ne kadar yerinde olduğunu göstermektedir

İktidar, dünyevi kurallara dayandırılması gereken devlet işlerini, dini gerekçelere dayandırmaya başlamıştır. Gerçekten de yapılmakta olan,
Devlet işlerinin kaynağının siyasetçe yorumlanmış dini buyruklara dayandırılmasıdır. Kimse bu gerçeğin gözden kaçırılmasına
hizmet etmemelidir

Çağdaş ve demokratik devletlerde hukuksal düzenlemelerin kaynağı
yoruma bağlanmış dini kural ve buyruklar değil, toplumun sosyal ve iktisadi gereksinimleridir. Bu, her tür din ve inanç özgürlüğünü güvence altına alan laik devlet ilkesi demektir. Bugün ise, Türkiye’yi ihvanlaştırma amacıyla anayasal laik devlet ilkesi açıkça ihlal edilmektedir

Halkımız laik devlet ilkesini benimsemiş ve içselleştirmiştir.
Böyleyken, halkın siyasi temsilcileriyle kanaat önderlerinin şu ya da
bu nedenle yılgınlığa düşmeye, doğruları savunmaktan vazgeçmeye
hakları yoktur.

Laik, demokratik, özgürlükçü bir Cumhuriyeti savunan siyasal parti ve
toplum kesimlerinin “yeni sahte mağduriyetler yaratmama ve
bu yöndeki AKP çabalarını boşa çıkarma” gerekçesiyle takındıkları tutum da sonuç vermemiş, laikliği yok etmeyi hedefleyen iktidar,
anında daha ileri adımlar atmaya yönelmiştir.

Gelinen bu noktada laiklik ilkesinden ödün vermek gericiliğe teslim olmak demektir, böylesi bir teslimiyetin bedeli ise ödenemeyecek kadar büyüktür

Bizler, din bezirganı iktidar ve siyasetçilerin;

Hoşgörü kandırmacası ardında toplumun bireylerini “başörtülü bacım–başörtüsüz kadın” veya “dindar nesil – ayyaş nesil” biçiminde ayrıma
tabi tutmasını kabul etmeyeceğimizi;
• Dini değerlerimizi siyasi çıkarlarına alet etmelerine göz yummayacağımızı;
• Laik devleti ortadan kaldırmalarına asla rıza göstermeyeceğimizi;
• Laik ve demokratik Cumhuriyetten, Atatürk ilke ve devrimlerinden
asla ödün vermeyeceğimizi
• Din devleti kurmaya kalkışanların, halka hesap vermesi için çalışacağımızı
kamuoyuna saygıyla duyuruyoruz.

EĞİTİM İŞ : CUMHURİYETİMİZ SONSUZA DEK YAŞAYACAKTIR!

Dostlar,

Cumhuriyet ve ATATÜRK’ü ANMA haftamız sürüyor..

Bizim de üyesi olduğumuz EĞİTİM İŞ’in açıklamasını sunalım..

Bütünüyle paylaşıyoruz içeriğini..
Eklemelerimiz de var..

10 Kasım 2013 sabahı Yüce ATATÜRK’ümüzü ANITKABİR’inde ziyaret edeceğiz.

29 Ekim 2013 günü, Cumhuriyetimizin 90. yıldönümünde, Tandoğan’daki milyonluk mitingin ardından, tüm zamanların rekoru kırılarak, Anıtkabir Komutanlığı‘nın açıklaması ile

  • 438 bini aşkın yurtsever ATA’yı ziyaret etti,

manevi huzurunda saygı duruşu yaptı, İstiklal Marşımızı okudu,
ANDIMIZI kezlerce okudu..

Güller, karanfiller mozoleye sunuldu..
Kararlılık savsözleri (sloganları) atıldı.
Tam bir izdiham yaşandı mozole salonunda; çın çın çınlıyordu koca salon!
Böylesine bir çoşku seline, sanırız 14 Nisan 2007 mitinginden sonra
2 kez tanık oluyor.

  • Cumhuriyet ve devrimler asla sahipsiz değil!

Amaç, Cumhuriyeti yaşatma azim ve kararlılığını tüm dünyaya haykırmaktı!

Umarız duyulmuştur; duyulduğundan – görüldüğünden eminiz..

Mustafa Kemal Paşa‘nın 22 Haziran 1919 Amasya Genelgesi‘nde saptadığı üzere:

  • 1. Ülke ve ulusun bağımsızlığı ve geleceği tehlikededir.
  • 2 Kurtuluş, ulusun azim ve kararlığındadır..

Tarihsel ileti – buyruk alınmış; kutsal görev – nöbet üstlenilmiştir!

Duyurulur..

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 6.11.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=======================================

CUMHURİYETİMİZ SONSUZA DEK YAŞAYACAKTIR!

CUMHURİYETİMİZ SONSUZA DEK YAŞAYACAKTIR

 

  • “Türk milleti! 
  • Ebediyete akıp giden her 10 senede, bu büyük millet bayramını, daha büyük şereflerle, saadetlerle, huzur ve refah içinde kutlulamanı, gönülden dilerim. 
  • Ne mutlu Türküm diyene! (AS: 10. Yıl Söylevi, 29.10.1933)

diyen büyük önder Mustafa Kemal Atatürk‘ün vasiyetine sahip çıkarak
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 90. Yıldönümünü tüm ülkemizde
coşkuyla kutluyoruz.

Çağdaş, demokratik ve laik bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti,
Türk ulusunun birliği, beraberliği, mücadele azmi ve bağımsızlığına düşkünlüğüyle, yokluklar içinde verilen bağımsızlık savaşının sonucunda kurulmuştur.

Türk ulusu; ümmetçilik yerine ulusçuluğu, kulluk yerine yurttaşlığı,
gericilik yerine çağdaşlığı
seçmiştir. Ancak bugün demokrasiyi amaç değil,
kendi ümmetçi anlayışlarını gerçekleştirmek için araç olarak gören zihniyet işbaşındadır. Bu zihniyet, emperyalist güçlerin de desteğiyle, Lozan Antlaşması’yla
elde edilen kazanımları bugün pervasızca yok etmeye çalışmaktadır.

– Cumhuriyetin temel nitelikleri tartışmaya açılmakta;
– tekil (üniter) devlet yapısı hedef alınmakta;
– başta Öğretim Birliği (Tevhid-i Tedrisat) ilkesi olmak üzere
– Devrim Yasaları çiğnenmekte;
Atatürk ilke ve devrimleri doğrultusunda oluşturulan
çağdaş bilim ve eğitim hedefi terk edilmekte;
– Türkiye, bir karanlığa doğru sürüklenmektedir.

90 yıl önce Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu içlerine sindiremeyen emperyalist güçler, bugün taşeron terör örgütleriyle ülkemizi bölmeye çalışmaktadır.

Emperyalizmin bir dediğini iki etmeyen siyasal iktidar ise, ülkeyi bölmeye çalışan
terör örgütüyle müzakere masasına oturmakta, mutabakatlar imzalanmaktadır.

Ülkemiz, başta Ortadoğu olmak üzere her yandan ateş çemberiyle kuşatılmıştır.

Komşularımızla “sıfır sorun” diye yola çıkan siyasal iktidar, emperyalist güçler ve onların dünyayı paylaşma hırslarının taşeronluğunu yaparak ülkemizi büyük bir savaşın eşiğine getirmiştir.

Ulusal Kurtuluş Savaşı’yla emperyalizme diz çöktürmüş olan bu topraklar, emperyalizmin üssüne dönüştürülmüştür.

  • Bugün özgürlüğümüz ve bağımsızlığımız, birlik ve bütünlüğümüz
    tehdit altındadır.

Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün “en büyük devrimim” dediği laik Türkiye Cumhuriyeti’ne içten ve dıştan yönelebilecek tehditlere karşı, bugün her zamankinden daha dikkatli ve uyanık olmak zorundayız.

İçten ve dıştan gelen gerici, bölücü ve yıkıcı tehlikelere karşı
Ulusumuz, bugüne dek olduğu gibi bundan sonra da birlik ve beraberlik içinde olacaktır.

Eğitim-İş, tam bağımsızlık ve ulus egemenliğine dayanan; laik, demokratik,
sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’ni; tekil (üniter) devlet yapısı içinde korumaya ve sonsuza dek yaşatmaya kararlıdır.

Atatürk’ün ve O’nun kurduğu Cumhuriyetin eğitim çalışanları olarak biz,
her türlü tehlikenin farkındayız.

Yetiştirdiğimiz Türk gençliğini de bu konuda uyanık tutmak başlıca görevlerimizden biridir. Bundan hiç kimsenin kuşkusu olmasın.

Cumhuriyetimizin kurucusu Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ü saygıyla anıyor,
tüm ulusumuzun 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nı kutluyoruz.

MERKEZ YÖNETİM KURULU

85. Yıldönümünde Harf Devrimi’nin Anlamı


85. Yıldönümünde Harf Devrimi’nin Anlamı

Dostlar,

Geçen yıl bu gün sitemizde yayımladığımız yazımızı dikkatinize getiriyoruz :

Bir “küçük” farkla..

  • Artık Türk Abecesi 29 değil 32 harf!

Q, W ve X.. de harflere katıldı..

Nedenleri belli..

Anayasal Resmi Dil Türkçe‘nin yazımı için gerekmiyor bu harfler dilbilim açısından..

Kürtçe için isteniyor, Kürtler istiyor..

Bir başka dilin yazımı için bir başka dilin abecesi bozuluyor..

Bu denli bilgi birikimi, dil uzmanlığı, yurtseverlik, tarih bilinci, Atatürk ilke ve devrimlerine bağlılık ve Anayasa’nın 174. madesi ile korunan Devrim yasalarına saygı olsa olsa AKP iktidarında olurdu değil mi??

İmralı sakini istiyor “tak”;

AKP yerine getiriyor “şak”!

Tak-şak paşa olarak adı çıkan eski genelkurmay başkanlarından Doğan Güreş ve
eski başbakanlardan Tansu Çiller ilişkisi gibi..

Ey AKP’liler bilesiniz; gidişiniz hayırlı değil..
Günahlarınız Kaf dağının ardından görülüyor..

Sevgi ve saygı ile.
1.11.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==================================

84. Yıldönümünde Harf Devrimi’nin Anlamı

Dostlar ,

Bu gün, 1 Kasım, Devim tarihimizde aynı zamanda HARF DEVRİMİ‘nin de yıl dönümü.

Az önce 1 Kasım 1922’de Saltanatın Kaldırılması ile ilgili yazımızı sizlerle paylaştık.

Şidi de Saltanatın hallinden 6 yıl sonra bir başka köklü devrime değinmekteyiz;
HARF DEVRİMİ..

Söylemesi dile kolaydır.. Milyonlarca insanın, okuma-yazma oranı % 7’yi geçmemesine karşın, yüzlerce yıldır kullanageldiği en temel yaşam ve iletişim araçlarından biri olan ABECE’yi (alfabeyi) değiştiriyorsunuz.. Bir seferberliktir, yürek işidir. Geçmişle anlamsız takıntıları kopararak ülkeyi ve ulusu çağdaş Batı uygarlığına döndürmektir. Tam anlamıyla devrimci bir eylemdir..

Yapıp edenlere selam olsun!

ATATÜRK, yeni Abece tanıtımı için Başbakan İnonu ile Kayseri’de

Özlü değerlendirmemizi aşağıda bilgi ve ilginize sunarız..

Sevgi ve saygı ile.
1.11.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net


84. Yıldönümünde Harf Devrimi’nin Anlamı

     Dil; insanların zihinsel etkinliklerini oluşturması ve aktarması için bir araçtır.
Zihinsel etkinliklerin çok önemli bir kesiminin dil tarafından oluşturulması ve ifade edilmesi, dili insan için yaşamsal kılar.

Bir devlet içinde yaşayan halkın aynı resmi dili yazıp, konuşması ve bu dilin
bütün bireylerce anlaşılır olması gerekir ki; o devlet düzen ve dirlik içine yaşayabilsin. Osmanlı devletinde dil birliği” yoktu. Saray halkı ve aydınlar Arapça ve Farsça’dan oluşan “kokteyl ya da salata” bir dil olan Osmanlıcayı kullanırken; halk çoğu yerde Yunus’un, Karacaoğlan’ın, Pir Sultan’ın duru Türkçesini yer yer de Arapça’yı kullanıyordu. Dolayısıyla ne halk Saray çevresini ve aydınları anlayabiliyor ne de birbirleriyle anlaşabiliyorlardı.

Okuma-yazma oranı, Arap abecesinin çok zor ve karmaşık oluşu, çocukların
6 aydan önce sökemeyişleri, Osmanlı yönetimim eğitimi ihmali gibi nedenlerle % 7 dolayında idi. Kadınlarda %1’lere düşmekteydi ve okur-yazarların çoğu gerçekte
salt okuyabiliyor fakat yazamıyordu.

Mustafa Kemal Atatürk bu karışıklığın giderilmesi ve çağdaş laik düzene geçişte dilin önemini bildiği için, Türk abecesine (alfabesine) yakın olan Latin kökenli, 29 harfli yeni bir abece ortaya çıkardı.

1 Kasım 1928’de Latin esasından alınan harfler, (Türk dilinin özelliklerini belirten işaretlere de yer vererek) “Türk harfleri” adıyla 1353 sayılı yasayla kabul edilmiştir. Yazı dilinde kullanılan Arap abecesi yerine Türk harflerinin alınmasını ifade eden
Harf Devrimi yapılmıştır.

Atatürk, 9 Ağustos 1928 gecesi İstanbul Sarayburnu Parkı’nda düzenlenen bir şenlikte, Harf Devrimi’ni halka şu sözleriyle duyurmuştur:

     “Arkadaşlar, güzel dilimizi ifade etmek için yeni Türk harflerini kabul ediyoruz. Arkadaşlar, bizim güzel ahenkli, zengin lisanımız yeni Türk harfleri ile kendini gösterecektir. Asırlardan beri kafalarımızı demir çerçeve içinde bulunduran, anlaşılmayan ve anlayamadığımız işaretlerden kendimizi kurtarmak mecburiyetindeyiz. Lisanımızı muhakkak anlamak istiyoruz. Bu yeni harflerle behemehal pek çabuk bir zamanda mükemmel bir surette anlaşacağız ki; Milletimizin yazısıyla, kafasıyla bütün uygar alemin yanında olduğunu gösterecektir. Vatandaşlar, yeni Türk harflerini çabuk öğreniniz. Bütün millete, kadına, erkeğe, köylüye, çobana, hamala, sandalcıya öğretiniz..” demiştir.

Atatürk, 9 Ağustos 1928’de İstanbul Sarayburnu Parkı’nda

Harf Devrimi, büyük bir tarihsel olaydır. Sosyal, kültürel ve siyasal alanda geniş yankıları olmuştur.

1 Kasım 1928’de “Türk Harfleri Hakkındaki Kanun” çıkarılarak Harf Devrimi yürürlüğe konulmuş; Yurt çapında çok yoğun çalışmalar yapılarak, Başöğretmen Atatürk önderliğinde yeni abece hızla halkımıza öğretilmiştir. Yeni Türk Alfabesi’nin benimsenmesinin ardından, 24 Kasım 1928’de yayımlanan Millet Mektepleri Talimatnamesi’ne göre, yurdun her köşesinde Millet Mektepleri açılmış, halka
yeni harflerle okuma yazma öğretilmiştir. Atatürk bu çalışmalara “Millet Mektepleri Başöğretmeni” sıfatıyla katılmıştır.

İnsanlık tarihinde, Ulusu’na öğretmenlik yaparak okuma-yazma öğreten bir “Başöğretmen-Ulusal Önder” örneği görülmemiştir.

Latin harfleri üzerinden, çağdaş Batı dünyası ile köprü kurma olanağı böylelikle sağlanmıştır. Günümüzde, Latin harflerini kullanmayan ülkeler ve halkları, büyük güçlükler çekmektedir. Neredeyse evrensel iletişim aracı durumuna gelen İngilizce’nin Latin harfleriyle okunup-yazılması, Atatürk’ün uzak görüşlülüğünün bir başka kanıtıdır.

Atatürk, Dil Devrimi’nin yaşatılması ve kökleşmesi için, kendi parasıyla “Türk Dil Kurumu adıyla bir dernek de kurmuştur (12.07.1932). 12 Eylül 1980 darbesiyle Atatürk’ün vasiyeti çiğnenerek devlet dairesine dönüştürülen Atatürk’ün vasiyeti olan bu Kurum eski durumuna dönüştürülmeli; Dil Devrimi, ulusal birliğin en temel aracı olarak titizlikle korunmalı ve sürdürülmelidir.

Sevgi ve saygı ile.
1.11.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Rifat SERDAROĞLU : MADDE ELLİ SEKİZ


MADDE ELLİ SEKİZ

portresi3

 

 

 

 

 

Rifat SERDAROĞLU

Başbakan Erdoğan, “Alkol Yasağı” ile ilgili olarak kendisine sorulan her soruya
şu şekilde yanıt veriyor;

“Anayasamızın 58 inci maddesi, Devlet gençleri alkol düşkünlüğünden,
uyuşturucu maddelerden korumak için gerekli tedbirleri alır, diyor. Alabilir demiyor.
Yani emredici hüküm var. Biz Anayasamızın gereğini yapıyoruz.”

Başbakan Erdoğan’a tümüyle katılıyorum ve kendisinin nasıl bir
“Anayasa sever” olduğunu bildiğimden, bu konuda destekliyorum.
Fakat Türk Milletinin çoğunluğunun Anayasamızın 58 inci maddesini tam olarak bildiğini düşünmediğimden, önce neymiş bu 58 inci madde ona bir bakalım,
sonra devam ederiz.

Anayasa madde 58              : 

“Devlet İstiklal ve Cumhuriyetimizin emanet edildiği gençlerin müsbet ilmin ışığında, Atatürk İlke ve İnkılâpları doğrultusunda ve Devletin Ülkesi ve Milleti ile bölünmez bütünlüğünü ortadan kaldırmayı amaç edinen görüşlere karşı yetişme ve gelişmelerini sağlayıcı tedbirleri alır.

Devlet, gençleri alkol düşkünlüğünden, uyuşturucu maddelerden, suçluluk, kumar ve benzeri kötü alışkanlıklardan ve cehaletten korumak için gerekli tedbirleri alır.”

58 inci madde tam tamına – tıpatıp bu.

Başbakan nedense maddenin üstünü görmemiş, maddenin alt tarafı ile ilgileniyor.
Mademki Anayasamızın gereğini yerine getirdiğinizi söylüyorsunuz niçin gençlerimizi müsbet (pozitif) bilim yerine dinci eğitime yönlendiriyorsunuz?

Atatürk’ün adını dahi ağzınıza almıyorsunuz!

Atatürk İlke ve Devrimlerini yok sayıyorsunuz!

Devletin ve Milletin bölünmez bütünlüğüne kast etmiş PKK terör örgütünün önderi ile neyin pazarlığını yapıyorsunuz?

Avrupa’nın en büyük uyuşturucu kaçakçısı bir örgütün (PKK) liderini serbest bırakarak,
sağlıklı bir kuşağı nasıl yetiştireceksiniz?

Anayasamızın 58 inci maddesinin yalnızca alt tarafını gören Başbakan,
Anayasamızın 1-2- ve 3 üncü maddelerini neden görmezden gelmektedir?

Değerli Okurlar;

  • Başbakan Erdoğan’ın akıl-ruh sağlığı hakkında ciddi endişeler var.

Bir Başbakan, “Onlar yüz bin kişi toplarsa, ben milyon toplarım.” diyebilir mi?
Bir Başbakan, kendi ülkesinin insanlarını çatışma ortamına atabilir mi?
Bir Başbakan, ülkesinin insanlarını “Üç-Beş Çapulcu” diye nitelendirebilir mi?.
Bir Başbakan, “Benim muhatabım kim?” diye sorabilir mi?.
Bir Başbakan, muhatabının Türk Milleti olduğunu bilmiyor olabilir mi?.
Bir Başbakan, Anayasasının yalnızca işine gelen maddelerini sahiplenip,
öbürlerini çiğneyebilir mi?.
Bir Başbakan, “Ben tabanımın istemediği bir şeyi yapamam.” deyip,
kendini yalnızca kendi tabanının Başbakanı konumuna indirebilir mi?.

Başbakan Erdoğan’ın yönetiminde;

“Çözüm Süreci” denilen illetin ve Suriye politikasının Türk Milletine çok büyük zararlar vereceği, Dış Politika uzmanları tarafından ısrarla bildirilmektedir.
Taksim olayları sırasında Başbakan Erdoğan’ın diktatör benzeri şiddet uygulamaları, O’nun dış dünyadaki karizmasını çizmiş ve
“Dünya Erdoğan’a hayran” balonunu da patlamıştır.

AKP Hükümeti bu haliyle, rampa aşağı giden freni patlamış kamyona benzemektedir.

Varsa AKP içindeki deneyimli adamların, yoksa “Ulemanın” Başbakanı sakinleştirmeleri ve “kurşun döktürmek” dahil aklını başına almasını öğütlemeleri koşul haline gelmiştir.

Bu gidiş iyi değildir. AKP, Türk milleti ile kavga etmeyi bırakmalı ve kendine
çeki düzen vermelidir. Türkiye kimsenin babasının çiftliği değildir.
Kimse de şah ve padişah değildir.

Not: İzmir’in yeni Valisi;

Alsancak Plevne Bulvarında dün gece yarısı, elinde sopalarla kadınlara saldırıp döven hayvanlar kimler idi? Bu sorunun yanıtını bu gün İzmirlilere vermek zorundasınız. Vereceğiniz yanıt, “Devletin Valisi” olup olmadığınızın kanıtı olacaktır. Bir kez daha soruyorum. Kimdir bu hayvanlar ve bunları İzmirli kadınların üzerine kim salmıştır?

Sağlık ve başarı dileklerimle, 03 Haziran 2013

RİFAT SERDAROĞLU
rifatserdaroglu@gmail.com
facebook.com/rifatserdaroglu35
0 532 211 00 11