Kategori arşivi: Hekim Saltık

Prof. Dr. A. Gürhan Fişek’ten Soma Felaketi Hakkında Duyuru


Prof. Dr. A. Gürhan Fişek’ten Soma Felaketi Hakkında Duyuru

TOPLUMA DUYURU

portresi_genc

 

Prof. Dr. A. Gürhan Fişek
Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi Vakfı Genel Yönetmeni

 

Soma halkına başsağlığı ve sabır diliyoruz.
Hala kurtarma çalışmaları sürüyor; canını dişine takarak çaba gösteren
kurtarma görevlilerine güç, kuvvet diliyoruz.

Ama Soma Felaketi’ne bakarken iki konuyu gözardı etmemeliyiz :

  1. Buna benzer kazaların bir daha olmaması için ne yapmamız gerek?
    Yani ders çıkarmalıyız. Gördüğümüz şudur:Daha önce kamu işletmesi olarak çalışan madende
    iş güvenliği özelleştirildikten sonra kötüye gitmiştir.Üstelik taşeron uygulaması ile “kâr için insan hiçe sayılmıştır.”

    O zaman bu kazaların tekrarlanmaması için,
    ivedilikle özelleştirme ve taşeronlaştırma uygulamasına son verilmelidir.

  2. Türkiye’de iş kazalarında her gün 4 kişi ölmektedir.Teker teker işçiler ölmektedir. Ama ne zamanki, iş kazası sonucu böylesi toplu bir ölüm
    ortaya çıkmıştır; o zaman toplum konuya ilgi göstermiştir.O zaman toplumun bu duyarsızlığını da önemli bir kaza nedeni olarak göstermemiz gerekir.“Bana bir şey olmaz” diyerek, gördüğü yanlışlara itiraz etmeyen maden işçilerini de eleştirmeliyiz. Onların iş güvencelerinin yetersiz olması, bir işe ihtiyaçlarının olması, borçlarının çok olması, gördükleri “yaşamsal tehlikeler” karşısında susmalarını haklı göstermez. Bu toplumda nice insan “doğru bildiklerini söyledikleri için bedel ödemiştir”. O zaman işçiler de seslerini yükseltecekler.Olumlu bir adım olan İş Sağlığı Güvenliği Yasası işçilere,
    “yaşamlarını tehdit eden bir tehlike gördüklerinde işi bırakma hakkı” tanımıştır.
    Hangi maden işçisi, tehlikeyi gördüğünde, işi bırakma hakkını kullandı?

Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu’nun 2011’de yayınladığı raporda, bu işletmelerde “risk değerlendirmesi” yapılmadığı yazılmış.

Yani ne işveren, ne madenciler daha o madende ne tehlike var onu bilmiyorlar.

Bunu bilmeden işveren nasıl önlem alacak, nasıl işçileri tehlikelere karşı eğitecek?

Her şeyin baştan aşağı yanlış olduğunun ve işverenin baş sorumlu olduğunun
en önemli kanıtı işte bu saptama.

Bu noktada Avrupa ülkelerindeki iş sağlığı güvenliği yaklaşımı ile Türkiye’deki yaklaşım arasındaki farka değinmek gerekiyor.

Neden girmek istediğimiz AB ülkelerinde bu kadar iş kazası ve iş kazası sonucu
ölüm olmuyor?

Bunu Türkiye’nin örnek aldığı AB Çerçeve Direktifi’ne (89/391) bakarak anlayabiliriz.

Bu direktifin ağırlık merkezinde işçi katılımı yatmaktadır.

Demek ki, Avrupa ülkeleri, iş sağlığı güvenliği sorunlarının çözümünde işçi katılımını, işçilerin kendi sorunlarına sahiplenmesini öne çıkarıyor. Buna karşın, bu Direktife özenerek çıkarılan İş Sağlığı Güvenliği Yasası’nın ağırlık merkezinde iş güvenliği uzmanları ile işyeri hekimleri var. İşçi katılımına değiniliyor ama öne çıkarılmıyor. İşçilerin örgütlü olarak denetim sürecine katılmaları önemsenmiyor.
O zamen ivedilikle atılması gereken adım işçilerin ve sendikaların,
iş sağlığı güvenliği alanında öncü konuma getirilmesi.

Yoksa daha çok ağlarız, daha çok bahane üretiriz.

SOMA KIRIMI İÇİN TÜMÖD BASIN AÇIKLAMASI

TUMOD_LOGOSU

 

SOMA KIRIMI İÇİN
TÜMÖD BASIN AÇIKLAMASI 

 

 
Dostlar,

Bizim de üyesi olduğumuz TÜMÖD (Tüm Öğretim Elemanları Derneği),
13 Mayıs 2014 günü yaşanan Soma yeraltı maden faciası ve kurban sayısı
300’e erişen iş cinayeti için aşağıdaki basın açıklamasını yaptı..

Paylaşalım…

Sevgi ve saygı ile.
17 Mayıs 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==============================================

TÜMÖD BASIN AÇIKLAMASI

16 Mayıs 2014  

13 Mayıs 2014’te Manisa’nın Soma ilçesi Eynez bölgesi yer altı kömür ocağında büyük ihmaller sonucunda meydana gelen maden kazası,
aslında kelimenin tam anlamıyla cinayettir.

İşçi sağlığı ve güvenliğinin tümüyle bir maliyet ögesi olarak görüldüğü ve
yüksek oranda kar elde etmek için, en acımasız üretim süreçlerinde çalışmak zorunda bırakılan maden emekçileri, başından beri ölüme terk edilmişlerdir.
Bu koşullar altında yaşamaları tesadüflere kalmıştır.

Ülke olarak acımız çok büyüktür.
Bu cinayet gibi kazada yaşamlarını yitirenleri saygıyla anıyor;
ailelerine, yakınlarına ve ülkemize başsağlığı diliyoruz.
Yaralı olarak kurtulan emekçilerimize acil şifalar diliyoruz.

Bu maden kazası göstermiştir ki; neoliberal politikalar ülkemiz için her alanda karabasandır. 1980’den sonra uygulamaya konan özelleştirme, taşeronlaşma, rodövans gibi neoliberal politikalar ve uygulamalar kamuyu bitirmiş ve
her alanda bugünkü sıkıntılı ve karanlık duruma getirmiştir.

Ancak her türlü sıkıntıyı aşacak yolumuz, büyük önderimiz Atatürk’ün ilkelerinde bulunmaktadır.

  • Yüreğimiz kömür karası; yolumuz Atatürk’ün aydınlık yoludur.

Prof. Dr. Recep AKDUR
TÜMÖD Genel Başkanı

Soma’da Yaşanan Bir İş Cinayetidir; Failleri Bellidir!


Dostlar
,

Acıyla paylaşırız…

Bu sitede, her konuda olduğu gibi nesnel gerçekleri paylaşmayı sürdüreceğiz..

Zırva tevil götürmüyor..

AKP ve yandaşları tüm hünerlerine (!) karşılık yalın geçeği örtemiyorlar, örtemeyecekler..

Acı gerçekler ortaya er ya da geç çıkarılacak ve sorumlularından mutlaka
hukuksal hesabı sorulacaktır..

İşletmeye ve hükümete göre her şey 4/4’lük ama gene de kaza bu işin fıtratında (doğasında) var..

Yadsınamayan bir gerçek var ki, “yaşam odası” (var mıydı??) kapalıdır!
Veeee yenisi yapılmaktadır.. Şirket yönetimi de bu sabah basın açıklamasında kabul ve itiraf etti.. Mızrak çuvala sığmıyor.. “Yaşam odaları” yaşam kurtarmak için her zaman hazır bulundurulmak zorundadır. Hem de yeter sayıda.. Varlık nedenleri bu..
Kapalı tutulmak için değil… Yenisi yapılıyorsa, eskisi bozulmuş – işlevsiz demektir. Dolayısıyla saatler içinde bu eksik giderilecek, giderilene dek de madene işçi alınmayacaktır! Denetim nerededir?? Denetim raporlarında bu konuda ne yazılı?
Bu işletmede 1 tanecik mi “yaşam odası” vardır? Toplam 10-12 işçi kapasiteli olarak??
Galeriler 10 km uzunluğa erişiyor.. Derinlik 2000 m ve 1 vardiyada 800 dolayında çalışan.. Standartlar böyle mi? 1 tanecik mi? Çok mu pahalı?
Biz söyleyelim; 50 bin € dolayında ve Türkiye’de de üretimi olanaklı..
Orta derecede lüks bir otomobil fiyatına..
Şirket sahibinin arabası ne marka bilmiyoruz ama, birkaç yaşam odasının
parasal ederidir belki de?

O yüzden mi Başbakan Erdoğan, bir emekçiyi tokatlıyor?
Bu olağanüstü haklılık mı ki; Başbakanlık Müşaviri Yusuf Yerkel nam yiğit (!)
yere düş(ürül)müş ve 2 jandarmanın tuttuğu kişiyi hınçla tekmeleme hakkı veriyor??

Aşağıdan çıkan işçiler geçeği anlatmaya başladı..

“Gaz maskeleri çürümüş, hiçbir işe yaramadı, kullanamadık, çıkarıp attık..”  diyorlar..
(NTV, 13:00 haberleri, 16.5.14)

Zerre kadar vicdanları ve görev namusları, Allah korkuları varsa Hükümet,
hemen kamuoyundan özür dileyerek görevden çekilmeli ve hiç olmazsa nesnel bir incelemenin yapılabilmesinin, gerçeklerin ortaya konmasının önünü açmalıdırlar.

Hükümet gitmeyecekse; hiç gecikmeden tarafsız ulusal ve uluslararası kurum – kuruluşlardan oluşturulacak bir uzmanlar kuruluna olayı inceleme ve bilimsel rapora bağlaması için tam yetki vermelidir.

Daha önce de, katliamın sabahında yazdık (SOMA’da İŞ CİNAYETİ SORUMLULARINI LANETLİYORUZ!; http://ahmetsaltik.net/2014/05/14/somada-is-cinayeti-sorumlularini-lanetliyoruz/DSÖ (Dünya Sağlık Örgütü), ILO (Uluslararası Çalışma Örgütü) ve ICFTU (Uluslararası Özgür İşçi Sendikaları Konfederasyonu) gibi kurumlar kendiliklerinden bu bağlamda Türkiye’ye başvuruda bulunmalıdır.
AKP iktidarından çağrı beklemenin anlamı ve gereği yoktur.

TTB’den (Türk Tabipleri Birliği) ve TMMOB (Türk Mimar ve Mühendis Odaları Birliği), ODTÜ – İTÜ gibi köklü üniversitelerden, işçi sendikaları konfederasyonlarından temsilciler alınmalı ve bu bilimsel – teknik kurul raporunu saydam biçimde kamuoyuna açık olarak hızla hazırlamalıdır.

AKP ve ilgili şirket gerçekten “masum” ise neden böyle bir yolu açmazlar ki??

Yargı elini çoook çabuk tutmalı ve yasal tüm yetkilerini kullanarak olaya derhal
el koymalı; kanıtlar karartılmadan kendisi yetkin ve namuslu bilirkişiler atayarak
çıplak maddi gerçeğin ortaya konması için, hemen ardından da yine gecikmeden, adaletin gerçekleşmesi ve devasa toplumsal örselenmenin (travmanın) sarılabilmesi için elinden geleni yapmalıdır.

HSYK bölgeye hemen yeni görevlendirme yapmamalıdır.
Bu girişim “doğal yargıç” ilkesine aykırıdır.
Yerel yargı birimleri destek isterlerse,
en yakın yerlerden geçici görevlendirmeler yapılmalıdır.

Evet, AKP iktidarı; eliniz temizse, şirketin sözcülüğünü ve savunmanlığını bırakıp
önerdiğimiz inceleme – soruşturma yollarını açın.. Şirket sahibi ve 3 tepe yöneticisi bile kendilerini savunurken Başbakan – Enerji Bakanı – Hükümet sözcüsü kadar agressif değiller??!!

Sevgi ve saygı ile.
16 Mayıs 2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net 

=============================================================

TTB_logo

Manisa’dan
Ortak Basın Açıklaması

 

 

 

Kimden: Tabip Manisa <manisatabip@manisatabip.org.tr>
Tarih: 15 Mayıs 2014 18:43
Konu: Soma-ortak açıklama metni
Kime: Tabip Manisa <manisatabip@manisatabip.org.tr>

Soma’da Yaşanan Bir İş Cinayetidir; Failleri Bellidir!

Bilindiği üzere 13 Mayıs 2014 Salı günü saat 15.00 sularında Manisa ili Soma İlçesi Eynez bölgesinde, Soma Kömürleri Yeraltı Kömür İşletmeleri’ne ait özel bir
kömür madeninde trafo patlaması sonucu olduğu söylenen yangın meydana geldi.

Yaklaşık 700 kişinin madende mahsur kaldığı kazada, olaydan  2  gün sonrasında,
15 Mayıs 2014’te toplam 274 kişinin öldüğünün açıklanmasına karşın,
ne yazık ki ölü sayısının gerçekte çok daha fazla olması beklenmektedir.
Bu haliyle bile bu kaza Türkiye’de yaşanmış en büyük maden kazasıdır.
Ölenlere  rahmet dilerken, Soma’da her ailenin madenle bir ilişkisi olması nedeniyle
tüm ailelerde acılar olduğunu biliyor, sabırlar diliyoruz.

Halen yerin yüzlerce metre altında kendilerine ulaşılmaya çalışılan kardeşlerimizle ilgili umutlarımızı sürdürmek istiyoruz.

Madenci ölümlerine “güzel öldüler”, madenlerdeki iş cinayetlerini “mesleğin fıtratı” diye izah eden bir iktidar döneminde Soma’daki maden kazalarına baktığımızda;
2013 yılında Soma‘da özel sektöre ait madenlerde neredeyse her ay kaza olduğunu
ve ölümler meydana geldiğini görüyoruz.

Biz biliyoruz ki, bu katliam “kaza” ile olmamıştır.
Ve yine çok iyi biliyoruz ki, önceki cinayetlerde olduğu gibi işçi kardeşlerimizin ölümü yazgı (kader) değildir.
Özelleştirme ve taşeronlaştırma politikalarını yaşama geçirenler
Soma’da yaşananların başlıca sorumlularıdır.

Yıllarca kamu eliyle üretimin yapıldığı madenler, özel sektöre devredildikten sonra
iş kazalarında patlama yaşanmıştır. 2002’den 2011 yılına dek kömür madenlerindeki
iş cinayetleri %40 artmıştır. Bunun nedeni özelleştirmedir, taşeronlaştırmadır,
maliyetleri düşürmek için işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerinin savsaklanmasıdır.

Bu dönüşüm sayesinde Soma’da katliamın yaşandığı işletmenin patronun övündüğü rakamlar ortaya çıkmış, kömürün tonunun maliyetini 130 dolardan 23 dolara düşmüştür. Bu tasarrufun bedeli de yüzlerce işçinin ölümüyle ödenmiştir.

Özelleştirme ve taşeronlaştırma politikaları sonrası Türkiye ölümlü maden kazalarında Avrupa’da birinci sıraya yükselmiştir.
Dünyada ise bu alanda ilk üç sırada yer alan Türkiye,
maalesef bu yıl birinciliği kimseye kaptırmayacaktır.

AKP’nin iktidarı süresince işçi sağlığı ve iş güvenliği alanı çıkarılan yasalarla
taşeron şirketlere devredilmiş, ağır ve tehlikeli işlerde işçi başına düşen süre
(AS: gözetim süresi!) azaltılmış, iş güvenliği önemsizleştirilmiştir.

O nedenledir ki bugün madende kaç işçinin olduğu bilinmemektedir, kaç kişinin öldüğü bilgisine net ulaşılamamaktadır. Ocaktaki gaz oranı izlenmemekte, ocaktaki gazların oranları konusunda net bilgi alınamamaktadır. Ancak tüm bunlara karşın madende
her şeyin kuralına ve yasaya uygun olduğu söylenip, tersini söyleyenler ise kötü niyetliler olarak tanımlanmaktadır.

Yakınlarının durumunu öğrenmek isteyen insanlar yetkililerden net bir yanıt alamamakta, ölü ve yaralı sayılarının gerçeği yansıtmadığı düşünülmektedir.

Türk Tabipleri Birliği ülkemizde yaşanan doğal ya da insan eliyle oluşmuş
tüm olağan dışı durumlarda sağlıkla doğrudan ya da dolaylı ilgili tüm yaşananların izlemcisidir ve bu görevini asla bırakmayacak, yaşanan yitikler hakkında kamuoyunu nesnel bir gözle bilgilendirmeye ve yitiklerin hesabını sormayı sürdürecektir.

Soma’nın, Manisa’nın ve Tüm Türkiye’nin başı sağolsun.

  • Bir avuç kömüre bir ömür verenlere selam olsun!

Yüz karası değil kömür karası,
Böyle kazanılır ekmek parası.

Türk Tabipleri Birliği
Türk Dişhekimleri Birliği
Manisa Tabip Odası
Manisa Diş hekimleri Odası

TMMOB : BUGÜN MADEN EMEKÇİLERİNİN VE HEPİMİZİN KARA GÜNÜDÜR

TMMOB

TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Soğancı,
Soma`da yaşanan ve 200`ün üzerinde maden emekçisinin ölümüne
yol açan iş cinayeti üzerine 14 Mayıs 2014’te bir basın açıklaması yaptı.

 BUGÜN MADEN EMEKÇİLERİNİN VE HEPİMİZİN KARA GÜNÜDÜR

Ruhsat hukuku Türkiye Kömür İşletmelerine (TKİ) ait olan Soma Kömür İşletmeleri A.Ş. tarafından işletilen Manisa İli Soma İlçesi Eynez bölgesinde bulunan yeraltı kömür ocağında, 13 Mayıs 2014 Salı günü saat 15:00 dolayında meydana gelen ocak yangını sonucu açığa çıkan karbon monoksit gazıyla zehirlenen, aralarında maden mühendisi meslektaşlarımızın da bulunduğu yüzlerce maden emekçisi yaşamını yitirmiştir. Nasıl gerçekleştiği henüz bilinmemekle birlikte, böyle bir facianın bu havzada yaşanabileceği gerek Maden Mühendisleri Odasınca ve gerekse Birliğimiz tarafından daha önce kamuoyuyla paylaşılmıştır. Yine havzada yaşanan iş kazalarıyla ilgili Meclis‘e verilen araştırma önergesi geçtiğimiz ay AKP milletvekillerinin oylarıyla reddedilmiştir. (AS: 6 ay bekletilerek 29 Nisan 2014’te)

80‘li yılların başından başlanarak uygulamaya konulan özelleştirme, taşeronlaşma, rodövans vb. neoliberal politikalar ve uygulamaları; kamu madenciliğini küçültmüş, kamu kurum ve kuruluşlarında uzun yıllar sonucu elde edilmiş olan madencilik bilgi ve deneyim birikimini dağıtmıştır. Yoğun birikim ve deneyime sahip olan kurum ve kuruluşlar yerine üretimin, teknik ve alt yapı olarak yetersiz, deneyim ve uzmanlaşmanın olmadığı kişi ve şirketlere bırakılması, buna ek olarak kamusal denetimin de yeterli ve etkin bir biçimde yapılamaması, iş cinayetlerinin ve ölümlerin kat kat olarak artmasına neden olmuştur. Yaşadığımız son olay bunu bize bir kez daha göstermiştir. Facia sonrası kurtarma operasyonunda ciddi bir organizasyon bozukluğu yaşanmış ve Devlet sınıfta kalmıştır.

Karadon, Kozlu, Elbistan ve son olarak Soma‘da madende yaşanan iş cinayetleri, emekçilerin yaşamının piyasanın insafına bırakıldığının açık bir göstergesidir.

AKP Hükümeti, bugünlerde Meclis‘e sunacağı taşeron ve istihdam yasasıyla emeği daha da köleleştirmeye çalışmaktadır. Buradan bir kez daha uyarıyoruz.

İş cinayetlerini artıracak bu uygulamadan bir an önce vazgeçilmeli ve yasa Meclis‘e getirilmemelidir.

Özelleştirmeler durdurulmalı, taşeronlaşma uygulamalarına son verilmelidir.

Bu faciada yaşamını yitiren tüm maden emekçilerini saygıyla anıyoruz.

Mehmet Soğancı
TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı

SOMA’da İŞ CİNAYETİ SORUMLULARINI LANETLİYORUZ!


SOMA’da İŞ CİNAYETİ SORUMLULARINI LANETLİYORUZ!

yanan_mum

 

 

 

 

 

Dostlar,

Bir işe yarar mı ki; biz de basmakalıp (klişe) söylemleri dillendirsek ve
ölen şehit madencilere Allah’tan rahmet ve kederli ailelerine sabır ve başsağlığı,
yaralılara da acil şifalar dilesek??

Bir kez “şehit” in Tanrı katında yeri en yücelerde değil midir ki, biz kalkıp bir de
Tanrı’nın bu kişilere rahmet etmesini diliyoruz? Bu ne yaman ve hazin çelişkidir?

Aslında suçumuzu dillendirip Tanrı’dan örtük bağış diliyoruz korkarız..

Saat 05:40 oldu ve uyumuyoruz, u-yu-ya-mı-yo-ruz..
Gün üstümüze doğdu gene..
Soma’da yeraltı kömür ocağında yangın sürüyor.. 787 dolayında emekçi madende idi, 363’ü çıkarıldı ama yarısından çoğu hala yer altında.. 2000 metreye dek inen kuytularda can pazarında. Çok sayıda, 4’ü ağır 80+ yaralı var, kurban sayısı 201!
Patlamanın 15. saatini sürüyoruz.

SOMA_maden_kazasi_13.5.14

Soma’daki iş kazalarının incelenmesi için 23 Ekim 2013’te TBMM’ye verilen önerge aylarca neden bekletildi ve 29 Nisan 2014’te gündeme alınıp AKP’nin blok oylarıyla reddedildi? Neden??

  • 13.5.2014 günü Soma’da özel sektöre ait kömür işletmesinde «trafo patlaması» nedenli (?!) yangında, 14.5.14 günü saat 05:00’te resmi verilerle 201 emekçiyi yitirdik; gene İŞ CİNAYETİNE KURBAN VERDİK! Yazıklar olsun!
  • Ekte yansılarını sunduğumuz dersi 12.5.14 günü AÜTF (Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi) Dönem 6 (son sınıf) öğrencileri ile 4 saat işlemiştik. Bir de film izlemiş üzerinde iş kazalarının nedenlerini tartışmıştık. 22 posterle de iş sağlığı ve güvenliği önlemlerini irdelemiştik.. TBMM’de Soma önergesi reddedilmişti!?
  • Biz bu eğitim işini on yıllardır (1977’den beri) yapıyoruz ama özlenen sonuç
    hala ortada yok. İstanbu Tıp Fakültesi’nden mezun olup (1977) bir yeraltı maden işletmesinin işyeri hekimi olduğumuzdan bu yana iş-işçi sağlığı ve güvenliği
    en çok emek verdiğimiz alan oldu. Yıllardır bu alanda kuramsal ve uygulamalı mezuniyet öncesi ve sonrası dersler vermekteyiz.. Binlerce işyeri hekiminin yetişmesine Türk Tabipleri Birliği kurslarında 10+ yıl akademik emek verdik.
  • Kozlu’da 3 Mart 1992’de 262 emekçiyi kurban verdik, yetmedi..
  • OSTİM’de (3 Şubat 2011) 20 emekçiyi kurban verdik, akıllanmadık.
  • Esenyurt’ta 11 emekçi naylon çadırda cayır cayır yandılar, yetmedi (13.3.2012).
  • Davutpaşa’da 31.1.2008’de 21 emekçi kurban verildi, dava hala bitmedi!?
  • Kozan’da 24.2.12’de 10 emekçi, parçalanan baraj kapağı ile adeta uzaya fırlatıldı, akıllanmadık..
  • Başbakan R.T. Erdoğan, 30 emekçiyi yutan Karadon faciasında (17.5.2010)
    «Bu mesleğin kaderinde ölüm var..» demişti. Oysa uzman raporları işletmede üretim plan ve projesinin olmadığını, havalandırmanın yetersiz olduğunu kanıtladı.
  • Dönemin Çalışma Bakanı Prof. Ömer Dinçer, hiç sıkılmadan Karadon için «Güzel öldüler» (!!?) diyerek hepimizi utanca boğdu ve tarihe de böylece geçti…
  • Bu iş cinayetlerinin sorumlusu, akıl ve bilimdışı bu çağdışı siyasal anlayıştır.
    12 yıldır iktidarda olan bu gerici ve emek düşmanı anlayış, gerekli denetimleri yapmayıp sermayenin isteklerine boyun eğmektedir. Asıl katil olan bu siyasettir.
  • En tehlikeli işyerlerinde bile işi durdurma ve işyeri kapatma yaptırımları uygulanmamakta, idari para cezalarıyla geçiştirilmektedir. Çalışma ve
    Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın İş Teftiş Kurulu Müfettişleri siyasal baskı altındadır. 
  • Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik ile Enerji ve
    Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Ylldız 
    derhal istifa etmelidir!
    Bu 2 Bakanlık sırasıyla İş Sağlığı ve Güvenliği 
    Genel Müdürlüğü ile
    Maden İşleri Genel Müdürlüğü’nü iş sağlığı ve güvenliğinden doğrudan sorumlu birimler olarak bünyelerinde bulundurmaktadır. 

siyah_kurdela_Bayrakli

 

 

 

 

  • AKP hükümeti istifa etmeli, TBMM olaya el koymalıdır..
    Ne yazık ki bu TBMM, (AKP grubu) yukarıda değindiğimiz gibi Soma iş kazalarını inceleme önergesini reddetmiştir! Biz kime güveneceğiz?

    Yılda 72 bin, ayda 6 bin, günde 200, saatte 8 iş kazası kayda giriyor..
    Her gün 3-5 işçi iş cinayetlerine kurban gidiyor..
    Her yıl 2200 dolayında emekçi  tam engelli oluyor..
    On binlerce meslek hastalığına tanı kon(a)mıyor, yıllık rakamlar komik,
    500’den az!
    Bu ürkünç ve utanç verici (stigmatik) tablo sürdürülebilir  mi?

  • Soma iş cinayetinin inceleme ve araştırmasında bilirkişiler arasında ulusal ve uluslararası kurumlardan bağımsız uzman denetçiler mutlaka bulunmalıdır. Bunların başında TBB (Türk Tabipleri Birliği), TMMOB (Türk Mühendis ve
    Mimar Odaları Birliği), ILO (Uluslararası Çalışma Örgütü – International
    Labor Organisation), ICFTU (International Confederation of Free Trade Unions) Uluslararası Özgür Sendikalar Konfederasyonu ve ulusal İşçi Sendikaları Konfederasyonlarının temsilcileri gelmektedir.

Türkiye, iş sağlığı ve güvenliği alanında yüz kızartıcı durumdan kurtulmak için
her şeyden önce emeğin özgürce sendikal örgütlenmesinin önünü açmak zorundadır. Halen emekçilerin %90’ı sendikal örgütlenmeden yoksundur ve bunun da nedeni özelleştirme ve taşeronlaştırmadır. Her 2 uygulamanın da şampiyonu
AKP iktidarıdır. Kasım 2002’den bu yana ülkenin taşı toprağı satılmış, Maliye Bakanı Mr. Mehmet Simsek geçen yıl “artık satacak kamu malı kalmadı” acı itirafında bulunmuştu. Taşeronlaştırma da 2003 yılında AKP hükümetinin 1. yılında çıkarılan 4857 sayılı İş Yasası ile Türkiye gündemine sokulmuştur. 10 yılda 2,6 milyon emekçi, taşeron işçisi yapılmıştır. Kamu kesimi özel sektörle yarışmaktadır bu süreçte.
Sağlık Bakanlığı en çok taşeron işçisi çalıştıran Bakanlık olup, sayı 120 bini aşmıştır
ve oran olarak da 1/3’ü geçmiştir.

Toplamda, yaklaşık olarak kayıtlı her 6 işçiden biri iş güvencesiz postmodern köle olarak ana işverene bağlı alt işverenin (taşeronun) emrinde çalıştırlımaktadır.
Toplam 25+ milyon istihdamın en iyimser 1/3’ü de kayıt dışıdır. (TÜİK resmi verileri)

Türkiye ölümlü (fatal) iş kazalarında Rusya ve Hindistan’ın ardından Dünya 3’üncüsü! 

Unutulmasın : SENDİKA yoksa iş sağlığı ve güvenliği de yoktur!

İkinci olarak Türkiye, iş sağlığı ve güvenliği sorununu aşmak için, çoğu gelişmiş ülkede, ABD (NIOSH), Japonya ve AB’de (OSHA)… olduğu gibi yönetsel ve akçal (finansal) açılardan mutlaka özerk, bilimsel bakımdan özgür bir Türkiye Ulusal İş Sağlığı ve Güvenliği Kurumu kurmalıdır. Bu Kurum her türlü siyasal karışmadan arınmalıdır.

Hızla bir Ulusal İş Sağlığı – Güvenliği Bilimsel Kongresi düzenlemeli ve orada belirecek görüşler ulusal politika olarak yaşama geçirilmelidir.

Son 30 yılda özellikle tırmanan iş cinayetleri ve iş sağlığı – güvenliğinin yok edilişinde makro ölçekte sorumlu olan olgu KüreselleşTİRme = Yeni emperyalizmdir!
Türkiye hızla KüreselleşTİRilmekte = postmodern sömürge kılınmakta ve olağansütü ağır bedeller ödemeyi sürdürmektedir. Aklımızı başımıza almazsak, KüreselleşTİRmecilerin son hedefi Türkiye’yi ulusu ve ülkesiyle parçalamaktır!

Bu gün, 14 Maysı 2014 günü AÜTF Dönem 3 öğrencilerimize verdiğimiz Küreselleşme ve Sağlık dersimizin konuk öğretim üyesi, SBF’den sevgili dostumuz – meslektaşımız Sn. Prof. Dr. A. Gürhan Fişek olacak.. Rastlantıya bakınız ki, konusu da

Küreselleşme ve İş Sağlığı Güvenliği..

Türkiye’nin bu alanda en yetkin akademisyenlerinden olan Prof. Fişek’i,
bu yürek yakan Soma faciasının ilk gününde tam da bu konuyu işleyecek olduğu dersi konuk olarak dinlemeye çağırıyoruz :

14 Mayıs 2014 Çarşamba, saat 16:00 – 17:50, AÜTF Morfoloji Binası 5 no’lu anfi, Sıhhiye, Ankara

Umarız bu facialar şok etkisiyle aklımızı başımıza getirsin ve ödenen çok ağır – acı bedeller gecikmeden bir ulusal uyanıkık sağlasın..

Başka nasıl teselli olabiliriz ki??
Biz bıkıp usanmadan yüksek sesle yinelemeyi sürdüreceğiz :

Emek en yüce değerdir ve Emeğe saygı, insan olmanın baş koşuludur..

259 yansıdan oluşan kapsamlı power point sunumuzu izlemek için lütfen aşağıdaki erişkeyi tıklar mısınız??

  • DÜNYA’da veTÜRKİYE’de İŞÇİ SAĞLIĞI ve İŞ GÜVENLİĞİ
    Sorunu ve Çözümler..

http://ahmetsaltik.net/2014/05/14/turkiye-ve-dunyada-isci-sagligi-ve-guvenligi/ 

Bu emek, şu dakikada, 14 Mayıs 2014 günü saat 05:40’ta kurban olduğu belirlenen 201 kömür emekçisine ve 80+ yaralıya adanmaktadır.

Sevgi ve saygı ile.
14 Mayıs 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Makaleyi pdf olarak indirmek için lütfen tıklayınız..

SOMA’daki _IS_CINAYETI_SORUMLULARINI_LANETLIYORUZ 

TÜMÖD BASIN AÇIKLAMASI

Dostlar,

Bizim de üyesi olduğumuz TÜMÖD (Tüm Öğretim Elemanları Derneği),
Başbakan R.T.  Erdoğan‘ın Danıştay’ın 146. kuruluş yıldönümünde
TBB (Türkiye Barlar Birliği) Genel Başkanı Prof. Dr. Metin Feyzioğlu‘na
“edepsiz – yalancı” gibi sözlerle hakaret etmesi nedeniyle, aşağıdaki
basın açıklamasını yaptı..

Bu metni aşağıda paylaşıyor ve Başbakan R.T.  Erdoğan‘ı,

  • Sn. Feyzioğlu’ndan ve kamuoyundan açık özür dilemeye çağırıyoruz..

Sevgi ve saygı ile.
12 Mayıs 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==================================================

TÜMÖD BASIN AÇIKLAMASI

TUMOD_LOGOSU

Tüm Öğretim Elemanları Derneği (TÜMÖD) olarak,
Danıştay’ın kuruluşunun 146. yıldönümü nedeniyle 10 Mayıs 2014’te yapılan törende Türkiye Barolar Birliği Başkanı Prof. Dr. Metin Feyzioğlu konuşurken,
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın “edepsiz” diyerek tepki vermesini
şiddetle kınıyoruz.

Başbakanın, Prof. Dr. Metin Feyzioğlu’nun konuşmasına karşı verdiği nezaketsiz
ve kelimenin tam anlamıyla “edepsiz” tepkiyi kabul etme olanağı bulunmamaktadır.

Danıştay’ın kuruluş yıldönümü törenlerinde Başbakanın, yargının asıl ve kurucu ögesi olan savunmanın sesine ve eleştirilere tahammül edemediğine
bir kez daha tanıklık edildi.

Cumhurbaşkanı’nın uyarılarını dinlemeyerek, o makama da saygısızlık eden,
daha da vahimi cumhurbaşkanı ve genelkurmay başkanını da adeta arkasında sürükleyerek, salonu terk eden başbakan, büyük bir devlet skandalına
neden olmuştur. Danıştay Başkanı’nın töreni saygısızca terk eden Başbakanın arkasından giderek konuklarını yalnız bırakması da, yargının bağımsızlığı ilkesine uygun düşmemiştir.

Aynı gün partisinin Afyon’da düzenlediği kampta Prof. Dr. Metin Feyzioğlu için;
“senden bir şey olmaz, istediğin kadar profesör ol” diyen başbakan,
bu ülkenin cumhurbaşkanı olmayacak bir kişi olduğunu bir kez daha kanıtlamıştır.

Bu son olay göstermiştir ki, cumhurbaşkanlığı seçimi için bütün muhalefet partilerinin
bir araya gelerek, tüm ülkeyi kucaklayacak, yurtsever ve sağlıklı bir cumhurbaşkanı adayı üzerinde uzlaşma sağlamaları gerekmektedir.

TÜMÖD Yönetim Kurulu Adına
Prof. Dr. Recep AKDUR
Genel Başkan

UZAK DA OLSA BİR UMUT VAR


Dostlar,

Sn. Prof. Dr. D. Ali Ercan‘dan iyimserlik ve oldukça yüksek bedellerini “dengeli” olarak irdeleyen bir öngörü (prediction) yazısı aldık..

Ali hocaya göre, “UZAK DA OLSA BİR UMUT VAR” dır..
Bu “Uzak Umut “22. yy. başına sarkacaktır.
4 – 5 kuşak sonra ve günümüz Dünya nüfusunun 2/3’ünün şöyle veya böyle
“telef” olmasıyla!..

Doğallıkla temel varsayım;

  • Dünyanın savunma tepkisinin (refleksinin) yeryüzünde yaşamı sürdürme doğrultusunda utku kazanacağına dayalı.

Ya tersi olursa?? Gezegende uygarlık – yaşam hazin biçimde acılar içinde bitecektir.

– Tüm Çevrebilimciler (Ekolog – Ekolojistler) Dünyanın yüksleme ve durgunluk     ;    aşamasının ardından “çökme” evresinde olduğunda düşünbirliği içinde (hemfikir).

En başta gelen çözümlerden biri HER AİLEYE 1 ÇOCUK!

Ve “yaşamın tüm alanlarında en üst tasarruf düzeyinde yaşamak..”

  • Gelecek kuşakların yaşam hakkını çalmayı durdurmak zorundayız..

Büyük ATATÜRK‘ün diyalektik – bilimsel öngörüsünü de hiç ustan çıkarmadan :

  • “Sömürgecilik ve yayılmacılık (emperyalizm) yeryüzünden yok olacak ve yerlerine uluslararasında hiçbir renk, din ve ırk ayrıcalığı gözetmeyen yeni bir işbirliği ve uyum çağı egemen olacaktır.”


Sevgi ve saygı ile.
11 Mayıs 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

============================================

UZAK DA OLSA BİR UMUT VAR

Portresi_gulumseyen

 

Prof. Dr. D. Ali ERCAN

… ama mutluluk döneminin doğumu çok acılı olacak..

Öyle bir zamanda yaşıyoruz ki, artık her önüne gelen, her eli kalem tutan, her mikrofonu veya kamerayı önünde bulan hemen her konuda bilir-bilmez yazıyor, çiziyor, konuşuyor. Eskilerin deyimiyle “ahkâm” kesiyor. Büyük bir bataklıktaki milyonlarca kurbağa sesinin yarattığı curcunaya çok benziyor Bilişim Dünyamız; gürültülü bir kakafoni, iğrenç  bir bilgi kirliliğinden başka bir şey değil… Aslına bakarsanız Dünyadaki genel durum da bizdekinden pek farklı değil…

Bilerek – bilmeyerek yaratılan bu sisli ortam, aslında oltanın ucuna takılmış informasyon (reklam!?) kurtçuklarıyla dolu “bir avlan ortamı” dır; kafası bulandırılmış, pusulası şaşırtılmış yığınlara yönelik sürüm, satış, siyaset, sömürü alanıdır.

“Küresel liberal ekonomik sistem” bu minval üzere, kendine özgü bir mantıkla işlemektedir; bu mantığa göre, ne olursa olsun, tekerlek dönmeli,

  • üretim-paylaşım-tüketim sarmalındaki bireyin beyni,
    Din-Siyaset-Ticaret kafesinde 
    tutulmalıdır.

Birey doğumundan ölümüne değin “müşteri”dir ve öyle kalmalıdır; bebek müşteridir, çocuk müşteridir, kadın müşteridir, öğrenci müşteridir, hasta müşteridir,
emekli müşteridir, inanan müşteridir vs…

Ve birey-müşteri son çözümlemede aldığından daha çoğunu vermiş olarak
sahneden ayrılmalıdır (AS: Artı değerine sermaye el koyabilmelidir!).
Anlamsız ve gereksiz olsa da, Doğanın yıkımına mal olsa da,
bir şekilde üretim sürdürülmeli, haksız ve dengesiz paylaşımla gerginleştirilmiş toplumlar savurgan tüketim döngüsünde tutulmalıdır…

Peki, Gezegenimiz üzerinde, doğayla çelişkili bu gidiş daha ne denli sürer dersiniz?  

“Hep böyle gider; çünkü insanlar aslında gerçek bilgi aranışında değil,
teselli beklentisindeler; bilgi edinmek değil, teselli bulmak istiyorlar; coşku, heyecan arıyorlar, alkışlamak istiyorlar.. Bilgi edinmek ise zor, zahmetli ve sıkıntılı bir iştir;
o nedenle insanlık alışkanlıklarına bağlılığı sürdürecek, topluma nesnel bilgi verenler değil, sosyal ortamda ve medyada eğlendiren, gaz veren, umut ticareti yapan insanlar, teselli eden kaynaklar (yani tuzaklar) tercih edilecektir…..”
  diyebilirsiniz. 

Ama unutmayalım, son sözü doğa yasaları söyler;

  • Doğa yasalarıyla çelişkili sosyal yasalar sürgit egemen olamazlar.

Varolan gidişin çok uzun süreceği kuşkuludur. En geç bu yüzyılın ortalarına doğru Petrolün eko-teknik anlamda bittiği, dolayısıyla, enerji bunalımıyla tetiklenmiş küresel ekonomik bunalım(lar)ın, çöküntünün baş gösterdiği, bir yandan da nüfusun 10 milyara doğru tırmandığı karmaşık (kaotik) bir durumu düşünün. Üstüne üstlük, kaçınılmaz
hızlı iklim değişikliğinin neden olacağı olumsuz çevre etkilerini düşünün.

Sosyal yapı büyük acılarla kökünden değiştirecek ve

  • Tapınılagelen küresel kapitalist paradigma,
    bu Yüzyılın sonunda çökecektir
    .

Kapitalist sistemin uydurup dillere doladığı “Sürdürülebilir kalkınma” saçmalığı terk edilerek, “sürdürülebilir yaşam” aranışına geçilecektir.

22. yüzyıla insanlık büyük bir kıyımdan arta kalan oldukça azalmış, (2-3 milyarlık)
bir nüfusla ve epey yıpranmış olarak, ama kesinlikle çok daha deneyim kazanmış, aydınlanmış ve beynindeki binlerce yıllık cenderelerden kurtulmuş olarak girecektir.

22. Yüzyıl, Gezegenimizde bilimin gerçekten egemen olduğu, küresel sosyal barışın etkin olarak korunduğu yepyeni, mutlu bir sürecin başlangıcı olabilir; bedeli çok ağır olsa da.

Hekimliği Yargılayanları Tarih Yargılayacaktır


Dostlar,

Bu gelişmeleri teesüfle karşılıyoruz.
Sorunlularını kınıyoruz..
AKP’nin “ileri demokrasisi” bu mu??
Dış dünyaya ülkemizi resil ediyoruz..
Yapılmak istenen aslında çok açık :
Toplumun tüm kesimlerini yıldırıp korkutarak baskı altına almak ve yalnızlaştrımak..
Böylece baskıcı rejim kurup sürdürmek..
Öylesine klasik ve bildik ki..
Tüm despotik rejimler gibi şimdiki özentileri ve benzerleri de
tarihin çöplüğüne atılacaklar.

Yargılanan 2 meslektaşımızı destekliyoruz.
Yasalarımızın hukuka uygun olmasını istiyoruz.
Yoksa TBMM’den geçen her metin vicdana, akla, adalet duygusuna, bilime, toplumun gereksinimlerine uygun olmazsa kadükleşir, meşru da olmaz ve ülkede anarşi – kaos doğar. TBMM’nin bu hususları kendiliğinden ve en üst düzeyde titizlikle gözetmesi
varlık ve meşruluk nedenidir..

Sevgi ve saygı ile.
9 Mayıs 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=============================================

Hekimliği Yargılayanları Tarih YargılayacaktırBu

Aralarında 2 genç meslektaşımızın da bulunduğu 255 kişinin yargılandığı Gezi Davası 6 Mayıs 2014’te İstanbul Çağlayan Adliyesi 55. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülmeye başladı.

Bilindiği gibi Gezi olayları sırasında polis şiddetinden kaçarak Dolmabahçe Bezmi Alem Valide Sultan Camisi’ne sığınan yaralılara yardım eden 2 meslektaşımız
“suç isleyen kişilere imkan sağlayarak ‘suçluları kayırdıkları’ ve ilgili dini inanışı benimseyen toplum kesimini tahkir maksadıyla ‘camiyi kirlettikleri’ iddialarıyla suçlanmaktaydı.

Gerçekte cezalandırılmak istenenin hekimlik değerleri olduğuna dikkat çeken TTB ve İstanbul Tabip Odası yöneticileri 7 Mayıs 2014 Çarşamba günü sabah saatlerinde duruşmaya katılarak meslektaşlarına destek verdiler.

Ayrıca aynı gün 12.30’da İstanbul Tabip Odası, Türkiye İnsan Hakları Vakfı ve Adli Tip Uzmanları Derneği tarafından Çağlayan Adliyesi önünde gerçekleştirilen bir basın açıklamasıyla açılan dava ve hekimler üzerindeki baskılar protesto edildi.

İstanbul Tabip Odası Genel Sekreteri Dr. Samet Mengüç basın açıklaması öncesinde yaptığı konuşmada;

Bu gün burada insanlık onuru, insanlık değerleri, hekimliğin ruhu ve hekimlik yargılanıyor. Bizler, yasalar ne derse desin hekimlik değerlerine sahip çıkmayı sürdüreceğiz. Yargılanan 255 kişi arasında olan 2 genç meslektaşımız basta olmak üzere, hekimlik mesleğinin gereğini yapmaktan çekinmeyen, geri durmayan
tüm meslektaşlarıma teşekkür ederim.” dedi.

Ardından söz alan TTB Merkez Konseyi Başkanı Prof. Dr. Özdemir Aktan‘sa yaptığı konuşmada;

TTB_logosu

“2 hekim arkadaşımız nezdinde bugün burada yargılanan; Türkiye’nin onuru, Türkiye’nin insan haklarına saygısıdır. Burada yargılanan hükümettir, devlettir. Hekimlerimizin yaptıklarıyla ilgili olarak en ufak bir endişemiz yok; doğruyu yapmışlardır, bundan sonra da hekimliğin gereği neyse onu yapmaya devam edeceklerdir. Maalesef Gezi olayları sürecinde hekimlik yapmanın suç sayıldığı, hekimlik yapanların korkutulduğu, sindirilmeye çalışıldığı bir dönem yaşadık. Bu süreç içinde birçok meslektaşımız hastalara baktığı, yaralılara yardım ettiği için suçlandı, soruşturmalara uğradı. Hükümet bununla da yetinmeyip alelacele yasalar da çıkarttı ve bu tür durumlarda verilen sağlık hizmetlerine karşı hekimlere 1 ile 3 yıl hapis ve 2 milyon liraya dek para cezası öngören bir yasa maddesi, bir utanç maddesi maalesef ki yasalaştı. Verilen cezalar kara para aklayanlara verilen cezayla, uyuşturucu kaçakçılarına verilen cezayla eşdeğerdedir. Acil durumdaki hastalara bakmanın, yaralılara yardım etmenin cezası maalesef bu yüz kızartıcı suçlarla aynı kefeye konmaktadır. Ancak unutmayalım ki, bu yasa aynı şekilde depremler sırasında koşup yaralılara yardım eden hekimler için de geçerlidir. Bu ülkede depremler yaşayacağız. Daha önce olduğu gibi hekimler yine yardıma koşacaklar, yasalara karşın yardıma koşacaklar. Hekimleri bağlayan hususlar yasalar değil, evrensel tıp kuralları, evrensel etik kurallarıdır. Bu nedenle
bu yargılamalar hekimleri yolundan çeviremez, kimseyi korkutamaz.”
dedi.

Yapılan konuşmaların ardından ortak basın metnini Odamız Yönetim Kurulu Üyesi
Dr. Hakkan Hekimoğlu okudu.

Istanbul_Tabip_Odasi_logosu

Başın açıklamasında;

  • “Bugün burada yalnızca 2 hekim değil, kadim bir mesleksel yemin olan
    Hipokrat Andı, günümüzde ve gelecekte hekimlik yapma biçimi, ulusal ve uluslararası hukuk ve sözleşmeler, evrensel etik kurallar ve vicdan yargılanmaktadır (yargılanmıştır). Sonuç ne olursa olsun, böyle bir yargılamaya cüret edilmiş olması bile, tarihe kara bir leke olarak geçmiştir. Bir hekimin,
    hangi koşullar altında olursa ölçüde, bir yaralıya karşılıksız bakması,
    hekimlik mesleğinin gereği olduğu denli insanlık onurunun da bir gereğidir.
    İnsan olduğunun bilincinde olan herkesin, bu etik ve mesleksel yükümlülüğü
    yerine getiren hekimlere teşekkür etmesi gerekir. Meslek etiğine, insanlık onur
    ve değerlerine uygun davranışları nedeniyle baskıya, yaptırıma uğrayan
    bütün hekimlerin, tip öğrencilerinin ve sağlıkçıların yanındayız. Biz de oradaydık, orada olabilirdik, orada olacağız, bu nedenle bizi de yargılayın ve bilin ki;
    her zaman düşünceleri, politik tutumları, cinsiyet ve cinsel yönelimleri,
    sosyal durumları ne olursa olsun, ayrımsız olarak tüm insanlara sağlık hizmeti sunmaya devam edeceğiz. Ve diyoruz ki;

    Hekimlik yargılanamaz! 
    – Hekimliği yargılayanları tarih yargılayacaktır.” denildi.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

7. Uluslararası İŞ SAĞLIĞI ve GÜVENLİĞİ Konferansı ve Düşündürdükleri


7. Uluslararası İŞ SAĞLIĞI ve GÜVENLİĞİ Konferansı ve Düşündürdükleri

5-7 Mayıs 2014 günlerinde planlanan İstanbul
VII. Uluslararası İŞ SAĞLIĞI ve GÜVENLİĞİ Konferansı sürüyor..

Yoğun ders programımız bu bilimsel etkinliğe katılmamıza olanak vermedi.

Ancak sunumları yakından izleyecek ve daha sonra okuyacağız..

İşçi Sağlığı – İş Güvenliği ve Meslek Hastalıkları
HALK SAĞLIĞI uzmanlık alanımız içinde en çok emek verdiğimiz alt alandır.

İstanbul Tıp Fakültesi’nden mezun olduğumuz yıl (15 Haziran 1977) Keban’da
Etibank Simli Kurşun İşletmesinden de sorumlu SSK hekimi olarak görev aldığımız günden bu yana 37 yıldır bu alana emek veriyoruz.

Yaşayarak deneyimlediğimiz ve öğrendiğimiz çok yalın gerçeklerin başında

SENDİKAL ÖRGÜTLENMENİN YAŞAMSALLLIĞI
 geliyor..

Hatta şöyle savsözleştirmek (sloganlaştırmak) pek yerinde olacak :

  • SENDİKA YOKSA İŞ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİ DE YOK!

Oysa 4 Mayıs 2014 günlü AYDINLIK’ta “Nerede o eski işçiler o eski sendikacılar?” başlıklı makalesini okuduğumuz, yaşamını bu konulara adayan Sn. Engin Ünsal’ın da (PhD) belirttiği üzere, 1980’de üç milyon SSK’lı işçinin yarısı sendikalı iken, günümüzde bu oran 16+ milyon işçide %10’un da altındadır!

Bir milyonu bulmayan sendikalı işçinin yarısından çoğu kamu işyerlerinde örgütlüdür.

  • Yabanıl kapitalizm ÖZELLEŞTİRME ile emek sendikacılığını avuç içinde kar gibi eritmektedir.

Bu 1 (bir!) milyon dolayındaki sendikalı işçinin ise ancak yarısı toplu sözleşme yapabilecek durumdadır. Kalanı küçük – bölük pörçük, dolayısıyla kurgu ile yetkisizleştirilmiş “sendikacık” ların üyesidirler. Emekçilerin %95’i, bırakın grevi, toplu sözleşme yapabilecek sendikal örgütten yoksundur!

12 Eylül 2010’da yapılan Anayasa referandumunda değiştirilen 26 maddeden biri de (“Sendika kurma hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir.” diyerek 51. madde ile), akıllara durgunluk verecek biçimde “ileri demokrasi – özgürlükleri genişletme” masalları ile pazarlanan 1’den çok sendikaya üyelik hakkıdır (!).. (Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Yasası md. 17).
Ülkemizde, hatırı sayılır oranda “aydıncık” da “yetmez ama evet” zeka fukaralığı bağlamında büyülenmiş (?!) ve eğitimsiz yığınları aldatmışlardır.

Sendikal örgütlenmeyi destekleyen çok sayıda AB metninin iç hukukumuza katılmasına karşın (örn. ESSENTIAL EC LAWS1989 AT Sosyal Şartı İşçilerin Temel Hakları,
12. md. ayrıca İHEB ve AİHS) gerçek durum ortadadır ve en temel insanlık haklarından olan örgütlenme konusunda Türkiye dibe vuran ülkelerdendir..

Memur sendikacılığı ise tam bir orta oyunudur.. Toplu sözleşme ve grev yapamayan bir örgüte “sendika” denilmesi ucubeliği, olsa olsa Dünyada “ileri demokrasi” sahibi tek ülke olan Türkiye’ye özgüdür.

Kayıtlı işçilerin yarıya yakını asgari ücretle çalış(tırıl)maktadır.

Taşeron işçisi
 (“Taşeron işçi” değil!) = postmodern köle sayısı, 2003’te çıkarılan
4857 sayılı İş Yasası‘ndan bu yana 2,5 milyona dayanmıştır.

Postmodern bir “moda” kasıp kavurmaktadır.
Özel sektörü geçelim, kamu kesimi ne yazık ki bu yakıcı süreçte başı çekiyor

25+ milyon kayıt içi istihdamın en az 1/3’ü kadar da kayıt dışı çalışan vardır.

Basın özgürlüğünde önceki gün açıklanan yüz kızartıcı veriler yetmezmiş gibi..

Ülkemiz Başbakan R.T. Erdoğan ve AKP yönetimiyle karanlıklara sürüklenmektedir.
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği verileri tam anlamıyla “stigmatik” tir (utanç verici!).

VII. Uluslararası İŞ SAĞLIĞI ve GÜVENLİĞİ Konferansı
tam da böylesi bir ortamda İstanbul’da düzenleniyor..
Dostlar alışverişte görün..

Ülkemizdeki yakıcı İş Sağlığı Güvenliği (İSG) sorunlarının temelinde yukarıda belirtilen engeller vardır.
Bunlar giderilmeden İSG alanında anlamlı iyileşme beklemek ham hayaldir.

Yine de tüm saflığımızla, VII. Uluslararası İŞ SAĞLIĞI ve GÜVENLİĞİ Konferansı‘na
başarı dileriz..

Sevgi ve saygıyla
6.5.2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net