Kategori arşivi: Hekim Saltık

TTB Halk Sağlığı Kolu Akkuyu Nükleer Güç Santrali Projesi ÇED Raporu Değerlendirmesi

TTB_logosu

TTB Halk Sağlığı Kolu
Akkuyu Nükleer Güç Santrali Projesi ÇED Raporu Değerlendirmesi

http://www.ttb.org.tr/index.php/Haberler/akkuyu-5144.html, 12 Şubat 2015

Bilindiği gibi ülkemizde nükleer enerji tartışmaları uzun yıllardır sürdürülmekte
ve bu tartışma yeni bir aşamaya gelmiş bulunmaktadır.

Yer seçimi yaklaşık kırk yıl önce yapılan ve Mersin ili sınırları içinde yer alan Akkuyu’da yapımı planlanan nükleer santral kurulma süreci, Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) Raporu hazırlanması ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’ndan “ÇED olumlu” kararı çıkması ile kritik bir noktaya ulaşmıştır. Gelinen noktanın birçok açıdan eleştirel bir gözle incelenmesi
ve irdelenmesi gerekmektedir.

Nükleer güç santralleri dünyada giderek daha çok oranda tartışma konusu olmaya başlamıştır.  Nükleer enerji tesisleri “öngörülemeyen risk olasılığının” yüksek olduğu tesislerdir. Hem maliyeti hem de risk potansiyelleri oldukça yüksek olan bu santraller, Çernobil ve Fukuşima’da görüldüğü üzere geri dönüşümü olanaklı olmayan sonuçlara
neden olabilmektedirler. Bu açıdan konuyu salt ekonomik ya da enerji kaynağı boyutundan görmek ya da Akkuyu NGS ÇED Raporu’nda olduğu gibi santralin işletmesi esnasında hiçbir riskin olmayacağını ön görmek bilimsel bir değerlendirme yöntemi değildir.

Türkiye’de ilk kez kurulacak devasa bir nükleer enerji santralinin çevresel etki değerlendirmesinin (ÇED) tesisin özellikleri ve önemi dikkate alındığında, sağlık ve çevre etkilerinin özellikli ve yöntemsel olarak doğru olarak yapılmasını gerektirdiği açıktır.
Tesisin çevresel etkilerinin, özellikle de sağlığa etkilerinin ayrıntılı, duyarlı ve doyurucu bir çerçeve ile değerlendirilmesi, bu tesisin önümüzdeki onlarca yıl içinde gösterebileceği ortaya çıkarması olası etkileri öngörebilmek, ortaya çıkması olası olumsuz etkilere karşı
koruyucu önlemler tasarlamak ve bu tasarımları uygulamaya geçirecek bir yol haritası
ortaya koymak bakımından irdelenmesi gereken bir konudur. Sağlık açısından geri dönüşümü olmayan bedensel, kalıtsal ve ruhsal hastalıklara, kazalara ve ölümlere yol açabilecek yan (AS: istenmeyen) etkiler oluşturma potansiyeli taşıyan bu tesisin geleceğe yönelik etkileri değerlendirmek/öngörmek ve bu etkilerin oluşumunu engellemek iddiası ile oluşturulan ÇED Raporu, içerik ve yöntem açısından dikkatle irdelenmeli ve incelenmelidir.

Bu kapsamda TTB Halk Sağlığı Kolu Halk Sağlığı Uzmanı ve akademisyen hekimlerin katkılarıyla Akkuyu ÇED Raporu’nu incelemiş ve değerlendirmelerde bulunmuştur. Uzmanlar tarafından yapılan bu değerlendirmelere göre

Akkuyu Nükleer Güç Santrali, ÇED Raporu
Halk Sağlığı açısından birçok yönüyle ciddi sorunlar,
eksiklikler ve hatalar içermektedir.

Bu sorun, hata ve eksikliklerle bir nükleer tesisin faaliyete geçirilmesi
Halk Sağlığı açısından felakete çağrı çıkarmak anlamına gelecektir.

Sürecin acilen durdurulması ve
yeniden gözden geçirilmesi zorunluluktur.

Ayrıca Türkiye’nin “nükleer güç santralleri kurulması ülkenin enerji üretim kaynaklarını çeşitlendirme, arz güvenliğini artırma ve fosil yakıt fiyatlarına bağımlılığı azaltma” sorunundan çok neo-liberal politikaların sağlık ve çevre alanında yarattığı tahribatla
baş edebilme sorunu bulunmaktadır.

Enerji kaynaklarını çeşitlendirmenin bedeli sağlık sorunlarının sayısını, türünü ve
etkilenen insan sayısını da çeşitlendirmek olmamalıdır.

Halk Sağlığı Uzmanlığı alanında çalışan hekimler tarafından hazırlanan ve ağırlıklı olarak sağlık etkilerini değerlendiren “TÜRK TABİPLERİ BİRLİĞİ HALK SAĞLIĞI KOLU AKKUYU NÜKLEER GÜÇ SANTRALİ PROJESİ ÇED RAPORU DEĞERLENDİRMESİ” başlıklı çalışmayı halkımızın ve yetkililerin dikkatine sunarız.

Rapor için tıklayınız...

 
=========================

Dostlar,

Emek veren Halk Sağlığı Uzmanı 9 meslektaşlarımıza teşekkür ederiz..

Rapora erişmek için lütfen tıklar mısnız?? (Yaklaşık 3,8 MB,69 sayfa)

AKKUYU_CED_Raporu_irdelemesi_TTB_13.2.15

Sevgi ve saygıyla.
13.02.2015, Antalya

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

 

Sağlık Bakanlığı’na Açık Çağrı

TTB_logosu

Sağlık Bakanlığı’na Açık Çağrı

http://www.ttb.org.tr/index.php/Haberler/cagri-5147.html, 13 Şubat 2015

Sağlık Bakanlığı’na açık çağrımızdır;

‘Sağlık Bakanlığı’nın, Birinci Basamak sağlık hizmeti alanında yapmak istediği uygulamaları belirlemek amacıyla, Birinci Basamakta örgütlü kimi kurum ya da kişilerle birçok toplantı yaptığı bilinmektedir.

Bu alanda örgütlü tüm dernek, sendika ve meslek örgütlerinin çağrılı  olduğu platformlarda (AS: düzlemlerde) sorunların tartışılmasının, çözüm önerilerinin geliştirilmesinin,
alınacak kararlarda ve uygulanmasında çalışanların görüş ve önerilerinin
dikkate alınmasının koşul olduğu kanısındayı.

Birinci Basamak çalışanlarının tümünü temsil etmeyen kişi ve örgütlerle yapılan görüşmelerin, bu alanın sorunlarını çözemeyeceği, sahada karşılık bulmayacağı bilinmelidir.

Bu tür toplantı ve çalışmaların tüm dernek, sendika ve meslek örgütlerinin temsilcilerinin katılımıyla gerçekleştirilmesinin Birinci Basamağın sorunlarının çözülmesine
katkı sağlayacağını düşünüyor, konuyla ilgili duyarlık göstermenizi bekliyoruz.

Ayrıca, Aile Sağlığı Merkezi çalışanlarına, Aile Hekimliği yönetmeliklerinde yer alan denetleme yetkisi istismar edilerek insancıl olmayan ceza puanları ve sözleşme fesih koşulları öne sürülerek çeşitli disiplin soruşturmalarının açılmasına bir an önce son verilmelidir.

Çalışanların haklarını korumak için altı haftadır kararlılıkla sürdürdükleri
meşru karşı duruşlarını sindirmeye yönelik baskıların işe yaramayacağını
bir kez daha anımsatmak isteriz.

Hem Birinci Basamak sağlık çalışanları hem de hizmet verdiğimiz halkımız için
Sağlık Bakanlığı’nın doğru tutumu, fazla ve esnek çalışmayı içeren ASM ve TSM’lerde  Cumartesi günleri nöbet genelgesini hemen geri çekmesi olmalıdır.

Saygılarımızla,

Türk Tabipleri Birliği
Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası
Genel Sağlık-İş Sendikası
Birlik ve Dayanışma Sendikası

Atatürk’e İftira Atan Rıza Nur zavallısı..


Atatürk
‘e İftira Atan Rıza Nur zavallısı..

İşte Rıza NUR denilen nursuz…

‘Dogan Kekevi’ dog.kekevi@t-online.de [cumhuriyetimizicin]<cumhuriyetimizicin@yahoogroups.com>

Rıza Nur’un yazının sonundaki Nur gibi “parti programı taslağı”
bana bir tanıdık geldi; sanki uygulamadaymış gibi..

http://www.huzuristan.com/q-80-Ataturk-e-iftira-Atan-Riza-Nur-Hain-Serefsizi__n-last.html
http://www.maxkitap.com/kitap-dr-riza-nur-dosyasi-turgut-ozakman-bilgi-yayinevi.html

Atatürk‘e İftira Atan Rıza Nur zavallısı..

Bu şerefsizliği ilk yapan Rıza Nur’dur. “Hayatım ve Hatıralarım” adlı 2005 sayfalık
baştan sona iftira ve uydurma ile dolu kitabında, “İhtiyar Teselyaların rivayeti şudur.” diye başlar ve Mustafa Kemal‘in annesinin genelevde çalıştığına ilişkin iğrenç iftirayı atar.
Rıza Nur tipindekiler de, yani yeni Rıza Nurlar, bu iftiraya sarılırlar.

Bu iftiranın ortaya çıkış nedenini anlayabilmek için Rıza Nur‘u biraz tanıtmamız gerekecek. Ayrıca uydurma ve iftiraların %90’nın kaynağı da bu kişidir, belirttiğimiz kitabıdır. Saldırganların pek çok kaynak dediği de bu kitaptır.

Rıza Nur, tıp doktorudur. 1. ve 2. Meclis’lerde 2 dönem milletvekilliği yapmış,
2 kez hükümette görev almış, Lozan Konferansı’na İsmet İnönü‘nün maiyetinde katılmış
bir kişidir. Kurtuluş Savaşı’ndan sonra 14 ciltlik Türk Tarihi adlı bir eser yazarak
burada Kurtuluş Savaşı’nı överek anlatır.

Eylül 1926’da Türkiye’den ayrılarak ve Fransa’ya yerleşir. Buna karşın milletvekilliği maaşının ödenmesi sürdürülür. Gidişi de kendisinden, hastalığından kaynaklanır.
1927 yılında Atatürk Nutuk’u okur ve yayımlar. Nutuk‘ta bu kişinin Balkan Savaşı sırasında yurda ihanet etmiş olduğu, herkes yurdu kurtarma çabası içindeyken bunun Arnavutları isyan ettirme çalışmalarında bulunduğu açıklanır.

Rıza Nur 1928 yılında, Nutku okur ve “Hayatım ve Hatıralarım” isimli anılarını
yazmaya başlar. Yazarken kullandığı kaynak Nutuk’tur. Nutuk’u ters yüz ederek ve hiçbir belge kullanmadan yazar. Yazdıkça da kalemi iyice kayganlaşır, hayallerini, kafasından geçenleri, fütursuzca kağıda döker. Böylece hainliğinin ortaya dökülmesinin karşılığını verir.

Anılarını, 1935 yılında, Biritsh Museum’a “1960 yılına kadar okuyuculara sunulmamak” koşuluyla gönderir. Yani olay tanıklarının ölmesini bekler. Anılar, 1967/1968 yılında
4 cilt olarak Türkiye’de yayımlanır
. (Bu iftiraların yayımlanmasına göz yumanlar da
ayrıca değerlendirilmesi gereken bir hainliktir.)
İşte bundan sonra Atatürk düşmanları,
Türk ve Türkiye düşmanları, kendilerince bir kaynağa kavuşurlar. Atatürk dönemi tarihini belgelere, gerçeklere dayalı değil, Rıza Nur’a dayalı işlemeye başlarlar.

Rıza Nur’un anılara göre Atatürk, her türlü kötü özelliğe sahip bir kimsedir.
Kurtuluş Savaşı Rıza Nur sayesinde zafere ulaşmıştır. Lozan’ı yapan, saltanat’ı kaldıran, Cumhuriyet’i kuran, halifeliği kaldıran devrimlerin düşünce babası sözde hep
Rıza Nur’dur!?

Peki bu Rıza Nur nasıl bir kişidir?
Anılarında kendini tanıtıcı çok bilgi verir ve kendi kendine hekim olarak koyduğu tanı “Kuşkusuz ki ben nevrastenik idim“. Evet hasta bir kişidir.

Turgut Özakman, bu kişinin kişilik yapısını “Dr. Rıza Nur Dosyası (Bilgi Yayınevi)
adlı yapıtında ayrıntılarıyla ortaya koyar. Ve bir doktordan, yazdıklarının incelenmesiyle
bir tanıya ulaşmasını ister.

RIZA_NUR_DOSYASI_Turgut_Ozakman

Ruh ve Sinir hastalıkları uzmanı Dr. Hasan Behçet Tokol’un,Rıza Nur’a ilişkin tanısı şöyledir:

“Bu kişide bir koğuş hastaya yetecek kadar hastalık var. Teşhisim; psikopatik bir zemin üzerinde paranoid reaksiyon, yani çok ağır bir ruhsal bozukluk tablosu. Bu tür hastalar, zeka fakülteleri tamamen bozulmadığından kısa süreli de olsa olumlu işler yapabilirler. Anılarını; son duygu, düşünce ve yargılarına göre değiştirerek, geriye dönüp yeniden kurgulayarak, sanki gerçekmiş gibi aktarmış ki, bu tutum, bu tür hastalara özgü bir telafi ve tatmin yoludur. Böyle bir hastanın anılarını ve tanıklığını ciddiye almak tıbben olanaklı değildir.

Doktorun, Rıza Nur’da belirlediği hastalık adları da şöyle:

– İzolasyon (kendini çevreden soyutlama),
– depresyon (ruhsal yavaşlama, içe kapanma, çöküntü),
– homoseksüel eğilimli,
– Obsesif- kompülsiv sendrom (toz, mikrop korkusu),
– depersonelizasyon (aşağılık duygusu),
– agresif ve hostil (saldırgan ve kızgın),
– psikopat (kişilik bozukluğu),
– mitomani (yalan söyleme),
– fabulasyon (masal uydurma, hayali hikayeci),
– fanteziler (hayal ettiği olayları gerçek sanma),
– megalomani (büyüklük fikirleri),
– narsisizm (kendine hayran olma),
– paranoid reaksiyon (takip edildiğini sanma duygusu, öldürülme korkusu),
– egosantirizm (kıskançlık, herkesi karalama, güvensizlik, devamlı övünme, sahte gurur).

Gerçekten bir koğuş hastaya yetecek kadar hastalığa sahipmiş.

İşte yeni Rıza Nurların peşinden gittiği, hep kaynak gösterdikleri kişi bu.
Turgut Özakman’ın eserinden Rıza Nur’u biraz daha tanıtalım :

Rıza Nur, bir uçtan bir uca sürekli gidip gelen bir kişidir. Balkan Savaşı’nda Arnavutları ayaklandırır, Kurtuluş Savaşı’nda milliyetçidir, anılarını yazarken ırkçıdır. Anılarında
hem sultanlık ile halifeliği kaldırmış olmakla övünür; hem de hazırladığı parti programında halifeliği yeniden kurmak ister. “Türk Tarihi” adlı kitabında Mustafa Kemal’in hakkını teslim eder, onsuz zaferin olamayacağını belirtir. Anılarındaysa Mustafa Kemal‘e
olmadık iftiralar atar.

Rıza Nur cinsel yönden de sağlıklı değildir. Kendi anlatımıyla gençliğinde bir kez
cinsel tacize, bir kez de tecavüze uğramıştır. Sonrasında bir Harbiyeliye aşık olur.
Kadın olmak ister. Husyelerini aldırtmayı düşünür.

Rıza Nur’un “Hayatım ve Hatıralarım” adlı kitabının kimi cümlelerini aynen şöyledir

“Karımdan şu mektubu aldım: ‘Ben burada kendime bir hayat arkadaşı buldum.
Bunu başkasından duyarak üzülmene imkan bırakmıyorum.’ Namussuz karı!
Sonunda bana boynuz da taktı (s.1785). Galiba bu işte (M. Kemal’in) ve İsmet’in (İnönü) de parmağı var.”
(s. 1786)

“(Karımın) ahlakı da bozuldu. Evdeki kızları benden gizli çırılçıplak soyuyor,
dans ettiriyor (s.1346)”

“Bir Rus doktor, zampara mı zampara. Karının sözüne göre de bizim karıya da sataşmış (1410).”

“Yataktan fırladım. Adam da derhal kaçtı. Baktım ki donum kesilmiş.
Artık uyuyamadım (s.7.”

“Yaşlı adam tabancasını çekti ve bana, ‘Çöz! Yoksa öldürürüm!’ dedi… Boğuşma başladı… Nihayet bayılıp kalmışım… Gözümü açtığım vakit yanımda kimse yoktu (s.84).”

“Bu çocuğu (Harbiyeli) herkesten ziyade sevmeye başladım… Görmesem aklımdan
hiç çıkmıyor, görsem yüzüne bakamıyor, içimde heyecan duyuyordum… Anladım ki,
bu çocuğa aşık olmuştum… Böyle bir aşkın sonu livata (sapık cinsel ilişki) demektir.
(s.22)

“Kadın, erkekten aşağı bir mahluktur. (s.1530)”

“Ne hayvan, ne de insan sevmem. Hele insanlar, iğrendiğim şeylerdir. (s.1531)

“Arnavutları isyana teşvik ettiğimi ben kendi elimle yazdım. Bu kusur değil,
iftiharım sebebidir
(s.37. Bugün de bununla iftihar ederim. Bana büyük şereftir. (s. 1305)”.

“Ahlak ve temiz adetler ve faziletlerin bir kısmı kendiliğinden gitti, bir kısmını da
bilerek ben terke mecbur oldum. Yalan da söyledim (s.105).”

Rıza Nur’un hazırladığı bir parti programından saçmalıklar :

* İdare sistemi laik ve sosyaldir. Fakat devletin resmi dini vardır.
* Eski yazıya dönülecek ve Latin harfi ile ikisi beraber yürüyecek.
* Mustafa Kemal’in Nutuk’u toplattırılıp imha edilecek .
* Partiye mistik bir şekil verilip, üyeleri Türkçülük hususunda tarikat ve dervişlik gibi
ilahi bir ideal ve gayrete sahip olacaktır.
* Halveti tarikatına müsaade etmeli.
* Hilafetin yeniden tesisi hayati bir ihtiyaçtır.
* Başbakanlığa bağlı bir ırk müdürlüğü kurulacak,
Türk olmayanlar memurluktan çıkarılacak.

* Kadını erkekle eşit saymak, ona memuriyet vermekten büyük hata olamaz.
Kadın çocuk makinesidir.
* Dans yasaklanacak.
* Kalıtsal hastalığı olanlar kısırlaştırılacak.

Yeni Rıza Nur’lar, iğrenç yollarında yürüyebilmek için, Rıza Nur’un dışında kaynak, belge, bilgi sıkıntısı çekiyorlar. Çözüm olarak yine Rıza Nur’u kullanıyorlar. Kendileriyle aynı ağzı kullanan bir yabancı gazete de aynı şerefsizliği yapmaktadır. Türk Ulusu ve Atatürk’e saldıran şerefsizlerin kimlerle işbirliği içinde olduğunu görmelidir

Not: turkbilim.sitemynet.com‘dan alıntıdır.
http://www.huzuristan.com/q-80-Ataturk-e-iftira-Atan-Riza-Nur-Hain-Serefsizi__n-last.html

=============================

Dostlar,

Yazının pdf biçimi için lütfen tıklayınız :

Rıza_Nur_zavallisi

Üzgünüz ama bir meslektaşımızın hazin ama gerçek öyküsü özetle yuıkarıdaki gibi..

Sevgi ve saygı ile,
08.02.2015 

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

TTB Heyeti ÖSYM’yi Ziyaret Etti

 

TTB Heyeti ÖSYM’yi Ziyaret Etti

http://www.ttb.org.tr/index.php/Haberler/osym-5128.html, 05 ŞUBAT 2015

Türk Tabipleri Birliği (TTB) heyeti TUS ile ilgili ÖSYM’nin açıklamaları sonrası yaşanan kaygıları ve itirazlarını, önerilerini iletmek üzere ÖSYM’yi ziyaret etti.

TTB heyetinde TTB Merkez Konseyi Başkanı Dr. Bayazıt İlhan, Genel Sekreteri Prof. Dr. Özden Şener, TTB Asistan Hekim Kolu’ndan Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Araştırma Görevlisi Pelin Yargıç, TTB Tıp Öğrencileri Kolu’ndan Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencileri Özge Aydın ve Recep Kar ile Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi İntörn Temsilcisi Ahmet Sancar Topal yer aldılar. Görüşmede ÖSYM Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Ercan Öztemel yer aldı.

TTB heyeti ÖSYM açıklamalarında yer alan, bundan sonraki Tıpta Uzmanlık Sınavları (TUS) sonrasında itirazlar yargıda karara bağlanmadan yerleştirme yapılmayacağı ile sınavların
açık uçlu sorularla yapılacağı duyurularına itirazlarını ve genç hekimlerde ortaya çıkardığı kaygıyı ifade etti. Her iki başlıkta da sahadan gelen itirazların nedenleri örnekleriyle anlatıldı. TTB heyeti ÖSYM’nin Türkiye açısından önemine değinerek TUS’un  gerek tıp eğitiminin niteliğinin artırılması, gerekse bilgiyi ölçebilmek adına daha nitelikli bir sınav olabilmesi için ÖSYM ile ortak çalışmaya, bilgi ve deneyimlerini ÖSYM’ye aktarmaya hazır olduğunu
ifade etti. Bu noktada ÖSYM ile üniversitelerin, Sağlık Bakanlığı’nın ve TTB’nin birlikte konuyu ele alacakları bir çalıştay yapılması önerisi iletildi. Böylesi bir çalışma yürütülmeden açık uçlu sorularla sınav yapılması açıklamalarının sahada kaygıyı daha da artıracağı ve sınavlara da katkı sağlamayacağı, hekimlerin ve tıp öğrencilerinin görüşlerini dikkate almadan alınan kararların yeni sorunlara neden olacağı ifade edildi.

ÖSYM Başkan Yardımcısı Prof. Öztemel önümüzdeki Nisan dönemi TUS’unda açık uçlu soru sorulmasının söz konusu olmadığını bildirdi. ÖSYM’nin daha nitelikli bir sınav yapma adına açık uçlu sorular konusunda kararlı olduğunu, kesin ifade edememekle birlikte ilk etapta soruların %10 kadarının açık uçlu olabileceğini, konunun ele alındığı bir çalıştay fikrine
sıcak baktığını, ÖSYM yetkilileriyle değerlendireceklerini  ifade etti.

Toplantı sonunda TTB Heyeti de Prof. Öztemel de  karşılıklı görüş alışverişinin devam etmesi konusundaki görüşlerini bildirdiler.

Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi

İşçi sağlığında son düzenlemeler


İşçi sağlığında son düzenlemeler

http://www.ttb.org.tr/index.php/haberler/isig-5131.html, 06 Şubat 2015

İşyeri hekimliğinin işyerlerindeki zayıflatılan etkisi, torba yasalara eklenen hükümlerle daha da azaltılırken; ortaya çıkan katliam gibi iş kazası ölümleri, işçi sağlığı ve iş güvenliğinin kısmen de olsa yeniden gündem olmasına neden oldu. Son dönemde işçi sağlığını doğrudan ilgilendiren
yasa ve yönetmelik değişiklikleri yapılmıştır. Bu alandaki bir değişiklik önerisi de
TBMM’de Komisyon’da görüşülmektedir.

Torba yasa değişiklikleri

İşyerlerinde büyük ölçüde taşeron işçisi olarak hizmet sunmakta olan işyeri hekimlerinin
asıl işverene bağlı çalışan olması sağlanmadığı gibi; Torba yasa hükümleriyle, işyeri hekiminin sağlık muayenesi yapmak ve rapor vermek dışındaki görevlerini bütünüyle işverenin yapabilmesine olanak sağlandı.

Öte yandan, işçilerin sağlık muayenelerinin periyodu işyerinin tehlike sınıfına göre belirlenmekte iken, yine bir torba yasa ile yapılan değişiklikle, işin tehlike sınıfına göre belirlenir hale getirildi. Ancak tehlike sınıfı, yasal olarak, işler için değil işyerleri için belirlenmektedir. İşyerindeki ana faaliyete göre belirlenen tehlike sınıfı, o işyerinde yapılan bütün işler/çalışanlar bakımından geçerli kabul edilmektedir. Yapılan değişiklikle, aynı işyerinde çalışanlar arasında yaptıkları işe göre, nasıl yapılacağı belli olmayan tehlike farklılığı yaratılacak; buna bağlı olarak kendilerine sunulacak işçi sağlığı hizmeti değişecektir.

Ayrıca, hemşire, sağlık memuru gibi sağlık hizmeti takımını (ekibini) oluşturan öbür sağlık çalışanlarının çalıştırılması zorunlu olan işyerleri daraltılmış; işyeri hekiminin çalışma süresinin hesabında çırak ve stajyerlerin dikkate alınmaması da yasayla düzenlenmiştir. Böylece bir yandan sağlık takımı daraltılıp öbür yandan çalışma süresi kısaltılarak nitelikli hizmet sunulabilmesi için gerekli olanaklar kısıtlanmaktadır.

Yönetmelik düzenlemeleri

İşyeri Hekimi ve Diğer Sağlık Personelinin Görev, Yetki, Sorumluluk ve Eğitimleri Hakkında Yönetmelik ile İş Sağlığı ve Güvenliği Hizmetleri Yönetmeliğinde 18 Aralık 2014’te yapılan değişikliklerle Torba Yasa ile yapılan değişiklikler yönetmeliklere yansıtılmıştır.

Yönetmelik değişikliğiyle işyeri hekimliği alanında iki önemli değişiklik de yapılmıştır.

Bunlardan ilki, işyeri hekimlerinin en az çalışma sürelerinin artırılmasıdır. İşyerinin tehlike sınıfına göre işçi başına ayda 4/6/8 dakika yerine 5/10/15 dakika olarak belirlenen süreler ne yazık ki ancak 2016 yılında uygulanacaktır.

Yönetmelikle yapılan bir başka değişiklik ise işyeri hekimlerinin beş yılda bir tâbi tutuldukları yenileme eğitimlerinin kaldırılmış olmasıdır.

Yasa tasarısı

Halen TBMM Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonunda görüşülmekte olan bir Tasarı ile işyeri hekimi ve iş güvenliği uzmanlarının mesleksel bağımsızlık içinde görev yapabilmeleri için ek bir güvence tanımlanmıştır. Oldukça yetersiz olmakla birlikte işyeri hekimlerinin ve iş güvenliği uzmanlarının mesleksel bağımsızlığının sağlanabilmesi için genel olarak işçilerin sahip olduğu iş güvencesinden farklı bir güvencenin olması gerektiği yönündeki ısrarlı çabamızın karşılık bulmuş olması bakımından önemlidir.

Bu Tasarı ile işyeri hekimi ve iş güvenliği uzmanına, işverene bildirdiği halde gerekli önlem alınmayan yaşamsal nitelikteki tehlikelere ilişkin olarak Çalışma Bakanlığı’na bildirim yükümlülüğü getirilmektedir. Bu bildirimin ayrıca işyerinde işçilerin görebileceği biçimde ilan edilmesi de gereklidir. Söz konusu bildirim nedeniyle işyeri hekimi ve iş güvenliği uzmanının haklarının kısıtlanması ya da iş sözleşmesinin feshedilmesi durumunda öbür işçilik haklarının yanı sıra bir yıllık ücretinden az olmayan tazminat öngörülmektedir.

Bakanlığa bildirim yapmayan işyeri hekimi ve iş güvenliği uzmanının belgesinin ilkinde 3 ay ikincisinde 6 ay süreyle askıya alınacağı; kötü niyetle gerçeğe aykırı bildirimde bulunduğunun Mahkeme kararıyla saptanması durumunda ise belgesinin 6 ay süreyle askıya alınacağı da
yine aynı Tasarıda düzenlenmiştir.

Bu düzenleme, bütün mesleksel etkinlikleri değil, yalnızca Bakanlığa yapılan bildirimi
güvenceye alması nedeniyle ciddi ölçüde eksiktir. Ayrıca, işyeri hekimi ve iş güvenliği uzmanının nitelikli çalışma koşulları oluşturulmadan, yaşamsal tehlike yaratan etmenleri mutlaka görmesini beklemek ve aksine tutumu belgeyi askıya alarak cezalandırmak kamusal denetimin eksikliğinden kaynaklanan sorumluluğu işyeri hekimi ve iş güvenliği uzmanının üzerine atma çabasından başka bir şey değildir.

Meclis Komisyonu’nun bu Tasarı ile ilgili görüşmelerinin tümü Türk Tabipleri Birliği tarafından da izlenmiş; her aşamada işçilerin sağlık ve güvenliğinin korunması için alınması gereken önlemler ve bunların uygulamada etkin bir biçimde yer bulabilmesi için yapılması gereken düzenlemelere ilişkin öneriler yazılı ve sözlü olarak sunulmuştur. Komisyon görüşmeleri 5 Şubat 2015’te tamamlanmıştır.

Tasarı, Meclis Genel Kurulu’nda kabul edildikten sonra Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girecektir.

Ekler / bağlantılar

1)İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası (AS; 30.6.2012 tarih ve 6331 sayılı)
2)İşyeri Hekimi ve Diğer Sağlık Personelinin Görev, Yetki, Sorumluluk ve Eğitimleri Hakkında Yönetmelik
3)İş Sağlığı ve Güvenliği Hizmetleri Yönetmeliği
4)Yönetmeliklerdeki değişikliklere ilişkin bilgi notu
5)İş Sağlığı ve Güvenliği Yasasında değişiklik öngören Torba Tasarı
(Alt Komisyon’da kabul edilen hali ve Alt Komisyon raporu)
6)Torba tasarı ile ilgili olarak Alt Komisyon’a sunulan yazılı görüşlerimiz
7)İş Sağlığı ve Güvenliği Yasasında değişiklik öngören Torba Tasarı’da işyeri hekimlerinin
iş güvencesine ilişkin madde (Sağlık Komisyonunda kabul edilen)

Sağlık hizmeti ‘mal’ oldu!


Sağlık hizmeti ‘mal’ oldu!

Tıp çevrelerinin AKP politikaları nedeniyle getirdiği “sağlık ticarileşti” eleştirileri,
yargıda da karşılığını buldu.

Özel hastanelerde doktor-hasta ilişkisi, dükkân sahibi-müşteri ilişkisi gibi olacak.

Hasta, doktordan sağlık hizmeti değil, bir mal alıyormuş gibi değerlendirilecek.
Doktorun yaptığı hatalı tedavi ya da ameliyat için hastalar, “tedavi hizmeti”nin,
“vekâlet akdi”ne dönüştürülmesi nedeniyle Tüketici Hakları Mahkemesi’ne başvuracak.

Tıp çevrelerinin AKP iktidarı ile birlikte sağlık hizmeti bedelinin her geçen gün artmasıyla “sağlık ticarileşti” eleştirileri, bir yargı kararıyla, hukuken de belgelenmiş oldu.
Trafik kazası geçirdikten sonra özel bir hastanede ameliyat edilen hasta, “ameliyatın hatalı yapıldığı, bu nedenle sıkıntılar yaşadığı” gerekçesiyle hastaneden ve doktordan 50 bin TL manevi, 5 bin TL de maddi tazminat istedi. Mahkeme ise konuyla ilgili Tüketici Mahkemesi’ni işaret ederek görevsizlik kararı verdi. Bunun üzerine hasta da görevsizlik kararını temyiz edip Yargıtay’a taşıdı.

Yargıtay ise değişen yasaya dikkat çekerek, çok tartışılacak bir karar metnine hasta ile özel hastane arasındaki “tedavi hizmeti”, “vekâlet akdi” olduğu, bu bağlamda söz konusu davanın da “vekâlet ilişkisi” kapsamında değerlendirilmesi gerektiğinin altı çizildi. Meclis’te geçen yıl kabul edilen, “vekâlet akdinden kaynaklanan uyuşmazlıklarda Tüketici Yasası‘nın uygulanması” maddesinin yürürlüğe girdiğinin vurgulandığı kararda, “Bu nedenle
vekâlet ilişkisinden doğan uyuşmazlığın Tüketici Mahkemesi’nde görülmesi zorunludur” ifadeleri kullanıldı. 2013, yani yasanın yürürlüğe girmesinden önce olması nedeniyle,
davaya Tüketici Mahkemesi’nin değil genel mahkemenin bakması gerektiği kaydedildi.

====================================

Dostlar,

AKP’nin foyaları artık dökülüyor…
Dileriz “Necip” (soylu) milletimiz de kör kör gözüm parmağına” bu çıplak gelişmeleri görür, deriiiiin mi derin uykusundan uyanır, AKP hipnotizmasından kurtulur ve kendine gelir..

Siyasal tarih, insanların idrakinin sonsuza dek teslim alınamayacağını gösteriyor.

Dileriz kadim halkımız kendi oylarıyla kendine zulüm etmekten sıyrılır, siyasal akılcılıkla
7 Haziran 2015 seçimlerinde oyunu kullanır.. Tersi durumda, ABD’deki gibi insanlık dışı bir sağlık sistemine sürükleniriz ve yazındaki (literatürdeki) acı deyimi ile “sokak köpekleri kadar çaresiz” kalabiliriz..

Bir kez daha yazmış, anımsatmış olalım…

“Sağlık hizmetleri doğuşta kazanılmış temel insanlık hakkıdır.”

İHEB (İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi) 10 Aralık 1948’de yayımlanmıştı.
Küresel emperyalizm neden bu evrensel hukuk belgesini tanımaz?

İlan ediyoruz :

KüreselleşTİRmeciler apaçık hukuk dışıdırlar; Türkiye’deki 5. sınıf taşeronları da..

Bu Harami düzen elbet yıkılacak, ağababaları tarihe ve halka hesap verecektir.
Yeter ki halkımız “BİRLİK” olabilsin.

7 Haziran 2015 seçimlerine CHP merkezli CUMHURİYET İTTİFAKI ile girer ve
AKP iktidarını alaşağı ederse..

Bir kez daha Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve kurtarıcısı Yüce ATATÜRK‘ü dinlerse :

● “Milletlerin tarihinde bazı dönemler vardır ki, belli amaçlara erişebilmek için maddî ve manevî ne kadar kuvvet varsa hepsini bir araya toplamak ve aynı doğrultuya yöneltmek gerekir. Yakın yıllarda milletimiz, böyle bir toplanma ve birleşme hareketinin önemli sonuçlarını kavramıştır. Memleketin ve devrimin, içeriden ve dışarıdan gelebilecek tehlikelere karşı korunması için, bütün milliyetçi ve cumhuriyetçi kuvvetlerin bir yerde toplanması gerekir. Aynı cinsten olan kuvvetler, ortak amaç yolunda birleşmelidir.

Sevgi ve saygı ile,
06.02.2015 

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Metal işçilerinin ertelenen grevine destek çağrısı


ATO_logosu

 

 

Değerli Meslektaşımız,

Metal işçilerinin ertelenen grevi için 03 Şubat 2015 Salı günü saat 12:30’da
Genel-İş Ankara Şubesi (Süleyman Sırrı Caddesi No:2/4 Sıhhiye) önünde toplanılacak,
buradan Sakarya Meydanı’na yürünerek saat 13:00’te basın açıklaması yapılacaktır.

Katılımınız değerlidir.

Saygılarımızla. 02.02.2015
Ankara Tabip Odası

Ankara grev yasağına karşı haykırdı: Grev haktır yasaklanamaz!

Bir İŞ CİNAYETLERİ BİLANÇOSU DAHA : AKP Döneminin Utancı


Bir İŞ CİNAYETLERİ BİLANÇOSU DAHA :
AKP Döneminin Utancı

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı‘nın verilerine göre,
2002-13 arasında iş kazası geçiren toplam sigortalı sayısı 1 921 000 kişi.

Bu kazalarda ölen toplam sigortalı işçi sayısı ise 13 510 kişi.

En çok iş kazası 191 247 kişi ile 2013 yılında olurken, en çok iş kazası sonucu sigortalı işçinin öldüğü yıl ise 1700 kişi ile 2011 yılı oldu.
İş göremezlik raporu alan kişi sayısı 2002-14 arasında 15 519 496 kişi.

Manisa Soma’da 301 işçinin maden faciasında yaşamını yitirmesi, ardından Karaman’da
(Ermenek’te) 18 işçinin yeraltında kalması, Türkiye’de iş kazalarını gündemin 1. sırasına yerleştirdi. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, CHP Genel Başkan Yardımcısı
ve İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu‘nun iş kazalarına ilişkin soru önergesine yanıt verdi. Bakan Çelik, “2013 yılı verileri geçici rakamlar olup, 2014 yılı verileri henüz derlenme aşamasında olduğundan verilememiştir. 2012 ve öncesi yıllarda kurum kayıtlarına giren
ve işlemi tamamlanan vakalar iş kazası geçiren sigortalı sayısı olarak alınmakta idi.
2013 yılı verileri tüm iş kazası geçiren sigortalıları içermektedir.” dedi.

301 MADENCİNİN ÖLDÜĞÜ FACİADA YETERLİ BİLGİ YOKMUŞ!

15 MİLYON KİŞİ İŞ GÖREMEZ RAPORU ALDI

Yıllar itibariyle kurum kayıtlarına giren ve işlemi tamamlanan iş kazası geçiren sigortalı sayıları ile iş kazası sonucu ölen sigortalı sayıları ise şu şekilde:

2002 yılında iş kazası geçiren sigortalı sayısı 72 344 iken;
iş kazası sonucu ölen sigortalı sayısı ise 872 oldu.

2003 yılında iş kazası geçiren sigortalı sayısı 76  668 iken;
iş kazası sonucu ölen sigortalı sayısı ise 810 oldu.

2004 yılında iş kazası geçiren sigortalı sayısı 83 830 iken;
iş kazası sonucu ölen sigortalı sayısı ise 841 oldu.

2005 yılında iş kazası geçiren sigortalı sayısı 73 923 iken;
iş kazası sonucu ölen sigortalı sayısı ise 1072 oldu.

2006 yılında iş kazası geçiren sigortalı sayısı 79 027 iken;
iş kazası sonucu ölen sigortalı sayısı ise 1592 oldu.

2007 yılında iş kazası geçiren sigortalı sayısı 80 602 iken;
iş kazası sonucu ölen sigortalı sayısı ise 1043 oldu.

2008 yılında iş kazası geçiren sigortalı sayısı 72 963 iken;
iş kazası sonucu ölen sigortalı sayısı ise 865 oldu.

2009 yılında iş kazası geçiren sigortalı sayısı 64 316 iken;
iş kazası sonucu ölen sigortalı sayısı ise 1171 oldu.

2010 yılında iş kazası geçiren sigortalı sayısı 62 903 iken;
iş kazası sonucu ölen sigortalı sayısı ise 1444 oldu.

2011 yılında iş kazası geçiren sigortalı sayısı 69 227 iken;
iş kazası sonucu ölen sigortalı sayısı ise 1700 oldu.

2012 yılında iş kazası geçiren sigortalı sayısı 74 871 iken;
iş kazası sonucu ölen sigortalı sayısı ise 744 oldu.

2013 yılında iş kazası geçiren sigortalı sayısı 191 247 iken;
iş kazası sonucu ölen sigortalı sayısı ise 1356 oldu.

*****

Dr. Ahmet Saltık                 :

2014’ü biz ekleyelim… Bakanlık önceki gün 1570 işçi ölümü olarak verdi.
Eksiktir.. İstanbul İş Güvenliği Meclisi tek tek ad vererek 1886 rakamını açıkladı..
35’i meslek hastalığı olmak üzere..
Varın bu rakamları da 2002-13 bilançsosuna siz ekleyin..

ÜLKE SAVAŞTA MI??

Nedir bu onbinlerce işi ölümü – yaralanması ve yüzbinlerce iş kazası???

İşin fıtratından olmalı.. By RTE öyle buyuruyor..

Eski Çalışma Bakanı Prof. Ömer Dinçer “güzel öldüler..” diyebiliyor Zonguldak Karadon
grizu kurbanlarına (30 emekçi) iyice saçmalayarak..
(17 Mayıs 2010)

Oysa bilim iş kazalarının % 98, meslek hastalıklarının da neredeyse %100 engellenebileceğini vurguluyor.

Bu durumda ülkemizdeki bu mezbaha yangının 1 numaralı nedeni,
yukarıda belirttiğimiz çağdışı – akıl dışı inanç ve yaklaşımdır..
Çok yazık, çok yazık..

*****

ERMENEK’TE 10. GÜNDE 2 İŞÇİNİN CANSIZ BEDENİ ÇIKARILDI..

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın verilerine göre; iş göremezlik raporu alan başhekim onaylı kişi sayısı, 2002-2014 yılları arasında 15 519 496 kişi oldu. 2012-2014 arasında tersanelerde gerçekleşen iş kazası sayısı 605 olarak gerçekleşti.
2012 öncesi tablolarda veriler iş kazası bazlı değil kişi temelli tutuluyordu. 2002-2014
arasında tersanelerde gerçekleşen iş kazalarında yaşamını yitiren işçi sayısı ise 19 oldu.

======================================

Dostlar,

Bu hazin ve traji – komik tablo karşısında aklımıza bir tek açıklama geliyor :

Liberalizmin peygamberi Adam Smith, 1776’da yazdığı “Milletlerin Refahı”
(The Wealth of Nations) adlı kitabında tezini savunujrken;

– Girişimci sermayenin serbest bırakılması durumunda bir yandan kendi çıkarını – kârını maksimum kılarken, toplumsal yararı da başka hiçbir türlü olamayacak biçimde en çok kılar..

Böylece tüm eleştirileri kapıyor, tezini biricik görüyor ve onu kutsuyordu..

AKP’nin İŞÇİ CİNAYETLERİ BİLANÇOSU da benzer perişanlık örneği..

Hiçbir siyasal iktidar, bundan daha alasını, ne denli çabalarsa çabalasın başaramazdı!..

AKP’nin eli Gezi cinayetleri ve işleyeni bilinmeyenlere (faili meçhul!?) ek;
İŞÇİ CİNAYETLERİ ile de kirlenmiştir, kanlıdır.

Türkiye’nin bir an önce böylesi bir çağdışı – insana – emeğe düşman yönetimden kurtulması gerekiyor..

Sevgi ve saygıyla.
02.02.2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

Einstein’s letter to Ataturk’s Turkey : Einstein’in Atatürk’e Mektubu

Einstein’s letter to Ataturk’s Turkey

Einstein’in Atatürk’e Mektubu

Yalnızca ülkeler değil kentler de su için savaşacak!


Yalnızca ülkeler değil kentler de su için savaşacak!

Yusuf Yavuz
https://gazeteciyazaryusufyavuz.wordpress.com/2015/01/31/sadece-ulkeler-degil-kentler-de-su-icin-savasacak/,

Çevre, Enerji ve Fizik gibi alanların dışında İstatistik konusunda da bilimsel çalışmaları bulunan nükleer fizikçi Prof. Dr. D. Ali Ercan ile ‘2 Şubat Dünya Sulak Alanlar Günü’ vesilesiyle Türkiye’nin su politikalarını konuştuk.

Ardı ardına çıkartılan yasa ve yönetmeliklerle sularını ticarileştiren Türkiye’nin iddia edilenin aksine akarsulardan enerji elde etmek konusunda dünya ortalamasının çok üzerinde olduğunu vurgulayan Ercan, hidroelektriğin elektrik üretimindeki payının dünya ortalamasının %5, Türkiye’de ise %10 olduğunu belirterek “Bence her türlü HES inşaatı derhal durdurulmalıdır” görüşünü savunuyor. Ercan’a göre, geleceğe yönelik bilimsel çözümler yaşama geçirilmezse yalnızca ülkeler arası değil, kentler arası su savaşlarının yaşanacağı netameli ve kaotik bir geleceğe doğru sürükleniyoruz…

YARISINI YOK ETTİĞİMİZ SULAK ALANLARIN GÜNÜ KUTLANMALI MI?

Ali_Ercan_portresi

– 2 Şubat 1971 tarihinde İran’ın Ramsar kentinde imzalanan
‘Sulak Alanların Korunması Sözleşmesi
’nin üzerinden tam 44 yıl geçti. Ancak taraf olan ülkelerin sulak alanlarını koruyarak akılcı kullanmayı taahhüt ettiği sözleşmeye 1994 yılında imza koyan Türkiye, aradan geçen 44 yıllık sürede toplam 2,5 milyon hektarı bulan sulak alanlarının neredeyse yarısını yok etti.

1 milyon 300 bin hektarın üzerindeki sulak alan ya kurutuldu ya kirletildi ya da barajlarla
can damarları kesilerek boğuldu. Sahip olduğu sulak alanlar bakımında Avrupa ve Ortadoğu ülkeleri arasında en önemli ülkelerin başında gelen Türkiye, sözleşmenin imzalandığı gün olan
2 Şubat tarihini her yıl ‘Dünya Sulak Alanlar Günü’ olarak kutlamayı sürdürüyor.
Ancak Türkiye’nin elinde kalan sulak alanlarını korumak ve akılcı kullanmak konusunda
hangi adımları attığı sorusunun yanıtı pek iç açıcı değil. Biz de bu sorunun yanıtını bulmak için, Çevre, Enerji ve Fizik gibi alanların dışında İstatistik konusunda da bilimsel çalışmaları bulunan nükleer fizikçi Prof. Dr. D. Ali Ercan’a başvurduk. Uzun süredir su konusunda da teknik bilgiler aktararak toplumsal bilincin artırılmasına katkı sağlamaya çalışan Ercan,
Türkiye’nin su politikası ve geleceğine yönelik sorularımızı yanıtladı.

İşte değerli bir bilim insanımızın gözüyle, yıllardır ‘adetten’ kutlamalarla geçiştirilen Dünya Sulak Alanlar Günü’nde Türkiye’nin su ile imtihanı…

‘DÜNYADAKİ SULARIN YALNIZCA YÜZ BİNDE BİRİ KULLANILABİLİYOR’

– Siz her fırsatta su konusunda toplumu uyaran bilgiler paylaşıyorsunuz.
Bugünlerde mutad olduğu üzere sulak alanlar günü vesilesiyle su bir kez daha gündemimizde olacak. Size göre dünyanın ne kadar tatlı suyu kaldı?

Ali_Ercan_portresi

– Dünyada erişilebilir/kullanılabilir tatlı su rotasyonu yılda 14 bin km3 tür (14 trilyon m3). Aslında gezegenimizde 1,4 milyar km3 su var ama bunun %70 kadarı okyanuslardaki, denizlerdeki tuzlu sulardır;
tatlı suların %99 kadarı da erişilemeyen buzullar halinde Kutuplarda bulunuyor. (ve zamanla eriyerek tuzlu suya karışıyor) Dolayısıyla sonuçta insanoğlunun erişip kullanabildiği tatlı su tüm su miktarının yanında 0,00001 kadardır. (Yüz binde bir) Bu kadar ender (!) bulunan ve bu kadar yaşamsal önemdeki bir maddenin gerçekten bilimsel, adil ve akılcı kullanılması gereği açıktır. Kısır, gündelik, popülist yaklaşımlarla, baraj, gölet, HES inşaatları ne kadar yararlı olduğu zannedilse de, sonuçları öngörülemeyen ve onarılamayan bir çok riski de beraberinde getirebilir. Dolayısıyla ‘doğayla uyumlu olmak’ temel ilke edinilmelidir. ‘Problemlerin en iyi çözümünün onları hiç yaratmamak olduğu’ akıldan çıkarılmamalıdır.

İNSANOĞLU UZAYDA SU ARIYOR AMA…

– Suyun ticarileşmesine yönelik politikalar hakkında ne düşünüyorsunuz?

– Su yaşamın ana/kaynak maddesidir (Vücudumuzun üçte ikisi sudur). Susuz yaşam formunu düşünemiyoruz. Dünya dışı yaşam (exobiyoloji) araştırmalarında da galaksimizin (habitable zone) denen korunaklı/ yaşama elverişli bölgesindeki yıldız sistemlerinin termik/radyasyon bakımından elverişli bölgesinde ve üzerinde su ve hava bulunan gezegenler üzerinde duruluyor. Bugünkü bilimsel anlayışımıza göre susuz bir ileri yaşam formu düşünemiyoruz. O halde su da aynen hava gibi, kamusal statüdedir. Bir başka ifade ile hava – su -toprak üçlüsü temel yaşam ortamı olarak, özel mülkiyet olamaz, (en azından ilerlemiş bir uygarlıkta) alınıp satılamaz, kirletilemez, dolayısıyla ‘temiz havaya’ ve ‘temiz suya erişim’ insan hakları beyannamesinde açıkça belirtilmesi gereken ‘temel insan hakkı’ olarak bilinmelidir. İnsanlık geliştikçe, medeniyetimiz ilerledikçe bu evrensel algı düzeyine erişileceğini düşünüyorum.

‘TÜRKİYE SU FAKİRİ BİR ÜLKE, NÜFUSA YETECEK SUYUMUZ YOK’

– Size göre Türkiye su kaynaklarını ve sulak alanlarını akılcı ve bilimsel yönetebiliyor mu?

– Gezegenimiz ortalamada ‘kötü’ yönetiliyor; geri kalmış ülkeler ise ‘çok kötü’ yönetiliyor. Çevre tahribatı, çevre kirliliği, yaşam kaynaklarının savurgan ve hoyrat kullanımı geri dönüşü olmayan ve insanlığı bu gezegenden tasfiye edecek büyük doğal felaketler zincirinin tetiklenmesine yol açacak boyutlara geldi. Yönetimde bilimsellik değil, ideolojik ve kısa dönem sosyo-ekonomik çıkar peşindeki aferist politikalar tüm geri kalmış ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de ağır basıyor. Yıllardan beri söylüyoruz, ‘Türkiye su fakiri bir ülkedir’ diye… Yani nüfusuna oranla yeterli miktarda tatlı su potansiyeliniz yoktur ve bu durum gittikçe olumsuz bir hal alıyor. Dünyanın yaşanabilir karasal alanlarının binde 6’sı kadar olan Türkiye toprakları üzerinde de, doğal olarak, dünyadaki kullanılabilir toplam tatlı su miktarının ortalama binde 5-6’sı bulunacaktır; şunu da biliyoruz ki, nüfusumuz dünya nüfusuna oranla binde 5 değil, binde 11’dir; yani adam başı su miktarı dünya ortalamasının yarısı değerinde.

‘ANADOLU 100 YIL İÇİNDE GİDEREK ÇÖLLEŞECEK’

– İklim değişikliği ve kullanılabilir su arasındaki ilişki açısından ne durumdayız. Türkiye’yi bu konuda nasıl bir gelecek bekliyor?

– Tabii ki dünyada su miktarı genel anlamda sabittir; ancak iklim değişiklikleri suyun erişilebilirlik durumunu da sürekli değiştirmektedir. Su potansiyeli hareket ediyor; çölleşen alanlar ve taşkınlar ve yoğun yağışlar Dünya coğrafyasında sabit kalmıyor. Örneğin değişen iklim koşulları nedeniyle şimdi çöl olmayan ve ~50 cm/yıl yağış alan Anadolu, önümüzdeki
100 yıl içinde giderek çölleşecek (ormanların azalmasıyla hızlandırılmış bir süreçte) su kaynaklarının yarısı kuruyacaktır. Sadece su açısından değil, diğer yaşam kaynakları özellikle enerji kaynakları açısından da bakıldığında Anadolu ~30 milyon nüfusu ancak kaldıracak güçtedir. Toprağı yorgundur, iklim değişikliği sürecinde şanssız bir konumdadır, konvansiyonel enerji kaynakları dünya enerji kaynaklarının binde 2’si kadardır… Bu gerçekler göz önünde tutulduğunda Türkiye’de nüfus artışının kışkırtılması değil,
bilakis indirgenmesi yönüne gidilmelidir
.

Mutlaka ve mutlaka ‘kadın başına 1 çocuk’ ilkesi ile nüfusun azaltılması ivedilikle alınacak
ilk önlemdir.

‘TARIMDA SUYUN YARISI BİTKİYE ERİŞMEDEN BUHARLAŞIYOR’

– Nüfus ve sağlıklı gıda arasındaki ilişkiyi belirleyen en önemli etkenlerin başında tarım geliyor. Su tarım için de yaşamsal bir değer. Bu konudaki öneriniz nedir?

– Sulu tarım, suyun yaklaşık %70’ini alıyor; dolayısıyla en çok dikkat edilmesi gereken alandır tarım. Sulu tarımın ‘yüzey altı sulama’ yöntemi ile gerçekleştirilmesi suyun israf edilmemesi açısından çok önemlidir (açıktan sulama durumunda suyun yaklaşık yarısı bitkiye erişmeden buharlaşıyor). Tarım politikaları ‘optimal uyumluluk’ ilkesini esas almalıdır; suyu tarım alanına eriştirmek yerine toprak-su ve bitkinin optimal birleşimini planlamak çok daha akılcıdır.

‘HER TÜRLÜ HES İNŞAATI DERHAL DURDURULMALI’

– Türkiye son yıllarda akarsulardan enerji elde etme gerekçesiyle her türlü tepkilere
ve bilimsel karşı görüşlere rağmen HES projelerinden vazgeçmiyor. Yetkililer,
ülkemizin hidro-elektrik potansiyelini gelişmiş ülkelere göre yeterince kullanmadığını
öne sürüyorlar. Enerji konusunda da çalışmaları bulunan bir bilim insanı olarak Türkiye’nin su ve enerji politikalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

– Türkiye akarsulardan enerji elde etmek konusunda dünya ortalamasının çok üzerindedir;
yani HES’lerle aşırı derecede yüklenmiş durumdayız ırmaklarımıza. Elektrik üretimindeki payı dünya ortalaması %5 olan hidro-elektrik, bizde % 10’dur. Bence, her türlü HES inşaatı derhal durdurulmalıdır; özellikle küçük dereleri mecralarından, doğal ortamdan ayırıp, borulara hapsederek, doğal dengeyi allak bullak eden Karadeniz HES’lerini kastediyorum. Astarı yüzünden pahalı bu tür enerji üretiminin akılcı olduğu söylenemez. (Karadeniz dereleri üzerindeki düzinelerle ‘HES’ ten elde edilen elektrik Türkiye genelinde elde edilen toplam elektriğin % 5’i bile değil.

Özetle söylemem gerekirse, doğanın dengesinin bozulmamasına özen gösterilmeli,
ırmakların en az %50 oranında denize kavuşması sağlanmalı, bu kapsamda sulak alanlar ve
tabii en başta ormanlar özenle korunmalıdır.

DSCF8418
‘KENTLER ARASI SU SAVAŞLARINA DOĞRU SÜRÜKLENİYORUZ’

– Gezegenimizi, özellikle de su yönünden daha kritik durumda olan Ortadoğu ülkelerini yakın gelecekte bir su savaşının beklediği öngörüleri ortaya atılıyor. Sizin bu konudaki görüşünüz nedir?

Canlı toplumların yaşam alanlarını korumak içgüdüsü temel içgüdülerin başında gelir;
insanlar için bu davranış su kaynakları olan toprak parçasını korumak anlamını taşır.
Dolayısıyla tarih boyunca savaşların ana motifi fetih, din, savunma, bağımsızlık, istiklal,
ne ad verilirse verilsin, gerçekte toprak ve su kaynaklarını paylaşmak olmuştur.
Zamanımızda da durum pek değişmemiştir; özellikle suyun çok kıt olduğu Orta doğu coğrafyasında su temel savaş motifidir. İleriye yönelik bilimsel çözümler ve önlemler yaşama geçirilmezse ve en kötüsü, nüfus artışı böyle sürerse (ki Türkiye’de nüfus, göçler dışında günde 2500 kişi artıyor) (AS: 2014’te 2816 kişi /gün nüfus büyüdü.. Yılda 1 milyon
28 bin kişi!)
, yalnızca ülkeler arası değil, ‘kentler arası su savaşları’nın bile yer alacağı netameli, kaotik bir geleceğe doğru sürüklendiğimizi söyleyebilirim.

– Son olarak bu konuda sizin çözüm öneriniz nedir?

Özetle, hava-su-toprak kutsal üçlüsü mal, meta olarak görülemez; kamunun, tüm canlıların ortak yaşam alanı, ortak mülkiyetidir. En gelişkin bilinç düzeyine erişmiş olduğunu varsaydığımız insanoğlu da salt kendi türünü değil; bitki, hayvan dahil tüm canlılığı temsilen
bu yaşam alanını korumak sorumluluğunu taşımaktadır. (31.01.2015)

===================================

Dostlar,

Sitemizin de sıklıkla konuğu olan ve önemli – öğretici – düşündürücü yazılarıyla önemli katkılar sağlayan saygın bilim insanı ve düşünür – yazar Prof. Dr. D. Ali Ercan ile yukarıdaki söyleşiyi önemsiyoruz. Hemen hemen bütünüyle de paylaşıyoruz..

Sevgi ve saygı ile,
02.02.2015 

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net