Kategori arşivi: Hekim Saltık

2015 Şubat’ta En Az 81 İşçi Öldü!


2015 Şubat’ta En Az 81 İşçi Öldü!

İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi raporuna göre
2015 Şubat ayında en az 81 işçi yaşamını yitirdi.

İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi raporuna göre 2015 Şubat ayında en az 81 işçi yaşamını yitirdi. Ölenlerden 4’ü kadın 77’si erkek, 1’i çocuk, 3’ü göçmendi.

Ölümler en çok İstanbul’da yaşandı.
İşçiler en çok trafik/servis kazalarında ve taşımacılık iş kolunda öldü.

İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi raporuna göre
2014 yılında en az 1886 işçi yaşamını yitirdi.

İş kollarına göre

Taşımacılık işkolunda 16 işçi; Belediye, Genel İşler işkolunda 11 işçi; İnşaat, Yol işkolunda
10 emekçi; Tarım, Orman işkolunda 8 emekçi; Gıda, Şeker işkolunda 8 işçi; Metal işkolunda
5 işçi; Ticaret, Büro, Eğitim, Sinema işkolunda 4 emekçi; Gemi, Tersane, Deniz, Liman işkolunda 3 işçi; Sağlık, Sosyal Hizmetler işkolunda 3 işçi; Madencilik işkolunda 2 işçi;
Petro-Kimya, Lastik işkolunda 2 işçi; Ağaç, Kağıt işkolunda 2 işçi; Çimento, Toprak, Cam işkolunda 2 işçi; Enerji işkolunda 2 işçi; Tekstil, Deri işkolunda 1 işçi;Savunma, Güvenlik işkolunda 1 işçi; Çalıştığı işkolunu belirleyemediğimiz/öğrenemediğimiz 1 işçi öldü.

Ölme biçimlerine göre

Trafik, Servis Kazası nedeniyle 22 işçi; öbür nedenlerden dolayı (kalp krizi, intihar,
silahlı saldırı, çığ düşmesi, iç kanama) 18 işçi; Düşme nedeniyle 16 işçi; Ezilme, Göçük nedeniyle 11 işçi; Patlama, Yanma nedeniyle 6 işçi; Zehirlenme, Boğulma nedeniyle 5 işçi; Elektrik Çarpması nedeniyle 2 işçi; Nesne Çarpması, Düşmesi nedeniyle 1 işçi öldü.

İllere göre

9 ölüm İstanbul’da; 7 ölüm Mersin’de; 5’er ölüm Ankara ve Konya’da; 4’er ölüm Bursa, Hatay, İzmir ve Kütahya’da; 3’er ölüm Karabük, Kayseri, Kocaeli, Manisa, Samsun ve Şanlıurfa’da; 2’şer ölüm Antalya, Aydın, Isparta ve Muğla’da; 1’er ölüm ise Afyon, Bolu, Denizli, Diyarbakır, Erzincan, Eskişehir, Gümüşhane, Mardin, Niğde, Ordu, Rize, Tokat ve Trabzon’da yaşandı.

Ad ad ölenler

Hüseyin Köse, Mustafa Doğan, Nurettin Sezgin, Türabi Doğan, Recep Kaynak,
M. Salih Aksoy, Kamile Değirmenci, Yılmaz Erdönmez, Tuğrul Fakir, Fatma Kahır, Mehmet Nurettin Umar, İbrahim Ceyhan, Mücahit Ünal, Murat Bulut, Umut Gönül, Yusuf Çakıroğlu, Mehmet Ali Taşgın, Okan Açıkalın, Caner Pişkin, F.K. Kenan Mailoğlu, Mehmet Ertürk, Orhan Can, Mustafa Demirel, Abdülbaki Karadeniz,
Galip Arslan, Muhammet Erdoğan, Sevim Demir, İsmail Eşel, Mustafa Gündüz,
Ayhan Aksoy, Bestami İsli, Ali Aksu, C.A., Satılmış Yıldız, Menderes Keklik,
Mustafa Tufan, Gürsel Gümüş, Salih Yabır, Ayhan Şengül, Mustafa Tan, Ekrem Şayık, Ahmet Bayraktar, Serdar Doğan, Koca Mustafa Özdemir, Sergei Khursık,
İbrahim Kaymaz, Ahmet Sermet İnan, Mehmet Özkök, Ahmet Yılmaz, Hayrettin Sevinçer, Mehmet Arslan, Celal Erol, Hacı Barış Gülbal, Zülfü Ceylan, Mustafa Çaylı, Fatih Demirkıran, Engin Çelikkaya, Halil Koç, Asaf Boşböyük, Haşim Taşkın, Ercan Çakır, Hacı Ahmet Dokgöz, Kemal Sepetçi, Mustafa Afşar, Yavuz Ocak, Duran Bellibaşlar, Ali Sabuncu, Seyfettin Öpçin, Sebahattin Şen, Yusuf Gürgen, Yaşar Kuşçu, Okan Çelik, Ömer Akbulut, Süleyman Kelkitli, Serpil Yazıcı ve ismi öğrenilemeyen beş işçi. (NV)

 ******************************

Ne diyelim??…

Eli – yağı her yanı kanlı yabanıl (vahşi) emperyalizm ve yerli – yabancı emperyalistler..

Gazanız mübarek olsun…(!?)

İş kazalarının %98’inin, meslek hastalıklarının neredeyse tümünün bilimsel yöntemlerle engellenebileceği gerçeği ortada dururken;

İnsanlığın yüz karası emperyalizm (Atatürk ona “bizi mahvetmek isteyen emperyalizm…” diyordu) ve başbelası kapitalizm (Atatürk ona “bizi yutmak isteyen kapitalizm…” diyordu) altedilmedikçe bu acı sürecek..

Emperyalizm ve kapitalizm emekçiden “yepyeni” (!?) akıllara durgunluk veren bir vergi türü almakta :

– KAN VE CAN VERGİSİ…

Tarihin çöplüğüne bir an önce atılması için bu gerekçe yeter de artar bile değil mi?

Haydi insanlık : DİRENİŞ KÜRESELLEŞTİRME zamanıdır;
yeni emperyalizm kendini KÜRESELLEŞME (gerçekte KüreselleşTİRme!?) masalı ile dayatırken..

Sevgi ve saygı ile.
09 Mayıs 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Gezi Hukuki İzleme Grubu’nun Gezi Raporu: Demokrasi ve Totalitarizm Sarkacındaki Türkiye

Gezi Hukuki İzleme Grubu’nun Gezi Raporu:

Demokrasi ve Totalitarizm Sarkacındaki Türkiye

erkan

Dr. Erkan Duymaz
Hukukçu,
erkan.duymaz@istanbul.edu.tr
http://www.sosyaldemokratdergi.org/2015/03/erkan-duymaz-gezi-hukuki-izleme-grubunun-gezi-raporu-demokrasi-ve-totalitarizm-sarkacindaki-turkiye/
17.03.2015

Taksim Gezi Parkı protestolarının güvenlik güçlerince bastırılması sırasında yaşanan
hukuk dışı uygulamalara ve hak ihlallerine dikkat çekmek ve süreci hukuksal açıdan izlemek amacıyla Haziran 2013’te kurulan “Gezi Parkı Müdahalesine Karşı Hukuki İzleme Grubu” yaklaşık bir buçuk yıldır üzerinde çalıştığı Gezi Raporu’nu 30 Aralık 2014 günü düzenlenen bir basın toplantısında kamuoyu ile paylaştı. Farklı disiplinlerden akademisyenlerin, Gezi davalarını izleyen avukatların, Türkiye Barolar Birliği, İstanbul Tabip Odası,  Çevre Mühendisleri Odası, DİSK ve sivil toplum örgütlerinin katılımıyla hazırlanan Rapor, çok disiplinli bir yaklaşımla Gezi’yi merkeze alarak Türkiye’nin dünü, bugünü ve yarınına ışık tutmayı amaçlıyor.
Gelin hep birlikte
Demokrasi,
– İnsan hakları ve
– Hukuk devleti üçlüsünün ne durumda olduğuna kısaca bakalım.

Özetin özeti

Rapor’un alt başlığı derin bir kaygıyı yansıtıyor…

Türkiye’nin demokrasi ve totalitarizm arasında gidip gelen bir sarkaçta tasavvur edilmesi
bir yandan rejimin öngörülemez niteliğine gönderme yaparken, öte yandan iktidarın otoriter eğilimlerinin sıradanlaştığını ve artık toplumu bütünüyle denetim altına almaya çalışan totaliter bir rejime kayışın söz konusu olduğunu ifade ediyor. Nitekim Gezi sonrası tanık olunan uygulamalar ve çıkarılan yasalar, demokratik bir toplumun vazgeçilmezleri olan

– ifade,
– basın,
– örgütlenme,
– toplantı ve gösteri yürüyüşü özgürlükleri

üzerindeki baskıları artırmakla yetinmemiş, toplumsal muhalefetin her türlüsünün “suç” olarak kabul edildiği bir “topyekûn suçlulaştırma ve yıldırma” siyasetinin izlendiğini göstermiştir.

“Darbe girişimi” saptırmasına yanıt

Gezi eylemlerini uzaktan izleyen tarafsız bir gözlemci, hiç kuşku yok ki, yaşam alanlarına
sahip çıkmak amacıyla sokaklara dökülen insanların meşru ve barışçıl yollarla istemlerini
dile getirmesini demokrasi açısından bir kazanım olarak değerlendirirdi. Gösterilerin kitleselleşmesini ve ülkenin her tarafına yayılmasını ise demokrasiye olan inanç ve güvenin
her şeye karşın sürdüğünün bir işareti olarak yorumlardı. Ne var ki siyasal iktidarın gösterilere ilk tepkisi bir kez daha “milli irade” söylemini öne sürmek oldu. Protestolara verilen desteği kırmak ve göstericileri itibarsızlaştırmak için başvurulan bu yöntemle Gezi muhalefeti
milli iradeye karşı gelişen bir hareket, bir darbe girişimi, bu muhalefetin bileşenleri ise “marjinal” ve “darbe yanlısı” olarak topluma sunulmaya çalışıldı. Dahası, ülkenin 80 ilinde sokaklara çıkan üç milyondan çok insan ulusal iradenin bir parçası değilmiş gibi,

Gezi eylemleriyle eşzamanlı olarak “milli iradeye saygı mitingleri” düzenlendi.
Bugün bakıldığında Gezi eylemlerinin bir darbe girişimi olarak sunulmasının bir siyasal stratejiden ibaret olmadığı görülmektedir. Nitekim Çarşı taraftar grubuna mensup göstericilere karşı hazırlanan ve mahkemece kabul edilen iddianamede, hukuksal olarak ve eylemli olarak olanaklı olmasa da, Hükümeti devirmeye girişim suçunun oluştuğu savunulmuştur.
Öte yandan, Ali İsmail Korkmaz davasında yargılanan ve ceza alan bir polis memuru,
Gezi’nin bir darbe girişimi olduğunu, kendisinin de darbecilere karşı güç kullandığını ve
böylece hükümeti koruduğunu öne sürebilmiştir!

Gezi Raporu’nun kuşkusuz en önemli katkılarından biri, Gezi’yi meydana getiren
toplumsal muhalefetin kaynağını objektif bir bakışla analiz ederek, Gezi’nin bir özgürlük ve demokrasi hareketinden ibaret olduğunu ortaya koymaktır. Her türlü darbe girişimi ve
komplo kuramlarını dışlayacak bu çalışma, kent ve doğa talanına dayalı kalkınma modeli, toplantı ve gösteri hakkının sürekli engellenmesi, polis şiddeti, kişilerin yaşam alanına ve tercihlerine müdahaleler, eğitim sisteminin muhafazakarlaştırılması çabaları ve daha birçok etkenin Gezi hareketini besleyen damarlar olduğunu göstermektedir. Gezi’ye katılan veya
destek veren belli başlı grup ve oluşumların aktarıldığı Gezi’nin özneleri bölümü bu saptamayı doğrulayacak niteliktedir. Gezi Parkı’nın yaş, cinsiyet, meslek, sosyal statü, inanç ve siyasal görüş bakımından görülmemiş bir çeşitliliğe sahne olması, yukarıda anılan etmenlerle birlikte düşünüldüğünde,

  • Gezi’nin kendiliğinden gelişen bir halk hareketi olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.

Hak ihlallerinin bilançosu

Hukuk İzleme Grubu’nun çalışmasının önemli bir bölümü Gezi müdahalelerinde ve sonrasında yaşanan hak ihlallerine ayrıldı. Göstericilere karşı açılan soruşturma ve davalar ve gösteriler sırasında gerçekleşen gözaltılar konusunda ayrıntılı bilgiler sunan Rapor,
bu yönüyle önemli bir belge niteliğinde.

Anayasa ve İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi ışığında Gezi müdahalelerine bakıldığında oldukça kaygı verici bir insan hakları ihlalleri tablosundan söz edilebilir. Bu süreçte
ortaya çıkan hak ihlallerinin temelinde toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının keyfi bir şekilde engellenmesi yatmaktadır. Rapor’un altını çizdiği en temel gerçek, yer yer ve zaman zaman şiddet olayları yaşanmış olmasına karşın Gezi protestolarının genelinin barışçıl nitelikte olduğudur.

Nitekim İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nin yerleşik içtihadının da işaret ettiği gibi, kolluğun gereksiz ve ölçüsüz güç kullanımı sonucu göstericilerin direnmesi veya gösteri
sona erdikten sonra kimi kesimlerin polisle çatışması toplantı veya gösterinin barışçıl niteliğini değiştirmemektedir. Kısacası, eylemlerin keyfi bir şekilde yasaklanması, barışçıl eylemlere müdahale edilmesi ve müdahale sırasında gereksiz ve yasalara aykırı güç kullanılması olağanüstü durumlarda bile görülmeyen yoğunlukta bir hak ihlalleri zinciri oluşturmuştur.

Ne var ki yaşanan ihlaller bununla sınırlı kalmamıştır. Gezi’ye herhangi bir biçimde destek veren birçok kişi ve kurum soruşturmalarla, davalarla, işten çıkarmalarla yıldırılmaya ve cezalandırılmaya çalışılmıştır. Anayasa’nın düzenlediği çevre hakkı ve yüklediği çevresel değerleri koruma ödevinin (AS: md. 56) doğal bir sonucu olarak demokratik yollarla
barışçıl toplantı çağrısı yapan Taksim Dayanışması üyelerinin suç örgütü kurmak ve yönetmek ile itham edilmesi, polis şiddeti sonucu yaralananlara tıbbi yardım sağlayan hekim odalarına karşı açılan davalar, Çarşı grubu üyelerinin hükümeti devirmekle suçlanması, işten çıkarılan onlarca gazeteci ve soruşturmalara maruz kalan akademisyenler bunlardan yalnızca birkaçıdır.

Polis şiddeti ve cezasızlık

Gezi Parkı protestolarının kitleselleşmesinde polis şiddetinin payı göz ardı edilemeyecek bir gerçek. 27 Mayıs gecesi çadır kurarak Park’ta nöbet tutan yaklaşık 50 kişilik bir gruba gün doğarken müdahale edilmesi ve yasalarla yönetilen bir devlette izahı olmayan bir saldırıyla çadırların yakılması haklı olarak büyük bir tepkiyle karşılandı. Takip eden günlerde polis şiddetinin artarak can kayıpları ve yaralanmalara yol açması, siyasi iktidarın ise göstericilere uygulanan şiddeti haklılaştırmaya gayret etmesi kalabalık kitlelerin sokaklara dökülmesine neden oldu. Polis şiddetinin özlü bir envanterini çıkaran Rapor, kolluk güçlerinin suç teşkil eden eylemlerinin soruşturulmadığını, sorumlu kamu görevlilerinin yargılanmadığını, yargılanan az sayıdaki görevliye etkili bir yaptırım uygulanmadığını ve dolayısıyla devlet eliyle bir cezasızlık ortamı yaratıldığını somut örneklerle gözler önüne seriyor.

Kayıt altına alınmış ve insan hakları kurum ve örgütlerinin hazırladıkları raporlarla tespit edilmiş olmasına rağmen, polis şiddetinin yol açtığı yaşam hakkı ve işkence ve kötü muamele yasağı ihlallerinin devlet tarafından tanınmaması ve cezalandırılmaması yalnızca bu şiddetten zarar gören kişilerin mağduriyetini artırmamış, aynı zamanda toplumun bütününe kaygı uyandırıcı bir mesaj vermiştir. Kamu görevlilerinin işledikleri suçlar söz konusu olduğunda hukuk devleti ilkesinin askıya alınabileceğini söyleyen ve ülkemizde duymaya alışık olduğumuz bu mesaj devletin meşruiyetini tartışmaya açacak derecede vahimdir.

Gezi sonrası anti-demokratik mevzuat dalgası

Gezi eylemlerinin son bulmasıyla birlikte toplumsal muhalefetin yeniden oluşmasını ve örgütlenmesini engelleyecek bir dizi mevzuat değişikliği gerçekleştirildi. Ortak yönü temel hak ve özgürlüklerin kullanımını sınırlandırmak ve toplumun muhalif kesimini denetim altında tutmak olan bu düzenlemeler göstericilere karşı açılan onlarca davayla birlikte ele alındığında Rapor’un başlığında ifade edilen rejimin totaliterleşmesi kaygısının hiç de abartılı olmadığı görülüyor.

– Üniversitelerde ifade özgürlüğünü hem öğrenciler hem de öğretim elemanları açısından kısıtlayan disiplin yönetmeliği değişiklikleri;
– İmar Kanunu’na eklenen bir düzenleme ile meslek kuruluşlarının (TMMOB’a bağlı Odalar) elinden birtakım yetkilerin alınması;
– Hekimlerin Gezi’de yaralananlara tıbbi yardım sağlamasına tepki olarak Sağlık Hizmetleri  Temel Kanunu’na eklenen cezaa yaptırımı;
– Statlarda siyasal slogan yasağı ve
– Futbol taraftarlarının “fişlenmesine” olanak verecek Passolig kartı uygulaması;
– Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’nın yetkilerini genişleten ve
internet erişim engellemelerini kolaylaştıran yeni düzenlemeler

bunlardan öne çıkanlarıdır.

Halihazırda Meclis’in gündeminde olan İç Güvenlik Paketi, tabloyu daha da karamsar kılmaktadır. Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının kullanılmasını Anayasa’ya ve İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’ne aykırı bir biçimde sınırlandıran 2911 sayılı Kanun’u daha da
“özgürlük karşıtı” bir duruma getiren ve toplumsal olaylara müdahale konusunda polise
geniş yetkiler tanıyan paket, içerdiği öbür güvenlikçi düzenlemelerle birlikte,
yeni insan hakkı ihlallerine ve polis şiddetine davetiye çıkarmaktadır.

Sonuç

Gezi eylemlerinin ve devletin bu eylemlere verdiği tepkinin Türkiye demokrasisine nasıl bir katkı sunacağı veya zarar vereceği zamanla daha iyi ortaya çıkacaktır.

Gezi Hukuki İzleme Grubu önümüzdeki sürece olumlu bir yön vermek arzusuyla bir dizi öneri sunmuştur.
– Çoğunlukçu demokrasi anlayışının terk edilmesinden hukuka bağlı bir yönetim istemine;
– Uluslararası insan hakları hukukuna saygı gösterilmesinden hükümet dışı örgütlerin
insan hakları alanındaki rollerinin pekiştirilmesine;
– Katılımcı karar alma süreçlerinin gerekliliğinden “torba yasa” tekniğinin terk edilmesine;
– İnsan ve çevresine zarar veren araç ve yöntemlerin ve özellikle biber gazının yasaklanmasından sorumluların yargı önünde hesap verdiği saydam ve adil bir yargı mekanizmasının oluşturulmasına….

Uzanan istem ve önerilerle son bulan Rapor,
insan haklarına dayalı demokratik bir hukuk devleti için verilen mücadeleye
katkı yapacak bir çalışmadır.

Rapor, önümüzdeki günlerde Türkiye Barolar Birliği’nin değerli katkılarıyla yayımlanacak
ve kurumun internet sitesinde paylaşıma sunulacaktır.

=======================================

Dostlar,

Gezi Hukuki İzleme Grubu’nun Gezi Raporu:
Demokrasi ve Totalitarizm Sarkacındaki Türkiye

Raporunu çok önemsiyoruz. Bu yazı, sitemizde 5 Mayıs’tan bu yana son günlende
yer verdiğimiz 3. yazı oluyor. Dileriz Türkiye Barolar Birliği web sitesinde tam metin olarak yayımlanır ve tümünü (240 sayfa) size sunabiliriz.

Dr. Erkan Duymaz, söz konusu Rapor’u omuzlayan genç bir Hukuk Doktoru.
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden… O’nun özeti bu bakımdan değerli.

Bir kez daha bu Rapora emek verenlere şükranlarımızı sunarken;
Gezi direnişi şehit ve Gazilerini saygı ile selamlıyoruz.

Bu hazin tablonun sorumlusu, Darbe kuruntusu içinde iktidarını pekiştirme güdüsüyle davranarak şidddete sarılan – totaliterleşen, hukuk ve insan hakları alanı dışına savrulan;
dahası bu sakıncalı davranış ve tutumlarını tırmandırarak sürdüren AKP iktidarını
şiddetle kınıyor; birkez daha sağduyuya ve hukuka – insan haklarına saygıya çağırıyoruz.
Bu çağrımızınçok işe yarayacağı umudunu taşımadığımızı da hüznle belirtelim.

Tek çare, AKP iktidarını 7 Haziran 2015 genel seçimlerinde iktidardan uzaklaştırmaktır.

Sevgi ve saygı ile.
8 Mayıs 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Uluslararası 10. İşçi Filmleri Festivali

ATO_logosu

 

 

 

Değerli Meslektaşımız, 

01 – 10 Mayıs 2015 arasında gerçekleşecek olan

Uluslararası 10. İşçi Filmleri Festivali

kapsamında, 04 Mayıs 2015 Pazartesi (bu gün) günü saat 19:30’da
Ankara Tabip Odası’nda “İki Gün Bir Gece” filminin gösterimi yapılacaktır.

Katılımınızı bekleriz.

Ankara Tabip Odası

Uluslararası 10. İşçi Filmleri Festivali programı için tıklayınız..

http://www.iff.org.tr/arsiv/IFF_2015_Ankara.pdf 

Tarih: 04 Mayıs 2015 Pazartesi 
Saat: 19:30
Yer: Ankara Tabip Odası, Mithatpaşa Cd. No: 62/18 Kızılay

“İki Gün Bir Gece” Filmi
Yapım Yılı: 2014
Yönetmen: Jean-Pierre Dardenne, Luc Dardenne
Dardenne Kardeşler’in son yapıtının başrollerini Marion Cotillard, Olivier Gourmet
ve Catherine Salée paylaşıyor.

===========================

Dostlar,

Bizim de üyesi olduğumuz Ankara Tabip Odası’na bu etkinliği için çok teşekkür ederiz..

Emeği geçen herkesi, işçi sınıfımız – emekçilerimiz adına şükran ve saygı ile selamlarız.

Hiç aklımızdan çıkarmıyoruz :

EMEK EN YÜCE DEĞERDİR ve
EMEĞE SAYGI İNSAN OLMANIN BAŞKOŞULUDUR..

Sevgi ve saygı ile.
04 Mayıs 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

1 Mayıs 1977 ve 1 Mayıs 1996’da katledilenler anıldı

1 Mayıs 1977 ve
1 Mayıs 1996’da katledilenler anıldı

1 Mayıs Tertip Komitesi (AS: Düzenleme Kurulu), 1 Mayıs 1977’de ve 1 Mayıs 1996’da katledilen işçiler için anma gerçekleştirdi.

 Mayıs 1977’de katledilen 35 işçi Taksim Kazancı Yokuşu‘nda,
1 Mayıs 1996’da katledilen 3 işçi Kadıköy’de düzenlenen etkinliklerle anıldı.

Kadıköy Belediyesi’ne ait otoparkın girişinde toplanan kitle, ellerinde karanfillerle sloganlar eşliğinde bir süre yürüdü. Saldırının olduğu yerde toplanan grup saygı duruşunda bulundu.

Grup adına basın açıklaması yapan DİSK Genel Sekreteri Dr. Arzu Çerkezoğlu,
1996 yılında Kadıköy’deki 1 Mayıs kutlamalarında ölen Hasan Albayrak, Yalçın Levent ve Dursun Odabaşı’nı anmak üzere toplandıklarını söyledi. Çerkezoğlu,

“1 Mayıs tarihi, bu ülkede toplumsal mücadelelerin, sınıf mücadelelerinin de tarihidir.
1 Mayıs’ın devrimci bir tarzda kutlanmasının önüne hiçbir güç geçemeyecek.
Kitleselliğimiz, coşkumuz ve şehitlerimizin iradesiyle Taksim’de olacağız.” dedi.

Anmaya TTB İkinci Başkanı Prof. Dr. Raşit Tükel ve TTB Merkez Konseyi üyesi
Dr. Hüseyin Demirdizen katıldı.

http://www.ttb.org.tr/index.php/Haberler/1mayis-5323.html 

=============================

Dostlar,

Bu yıl 1 Mayıs İşçinin ve Emekçinin Bayramına Ankara’da, Sıhhiye meydanında katıldık.

35 emekçinin katledildiği tuzakta (kumpasta) biz İstanbul Tıp Fakültesi son sınıf öğrencisi idik ve yürüyüş kolu ile Tarlabaşı (ya da İstiklal?) Caddesi’nden Taksim alanına girmek üzere idik.

Rahmetli Uğur Mumcu bu hayın tuzağı çok yazdı… Taksim’deki çok katlı büyük bir otelin filanca katından otomatik tüfekle ateş açanın kim olduğunu sordu Cumhuriyet’teki köşesinde..

Yine Mumcu, o yılların Renault Toros marka beyaz bir otomobilinin de meydanı katederek
ateş açmasını da sorguladı ısrarla..

Tüm bunlar açığa kavuşturulmadı..
Türkiye, büyük olasılıkla bir dış kışkırtma (provokasyon) ile bu acıyı yaşadı.
Hükümetler ise dış ilişkilerdeki “nazik dengeleri” (!?) gözetmek zorunda olduklarından (!?),
kendi yurttaşlarının kendi ülkelerinde kitlesel kırımında bile onur kırıcı biçimde boyun eğiyordu.

Emek düşmanı eli kanlı emperyalizmi – yerli / yabancı işbirlikçilerini 38 yıl sonra
bir kez daha büyük acıyla ve vargücümüzle lanetliyoruz..

Türk hükümetlerinin onurlu davranmaya ve bu toplu kırımların içyüzünü aydınlatarak
kamuoyu ile paylaşmaya çağırıyoruz.

Devletin 1. görevi yurttaşının can güvenliği değil midir?

Ancak böylesi saydamlık ve kararlılıkla azgın emperyalizm ve uzantıları durdurulabilir..

Sevgi ve saygı ile.
3 Mayıs 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Gezi Parkı Davası’nda tüm sanıklara (aklanma) beraat!


Gezi Parkı Davası’nda
tüm sanıklara (aklanma) beraat
!

http://www.ttb.org.tr/index.php/Haberler/gezi-5325.html, 29 Nisan 2015

Aralarında dönemin İstanbul Tabip Odası Genel Sekreteri Dr. Ali Çerkezoğlu,
Mimarlar Odası Çevre Etki Değerlendirme Kurulu 2. Başkanı Mücella Yapıcı’ının da bulunduğu, Taksim Dayanışması üyelerinin yargılandığı 26 sanıklı Gezi Davası’nda
tüm sanıklar beraat etti. İstanbul 33. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülen davada
mahkeme tüm sanıkların beraatine karar verdi.

====================================

Dostlar,

Sağduyu ve adaletin şaşmaz terazisi zor da olsa, geç de olsa,
bedeli kimi kez çoooook yüksek de olsa gerçeği tartıp biçiyor..

Bu kararı sevinç ve alkışla karşılıyoruz..

Türkiye’nin aydınlık birikimini hiç kimse hafife almamlıdır.
Bu muazzam birikim, ülkemizi AKP’nin karanlık ayracından (parantezinden) kurtaracak ve Türkiye, Yüce ATATÜRK‘ün aydınlık yolunda bilimsel akılcılıkla çağdaş uygarlığın da ötesine yürümesini sürdürecektir.

Gezi direnişi sırasında dönemin İstanbul Tabip Odası Genel Sekreteri Dr. Ali Çerkezoğlu meslektaşımızın kelepçelenerek gözaltına alınmasını içimize sindiremiyoruz.
Vatan Caddesindeki Emniyet Müdürlüğünde gözaltı süresi sonuna dek uzatılarak (4 gün) ve
son derece olumsuz koşullarda binanın bodrum katlarında tutularak yasal haklarının engellenmesi (yakınları ve avukatı ile görüştürülmemesi) bağışlayamıyoruz.
Bu uygulama apaçık temel insan hak ve özgürlüklerinin çiğnemidir (ihlalidir).
Sevgili Ali’yi (Adli Tıp Uzmanıdır) ve kendisi gibi savaşım insanı eşi Patoloj Uzmanı
Dr. Arzu Çerkezoğlu‘nu buradan selamlıyoruz. Sevgili Arzu da bir kadın emekçi olarak, bizlere coşku veren biçimde DİSK Genel Sekreteridir.

Selam olsun
İŞÇİNİN VE EMEKÇİNİN BAYRAMINA!

Sevgi ve saygı ile.
30 Nisan 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

MESKA KONFERANSIMIZ : “İŞ’te SAĞLIK ve GÜVENLİK” : TÜRKİYE NEREDE??

MESKA KONFERANSIMIZ :

“İŞ’te SAĞLIK ve GÜVENLİK” :
TÜRKİYE NEREDE??

Dostlar,

25 Nisan 2015 günü İstanbul’a MESKA (Meslek Hastalıkları ve İş Kazaları) Vakfı‘nın çağrılısı idik. Vakfın kurucusu rahmetli ağabeyimiz – dostumuz Prof. Dr. Hüseyin Hilmi SABUNCU‘yu şükran ve özlemle anıyoruz.

ILO 28 Nisan Dünya İş Sağlığı Günü bağlamında Üsküdar Üniversitesinde
bir konferans verdik.

MESKA_konferansimiz_25.04.2015

“İŞTE SAĞLIK ve GÜVENLİK” TÜRKİYE NEREDE??
ILO 28 NİSAN 2015 DÜNYA İŞ SAĞLIĞI ve GÜVENLİĞİ GÜNÜ anısına

Bu sunumun yansılarına aşağıdaki erişkeden (linkten) ulaşılabilir.

MESKA_Konf._25.4.15

Ülkemiz ve dünya emekçilerinin sağlıklı ve güvenli ortamda çalışma haklarına erişmelerine
bir katkı sağlarsa sevincimiz büyük olacaktır.

Bu yıl ILO, 28 Nisan 2015’ten başlayarak yılın temasını

“İŞ’te SAĞLIK ve GÜVENLİK” olarak belirledi.

Biz de bu tema bağlamında “Türkiye nerede??” sorunsalını işlemeye çalıştık.
116 yansı ile epey varsıl bir içerik oluştu.

Temel sorun                                       ; 

– Sermayenin küreselleşerek başlangıçtaki vahşet dönemine post-modern yöntemlerle dönmesi olarak tartışmasız ve çok belirgin biçimde tanımlanabiliyor. Yepyeni paradigmalara gereksinim var.. Adam Smith’in torunlarının geçmişe takılı kalmaktan kurtularak kendilerini reforme etmeleri gerek..

İlki “maksimum kâr” tunç yasasını yumuşatarak
“makul kâr” a razı olmak..

Emek piyasalarını sürüklendiği irrasyonel ve sürdürülemez, ağır – ilkel
ve o ölçüde de iğrenç olan sömürüden,  
yönetilebilir “optimal” bir
görece kararlı denge durumuna çekmek..

Hükümetlere de  bir çift sözümüz olacak                    :

* Sermayenin ulusal – uluslararası birlikteliği (konsorsiyumu) süreçlerine bütünüyle teslim olarak kendinizi yadsıyacak mısınız;
* Ya da size patronların dayattığı siyasal taşeronluk rolünü reddedip
akılcı – adil – sürdürülebilir yeni dengeler yaratacak mısınız? 

Unutulmasın; Adam SMITH,

“Sağlık hizmetlerinin piyasaya bırakılamayacak denli önemli ve KRİTİK hizmetler olduğunu..” yazmıştı siz sermaye çevrelerinin amentü bellediğiniz ünlü kitabında

Önümüzdeki yılların çalışma barışı odaklı toplumsal dinginliği,
yukarıdaki kritik sorunun diyalektiğinde belirlenecektir.

Toplantıya emek veren ve bizi konuşmacı olarak onurlandıran MESKA Vakfı Başkanı
Sayın Hüseyin Avni Yardımcı ile Üsküdar Üniversitesi’nin İş Güvenliği Bölümü Başkanı Sayın Y. Doç. Dr. Rüştü Uçan‘a ve çalışma arkadaşlarına teşekkür borçluyuz.

Sevgi ve saygı ile.
26 Nisan 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

YENİ ÇERNOBİLLER OLMASIN !..

..HASUDER logosu

YENİ  ÇERNOBİLLER OLMASIN !..

Bugün, Çernobil Nükleer Santrali’nin 4 No’lu Biriminde
26 Nisan 1986’da meydana gelen patlamanın 29. yıldönümü.

Rusya’nın batı kesimlerinde, Ukrayna ve Beyaz Rusya’da milyonlarca insanın
yaşamını o günden bugüne temelden etkileyen kazanın üzerinden tam 29 yıl geçti.

  • Kazadan bu yana kazaya bağlı olarak kaç kişinin öldüğü;
    kaç kişinin de kazaya bağlı sağlık sorunları ile boğuştuğu net olarak bilinmiyor.

Çernobil insanlık tarihinin bu en büyük kazası, ilk başta 31 itfaiyecinin ölümüne neden oldu, 1989’a dek yürütülen temizlik çalışmalarında görev alan ve sayıları 600 bini bulan temizlik görevlileri de yüksek radyasyona maruz (AS: sunuk) kaldı; bunun sonucunda bir bölümü yaşamını yitirirken; geri kalanları da bugün yüksek radyasyona bağlı sağlık sorunları ile boğuşuyor.

====================================

Dostlar,

HASUDER (Halk Sağlığı Uzmanları Derneği) bizim Tıp Uzmanlık Derneğimiz.
Doğallıkla biz de üyesiyiz.

HASUDER, Çernobil nükleer faciasının 29. yılı biter ve 30. yıla girerken yukarıdaki
özlü açıklamayı yaptı.. Biz de paylaşalım istiyoruz.

Mersin / Gülnar’da geçtiğimiz günlerde temeli atılan Akkuyu Nükleer Güç Santralı‘nın
ÇED (Çevresel Etki Değerlendirmesi) Raporu yargı önündedir.

ÇED Raporu (Environmental Impact Assessment) 2872 sayılı Çevre Yasası ve
Anayasa (md. 56) uyarınca zorunludur. Anayasa’nın 56. maddesi (ilk fıkra) çok nettir :

Anayasa madde 56 : “Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir.
Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin
ve vatandaşların ödevidir…”

Yurttaşlar Anayasal hak ve de ödevlerinin gereği olarak çevreyi koruma – geliştirme davranışı
ve sorumluluğu sergilemiş, Akkuyu Nükleer Güç Santralı ile ilgili ÇED Raporunu
yargıya taşımışlardır. Hukuka saygılı bir idareden elbette yargı kararını beklemesi umulur.
Ancak böyle bir yönetim Türkiye’de var mıdır?

AKP iktidarının davranışı ortadadaır ve hukuka gene meydan okumaktadır.
Yargının ÇED Raporu hakkında vereceği karar neden beklenmemiştir?
Acelenin amacı nedir?
Nükleer Güç Santralı gibi bir konu aceleye getirilebilir mi??

Yargı ÇED Raporunu hukuka uygun bulmazsa ne yapılacaktır?
Akkuyu Nükleer Güç Santralı yapımı o zaman mı durdurulacaktır?
Durdurulacak mıdır? Durdurulursa oluşacak zararın sorumlusu kim olacaktır?

7 Haziran 2015 genel seçimleri öncesi AKP iktidarı uçan kuştan medet ummaktadır.

Seçim propagandası yapacaklardır bu konuyu da kesinlikle.. Göreceğiz..
Bir de bu dev maliyetli ihaleyi (25 milyar dolara ulaşıyor!) iktidarda iken
kendilerinin vermesinde “sayısız yarar” olsa gerektir herhalde??

  • AKP Hükümetini, santral inşaatını, hiç olmazsa yargı kararına dek, 
    açık açık olmasa da örtük olarak yavaşlatmaya – durdurmaya çağırıyoruz..

Sevgi ve saygı ile.
26 Nisan 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

TTB ve NÜSED’den Akkuyu Nükleer Santrali temel atma töreni hakkında açıklama

Türk Tabipleri Birliği ve Nükleer Tehlikeye Karşı Barış ve Çevre İçin Sağlıkçılar Derneği (NÜSED), Akkuyu Nükleer Güç Santrali‘nin temel atma töreni ile ilgili olarak ortak açıklama yaptı. 15 Nisan 2015 tarihinde yapılan açıklamada, Akkuyu Nükleer Güç Santrali projesinin
temel atma töreninin hukuksal zemini olmadığı vurgulanarak,

“Ayıplı bir nükleer santralin ayıplı yatırım kararının ayıplı bir uygulamasıdır.” denildi.

TTB_logosu

Akkuyu Nükleer Santrali Temel Atma Töreni
Hakkında Basın Açıklaması 

1 Nisan 2015’te askeri, deneysel, araştırma, gemi tipi vb. özel santraller dışında dünya üzerinde halen 437 çalışmakta olan, 65 adet  yapımı süren ve Akkuyu’daki 4 reaktörün de içinde olduğu 164 adet yapımı planlanan atom santralı bulunmaktadır. Eğer hâlâ kamuoyundan saklanan kazalar yok ise, 1954 yılından bu yana dünyadaki santral yerleşkeleri içinde halen çalışan
437 santral biriminde – reaktöründe) sekiz adet çevreye zarar verecek büyüklükte (referans)
kaza olmuştur.

1- [İngiltere-Windscale (1957’de oldu 1982’de açıklandı),
2- ABD-Three Miles İsland (1979),
3- Sovyetler Birliği (Ukrayna)-Çernobil-4 (26 Nisan 1986’da oldu, dört gün sonra duyuruldu), 4- Japonya-Tokaimura (1999) ve
5-8 Japonya-Fukushima -1., 2., 3., 4. üniteleri (2011)].
Fukushima kazası 1 değil, 4 santralın kazasıdır ve tehlike düzeyi olarak Çernobil kazasından
daha büyüktür.

Bu nedenle Çernobil kazasından sonra üç kaza üzerinden Dünya Sağlık Örgütü’nce “bin ile
on bin santral çalışma yılında bir”
şeklinde yapılan büyük (referans) kaza sıklığı riski hesapları, Çernobil’den sonra oluşan 5 yeni kaza nedeniyle 2,7 kat (% 266) ve “374 ila 3759 santral çalışma yılında 1”e yükselmiştir. Bunun daha anlaşılır ifadesi, var olan çalışan santrallardan herhangi birisinde 312 gün ila 8,6 yılda bir, ortalama 4.7 yılda bir büyük nükleer kaza olabilir demektir.

Türkiye, işletmeye soktuğu her santral brimi ile 3,1 yılda kendisine çıkacak bu felaket piyangosundan bilet alacaktır. Akkuyu ve Sinop’taki toplam sekiz reaktörü bitince de
bu piyangonun Türkiye’ye (ve dünyaya) çıkma şansı 8 kat daha artacaktır.

Bu riski alanlar Türkiye sağlıkçılarının görüşünü almamışlardır,
Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’nun tavsiyelerini de kamuoyundan saklamışlardır.

Türkiye’ye nükleer santral yapımı kararı, Türk Tabipleri Birliği, Halk Sağlığı Uzmanları, Nükleer Tehlikeye Karşı Sağlıkçılar ve kamuoyuna karşın alınmış siyasal bir karar olmakla birlikte; yürürlükteki seçim yasalarına göre oy kullanma yaşında olmayan ve/veya nükleer santrala karşı olan 2011 Türkiye nüfusunun % 63,9’u hiçe sayılmıştır. Nüfusun %36’sının oylarıyla iktidar olmuş bir parti, ülkenin büyük çoğunluğunun istemediği bir risk almıştır.
Bunu vebali karara “evet” oyu için parmak kaldıranlarındır.

Halen ÇED raporunun yürütmeyi durdurma ve iptal kararı sonucu kesinleşmemişken,
14 Nisan’da yapılan Akkuyu Nükleer Santralı projesi temel atma töreninin hukuksal temeli yoktur.

Dünyada uygulaması olmadığı için tasarımı hâlâ bilinmeyen ayıplı bir nükleer santralın
ayıplı yatırım kararının ayıplı bir uygulamasıdır.

Türk Tabipleri Birliği ve Nükleer Tehlikeye Karşı Barış ve Çevre İçin Sağlıkçılar Derneği olarak halkımızın sağlığından kaygılı olduğumuzu bir kez daha kamuoyu ile paylaşıyor,
ilgilileri kararlarından vazgeçmeye  çağırıyoruz.

Türk Tabipleri Birliği  (TTB)
Nükleer Tehlikeye Karşı Barış ve Çevre için Sağlıkçılar Derneği (NÜSED)

========================================

Dostlar,

Hem TTB Ankara Tabip Odası hem de Nükleer Tehlikeye Karşı Barış ve Çevre için Sağlıkçılar Derneği (NÜSED) üyesi (ve eski 2. Başkanı) olarak,
yukarıdaki açıklamayı aynen ve derin kaygı ile biz de paylaşıyoruz.

Bir AKP klasiği ile daha karşı karşıyayız.. Seçim öncesi oy yatırımı / avcılığı girişimidir ve somut – açık – yakın risklerinin yanı ssıra, AKP’nin tarzı bakımından da mide bulandırıcıdır.
Vebali gerçekten çok büyüktür..

Üstelik seçenek varken.. Yenilenebilir temiz enerji kaynaklarından yararlanmayı dışlayarak??

Niçin, ne adına??
AKP yetkililerinin bu sorulara bilimsel – doyurucu yanıtlar vermesi zorunludur.

Sevgi ve saygı ile.
19 Nisan 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Danıştay bir kez daha hekimlerin dinlenme haklarını ihlal edici düzenlemeleri hukuka aykırı buldu!


Danıştay bir kez daha hekimlerin dinlenme haklarını ihlal edici düzenlemeleri hukuka aykırı buldu!

Sağlık Bakanlığı Tedavi Hizmetleri Genel Müdürlüğü, acil servislere mesai saatleri dışında
ve tatil günlerinde, acil müdahale gerektirmeyen ve ayakta tedavisi sağlanabilecek durumdaki
hasta başvurusunun yüksek olduğundan ve bu başvurulara bağlı olarak gereksiz yere
acil servis yoğunluğu yaşandığından söz ederek, Bakanlığa bağlı sağlık kurumlarında
“mesai dışı poliklinik uygulamasına” geçilmesini düzenleyen 28.01.2010 tarih ve 2010/6 sayılı bir Genelge çıkarmıştı.

Hastanede aktif çalışan pratisyen hekim sayısının yeterli olması halinde öncelikle
bu hekimlerden, yetersiz kalması durumunda ise o belediye alanı içindeki Birinci Basamak
sağlık kuruluşlarından 8’er veya 16 saatlik çalışma sürelerine isabet edecek biçimde görevlendirme yapılarak hafta içinde mesai saati bitiminden saat 24:00’e dek, hafta sonu ve resmi tatil günlerinde ise 08:00 – 24:00 saatleri arasında hizmet verileceğini düzenleyen Genelgede, sağlık hizmeti sunumunun en önemli ögesş olan hekim ve öbür sağlık çalışanlarının hakları bütünüyle yok sayılmıştı.

Bu nedenle Türk Tabipleri Birliği tarafından dava açılmış; Danıştay 5. Dairesi,
üst sınırı belirlenmeksizin, kamu sağlık çalışanları için Yasa ile belirlenen çalışma süresinin üzerinde bir çalışma süresi öngören ve sağlık hizmetinin niteliğinden kaynaklanan
nöbet usulünden ve vardiyalı çalışma biçiminden farklı ve bunlara ek bir çalışma biçimi tanımlayan düzenlemelerin, çalışanların Anayasanın 50. maddesinde öngörülen
dinlenme hakkını ihlal edici ve Avrupa Sosyal Şartı‘nda yer alan çalışma sürelerinin giderek azaltılması taahhüdüne aykırı nitelikte bir düzenlemeye gidildiğinden,
hukuka uygun olmadığını
belirterek Genelgenin dava konusu düzenlemelerinin
iptaline karar vermiştir.

İlgili kararlar için tıklayınız

·         Danıştay 5. Dairesinin 2012/8758 E. sayılı kararı

·         Danıştay 5. Dairesinin 2013/687 E. sayılı kararı

(http://www.ttb.org.tr/index.php/Haberler/hukuk-5233.html, 18.4.15)

=========================================

Dostlar,

Yukarıdaki haberi paylaşmak istedik bir kez daha.

AKP Hükümeti gözükara ve hiç hukuk bilmez  – tanımaz biçmde bodoslama gidiyor.
Hukuk danışmanlarını da dinlemiyorlar veya yandaş danışmanlar işte bunca yol gösterebiliyor.
Hukuku ayak bağı görüyorlar hukuka saygı terbiyesi almadıklarından ve Cumhuriyet hukukuna saygıları – bağlılıkları olmadığından..

Sonra da Bay RTE kalkıp Danıştay’ı, İdare Mahkemeleini kıyasıya eleştiriyor ve hiç sıkılmadan ayak bağı olarak gösterebiliyor! Yaşamın gerçeklerinden, temel hukuk bilgisinden ve de
hukuka saygıdan böylesine kopuklar ve ne denli hazin bir konumda olduklarını bile görebilecek durumda değiller.. Oysa Anayasa md. 2 ülkemizin bir hukuk devleti olduğunu vurgulamakta.
Mutlak anlamda bağlayıcı ve AKP hükümeti de Anayasaya bağlı kalma yemini etmiş durumda.

Çooook zor ve tehlikeli bir döne yaşamaktayız ve bu AKP parantezi haddinden fazla uzadı..
13 yıldır ülkenin tüm kurumları vahşice – acımasızca tarumar edildi.
Toplumun ahlakı yozlaştırıldı; yolsuzluklara – ahlaksızlıklara ortak edilerek ayarı bozuldu.

Yaşanan olayda Danıştay’ın Sağlık Bakanlığının söz konusu Genelgesini iptal gerekçeleri dikkatle okunduğunda, Yürütme’nin yetki ve işlev gasbı yaparak Yasama’nın yetki ve işlev alanına girdiği görülüyor. En temel hukuk kurallarından ve hukuk okullarında daha 1. sınıfta
HUKUK BAŞLANGICI derslerinde öğrenilen bir temel ilke..

Ayrıca Anayasa’nın apaçık 50 maddesi (“Çalışma şartları ve dinlenme hakkı” başlıklı
50. maddesinde, “Kimse, yaşına, cinsiyetine ve gücüne uymayan işlerde çalıştırılamaz. Küçükler ve kadınlar ile bedeni ve ruhi yetersizliği olanlar çalışma şartları bakımından özel olarak korunurlar. Dinlenmek, çalışanların hakkıdır. Ücretli hafta ve bayram tatili ile ücretli yıllık izin hakları ve şartları kanunla düzenlenir.” denilerek dinlenme hakkı anayasal güvence altına alınmıştır.) ve Anayasa md. 90 / son fıkra kapsamında yasa gücünde olan olan
Avrupa Sosyal Şartı’na gönderme yapmakta.

Ek olarak, Anayasa md. 128/2 “Memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işleri kanunla düzenlenir..” demektedir

Bunlar çok temel hukuk kuralları ve geçelim ortalama bir hukukçuyu, ortalama bir aydının bile bilgi sahibi olduğu düzenlemeler. Bir Bakanlık Genelgesi ve geçelim yasa maddelerini, Anayasanın en az 3-4 maddesine birden (md. 2, 50, 90 ve 128) aykırılık ortada..
Sağlık Bakanı olacak zat (Dr. Mehmet Müezzinoğlu) nasıl da hiç danışmadan
böylesine kolayca, hukuka apaçık aykırı Genelge altına imza atar ?? 

AKP hükümetini – kadrolarını – bürokrasisini bir kez daha uyarsak bir işe yarar mı acaba?
AKP oyunun kurallarına uymuyor!.
Hedefine kilitlenmiş ve “oraya” (T.C.’nin tüm kurumlarını mutlak anlamda teslim almak!) giden her yol – yöntemi kendine hak görüyor..
Böylesine patolojik – sapkın bir çizgide bulunuyorlar.
Dolayısıyla, rejimin savunma mekanizmalarınca diskalifiye edilmeleri olağan ve gereklidir.

7 Haziran 2015 genel seçimleri bir kez daha çoook ama pek çok önemli.. Kritik, kritik ötesi..
Sorumlu yurttaşların AKP’yi bir kez daha iktidar olmaktan mutlaka alıkoyması gerek, zorunlu!

Sevgi ve saygı ile.
19 Nisan 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Dünya Tabipler Birliği’nden 17 Nisan 2015 açıklaması


Dünya Tabipler Birliği’nden 17 Nisan 2015 açıklaması


Dünya Tabipler Birliği (World Medical Association – WMA)

17 Nisan 2012 tarihinde bir hasta yakını tarafından 3 yıl önce öldürülen
Dr. Ersin Arslan‘ın ölüm yıldönümü dolayısıyla basın açıklaması yaptı.

Dünya Tabipler Birliği’nin TTB Merkez Konseyi Başkanı Dr. Bayazıt İlhan‘ın demecine de
yer verdiği basın açıklaması şöyle:

17.04.2015
Doktorlara Karşı Giderek Artan Şiddet Tıp Mesleği İçin Alarm Veriyor

Dünya Tabipler Birliği (WMA) bugün yaptığı açıklamada tüm dünyada doktorlara yönelik giderek artan şiddetin daha da kaygı verici boyutlara ulaştığını belirtti.

Yaklaşık 40 ülkeden doktor kuruluşu temsilcilerinin bir araya geldikleri Oslo’daki
Konsey toplantısında dünyanın çeşitli ülkelerindeki şiddet olaylarına ilişkin bir rapor ele alındı.

WMA Başkanı Dr. Xavier Deau                             :

Doktorlara yönelik şiddet hareketlerinin giderek arttığına ilişkin duyumlar alıyoruz;
bu olaylar sözel ve fiziksel saldırılardan insan kaçırmaya ve hatta cinayete dek
çeşitli biçimlerde gerçekleşiyor.

  • Herkes güvenli bir ortamda çalışma hakkına sahiptir. Sağlık sisteminin tümünü,
    bu arada hastaların bakımını da etkileyen bir durum olduğundan doktorlara yönelik şiddet bütünüyle düşüncesiz ve anlamsız bir fiildir.

‘WMA üç yıl önce işyerinde şiddete karşı sıfır tolerans geliştirilmesi yönünde ülkelerin
tabip kuruluşlarına bir çağrıda bulunmuştu. Bu çağrı günümüzde daha bir ivedilik kazanmıştır.’

Türk Tabipleri Birliği Başkanı Dr. Bayazit İlhan ise şunları söyledi :

‘Bugün, hastanesinde görev başındayken bir hastasının yakını tarafından bıçaklanan
Türk operatör Dr. Ersin Aslan’ın trajik ölümünün üçüncü yıldönümü.
Ne yazık ki doktorlara yönelik şiddet dünyanın başka ülkelerinde olduğu gibi o günden
bu yana Türkiye’de de artmıştır. B ugün, tüm sağlık görevlilerine yönelik şiddeti
ortadan kaldırmak için ortaklaşa adımlar atmamız gerekiyor.

=============================

Dostlar,

Görev şehidi genç meslektaşımız Op. Dr. Ersin Arslan‘ı 3 yıl sonra özlemle anıyoruz..
Bu katil koşullarını yaratan sağlık politikalarını ve onları güdenleri kınıyoruz.
Asıl katilin bu piyasacı – sözde neoliberal gerçekte vahşi kapitalist sağlık politikaları olduğunu, bunların kökünün dışarda, IMF – DB – AB ABD olduğunun altını çiziyoruz.
Ülkemizde bu insanlık dışı dayatma politikaları taşeronca güdenler gerçek katillerdir!

Dr_Ersin_Arslan_unutturmayacagiz

Tarih ve insalığın vicdanı gerçek katilleri tanılamış ve mahkum etmiştir.
Kuşaklar boyunca, çoluk çocukları başta olmak üzere kendilerinden ve eylemlerinden utanacağız..

Sevgi ve saygı ile.
18 Nisan 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com