Etiket arşivi: AKP klasiği

Şehir hastaneleri kimin?

Tuncay MollaveisoğluTuncay Mollaveisoğlu
Cumhuriyet, 10 Kasım 2021
Kim kazanıyor, kim kaybediyor?
Şehir hastaneleri ile ilgili çok sayıda yazımı bu soru ile bitirmiştim…

TELE 1’de yayımlanan programımda, toplamda 40 saati bulan zaman diliminde belgeleri, raporları, uzmanları ile büyük vurgunun perde arkasını kamuoyuna aktardım.

Dün CHP lideri Kemal KılıçdaroğluErdoğan’a yönelik “İstediğin TV kanalında karşıma çık, sana sadece şehir hastanelerini soracağım” dedi.

Kılıçdaroğlu’nun bu sözü söylemesine neden olan Erdoğan’ın yap – işlet – devret projeleri ile ilgili yaptığı açıklamaydı. Erdoğan, bu projelerde devletin cebinden bir kuruş çıkmadığını iddia ediyordu. Ve elbette gerçek değildi…
*
Şehir hastaneleri de yap – işlet – devret modeli ile başlayıp daha sonra ambalajı değiştirilerek kamu – özel işbirliği (KÖİ) projelerine dönüştürüldü. İki yöntemin de birbirinden farkı yok… Şehir hastaneleri için devlet müteahhide arsayı veriyor, müteahhit ise Hazine garantisi ile borçlanıyor, binayı yapıyor, donanımı ve hizmetleri ile birlikte devlete kiralıyor… Bu süreçte Sağlık Bakanlığı müteahhidin ödeyeceği kredi ve faizlerine bile kefil oluyor…

Peki, müteahhit ve onu fonlayan yabancı finans kuruluşları ne kazanıyor?

Çok kere yazdım ancak hatırlatayım: AKP’nin bir şehir hastanesine bir yıl için ödediği kira bedeli ile bir devlet hastanesi yapılabiliyor!

Prof. Duran Bülbül’ün Sayıştay raporları ve bütçeyi inceleyerek bana ulaştırdığı inceleme raporuna göre devlet, bir hastaneyi 1 milyar TL’ye mal ediyor… Oysa bu para, bir şehir hastanesine bir yıl için ödenen kira parası sadece! Yani 25 yıllık kiralama boyunca bir hastane için 25 hastane parası yandaşlara aktarılıyor! Hesap bu kadar açık!
*
Yeni bir bilgi daha ekleyeyim: Devlet, 2020 – 21 – 22 yıllarında 13 şehir hastanesi için 60 milyar TL ödeme yapacak! Hazine’yi boşaltan, yandaşları ve arkasındaki yabancı finans tekellerini olağanüstü zengin eden bir soygun modeli… Bu nedenle yapılan sözleşmelerde, şehir hastaneleri ile ilgili olası bir ihtilafta Türkiye Cumhuriyeti mahkemeleri devre dışı bırakıldı ve İngiltere mahkemeleri yetkili kılındı! (AS: Mahkeme de değil, Tahkim kurulları!)

“Sözleşmeye bakın!..” diyeceğim ama bakamazsınız… Çünkü o sözleşmeler de ticari sır perdesi ile halktan gizleniyor.
*
Bitmedi… Müteahhitler görüntüleme, yemek, güvenlik hizmetleri gibi birçok kalemde de devlete fatura kesiyor…

  • 25 yıl boyunca ayrıcalıklı özel şirketlere milyarlarca dolar akacak.

Evet Dolar, çünkü sözleşmeler de Dolar üzerinden yapılmış. Yani kamu – özel işbirliği diye adı konan soygunda aslında kamu yok… Kamu yararı yok, kamu çıkarı yok… İşi yapan firmanın lehine, kamunun, halkın, devletin aleyhine sözleşmeler yapıldı.  Ve elbette… Bir AKP klasiği olarak rekabete açık ihale yok, Kamu İhale Kanunu bu işlerde devre dışı ve denetim de yok! (AS: Denetim de Anayasa md.56 çiğnenerek özelleştirilmiş durumda!)
*
Bu kadar aleni (AS: denli açık) bir soygunda müteahhitleri ve arkalarındaki finans baronlarını koruyan irade kim olabilir? İnanılması güç son vurgunu, şehir hastaneleri yolsuzluğunu yakından takip eden CHP Balıkesir Milletvekili Fikret Şahin yaptığımız programda açıklamıştı… Isparta Şehir Hastanesi’nin önce temeli atılmış, firma işe başlamış, ihalesi dört ay sonra yapılmıştı!

Önceki yazılarımda Dolardaki artışın şehir hastanelerinin yarattığı kara deliği ne kadar büyüttüğünü detayları (AS: ayrıntıları) ile anlatmıştım. Burada mesele; devletin, milletin, zararına ancak yandaşların lehine olan, üstelik iktidar değişikliğini de hesap ederek olası el koymaları Londra mahkemelerine (AS: Tahkim / hakem kurullarına) taşıyan bu sözleşmelere AKP iktidarının nasıl imza attığı?

AKP Genel Başkanı Erdoğan, insan hakları, kadın hakları söz konusu olunca uluslararası sözleşmeleri yok sayıyor ancak konu şehir hastanelerine gelince uluslararası hukuku hatırlatıyor… Kim kazanıyor, kim kaybediyor diye yeniden sorarken aklıma takılan bir soruyu daha paylaşmak istiyorum…

  • Şehir hastanelerinin gerçek sahipleri kim? 

Betona 551 milyar dolar

Betona 551 milyar dolar

Erinç Yeldan
07 Nisan 2018, Cumhuriyet

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

Türkiye son 7 yılda yarım trilyon Doları aşan inşaat yatırımı yaptı. 

Alınan dış borç betona gömüldü

[Haber görseli]

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) 2017 yılına ait “büyüme” istatistiklerini yayınladı. Milli gelirimizin 2017’de %7.4 ile yeni bir rekor kırdığını ve dünya ekonomisinin önemli başarı öykülerinden birisi olduğunu öğrendik. 
2017’nin “göz kamaştırıcı” büyüme olgusunun ardındaki etkenleri kamuoyundaki tartışmalardan biliyoruz: hanehalkı ve devletin tüketim harcamalarındaki hızlı artış; “net” ihracatın olumlu katkısı; sabit sermaye yatırım harcamalarındaki sıçrama, … Ancak bu değerlendirmeler daha çok milli geliri oluşturan parçaların incelenmesiyle sınırlı kaldığından, büyümenin niteliği ve yapısal kaynakları hakkında sağlıklı bir sonuca ulaşmamıza yeterli olmuyor. Bunun için, TÜİK’in veri eksikliklerine rağmen, daha derine inmemiz gerekiyor. 
Üstteki tabloda, küresel krizin olumsuz etkilerinin (görece) atlatıldığı ve AKP ekonomi yönetiminin artık “çıraklık” dönemini geride bırakarak, “ustalık” dönemine girdiğini ilan ettiği 2010 sonrasına ilişkin üç temel veri var. İlki Türkiye’nin dış borç stokuna ilişkin. İkinci sütunda “inşaat” sektörü katma değeri ve nihayetinde milli gelir rakamları ABD doları bazında sergileniyor. 
Türkiye’nin 2010 yılında dış borç stoku 291 milyar dolar iken, milli geliri 772 milyar dolar idi. İnşaat sektörü bu rakamın %6.2’sini oluşturmaktaydı ve dolar cinsinden hesaplandığında 47 milyar dolarlık bir katma değer üretmekteydi. 2010’lı yıllar boyunca Türkiye’de konut inşaatına dayalı bir yatırım ve büyüme stratejisini uygulamaya konuldu. Milli gelir, dolar kurundaki iniş çıkışlara da duyarlı olarak, 772 milyar dolardan 2017 sonunda 851 milyara yükseldi (toplam 78.6 milyar dolarlık artış). İnşaat sektörünün payı %8.6’ya değin yükseldi ve yarattığı katma değer 2017 sonunda 73.2 milyara ulaştı (birikimli olarak 26.1 milyar $). 
Yani söz konusu yedi yılda inşaat sektöründeki büyüme, milli gelirin toplam büyümesinin üçte birini kendi başına sağlamaktaydı. Dolayısıyla, her bir dolarlık milli gelirimizin üçte biri inşaat faaliyetiydi! 
Şimdi bu harcamaların kaynağına bakalım. Türkiye’nin 2010’da 291 milyar dolar olan dış borç stoku, 2017’nin üçüncü çeyreği sonunda 437 milyara ulaşmış. Bu rakama göre dış borçlarımızın yıllık ortalama artış hızı %5.8’e ulaşıyor. Halbuki dolar bazında milli gelirimizin yıllık artış hızı sadece yüzde 1.4!

İnşaat YUTTU

Yedi yılda milli gelirde toplam artış 78.6 milyar dolar iken, dış borçtaki artış bunun neredeyse iki katı, 146 milyar dolar.

  • Türkiye her bir dolarlık milli gelir üretirken, yaklaşık iki dolar dış borç üretmiş.

Bunun üçte birini de inşaata “yatırmış”. İnşaat yatırımlarının yedi yıllık toplamı 551 milyar doları buluyor.

  • Tam yarım trilyon dolarlık beton yatırımı yapılmış.

Bu rakamın inşaat yerine, eğitim, sağlık, sosyal altyapı ve araştırma geliştirmeye dayalı hizmet sektörlerine dönüştürülebileceği bir Türkiye’yi mevcut konjonktürde sadece tahayyül edebiliyoruz. Türkiye, yakın tarihimiz boyunca bu tür dış borçlanmaya dayalı büyüme senaryolarını sıkça izledi. 

  • Yurt içinde katma değer üretmek yerine, dış borçlanmaya dayalı ve ithalata bağımlı bu tür büyüme süreci her defasında dış ticaret açıkları, işsizlik ve yüksek enflasyon ile birlikte yaşandı.

“Bu sefer her şey değişik” diye geçiştirilen sorunlar her defasında sürdürülemez dengelerin yarattığı krizler ile son buldu.
======================================
Dostlar,

İşte bir AKP klasiği daha…

Prof. Erinç Yeldan, son derece önemli bir makro denge – dengesizlik sorununu işliyor.
Yazık oldu yarım trilyon dolar borca!
İstanbul’da depreme karşı binaların dönüşümü ne yazık ki 1999’dan bu yana 19 yılda tamamlanamadı!.

Ülkemizin taşını toprağını satan AKP iktidarı, TOKİ’yi bir kamu kurumu olarak asla elden çıkarmadı. Vahşi kapitalist bir ekonomide Devlet eliyle inşaatlar sürdürüldü. Çok rahat arsa sağlandı TOKİ’ye.. Yasal mevzuat desteği de. TOKİ sosyal konuttan giderek lüks konuta ve işyerleri, cami inşasına yöneldi. Yandaş yükleniciler zengin edildi. 1 milyona varan konut fazlası üretildi, satılamayıp TOKİ’nin elinde şişti! Konutta net arz fazlası yaratıldı!

Ancak öğrenci yurtları sorunu ülkemizde çözül(e)medi!?
Tarikatlar, cemaatlar, vakıflar, dernekler.. bu alandaydı çünkü.
Bu yurt yangınlarında masum çocuklarımız yandı!
Bu yurtlarda masum çocuklarımızın ırzına geçildi!
Durdurulamıyor da! Ciddi yatırım, bağlantılar, süren inşaatlar, stoklar, makine parkı ve inşaat işçileri.. Ne yapmalı?? Yurtdışı pazarlar ülkemizdeki aşkın kapasiteyi emecek düzeyde değil.
Bu gün frene bassanız, yıllar sonra etkili olacak..
Bir de inşaat sektöründe yaşanan İŞ CİNAYETLERİ var ödenen acı bedel kapsamında.
Bari deprem bölgelerinde yapı stokları tümüyle yenilenebilse!

Bunlar devr-i AKP’de yaşandı ve iktidar değişmedikçe ne acı ki sürecek!
Bir delinin kuyuya taş atması örneği!

Sevgi ve saygı ile. 10 Nisan 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Marmara Depreminin 16.; AKP – RTE Depreminin 13. Yılı

Marmara Depreminin 16.;
AKP – RTE Depreminin 13. Yılı

Depremden beter… 20 yıllık haritayı kullanıyoruz!

17 Ağustos’un yıldönümünde Prof. Haluk Eyidoğan’dan Cumhuriyet’e
çarpıcı açıklamalar:20 yaşındaki deprem haritası acilen yenilenmeli.
(Cumhuriyet, 16 Ağustos 2015)
*****
Dostlar,17 Ağustos 1999 büyük Marmara depreminin üzerinden tam 16 yıl geçti..
Türkiye deprem haritaları hala o facianın öncesinden kalma..
Can sıkan haberin ayrıntılarını bizim notlarımızın altında okuyabilirsiniz..

Ne diyelim??

RANT HARİTALARI GÜNCEL ama deprem haritaları 20 yıllık..

Bir AKP klasiği daha…
13 yıla yakındır tek başına iktidar olan bu anlayışın içyüzünün fotoğrafı adeta..

İğneden ipliğe her şeyin özelleştirildiği, ünlü eski Maliye Bakanı Kemal Unakıtan‘ın “Babalar gibi satarım..” buyurduğu, topraklarını bile yabancılara satan bir
AKP politikası.. “Sattık da sırtına alıp götürdü mü??” savunması yapabilen bir yozluk!
(Rabbi, eşine istihare sonrası “Cleveland” demişti ameliyat için ama O şimdilerde tekerlekli sandalyede.. gene de şifa diliyoruz .. ama mazlumların-yetimlerin ahı ???)

Hemen her şey özel ve güzel sektöre, yandaşlara, “Milletin a…’a koyacağız..” diyenlere
(Cengiz Holding Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Cengiz) peş keş çekilirken,
Devlet TOKİ eliyle “konut” yapıyor!? İnşaat, motor sektör!

TOKİ dev bir kartele – tröste dönüştü, müthiş kamu yetkileriyle boldozer gibi her yeri dümdüz ediyor. Helikopterden göz konan yerler için hemen bir imar planı değişikliği ile ya “kentsel dönüşüm” masalı ile el konuyor ya da “yerleşime uygun değil” raporu çıkarılıyor ama oraya AVM’ler, oteller, rezidanslar dikiliyor her nasılsa!? Orta sınıf ve gecekondulular kent çeperine itiliyor üretilen arsalar müthiş rant sağlıyor. Mülkiyet hakkı ayaklar altında, el konan taşınmazların gerçek bedelleri ödenmiyor, mal sahibi insanlar uzun yıllar borçlandırılıyor… TOKİ evlerini seller basıyor, insanlar boğuluyor, temelleri açığa çıkıyor.. TOKİ, Deprem Yönetmeliğine uygun yapılaşma kurallarını takmıyor.
1 milyona varan arz fazlası “konut”, giderek “lüks konut” yapar ve stoklarken,
yarattığı öğrenci yurdu kapasitesi komik düzeylerde. TOKİ; AKP’nin stratejik bir aracı!

Bir de “ACELE KAMULAŞTIRMA” kuralları var.. Yasada öylesine hızlandırıcı hükümler var ki, yangından mal kaçırma tam da bu olsa gerek.. İtiraz durumunda,
İdari Yargılama Usulleri Yasasında da yargının eli kolu bağlanmış neredeyse.

Kamu, yurttaşından mal kaçırıyor..

Ya da daha acı bir anlatımla, kamu yetkisini eline geçiren rantçı – talancı bir anlayış;
gözü doymaz bir hırsla dağı – taşı, bağı – bahçeyi, tarlayı – tapanı, apartmanı – gecekonduyu, ormanı – kıyıyı, dereyi – madeni… yağmalıyor…

Türkiye böylesine talihsiz bir dönem yaşıyor, dikine betonlaşıyor ama deprem haritaları güncellenmiyor!? Binlerce köy mahalle yapılıyor.. (Yaklaşık 17 bin köy kaldı, bir o kadarı Büyükşehir yasası ile mahalleye dönüştürüldü!) Artık kentsel nüfus oranımız %93 ve Dünyada başlardayız!

*****

17 Ağustos 1999 depreminin üzerinden tam 16 yıl geçti..
Bu acı ve büyük depremde boşu boşuna verdiğimiz 40 bin dolayında kurbanın
aziz anıları önünde saygıyla eğiliyoruz.. desek bir anlamı var mı gerçekte??

Ulusal Deprem Master Planı başlarda olmak üzere öyle devasa ve ivedileşen toplumsal sorunlarımız var ki..

Ege’de 152 adamız = vatan toprağı sahipsiz bırakıldı ve ekonomik bunalım içindeki
küçük komşu tarafından işgal edildi; AKP’den “tık” yok!?

Bu anlayış üst üste 3 kez tek başına iktidar oldu.. 4.’de kıl payı kaçırdı..
Necip milletimiz, “çalıyo emme, çalışıyo..” savunma mekanizması geliştirdi.
“Bunların alnı secdeye varıyo..” bir de..

Epey bir kitle bu yağma – talan rantına sadaka yardımlarla ortak ve tutsak edildi,
biatı sağlandı. Yandaşlaar, basın, bürokrasi, yargı, mafya.. ayakları kumpaslarla kuruldu
ve kamuoyu teslim alındı, dış destek de sağlanarak istendiği gibi yönlendiriliyor..
Millet – cumhur iradesi Seçim sonuçları bile beğenilmiyor ve zorla “tekarlanıyor”!
Bunun da adı AKP’nin “ileri demokrasisi” oluyor..

AKP-RTE deprem felaketi!

Bu gidişle bu ülke ve uyan(a)mayan, ranta yer yer ortak edilerek ahlakı bozulan halk,
daha çoook dayak yer, daha çoook “deprem afeti”.. yaşar da “kader” diye avunur oturur.

*****

17 Ağustos 1999 Marmara depreminden sonra bu ülkenin başına gelen en büyük deprem

3 Kasım 2002 seçimleri ile AKP’nin iktidar olmasıdır!
– Artçıları 4 yıl sonra 2006’da, 2007’de Gül Cumhurbaşkanı, 2010’da yeniden AKP
ve RTE Cumhurbaşkanı .. gelmiştir.
– 2014’te ise “yarım kalan” / AKP tarafından beğenilmeyen bir “artçı” yaşanmıştır,
bunun da yıkımının tam olması için tahkimine (yenilenmesine!) çalışılmaktadır!?..

*****

Halka gerçekleri “işleyecek” öncü siyasal kadrolara şiddetle ve ivedilikle gereksinim var..
Kayıtlı seçmenlerin toplamda %32’sinin oyunu alıp geçerli oylarda her nasılsa % 41’e fırlayan (%14 katılmayan!), o da yetmeyip TBMM’de %47 çoğunluğa tırmanan bir
siyaset ve seçim sistemi soytarılığı politik depremler üretmez de ne üretir??

Asıl bu açmaza bir “açılım süreci” gerek – bir büyük deprem ile yıkıp
sil baştan devrimci Cumhuriyeti yeniden kurmak gerek!

Not               :
İnşaat mühendisi ve “barajlar kralı” merhum Başbakan Süleyman Demirel,
depremler sonrasında;

“Ne yapalım altımız çürük…” buyururlardı!

Sevgi ve saygı ile.
Tekirdağ, 17 Ağustos 2015, saat 03:02
(45 saniyelik depremin başladığı an)

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

==============================

17 Ağustos’un yıldönümünde Prof. Haluk Eyidoğan’dan Cumhuriyet’e
çarpıcı açıklamalar:

 20 yaşındaki deprem haritası acilen yenilenmeli

17 Ağustos 1999 Büyük Marmara Depremi’nin üzerinden tam 16 yıl geçti ve Türkiye hâlâ ‘18 Nisan 1996’ tarihinde yürürlüğe giren; hem güncelliğini hem de işlevini yitiren Türkiye Deprem Bölgeleri Haritası’nı 20 yıldan bu yana yenilemedi. 17 Ağustos’tan bugüne Düzce depremi, Van depremi gibi büyük depremlerin yanı sıra, Çankırı, Akşehir, Çay-Afyon, Pülümür Tunceli, Bingöl, Elazığ, Bala-Ankara ve Simav-Kütahya gibi orta büyüklüklerde ve önemli hasarlar bırakan birçok deprem yaşandığına dikkat çeken eski İTÜ Jeofizik Mühendisliği Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Haluk Eyidoğan çarpıcı açıklamalarda bulundu.

Güncelliğini yitirdi

– 17 Ağustos’u yaşayan Türkiye’de mevcut deprem bölgeleri haritası sizce yeterli mi?

HALUK EYİDOĞAN – Bu harita 20 yaşındadır… Deprem Şûrası kararlarında önerilen ve bugüne dek çözülemeyen önemli sorunlarımızdan biri de 18 Nisan 1996 tarihinde yürürlüğe giren ve artık güncelliğini ve işlevini yitiren Türkiye Deprem Bölgeleri Haritası’nın yenilenmemesidir. Dediğiniz gibi bu süre içinde Türkiye’de Kocaeli-Gölcük depremi, Düzce depremi, Van depremi gibi büyük depremlerin yanı sıra, Çankırı, Akşehir, Çay-Afyon, Pülümür Tunceli, Bingöl, Elazığ, Bala-Ankara ve Simav-Kütahya gibi orta büyüklüklerde ve önemli hasarlar yapan bir çok deprem yaşanmıştır.

150’ydi 326’ya çıktı

Üniversitelerimiz ve Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü (MTA) tarafından
son yıllarda yapılan Jeoloji, Jeomorfoloji, Jeofizik ve Deprembilim (Sismoloji) araştırmalarında bugüne kadar bilinen aktif (diri) faylara ek yeni faylar bulunmuştur. 2012 yılında yayımlanan Türkiye Diri Fay Haritası’na göre ülkemiz genelinde yaklaşık 150 tane olarak bilinen diri fay sayısı 326 olmuştur. Alt faylarla birlikte değerlendirildiğinde, yeni diri fay sayısının yaklaşık 485 adet olduğu anlaşılmaktadır. Bu sonuç, Türkiye’de
her türlü yapılaşma ve planlama sürecinde deprem kökenli riskleri azaltmak için çok daha fazla duyarlı olunması gerektiğini göstermektedir.

İstanbul’da kaçacak yer yok!

– Peki İstanbul?

EYİDOĞAN – İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) 2002’de İstanbul Deprem Tehlike ve Riski Etüdünü, 2003’te İstanbul Deprem Master Planını ve 2011’de İstanbul Sismik Mikro-Bölgeleme çalışmaları yaptırmıştır. Bu araştırmalar, İstanbul’un jeolojik-jeofizik-jeoteknik bilgilerine dayanarak deprem tehlikesini, zemin hareketlerini, heyelan ve sıvılaşma durumunu ve tsunami tehlikesini ayrıntıları ile ortaya koymuştur. Bunu bildiği halde İBB, İstanbul’un kıyılarını kilometrekarelerce doldurmakta, zemin sorunu ve sel-taşkın tehlikesi olan alanlar ile 17 Ağustos 1999 depreminden sonra acil tahliye ve barınma için ayrılan alanları imara açmaktadır. 2000-2010 yılları arasında İstanbul ve çevresi için yapılan bir çok ayrıntılı deprem tehlike ve risk çalışmalarından elde edilen önemli bulgular ve en riskli alanlar kentsel dönüşüm amaçlı planlamalarda ve uygulamalarda ne yazık ki dikkate alınmamıştır. Eski yerleşmelerdeki yoğun yapılaşmış riskli alanlar ve üzerindeki riskli konutlar öylece durmaktadır. İstanbul Valiliği, İSMEP Projesi B-Bileşeni işlerinde parasal bir sıkıntı olmamasına rağmen -1 milyar AVRO kredi alınmıştır- okullar hariç birçok hastane ve diğer bazı afet görevli kamu yapıları depreme dayanıklı duruma getirilmeyi beklemektedir.

Rant haritaları güncel

– 150 diri fay sayısı 326 oluyor ve harita yenilenmiyor.
O zaman büyük risk altındayız değil mi?

EYİDOĞAN -Türkiye Deprem Tehlike Haritası ne yazık ki yenilenmemiş, büyüyen şehirlerimizin ve sanayi alanlarımızın maruz kalacağı deprem tehlikesi ölçütleri güncellenmemiş. Bazı büyük şehirlerin ve yerleşmelerin deprem tehlikesinin artmış olmasına rağmen ne yazık ki Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve Başbakanlık Afet ve Acil Durum Başkanlığı (AFAD) bu konuda bir harita çıkaramamıştır. Doğal Afet Sigortaları Kurumu (DASK) sigortalılık oranını % 40’a yükseltmesine rağmen halen bu eski haritayı baz alarak deprem sigortası yapmaktadır. Hal böyleyken, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı’na bağlı Demiryolları, Limanlar ve Hava Meydanları İşletmesi Genel Müdürlüğü (DLH) inşa ettirdiği büyük mühendislik yapıları için mevcut deprem bölgeleri haritasının yetersizliğinin farkına varmış, yeni bir Deprem Tehlike Haritası yaptırmıştır. Bu harita için kullanılan diri fay seçimi ve tehlike hesap yöntemleri farklıdır.

İki ayrı tehlike haritası

– Bu skandal tablo önemli bir tartışma konusu yaratmaz mı?

EYİDOĞAN – Evet… AKP hükümetinin Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile Başbakanlık AFAD Başkanlığı halkımızın yaşadığı konut, işyeri ve diğer yapılarla ilgili deprem tehlike haritalarını güncellemezken, aynı hükümetin bir başka bakanlığı kendi mühendislik yatırımları için ayrı bir deprem tehlike haritası kullanmaktadır. Tuhaf bir şekilde Türkiye’de iki ayrı deprem tehlike haritası vardır.

Adalarda gözlem

– Peki, 17 Ağustos Depremi’nin ardından afet yönetiminden “risk azaltma” anlayışına geçebildik mi?

EYİDOĞAN – Hayır. Depremden sonra birçok üniversite ve kurum Marmara Bölgesi’nin deprem tehlikesini her ölçekte anlama amaçlı ve farklı yöntem ve yaklaşımlarla bilimsel araştırmalar başlattılar. Bu araştırmalardan biri de, bir aşamada benim de içinde yer aldığım, Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü, Almanya Potsdam’dan Yer Bilimleri Araştırma Kurumu (GFZ) gibi birçok önemli kurumdan araştırıcıların katkısıyla geliştirilen Prens Adaları Gerçek Zamanlı Deprem Gözlem Sistemi’dir (PIRES). Proje 2006’da başlamış ve her iki kurumun işbirliği ile Kuzey Anadolu Fayı’na (KAF) en yakın olan İstanbul’un Prens Adaları’nda toplam 16 deprem istasyonu kurulmuştu. Bu bilimsel araştırma, gelecekte İstanbul dahil Marmara’da birçok şehri ve yerleşmeyi tehdit eden “Büyük Marmara Depremi”ni yaratacak KAF’ın Marmara Denizi içindeki ana kolu Marmara Fayı’nın deprem kimliğini tanımayı amaçlıyordu. Prens Adaları’na yerleştirilen deprem istasyonlarının sayısal dağılımı şöyleydi: Büyükada 2, Heybeliada 1, Kınalıada 1, Burgazada 1, Alendros 1, Yassıada 5, Sivriada 5. Ayrıca, TÜBİTAK Yer ve Deniz Bilimleri Enstitüsü de bu projeye katkı sağlayan ve fay hareketleri nedeniyle adalarda oluşan konum değişme hareketlerini ölçen duyarlı ve gelişmiş birer GPS istasyonunu Sivriada ve Yassıada’ya kurmuştu. PIRES Projesi’nin Almanya GFZ’ye ve Türkiye KRDAE’ye toplam maliyeti personel maaşları hariç yılda 80 bin Dolar civarındaydı. Proje günümüze kadar her iki ülkenin deprembilim uzmanları tarafından özverilerle sürdürülürken bir olumsuz gelişme oldu. 1973 yılından bu yana tarihi, doğal ve arkeolojik nitelikleri ile tescil edilmiş olan ve dünyanın önemli bir “Açık Hava Müzesi” özelliğindeki bu 9 adadan Yassıada ve Sivriada’nın imara açılması gündeme geldi.

Adalardaki istasyonlar tek tek kaldırılıyor

– PIRES Projesi bu süreçten nasıl etkilendi?

EYİDOĞAN – Yassıada’nın “Tarihi Sit” özelliğini kaldıran, kültür ve turizm yatırımları için hem Yassıada’yı hem de Sivriada’yı imara açan “Uyanık Otorite” bu arada gazete ve TV’lerde Yassıada’yı “Demokrasi Adası” yapacaklarını ve bu vesile ile Sivriada’yı da turizme kazandırmak için bazı tesisler yapacaklarını açıkladılar. Takıye’ye ve mugalata teknikleri ve propoganda desteği ile bu adaların üzerinde aklınıza gelen her türlü ticari+turistik tesis ve bina inşa edilmesinin önü açıldı. Yapılan imar planlarına göre Yassıada’da %65, Sivriada’da % 40 inşaat izniyle yapılaşmaya açıldı. Sözüm ona demokrasi havariliği ile göz boyanırken 5 yıldızlı oteller, bungalovlar, marinalar, lokantalar, fitness merkezleri, otoparklar vb. yapılarak demokrasi getirilecek (!) olan bu adalara inşaat için TOBB devreye girdi. Hükümet Yassıada’yı “Demokrasi Adası” yapmaya kalkınca 2006’dan bu yana yürütülen PIRES projesinin o özel duyarlıkta bilim insanlarının özveriyle çalıştırdıkları deprem ve GPS istasyonları tümden kaldırılmaya başlandı. Şu anda Yassıada’da 1 adet ve Sivriada’daki 5 adet PIRES istasyonu çalışıyor ama proje önemli derecede sakatlandı. Eğer Sivriada için de çizilen “Turizm Projesi” uygulama aşamasına geçerse bu adadaki istasyonlar da kalkacaktır. Belki kalan biriki tane de oradaki gürültüden işe yaramaz duruma gelecektir. Şimdilerde önemli uzuvları
parça parça kesilen PIRES Projesi bu gidişle ve anlayışla ortadan kaldırılacaktır.

==============================================

Not                         :

Dostlar,

İnşaat mühendisi ve “barajlar kralı” merhum Başbakan Süleyman Demirel,
depremler sonrasında

“Ne yapalım altımız çürük…” buyururlardı!

Dr. Ahmet SALTIK

TTB ve NÜSED’den Akkuyu Nükleer Santrali temel atma töreni hakkında açıklama

Türk Tabipleri Birliği ve Nükleer Tehlikeye Karşı Barış ve Çevre İçin Sağlıkçılar Derneği (NÜSED), Akkuyu Nükleer Güç Santrali‘nin temel atma töreni ile ilgili olarak ortak açıklama yaptı. 15 Nisan 2015 tarihinde yapılan açıklamada, Akkuyu Nükleer Güç Santrali projesinin
temel atma töreninin hukuksal zemini olmadığı vurgulanarak,

“Ayıplı bir nükleer santralin ayıplı yatırım kararının ayıplı bir uygulamasıdır.” denildi.

TTB_logosu

Akkuyu Nükleer Santrali Temel Atma Töreni
Hakkında Basın Açıklaması 

1 Nisan 2015’te askeri, deneysel, araştırma, gemi tipi vb. özel santraller dışında dünya üzerinde halen 437 çalışmakta olan, 65 adet  yapımı süren ve Akkuyu’daki 4 reaktörün de içinde olduğu 164 adet yapımı planlanan atom santralı bulunmaktadır. Eğer hâlâ kamuoyundan saklanan kazalar yok ise, 1954 yılından bu yana dünyadaki santral yerleşkeleri içinde halen çalışan
437 santral biriminde – reaktöründe) sekiz adet çevreye zarar verecek büyüklükte (referans)
kaza olmuştur.

1- [İngiltere-Windscale (1957’de oldu 1982’de açıklandı),
2- ABD-Three Miles İsland (1979),
3- Sovyetler Birliği (Ukrayna)-Çernobil-4 (26 Nisan 1986’da oldu, dört gün sonra duyuruldu), 4- Japonya-Tokaimura (1999) ve
5-8 Japonya-Fukushima -1., 2., 3., 4. üniteleri (2011)].
Fukushima kazası 1 değil, 4 santralın kazasıdır ve tehlike düzeyi olarak Çernobil kazasından
daha büyüktür.

Bu nedenle Çernobil kazasından sonra üç kaza üzerinden Dünya Sağlık Örgütü’nce “bin ile
on bin santral çalışma yılında bir”
şeklinde yapılan büyük (referans) kaza sıklığı riski hesapları, Çernobil’den sonra oluşan 5 yeni kaza nedeniyle 2,7 kat (% 266) ve “374 ila 3759 santral çalışma yılında 1”e yükselmiştir. Bunun daha anlaşılır ifadesi, var olan çalışan santrallardan herhangi birisinde 312 gün ila 8,6 yılda bir, ortalama 4.7 yılda bir büyük nükleer kaza olabilir demektir.

Türkiye, işletmeye soktuğu her santral brimi ile 3,1 yılda kendisine çıkacak bu felaket piyangosundan bilet alacaktır. Akkuyu ve Sinop’taki toplam sekiz reaktörü bitince de
bu piyangonun Türkiye’ye (ve dünyaya) çıkma şansı 8 kat daha artacaktır.

Bu riski alanlar Türkiye sağlıkçılarının görüşünü almamışlardır,
Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’nun tavsiyelerini de kamuoyundan saklamışlardır.

Türkiye’ye nükleer santral yapımı kararı, Türk Tabipleri Birliği, Halk Sağlığı Uzmanları, Nükleer Tehlikeye Karşı Sağlıkçılar ve kamuoyuna karşın alınmış siyasal bir karar olmakla birlikte; yürürlükteki seçim yasalarına göre oy kullanma yaşında olmayan ve/veya nükleer santrala karşı olan 2011 Türkiye nüfusunun % 63,9’u hiçe sayılmıştır. Nüfusun %36’sının oylarıyla iktidar olmuş bir parti, ülkenin büyük çoğunluğunun istemediği bir risk almıştır.
Bunu vebali karara “evet” oyu için parmak kaldıranlarındır.

Halen ÇED raporunun yürütmeyi durdurma ve iptal kararı sonucu kesinleşmemişken,
14 Nisan’da yapılan Akkuyu Nükleer Santralı projesi temel atma töreninin hukuksal temeli yoktur.

Dünyada uygulaması olmadığı için tasarımı hâlâ bilinmeyen ayıplı bir nükleer santralın
ayıplı yatırım kararının ayıplı bir uygulamasıdır.

Türk Tabipleri Birliği ve Nükleer Tehlikeye Karşı Barış ve Çevre İçin Sağlıkçılar Derneği olarak halkımızın sağlığından kaygılı olduğumuzu bir kez daha kamuoyu ile paylaşıyor,
ilgilileri kararlarından vazgeçmeye  çağırıyoruz.

Türk Tabipleri Birliği  (TTB)
Nükleer Tehlikeye Karşı Barış ve Çevre için Sağlıkçılar Derneği (NÜSED)

========================================

Dostlar,

Hem TTB Ankara Tabip Odası hem de Nükleer Tehlikeye Karşı Barış ve Çevre için Sağlıkçılar Derneği (NÜSED) üyesi (ve eski 2. Başkanı) olarak,
yukarıdaki açıklamayı aynen ve derin kaygı ile biz de paylaşıyoruz.

Bir AKP klasiği ile daha karşı karşıyayız.. Seçim öncesi oy yatırımı / avcılığı girişimidir ve somut – açık – yakın risklerinin yanı ssıra, AKP’nin tarzı bakımından da mide bulandırıcıdır.
Vebali gerçekten çok büyüktür..

Üstelik seçenek varken.. Yenilenebilir temiz enerji kaynaklarından yararlanmayı dışlayarak??

Niçin, ne adına??
AKP yetkililerinin bu sorulara bilimsel – doyurucu yanıtlar vermesi zorunludur.

Sevgi ve saygı ile.
19 Nisan 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com