Etiket arşivi: Tuncay MOLLAVEİSOĞLU:

Şehir hastaneleri kimin?

Tuncay MollaveisoğluTuncay Mollaveisoğlu
Cumhuriyet, 10 Kasım 2021
Kim kazanıyor, kim kaybediyor?
Şehir hastaneleri ile ilgili çok sayıda yazımı bu soru ile bitirmiştim…

TELE 1’de yayımlanan programımda, toplamda 40 saati bulan zaman diliminde belgeleri, raporları, uzmanları ile büyük vurgunun perde arkasını kamuoyuna aktardım.

Dün CHP lideri Kemal KılıçdaroğluErdoğan’a yönelik “İstediğin TV kanalında karşıma çık, sana sadece şehir hastanelerini soracağım” dedi.

Kılıçdaroğlu’nun bu sözü söylemesine neden olan Erdoğan’ın yap – işlet – devret projeleri ile ilgili yaptığı açıklamaydı. Erdoğan, bu projelerde devletin cebinden bir kuruş çıkmadığını iddia ediyordu. Ve elbette gerçek değildi…
*
Şehir hastaneleri de yap – işlet – devret modeli ile başlayıp daha sonra ambalajı değiştirilerek kamu – özel işbirliği (KÖİ) projelerine dönüştürüldü. İki yöntemin de birbirinden farkı yok… Şehir hastaneleri için devlet müteahhide arsayı veriyor, müteahhit ise Hazine garantisi ile borçlanıyor, binayı yapıyor, donanımı ve hizmetleri ile birlikte devlete kiralıyor… Bu süreçte Sağlık Bakanlığı müteahhidin ödeyeceği kredi ve faizlerine bile kefil oluyor…

Peki, müteahhit ve onu fonlayan yabancı finans kuruluşları ne kazanıyor?

Çok kere yazdım ancak hatırlatayım: AKP’nin bir şehir hastanesine bir yıl için ödediği kira bedeli ile bir devlet hastanesi yapılabiliyor!

Prof. Duran Bülbül’ün Sayıştay raporları ve bütçeyi inceleyerek bana ulaştırdığı inceleme raporuna göre devlet, bir hastaneyi 1 milyar TL’ye mal ediyor… Oysa bu para, bir şehir hastanesine bir yıl için ödenen kira parası sadece! Yani 25 yıllık kiralama boyunca bir hastane için 25 hastane parası yandaşlara aktarılıyor! Hesap bu kadar açık!
*
Yeni bir bilgi daha ekleyeyim: Devlet, 2020 – 21 – 22 yıllarında 13 şehir hastanesi için 60 milyar TL ödeme yapacak! Hazine’yi boşaltan, yandaşları ve arkasındaki yabancı finans tekellerini olağanüstü zengin eden bir soygun modeli… Bu nedenle yapılan sözleşmelerde, şehir hastaneleri ile ilgili olası bir ihtilafta Türkiye Cumhuriyeti mahkemeleri devre dışı bırakıldı ve İngiltere mahkemeleri yetkili kılındı! (AS: Mahkeme de değil, Tahkim kurulları!)

“Sözleşmeye bakın!..” diyeceğim ama bakamazsınız… Çünkü o sözleşmeler de ticari sır perdesi ile halktan gizleniyor.
*
Bitmedi… Müteahhitler görüntüleme, yemek, güvenlik hizmetleri gibi birçok kalemde de devlete fatura kesiyor…

  • 25 yıl boyunca ayrıcalıklı özel şirketlere milyarlarca dolar akacak.

Evet Dolar, çünkü sözleşmeler de Dolar üzerinden yapılmış. Yani kamu – özel işbirliği diye adı konan soygunda aslında kamu yok… Kamu yararı yok, kamu çıkarı yok… İşi yapan firmanın lehine, kamunun, halkın, devletin aleyhine sözleşmeler yapıldı.  Ve elbette… Bir AKP klasiği olarak rekabete açık ihale yok, Kamu İhale Kanunu bu işlerde devre dışı ve denetim de yok! (AS: Denetim de Anayasa md.56 çiğnenerek özelleştirilmiş durumda!)
*
Bu kadar aleni (AS: denli açık) bir soygunda müteahhitleri ve arkalarındaki finans baronlarını koruyan irade kim olabilir? İnanılması güç son vurgunu, şehir hastaneleri yolsuzluğunu yakından takip eden CHP Balıkesir Milletvekili Fikret Şahin yaptığımız programda açıklamıştı… Isparta Şehir Hastanesi’nin önce temeli atılmış, firma işe başlamış, ihalesi dört ay sonra yapılmıştı!

Önceki yazılarımda Dolardaki artışın şehir hastanelerinin yarattığı kara deliği ne kadar büyüttüğünü detayları (AS: ayrıntıları) ile anlatmıştım. Burada mesele; devletin, milletin, zararına ancak yandaşların lehine olan, üstelik iktidar değişikliğini de hesap ederek olası el koymaları Londra mahkemelerine (AS: Tahkim / hakem kurullarına) taşıyan bu sözleşmelere AKP iktidarının nasıl imza attığı?

AKP Genel Başkanı Erdoğan, insan hakları, kadın hakları söz konusu olunca uluslararası sözleşmeleri yok sayıyor ancak konu şehir hastanelerine gelince uluslararası hukuku hatırlatıyor… Kim kazanıyor, kim kaybediyor diye yeniden sorarken aklıma takılan bir soruyu daha paylaşmak istiyorum…

  • Şehir hastanelerinin gerçek sahipleri kim? 

Neden Japonya olamadık diye sorma, THK’ye bak…

Neden Japonya olamadık diye sorma, THK’ye bak…

Tuncay Mollaveisoğlu
Cumhuriyet
, 12.9.19

1952’de Türkiye’de motor fabrikası kapatıldı.

Dünyada uçak üretimini ilk yapan ülkeler arasındayken, uçak fabrikalarımızı da aynı zihniyet kapattı; GDP’ler; Genetiği Değiştirilmiş Politikacılar.

Emperyalizmin laboratuvarlarında özenle yetiştirilip Türkiye’de iktidara getirildiler.

Orman yangınlarında Türk Hava Kurumu’nun nasıl devre dışı bırakılıp işlevsiz hale getirildiğini Cumhuriyet’te özel haber seli ile gündeme taşıdık. Dün Orman Bakanı Pakdemirli’nin, Türk Hava Kurumu’nun (THK) elinde 20 uçak dururken Rusya ile uçak pazarlığı yaptığını haberleştirdik. Skandallar zincirinin başından bu yana Bakanlığın “THK alerjisini” anlamaya çalışıyorum. Açmama izin verin;

Yıl 1925… Cumhuriyet’in ilanından yalnızca 16 ay sonra Atatürk, Türk Tayyare Cemiyeti’ni (Türk Hava Kurumu) kuruyor. O dönem yalnızca gelişmiş ülkelerin ufkunda olan havacılık sanayisinin tüm ögeleri ile Türkiye’de oluşması hedefleniyor.

Atatürk, söz verdiği her şeyi yerine getiren eşsiz bir önder…
1929’da havacılığın en üst organı olan Uluslararası Havacılık Federasyonu’na (FAI) üye oluyor. THK mühendislerinden Selahattin Reşit Bey, motor ve pervane dışında tüm parçaları Türk malı olan ilk uçağımızı üretiyor.

1935’te Türkkuşu kuruluyor. Kurum Atatürk’ün manevi kızı Sabiha Gökçen’in de aralarında yer aldığı savaş pilotlarını eğitiyor. Gökçen, ilk kadın savaş pilotu olarak adını tarihe yazdırıyor.

İstikbal göklerdedir” diyerek bin yıllık hedef ve vizyon ortaya koyan Atatürk, Türk gençliğini de uçurmak için peş peşe planör, motorlu uçuş ve paraşüt okulları açıyor. 1938’de kurumun yetiştirdiği pilot Ali Yıldız, 14 saati aşan planör uçuşu ile dünya rekorunu kırıyor. Planör atölyesi uçak fabrikasına dönüştürülüyor. İngilizlerle ortak seri uçak üretimine geçiliyor. 1939’da Etimesgut Uçak Fabrikası kuruluyor.

Türk Hava Kurumu’nun uçak fabrikasında yabancı uçak üretiminin yanı sıra tümüyle yerli tasarım uçaklar da üretiliyor. Salt 10 yılda 126 Türk uçağı göklerdeki yerini alıyor. THK’nin ürettiği uçaklara Batılı ülkelerden sipariş yağıyor! 1926’da temelleri atılan Kayseri Uçak Fabrikası’nda ise 15 yılda 200’den çok uçak üretiliyor.

Atatürk’ün “yalnızca uçak değil motor da üreteceksiniz” diye görev verdiği kadrolar 1945’te uçak motoru fabrikasını kuruyorlar. Fabrikada hem yabancı uçak motoru hem de yerli motor üretimi yapılıyor! İki yıl sonra uçakların aerodinamik testleri için dünyanın en gelişmiş rüzgâr tüneli Ankara’da kuruluyor.

Peki sonra ne oluyor? Bugün AKP’nin “devamı” olmakla övündüğü Demokrat Parti iktidarı Cumhuriyet’in olağanüstü emeği, birikimi, vizyonu ile kurulan tüm bu kuruluşları kapatıyor. ABD, 1948’de başlayarak Marshall yardımı ile ülkemize sızıyor. Özellikle uçak sanayisinde; “üretmeyin, bizden ucuz alın” uyutması ile savaş artığı uçaklarını Türkiye’ye veriyor. Dönemin asker – sivil yöneticileri bu tezgâha ortak oluyor.

Cumhuriyet tarihine adını altın harflerle yazdırmış, ilk uçağımızı üretmiş, ilk motorumuza imza atmış Türk Hava Kurumu, 1980’lerin ortasından bu yana yangın söndürme alanında kendini yeniden var ediyor. Bölgenin en güçlü yangın söndürme filosunu kuruyor. Son dönemde Orman Bakanlığı işte bu kurumu küçük yatırımlarla yeniden ayağa kaldırıp güçlendirmek yerine adeta tasfiyesine, yok olmasına zemin hazırlıyor.

Türk Hava Kurumu’nun kolunun kanadının kırılması, bir dönem yolsuzluklarla içinin boşaltılması, bu yolsuzluklara göz yumulması emperyalizmin ekmeğine yağ sürüyor.

ABD, yakın zamanda Uzay Kuvvetleri Komutanlığı’nı kurdu…

Düşünün, THK Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki gibi yönetilseydi, Türkiye bu yarışta nerede olurdu?

Uçağın da saraylısı…

Uçağın da saraylısı…

Tuncay MOLLAVEİSOĞLU
tuncaytm@gmail.com 
16 Eylül 2018, Yeniçağ Gazetesi 

Danimarka’dan arpa ithal ediyoruz… Meksika’dan, Arjantin’den kuru fasulye… Üzüm İran ve Şili’den geliyor, pirinç Rusya’dan. 

Ekonomideki son ileri atılım sütün Amerikan ineklerinden sağılması üzerineydi!..
*
AKP’nin çöküş ekonomisi Türk parasını pula çevirdi! Alım gücü yerlerde sürünüyor. Geçim derdi yerini, açlık ve yetersiz beslenmeye bırakıyor! Ancak memleketi yönetenlerin böyle bir gündemi yok… alım gücü vatandaşa düştü tabii… itibardan asla tasarruf etmeyen Saray’a “uçan saray”yakışırdı!

Yatak odası çift kişilik, banyo, toplantı odası, 7 salon… içinde hastanesi de var; bulut manzaralı… Millete Dolar yaktıran akıl, yarım milyar dolarlık uçağı ekledi filosuna… Bakın filo diyorum… bu kaçıncı uçak unuttuk… isterse butik bir havayolu şirketi kurabilir.

CHP’li vekil Gaye (AS: Gamze olacak) Taşçıer uçan sarayın izini sürmüş; “Bu uçak satın mı alındı yoksa hediye mi?” tartışmasına girmiş. Uçağı satmakla yükümlü firmanın “satıldı” bilgisine ulaşmış. Oysa yandaşlar “hediye” diyorlardı… Satıldı ise “nasıl alındı?” Hediye ise “ne karşılığı?”
*
Vatandaş havalar soğuyacak diye karalar bağlamış! Doğal gaz parasına yetişmek için bankalardan kredi çekmeye çalışanlar var! Bu yoksullar; bir dönem “orta gelir grubunda” dediğimiz okumuş, meslek sahibi olmuş insanlar! Aile geçindirmeye çalışan annelerin, babaların gelirleri ile birlikte yaşamları da eriyor. Geleceğe ilişkin umutlar, başta gençlerde olmak üzere sıfırın altında seyrediyor.

Ancak görünen o ki memleket; ister uçan banyolusu, ister 1000 odalısı olsun Saray’dan bakılınca farklı görünüyor!
***
“Aşırılık” Türk ve Arap zenginlerinde var!

Ağabeyi İtalya’nın en pahalı düğününü yapmış… Cemiyet yaşamının ünlü adlarındanmışlar… 

Roma’daki tarihi Bracciano Kalesi’nde evlenen Kerim Sengir’in, “ülke tarihinin en pahalı düğünü” unvanını kız kardeşi geride bıraktı. Düğünleri 5 milyon Euro’ya malı… Yasemin Sengir ve Yağız Sözmen çifti Versay Sarayı’nda dünya evine girdiler… Çift Fransa “tarihine” imza attı… olmuş… Allah mesut etsin… Bu parayı şimdi TL’ye falan çevirmeye kalkmayın. Benim gördüğüm “aşırılık” ve şatafatta Türk zenginlerin Araplarla yarışıyor olduğu…
*
Fotoğraflara bakınca bir anı canlandı gözümde… İstanbul’da ahlakı ve devlete bağlılığı ile dikkat çeken bir isim geldi aklıma; Kadir Boy… İstanbul Defterdarıydı. Vergi toplayabilmek için türlü çareler arar, projeler üretirdi. “Kambur hep yoksulun sırtında” derdi… O dönemin ünlü gece kulüplerine ekip gönderir, kapılara yanaşan süper lüks otomobillerin plakalarından sahiplerine ulaşırdı.

“Bir gecede servet harcayanlar acaba sıra vergiye gelince aynı cömertliği gösteriyor mu?” diye… Şöyle ifade edeyim; milyon dolarlık spor otomobillerin bile şirketlerde “ulaştırma aracı” olarak gösterilip vergiden düşüldüğü ortaya çıkmıştı. Bu tatlı genç çift ve ailesi üzerine alınmasın tabii… Onlar belki de vergi listelerinde en ön sıradadır. Söylemek istediğim; İstanbul’a magazin gündemine böyle bakacak bir Kadir Boy lazım…
***
Tilki kümese müdür olunca… Devletin tüm imkânları elindeydi. Seçmenin çoğunluğu onu destekliyordu. Meydanlarda “Emperyalizmle mücadele edeceğim, sizi yoksulluktan kurtaracağım” diyor ama arka kapıdan küresel şirketlerle el sıkışıyordu. Memlekette devlete ait ne varsa sattı. Her satışta bir yolsuzluk hikâyesi yazıldı. Kapalı kapılar ardında yapılan pazarlıklar açığa çıktı. O ülkenin yöneticisi kanunlar çıkararak tüm gücü kendine bağlamaya kalkınca şu fıkra ortaya çıktı;

Kümese müdür aranıyormuş, Tilki başvurmuş… tam bir laf cambazı, hitabet ustasıymış. Tilki’yi çok sevmişler, ‘işe hemen başla ne kadar istiyorsun?’ demişler. Tilki’nin yanıtı; “gülmekten söyleyemiyorum…

Evet, siz anladınız… Arjantin’den söz ediyorum. Arjantin’in bir dönem devlet başkanı olan ve ülkeden kaçtığında 5 milyar dolar serveti ortaya çıkan usta Hatip’ten… Carlos Menem’i kümese müdür yapmışlar.
========================================
Teşekkürler değerli Tuncay Mollaveyisoğlu..

Sevgi ve saygı ile. 17 Eylül 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

Dünya düz, yargı bağımsızdır…

Dünya düz, yargı bağımsızdır…

Tuncay MOLLAVEİSOĞLU
(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)
​Dünyamızın uzay boşluğunda asılı fotoğraflarını yayınlayan NASA‘ya fotoşopçu dedi… NASA, aslında düz olan yerkürenin fotoğraflarında oynama yapıyormuş! “Dünya yuvarlaktır” diyenlerin tamamını ise Mason ilan etti… AKP Gençlik Kolları yöneticisinin dünyanın düz olduğunu savunan açıklamaları sosyal medyayı salladı.
“Bu çağda nasıl bir cehalet?” diye düşünürken sosyal medya hesabımın altına gelen bir yorum beni daha da şaşkınlığa sürükledi. Bir takipçim, Kuran’da da dünyanın düz olduğunun yazılı olduğunu öne sürerek AKP’li yöneticiyi savundu.
Bu iki olay, memleketin içinde bulunduğu cehennemi cehaletin özetidir…
Bilimi reddeden, sorgulamayan, kulaktan dolma, üfürükçü cemaatlerden sızma bilgilerle çocukların zihinlerini ele geçiren, iradelerini ellerinden alan bir sistem bu…
Biri bilimi reddediyor; defalarca ispatlanan, insanlığın gözüne sokulan gerçeği yok sayıyor, diğeri de dünyanın düz olduğunu, yüce dinimizin Kitabına atıfta bulunarak ispata çalışıyor!
AKP Gençlik kolları yöneticisinin “dünya düzdür” açıklaması, iktidarın Türkiye’yi sürüklediği Ortaçağ karanlığından kalma… Bir anlamda bu kafaya uygun bir bilimsel tez!
Türkiye’nin tüm sosyal, ekonomik, siyasal birikimlerini süpürerek ülkemizi çağdaş dünya liginden geriye düşürmeye çabalayan bir yönetim var…
Dini safsatalar gericileşmenin bir kaldıracı olarak kullanılıyor. Sosyal medya takipçimin, belli ki hiç bilmediği Kur’an’a dayanarak “dünya düzdür” demesi gibi…
*
NASA dünyanın fotoğraflarında fotoşop yapmıyor ancak “yeni Türkiye”yi kurmaya kalkanlar hem dinimizde hem de yakın tarihimizde en acımasız fotoşopları kullanıyor…
Mesela FETÖ’ye makyajın, fotoşopun kralını yapanlar bunlardı…
Dinimizin yasak saydığı en büyük günahları, ‘türban filtresi’ ile örtmeye çalışan bunlardı…
Kumpas davalarında generalleri terörist, teröristi gizli tanık yapanlar da…
Fotoşopun, makyajın, sahteciliğin en derinini çocukların zihinlerinde yapıyorlar şimdi…
Milli Eğitim Bakanlığı’na din simsarı vakıf ve dernekleri sokanlar bunlar…
Yazarken dahi elimi titreten çocuk tacizleri;
Karanlık odalarda, sözde yurt ve eğitim kurumlarında çocuklara tecavüzler
Makyajın bin türlüsü bu vakıf ve derneklerde…
*
Ayrıca bağış adı altında para toplayıp gemicik satın alanları da var!
Sorumluları Almanya’da mahkum edilirken Türkiye’de üzeri örtülen bir yardım derneği vardı… Benim programlarımı takip edenler bilir… Camilerden, kadınların ev toplantılarından altınlar ve paralar nasıl toplanmıştı?!
Para toplayanlar yoksulluğu fotoşop yapmışlardı yolsuzluklarına…
*
Bir de tarihin makyajcıları var…!

Fesli meczubun yalanları devletin zirvesine kadar uzanıyor…
Camilerin ahıra çevrildiği iddiası yine gündemde..
Kitaplarında bu iddiaları belgeleri ile yalanlayan değerli dostum, tarihçi Sinan Meydan ile konuşuyorum;

  • “Atıl ve boş durumdaki az sayıda bazı camiler depo olarak kullanılmıştır. Asla, ahır ya da eğlence merkezi olarak kullanılmamıştır! İsmet İnönü, 2. Dünya Savaşı’nın devam ettiği 1939-46 yılları arasında muhtemel bir saldırıda camilerin hedef alınmayacağını düşünerek, müzelerimizdeki “tarihi” ve “dini” eserleri, zarar görmemeleri için bazı camilere koydurmuştur. Bunlar arasında Kutsal Emanetler, Hz. Muhammed’in sancağı, kılıcı, Hz. Osman’ın kanlı Kuran’ı Kerim’i gibi dinsel ve tarihi değeri olan eşyalar vardır. Atıl durumdaki bazı camiler bu değerlerin deposu olarak bir dönem kullanılmıştır.” diyor.
Yakın tarihimizi fotoşopsuz, makyajsız öğrenmek için Sinan Meydan’ın kitaplarını öneriyorum.
Bu durumda İnönü’yü suçlayan zihniyetin, kutsal emanetlere gösterdiği hassasiyet için şükran duyması gerekmez mi?
*
Danıştay Başkanı Zerrin Güngör Habertürk yazarı Nagehan Alçı’ya “Bakın, yargı taraflı deniliyor. Ben Danıştay Başkanı olarak sizi temin ederim ki yargı şimdiye kadar hiç bu kadar bağımsız ve tarafsız olmamıştı…” demiş. (AS : Şaşılacak şeydir ki; VP Gn. Bşk. Doğu Perinçek de benzer sözlerle yargının son 50 yılın altın dönemini yaşadığını ileri sürebiliyor!!?)
Son söz olarak şunu söylemeliyim;
Türkiye’de yargı bağımsızlığı, dünyanın düz olduğu gerçeği kadardır
(YENİÇAĞ Gazetesi, 03.09.2017, http://www.yenicaggazetesi.com.tr/dunya-duz-yargi-bagimsizdir-44092yy.htm)
==========================================
Dostlar,
Çooook  teşekkürler değerli ve yürekli araştırmacı gazeteci – yazar Tuncay MOLLAVEİSOĞLU.. AKP Gençlik Kolları Yöneticisinin safsatasını hurafesini biz de yazacaktık ki, siz harika biçimde işlediniz. İşte AKP tabanı bu durumda. AKP = RTE iftihar edebilir, zaten açıkça itiraf ediyorlar eğitim düzeyi yükseldikçe oy oranlarının düştüğünü.. Bu durumda AKP = RTE oyları düşmesin diye halkın eğitim düzeyinin iyileşmesi için çaba göstermeyecek demektir; dahası, halkı bilimsel eğitimden koparıp din adına hurafelere boğması daha da etkili bir çare olabilir AKP’nin oyları azalmasın diye.. Türkiye feda edilerek AKP = RTE iktidarını sürdürmek.. Bu mudur size düşen misyon?!?

TÜBİTAK’ın dışladığı projeler Dünya çapında dereceye giriyor ama TÜBİTAK yönetimi utanmadan görevde ve siyaset kurumu da onları orada tutuyor..PISA yarışmalarında giderek geriliyoruz; 4+4+4 kepazeliği 2012’de başlatıldıktan sonraki 2015 PISA yarışmalarında iyice dibe vurduk..
IHL mezunları son üniversite yerleştirmelerinde 240 bini aşkın mezununun ancak 40 binini üniversiteye yerleştirebildi.. Orada da tercih sıralamasına ayrıca bakmak gerek.
Diyanet ve TRT, halkın vergileri ile hurafe üreterek halkın beynini yıkamakta..
Milli Eğitim müfredatı / öğretim programlarını iyice dincileştirerek bir anlamda tüm okulları İHL’ye dönüştürdü ve CİHAT konuları programa konarak ülke inanç ayrımı ile iç savaşa sürüklenebilir!..
Kurban Bayramı gerekçesiyle akıllara seza, dünyada örneği olmayan 10 koca gün tatil ve AKP’nin sahiplendiği her yıl onarılan bölünmüş yollarda her gün 10’un altına inmeyen trafik cinayetlerine kurban edilen gariban yurttaşlar…

Tek bir yönetici de çıkıp KURBAN’ın hayvan boğazlamak anlamında olmadığını söylemedi..

İlahiyat fakülteleri sus pus!?

Dışarıdan et ve canlı hayvan ithal eden Türkiye
, hayvan varlığının (42 milyonu küçük baş, 50 milyon dolayında) yaklaşık 4 milyonunu 4 günde feda ediyor.. Kıyma makinelerine, derin dondurucuya necip Müslüman halkımız ”Kurban bayram” öncesi hücum ediyor??!!

Kim kimi kandırıyor?
Bu aklımızla Allah’ı mı kandırıyoruz; halkı ALLAH ile mi kandırıyoruz??
Ve ardından ”elhamdülüllah Müslümanız” deyip kendi gibi olmayanları dışlayıp ötekileştiriyor muyuz??
Ve dahi, neciiiiiiiiiiiiiipler necibi, kör cehalet kuyusuna ittiğimiz milyonlardan ”alnı secde görüyor’ diye ”sandıkları patlatan” (!?) oylar alıp iktidara el mi koyuyoruz pupa yelken din devletine doğru??

Bu iğrenç ortaoyununu 21. yy’ın şafağında Türkiye coğrafyasında, kadim Anadolu halkına daha ne denli dayatabileceğinizi düşünüyorsunuz behey gafiller??
Sevgi ve saygı ile. 03 Eylül 2017, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com
Not : Şaşılacak şeydir ki; VP Gn. Bşk. Doğu Perinçek de benzer sözlerle yargının son 50 yılın altın dönemini yaşadığını ileri sürebiliyor!!?