Kategori arşivi: Hekim Saltık

TTB 67. (SEÇİMLİ) GENEL KURULU NOTLARI

 

TTB 67. (SEÇİMLİ)
GENEL KURULU NOTLARI

portresi

 

Dr. Ceyhun Balcı
(İzmir Tabip Odası Genel Sekreteri)

 

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..) 

IMG_2204[1]

Türk Tabipleri Birliği’nin 67. (SEÇİMLİ) Genel Kurulu geçen hafta sonunda çalışmalarını tamamladı ve seçimleri de yaparak önümüzdeki dönem kurullarını oluşturdu.
Genel kurul çalışmalarının konukların konuşturulduğu ilk gününde bulunamadım.
Bir sonraki gün yapılan çalışma raporunun okunması, çalışma raporu üzerine konuşmalar ve raporun aklanması çalışmalarını izledim.
Daha öncekilerle birlikte yanlış saymadıysam izlediğim 8. genel kurul oldu.
Salon karmaşası bakımından değişen bir şey yoktu! Oysa, İzmir Tabip Odası olarak genel kurul öncesi bu konuyla ilgili olarak yazılı başvuruda bulunmuştuk. Genel kurul salonunda kim delege, kim konuk, kim izleyici belli değildi. Oysa, genel kurul sırasında yapılan oylamalarda yalnızca 491 delegenin el kaldırma, oy kullanma hakkı vardır. Konukların ve izleyicilerin böyle bir hakkı yoktur. Anlaşıldığı kadar divan, genel kurula katılan 210 delegeyi çok iyi tanımaktadır ve diğerlerinden ayırabilmektedir.

Hekimlik özen ve disiplin uğraşıdır. Hekimliğin bu temel düsturunun genel kurul salonuna egemen olması en doğal beklenti değil midir? Bu seçimlere farklı bir ortamda gidildi.
TTB yönetimine 26 yıldır egemen olan EDTTB (Etkin Demokratik TTB) grubu belki de ilk kez karşısında ciddi bir karşı duruş sergileyen güç gördü. Bu duruşun farkına varan EDTTB en azından benim ilk kez tanık olduğum uysallık sergiledi genel kurul boyunca.
İzmir seçimlerinde kendisini gösteren dip dalgası İzmir’i sallamakla yetinmedi. Türkiye ölçeğinde bir sarsıntıya da yol açtı. Belli etmemeye çalışsalar da EDTTB sona geldiğini fark etmiş durumdadır. Bu bağlamda grup içi çatışma hiç olmadığı kadar şiddetlidir.

Geçtiğimiz dönemler boyunca terör örgütünün adını anamayan, teröriste terörist diyemeyen, ulusal değerlerimizle bir türlü barışamayan ED-TTB, gelişen güçlü muhalefet hareketi karşısında dilini ve söylemlerini düzeltmek zorunda kaldı. Önemli
bir kazançtır. Ancak, süreklilik kazanması da önemlidir. Başka deyişle iktidarı koruma, kollama güdüsüyle sergilenmiş olan bu tutumun iktidar boyunca sürdürülmesi içtenliklerinin sınanması bakımından önem taşıyacaktır.

Seçim, önceki yıllarda olduğu gibi kafeterya ortamında yapılmıştır. Tek listeyle gidilen yıllarda ya da ciddi ikinci bir listenin olmadığı durumlarda fark edilmeyen bir olumsuzluk bu kez su yüzüne çıkmıştır. Seçim sandıklarının mahremiyeti konusunda olumsuzluklar yaşanmış, sayım sırasında resmi gözlemcilerle ortalıkta dolaşan gönüllü gözlemciler
birbirine karışmıştır. Oy sayımı sırasında dışarıdan söz atmalar, sandık kurulunun işine karışmalar yaşanmıştır.

Muhalefetin ciddi çıkışı ED-TTB’yi genel kurul boyunca uysallaştırmış, terbiye etmiş
olsa da gerek genel kurul salonunda ve gerekse seçim ortamında yaşananlar yinelenen olumsuzluklar listesine eklenmiştir. Hekim örgütünün hekimlere yaraşır bir genel kurul ve seçim ortamı yaratamamış olması önemli eleştiri konusudur. Dolayısı ile genel kurul geçmiştekilerle karşılaştırıldığında sakin geçmekle birlikte, toplamda başarısız olmuştur. Yolun sonuna geldiğini seçim kutlamalarıyla görmezden gelen ED-TTB,
sonrasında düzeltilmesi gereken iki önemli olumsuzluğu bir kenara not ediyoruz.
Öncelikli hedef olarak hekimlere yaraşır düzenlilikte bir genel kurul ve seçim yapmayı önemsemek gerekir diyoruz…

Pirus zaferi kazanan ED-TTB bundan böyle muhalefetin soluğunu ensesinde daha çok
duyumsayacaktır. Genel kuruldaki ağır başlılığın korunması, gelişmelerden ders alınması öncelikle hekimlerin ve yanı sıra ED-TTB’nin yararına olacaktır!

IMG_2206[1]

IMG_2215

==================================

Dostlar,

Değerli meslektaşımız Dr. Ceyhun Balcı‘nın gözlemleri çok yerindedir ve gerçekleri yansıtmaktadır.. TTB, 1996 genel kurulu ile birlikte ne yazık ki etnik siyaset tarafından adeta teslim alınmıştır.

20 koca ve çok önemli zaman dilimi ”böyle” geçmiştir..

O tarihte liste yaparak seçime giren, bizim de içinde olduğumuz Kemalist hekimler,
yarışı yitirdiler. Biz de son 20 yıldır sıradan bir üye olmanın ötesinde TTB’ye önemli bir katkı sunamadık. Çünkü TTB’de katı oligarşik bir yapı egemen oldu ve örgüt kozasına kapanarak klikleşti.

Dileyelim, çok deneyimli bir örgütçü olan meslektaşımız Dr. Ceyhun Balcı’nın irdelemesi gerçekleşsin ve TTB Ulusalcı – Akılcı bir doğrultuya taşınsın..

Bunun için çabaları artırarak sürdürmek gerekecek.

Yeni seçilen arkadaşlarımıza bu bağlamda başarılar diliyoruz.

Hekimlik mesleğinin ve sağlık ortamının sorunları çok ağırdır ve AKP’nin yeniden
Sağlık Bakanlığına getirdiği Dr. R. Akdağ eliyle daha da yoğunlaşacağı anlaşılmaktadır.

Etnik temelli genel siyaset yerine teknik temelli meslek örgütü işlevi öne çıkarılmalıdır.

Bu gün meslekte 40. yılına giren ve öğrenciliğinden bu yana meslek örgütü içinde olan ”epey” kıdemli bir hekim ve TTB üyesi olarak, seçimi kazanan değerli meslektaşlarımıza önerimiz, içtenlikle bu yöndedir.

Sevgi ve saygı ile.
16 Haziran 2016, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Sağlık Bakanı Akdağ öncelikli hedeflerini açıkladı

Sağlık Bakanı Akdağ
öncelikli hedeflerini açıkladı

(AS : Bizim kapsamlı katkılarımız yazının sonundadır..)

İkinci kez Sağlık Bakanlığı görevini devralan Recep Akdağ, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın talimatıyla, özel hastanelerde kanser hastalarından cerrahi müdahalelerde fark alınmaması için çalışma başlatıldığını açıkladı.

AK Parti iktidarının ilk Sağlık Bakanı olan ve Türk siyasi tarihinde bu vazifede en uzun süre bulunan ikinci bakanı Recep Akdağ, yeniden aynı sorumlukla Kabinede yer alıyor. AK Parti’nin sağlık politikasının temelini oluşturan ve Sağlık Dönüşümünün mimarı olan Akdağ, Kabinede görev almadığı dönemde sürdürdüğü çalışmalarının yanında Harvard Üniversitesi’nde de dersler verdi. Akdağ ile yeni hükümetin önceliklerini, Başkanlık sistemine duyulan gereksinimi, terörle mücadeleyi ve sağlık politikasını konuştuk. 65. Hükümet’in kabinesinde Sağlık Bakanı olan Akdağ ilk röportajını Yeni Şafak’a verdi.

Yeni hükümet kuruldu. Bu hükümetin temel öncelikleri ve yol haritası nedir?

Hükümet kurulunca Sayın Cumhurbaşkanımızın makamında, külliyede uzun bir bakanlar toplantısı yaptık. Özellikle şu cümle dikkatimi çekti: “Bu bir hamle hükümeti”. Hepimiz söz aldık, bir arkadaşımız da bu cümleyi yorumlarken ‘Bu hamle döneminde bize de seferberlik düşüyor’ dedi. Ben içinde bulunduğumuz dönemi şu anda böyle hissediyorum. Türkiye’mizin çok önemli küresel ve bölgesel problemlerle karşı karşıya olduğu bir dönemdeyiz. Terörle mücadelemiz yoğun ve kararlı şekilde sürüyor. Bir tarafta PKK, öbür tarafta DAEŞ, diğer tarafta DHKPC var. Öte yandan dünyada ekonomi çok iyi gitmezken, ekonomimizi ayakta tutup büyümemizi devam ettirmek gerekiyor. Dolayısıyla önümüzdeki süreçte bir hamle ve seferberlik dönemi içerisinde olacağız. Bakanlar olarak bize düşen de bu hamle ve seferberlik sürecini layıkıyla geçirmek.

VATANDAŞA SAĞLIKTA ALTINDAN KALKAMAYACAĞI MALİYET ÇIKMAYACAK
Aynı sorumluluğu yani Sağlık Bakanlığı görevini ikinci kez üzerinizde taşıyorsunuz. Hissiyatınızı da sormak istiyorum…

Bir tarafıyla hizmet imkanı olduğu için insan Allah’a şükrediyorum. 80 milyon insanımıza Sağlık Bakanlığı’nda hizmet etmek büyük bir ayrıcalıktır. Ancak öbür taraftan da işin ağır bir mesuliyetini hissediyorsunuz.

Kabinede olduğunuzu nasıl öğrendiniz?

Basına, grupta oturuyorken ‘Telefondan haber aldı’ diye yansıdı. Oysa ben telefondan tebrik alıyordum. Telefondan haber almadım. Çok uzun süre önce değil ama biraz öncesinde haberim olmuştu. Bizim gelenekte çok önceden bu tür görevler haber verilmez ama kabine açıklanmadan kısa süre önce haberdar olmuştum.

Önümüzdeki sürece ilişkin hedefiniz ne?

Bizim bir hedefimiz var; vatandaş her türlü sağlık hizmetine rahatça ulaşacak. Buna ulaşırken de altından kalkamayacağı bir harcama yapmayacak. Cumhurbaşkanımızın bizden istediği bu. Bakanlar Kurulu’nda bununla ilgili bazı konuları da konuştuk.

ÜÇ ANA HADEF: KANSER, ENFARKTÜS VE ANNE ÖLÜMLERİNİN AZALTILMASI
Yeni uygulamalar olacak o zaman…

Elbette olacak. Mesela Sosyal Güvenlik Kurumu’muz özel hastanelerle anlaşma yapıyor ve bu anlaşma çerçevesinde vatandaşımız oradan hizmet alıyor ama karşılığında biraz da fark ödüyor. Belli alanlarda bu farkı ödememesi şeklinde yapılıyor bu sözleşmeler. Mesela yoğun bakım, kalp ameliyatı, acil servis gibi birimlerde fark ödemezsiniz. Kanser tedavilerinde de uygulama bu şekildeyken kanser cerrahisinde hastanelerin fark alma imkanı bulunuyor. Cumhurbaşkanımız bu hususta bize talimat verdi. Bunu Çalışma Bakanımızla da oturup konuşacağız. Kanser cerrahisinde hastanelerin fark almadan bu operasyonları yapması imkanını Cumhurbaşkanımız’ın talimatıyla yerine getireceğiz. Kanser hastaları özel hastanelerden hizmet alırken cerrahileriyle ilgili de fark inşallah alınmayacak. İkinci olarak; erken enfarktüs ölüm sayılarını çok azalttık. Ama bu işler zamanında yerinde ve tam müdahale gerektiriyor. Bu konuda gereken tedbiri büyük ölçüde almıştık, şimdi bunları tamamlayıp iyice yaygınlaştıracağız. Anne ölümleri, en trajik ölümlerdir. Bunları önlenebilir sebepler açısından asgariye indirecek, neredeyse tamamen ortadan kaldıracak tedbirler almaya devam edeceğiz inşallah.

SİGARA VE ŞİŞMANLIK ÖNEMLİ PROBLEM
Hükümet sistemi ile ilgili değişiklik topluma hangi alanlarda katkı sağlar?

14 yıllık siyasi hayatımdaki önemli tecrübelerimden birisi şudur: Türkiye gibi gelişmekte olan, genç nüfuslu ülkeler başarılı olmak için hızlı hareket etmek zorunda. Bakın 10 yıl içerisinde bir sağlık dönüşüm programı yaptık ama o günün şartları bugün artık yok. Bugün yepyeni bir dünyadayız. 2002’de iktidara geldiğimizde Türkiye’de bulaşıcı hastalık ağırlıktaydı. Allah’a şükür biz onu çözdük ama bugün şişmanlık ve sigaraya bağlı oluşan başka problemlerimiz var.

REFORMLAR DAHA HIZLI YÜRÜYECEK

İhtiyaçlar değiştiği gibi şartlarımız da imkânlarımız da değişti. Vatandaş sizden başka hizmetler bekliyor, yani hızlı davranmak zorundasınız. Eğer ihtiyaçları hızla değişen bir ülkede yaşıyorsanız mutlaka sistemin de o ihtiyaç değişimine süratine ayak uydurması lazım. Parlamenter sistem böyle bir sistem değil. Örneğin bir koalisyon döneminde olsaydık, Sağlık Bakanı A partisinden, Maliye Bakanı B partisinden, Çalışma Bakanı da C partisinden olsaydı biz bu dönüşümü yapabilir miydik? Asla yapamazdık. Başkanlık sistemine geçildiğinde bu ülke koalisyon riskini hiçbir zaman yaşamayacak. Ülkede ihtiyacımız olan reformlar Başkanlık sisteminde daha hızlı yürüyecek.

Sistemi değiştirerek yola devam etmeliyiz

AK Parti’deki bayrak değişimi için değerlendirmeniz ne olur?

Partimizin Genel Başkanı ve Başbakanımız Sayın Binali Yıldırım’ı 14 senedir tanıyorum. Kendisiyle 14 sene çalıştık. Bu çalışma tecrübesiyle kendisini sonuç odaklı bir kişi olarak biliyorum. Bu özellik Türkiye için büyük bir avantaj. Sayın Davutoğlu’nun Başbakanlığında da güzel bir dönem geçirdik. Çok sıkıntılı dönemler ustaca geçildi. Her meseleye sonuç odaklı bakıyoruz. Başkanlık sistemi ve yeni anayasa açısından da olaya yaklaşımımız bu şekilde. Türkiye yoluna mutlaka sistemini değiştirerek devam etmek zorunda.

İSTİKRAR DEVAM ETMELİ

İstikrar Başkanlık sistemi açısından en çok öne çıkarılan kavram. Bu bakımdan nasıl bir okuma yapılabilir?

7 Haziran sonrası milletimizin büyük feraseti olmasaydı bir koalisyonlar dönemine girecektik ve bana göre bu bir felaket olacaktı. Türkiye’de istikrar bozulacaktı, bugünkü terör mücadelesini böyle etkin bir şekilde yapamayacaktık. Bu çerçeveden bakınca bir an önce sistemin istikrarlı bir şekilde ve kuvvetler ayrılığını net bir şekilde ortaya koyacak şekilde belirlenmesi lazım. Sistem değişikliğiyle Başkan seçimle gelecek, kabinesini oluşturacak.

VERİMLİLİK GETİRECEK

Bu kabine Meclis’in içinden de olamayacak. Böylece meclis meclisliğini yaşayacak. Başkan ve onun kabinesi de yürütmede Bakanlar Kurulu olarak işlem yapacaklar. Başkanlık sistemiyle birlikte istikrar olacak, ülkenin işleri, meseleleri de daha hızlı ilerleyecek. Bu hızlı hareket etme beraberinde verimi getirecek. Başkanlık sisteminin getireceği hızı, verimi ülkenin geleceği ve gençlerimiz istiyoruz. Sistem değişikliği ülkemizin kalkınması, büyümesi için gerekli bir değişim. Biz parti olarak Başkanlık sistemini bu yüzden arzu ediyoruz.

Başkanlık kötü olsa ABD batar giderdi

Ana muhalefet partisi lideri milletin menfaatine olan başkanlık sistemine neden bu kadar karşı çıkıyor?

Gelsin, değişikliği Meclis’ten geçirelim ve millete gidelim. Millet versin kararı. Sistem değişikliği bu kadar yanlış ve kötü bir işse millet ‘hayır’ der. Ama millete güvenmiyorsanız, eğer zihniyetiniz üstenci ve dayatmacıysa, ‘Halk bilmez biz halka öğretiriz’ şeklinde, yani genel CHP karakteriyse o zaman millete gidemezsiniz. Biz millete inanıyoruz, CHP inanmıyor. Buyurun, hadi gidelim millete. Hodri meydan! Ancak onların problemi başka. CHP, bu ülkede hiçbir zaman kendi zihniyetinden bir ismi Başkan seçtiremeyeceğini biliyor.

14 SENEDİR TOKAT YİYİP OTURUYOR

Bugün dünyanın en gelişmiş ve güçlü ülkesinde, Amerika’da Başkanlık sistemi var. Başkanlık sistemi eğer kötü olsaydı o zaman ABD batar giderdi. Kılıçdaroğlu’nun sorunu teknik değil; onlar millete inanmıyor. Gerçi millet de onlara inanacak hal bırakmadı. Kaçıncı seçim oldu? 14 senedir her seferinde tokadı yiyerek oturuyorlar.

KILIÇDAROĞLU’NUN FELEĞİ ŞAŞAR

Dokunulmazlıkta çizdiği zikzaklar için değerlendirmeniz ne olur?

Samimiyetsiz, ciddiyetsiz ve bunu her zaman yapıyor. Kılıçdaroğlu, Türk milletinin basiretinden habersiz. Bu seçmen öyle bir hesap çıkarır ki feleği şaşar. Hem teröristlerle omuz omuza duracaksınız, cenazelerine katılacaksınız, sonra da dokunulmazlık zırhının arkasına sığınacaksınız. Millet buna razı değil. Bir referandum yapılsaydı milletin yüzde sekseni ‘dokunulmazlığı kaldırın’ diyecekti. Bunu bildikleri için 367’nin üzerine çıkacak oy verdiler. Yani neresinden baksanız ciddiyetsizlik.

====================================

Dostlar,

Erzurum Tıp Fakültesimden yetişme, ülkemizin nadide evlatlarından Prof. Dr. Recep AKDAĞ kısa bir Müezzinoğlu ayracının (parantezinin) ardından gene Sağlık Bakanı! Harika!

Bu kez kesin olarak, Büyük ATATÜRK‘ün taa Bandırma vapurundan dava ve silah arkadaşı, hekimi ve efsane Sağlık Bakanı (4. Başbakan!) Dr. Refik Saydam’ın görevde kalma rekorunu kıracak! (Önceki parçalılar dışında 13 yıla yakın kesintisiz, 1924-37)

SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM denen kökü dışarıda (Health Transformation!) Dünya Bankası – IMF dayatmasını ülkemize taşeron politikalarla dayatan anlayış gene görevde..  SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM hızlandırılarak ve ”Akdağ dirayetiyle” (!) tamamlanmaya çalışılacak anlaşılan.. Ama kapıyı zorlayan çoook önemli ve biriken yapısal sorunlar var. Ne yaparsanız yapın, Prof. Akdağ’ı değil Feriştah’ı getirseniz bu kafa ve politika ile üstesinden gelemeyeceğiniz sorunlar..
Hangisinden söz etmeli?

– En ivedi ve yakıcı sorun finansman… Halen özel sağlık kuruluşları Bakan Akdağ’ın dediği gibi biraz fark değil, % 200’e dek fark alabiliyor. Yani SGK’nın resmi tarifesi ne ise, onun 2 katı da özel hastaneden hizmet alanlardan istenebiliyor. Bu ”birazcık’‘ mıdır, takdire bırakıyoruz. Genel Sağlık Sigortası (GSS) başlatıldığında (1.10.2008) % 20 idi bu oranın üst sınırı. Birkaç yılda hızla 10 katına çıkartıldı özel sağlık sektörünün başlangıç mavi boncuğundan sonra..

– 2008’den bu yana aşamalı olarak yürürlüğe sokulan GSS sistemi artık kamusal kaynaklarla fonlanamıyor. SGK her yıl çok ciddi açıklar veriliyor ve deyim yerinde ise finansal yoğun bakımda tutularak açıkları merkezi yönetim bütçesinden (Genel Bütçe) karşılanıyor.. SGK, kısıntıların sonuna geldi. Gerek gerçekçi olmayan geri ödeme tarifleri gerek sağlık mal ve hizmetlerinin kapsam ve niteliğinde yapılan sürgit sınırlamalar da öyle.. Bir süredir ‘‘tamamlayıcı sigorta” denilen bir başka utanmaz soygun dayatılmakta.. Zoraki bireysel emeklilik gibi.. Anayasaya aykırı olarak herkesten ayda 100 TL ile başlatılıp zorunlu kılınacak..

– İlke olarak Vergiler karşılığında Sağlık hizmeti alabilmek hakkı yurttaş için söz konusu iken, en büyük ahlaksız oyun burada oynanarak PRİM = EK VERGİ dayatıldı GSS ile. Bu yetmezmiş gibi SGK, devasa – sürgit açıklarını azaltabilmek için (kapatmak hayal!) sürekli moneter (parasal) önlemlere başvurdu.. Onların da sonuna gelindi.. Bir başka ahlaksız dayatma, PRİM = EK VERGİDEN sonra ”tamamlayıcı sigorta”.. Türkçesi;

– Biz senden vergi alacağız ama bunu unutturacağız, kamusal sağlık hizmeti vermeyeceğiz.
– Sağlık hizmeti istiyorsan zorunlu olarak PRİM = EK VERGİ ödeyeceksin..
PRİM = EK VERGİ‘nin de yetmeyeceğini biliyorduk başından beri, ama seni buna alıştırdık, verdiğimiz hizmeti de epey kıstık ama yetmeeeeez… Yerli – yabancı sermaye daha çok rant istiyor! Biz bu muazzam rantı aktarmak için iktidardayız. Bu yüzden, sağlık sigortanı, güvenceler zaman içinde yine azaltılmak üzere, bir süre daha sürdürebilmek istiyorsan, benim kuşa döndürerek veriyor göründüğüm hizmetlere erişmek için bir kez daha, Deli Dumrul’un köprü başını tutması örneği bir sigorta daha yaptıracaksın! Çifte hörgüçlü deve.. ya da her 2 cebinde hortumlarımız olacak, çekip alacağız sözde genel sağlık sigortası için..

– Bu arada kamusal sağlık giderlerini yapabildiğimiz ölçüde kısacağız, cepten ödemler artmaya devam edecek. Toplam sağlık gideri kişi başına bin Dolara yaklaşacak. Ne varmış bu rakamda? AB’de 4-5 bin Dolar, ABD’de bunun 2 katı.. Bunca besleyip büyüttüğümüz yerli – yabancı sağlık sektörü yılda 70 – 80 milyar Doları bulan bir makro girdiyle ancak dişinin kovuğunu doldurabilir. Hem Şehir Hastaneleri inşaatları sürüyor hızla. Tayyip beyin geciken hülyası! Devletin arazisinin bedelsiz tahsisiyle, %100 Hazine garantili dış kredilerle (borçla), devletin 30 yıl piyasa fiyatlarıyla kiracı olmayı ve yatak kullanımı %70’in altına inerse farkını devletin ödemeyi yasal olarak yükümlendiği 5 yıldızlı otel standardında hastanelerimiz olacak. Ve bu hastanelerde maliyetler şimdikinden elbette daha yüksek olacak.. SGK geri ödemeleri elbette çok cılız kalacak. Cepten %200 fark ödemeleri de bu lüks hizmetin bedeline yetmeyecek. Kim yararlanacak? Açıkçası yerli ve yabancı zenginler.. Halkın vergileriyle, yoksul çoğunluğun değil zengin azınlığın yararlanacağı devlet destekli yatırımlar.. Bu ihaleleri kimlerin aldığı de belli. İşte AKP’nin adaleti bu.. Bu arada, politik indikasyonlarla kaçıncı SGK prim affı yapıldı ?

– Tüm bunlar olurken halkın sağlık düzeyinin iyileşmesini bekleyebilir miyiz? İster istemez bir miktar olur. Sağlık hizmetleri dışı nedenlerle de oluyor elbette. Ama harcanan ulusal kaynaklarla orantılı mı, kesinlikle hayır.. 34 OECD ülkesi içinde dipten 4. olmaya devam.. Dünya genelinde 90. sıralarda olmaya devam.. Dolayısıyla sağlık göstergelerinde anlamlı – mutlak iyileşme çok sınırlı. Sağlık kaynakları çok VERİMSİZ kullanılıyor. Amaç sermayeye rant aktarmak!

– Anayasa Mahkemesi zorunlu aşıyı hak ihlali buldu Kasım 2015’te.. 7 aydır Sağlık Bakanlığı, sorunu çözecek tek maddelik bir yasal düzenleme yapmadı, yapamadı.. Neden? Aşılama oranları 4 çocuktan 3’ünün üstüne çık(a)mıyor!? Nedendir?? Türkiye bu denli aciz mi?? Sağlık Bakanı Çocuk hekimi ama öncelikleri arasında ”çocuğun” adı yok!? 3 milyonluk ve hızla büyüyen Irak – Suriye kökenli insanların ciddi sağlık sorunları ve giderleri Bakanın öncelikleri içinde yok!?

………….

Neresinden tutsanız fiyasko.. Kanser cerrahisinde özel sektörde fark alınmaması Bakanın gündeminde öne çıkmış. RTE böyle bir ameliyat geçirdiğinden, doktoru kulağına bu sorunu üflemiş olmalı. AKP – RTE’nin sorunlara yaklaşımı böylesine rastgele, sistematik olmaktan uzak (Ciddiyetten de!) ne yazık ki!

Biz de, -kendimize çok yakıştırmasak da- Sağlık Bakanı Akdağ’ın kullandığı tümceyle bağlayalım:

Yani neresinden baksanız ciddiyetsizlik…

Sevgi ve saygı ile.
13 Haziran 2016, Datça

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Yaznın pdf biçimi : Saglik_Bakani_Akdag’in_oncelikli_hedeflerini_aciıklamasi_uzerine

GIDA GÜVENLİĞİ ve MEVZUATI

Sevgili AÜTF Halk Sağlığı Anabilim Dalı Asistanlarımız
Öğrencilerimiz,
Site Okurlarımız..

“GIDA GÜVENLİĞİ ve MEVZUATI”

başlıklı 34 sayfalık kapsamlı bir pdf dosyasını ilgi ve bilginize sunmak istiyoruz..

aclik_olumu_anne_ve_bebegi

Yararlı olması dileğiyle..

“GIDA GÜVENLİĞİ ve SANİTASYONU” başlıklı power point dosyasıyla birlikte okunmasını öneririz :

http://ahmetsaltik.net/2014/11/13/gida-guvenligi-ve-sanitasyonu-2/

Sevgi ve saygı ile.
06 Haziran 2016, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

IMF’nin İtirafları

IMF’nin İtirafları

PORTRESİ

Güray ÖZ

Cumhuriyet,
05.06.2016

(AS: Bizim katkılarımız yazının altındadır…)

Korkut Boratav Hoca aktardı, yorumladı. Neoliberalizmin içeriden eleştirisi ile karşı karşıyayız. IMF, dayattığı ekonomik politikayı büyüme, gelir dağılımı açılarından başarısız buluyormuş. Peki, IMF bu programı neden dayattı? Yine Korkut Hoca’nın tanımıyla; sermayenin sınırsız tahakkümünü gerçekleştirmek için.” Ama bu politika “büyüme ve gelir dağılımında iyileşme” olarak sunuldu. Şimdiki itiraf da bu nedenle programın tümüne yönelmiyor; gerçekleşmediği söylenen amaçlarla ve araçlarla sınırlıdır.
***
IMF uzmanları kurumun dergisinde üç imzayla yayımlanan makalede “sermayenin sınırsız serbestliğinden, piyasanın özgürlüğünden, kamu maliyesinin sıkı denetiminden, yani sıkı para politikalarından” yola çıkan neoliberal politikaların tökezlediğini anlatıyorlar. Vardıkları sonuç;

  • Büyümenin umdukları gibi olmadığı, eşitsizliklerin arttığı, bunun da büyümeyi iyice frenlediği. Yine de işin sosyal politik boyutlarına değinmekten doğal olarak kaçınıyorlar.
    Bu politikaların yarattığı tahribat umurlarında değildir
    .

***
Aslında 90’lı yılların sonunda benzer bir itirafı uzun yıllar Dünya Bankası Başekonomistliği yapmış (AS : 3,5 yıl yaptı..), Nobel ödüllü Josepf Stiglitz de yapmıştı: 

  • “Küreselleşme Büyük Hayal Kırıklığı” adlı kitabında “hükümetlerin ülkelerin büyümesini kolaylaştıran ancak aynı zamanda bu büyümenin daha adil bir şekilde bölüşülmesini de sağlayan politikalar benimsemesi gerekli ve mümkündür.” diye yazmıştı. Ama sistemin özü ile ilgili kaygılar taşımadığı için de araçların kullanımı ile ilgili bir eleştiriden öteye geçememişti.***
    Ama Stiglitz’in kitabındaki ilginç bir saptamayı burada yineleyelim. Şöyle diyordu Stiglitz:
  • İzlenecek politikalar konusunda tavsiyelerde bulunmaya başlayan akademisyenler
    politize oluyor ve kanıtlarını iktidardakilerin fikirlerine uyacak şekilde deforme etmeye başlıyorlar.”Bu bizim 12 Eylül öncesi 24 Ocak 1980 kararları, daha sonra Özal’ın Başbakanlığı ve Cumhurbaşkanlığı döneminden iyi bildiğimiz durumdur. O yıllarda neoliberal politikalara
    destek çıkan akademisyenlerin ideolojik çerçevenin oluşturulmasındaki katkılarını unutmak olmaz.
    ***
    IMF’nin sınırlı itiraflarının büyük finans çevrelerini ürküttüğü anlaşılıyor.
    Korkut Hoca, mutlaka okunması gerekli makalesinde küresel finans kapitalin önemli gazetesinin IMF’yi uyardığına da dikkat çekiyor. Financial Times başyazısında, “IMF’nin bu saldırısı
    çok tehlikelidir..”
    diye adeta çığlık atılıyor. Gazete “Dünyanın çeşitli yörelerinde neoliberalizm karşıtı kampanyalara öncülük yapan baskıcı rejimlere destek sağlamakla” suçluyor IMF’yi.
    ***
    IMF uzmanlarının yazdıkları iflas etmiş bir politikanın itirafından ibaret değildir.
    Onlar konuyu genişletmiyorlar ama neoliberal politikalar salt teknik değil aynı zamanda
    büyük bir ideolojik saldırı eşliğinde uygulamaya konuldu.
  • Türkiye bu ideolojik, politik, ekonomik saldırıda büyük zarar gördü.

Konuyu tartışmak isteyen aydınlar çerçeveyi iyi çizmek, bu politikalara medyadan, akademiden gelen desteği iyi irdelemek, ayrıntıda, örneğin “yetmez ama evet”te takılıp kalmamak zorundadırlar.

Çünkü aymazlık ya da gönüllü destek daha kapsamlıdır.

===================================

Dostlar,

Gelişmeler umut verici..
Duvara dayanıldığını en fanatik sermaye yanlıları (hatta uşakları!) bile görüyor..
Biz de yıllardır yazıyoruz.. artık bu vahşi çelik kuşatmanın sürdürülemeyeceğini..

Umudu bırakmamak gerek..
Ama akılcı – bilimci – örgütlü savaşımı da..
20 yıldır Tıp Fakültesinde

– KüreselleşTİRme ve Halk(ın) Sağlığı
(http://ahmetsaltik.net/2016/02/11/autf-d5-dersi-kuresllestirme-ve-halkin-sagligi/)

– Sağlık Ekonomisi
(http://ahmetsaltik.net/2016/02/11/saglik-ekonomisi/)

derslerini sabırla, iğne ile kuyu kazarcasına bunun için veriyoruz..

Her 2 ders yansılarına sitemizde erişmek olanaklı..

İnsanlık onuru emperyalist – kapitalizmi de yenecek..

Bu daha başlangıç, savaşıma devam..
Bu bağlamda, Sn. Osman Ulagay’ın Cumhuriyet’te 3.6.16 günü yayımladığı makalenin de okunmasını öneriyoruz..
(http://ahmetsaltik.net/2016/06/05/7-hazirandaki-soku-zafere-cevirmeyi-basardi/)
*****

Bu gün, 5 Haziran Dünya Çevre Günü..

Yabanıl (Vahşi) kapitalizm çevreyi de kâr hırsına kurban etti..
Hala dönüşümsüz aşamada değiliz..
Onu da durdurmalıyız..

3-5 çocuk yapın, Müslüman aile aile planlaması yapmaz.. gibi

– insanlık düşmanı
– çağdışı
– akıl dışı
– bilim dışı
– ve de DİN DIŞI

saçmalıklara gülüp geçerek;

– HER AİLEYE 1 ÇOCUK
EN ÜST TASARRUFLA ÇAEVREYE SAYGILI YAŞAM 
ATALARIMIZDAN MİRAS DEĞİL EMANET ÇEVRE...
– Doğaya hükmetme değil, yasalarını öğrenerek barış içinde birlikte yaşama!
   (peacefull co-existence, co-existence pacifiqué)
…..

temel ilkeleriyle güzelim dünyada insanca yaşamı sürdüreceğiz..

Bizi var eden ÇEVREMİZE şükranla…

Sevgi ve saygı ile.
05 Haziran 2016, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Prof. Aziz Sancar kanserin sırrını açıkladı

Prof. Aziz Sancar kanserin sırrını açıkladı

Nobel Kimya Ödülü sahibi bilim insanı Prof. Dr. Aziz Sancar, kendi buluşu olan
DNA onarımının kanseri önlemede etkili bir mekanizma olduğunu vurgulayarak,

“Kanserin en büyük sırrı, sigara içmemektir.
Sigara içerseniz DNA onarımı başa çıkamaz, kanser olursunuz.” dedi.

Prof. Dr. Sancar, Dokuz Eylül Üniversitesi bünyesindeki İzmir Biyotıp ve Genom Merkezi’nde (iBG-İzmir) adının verildiği Prof. Dr. Aziz Sancar Oditoryumu’nda basın toplantısı düzenledi.

Kanseri önlemede DNA onarımının etkili bir mekanizma olduğuna işaret eden Sancar, konuşmasına,

  • “Kanserin en büyük sırrı, sigara içmemektir.
    Sigara içerseniz DNA onarımı başa çıkamaz, kanser olursunuz.”
    sözleriyle başladı.Kanser tedavisinden önce korunmanın gerekliliğini vurgulayan Sancar,
    DNA tahribatını onarıp, kanser ilaçlarının daha etkili olması için uğraştıklarını,
    çalışmaların şu an net bir düzeye ulaşmadığını ancak ulaşacağına emin olduğunu söyledi.
    Her şeyin temel bilime dayandığını vurgulaylan Sancar, şöyle devam etti:
  • “DNA’nın şekli 1953’te keşfedilmişti. Bu hem temel bilim, hem de sağlık bilimleri alanında büyük yenilik sağladı. Bunun üzerinde çalışanlar ‘Ben kanseri tedavi edeceğim‘ diye düşünmüyorlardı. Ben de DNA onarımı üzerinde çalışırken, ‘Ben kanseri tedavi edeceğim’ diye başlamadım. DNA nasıl onarılıyor, onu anlamak istedim ve onun mekanizmasını çözdüm. Bu, hem kanserin önlenmesinde hem de tedavisinde önemli olacaktır.
    Tıbbi bilim, temel bilime dayanmadan olmaz. Avrupa’dan, Amerika’dan devamlı
    ithal edemeyiz, kendimizi üretmeliyiz, bunu tekrar tekrar vurgulamak istiyoruz.”
     

    Gençlere Atatürk’lü mesajSancar basın toplantısının sonunda
    Nobel Ödülü’nü Anıtkabir’e teslim etme kararını anlatan Sancar, sözlerini şöyle sürdürdü:

  • “Ben Atatürk’ün yaptığı devrimlerin, Cumhuriyet’in çocuğuyum.
  • Beni  yetiştiren Köy Enstitüsü mezunlarıdır.
    Savur, Mardin ve İstanbul Tıp Fakültesi’dir. Ben onların bir ürünüyüm.
  • Onlar vasıtasıyla aldım ödülü.
  • Atatürk’ün ve Cumhuriyet’in ödülüdür. O bakımdan oraya aittir.
  • Nobel ilan edildiği gün tam bir kaostu, düşünecek vakit yoktu.
    İkinci gün biraz rahatladık.  Eşimle konuştuk. Eşim Türkiye’yi çok seviyor.
    İkinci gün ‘madalya Anıtkabir’e teslim edilecek‘ diye düşündük.

    Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk hakkında çok Kitap okuduğunu söyleyen Sancar, eğitimin o dönemde de büyük önem taşıdığını vurguladı.Atatürk’ün de eğitime büyük önem verdiğini kaydeden Prof. Dr. Aziz Sancar, Türk gençlerine de

  • “Gençler, ilkokuldan üniversiteye kadar politikayla uğraşmayın,
    günlük kültürle uğraşmayın, bilim yapın, tavsiyem odur.”
    diye seslendi.

========================================

Dostlar,

Helal olsun Prof. Aziz Sancar hocamıza..
İşte vefa budur…
İşte

– Kutsal Cumhutiyete,
– Büyük Atatürk‘e,
– Aydınlanma Devrimlerine inanç ve bağlılık budur..

İşte Türkiye Cumhuriyeti ile yurttaş olarak bütünleşme (integrasyon) budur..
“Ceberrut T.C.” (!), Prof. Aziz Sancar’ı assimile mi etmiştir??
Bu soruya hangi sağlıklı akıl “evet” diyebilir?
40 yıldır ABD’de yaşıyor Sancar hoca.. Eşi Amerikan..
Ama köklerine bağlı..
Aslını yadsıyana ne deniyordu??

  • Haramzade!****Yarın 31 Mayıs Dünya sigarayı bırakma günü..
    Sigara içen dostlar; Sancar hocanın uyarısına bir kez daha dikkat lütfen..
    Kendinize ve sevdiklerinize çooook değerli bir armağan olacak sigarayı bırakınız..
    Haydi, çok anlamlı bir şans verin sağlığınıza..
    Akciğer kanserlerinin %90’ının sorumlusu sigara!Akciğer kanserine yatkınlık genleri taşıdığınızı varsayalım..
    Sigara içmezseniz, içilen ortamda bulunmazsanız bu genler uykuda kalabilir
    ve kanser olmazsınız..Ya da; akciğer kanserine yatkınlık genleri taşımadığınızı varsayalım.. Sigara içer ya da içilen ortamda kalırsanız, sağlıklı genlerinizde mutasyon olur, Ardışık DNA zedelenmeleri onarılamaz
    ve başta akciğer olmak üzere öbür pek çok organ, sistem kanserine yakalanırsınız..

    Sigara içimi, toplam kanser riskinin yaklaşık 1/3’üne denktir!

    Tersinden söylersek;

  • Sigara içmemek, kanser riskini 3 birimden 2 birime indirir..
    Öbür 2 birimden biri yeterli – dengeli beslenmek ve fiziksel egzersizdir..
    Her gün en az yarım saat tempolu yürümek.. olağanüstü koruyucu etkilidir. Son 1/3 pay ise düzenli aralıklarla koruyucu sağlık hizmeti almak ve kanserin erken tanısını sağlamaya çabalamaktır.. Günümüzde pek çok kanser türü erken tanı ile etkili biçimde sağaltılabilmektedir.. Sağlık Bakanlığına bağlı KETEM‘ler bu amaçla hizmet veriyor..
    Örn. mammografi ile meme kanseri taraması ve pap smear (yayma) ile rahim (uterus) kanserlerinin erken tanısı etkin biçimde ve ücretsiz yapılmaktadır..
    50 yaş sonrası 10 yıl arayla 3 kez kolonoskopi de öyle..
  • Sigara içmeyerek kendini ve çok daha tehlikeli olan pasif sigara dumanından
    yakın çevresindekileri korumak, kişinin kendisine ve çevresine karşı vazgeçilmez bir
    ahlaksal ve etik sorumluluktur..
  • Sağlık Bakanlığı ALO 171 servisleri, psikolojik destek ve gerektiğinde ücretsiz ilaç desteği ile sigarayı bırakmak isteyenlere başarılı tıbbi hizmet vermektedir.
    Bu tıbbi destekle sigarayı bırakmak çok kolaylaşmıştır..2015 içinde Türkiye’de 170 bini aşan insanda yeni kanser tanısı kondu..
    Her yıl her yüz bin kişiden yaklaşık 220 kişide yeni kanser tanısı konuyor ülkemizde..
    Bu rakam dünya genelinde, GLOBOCAN verileriyle yılda 15 milyon dolayında ve
    Türkiye’de Dünya genelinden biraz daha çok kanser saptanıyor!..
    Başta gelen neden ise hala, yaklaşık 1/3 aslan payı ile sigara içimi!Bu gün 31 Mayıs Dünya Sigara İçmeme Günü…

    Sigara için dostlarımız kendilerine ve yakınlarına çok değerli bir armağan vererek
    sigarayı bıraktığını muştulayabilir!

    Bu gece yarısına dek özellikle müjde bekliyoruz dostlarımızdan..
    Sonrasında ise diledikleri zaman verebilirler bu armağanı önce kendilerine,
    sonra sevenlerine..

    Ama sakın geç kalmadan (kanser olmadan!)

    Sevgi ve saygı ile.
    31 Mayıs 2016, Ankara

    Prof. Dr. Ahmet SALTIK
    Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
    AÜTF Halk Sağlığı AbD
    www.ahmetsaltik.net
    profsaltik@gmail.com

     

EMEĞİN HUKUKU KURULTAYI..


EMEĞİN HUKUKU KURULTAYI..

*****

Dostlar,

Bize heyecan veriyor bu Kurultay.. Ümidi yaşatmalıyız..

Hep söylenir “HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ” diye.. (Rule of Law)
Kuşkusuz bu savsöze de saygı duyarız..
Ancak bize çok temel bir eksiği hep dokunur ve şu soru dilimizden dökülür :

– İyi de, kimin hukukunun üstünlüğü??

Egemenlerin hukuku olmamalı kodlanan ya da dayatılan..
Emeğe saygılı hukukun üstünlüğü olmalı kuşku yok..
Bu bakımdan, 21. yy’da Küreselleşme yaftası ile sermayenin emperyal egemenliğini dayatan bir yaklaşımdan Küresel sermaye geri durmalı..

Hukuk gemisi, ancak «Erdem denizinde» yüzdürülebilir..
Erdemli bir topluma gereksinim var, bu AKP ile olmuyor..
Dinci – yoz – kapitalizmin emrinde ılımı İslam ile sürüklendiğimiz bataklık ortada!
İnsest, tecavüz, kadın cinayetleri, cinsel sapmalar, çocuk gelinler… toplumu boğuyor!
Aydınlanmacı Denis Diderot taa 1774’te haykırmıştı :

  • “Ahlaksızlık ile dinsizliği karıştırmamak gerekir. Din olmadan ahlaklılık olabilir
    ve
    ahlaksızlıkla din bir arada bulunabilir ve çoğunlukla da böyledir..” *****
    Hedef; «emeğe saygılı hukukun üstünlüğü» dür.

Halkın «demokratik hukuk»unun üstünlüğüne dayalı hukuk devleti ve toplumu yaratmanın temeli, insanların bu üstün değerlere aşık ve «erdemli» yetiştirilmesine bağlıdır.

Bir büyük – kapsamlı uzlaşmaya gereksinim var emekçilerle sermaye arasında..
Bu yüzyılın, Küreselleşme ile demokrasi ve insan hakları getireceği kocaman bir masal..
Özellikle SSCB’nin çöktüğü 1991’den bu yana tek kutuplu kalan dünyada ABD’nin
dünyayı nasıl kana buladığını çeyrek yüzyıldır dehşetle izliyoruz..

Adam Smith’in torunları olarak O’nun 18. yy. sonu iktisadi Liberalizmini güncellediklerini savlayan Neo-Liberal yeni yetmeleri, sermaye birikimini daha da ağırlaştırdıkları bir vahşi sömürü düzeninde ödünsüz sürdürmekteler. Araçları çeşitlendi ve çoklaştı, güçlendi üstelik.

Finans kapital aşamasına, Nirvana’ya eriştiler adeta (!) Reel yatırım ve doğal türevi olan üretim yapmaksızın spekülatif sermaye hareketleriyle sermaye birikimini Kumarhane kapitalizmi sefaletiyle sürdürürken Küresel gelir dağılımını korkunç adaletsizleştirdiler, yoksulluğu yatay
ve dikey boyutlarda muazzam büyüttüler, yaygınlaştırdılar..

Çok doğallıkla bu ağır hastalıklı iktisadi düzen (!?) sıklıkla yatağa düşmekte :
Ardı arkası gelmeyen ekonomik bunalımlardan başımızı kaldıramıyoruz..
Açıkçası “sürekli kriz” durumundayız :

Status crisus diyebiliriz belki de bu sürgit (kronik) patolojik duruma..

Eğer iş – ekmek yoksa barış ve güvenlik de yok.. 
Sözcüklerle kurulması sakıncalı olmayan bir Deterministik denklem..

Türkiye, 24 Ocak 1980 Kararları ile Küresel sömürü düzenine Demirel – Özal eliyle bağlandı.
12 Eylül darbecileri süreci kurumlaştırdılar, 1982 Anayasasını yaptılar bu amaçla..
Bu anayasa 35 yıldır üzerine düşeni yaptı, aradaki değişiklik destekleri ile..
“Ufak tefek” pürüzleri küresel sermayeyi rahatsız edegelmekte… Bu yüzden DTÖ
(Dünya Ticaret Örgütü) “Tek bir küresel sistemin anayasasını yapıyoruz..” buyurmakta.
35 ülkede şablon anayasayı dayattılar.

Türkiye’deki sözde “Yeni Anayasa” sürecinin dinamikleri özde yurtdışında!

*****
Ülkemizde iş kazaları cinayetleri ve meslek hastalıkları dramı tüm yakıcılığıyla sürmekte..
Türkiye, iş – işçi sağlığı – güvenliğini sağlama amaçlı ILO Sözleşmelerinin yalnızca 1/4’ünü iç hukukuna aktarmış durumda.. Üstelik taa 1936’dan gelen kıdemli bir ILO üyesi iken!
İnşaat sektöründe ve madencilik alanında iş -işçi sağlığı ve güvenlğini öngören
ILO Sözleşmeleri (sırasıyla 167 ve 176  sayılı ILO Conventions) daha 2 ay önce 23 Mart 2016’da AKP iktidarınca kerhen iç hukuka katılabildi!

Küresel – yerel sermayenin çelikleşen monobloku, siyasal iktidarları net bir egemenlikle yönlendirmekte ustalığını sürdürüyor..ILO normları uygulansa üretim maliyetinin en çok %5’i dolayında bir maliyet artışı olacak.. İşveren bu giderleri vergiden düşebiliyor mevzuata göre. Ancak bu maliyet de sermaye güdümlü iktidarlarca halka yüklenmekte; ulusal gelirin %4-6,5’i arasında muazzam bir maliyet (ILO uzmanı Takala, 2005) topluma yansıtılmakta!

Daha yeni emeği köleleştiren – metalaştıran özel istihdam büroları, çalışma yaşamını olabildiğine esnekleştiren (=sermayenin isteklerine göre kesip – biçen) yasa TBMM’den geçti!
Emekçinin kıdem tazminatını hiç etmenin hin yöntemleri sermaye tarafından dinci (Müslüman?) AKP iktidarına dikte edilmekte..

İşsizlik sigortasında 90 milyar TL’yi aşan alınteri birikim aslanın midesinde işsiz kalan emekçilerin yararlanabilmesi bakımından.. Emekçinin sigortası olan bu fonlar, bambaşka alanlarda faizsiz kredi kaynağı olarak AKP iktidarınca kullanılmakta emeğin sırtından..

****
Küresel sermayenin, 1776’dan günümüze Adam Smith’in tarihsellik sakatlığını taşıyan ideolojini (The Wealth of Nations) sürdürme olanağı kalmadı gibi.. KüreselleşTİRmeciler, 21. yy’ın Marx’ın 1850’lerinin proleteryasına hiç benzemeyen ama onu aşkın yeni emekçi sınıflarla uzlaşması kaçınılmaz görünüyor..

– Üniversite mezunu – nitelikli işgücüi
– Birkaç dil ve bilişim bilen
– İşsiz ve yoksul
– İşi olan ama yoksun
– Gelecek güvencesi olmayan – umutları çalınmış…

yüz milyonlarca genç! Nüfus artışı ile, Özelleştirmelerle daha da çoğalıyor, bilinçleniyor ve örgütleniyorlar..

Buyurun başedin Adam Smith’in zavallı neo-liberalleri ve CFR’nin ücretli sipariş akilleri! 

İlk adım, yıllardır yazar – söyleriz; “maksimum kâr” tunç yasasını dayatma ilkelliğini bırakmak..
21. yy’ın reel politiğinin buna elvermediğini artık görmemekte direnmemek..
“Maximum profit” (en çok kâr) akılsızlığı yerine “reasonable profit” (makul kâr) anlayışına terfi! Hani ağzınızdan hiç düşürmediğiniz galatınız “win – win” var ya, işte onun gibi bir şey..

****
Dileriz, TBB (Türkiye Barolar Birliği) öncülüğünde 3 işçi sendikası konfederasyonu ve hukukçular, yukarıdan beri özetleyegeldiğimiz makro ekonomo-politik sorunları irdelerler ve yepyeni – ufuklu, sıradan olmayan yaratıcı çözümler koyarlar ortaya.. Sermaye de uzlaşmacı davranır ve mutlak vesayetleri altındaki siyasal iktidarlara birazcık manevra alanı tanırlar..

Çare, Kanada’dan Prof. M. Chossudovsky’nin hep vurgulayageldiği gibi :

  • DİRENİŞİ KÜRESELLEŞTİREBİLMEK!

Hiç kimse unutmamalı, “Adalet Mülk’ün (Ülkenin) temelidir” özlü sözü,
Küre için de geçerlidir.. Öyle ya, küreselleşip tek topluma – devlete evrilmiyor muyuz?
Öyleyse,

“Adalet Kürenin (Küresel ülkemizin, Dünyamızın) de temelidir!”

Sevgi ve saygı ile.
23 Mayıs 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Yazımızın pdf biçimi : EMEGIN_HUKUKU_KURULTAYI_ve_DUSUNDURDUKLERI

 

Dünya İş Sağlığı ve Güvenliği Günü 28 Nisan 2016 Teması : İŞYERİNDE STRES ve Çağrışımlarımız..

Dünya İş Sağlığı ve Güvenliği Günü
28 Nisan 2016 Teması :
“İŞYERİNDE STRES.. Ortak bir zorluk..”

ILO_logo

 

İşyeri Sağlığı ve Güvenliği

ILO “işyerinde stres” ile ilgili farkındalığın artırılması ve
bu konuda ortak çaba gösterilmesi çağrısında bulunuyor.

(AS: Bizim kapsamlı irdelemememiz yazının altındadır..)

Dünya İş Sağlığı ve Güvenliği Günü 28 Nisan 2016 tarihinde

  • “İşyerinde Stres: Ortak bir zorluk” teması altında kutlanıyor.Konuyla ilgili yeni bir ILO raporu işyerinde stresin neden olduğu psiko-sosyal tehlikelerin görülme sıklığının farkına varılması ve bu tehlikelerin etkilerinin sınırlandırılması için ortak çabaların artırılması gereksinimine vurgu yapıyor.
Basın açıklaması | 28 Nisan 2016 Perşembe

 

Dünya İş Sağlığı ve Güvenliği (İSG) Günü bu yıl Türkiye’de 2. kez kutlanıyor.
Bu yılkı Dünya İSG Günü’nün amacı, iş kaynaklı strese ve bu sorunun çalışma yaşamındaki yerine daha fazla dikkat çekmek.

“İşyerinde stres – ortak bir zorluk” başlıklı yeni bir ILO raporu bu sorunla ilgili genel farkındalık düzeyinin artırılması, konunun mevzuat ve politikalarda daha kapsamlı bir şekilde ele alınması ve konuyla ilgili verilerin toplanmasına daha çok ilgi gösterilmesi gereksinimini dile getiriyor.

İşyerinde stres, işyerindeki psiko-sosyal etmenlere bağlı olarak ortaya çıkmakta ve kişiden istenen işlerle, kişinin bu istemlerle başaçıkmak için kullanabileceği kaynaklar arasında bir dengesizlik olmasından kaynaklanmaktadır. Stresin etkileri kişiden kişiye değişmekle birlikte, stres gerek kalp-damar hastalıkları, tükenmişlik sendromu ve depresyon gibi sağlık sorunlarına; gerekse artan sigara tüketimi, sağlıksız beslenme ve uyku bozuklukları gibi davranışlara neden olabilmektedir.

Güvenilir ve karşılaştırılabilir verilerin elde edilmesi zor olmakla birlikte, Avrupa’ya ilişkin veriler 2009’da işgücünün ortalama %22’sinin stres yaşadığına ve yitirilen toplam işgünlerinin %50-60’ının işe bağlı stres nedeniyle yaşandığına işaret etmektedir (2009 AB Risk Gözlemevi Raporu). Bu sorun giderek artma eğilimi sergilemektedir.

ILO Türkiye Direktörü Numan Özcan, Dünya İSG Günü’nü kutlamak için yaptığı açıklamada şu hususa vurgu yapmıştır:

İşyerinde stres, maalesef günlük çalışma yaşamımızda çok sık karşılaştığımız bir gerçektir. Stres özellikle iş devamsızlığı (çok sık işe gelmeme) veya sürekli çalışma (mesai saatleri dışında çok fazla çalışma) şeklinde kendini göstermekte; çalışan motivasyonunu, memnuniyetini ve bağlılığını azaltmakta ve çalışan devir oranlarını artırarak verimliliği etkilemektedir. Bununla mücadele etmek için hepimizin kimi yöntemler geliştirmeye gerek var.” 

Bununla birlikte, Yeni ve Yükselmekte Olan Risklerle ilgili İlk Avrupa İşletmeler Anketi’ne (ESENER Raporu) göre, yöneticilerin %80’i psiko-sosyal risklerden endişe duyarken, yöneticilerin %33’ünden daha azının bu risklerle başa çıkmak için süreçleri bulunmakta.

Bu yılki ILO raporu da psiko-sosyal risklerin yönetilmesinin ulusal İSG politikalarına dahil edilmesi; psiko-sosyal risklerin, işyerinde değerlendirilmesi gereken riskler kategorisine alınması ve ruhsal ve davranışsal bozuklukların meslek hastalıkları listesine dahil edilmesi için, hükümetlerin, işverenlerin, çalışanların ve temsilcilerinin ortak çaba göstermesine gerek duyulduğuna vurgu yapıyor.

Ayrıca, endişelerini dile getirebilmeleri amacıyla işyerlerinde çalışanlara etkili bir söz hakkı verilmesinin sağlanması ve işyerlerinde, çalışanlar için sosyal destek sistemlerinin kurulmasının teşvik edilmesi de büyük önem taşıyor. Örneğin İş Teftiş Kurulları, sendikalar veya işletmeler tarafından gönüllü rehberlik malzemelerinin geliştirilmesi, daha resmi ve bağlayıcılığı olan düzenleyici standartların oluşturulmasında ilerleme kaydedilmesi için yararlı olabilir.

Bu yıl ILO Türkiye Ofisi, 2016 Dünya İSG Günü’nü İzmir Ekonomi Üniversitesi tarafından düzenlenen bir İSG Sempozyumu çerçevesinde İzmir’de kutlayacak.

Sendikal hareket, 1996 yılından bu yana 28 Nisan gününde iş kazaları ve meslek hastalıkları nedeniyle yaralanan veya yaşamını yitiren işçileri anıyor. ILO, ölüm ve yaralanmaların önlenmesine yönelik yıllık tematik (AS: konulu) kampanyalar düzenleyerek, bu günü hem bir anma günü hem de bir kutlama günü olarak kabul ederek bu kampanyaya 2003 yılında katılmıştır. (http://www.ilo.org/ankara/news/WCMS_475262/lang–tr/index.htm)

Daha çok bilgi için:
Dünya İş Sağlığı ve Güvenliği Günü 
İzmir Ekonomi Üniversitesi, İş Sağlığı ve Güvenliği Sempozyum

==============================================

Dostlar,

Büyük yoğunluğumuz nedeniyle bu konuyu 1 hafta gecikerek paylaşabiliyoruz.. 2 Mayıs 2016 günü İstanbul’da Ulusal Kanal’da EKOPOLİTİK Programında Sn. Çetin Ünsalan’ın konuğu olduğumuzda bu temaya değindik (https://youtu.be/CQaoA228SS0).

ILO’ya elbette çabaları için teşekkür ederiz.
Ancak işyerinde stresin, KüreselleşTİRmeden = Yeni Emperyalizmden kaynaklanan temel ekonomo – politik sorunlar kaynaklı olduğu asla gözardı edilemez. Bunlar başlıca;

– Yüksek İşsizlik tehdidi
– Esnek istihdam
– Güvencesiz istihdam
– Sendikal örgütsüzlük
– Yetersiz ücret; yoksulluk ve yoksunluk
– Emekli olamama kaygıları
– Sermayenin küreselleşerek spekülatif finans-kapitale (kumarhane kapitalizmine) dönüşümü
– ….

Bu temel, ciddi ve ağır sistematik sorunlara katılımcı ve işleyen – ussal çözümler üretmeden çalışanların iş – işyeri kaynaklı stresini yönetmek nasıl olanaklı olabilecektir? Yerel sermaye ile bütünleşerek (gerçekte onları yutarak!) iyice güçlenen ve tekelleşen küresel sermaye, giderek uzlaşmaz – dayatmacı tutumlar izlemektedir. Öyle ki; emekçilere, onca ağır vergi ve sömürü yetmezmiş gibi, son birkaç on yılda yepyeni (!?), post-modern (!?) bir vergi daha yüklenmiştir! Akıllara durgunluk veren KAN ve CAN VERGİSİ emekçilere vahşetle ödetilmektedir! Bu çarpıcı saptamanın kanıtları iş cinayetleri ve meslek hastalıklarıdır. ILO verisiyle (2015) her gün 865 bin emekçi çalışırken – üretirken işyerinde yaralanmakta – hastalanmakta – ölmektedir! Yılın 365 gününde bu rakam 316 milyon gibi muazzam bir büyüklüğe erişmektedir. Oysa bilimsel olarak meslek hastalıkları %100, iş kazaları –  cinayetleri %98 önlenebilir durumdadır. Üstelik son derece makul giderlerle.. Toplam üretim maliyetinin %5’ini geçmeyecek düzeyde. Ayrıca bu giderler vergi yasalarımıza göre gider gösterilerek vergi matrahından düşülebilirken. İşverenler  bu giderlerden kaçınarak, maliyeti topluma yansıtmakta ve yine ILO verileriyle (Takala, 2005) ulusal gelirin (GSMH) %4-6,5’i arasında daha ağır bir maliyet yüklemektedirler. Ayrıca yukarıda sıralanan nedenlerle de, sermayenin tunç yasası bağlamında kârlarını en çok kılmak (kâr maksimizasyonu) için ödünsüz çaba içindedirler.

Burada son derece önemli bir makro soruna daha mutlaka vurgu yapmak gerekiyor : Nitelikli olmayan (unqualified) emekçilerin işyerlerinde döngüsü (turnover) çok hızlıdır. Daha açık bir anlatımla niteliksiz emekçiler 2-3 yıl çalıştırılıp çıkarılmakta, yerlerine yenileri alınmaktadır. Nitelikli çekirdek emekçiler işte tutulmakta ancak öbürleri hızla yenilenmektedir. Benzetmek incitici ama adeta garanti süresi dolmadan! Dolayısıyla bu işletmelerde meslek hastalıkları da görülmüyor (!). Tıpta (Epidemiyolojide) bu aldatıcı duruma ironik olarak “sağlıklı işçi etkisi” denilmekte. Nitekim dünya genelinde yıllık toplam meslek hastalığı saptaması 1 milyonu aşmıyor.. Küre genelinde yaklaşık 3 milyar emekçide yıllık %o4-12 beklentisiyle (Harrington JM, Gill FS, Aw TC, Gardiner K. Occupational Health4th Edition 1998) her yıl 12-36 milyon yeni meslek hastalığı beklenirken salt 1 milyon olgu (yarısı Çin ve ABD’den), emekçilerin bu dertlerine tanı bile konulamadığını kanıtlamaktadır (gizli meslek hastalıkları salgını!).

Oysa üretim maliyetinin vergiden düşülebilecek %5’i dolayındaki giderle %98-100 oranında önlenebilecek iş cinayetleri – meslek hastalıklarının bedeli, kezlerce katlanan maliyetle (ulusal gelirin %4-6,5’i) sermaye tarafından topluma yansıtılmaktadır. Bu kapitalist politika etik – moral olmadığı gibi yasal da değildir ama eylemli (de-facto) gerçek budur. Bu sorunun küresel ölçekte ele alınarak mutlaka çözülmesi gerekir.Bu kabul edilemez ve sürdürülemez işleyişin 2 büyük yükü daha var.. İlki sosyal güvenlik bağlamında. 2-3 yılda bir doldur – boşalt emekçiler geçici – esnek istihdam ile SGK’ya 25 yıl / 7500 gün prim ödeme koşulunu nasıl yerine getirebileceklerdir emekli olabilmek için? Bu hovarda – sorumsuz rejim günümüzden alarak 25 yıl kadar sürdürülürse, 50’li yaşlara gelecek milyonlarca nitelikli olmayan işgücü nasıl emeklilik hakkı kazanacaktır? Üstelik belli ölçülerde adı konmayan meslek hastalıkları bulguları olan, ufak – tefek, orta boy iş kazaları ile kimi engellilikleri yüklenen bu emekçiler, dev bir sosyal güvenlik karabasanı doğurmayacak mıdır?

İkinci makro-ekonomik, makro-politik sorun Demografik fırsat penceresi açısındandır. Türkiye halen bu Pencere dönemindedir ve eldeki nüfus artış verileriyle iyimserlikle en az 35-40 yıl daha bu dönemi yaşayacaktır. Yani, hızlı ama çok anormal olmayan bir nüfus artış hızıyla (2015’te %1,34; 1 milyon 45 bin artış!) Türkiye, çok genç nüfusuyla 35-40 yıl daha “yaşlı” bir nüfus olmadan “genç nüfus” niteliğini koruyan, bu avantaja sahip dinamik bir denge durumu.. Bu dönemde yapılacak en önemli yatırım, eldeki insangücünün niteliğini iyileştirmektir. Bunun da 2 temel dayanağı vardır; Sağlık ve Eğitim. Eldeki büyük nüfusun (80 milyon!) sayısını daha hızlı artırmayı asla dayatmaksızın (sandviç toplum olma riski!) insangücünün sağlığını ve eğitimini daha da iyileştirmek.. Bu yolla üretimin miktar, çeşit ve niteliğini akıllıca yönetmek..

Türkiye bu 2 büyük makro stratejik tehdit ile yüz yüzedir. Siyasal tercih şansı yoktur ve küresel sermaye ile bütünleşen yerel sermayenin akıl dışı ve sürdürülemez dayatmalarına – vesayetine dur demek zamanı gelmiştir.

Keşke ülkemizde de bu tür tabloların verilerini yükleyerek bilgisayarda benzeşim (simülasyon) uygulamaları ile öngörü (prediction, estimation, projection) yapabilecek kurumsal altyapı olsa ve bizler de sayısal karar verme süreçleri (quantitative decision making procedures) ile bilimsel yönetim ve politika (politics değil policy) izleyebilsek.. Siyaseti, seçim kazanma nedeniyle “dilediğini yapabilme” olarak görme ilkelliğinden kurtulabilsek. Alaturka anlayışın yerini “halk – ülke için en iyisini yapma” sorumluluğu alsa.. Bunun da biricik yolunun, büyük ATATÜRK‘ün vurguladığı üzere AKIL VE BİLİM / BİLİMSEL AKILCILIK olduğunu kavrayabilsek..

*****

– Emek örgütleri, ILO ile birlikte sorunu BM gündemine taşımalıdır. BM Genel Kurulu ya da Güvenlik Konseyi bu yakıcı sorunu tartışmalı ve ILO tarafından güncellenen en temel – olmazsa olmaz (essential) işçi sağlığı – iş güvenliği normlarını yaptırıma bağlayarak benimsemelidir. BM bu normlara uyulmasını Dünya Ticaret Örgütü ile birlikte sıkıca denetleyerek sağlamalı, örneğin anılan enaz (asgari) sağlık – güvenlik koşullarına uyulmadan üretilen mal ve hizmetler bir yeterlik damgası (CE gibi..) alamamalı, küresel dolanıma çıkarılamamalıdır. 21. yy. başında küresel sermaye hala yabanıl (vahşi) dayatmalarını sürdür(e)memeli, artık biraz matüre olmalı, evrimleşmeli, uygarlaşmalı ve maksimum kâr dayatmasını terk ederek “makul kâr” a gelmelidir. Bu gelişmenin kendiliğinden olacağını beklemek elbette gerçekçi değildir. Emeğin, tüm güçlüklere karşın örgütlenmesi, sendikal gücünü pekiştirmesi ve en önemlisi yeni müttefikler bulması gereklidir. Bu bağlamda en önemli ortağın, 21. yy’da iyice belirginleşen

– yüksek öğrenimli ama işsiz,
– diplomalı ama yoksul,
– bileziği var ama sömürülen
– çalışsa bile yoksul – yoksun
– Dil ve bilişim bilen
– Gelecek kaygısı içinde ve güvence arayan…

yüz milyonlarca genç!

Sanırız Marx‘ın sanayi proleteryası, 21. yy’da küreselleşen kapitalizmin (yeni emperyalizmin!) ürettiği, yukarıda tarihsel handikaplarını sırladığımız postmodern proleterya ile ittifak ile, birkaç kuşak sonra, ama diler ve umarız ki 21. yy. bitmeden bu kadim vahşet düzenine son verebilecektir.

Emek en yüce değerdir.. Emeğe saygı, insan olmanın baş koşuludur..

Selam olsun dünyanın tüm -birleşen- ezilen emekçilerine!

Sevgi ve saygı ile.
05 Mayıs 2016, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

ILO Raporu için http://www.ilo.org/wcmsp5/groups/public/—ed_protect/—protrav/—safework/documents/publication/wcms_466547.pdf

19 yansılık sunu için : http://www.ilo.org/wcmsp5/groups/public/—ed_protect/—protrav/—safework/documents/publication/wcms_473267.pdf

Epidemiyoloji ve Biyoistatistik İlişkisi / Epidemiology & Biostatistics Relationship


Sevgili AÜTF Dönem 2 Öğrencilerimiz
,
Asistanlarımız, ilgilenen arkadaşlarımız..

Epidemiyoloji ve Biyoistatistik İlişkisi

konulu dersimizin güncellenmiş yansılarını, aşağıdaki erişkeyi tıklayarak izleyebilirsiniz.

Ülkemizin kaynakları çok sınırlıdır.
Özellikle genç araştırıcıların yöntemde hataya düşerek bilimsel araştırma çabalarının karşılığını zaman zaman bulamayışı büyük üzüntü kaynağıdır ve böylesine bir lüksümüz yoktur.
O bakımdan ARAŞTIRMA YÖNTEMBİLGİSİ (Epidemiyoloji) vazgeçilmez gözükmketedir.
Öte yandan, Biyoistatistik çözümleme teknikleri, bilgisayar desteği ile korkunç ilerleme göstermiştir. Bu bakımdan, eskiden beri bilinen klasikleşmiş – konvansiyonel
“2’li çözümlemeler” aşılarak, modern test ailesinin yöntemlerini, “Çok değişkenli çözümlemeleri” yeri geldikçe kullanma özeni gösterilmelidir. Büyük emeklerle elde edilen
ham verilerden (data), işe yarar “bilgi” (information) üretmede Biyoistatistiğin matematiksel hünerleri sonuna dek zorlanmalıdır.

Epidemiyoloji ve Biyoistatistik, Toplum Hekimliği (Halk Sağlığı) Tıp Uzmanlık dalının vazgeçilmez stratejik araçlarıdır. Onlarla

– Topluma (yığınlara, riskli kümelere) TANI konacak,
– Sağlık sorunları toplumsal ölçekte yönetilecek,
– Topluma (tek tek kişilere değil) hekimlik yapılarak
– Toplumsal sağlık düzeyi iyileştirilmeye çalışılacaktır.

Oysa klinsyenin muhatapları tekil öznelerdir..
Bu tümce, klinisyenlerin “Epidemiyoloji ve Biyoistatistik” bilgisinden bağışık tutulabileceği anlamına asla gelmemektdir. En azından “makale okuryazarlığı” için, geçelim “temel” düzeyi, hatırı sayılır bir birikim gereklidir. Bilimsel araştırma yapmak için ise kaçınılmazdır, abecedir.

Temel düzeyde Biyoistatistik bilgisi elde etmek üzere,

“Halk Sağlığı Açısından Temel Biyoistatistik İlke ve Kavramlar”

başlıklı, sitemizde daha önce yayımlanan kapsamlı (149 yansı) sunumumuza da
başvurulmasını öneririz..

http://ahmetsaltik.net/2015/01/06/halk-sagligi-acisindan-temel-biyoistatistik-ilke-ve-kavramlar/

Güncellenen aşağıdaki sunumuzun da (92 yansı, 3,75 MB) ve yararlı olmasını dileriz..

Epidemiyoloji_Biyoistatistik_iliskisi

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 05.05.2016

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net
p
rofsaltik@gmail.com

Türkiye ve Dünyada İşçi Sağlığı ve Güvenliği / Occupational Health & Safety; In Turkey and in World


Sevgili AÜTF Asistanlarımız ve Öğrencilerimiz
,

AÜTF Dönem VI’da sunduğumuz

Türkiye ve Dünyada İşçi Sağlığı ve Güvenliği /
Occupational Health & Safety; in Turkey and in World

konulu ders / semineri

28 Nisan 2014 Dünya İş Sağlığı Günü

nedeniyle güncelleyerek paylaşmıştık.

Bu yansıları 13 Mayıs 2014 günü yaşanan Soma madden faciası nedeniyle bir kez daha güncelledik. Bu emek, 14 Mayıs 2014 günü saat 04:18’de,
kurban olduğu belirlenen 166 kömür emekçisine ve 80 yaralıya adanmıştı.
Daha sonra iş cinayeti kurbanlarının sayısı resmen 301’i buldu ne yazık ki..

Güncelleme; 01 Mayıs 2016                    :

“Türkiye ve Dünyada İşçi Sağlığı ve Güvenliği” :
Dünyanın Bütün Emekçilerine Armağanımız olsun…

370 yansıdan oluşan çok varsıl, güncellenmiş bu dosyayı bilgi ve ilginize sunuyoruz..
ILO’nun 28 Nisan 2016 günü belirlediği aşağıdaki temayı ayrıca işleyeceğiz..

  • 2 Mayıs 2016 sabahı saat 10:00 – 11:00 arasında Ulusal Kanal’da (EKOPOLİTİK programında Sn. Çetin Ünsalan’ın konuğu olarak) ve web sitemizde yazarak..

World Day for Safety and Health at Work 2016

‘Workplace stress:
It’s time to lift the burden’

DUNYA’da_ve_TURKİYE’de_ISG_1Mayis2016

Bir de tüm içeriğin metin olarak word dosyasını pdf biçiminde ekliyoruz
(33 sayfa pdf metni, güncellenmemiş)..

Dünya_ve_Turkiye’de_İS_SAGLIGI_GUVENLIGI_SEMINERİ_yansı_icerikleri

Sevgi ve saygı ile.
01.05.2014, Tekirdağ

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

13. YILINDA SAĞLIKTA DÖNÜŞÜMÜN NERESİNDEYİZ : Yüzlerce milyar TL nereye gitti?

13. YILINDA SAĞLIKTA DÖNÜŞÜMÜN NERESİNDEYİZ :
Yüzlerce milyar TL nereye gitti?

Dostlar,

23 Nisan 2016 günü İzmir’de bir konferansımız oldu.
Aile Hekimleri Derneği İzmir Şubesi‘nin 8. Ulusal Kongresi için çağrılıydık.

Izmir_Aile_Hekimligi_Kongresi_konf._sonrasi_23Nisan2016

Konferans sunumumuzun kapsamlı pdf dosyası aşağıdadır
(125 yansı; 4,7 MB).
Bu yakıcı sorunun çarpıcı boyutlarını kapsamlı olarak görmek için lütfen tıklar mısınız?
(Güncelleme 29.4.2016)

SAGLIKTA_DONUSUM_IZMIR_AILE_HEKIMLIGI_KONGRESI1

SAGLIKTA_DONUSUM_IZMIR_AILE_HEKIMLIGI_KONGRESI_23Nisan2016

Sevgi ve saygı ile.
24 Nisan 2016, İzmir

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

profsaltik@gmail.com