Kategori arşivi: Hekim Saltık

SGK’ye denetim çağrısı: Saydamlığı sağlamak şart!

SGK’ye denetim çağrısı:
Saydamlığı sağlamak şart!

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)
SGK; geliri 288, gideri 312 milyar TL. Anne karnına düşmüş çocuktan emekliye herkesten sorumlu. Yapılması gereken Kurumu denetim dışına çıkarmak değil, saydamlığını sağlamak. (Cumhuriyet internet, 21 Temmuz 2018)

[Haber görseli]

Önce haber oldu ardından çeşitli köşelere konu. Ülkedeki yeni doğan çocuktan yaşlıya, çalışandan emekliye 79.7 milyon kişinin sosyal güvenliğinden sorumlu kurum, bir Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile Sayıştay denetimi dışına çıkarıldı.

Kurumun büyüklüğü ve görevi, ülkede yeterli bir sosyal güvenlik isteyen tüm duyarlı yurttaşlar gibi işi gereği bu alanda bulunanları, bu konuda kafa yormaya itti. Bunlardan ikisi de İzmir Tabip Odası Üyesi Dr. Ergün Demir ile İstanbul Tabip Odası Yönetim Kurulu üyesi Dr. Güray Kılıç. Yaptıkları çalışma bir dizi veri içeriyor.

Ancak veriler kadar vahim olan başka konular da var. Sayıştay’ın son denetim raporu ve kurumun 2016 yılı Düzenlilik Denetim Raporu verilerinden yararlanılmış çalışmaya göre, SGK’nin mali rapor ve tabloları güvenilir bilgi içermiyor ve mali saydamlığı yok.

Oysa kurumun geçen yılki toplam geleri 288 milyar 559 milyon lira. Toplam gideri 312 milyar 734 milyon lira. Arada 24 milyar liralık bir açık söz konusu. Görünün o ki, bir dizi iş yapılırken bir dizi suistimal, hata, mükerrer işlem gündeme gelmiş. Kurum zarara sokulmuş. Hasta ve emekli yurttaşların güvencesi olması gereken Kurum, bir yandan aktüeryal denge yetersizliği bir yandan da bu usulsuz işlemlerle ciddi zafiyete uğratılmış. Hâl böyle olunca, 4 numaralı kararnameyi çıkaranlara sormak gerekiyor :

  • .. Şimdi yapılması gereken SGK’yı denetim dışına iterek Kurumu daha da zayıflatmak mı yoksa, SGKyı daha saydam hale getirerek, sağlıklı bir yapıya kavuşturmak mı?

[Haber görseli]

Ölmüş kişilere de hizmet

Sayıştay SGK düzenlilik (mali ve uygunluk) denetim raporlarında belirlenen suiistimal ve usulsüzlük bulgularından kimi örnekler özetle şöyle;

  • Denetim raporunda “ölmüş” kişilere sağlık hizmeti verilmiş gibi faturalandırmaları yapan Şanlıurfa’da 40, Adıyaman, Mardin, Şırnak ve Kırşehir’de 1 adet olmak üzere 44 sağlık kuruluşu söz konusu.
  • Bu sağlık kuruluşlarından 30’unun geçen yıl da ölü kişiler adına fatura düzenlediği ve bu konu SGK’ya iletilmesine karşın Kurum, bu kuruluşlarla sözleşme yapmaya devam ediyor. (Sosyal Güvenlik Kurumu 2015 yılı Sayıştay Denetim Raporu sayfa 129)

Bu reçete çok farklı!

  • 45 sağlık hizmet sunucusu, ölen hekimler adına 24.729 işlem yapıyor, reçete yazıyor.
  • Maharetli hastaneler, kimi hastaları aynı tarihte iki hastanede yatarak tedavi etmeyi başarıyor.
  • Kurum, ölen 4.315 kişiye genel sağlık sigortası primi tahakkuk ettiriyor.

İsteyene indirim

  • Ek istihdam koşulunu sağlamayan işveren, prim teşvikinden yararlanıyor; 3.206 işyerine yersiz prim indirimi uygulanıyor.
  • Genel Sağlık Sigortası prim gelirleri, sağlık hizmetlerini karşılıyor. Hatta, 2016’da 16.4 milyar TL fazla gerçekleşiyor. Genel sağlık sigortası fonunda kalması gereken bu para, yasaya aykırı olarak Sosyal Sigorta Fonu giderleri için kullanılıyor.
    ========================================
    Dostlar,

SGK İÇİN NE YAPMALI, NE YAPMAMALI?

SGK’yı sitemizde, önemi nedeniyle zaman zaman işliyoruz. Son derece önemli bir kurum.
AKP iktidarıyla birlikte çok parçalı sosyal güvenlik sistemi, Batılı kurumların – sermaye çevrelerinin de (AB, OECD, IMF, DB) istemiyle bütünleştirildi ve şemsiye Kurum olarak SGK 5502 sayılı yasa ile kuruldu. (Sosyal Güvenlik Kurumuna İlişkin Bazı Düzenlemeler Hakkında Kanun; RG 20/5/2006 s. 26173). 1 ay kadar sonra da 5510 s. yasa çıkarılarak (Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu; RG 16/6/2006, s. 26200) Türkiye’de zorunlu Genel Sağlık Sigortası rejimine geçildi.

Artık vergi karşılığı sağlık hizmeti  yok! Sosyalleştirme ve 224 saylı yasa rafa kaldırıldı.
Sağlık dışı sosyal güvenlik zaten çok daha önceleri prim = ek vergi tabanlı idi.

SGK işlevinde kurum – kuruluşlar zorunlu, çünkü Anayasa’nın 60. maddesi “Herkes sosyal güvenlik hakkına sahiptir.” içeriğinde buyurucu kural koymuş durumda. Ayrıca 2. maddede devletin temel nitelikleri sayılırken “sosyal, hukuk devleti” nitemleri (sıfatları) de yer alıyor.

  • Dolayısıyla yasa zoru ile SGK’ye PRİM ÖDEMEK ZO-RUN-LU!

Ödemeyenlere hizmet verilmediği gibi, 6183 s. Kamu (Amme) Alacaklarının Tahsili Hk.Yasa gereğince zor işlemi yapılıyor.. Devlet sopalı tahsildargibi! Sık sık prim afları zaten olağan’ Bir de 16 Nisan 2017 Anayasa halkoylaması öncesinde bir popülist rüşvet : Ayda 53 TL’ye sigorta!

Ne var ki, yukarıdaki şemada da görüyoruz, 8 128 410 kişi SGK primini ödeyemiyor yoksulluğu nedeniyle. Buna karar veren de SGK’nın kendisi. Başvuranlar inceleniyor ve bürüt asgari ücretin 1/3’ünden az aylık geliri olanlar “SGK yoksulu” sayılıp onlardan “prim” alınmıyor. Bu sınır 2018 için 680 TL.. Böylelikle damgalanan “SGK yoksullarının” primlerini Maliye SGK’ya aktarıyor.

SGK haliyle çok sorunları olan devasa bir kurum.. Yönettiği fonlar Türkiye merkezi yönetim bütçesinin yarısına yakın.. (2018’de 312 / 762 milyar TL) Bütçeden Hazine ve Maliye’ye ayrılan toplam fonlardan daha büyük (2018 bütçesinde Maliye Bakanlığına 177,4 milyar; Hazine Müsteşarlığı 97,9 milyar TL ayrıldı).

SGK 2017 sonunda 24 milyar TL açık verdi. Bu tutar, 2017 genel bütçe açığı olan 47 milyar TL’nin yarısını aşkın. Dolayısıyla SGK açığı, Devletin borçlanması sonucunu doğuruyor.

İzmir Tabip Odasından Dr. Ergün Demir ile İstanbul Tabip Odasından Dr. Güray Kılıç meslektaşlarımızın çalışması önemlidir. SGK Sağlık primleri havuzunun 16 milyar TL fazlalık verdiği ve öbür sigorta kollarının açığını kapatmaya ayrıldığı belirtilmekte. Ancak bu tablo sağlıklı değildir. SGK, sağlık hizmet sunucularına ve bir ölçüde eczanelere gerçek bedellerinin altında geri ödeme yapmaktadır. Bu durum ilgili sağlık kuruluşlarını akçal (mali) bakımdan zorlamakta ve ne yazık ki kimi (hatta epey!?) etik – ahlak – yasa dışı durumlar yaşanmaktadır. Ayrıca SGK, geriödeme yaptığı ilaç – tıbbi gereç ve sağlık hizmeti kapsamını sürekli daraltmakta, artan cepten ödemelere insanları zorlamaktadır.

SGK’nın Aktüaryal dengesini sağlamak için kullanageldiği önlemler ne yazık ki, başından beri salt “moneter” dir.. parasal daraltma sıkı politikası. Öyle ki, OVP’lerde (Orta Vadeli Program) öngörülen ödenek dondurulmakta, ardından da “finansal istikrar sağlanmıştır” denebilmektedir! Bu politika tam anlamıyla “devekuşu” tutumudur.

SGK için 2 önemli araç var     :

  1. Saydam olacak kamuoyu denetimine açık olacak. Bu kapsamda 4 s. CBK (Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi) ile Kurumun Sayıştay’ın Anayasa kaynaklı (md. 160) denetim alanının dışına çıkarılması Anayasa’nın özüne – muradına uygun olmadığı gibi, sorunu çözmeyip büyütecektir. Nitekim Sayıştay, Şehir Hastaneleri hesaplarının da uygun olmadığını açıklamıştı (sitemizde kapsamlı yazdık). Saydamlık ve etkin denetim yolsuzlukları, israfı.. en aza indirebilir, dev açık sınırlanabilir, yönetilebilir.
  2. Sağık hizmetlerinde salt sağaltıcı (tedavi edici) değil, öncelikle KORUYUCU SAĞLIK HİZMETLERİNE yönelmek.. Bunu etkin, yaygın, nitelikli, içtenlikli bir politika demeti olarak yasal düzenleme desteğiyle yaşama geçirmek. Böylelikle hem daha sağlıklı bir topluma erişebiliriz hem de TL ve Döviz olarak tasarrufumuz olur, dış ticaret açığı ve cari açık azalabilir.

Alman SGK olan Krankenkasse, 1980 ortalarında finansal bunalıma girmiş ve moneter (parasal) kısıt yerine yasal düzenleme ile kimi önemli Koruyucu Sağlık Hizmetleri zorunlu kılınmıştı.

  • Tüm bebekler
  • Tüm gebeler
  • Ve 45+ yaş herkes…. öngörülen aralıklarla ve kapsamla düzenli, dönemsel (periyodik) sağlık hizmeti alacak..

Krankenkasse böyle “kurtuldu”.. AB – OECD – DB – IMF.. Almanya’ya ” hop hoop” demediler. Nedenin “Serbest piyasa yozluğu” olduğunu biliyorlardı elbette ama Almanya’ya dayatamadılar.

Ya Türkiye’ye?? Erdoğan’ı kim kandırdı gene?

SGK’yı Sayıştay denetimi dışına çekmek neyi çözer? Üstelik ahalinin ahlakı da bozuluyor bu işleyişle.. SGK’yı kazıklayan kazıklayana.. Hani bu ülkenin en az %99’u Müslüman’dı!? SGK’yı kazıklayanlar salt gayr-ı müslimler mi acaba??

Sonuç                   :

Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinden 4 sayılı olanı, SGK’yi de ele alırken, Kurumun Sayıştay denetimine bağlı olduğu düzenlemesini maddeleştirmedi. Bu düzenleme, gerekçelerini yukarıda açıkladığımız üzere son derece yanlıştır. Hiçbir sorunu çözmeyeceği gibi, sorunları (açıkları!) daha da büyütecektir. Türkiye’nin ve AKP = Erdoğan‘ın buna tahammülü olamaz şu çooooooook ağır ekonomik bunalım ortamında.

Yandaşların SGK üzerinden de beslenmesinin ne pahasına olursa olsun gözü kara sürdürülebileceği olasılığını = faciasını düşünmek bile istemiyoruz!? Yıllardır yazar ve söyleriz :

  • GSS halkın sağlığının değil, sermayenin kârının sigortasıdır!

Yanılıyor muyuz acaba? Özel hastane sahibi yeni Sağlık Bakanı Dr. F. Koca ne buyurur acaba??

Belki de bu son düzenleme hedeflenerek değil, gözden kaçmış olabilir. Bu takdirde artık görmeye başladığımız ve korkarız alışacağımız bir “pardon kararnamesi” ile düzeltilebilir, düzeltilmelidir.

Sevgi ve saygı ile. 23 Temmuz 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Not : Cumhuriyet’ten Özlem Toker’in “SGK neden Sayıştay’dan kaçırıldı?” başlıklı yazısının da okunmasını öneririz (20.07.2018)

7 Temmuz 1980.. 38 Yıl Sonra; Şehit Edilen Babamızı Anıyoruz…

7 Temmuz 1980.. 38 Yıl Sonra;
Şehit Edilen Babamızı Anıyoruz…

 

Dostlar,

Bu gün 7 Temmuz 2017..
(Önceki yıldönümlerinde yazdıklarımızın güncellenmesidir.)

Ailemizin başına gelen bir yıkımın (felaketin) 38. yılı..
Hoşgörünüzle bu konuyu biraz yazmak istiyoruz.
Kendi özelimizle sizleri meşgul etmek aklımızdan geçmiyor. Ancak insanların belli yaşantı deneyimlerini paylaşmasında yarar olmalı. Üstelik ortak toplumsal kökenleri olan bir acı süreç ve aradan 38 koca yıl geçtiğine göre, duygusal tonlamaları da sanırız -büyük ölçüde- dizginleyebiliriz.
****
7 Temmuz 1980.. Sıcak bir yaz günü ve Türkiye doludizgin 12 Eylül darbesine sürüklenmekte. Adeta eğik düzlemde, ülke tanımlı – kurgulanmış bir hedefe kayıyor. Ülkenin birçok yerinde sıkıyönetim var ama her gün “ortalama” (bu sözcüğü böylesi bir bağlamda kullanmak zorunda kalmak ne acı değil mi!?) 20 (yirmi!) dolayında insanımız ölüyor, öldürülüyor!

TRT’nin siyah-beyaz ekranları ve gazeteler, dergiler.. kan – revan dolu..
Sunum çerçevesi ise tek tip (klişe) : ….. yerde çıkan sağ – sol çatışması”nda
şu sayıda insan öldü, bu sayıda insan yaralandı..
Ne mal güvenliği var ülkede ne de can!
Toplum şaşkın, ağır gerilim altında, neredeyse “öğrenilmiş çaresizlik / pes” sendromu (learned helplesness syndrome) içinde “pes” eşiğinde.. Kendince savunma önlemleri almaya bakıyor.. Kentler – kasabalar – kırsal.. bölünmüş ve “kurtarılmış bölgeler” ilan edilmiş. İnsanlar savunma amaçlı silahlanıyor..
*****
Biz o tarihlerde Hacettepe Tıp Fakültesi’nde Toplum Hekimliği (sonra YÖK düzeninde Halk Sağlığı oldu) Bölümü’nde Tıpta Uzmanlık Eğitimi alıyoruz.. İstanbul Tıp Fakültesi’ni bitirdiğimiz 15 Haziran 1977 sonrası Elazığ / Keban’da 1 yılı aşkın süre SSK hekimliği yapmış ve uzmanlaşma kararı vererek adını andığımız Bölümün asistanlık sınavlarını kazanmış, 11 Kasım 1978’de ihtisasa başlamıştık.

Bölümümüzü ve Dalımızı aşkla seviyorduk. Daha 1971’lerde Hacettepe Tıp’ta 1. sınıf öğrencisi iken Prof. Dr. H. Nusret FİŞEK’i tanımış ve O’ndan Toplum Hekimliği dersleri almaya başlamıştık. Kalpaksız Kuvayı Milliyeci Prof. Fişek, bize sağlık ile sosyo-ekonomik etmenler arasındaki köklü, kapsamlı ve çarpıcı ilişkilerden söz ediyordu ustalıkla.. Üstelik bu ilişkiler neden-sonuç ilişkileriydi ve geleceğin çağdaş hekimleri ve tıbbı salt fiziksel – biyolojik – kimyasal nedenlerle uğraşmakla kalmayıp; sağlık sorunlarının asıl – altta yatan sosyal – kültürel – ekonomik nedenleriyle uğraşmalıydı, uğraşacaktı.

Bu Fakültede (Hacettepe) Tıbbiyenin ilk 2 yılını okumuş (İngilizce hazırlık sınıfından sınavla bağışık olmuştuk) ve İstanbul’daki ailemizin yanında olmak için İstanbul Tıp Fakültesi’ne 3. sınıfta yatay geçiş yapmıştık. Yeniden ayrılmak zorunda kaldığımız Fakülte’ye, Nusret hocaya, Bölüme.. üstelik asistan hekim olarak dönmüştük. İşimizi çok seviyor ve gelecekte ülkemiz halkının sağlığına kapsamlı katkılar verebilmeyi umuyorduk. Uzmanlık eğitimimizin 1 yılını örnek Eğitim ve Araştırma Sağlık Ocaklarında geçirecektik. Bu bağlamda Çubuk ve Etimesgut’ta Sağlık Bakanlığı ile Hacettepe Üniversitesi protokol yapmıştı ve bunlardan biri de Eskişehir yolu 28. km’deki Yapracık Köyü Sağlık Ocağı idi. (Bu köy, günümüzde artık Bütünşehir Belediye Yasası bağlamında Ankara’nın bir mahallesi!)

Bu Sağlık Ocağı’nda, 38 yıl öncenin “tam anlamıyla köy koşullarında” yaşıyorduk. Lojmanımız köyde idi, kömür sobalı idi ve hastane acil nöbetlerimiz ile Cuma öğleden sonra eğitim amaçlı Ankara toplantıları dışında hep (7/24!) köyde kalmak zorunda idik.

Günümüzde Ankara’nın en gözde mahallelerine dönüşen Ümitköy, Dodurga, Çayyolu, Aşağı Yurtçu, Yukarı Yurtçu, Türkobası, Alacaatlı, Ballıkuyumcu… bizim toprak damlı köylerimizdi!

Oralara kapsamlı 1. Basamak (hastaneye yatmadan) sağlık hizmeti sunuyorduk .. Gece – gündüz şevkle çalışıyorduk. Bölgede Brusella hastalığı yaygındı. Pendik Veteriner Kontrol ve Araştırma Enstitüsü‘nden kendi olanaklarımızla anti-serum getirtmiştik; köylerde hastalardan kan alıyor, “el santrifüjü” ile çevirerek serumunu ayırıyor ve oracıkta lam üzerinde mikroskopla aglütinasyon bakarak Brusella’nın laboratuvara dayalı yarı-kantitatif tanısını (titrasyon yapmadan) koyuyorduk. Günümüz sağlık çalışanları bu yaşantıya, deneyime inanmakta zorluk çekecekler eminiz ama, gerçek bu!
*****
Böylesine çoook yoğun bir koşuşturma gününün (7 Temmuz 1980, Pazartesi) ardından birkaç saat da okuduktan ve Uzmanlık tezimiz üzerinde çalıştıktan sonra (Köylerimizde 30+ Yaşta Koroner Kalp Hastalığı Araştırması İzleme Araştırması-3) gece yarısı sonrası yorgunlukla yatmıştık.. Önce kapı, hemen ardından pencere camı şiddetle vurulmaya başladı, kalktık. Alışkındık, acil hastamız olmalıydı. Evimizde sabit telefon (elbette cep telefonu da!) yoktu! Ancak bu kez öyle değildi.. Karşımızda kayınbiraderimiz duruyordu ve yüz ifadesi çok hüzünlüydü. Ne olduğunu ağzından zorlukla aldık..

Babamız.. İstanbul’daki Emniyet Başkomiseri babamız Halis bey vurulmuştu!
Kayınbirader, sonuca ilişkin ipucu vermiyordu.. “Herhalde ölmüş??..” diyordu.

Doğallıkla biz de vurulduk! Karahaber ertesi güne kalmamış, yedivermişti. birkaç saatte. Hemen yola koyulmamız gerekiyordu. Ülkede akaryakıt kıtlığı vardı. 10 yaşındaki arabamızın bagajına 20 Lt benzin bidonunu da koyarak (ne büyük risk!) İstanbul yoluna koyulduk. Otoyol yoktu elbette.. 2-3 şerit karşılıklı trafik, bölünmemiş yolda akıyordu. Sağlık Ocağımızın usta şoförü Ömer, sağ olsun direksiyonu bize bırakmadı. Sabahın köründe Bahçelievler’deki evimizin kapısına vardık.. Cenaze evi idi hanemiz.. Işıklar yanıyor ve bir kalabalık deviniyor, insanlar vekarla acılarını yaşıyordu. Annemiz, 19 yaşında İstanbul Hukuk 1 öğrencisi kız kardeşimiz ve 23 yaşında Cerrahpaşa’dan 1 aylık mezun Hekim erkek kardeşimiz ve 27 yaşında 3 yıllık hekim, biz…

47 yaşındaki (1933 Hozat doğumlu) canımız babamızı, “anarşi” dedikleri canavar bizden vahşice koparıp almıştı. Şimdilerde “anarşi”ye terör, “anarşit”lere (!) de halkımız “terörist” diyor. Ölçüsüz bir acı içimizi kavuruyordu.. Bir yandan da zorunlu formaliteler vardı yürütülecek.
Evin abisi bizdik ve yük, tüm ağırlığıyla boynumuzda idi.

Babamız Emniyet Başkomiseri Halis Zeki Saltık, Sirkeci’de bir işyerinden haraç almak için gelen “örgüt” elemanlarıyla çıkan çatışmada tuzağa düşürülerek 7-8 kurşun yemiş, oracıkta kanamadan yitirilmişti. Otopsiden cenazesini aldığımızda teni kireç rengiydi.. Abondan (yaygın, şiddetli) iç – dış kanamadan gitmişti. Polis şehitliğine değil, Topkapı – Çamlık mezarlığına gömdük O’nu..

İl Emniyet Müdürü (Şükrü Balcı), Siyasi Şb. Müdürlerinden Elazığ’lı Mehmet Ağar, savcı, Vali (Nevzat Ayaz), Garnizon komutanı tümgeneral.. görüştüğümüz yetkililerdi. Katiller kaçmıştı, ellerinden geleni yapıyorlardı yakalamak için.. Sonra bu örgütün Dev-Sol olduğu bize söylendi. Yıllar sonra birileri de yakalanmıştı. Davaya karışmacı (müdahil) olduk. Ancak ilerleyen zaman, bizde bu sanıkların katil olup-olmadıkları hakkında ciddi kuşku uyandırdı ve davadan çekildik. Suç birilerine yıkılacak mıydı? Biz de suçlular cezasını buldu diye bir parça teselli mi bulacaktık? Bu da olmadı.. Kamu davası sürdü…
*****
Bir kez daha Hacettepe’den ayrıldık ve yine İstanbul Tıp Fakültesine yatay geçiş yaptık. Annemizin – kardeşimizin evine yakın bir ev kiralayarak kendimizce aileye göz – kulak olmaya çabaladık. Annemiz yıkılmıştı ve çok derin bir yas yaşıyordu. Bu koyu yası, hemen hemen ölene dek 13 yıl sürdürdü, çıkamadı… Biz uzmanlık eğitimimizi tamamladık ve Toplum / Halk Sağlığı dalında uzman hekim olduk. Yeniden Üniversiteye akademik kariyere zorlukla (yargı kararıyla!) dönene dek 6,5 yıl Elazığ’da çalıştık. Oysa Hacettepe’de kalabilseydik, Uzman olduktan sonra hemen akademik kariyere devam olanağımız olabilirdi.. İlerleyen yıllarda kız kardeşimiz hukuk eğitimini tamamladı ve avukat oldu.. Ortanca erkek kardeşimiz de İç Hastalıkları dalında uzman hekim oldu.
*****

 Halis Zeki SALTIK ( Başkomiser )

17.06.1933 AFYON KARACA doğumlu 15738 sicilli Başkomiser Halis Zeki SALTIK 07.07.1980 tarihinde İSTANBUL’da İstanbul Emniyet Müdürlüğü Bakırköy Emniyet Amirliği kadrosunda görevli iken, bir konunun takibi için Eminönü İlçesi Sirkeci’de bulunan otomotiv firmasında bulundukları sırada bu firmadan haraç isteyen şahısların yaptıkları silahlı baskın sonucu vurularak şehit olmuştur. Naaşı AFYON  ÇAY ÇAMLIK SALTIK AİLE MEZARLIĞIN’ dadır.

Yukarıdaki fotoğraf ve bilgiler İstanbul Emniyet Müdürlüğü web sitesinde yer alıyor..
(https://www.iem.gov.tr/iem/index.php?menu_id=26&detay_id=39, 07.07.2014).
Yanlışları var… Doğum tarihi 17 değil 16 Haziran 1933.. Doğum yeri Afyon değil Tunceli – Hozat Karaca köyü ve naaşı Afyon’da değil İstanbul Topkapı – Çamlık mezarlığında..

Babamız Halis bey, 1938 Tunceli olaylarında 5 yaşında iken annesini yitirmiş (öldürülmüş!); kendisi, babası ve 2 abisi ölümden kurtularak Afyon’da zorunlu oturmaya (ikamete, sürgüne) yollanmıştı. Oysa bizim Saltık ailesi hiçbir olaya / suça bulaşmamıştı 1937 ve 38 Dersim karmaşasında.. Babamız sürgünde, olağanüstü güçlükler içinde ancak ilkokulu bitirebilmiş, bir meslek ve iş edinememişti. “Sürgün” yılları bitince (İnönü affıyla) Elazığ’a dönmüş, sürgünde tanıştığı kendisi gibi sürgün annemiz ile 19 yaşında (1952’de) evlenmişti. Biz ilk çocuk olarak 14.11.1953’te dünyaya gelmiştik. Kahvelerde çaycılık yaptığını anımsıyoruz 6-7’li yaşlarımızda. Elazığ’da bir kerpiç evde kirada, çok yoksul yaşıyorduk. Şeker fabrikasında 10 (on) TL gündelik ile mevsimlik işçilik yaptığı da belleğimizde. Derken İzmir’e Polis Okulu’na eğitime gitti 1960 gibi.. 6 ay okudu, aksilikler (?!) oldu başarılı ol(a)madı.. Bu arada ailemizin geliri de yoktu… Çok zor günlerdi. 2. kez bu kursa gitti ve 1961’de Polis Memuru oldu! Biz de Elazığ’da İlkokula başlamıştık..

Gaziantep’e tayin edildik. Trenle bu kente geldik 1960 kış başlarında. Tüm ev eşyamız bir taksiye, bagajına sığdı! 1-2 “denk” ve birkaç tahta bavul.. Bir de ortanca kardeşimiz vardı 1957 doğumlu Ali Haydar.. Çok mütevazi bir ev kiraladık ve biz ilkokula, Kayacık İlkokulunda devam ettik (sonraları Fatih Sultan Mehmet İlkokulu adını aldı, Ekim 2022’de ziyaretimizde Belediyenin bir hizmet binası olarak kullanılıyordu.) 1961 sonlarında kız kardeşimiz Hülya doğdu.
*****
Bu kentte 9 yıl kaldık. Van’a, “Şark hizmeti” ne tayin olunduk. 2 yıl da orada kaldık, biz Van Atatürk Lisesini bitirdik ve Hacettepe Tıp Fakültesini kazandık. Bu 2 yılda babamız, dışarıdan Ortaokul bitirme sınavlarına devam etti ve diploma aldı. O’na, A4 daktilo kağıdını 4’e bölerek daktilo ile ders notları çıkarıyorduk, cebine koyuyor ve okuyordu her fırsatta.. 2 küçük kardeşimizin eğitimine destek oluyor ve hiçbir dersane desteği olmaksızın, Van Atatürk Lisesi’nin onca yetersizliği içinde, zorlu Üniversite sınavına hazırlanıyorduk. Yazları da aile bütçesine katkı için çalışıyorduk (gezgin satıcılık vs.).

Babamız, epey emekle edindiği Ortaokul diploması sayesinde Komiser Yardımcısı olabilmek için eğitim alma olanağı sağladı. İstanbul’da 6 ay eğitime alındı ve tamamlayarak Komiser Yardımcılığına terfi etti! Bu kez, 2 yıl Şark hizmetini tamamlamak üzere Artvin’e tayin edildi. O arada biz de Ankara Tuzluçayır’da bir gecekonduda yaşamaya başlamıştık ve Hacettepe Tıpta 1. yıl eğitimimiz sürüyordu. Artvin sonrası İstanbul’a atandı babamız ve evi de oraya taşıdı. Biz Ankara’da yurtlarda kaldık tıbbiyenin 2. sınıfında. Birçok nedenle zorlanıyorduk (başta ekonomik); 2. sınıfı bitirince İstanbul Tıp Fakültesi’ne yatay geçiş yaptık.. (Merhum Dekan, sonra Rektör Prof. Dr. Haluk Alp ve Doç. Dr. Uğur Hacıhanefioğlu empatik destekleri için sağolsunlar..)
*****
15 Haziran 1977 günü İstanbul Tıp Fakültesi’ni tam zamanında bitirdik ve mezuniyet belgesini alıp bir zarfa koyarak, 44. doğum günü olan ertesi gün, 16 Haziran 1977’de kendisine “armağan” olarak sunduk. Yaşamında bu denli sevindiğini görmemiştik. Dünyalar O’nun olmuştu. O, tüm çabasına karşın okuyamamıştı.. Her fırsatta bize “Ceketimi satar sizi okuturum, yeter ki okuyun..” derdi adeta ricacı bir tonla.

Yaşamla boğuşa boğuşa Başkomiserliğe dek gelmişti babamız Halis Zeki Saltık. Mesleğinde çok başarılı idi ve çevresinde çok seviliyordu, saygındı. Yaşam ve neşe doluydu, sağlıklıydı. 2 oğlunun tıp doktoru olduğunu görmüştü. Kızı da Hukuk öğrencisi idi. Övünç doluydu göğsü.
5 Ekim 1979’da 2 oğlunu da aynı gün evlendirmişti! 50 yaşına doğru emekli olmayı ve ticaret yapmayı kuruyordu. Çevresinde herkese çok yardımcı oluyordu..
*****
12 Mart’ın (1971…) sancılı günlerinde ”anarşit” (!) Ulaş Bardakçı’yı yakalamışlardı bir operasyonda. Kimi polis arkadaşları, “Bu …..’yi salalım, kaçıyordu diyerek arkadan vuralım..” derler. Babamız tüm gücüyle karşı koymuştu. Polis olarak onların görevi yargısız infaz değil, yakalayarak adalete teslim idi.. Hep anlatırdı bunu.. ve daha nicelerini..

Hiç torun göremedi.. 2 oğluna aynı gün çifte nikah yapmıştı ama 9 ay sonra
bir 7 Temmuz (1980) günü akşam saatlerinde görevi başında şehit edilmişti..
*****
Dostlar..

İşte ailemizin acılı – tatlı serüveni ya da öyküsü özetle böyle.. Ders ve ibretlerle dolu bize göre.. Eminiz ki, emperyalizmin pençesinde kıvrandırılan bir ülke olarak Türkiye’mizde nice daha acı yaşam öyküsü vardır.. Keşke onlar da yazılsa ve okusak, paylaşsak. Belki bu çoook acılı öyküler bizi biraz daha insanlaştırır ve asıl büyük fotoğrafı görerek birbirimizle uğraşmak yerine, hep birlikte emperyalizmi ve yerli işbirlikçilerini ülkemizden kovmak için kol kola, omuz omuza ve yürek yüreğe, akılla, bir kurtuluş savaşı vermeye koyulurduk..

1920’lerde Yüce ATATÜRK‘ün dava ve silah arkadaşlarının öncülüğünde tüm ulus (topyekun), 7 düvele karşı yaptığımız gibi..
****
Bize elveren herkese şükranla..

Tüm şehit – gazi – ölmüşlerimizi özlemle, saygıyla anıyoruz.

Bu tür acıların olmadığı – en az olduğu bir toplumsal düzenin olanaklı olduğunu çok iyi biliyor ve onu da çok özlüyor; uğrunda çoook çaba harcıyoruz.

Sevgi ve saygı ile. 07 Temmuz 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc LLM
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı AbD
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

Not    : Yazının ilk pdf biçim için lütfen aşağıdaki erişkeyi (linki) tıklayınız..

7_Temmuz_1980-7_Temuz_2014

ŞEHİT HALİS ZEKİ SALTIK CADDESİ
Edirne Tabip Odası’nın önündeki cadde..
Biz Edirne’de yaşarken, Şehidin büyük çocuğu olduğumuz için bu kentte adını yaşatmak üzere bir Caddeye adı verildi babamızın.. Teşekkür ederiz ilgililere.

SEHIT_HALIS_ZEKI_SALTIK_CADDESI

 

Sayıştay raporu Şehir Hastanelerinde büyük soygunu ortaya koydu

Sayıştay raporu Şehir Hastanelerinde büyük soygunu ortaya koydu

http://haber.sol.org.tr/emek-sermaye/sayistay-raporu-sehir-hastanelerinde-buyuk-soygunu-ortaya-koydu-240428 01.07.2018
Heyet başkanının görevden alınmasına yol açan Sayıştay raporu Şehir Hastaneleriyle nasıl bir ‘soygun mekanizması’nın çalışmaya başladığını çarpıcı biçimde ortaya koyuyor. soL raporun tamamına ulaştı. Yüklenici firmalar tüm kur riskini kamuya yansıtmakla kalmıyor, kur riskine konu olmayan yatırım tutarları için de devletten fark alabiliyor. En büyük gelir kalemini oluşturan ‘kira ödemeleri’nde sözleşme tadilatlarıyla her dönem bir önceki dönemin üzerinde döviz gelirinin garanti altına alındığı görülüyor.
soL, inceleme yapan heyet başkanının görevden alınmasına yol açan Sayıştay raporuna ulaştı. “Türkiye Kamu Hastaneleri Denetim Raporu”ndaki en çarpıcı bulgular Şehir Hastaneleri hakkında. Varlık ve yükümlülüklerin hatalı muhasebeleştirilmesi, ödemelere ilişkin detayları barındıran sözleşme eklerinin bulunmaması, heyete iletilen sözleşmelerle birebir hastanelerde uygulanan sözleşmeler arasında önemli farklılıklar olması, yüklenici firmalarla kamu idaresi arasındaki uyuşmazlıklarda hukuki işlemler için Londra’nın tarif edilmesi gibi bir dizi önemli bulgu içinde en kritik görünen “kira bedeli” ve “hizmet ödemeleri” hesaplamalarına ilişkin yapılan değişiklikler. Bugün bu başlıklardaki bulgulara yer vereceğiz.

ŞEHİR HASTANELERİNE İLİŞKİN BAŞLICA BULGULAR

  • Hizmete giren Şehir Hastanelerine ait varlık ve yükümlülüklerin kayıt edilmemesi, kira ödemelerinin hatalı muhasebeleştirilmesi.
  • Hizmete giren Şehir Hastanelerine ait sözleşmelerde atıf hataları ve mahiyeti belirsiz hükümlerin bulunması: Özellikle ödemelere ilişkin detayların yer aldığı ek maddelerin bulunmaması ya da heyete verilen sözleşme eklerinde yer almaması vurgulanıyor. Burada en önemli konu olarak “öğrenme dönemi” olarak adlandırılan ilk 6 ayda, yüklenici firma hatalarından kaynaklanacak olumsuzluklardan kamuyu korumak için getirilen maddelerin uygulanmamasına yönelik “revizyonlar”a atıf yapıldığı, ancak bunların mahiyetinin belirsiz olduğuna dikkat çekiliyor.
  • Şehir Hastanelerine ilişkin ihaleler bitip sözleşmeler imzalandıktan sonra sözleşmede, sözleşme eklerinde ve sözleşme bedelini oluşturan unsurlarda yapılan değişikliklerin yetkili makamlar tarafından yapıldığının ve usule uygunluğunun tespit edilememesi: İdare tarafından, denetim ekibine teslim edilen şehir hastanesi sözleşmeleri ile uygulamadaki sözleşmelerin birbirinden farklı olduğu, mahallinde yapılan denetimlerde tespit ediliyor.
  • Döviz kuru sepetindeki artışın Şehir Hastanelerine ilişkin kullanım bedeli hesabına yansıtılmasında belirsizlik olması: Kamu-özel işbirliği projelerine yönelik düzenlemeler ve ilk sözleşmelerde yer alandan farklı biçimde kur artışının tamamen ve tüm yatırım tutarı üzerinden kamu idaresine yüklendiği saptanıyor.
  • Sözleşmelerde idare aleyhine hüküm doğuracak şekilde değişiklikler yapılması: Hizmet ödemelerinde asgari ücret artışı, enflasyondan yüksekse sadece işçilik giderleri için değil, tüm hizmet bedeli için bu oranda artış yapılması, yüklenici firmanın yatırımdaki özkaynak tutarının da kur artışı düzeltmesine konu edilmesi gibi uygulamalara yönelik “tadilat” tesbit ediliyor.
  • Kamu idaresi ile yüklenici firma arasında uyuşmazlık durumunda tahkim yeri olarak Londra’nın belirlenmesi.
  • Şehir Hastaneleri sözleşmelerinin eklerinde yer alan hükümlerden, bu hastaneleri işleten şirketlerin, yine bu projeler nedeniyle finansman sağlayıcılarına ödemekle yükümlü oldukları anapara, faiz ve benzeri giderlerin, idare tarafından, yetkisi olmadığı halde, üstlenim taahhüdünde bulunulması ve bu işlemin mali tablolara yansıtılmaması.
  • Yüklenici firmanın sözleşme hükümlerini Iihlali veya sözleşmeyi haksız feshi halinde İdare’nin, sözleşmenin erken feshiyle maruz kalınan her türlü ceza ve masrafı şirkete tazminat olarak ödemesi ve mevzuat ile getirilen özkaynak kuralının manasız hale gelmesi.
  • Fiilen şantiye halindeki alanlar için yer ve bahçe bakım “hizmet ödemesi” yapılması

HER DÖNEMİN DÖVİZ BAZINDAKİ GELİRİ BİR ÖNCEKİ DÖNEMİN ÜZERİNDE OLMALI

Sayıştay raporunda açıkça saptandığı üzere Kamu İhale Kanunu ya da kamu-özel işbirliği projelerine ilişkin diğer düzenlemelerdeki döviz artışlarında kamu idaresiyle yüklenici firma arasında riski eşit paylaşma ilkesini ihlal eden ek düzenlemeler yapıldığı, kur riskinin tamamen kamu idaresine yıkıldığı saptanıyor. Özellikle son iki yıldaki kur artışı sırasında yüklenici firmaların bu konuda baskı uyguladığı biliniyordu. Sayıştay raporuyla hem kur artışının kamunun ilgili düzenlemelerinde öngörülenden daha fazla yansıtıldığı hem de sadece borçlanma tutarını kapsamadığı, yüklenici firmaların özkaynak tutarına da yansıtıldığı büyük bir açıklıkla saptanmış.

Kamu-özel işbirliği projelerinde yüklenici firmaların dövizle borçlanacağı esas alınarak dönemsel kira bedeli hesaplamasında iki kriterin karşılaştırılması esas alınıyor. Tüketici fiyatları artışıyla üretici fiyatları artışının ortalaması, kur artışının üzerindeyse artış enflasyon kadar oluyor. Eğer kur artışı daha yüksekse, enflasyon artışının üzerine bir düzeltme çarpanı ekleniyor. “Düzeltme çarpanı” dönemler arası farkı, kamuyla yüklenici firma arasında kur riskini bölüşmeyi hedefliyor. Sayıştay raporunda başlangıç sözleşmelerinde bu şekilde yer alan hesaplamaya sonradan “…her halükarda KBD/DKRD ≥ KB(D-1)/DKR(D-1) olmalıdır” ekinin yapıldığı saptanıyor. İlgili dönemdeki kira bedelinin, döviz kuru bazında hesaplanan değere oranının, bir önceki dönemdeki kira bedelinin döviz kuru değerine oranından yüksek olmasını ifade eden bu formülasyon, döviz bazında bir önceki dönemden hep daha yüksek gelirin garantilenmesi anlamına geliyor. Raporda bunun nasıl uygulanacağının belirsiz olması ve kamu idaresinin tüm kur riskini üstlenmenin de ötesine geçen bir yük üstlendiğine vurgu yapılıyor. Çok özetle yüklenici firmalar lehine, kur riskinin ötesine geçen bir hesaplama araya sıkıştırılmış, döviz bazında gelir artışı garantilenmiş oluyor.

KUR-ENFLASYON FARKI NE OLURSA OLSUN DEVLET ÜSTLENİYOR

Aynı zamanda daha önce yönetmeliklerle belirlenmiş, döviz kuruyla enflasyon arasındaki farkın 0,25 ya da daha küçük olması durumunda kur riskinin taraflar arasında paylaşılması, 0,25’i geçmesi durumunda 0,25’in üzerindeki kısmın kamu idaresi tarafından üstlenilmesi maddesi de açıkça ihlal ediliyor.

YÜKLENİCİNİN FİRMANIN ÖZKAYNAĞININ OLMAYAN KUR RİSKİNİ DE DEVLET ÖDÜYOR

“…her halükarda KBD/DKRD ≥ KB(D-1)/DKR(D-1) olmalıdır” ifadesi aynı zamanda döviz-enflasyon farkı hesaplamasının yani kur riskinin yüklenici firmaların kullandıkları krediler oranında uygulanması gerekirken yatırım tutarının tümü için uygulanmasına ilişkin bir muğlaklık da barındırması. Sözleşmelere göre yüklenici firmalar yatırım tutarının %80’ine kadar banka kredisi kullanabiliyor, %20’lik bölümü kendi özkaynaklarıyla karşılamak zorundalar. Bu bölüm de “kur riski” hesaplarına dahil edilmiş oluyor.

Hazine garantisiyle kullanılan kredilerin kur riskine kamunun ortak olması bile başlı başına tartışılması gereken bir konuyken tamamen kamu tarafından üstlenilmesini “sözleşme tadilatları”yla sağlamak özellikle son iki yılda, devreye alınan hastanelerde nasıl büyük bir soygun mekanizmasının işlediğine işaret ediyor.

AVRO KREDİ KULLANANLARA AYRICA ZENGİN OLUYOR

Raporda sözleşmelerin uzun dönemli olması gözetilerek dolar/avro paritesindeki avro lehine değişim dikkate alınmadan, döviz sepeti bazında kur artışı hesaplaması yapılırken borcu avro olan yüklenicilerin cebine ekstradan nasıl para girdiği değerlendirmesi yapılmamış.

Devletin hem finansmanı yapan bankaların hem de yüklenici firmaların tüm yükünü üstlendiği, hatta yüklenici firmanın ekstradan para kazanmasını sağladığı Sayıştay raporunda açıkça ortaya konuyor.

HİZMET ÖDEMELERİNDE KIYAK

Raporda bir diğer konu da “hizmet ödemeleri”nde yine bir sözleşme değişikliğiyle sağlanan fayda. Yüklenici firmalar, işçilik giderleri verdikleri hizmetlerin sadece bir bölümünü oluştururken asgari ücret artışı enflasyonun üstünde olursa tüm hizmet ödemelerinde bu artıştan yararlanabiliyorlar. Örneğin temizlik hizmetlerinde giderlerde temizlik malzemeleri vb unsurlar da yer alırken asgari ücret enflasyondan yüksekse tüm hizmet ödemesinin asgari ücret artışı oranında yapıldığı saptanıyor. Özellikle 2016 yılındaki yüzde 30’luk asgari ücret artışının hizmet ödemelerinde gider artışının çok üzerinde bir artışa yol açtığı vurgulanıyor.

AÇILAN HASTANELER İÇİN YOĞUN LOBİ FAALİYETİ

Sayıştay raporundaki saptamalar, esas sözleşmeyle uygulama sözleşmeleri arasındaki farklılıklar, usulsüzlükler, sözleşme tadilatları, özellikle son iki yılda yüklenici firmalar ve bankaların en tepeden başlayarak kamuya, Sağlık Bakanlığı’na ve Kamu Hastaneleri yönetimine uyguladığı baskıların sonuçları. Hastanelerin işletmeye alınması, “modelin başarısı”na ilişkin ısrar ve karmaşık sisteme duyulan güven toplam etkisi hesaplandığında yıllık bazda milyar liralar mertebesinde kamu zararına yol açmış durumda.

İLGİLİ HABER
=============================================
Dostlar,Bu konu belki de sizleri usandırdı, yordu..
Ama ŞEHİR HASTANELERİ üzerinden halkın ve ülkenin soyulması – TALANI sürüyor..
Bunu yapan ve yaptıranlar soygun – talan yorgunu gibi hiç durmuyorlar..
Tersine; tam gaz yola devam..
Ne buyurulur bu muazzam çıkar çatışması savaşına??

İktidar sahipleri, soygunu ortaya döken Anayasal kurum Sayıştay Başkanını, gözünü kırpmadan ve gecikmeden “altar” lara (sunaklara) kurban verdi..

İktidar sahipleri, soygunu ortaya döken Anayasal kurum Sayıştay Başkanını, gözünü kırpmadan ve gecikmeden “altar” lara (sunaklara) kurban verdi..

“Holokost” un gerçek kurbanları ise tüm Türkiye emekçileri..

Cellatlarımız yerli ve yabancı sermaye + iktidar ortaklığı!

Uyan eyyyy halkım uyan derin hatta ölümcül gaflet uykusundan..

Sevgi ve saygı ile. 01 Temmuz 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Aşı Karşıtlığı

SAĞLIK YAZILARI / DR. CAVİT IŞIK YAVUZ

Aşı Karşıtlığı

Ülkemizde de aşı yaptırmama konusunda dikkat çekici bir artış var. 2016’da çocuklarına aşı yaptırmayan aile sayısı 11 bin iken, 2017 yılında bu rakam 23 bine çıkmış durumda.

Aşı tartışması giderek alevleniyor. Aşı yaptırma konusunda yayılan kaygılar, korkular ve karşıt tutumlar bulaşıcı hastalıklarla mücadeleye zarar verecek noktaya gelmiş gibi görünüyor. Aşıyla korunulabilir bulaşıcı hastalıklar için endişeler ve bu hastalıkların sayıları artıyor. Dünya Sağlık Örgütü Avrupa Bölge Direktör Yardımcısı Nedret Emiroğlu’nun ifade ettiklerinden anlaşılan, Avrupa’da bir kızamık salgınının kol gezdiği:

Avrupa ülkelerinin üçte ikisinde kızamık ortadan kalkmış olsa da bölgedeki bazı ülkelerde geçen yıl büyük kızamık salgınları gözlemledik. Bu yılın ilk iki ayında Avrupa Bölgesi ülkeleri toplam 11 bin kızamık vakası bildirdi. Hastalığın daha çok yayılmasını önlemek ve aşılanma oranlarını artırmak amacıyla bu hastalıklardan etkilenen ülkelerle sıkı bir işbirliği içinde çalışıyoruz”.

Ülkemizde de aşı yaptırmama konusunda dikkat çekici bir artış var. Türk Klinik Mikrobiyoloji ve İnfeksiyon Hastalıkları Derneği (KLİMİK) Başkanı Prof. Dr. Alpay Azap’ın yaptığı açıklamaya göre, 2016’da çocuklarına aşı yaptırmayan aile sayısı 11 bin iken, 2017 yılında bu rakam 23 bine çıkmış durumda.

Konuyla ilgili uluslararası tartışmalar da yoğunlaşıyor. Öyle ki bilim insanları “halk sağlığının en büyük kazanımlarından birisi olan aşılar, nasıl oldu da anne ve babaları korkutan tıbbi bir işleme dönüştü?” diye soruyorlar.  Aşıya ilişkin bu tartışmalarda üç başlığın öne çıktığını görüyoruz: Aşı konusunda tereddüt edenler, aşıyı reddedenler ve aşıya karşıt olanlar. (Ayrıntılar için bakınız; Aşı Reddinin Bağlamı ve Sonuçları. Feride Aksu Tanık, Toplum ve Hekim 2018/2.sayı).

Konuyu ilk olarak “Dinin Siyasallaştırılması ve Sağlık” başlıklı dosyada Prof. Dr. Feride Aksu Tanık’ın “Aşı Reddinin Bağlamı ve Sonuçları” başlıklı yazısıyla  gündeme getiren Toplum ve Hekim Dergisi 2018 yılının üçüncü sayısını da bu konuya ayırdı ve bir aşı karşıtlığı dosyası hazırladı .

Dosyada yer alan sekiz yazıda aşı karşıtlığı çeşitli yönleriyle inceleniyor. Dosyanın sunuş yazısında konunun piyasa ve piyasalaşma faktörünü göz ardı etmeksizin ele alındığı belirtiliyor. Bu perspektifle ilk yazı da bu konuda: “Bağışıklamayı Kim Tehdit Ediyor: Aşı Karşıtları? Aşı Piyasası? (Şafak Taner). Yazıda aşı karşıtlığının bilimsel temellere dayanmadığı ancak aşının piyasalaşması ve piyasa dinamiklerine bırakılmasının güvensizlik ve endişe ortamı yarattığı vurgulanarak piyasalaşma üzerinden bu ortamın oluşumu inceleniyor.

Aşı Karşıtlığı (Alp Aker) başlıklı yazıda aşı karşıtı fikirlerin medyada ve internette özellikle sosyal medya aracılığıyla hızla yaygınlaştığı buna karşı mücadelenin bilimsel temelli argümanlar yanında farklı stratejiler de gerektirdiği belirtiliyor.

Aşı Karşıtlığının Tarihçesi (Melike Yavuz) başlıklı yazıda aşı tarihçesi ele alınırken karşıtlığı oluşturan gelişmeler ve süreç de inceleniyor. Bu karşıtlığın gerek tarihsel gerek sınıfsal farklılıkları vurgulanıyor. Sık Rastlanan Aşı Karşıtı İddialara Yanıtlar (Işıl Arıcan) yazısında, özellikle sosyal medyada sıklıkla rastlanılan aşı karşıtı savları ayrıntılı olarak irdelenerek bu savların aslını ortaya koymak ve özellikle “aşı karşıtı” aileleri ikna etmek isteyen hekimlere bir kaynak oluşturmak amaçlanıyor.

Ebeveynlerin (AS: anababanın) Aşı Kararı (Hatice İkiışık) başlıklı yazıda anne babaların aşı konusunda yaşadığı çekinceleri aşmanın önemli yollarından birinin “Aşıları tavsiye eden ve yöneten sağlık çalışanlarına, aşılarını sağlayan sisteme, aşı programlarına karar veren politika belirleyicilerine güven ve medyada yer alan aşılarla ilgili farklı türdeki bilgiler” olduğunun altı çiziliyor.

Otizm ve Aşılar Arasında Bir İlişki Var mı? (Işık Karakaya) aşıyla ilgili en çok dillendirilen endişe kaynağı olan aşı-otizm ilişkisine ilişkin araştırmaları ve yayınları özetlerken Aşı Karşıtlığının Toplumsal Sonuçları (Alpay Azap) başlıklı yazıda aşı karşıtlığına bağlı düşen aşılama oranları nedeniyle oluşan salgınlara dikkat çekiliyor.

Dosyanın son yazısı ise Aşılanmama, Aşılatmama ve Türkiye’de “Aşı Reddi” Tartışmasına Kısa Bir Katkı (Muzaffer Eskiocak) başlığında. Yazıda “Bilimin ve modern tıbbın toplum sağlığına en önemli katkılarından bağışıklama hizmetleri, neoliberal hegemonyanın bilime, kurumlara ve yaşama yönelik saldırısından etkilenmekte” olduğuna dikkat çekiliyor ve aşı oranlarının düşmesiyle salgın endişelerinin dile getirilmeye başlandığı bir ortamda Türkiye’de 2010 yılından bu yana kızamık hastalığının bir şekilde gündemde olduğunu rakamlarla ve aşılama oranlarıyla ortaya koyuyor.

Kırk yaşındaki dergi Toplum ve Hekim’in bu özel dosyası için yazıların özetlerine, eski sayıların içeriğine ve abonelik bilgilerine derginin web sayfasından ulaşabilirsiniz. (CIY/HK)

Yazar : Cavit Işık Yavuz
Tıp doktoru, Halk Sağlığı ve Çevre Sağlığı Uzmanı. 1993’te Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni bitirdi. Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde Halk Sağlığı Uzmanlığı ve Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde Çevre Sağlığı uzmanlığı eğitimleri aldı. Türk Tabipleri Birliği’nin çeşitli Kol ve yayın organlarında çalışıyor.
==============================================
Dostlar,

Ne yazık ki sorun sür – dü – rü – lü – yor..
Anayasa Mahkemesi’nin 2 davada bireysel başvuruculara zorla aşı yapılamayacağı / tersinin hak ihlali olacağı kararından sonra “aşı reddi” her yıl birkaç yüz bile olmazken 23 binleri aştı 2017’de. Sağlık Bakanlığından “tık” yok.. Bu sitede çok yazdık sorunu. Tek maddelik bir yasal düzenleme sorunu çözmeye yeterli..

Ama AKP iktidarı bunu yap – mı -yor! Çocuklarımız aşısız kalıyor.  Yalnız aşılanmayan çocuklar değil tüm toplumun sağlığı tehlikeye atılıyor.

Böylesi ağır bir sorumluluğun gereğini yapmamak için herhalde istisna bir iktidar, AKP iktidarı olmak gerek..

Yazıklar olsun..

TOPLUM ve HEKİM Dergimizin 40. yılında bu önemli tırmanan AŞI KARŞITLIĞI sorunu özel konu – özel sayı yapan meslek örgütümüz Türk Tabipleri Birliği’ne ve dosyaya emek veren meslektaşlarımıza, sevgili Cavit’e teşekkür ederiz..

Sevgi ve saygı ile. 21 Haziran 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

Şehir hastaneleri : Şirketin kasası usulsüz doldu

Şehir hastaneleri : :
Şirketin kasası usulsüz doldu

Şehir hastanelerinin kredi borcu da vergisi de cezası da devletin kasasından…
Cumhuriyet internet 17 Haziran 2018

[Haber görseli]

Sayıştay Başkanlığı, şehir hastanelerine ilişkin yaptığı denetim sonucunda inşaatı ve işletmeyi yapan şirketin milyonlarca dolarlık dış kaynaklı kredi borcunun Sağlık Bakanlığı tarafından yetkisiz şekilde üstlenildiğini tespit etti. Üstelik bu durumun muhasebe kayıtlarında gösterilmeyerek kayıt dışı bırakıldığını anlatan Sayıştay ekibi, şirketin ödemesi gereken damga vergilerini dahi idarenin ödediğini belirledi. Sayıştay’ın raporuna göre şehir hastanesini işleten şirket, ihaleyi haksız yere feshederse bile idare, her türlü ceza ve masrafı tazminat olarak yine şirkete ödeyecek. Tarafların sorumluluk hallerinde eşitliğin idare aleyhinde bozulduğuna dikkat çekilen raporda, bu durum için “adaletsiz” ifadesi kullanıldı.

[Haber görseli]

Raporda, fiilen şantiye halindeki alanlar için şirkete yer ve bahçe bakım hizmet ödemesi yapıldığı da tespit edildi. Cumhuriyet’in dün ilk bölümünü verdiği Sayıştay Başkanlığı’nın 58 sayfalık Şehir Hastaneleri raporunun ikinci bölümünde, bu projenin yükünün nasıl halkın sırtına yüklendiği gözler önüne serildi. Resmi olarak şehir hastanelerinin yatırım maliyetinin ne olduğu bu zamana kadar açıklanmadı. Ancak çeşitli kaynaklar, 18 hastanenin toplam yatırım maliyetinin 10.5 milyar dolar, işleten şirkete ödenecek kira miktarının ise 30.2 milyar dolar olacağını kaydetmişti. Sayıştay, bu hastanelerin milyarlarca dolarlık borcunun “idarece yetkisiz üstlenimi taahhüdünde bulunulduğunu” belirledi. Bu durumu ayrıntılarıyla anlatan Sayıştay, “Şehir hastaneleri sözleşmelerinin eklerinde yer alan hükümlerden, bu hastaneleri işleten şirketlerin, yine bu projeler nedeniyle finansman sağlayıcılarına ödemekle yükümlü oldukları anapara, faiz ve benzeri giderlerin, idare tarafından, yetkisi olmadığı halde, üstlenim taahhüdünde bulunulduğu ve bu işlemin mali tablolara yansıtılmadığı görülmüştür” dedi. 4749 sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanun’un “yetki” ve “Borç üstelimi” başlıklı maddelerine dikkat çeken Sayıştay , şu eleştiride bulundu:

Borç üstlenimi kayıt dışı

“Sözleşme ve ekinde yer alan bu hükümler dikkate alındığında, yapılan işlemin fiilen, 4749 sayılı Kanun’un borç üstelinimi başlıklı 8/A madesinde tarif edilen borç üstlenimi taahhüdü işlemi olduğu için buna ilişkin yetki; ancak, Hazine Müsteşarlığı’nın bağlı bulunduğu bakanın teklfi üzerine Bakanlar Kurulu tarafından kullanılabilir. Kurum tarafından, başkanlığımızca talep edilen bilgi ve belgeler sunul(a)madığından, 4749 sayılı Kanun’da tarif edilen yetkiye ilişkin sürecin takip edildiğine dair herhangi bir kanıta ulaşılamamıştır. Ancak, sözleşme ve eklerinde yer alan imzalardan önce idareden borç üstlenimi taahhüdünde bulunulduğu anlaşılmaktadır.” Bu borç üstleniminin muhasebe kayıtlarına alınması gerektiği vurgulanan raporda, “Ancak bu işlemin de yapılmayarak kayıt dışı yapıldığı tespit edilmiştir” denildi. Raporda, şu sonuca varıldı: “Yukarıda açıklanan nedenlerle, şehir hastaneleri sözleşmelerinde yer alan hükümlerden, idarenin, yetkisi olmadığı halde fiilen borç üstlenimi taahhüdünde bulunduğu, bu taahhüde ilişkin hükümlerin yetkili olmayan makamlarca imza altına alındığı değerlendirilmektedir. Ayrıca, söz konusu taahhüt işlemlerine ait muhasebe kayıtları da bulunmaktadır.”

Cezayı devlet ödeyecek

Raporda, şehir hastanesini işleten şirketin sözleşme hükümlerini ihlali veya sözleşmeyi haksız feshi halinde idarenin, sözleşmenin erken feshine maruz kalınan her türlü ceza ve masrafı şirkete tazminat olarak ödeyeceği açıklandı. Bu durumun, mevzuat ile getirilen özkaynak kuralını manasız hale getirdiği ifade edilen raporda, “Buna göre erken fesih sonucunda maruz kalınan her türlü ceza ve masrafın geri ödenmesini karşılayacak tutar, tazminat olarak şirkete ödenecektir. İdarenin, neden bu giderleri ödemek zorunda olduğu anlaşılamamıştır” sorusu soruldu. Sözleşmelerde; özkaynaktan, özkaynağın finanmanı için yapılan giderlerin de bu durumda şirkete ödenmesini yasaya aykırı bulanSayıştay denetim heyeti, şu değerlendirmede bulundu: “Bu durumda, özkaynağın temini için herhangi bir finansman gideri yapmayan yüklenicilere ödeme yapılmazken, kredi ve benzeri yollarla özkaynak getiren yüklenicilere finansman gideri adı altında ödeme yapılması gibi bir sonuç doğabilecektir. Kredi ve benzeri yollarla özkaynak getiren yüklenicilere, finansman gideri adı altında ödeme yapılacak olmasının, eşitlik ilkesini zedeleyeceği ve yüklenicilere özkaynak temininde yabancı kaynak kullanmaya teşvik edeceği düşünülmektedir. Öte yandan bu şekilde özkaynağın finansman riskinin idare tarafından üstlenilmesi, mevzuattan kaynaklanan yüklenicinin yüzde 20 özkaynak getirme yükümlülüğünü de ortadan kaldırmaktadır. Bu yönüyle de mevzuata aykırılık teşkil ettiği değerlendirilmektedir. Özkaynağın temin edilme usulünden kaynaklanan risklerin idare tarafından üstlenilmemesi gerektiği mütaala edilmektedir.”

Sigorta geliri finans sağlayıcıya

Rapordaki bir başka skandal da şehir hastanesinin zarar görmesi halinde devreye girecek sigorta gelirlerinin finansman sağlayan sermaye gruplarına aktarılması oldu. “Şehir hastanelerine ilişkin sözleşmelere ekli ‘Finansman Sağlayanların Doğrudan Anlaşması’ başlıklı maddesinin, sağlık tesisinin büyük bir hasar görmesi ve şirketin mali gücünün tesisi yeniden inşa etmeye ve kalan kredi ödemelerini yapmaya yetmemesi halinde, hasar nedeniyle sigorta sözleşmeleri dolayısıyla elde edilecek gelirin, kredi sağlayanlara aktarılmasını öngörmektedir” denilen raporda, bu konuda yaşanacak ihtilaflarla ilgili sözleşme ve eklerinde düzenleme bulunmadığı kaydedildi.

Eşitlik idare aleyhinde bozuldu

Denetim raporunda, “Tarafların sorumluluk halleri ile ilgili hükümde, taraflar arasındaki eşitliğin idare aleyhinde bozulması” başlıklı bir tespit de yer aldı. Sözleşmenin, tarafların sorumluluk hallerini düzenleyen, tazminat yükümlülüğü maddesinde, birbirine benzer iki durumda şirketin sorumluluğuna gidilmesi için kesinleşmiş mahkeme kararı aranırken, idarenin sorumluluğuna gidilmesi için böyle bir şartın aranmadığı, doğrudan idarenin sorumluluğuna gidilmesine imkân tanındığı anlatılan raporda, “Bu şekildeki bir düzenleme, sözleşmenin tarafları arasındaki sorumluluğun adaletsiz şekilde dağıtılması anlamına gelmektedir. Bu durum, sözleşmelerde hakkaniyet ve eşitlik ilkesine aykırıdır” denildi.

Geç giren tesise yaptırım uygulanmadı

Raporda, 2017 yılında faaliyette bulunan Adana, Mersin ve Isparta şehir hastaneleri için doğalgazdan elektrik enerjisi üreten trijenerasyon tesisi planladığı anımsatıldı. Bu tesislerde üretilen elektrik enerjisi sayesinde, sağlık tesislerinin elektrik giderlerinde tasarruf sağlanması amaçlandığı savunulan raporda, şu bilgiler verildi: “Bu üç şehir hastanesinde trijenerasyon tesisi, hastane ile birlikte idareye teslim edilememiştir. Bu tesislerin ihale şartnamesinde mi yer aldığı, yoksa projeye sonradan mı dahil edildiğine dair idareden sözlü ve yazılı olarak bilgi istenmesine rağmen cevap alınamamıştır. Bu tesislerin fiilen hizmete girmemiş olmasından dolayı, idarenin geç teslim nedeniyle yaptırım uygulama, trijenerasyon tesisi sayesinde elde edilecek elektrik gideri tasarrufunun şirketçe tanzimini ve tesisin kullanım bedeli hesaplanırken bu tesisle ilgili kısmın hesaplamaya dahil edilmemesi uygulamalarını yapması gerekmektedir. Ancak gecikmeye ilişkin bir yaptırım uygulandığını kanıtlayan herhangi bir belgeye ulaşılamamıştır.”

Olmayan bahçeye bakım hizmeti ödenmiş

Sayıştay, fiilen şantiye halindeki alanlar için yer ve bahçe bakım hizmet ödemesi yapıldığını tespit etti. Adana ve Mersin şehir hastanelerinin yer aldığı yerleşkelerin bir bölümünün şantiye halinde olması nedeniyle, idare tarafından kullanılamadığı anlatılan raporda, bu alanlarda işçi barakaları ile iş makineleri bulunduğu, bu alanlarda inşaat faaliyetleri dolayısıyla yer ve bahçe bakım hizmetlerinin sunulamadığı ifade edildi. Raporda, “Yerleşkenin, şirket şantiyesi olarak kullanılan bölümünde yer ve bahçe hizmetlerini sunması mümkün olmadığından, hizmet sunulamayan alan oranında kesinti yapılması gerektiği değerlendirilmektedir” denildi.

Şirketin vergilerini devlet ödemiş

Şehir hastaneleri için şirkete verilen “kullanım bedeli” ve “hizmet ödemeleri”ne ilişkin olarak şirketin ödemesi gereken damga vergisinin de idare tarafından yüklenildiği denetim sonucunda tespit edildi. Bu ödemelerin şirket tarafından yapılması gerektiğini belirten Sayıştay , şu tespiti yaptı: “Damga Vergisi Kanunu’nun açık hükmüne rağmen damga vergisi tutarının şirkete yapılacak ödemelere eklenmesi suretiyle idare tarafından ödenmesinin kanuna aykırı olduğu ve bu aşamada eklenen damga vergisinin tutarının, ‘hizmet ödemeleri’ne ilişkin hesaplamalarda, katma değer vergisi matrahına da dahil edilmesi suretiyle fazladan katma değer vergisi ödenmesinin idare tarafından fazladan ödeme yapılmasına neden olduğu değerlendirilmektir.

Özkaynağa bile kur güncellemesi

Raporda, kullanım bedeli hesaplanırken, şirket tarafından döviz cinsinden sağlanan kredilerin yanı sıra, sözleşme gereği şirketin sağlamak zorunda olduğu özkaynak tutarı için de döviz kuru fiyat güncellemesi yapıldığı ve bu uygulamanın yürürlükteki kanuna uygun hale getirilmediği aktarılırken, “Kanunda şirketin sağlamak zorunda olduğu özkaynak tutarı için fiyat farkı ödenmesi öngörülmemiştir. Mevcut uygulamanın söz konusu kanuna aykırı olmasının yanı sıra, Türk parası ile konulan sermaye tutarının döviz kuru artışına karşı da korunmasının genel kamu uygulamalarına aykırı olduğu düşünülmektedir” denildi.

Hesaplama formüle yönetmeliğe aykırı

Bir başka usulsüzlük tespiti ise “kullanım bedelinin hesaplanmasına ilişkin formülün yönetmeliğe aykırı olması ve sözleşmeden sözleşmeye farklılıklar arz etmesi” oldu. Tesislerin kullanımı karşılığında idare tarafından şirkete ödenen kullanım bedellerinin hesaplanmasına ilişkin formülün, yönetmelikle düzenlenmiş olmasına rağmen, sözleşmeden sözleşmeye farklılıklar içerdiği görüldüğü anlatılan raporda, bu konuda Isparta Şehir Hastanesi’nin sözleşmesindeki hesaplama formülü ile Mersin’dekinin farklı olduğuna dikkat çekildi. Bakan onayıyla kullanım bedelinin hesaplanmasında değişiklik yapılabileceğine işaret edilen raporda, “Eğer tarafların yönetmeliğin 2’nci maddesinde formülün tatbiki için başvuruları olmuş ve bakan onayıyla bu formül değişikliğine gidilmişse sözleşmelerdeki formülün, yönetmeliğin ikinci ekinde yer alan formül olması gerekmektedir” değerlendirmesine yer verildi.

Sayıştay, faaliyette olan 4 şehir hastanesiyle ilgili denetiminde, yüklenici şirketin kasasının nasıl usulsüz şekilde doldurulduğunu madde madde örnekleriyle anlattı:

1 İdare, şirketin tüm borçlarını yetkisiz şekilde üstlendi

2 Şirket, sözleşmeyi feshederse dahi devlet cezasını şirkete tazminat olarak ödeyecek

3 Tarafların sorumluluk hallerinde eşitlik idare aleyhine bozuldu

4 Şantiye halindeki bahçe için idare hizmet bedeli ödedi

5 Faaliyete zamanında girmeyen tesis için şirkete yaptırım uygulanmadı

6 Şirketin ödemesi gereken damga vergisini idare üstlendi

7 Kredi yoluyla özkaynak getiren şirkete, finansman gideri adı altında ödeme yapılacak.

YARIN: Şirkete yüzde 70 hasta garantisi verildi mi ?
=========================================

Dün ilk bölümü yayımlamıştık web sitemizde..

Yazık ülkeye yazık vicdansızlar…

Şehir hastanelerinde skandallar zinciri-1

Şehir hastanelerinde skandallar zinciri-1:
Usulsüzlüğü ortaya çıkarınca görevden alındı

Sayıştay, Şehir hastanelerinin yolsuzluklarını raporlaştırdı

Alican Uludağ  Cumhuriyet, 16 Haziran 2018 (internet)

[Haber görseli]Tüm devlet kurumlarını denetleyen Sayıştay, Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumu’nun (TKHK) 2017 yılı hesaplarını denetlemek için de 10 kişilik bir heyet oluşturdu. Başkanlığını Kenan Koçak’ın yaptığı heyet, bu kapsamda TKHK’ye bağlı olan Isparta, Mersin, Adana, Yozgat şehir hastanelerini de denetledi. Nisan 2018’de, ana gövdesini şehir hastanelerinin oluşturduğu bir rapor hazırlayan heyet, şehir hastanelerinde yapılan onlarca usulsüzlük bulgusu tespit etti. rapor , söz konusu usulsüzlüklerin gerekçesini yanıtlanmak üzere kamu idaresine gönderildi. Raporda AKP’nin en gözde projelerine ilişkin usulsüzlük tespitleri yapılması, iktidarı rahatsız edince heyetin başkanı Kenan Koçak görevden alındı. Cumhuriyet, henüz TBMM’ye gönderilmeyen ve kamuoyuna açıklanmayan  Başkanlığı’nın “şehir hastaneleri”ni de kapsayan denetim raporunu ele geçirdi.

Varlıklar kaydedilmedi

Raporun en dikkat çeken bölümleri, şehir hastanelerini inşa ederek işletmesini alan şirketle yapılan sözleşmedeki “usulsüzlükler” oldu. Raporda, hizmete giren şehir hastanelerine ait varlık ve yükümlülüklerin kayıt edilmediği, devlet tarafından şirkete yapılan “kira ödemelerinin hatalı muhasebeleştirildiği” ve “muhasebe içi envanter işlemlerinin yapılmadığı” vurgulandı. Raporda, muhasebe kayıtlarının, mevzuata uygun yapılmaması sonucunda; aktif mahiyetteki 25 Maddi Duran Varlıklar ile pasif mahiyetteki 30/40 Kısa/Uzun Vadeli İç Mali Borçlar hesap grupları ve faaliyet sonuçları hesaplarının, “gerçek ve fiili durumu göstermediği”ne dikkat çekildi.

Bakanlık gizledi

Raporda, bu hastanelere ait sözleşmelerde atıf hataları yapıldığı, mahiyeti belirsiz hükümler bulunduğuna işaret edildi. Şehir hastanelerinin yapım işleri ve işletme döneminde hizmet alımlarının Kamu İhale Kurumu’ndan muaf tutulduğu anımsatılan rapora göre, şehir hastaneleri sözleşmesi, ana metin ve 30 adet ekten oluştu. Sayıştay, raporunda şehir hastanelerine dair sözleşmelerin işletilmesinin Kamu Hastaneleri Kurumu’nun sorumluluğunda olduğu hatırlatıldı. Bu çerçevede TKHK’den şehir hastanelerine ait sözleşme ve eklerini talep ettiğini belirten Sayıştay, kurumun söz konusu dokümanların örneklerini sınırlı şekilde sunabildiğinin altını çizdi. Raporda “Bu nedenle, söz konusu eksik bilgi ve dokümanların temini Sağlık Bakanlığı’ndan yazılı olarak talep edilmiş ancak yanıt alınamamıştır” notu düşüldü.

Sözleşmede belirsizlik

Kamu Hastaneleri Kurumu’nda bulunan sözleşme ile şehir hastanesindeki sözleşme örnekleri arasındaki farklılıkların neler olduğu anlatılan raporda, TKHK tarafından denetim ekibine sunulan Yozgat Şehir Hastanesi’e ait sözleşme nüshasında 66 ve 67’nci maddelerinin yer almadığı, ancak mahallinde temin edilen sözleşme nüshasında bu maddelerin bulunduğu ifade edildi. Mahallinden temin edilen Yozgat Şehir Hastanesi’ne ait sözleşme örneğinde, 66’ncı maddenin “Masraflar ve Giderlere” ilişkin olduğu, 67’inci maddenin ise “Uygulanacak hukuk”u düzenlediği ifade edilen raporda, “Denetim ekibine sunulan sözleşme nüshası ile mahallinde bulunan sözleşme nüshasının farklı olması, hangi sözleşmenin uygulamaya esas olduğu konusunda belirsizliğe sebep olmaktadır” denildi. Sözleşmede değişiklik prosedürünü düzenleyen Ek-22’nin madde metinlerinde hatalı atıflar bulunduğu belirtilen raporda, ekler arasında tutarsızlıklar bulunduğu, “Söz konusu Ek’in 1’inci bölümünde “nitelikli değişiklik” tanımında yer alan “Sözleşme’nin 32.4’üncü maddesi uyarınca Yöntem Beyanları’ndaki herhangi bir revizyon nitelik değişimi olarak değerlendirilmeyecektir” ifadesi ile neyin kastedildiği tam olarak anlaşılamadığı ifade edildi, “Değişiklik prosedüründe bu şekilde belirsizlikler oluşu, sözleşme değişikliklerinde hukuki ihtilaflara sebep olabilir.” denildi.

İdareden habersiz

Raporda, şehir hastanelerine ilişkin ihaleler bitip sözleşmeler imzalandıktan sonra sözleşmede, sözleşme eklerinde ve sözleşme bedelini oluşturan unsurlarda yapılan değişikliklerin yetkili makamlar tarafından yapıldığının ve usulüne uygunluğunun tespit edilemediği anlatıldı. Şehir hastaneleri sözleşmeleri ile uygulamadaki sözleşmelerin farklı olmasının sebebinin de sonradan sözleşmelerde yapılan bu değişikliklerin olduğunu tespit eden Sayıştay , bu konuda bakanlıktan yanıt istedi. Sayıştay , bu talebi sırasında Bakanlık ile “Sözleşmelerin ihale sonuçlandırıldıktan sonraki halleri, şu anda uygulanmakta olan halleri ve bu iki hal arasındaki dönemde yapılan değişiklikler idareden yazılı ve sözlü olarak istenmesine rağmen cevap alınamamıştır” bilgisini paylaştı.

Şartnameleri de sakladılar

Faaliyette bulunan şehir hastanelerine ilişkin olarak çeşitli tarihlerde imzalanan sözleşme ve eklerinin, 26 Ağustos 2014 tarihinde toplu olarak tadil edildikleri ve bu değişiklikten bağımsız olmak üzere başka tarihlerde de değişikliklere uğradıklarının anlaşıldığı aktarılan raporda, değişiklikler şöyle açıklandı: “Sözleşme kapsamında yapılacak ödemelerin yöntemini belirleyen sözleşme ekli ‘ödeme mekanizması’ başlıklı Ek-18’de yapılan tadil veya tadiller sonucu, sözleşme kapsamında yapılacak ödemelerin hesaplama yöntemlerine ilişkin esaslı değişikliklerin yanı sıra, ihale kapsamındaki isteklilerin teklif unsurlarından olan ‘toplam sabit yatırım tutarı’, ‘Kullanm bedeli’ ve ‘hizmet ödemeleri’ne esas tutarlarda da değişiklikler yapıldığı anlaşılmaktadır. Yukarıda sayılanlar dışında hangi unsurlarda değişiklikler yapıldığı ise, idareden istenen belgeler denetim ekibine teslim edilmediği için tespit edilememiştir.” Sözleşmede değişiklik yapılmasına ilişkin olarak, ihale ilanının yapıldığı tarihte bir mevzuat hükmü bulunmadığına dikkat çekilen raporda, “Bu nedenle sözleşmelerde değişiklik yapılmasına ilişkin usul ve esasların ihale şartnamelerinde yer aldığı düşünülmekte ise de şartnamaler istenmesine rağmen denetim ekibine teslim edilmediği için sözleşmelerde yapılan değişikliklerin usulüne uygun olup olmadığının tespiti yapılmamıştır” belirlemesine yer verildi.

Yargı devre dışı

Sayıştay, “tahkim yerine ilişkin hükümlerin, sözleşmelerin imzalandığı tarihte yürürlükte olan kanuna ve şu an yürürlükte bulunan yönetmeliğe uygun hale getirilmediği”ni vurguladı. Sözleşmenin eki olan “Finansman Sağlayanların Doğrudan Anlaşması”ndan kaynaklanan veya ona ilişkin her türlü ihtilafın tahkim yerinin Yozgat, Isparta ve Adana şehir hastanelerinde Londra; Mersin Şehir Hastanesi’nde ise İstanbul olarak belirlendiği kaydedilen rapora göre, sözleşmelerin imzalandığı tarihte, 6428 sayılı Sağlık Bakanlığı’nca Kamu Özel İşbirliği Modeli ile Tesis Yaptırılması Hakkında Kanun’un 4’üncü maddesinin (11) fıkrası, “Sözleşmenin uygulanması sırasında taraflar arasında doğabilecek hukuki ihtilaflarda Türk hukuku uygulanır ve ihtilafların çözümünde Türkiye Cumhuriyeti mahkemeleri görevli ve yetkilidir. Ancak, taraflar ihtimalin esasına Türk hukukunun uygulanması ve davanın Türkiye’de görülmesi kaydıyla ihtilafın Milletlerarası Tahkim Kanunu çerçevesinde çözümlenebileceğini kararlaştırabilirler” şeklinde düzenlenmişti. Ancak “davanın Türkiye’de görülmesi” ifadesi 27 Mart 2015 tarihli 6639 sayılı kanun ile yürürlükten kaldırıldı.

Çelişkilerin altı çizildi

Raporda bu durum şöyle eleştirildi: “Buna rağmen aynı hüküm 9 Mayıs 2014 tarihinde yayımlanan ‘Sağlık Bakanlığınca Kamu Özel İşbirliği Modeli ile Tesis Yaptırılması, Yenilenmesi ve Hizmet Alınmasına Dair Uygulama Yönetmeliği’nde halen bulunmakta ve yürürlükte yer almaktadır. Kanundaki değişiklik yönetmeliğe yansıtılmamıştır. Yukarıda yer verilen mevzuat hükümleri 2017 yılında faal olan şehir hastanelerine ilişkin sözleşmeleri, ihale ilan tarihinin kanunun ve yönetmeliğin yürürlük tarihinden önce olması nedeniyle, kapsamasa da Yozgat, Adana ve Isparta şehir hastanelerine ilişkin sözleşmelerin Ek-6’da yer alan tahkim yerinin Londra olduğuna dair hükmün, o tarihte yürürlükte olan kanun hükmüne ve halen yürürlükte olan yönetmelik hükmüne aykırı olduğu değerlendirilmektedir.”

25 yıl boyunca hasta garantisi

“Sağlıkta devrim” yaptıklarını iddia eden iktidar partisi, 2013 yılında %70 dolulukla “hasta garantisi” vererek şehir hastaneleri projesini yürürlüğe soktu. Şehir hastanelerinin, kamu-özel işbirliğiyle yapişlet- devret modeliyle yapılması için 21 Şubat 2013’te Meclis’ten kanun çıkarıldı. İhaleyi alan şirket, şehir hastanesini yaptıktan sonra 25 yıl boyunca işletecek, devlet de bu kapsamda şirkete kira ve ayrıca hizmet bedeli ödeyecek. 25 yılın ardından şehir hastanesi kamuya devredilecek. Şu ana kadar 4 şehir hastanesi açıldı. Bunlar; Isparta, Mersin, Adana, Yozgat şehir hastaneleri. Otel konforunda denilerek açılan hastanler şehir dışına inşaa edildi. Bu nedenle hastalar için ulaşım eziyete dönüştü.

Yaklaşık 30 şehir hastanesi daha açmayı planlayan hükümet, 2018 yılı içinde Kayseri, Ankara-Bilkent, Manisa, Elazığ ve Eskişehir’deki hastanelerini faaliyete geçirecek. 2020’ye kadar da Ankara- Etlik, Konya(Karatay), Bursa, Kütahya, Tekirdağ, Gaziantep, İzmir Bayraklı, İstanbul Başakşehir ve Sancaktepe ile Şanlıurfa şehir hastanelerinin faaliyete geçmesi planlanıyor.

İdare aleyhinde değişiklik uyarısı

Şehir hastanelerine ait sözleşme ve eklerinde, ihale bitip sözleşme imzalandıktan sonra yapılan bazı değişikliklerin idare aleyhinde olduğu belirtilen raporda, “ihale tarihinde yürürlükte olmayıp şu anda yürürlükte olan mevzuata aykırı bazı sözleşme hükümlerinde ise idarenin değişiklik yapma hakkını kullanmadığı değerlendirilmektedir” denildi. Bu konuda şu tespitlere yer verildi: “Personel giderlerinin, toplam maliyet içerisinde az yer kapladığı, hizmetler için ödenecek fiyat farkının, yurt içi fiyat endeksleri yerine, yurt içi fiyat endeksleri ile asgari ücret artış oranından fazla olanı üzerinden hesaplanması yönünde bir değişiklik yapıldığı görülmektedir. Şehir hastaneleri sözleşme ve eklerinde, fiyat farklarının hesabına asgari ücret değişim oranının da etkisi olduğuna dair bir hüküm yokken, mahallinde yapılan denetimlerde, asgari ücretin de fiyat farkı hesabına etkisinin olduğu bir yöntem kullanıldığı görülmüştür.

Sorumlulara konunun sorulması üzerine, sözleşme eklerinde, bazı hizmetlere ilişkin fiyat farklarının hesabında, yurt içi fiyat endeksleri ile asgari ücret artış oranından yüksek olanının dikkate alınacağı yönünde değişiklik yapıldığı bilgisi denetim ekibine aktarılmıştır. Bedeli parça başı hesaplanan çamaşırhane, yemek hizmetleri ve atık yönetimi gibi hizmetlerde fiyatlamaya esas parçaların maliyetinin sadece belli kısmını oluşturan asgari ücretin fiyat farkının tek ögesi olarak dikkate alınması sakıncalıdır. Özellikle TPN ve HBYS gibi teknolojiye dayalı ve ağırlıklı olarak makine ve teçhizatların kullanıldığı, personel giderinin hizmet bedeli içinde az yer kapladığı hizmetler ile temizlik hizmetinde olduğu gibi, malzemeler içinde de ödeme yapılan hizmetlerde kullanılan malzemeler için de asgari ücret oranında fiyat farkı hesaplanması hakkaniyete aykırı olduğu gibi sözleşme taraflarının çıkarlarının dengelenmesi açısından da tutarsızlık arz etmektedir.”
====================================
Dostlar,

Cumhuriyet‘ten Sayın Alican Uludağ‘ın bu değerli ve önemli yazı dizisini bizim de yorum ve katkılarımızla sitemizde paylaşacağız. Bu sitede konu hakkında onlarca yazı yayınladık, konferans konuşmalarımızın youtube kayıtlarını ve power point yansılarını paylaştık. Bir bölümünün erişkesi (linki) hala web sitemizin manşetinde..

Yineleme pahasına birkaç önemli olguyu hoşgörünüzle bir kez daha paylaşalım :

  • Şehir hastaneleri UTANÇ VERİCİ BİR KİTLESEL – TOPLUMSAL HARAÇTIR!
  • ŞEHİR HASTANELERİ AÇIKÇA KÜRESEL SERMAYEYE KAPİTÜLASYONDUR ve Lozan Anlaşmasına da aykırıdır!
    CB adayları ve siyasal partiler bu temaları halka işlemek iktidardan hesap sormak zorundadır! İktidar değişikliğinde bu küresel talanın durdurulacağı sözü halka verilmelidir.
  • AKP’nin Haziran 2003’ten bu yana 15 yıldır dayattığı SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM PROGRAMI IMF – Dünya Bankası dayatmasıdır; özgün adı Health Transformation’dur.
    Şehir Hastaneleri talanı, bu kökü dışarıda gayrı milli planın 2. aşamasıdır.
  • AKP’nin sağlık politikası asla yerli – milli değildir; kendisine dikte edilmiştir.
  • AKP iktidarı, sağlıkta da bu küresel soygun politikalarının taşeronudur!
  • Oysa Erdoğan, nasıl oluyor da, “biz yerli ve milliyiz” diyebilmektedir!? Utandırıcıdır!
    devamı : http://ahmetsaltik.net/2018/06/15/saglik-sistemi-insan-onurunu-hice-sayiyor/

Sevgi ve saygı ile. 17 Haziran 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

Sağlık sistemi insan onurunu hiçe sayıyor

Sağlık sistemi insan onurunu hiçe sayıyor

Av. Oya Tekin

oyatekin@oyatekin.av.tr
YURT Gazetesi, 14 Haziran 2018

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

24 Haziran seçimlerine günler kala, yurttaşın sıkıntı çektiği en önemli konuların başında sağlık sistemi geliyor.
Sağlıkta Dönüşüm Programı, uygulamaya konulduğundan bu yana, sağlık hizmetlerinde eşitlik ve sağlık hizmetlerine erişim açısından son derece başarısız bir sınav vermiştir.
Yurttaş sağlık hizmetlerine ne coğrafi olarak, ne uygun bina, donanım, ilaç ve tıbbi malzemenin sağlanması olarak erişebilmiştir.
Hizmetin ücretsiz sunulması açısından da, beklentilerini karşılaması açısından da sistem sınıfta kalmıştır.
Bu tablo hem devlet hastanesinde, hem şehir hastanesinde, hem de özel hastanelerde geçerlidir.
Zira acil sağlık sorunu olan yurttaşlar, devlet ve şehir hastanelerine gittiklerinde uzun kuyruklarla karşılaşırken, özel hastanelerin acil servislerinde ise başta fahiş faturalar olmak üzere, tüyler ürperten uygulamalara maruz kalıyorlar.
İktidar partisi, geçmişte hastanelerde yaşanan kuyrukların artık yaşanmadığını söylüyor.
Doğru, çünkü o kuyruklar artık telefon başında yaşanıyor!
İnsanlar en ufak bir randevu alabilmek için kimi zaman aylarca bekliyorlar.
Düşünün, bunu acil tedavi gerektiren rahatsızlığı olan hastalar da yaşıyor.
Ben sık sık, devlet hastaneleri, şehir hastaneleri ve özel hastanelerin acil servislerine gidip yerinde görür, vatandaşla konuşurum.
Hiç şaşmaz, devlet hastanesine her gidişimde, acil servise girdiğimde tam bir kaosla karşılaşırım.
İnsanlar hak ettikleri hizmeti hiçbir zaman alamıyor, yarım yamalak bir tedaviyle gönderiliyorlar.
Şehir hastanelerinde de tablo farklı değil.
Buralarda da, günün en tenha olması beklenen öğle saatlerinde bile, acil servis kuyruğunun dışarı taştığını görüyorum.
Ultra lüks binalara milyonların yatırıldığı bu hastanelerde vatandaş çile çekmeye devam eder.
Özel hastanelerin durumu ise hepimizin malumu…
Hastaya acil durumunun sona erdiğine ilişkin taahhütname imzalatarak, hastadan fahiş ücretler talep eden özel hastaneler mi dersiniz, olmayan hastanın yatışını göstererek devleti dolandıran mı, otopark ücreti için yurttaşı sıkboğaz eden mi?
Yani özel hastanelerin azımsanmayacak bir bölümü ne yazık ki, hasta haklarını da ezip geçiyor insan onurunu da. O nedenle diyoruz ki, gelin 24 Haziran’da bu gidişata bir son verelim.
Ne hasta haklarımızın ne de insan onurumuzun bu şekilde ayaklar altına alınmasına izin vermeyelim!
======================================
Dostlar,

Yazar Sayın Av. Oya Tekin bizim de yaramıza dokundu..
Türkiye son derece kritik bir baskın – tuzak seçime sürüklenirken CB adaylarının – partilerinin gündeminde SAĞLIK hemen hemen yok gibi!
5 temel – öncelikli sorun tanımlanıyor genelikle ve SAĞLIK aralarında yok.
Bu hazin bir durum..
Biz bile, 41 yıllık hekim ve tıp fakültesi öğretim üyesi olmamıza karşın, Fakültemizdeki meslektaşlarımızdan randevu ve sağlık hizmeti almada zaman zaman ciddi biçimde zorlanıyoruz. Özel muayene – işlem ücreti istendiği bile oluyor ne yazık ki!

ŞEHİR HASTANELERİ, bu ülkeye ve halka kurulan en büyük küresel tuzaklardan biridir.
Bu sitede konu hakkında onlarca yazı bulunabilir.. Konferans videolarımız, power point yansılarımız, TV program kayıtlarının erişkeleri.. Hatta manşette uzun süredir tuttuklarımız halen var.

  • ŞEHİR HASTANELERİ açıkça bir talandır!

Talanın boyutları birkaç on yıl içinde yüzlerce milyar dolara erişebilir!
Artık salt kısa erimde yandaşlar ve küresel sermaye ortaklıkları değil; orta uzun erimde bunların gelecek kuşak çocuklarının da haksız – haram refahları masum halkın sırtından güvencelenmektedir! Hükümetler halkın sağlığını korumak yerine, bu talan kurumlarına HASTA VAAD EDER sefilliktedir. Bedeli de elbette bu hastaneleri kullansın – kullanmasın halkın vergilerinden ödenmektedir.

  • Bu UTANÇ VERİCİ BİR KİTLESEL – TOPLUMSAL HARAÇTIR!
  • ŞEHİR HASTANELERİ AÇIKÇA KÜRESEL SERMAYEYE VERİLEN KAPİTÜLASYONDUR ve Lozan Anlaşmasına da aykırıdır!

CB adayları ve siyasal partiler bu temaları halka işlemek iktidardan hesap sormak zorundadır! İktidar değişikliğinde bu küresel talanın durdurulacağı sözü halka verilmelidir.

Yineleyelim; AKP’nin Haziran 2003’ten bu yana 15 yıldır dayattığı SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM PROGRAMI IMF – Dünya Bankası dayatmasıdır; özgün adı Health Transformation‘dur. Şehir Hastaneleri talanı, bu kökü dışarıda programın 2. aşamasıdır.

AKP’nin sağlık politikası asla yerli – milli değildir; kendisine dikte edilmiştir.

AKP iktidarı, sağlıkta da bu küresel soygun politikalarının taşeronudur!

Oysa Erdoğan, nasıl oluyorsa, “biz yerli ve milliyiz” diyebilmektedir!? Utandırıcıdır!

İşte ülkemiz günümüzdeki ağır – kritik ekonomik bunalım ortamına böyle sürüklenmiştir!
Sağlık sektörü, kayıt içi – dışı toplamda ulusal gelirin 1/10’unu yutmaktadır. Bu para geçen yıl 80 milyar Doları aşmıştır! Ama insanımızın sağlık düzeyi göstergeleri ilk 60-80 ülke içine zor giriyor. Bunca para kimlere rant olarak aktarılıyor halkın sağlığı hiçe sayılarak??

Sevgi ve saygı ile. 15 Haziran 2018, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com

 

 

 

 

Çocuk işçiliği yasaklanmalıdır!

Çocuk işçiliği yasaklanmalıdır!

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Türk Tabipleri Birliği, 12 Haziran Dünya Çocuk İşçiliği ile Mücadele Günü dolayısıyla bir açıklama yaptı. Çocukların ucuz iş gücü olarak çalışma yaşamında yer almalarının ancak eşitsizliklerin ortadan kaldırılmasıyla önlenebileceğine dikkat çekilen açıklamada;

– çocuk işçiliğinin yasaklanması,
– çocuk işçiliğine zemin hazırlayan 4+4+4 eğitim sisteminden vazgeçilmesi,
– savaşı ve çatışmalı ortamı yaratan politikaların terk edilmesi istendi.

Açıklamanın tam metni aşağıdadır (12.06.2018) :

BASIN AÇIKLAMASI

ÇOCUK İŞÇİLİĞİ YASAKLANMALIDIR!

“Çocuklarımızın ucuz iş gücü olarak çalışma yaşamında yer almamaları eşitsizliklerin ortadan kaldırılmasıyla mümkün olacaktır”.

12 Haziran Dünya Çocuk İşçiliği ile Mücadele Günüdür.  Çocuk işçiliği sorunu günümüz koşullarında güncelliğini korumaya devam etmektedir. 2016 yılı kayıtlarına göre dünyada çocuk işçi sayısı 168 milyondur. Üstelik bu sayıya ev işlerinde, enformal (kayıt dışı) sektörlerde çalışan çocuklar dahil değildir.

Çocuk işçi çalıştırma az gelişmiş, gelişmekte olan ülkelerde daha çok olsa da, bu ülkelere özgü olmayıp tüm ülkelerin sorunu olmaya devam etmektedir.

Ülkemizde çocuk işçiliği tarım sektörü başta olmak üzere inşaat, tekstil, metal iş kollarında yoğun olarak görülmektedir. Komşu ülkelerde; özellikle Suriye’de yaşanan savaş ve çatışmalar, iç savaşlar göç ile birlikte çocuk işçi sayısında büyük artışlara neden olmuştur. Ülkemizde de çatışma, yoksulluk vb. nedenlerle yaşanan göçler çocukların ucuz iş gücü olarak kullanılmasının önünü açmaktadır.

Çocuk işçiler yetişkinlere göre çalışma koşullarının olumsuzluklarından daha çok etkilenmekte, dirençleri düşmekte, vücut gelişimleri olumsuz yönde etkilenmekte ve iş kazalarına daha çok maruz kalmaktadırlar. İşçi Sağlığı İş Güvenliği Meclisi’nin açıkladığı raporlara göre 2013-18 arasında 319 çocuğumuz iş kazalarında (AS: iş cinayetlerinde!) yaşamını yitirmiştir.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 2018 yılını Çocuk İşçiliği ile Mücadele Yılı ilan etmesine karşın çocuk işçi ölümlerinde, çocuk emeği sömürüsünde hiçbir azalma kaydedilememiştir.

Türk Tabipleri Birliği olarak;

Çocuk işçiliğinin yasaklanmasını,
çocuk işçiliğine zemin hazırlayan 4+4+4 eğitim sisteminden vazgeçilmesini,
savaşı, çatışmalı ortamı yaratan politikaların terk edilmesini

talep ediyoruz.

TÜRK TABİPLERİ BİRLİĞİ
http://www.ttb.org.tr/haber_goster.php?Guid=fef8c126-6e54-11e8-8f08-7c307bdbd6a0 
===========================================
Evet dostlar,

DÜNYA ÇOCUK HAKLARI GÜNÜ’nde
PERİŞAN HALLERİMİZ..

Ülkemizin yürek yakan sorunlarından biri de çocukların çalıştırılması..

1. Taraf Devletler, çocuğun, ekonomik sömürüye ve her türlü tehlikeli işte ya da eğitimine
zarar verecek ya da sağlığı veya bedensel, zihinsel, ruhsal, ahlaksal ya da toplumsal
gelişmesi için zararlı olabilecek nitelikte çalıştırılmasına karşı korunma hakkını kabul ederler.
2. Taraf Devletler, bu maddenin uygulamaya konulmasını sağlamak için yasal, idari,
toplumsal ve eğitsel her önlemi alırlar. Bu amaçlar ve öteki uluslararası belgelerin ilgili
hükümleri göz önünde tutularak, Taraf Devletler özellikle şu önlemleri alırlar:
a) İşe kabul için bir ya da birden çok asgari yaş sınırı tespit ederler;
b) Çalışmanın saat olarak süresi ve koşullarına ilişkin uygun düzenlemeleri yaparlar;
c) Bu maddenin etkili biçimde uygulanmasını sağlamak için ceza veya başka uygun
yaptırımlar öngörürler.
Öte yandan 4857 sayılı İş Yasası da çocukların çalıştırılmasında yaş sınırları getirmiştir
Çalıştırma yaşı ve çocukları çalıştırma yasağı

           Madde 71 – Onbeş yaşını doldurmamış çocukların çalıştırılması yasaktır. Ancak, ondört yaşını doldurmuş ve ilköğretimi tamamlamış olan çocuklar, bedensel, zihinsel ve ahlaki gelişmelerine ve eğitime devam edenlerin okullarına devamına engel olmayacak hafif işlerde çalıştırılabilirler.

Çocuk ve genç işçilerin işe yerleştirilmelerinde ve çalıştırılabilecekleri işlerde güvenlik, sağlık, bedensel, zihinsel ve psikolojik gelişmeleri, kişisel yatkınlık ve yetenekleri dikkate alınır. Çocuğun gördüğü iş onun okula gitmesine, mesleki eğitiminin devamına engel olamaz, onun derslerini düzenli bir şekilde izlemesine zarar veremez.

Aynı madde, 16-18 yaş arasını genç işçiler olarak tanımlamaktadır.

ILO verilerine göre dünya genelinde çocuk işçilerin sayısı 168 milyon olarak kestirilmektedir.  Türkiye Dünya nüfusunun %1,1’ine sahip olduğundan, kabaca 168 x 1,1 = 1,85 milyon çocuk işçisinin olabileceği kestirilebilir ancak rakamlar bunu aşkın ve 2 milyonun üzerindedir.

ILO tarafından yayınlanan 138 No’lu Asgari Yaş Sözleşmesi de ülkemiz iç hukukuna katılmış olup (4334 s. yasa; RG: 27 Ocak 1998 / 23243), ülkelerce istihdama kabulde asgari yaş(lar) belirlenmesi öngörülmektedir.
*****

  • Türkiye, bırakalım bu uluslararası normları, çok çok daha küçük, 2-3 yaşlarındaki çocukların bile ırzına geçilebilen bir ülke olmuştur son zamanlarda! Ne ağır sefilliktir bu!(Bkz. http://ahmetsaltik.net/2018/01/22/cocuklarina-tecavuz-eden-%95i-musluman-bir-toplum/)
  • Çocuk gelin – damatlar yüz kızartıcı düzeyde sürmektedir.
  • Suça alet edilen çocuklar
  • Madde bağımlısı olan çocuklarımız
  • Organ mafyasına kurban verilenler..
  • Göçlerde kırılanlar..
  • Dilendirilen çocuklar..
  • Yoksul(laştırılan) çocuklar..
  • Savaşlarda – çatışmalarda yitirilen çocuklar..
  • İnsest kurbanı çocuklar.. 
  • Sorumsuz anababalarca AŞIDAN YOKSUN BIRAKILAN ÇOCUKLARIMIZ..

Sorun, özünde yabanıl (vahşi) kapitalizmin herkesi – tüm emeği sömürme düzeni kaynaklıdır.

21. yy’ın şafağında uygar geçinen Dünyaya yakışmayan, kabul edilemez ve sürdürülemez bir insan hakları çiğnemidir (ihlalidir) bu sorun. Hızla aşılması için ulusal ve küresel ölçekte çok yoğun çaba gösterilmelidir.

Sevgi ve saygı ile. 13 Haziran 2018, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD     Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

DEMOGRAFİ (Nüfusbilim) ve HALK SAĞLIĞI

DEMOGRAFİ (Nüfusbilim) ve
HALK SAĞLIĞI

Sevgili AÜTF Dönem 1 ve öbür öğrencilerimiz, asistanlarımız ve site okurlarımız,

Yukarıdaki ders notları Türkiye için önemli ve güncel.. (132 yansı, 3,5 MB)

Özenle değerlendirilmesi ve gereğinin yapılması dileğiyle..

Demografi_ve_Halk_Sagligi

Sevgi ve saygı ile. 09 Haziran 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

BASKIN SEÇİMDE NÜKLEERCİLERE YİNE OY YOK!

BASKIN SEÇİMDE NÜKLEERCİLERE
YİNE OY YOK!

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Küresel neo-liberal kapitalist emperyalizmin çok yönlü saldırıları altındaki bölgemiz ve Türkiye türlü oyunlarla istikrarsızlaştırılarak olağanüstü hal ve savaş koşullarında hileli referandumlarla anti-demokratik başkanlık sistemine ve hukuka aykırı yeni kurallarıyla bir baskın erken seçime sürüklenmiştir. Bir emek ve demokrasi birliği olan Nükleer Karşıtı Platform, bu anti-demokratik ve hukuksuz dayatmaları reddetmektedir. Nükleer enerji santralleri ve silahlara karşı demokrasi, barış ve güvenlik mücadelemiz, kesinlikle ve ancak evrensel insan haklarına ve hukuka dayalı demokratik parlamenter bir sistemde başarıya ulaşabilir.

ÜLKEMİZİN NÜKLEER BATAKLIĞA SÜRÜKLENİŞİ DERİNLEŞMEKTEDİR

Emperyalist güdümlü tek adam ve OHAL koşullarında ülkemizin adım adım bir nükleer bataklığa sürüklenişi derinleşmektedir. Hükümet, yaşamsal önemdeki kararları ısrarla, her türlü hukuksal ve siyasal denetimden kaçırıyor. Mersin ve Sinop’ta yaşayan yurttaşlarımız başta olmak üzere Türkiye halkının itirazı yok sayılmaya devam ediliyor. Ülkemiz ve bölge ülkeleri insanları için büyük tehdit oluşturan NATO-ABD nükleer silahları da topraklarımızda ulusal irademizin geçersiz olduğu askeri üslerde saklanmaya devam ediliyor. 7 Temmuz 2017’de BM’de oylanan ve ezici bir çoğunlukla kabul edilen Nükleer Silahların Yasaklanması Anlaşmasının oylamasında NATO ülkelerinin boykotuna ülkemiz de katılıyor.

BASKIN SEÇİMDE OYLAR EMEK VE DEMOKRASİ GÜÇLERİNE

Nükleer Karşıtı Platform olarak Türkiye’nin geleceği nükleer tehdit altındayken 24 Haziran’da halkımızı açıklıkla nükleer karşıtı, emek, demokrasi ve barıştan yana adaylara oy vermeye çağırıyoruz.

AKKUYU, FUKUŞİMA OLMASIN!

Yineliyoruz: Akkuyu’ya yapılacak nükleer santral, Mersin’in yaşamsal öneme sahip değerlerine tarıma, hayvancılığa ve ekosisteme vurulacak büyük bir darbedir. Uluslararası sözleşmeyle hukuksal denetimden kaçırılan Akkuyu NGS ile ilgili açılan ÇED iptali davasına siyasal iktidarın doğrudan ve açık müdahalesine tanık olduk. Rusya ile olan jeopolitik hesaplar, enerji ve kamu yararı tartışmalarını çoktan gölgede bıraktı.

SİNOP, ÇERNOBİL OLMASIN!

Sinop’ta yapılmak istenen nükleer santral, çevre düzeni planlarında gizlenmeye devam edilirken şimdiden 650.000 ağaç kesildi ve kesilmeye devam ediyor. Öte yandan Japonya Hükümeti, Fukuşima’nın yarattığı tahribatı (yıkımı) yıllarca gideremeyecek durumda olmasına ve iki halkın yoğun tepkisine karşın bu anlaşmayı imzalayabilmiştir. Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) sürecinde yapılması zorunlu olan Halkın Katılımı Toplantısı’na Sinop Halkı alınmadı. Nükleer karşıtlarına soruşturma açılırken, yıllardır düzenlenen nükleer karşıtı miting bu yıl OHAL yetkileri ile yasaklandı.

OYLAR, DEMOKRASİYE

Nükleerin zararları, hukuk ve demokrasi alanında görülmeye başladı. Nükleer enerji teknolojisinin taşıdığı riskler bütün dünyada kabul edilmiş; Almanya, Japonya başta olmak üzere birçok ülke nükleer santrallerden vazgeçtiğini açıklamıştır. AKP, otoriter, antidemokratik ve tek adam iktidarına hizmet edecek nükleer bir güç edinmeye çalışmaktadır. Nükleer santral peşinde olan ülkelerin gizli ajandalarında nükleer silah gücüne sahip olma isteği bulunduğu genel olarak dünya kamuoyunca kabul edilmektedir. Oysa insanlık, yaşamı ve doğayı tümüyle ortadan kaldıran nükleer silahları mahkum etmiş, biyolojik ve kimyasal kitle kırım silahları gibi yasaklamıştır. Yerli ve milli olduğu aldatmacası politikalarla yaşam hakkımız emperyalist çıkarların taşeronlarına feda edilmektedir. Teknoloji fetişizmi ve popülist propaganda ile ülkemiz nükleer atık çöplüğü haline getirilmek istenmektedir. Nükleer santral olmayan Türkiye’de İzmir-Gaziemir’deki nükleer atıklar, çevreyi tehdit etmeye devam etmektedir.  Nükleer maceraya sürüklenmiş bir Türkiye’de hiçbir yurttaşın hukuk güvenliği ve yaşam hakkı güvencesi kalmayacaktır. Nükleer enerji sorunu, bir teknoloji sorunu olmanın ötesinde siyasal bir tercih sorunudur. 24 Haziran’da tercihimiz demokrasiden ve yaşam hakkından yana olacaktır.

OYLAR, NÜKLEER KARŞITI ADAYLARA

Nükleer karşıtlarının sesinin halkın en yüksek kürsüsünde dile getirilmesine ihtiyaç var.

  • Rusya ve Japonya ile imzalanan anlaşmalar feshedilmelidir.
  • NATO nükleer silahları ülkemizden çıkarılmalı,
  • emperyalist üsler kapatılmalı,
  • emperyalist bloklardan çıkılmalıdır.

Birleşmiş Milletlerde kabul edilen Nükleer Silahların Yasaklanması Anlaşması, yeni oluşacak TBMM’de onaylanmalıdır.

Küresel emperyalist kapitalizmin derinleşen kriziyle dünya ölçeğinde giderek artan savaş ve emek düşmanı faşizm koşullarında, kirli, pahalı ve yok edici bir nitelik taşıyan bu projelere karşı yerel, ulusal ve küresel emek ve demokrasi güçleriyle direnmek gerekiyor. Örgütlü emek tabanından geliştirilen bir demokrasi talebiyle nükleer enerjiye, silahlara, nükleer savaşa, nükleer atıklara karşı insanca yaşam hakkını, barışı savunan, ekolojik değerleri koruyan ve aydınlık toplumsal geleceğin varlık koşullarını gözeten adaylara oy vereceğiz. 07.06.2018

NÜKLEER KARŞITI PLATFORM – NKP Bileşeni NÜSED
=================================
Dostlar,

Bizim de üyesi olduğumuz NÜSED (Nükleer Tehlikeye Karşı Barış ve Çevre İçin Sağlıkçılar Derneği), NÜKLEER KARŞITI PLATFORM – NKP‘nin bileşenlerinden biri.

24 Haziran kritik seçimlerine sürüklenirken, ülkemizin önemli sorunlarından biri olan 3 NGS (Nükleer Güç Santrali – Akkuyu, Sinop ve İğneada) dayatması sorununu gündeme taşımak istedik.

Ayrıca,

  • DOĞU AKDENİZ ÇEVRECİLERİNİN (DAÇE) 2018 CUMHURBAŞKANLIĞI ve MİLLETVEKİLİ GENEL SEÇİMLERİ İSTEMLERİ’

ni de bu bağlamda sitemizde paylaşmak istiyoruz.. 4 sayfa kapsamlı olan bu önemli – teknik metnin mutlaka değerlendirilmesi gerekiyor.. Lütfen tıklar mısınız..

DACE_2018_SECIM_BILDIRGESI

Sevgi ve saygı ile. 07 Haziran 2018, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
NÜSED
Üyesi, 2010-12 Dönemi 2. Başkanı
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com