Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

ORTADOĞU İSLAM TOPLUMLARININ GENEL TOPLUMSAL YAPILARI ve TÜRKİYE

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Lafı uzatmadan, özetin de özeti olarak, İslam toplumlarının toplumsal yapıları şöyle sıralanabilir :

1- Feodal kültür belleklerinde mevcut olan asırlarca ihmal edilerek taşlaşmış; çağdaş eğitimden nasibini alamamış ve kırılamamış geleneksel cehalet putları vardır.

2- Özlemlerinde, reel dünyada ulaşamadıkları yüzyıllarca çeşitli fantezilerle zenginleştirilip süslenmiş yiyecek, içecek, bolluk istekleri ile dolu bir cennet ve huri umutları hep canlı ve diridir.

3- Davranışlarında, mevcut siyasal iktidarlara karşı, tarihsel ve kültürel olarak; biat, sabır, kader, sadakat ve itaatla yoğrulup harmanlamış ve asla sorgulamayan bir tutum ve anlayış yerlerini olduğu gibi korumaktadır.

4- Akılları çağdaş bilime, bedenleri uygar bir toplumsa yaşama, ruhları ahlaka, hukuka, adalete ve demokrasiye susamış ve hasret kalmış yüz milyonları aşan insan kitleleri söz konusudur.

5- Bin yılı aşkın bir süredir, kendi aralarındaki siyasal, sosyal, dinsel ve ahlaksal barışı bozup, hiç akıllanmadan ve bıkıp usanmadan, sürekli olarak; kendi aralarında mezhep, tarikat ve cemaat tartışmaları, kavgaları ve savaşları ile enerjilerini yok eden, tüm ekonomik kaynakları Batı sermayesi ve sömürüsüne açık bir siyasal yapı vardır.

6- Bazı istisnalar hariç (Kimi ayrıklar dışında), iktidardaki yöneticileri ise, kutsal İslam dinini, hak ve halk dini olmaktan uzaklaştırıp, ömürboyu saltanat dinciliğine dönüştürerek, ülkelerini dinbazlık, düzenbazlık ve demir yumrukla yöneten hanedan oligarşisi bir zihniyet hâla varlığını sürdürmektedir.

Peki İslam toplumları bu sorunları nasıl çözebilirler?

A- Özgür aklı ve çağdaş bilimi eğitim sistemlerinin merkezlerine yerleştirmeleri ve bu anlayışı aralıksız olarak ısrarla sürdürmeleri gerekir. Çünkü özgür akıl ve çağdaş bilim olmadan buluş yapmak, teknoloji geliştirmek, üretimi hızlandırmak ve halkın ekonomik refah (gönenç) düzeyini yükseltmek mümkün (olanaklı) değildir.

B- Çoğulculuğu (plüralizmi) öğrenmeleri; yani farklı inanç, din, mezhap… ırk, renk, düşünce, tutum ve davranışları ve kültürleri değişik olan insan ve toplum kümeleri ile bir arada, birlikte ve barış içinde yaşamayı öğrenip içselleştirmeleri lazımdır (gereklidir).

Bu ikinci şıkkın yaşama aktarılması için de, din ve vicdan özgürlüğünün kaçınılmaz ve reddedilemez bir gereği olarak, çoğulcu gerçek demokrasi ve laiklik ikiz girdilerinin kaçınılmazlığı ortaya çıkar.

Çünkü laiklik olmadan demokrasi, demokrasi olmadan da din ve vicdan özgürlüğü ol(a)maz.

Bu nedenle, Cumhuriyetimizi ve siyasal rejimimizi, saltanatı yıkıp, demokratik, laik ve hukukun üstünlüğüne dayalı bir sosyal devlet olarak yeniden biçimlendiren yüce önderimiz
M. K. Atatürk‘e ne denli şükran ve minnet duysak azdır. (19.9.23)

Atatürk ve devrimcilik

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
18 Eylül 2023, Cumhuriyet

 

Antik Yunan filozofu Herakleitos, evrende her şeyin bir akış, değişim ve dönüşüm içinde olduğunu söyler.

Bazı insanlar, zihinlerinde oluşan yanılsamaların bir sonucu olarak, bu ilkeye karşı çıkarlar.

Toplumsal bağlamda muhafazakârlık ve statükoculuk bu şekilde oluşur.

Ancak tarihte, muhafazakârlığın ve statükoculuğun zamana karşı direnebildiği hiçbir örnek yoktur.

Muhafazakâr ve statükocu yaklaşımlar akışa, değişime ve dönüşüme dirense de, eninde (AS: önünde) sonunda yıkılırlar.
***
Bizans İmparatorluğu ve Osmanlı İmparatorluğu bu nedenle çöktü. Bu imparatorlukların paradigması, onların içinde veya dışında ortaya çıkan devrimci gelişmelere direnemediler ve yüzyıllar sonra çöktüler.

Muhafazakârlığın ve statükoculuğun korkulu rüyası her zaman felsefe, bilim ve sanat olmuştur. Çünkü bu alanların en temel özelliği, akıl, sorgulayıcılık, analitik düşünme ve yaratıcılık olmuştur.

  • Felsefe, bilim ve sanat devrimciliğin dinamosudur.

Batı Avrupa ve kuzey Amerika, ortaçağ karanlığından, Rönesans’ta ve Aydınlanma döneminde, felsefe, bilim ve sanat alanındaki gelişmelerin sonucunda siyasal devrimleri yaşadı.

Belli başlı ekonomik ve siyasal koşullarla birlikte, Kopernik, Galilei, Kepler, Newton gibi bilim insanları; Bacon, Locke, Hobbes, Descartes, Spinoza, Leibniz, Hume, Kant, Rousseau gibi filozoflar; Da Vinci, Raffaello, Botticelli, Michelangelo gibi sanatçılar olmasaydı;

  • Monarşinin, teokrasinin ve feodalizmin yıkılmasıyla sonuçlanan 1776 Amerikan Devrimi ve 1789 Fransız Devrimi gerçekleşmezdi.

***
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, batı Avrupa’da ve kuzey Amerika’da meydana gelen bu gelişmelerden etkilenerek, Türkiye’deki Aydınlanma devrimlerini gerçekleştirmiştir.

Atatürk bu konuda uzun yıllar yalnızdı. Kurtuluş Savaşı sürecinde Atatürk’ün yanında olan birçok kişi bile, Aydınlanma devrimlerine karşı çıktılar.

Oysa Atatürk, cephede savaşırken bile, savaşı kazanması durumunda kuracağı devletin nasıl bir devlet olacağının tasarımlarını yapıyordu. Bir yandan halk egemenliği kavramı üzerinde, bir yandan da olası eğitim reformları üzerinde çalışıyordu.

Yalnızlık devrimcilerin kaçınılmaz özellikleridir.

Ancak Atatürk, Osmanlı İmparatorluğu’nda geçerli olan monarşik, teokratik ve feodal düzenin, daha önceki yüzyıllarda Avrupa’da da geçerli olduğunu ve bu düzenin buna rağmen yıkıldığını biliyordu. Atatürk bu tarihsel gelişmeleri, felsefi, bilimsel ve sanatsal temelleriyle birlikte çok iyi incelemişti.

O nedenle Atatürk yılmadı, vazgeçmedi; çevresindekileri dinlemedi; yalnızca doğa yasalarının ve toplum yasalarının gerçekliklerini dikkate aldı.
***
18. yüzyıl Alman filozofu Immanuel Kant, Aydınlanmayı, insanın hiçbir rehbere gereksinim duymadan, kendi aklını kullanma ve bağımsız olma cesareti olarak tanımlar.

Atatürk, ölümü bile göze alarak, padişahın, halifenin, tarikatların, cemaatlerin, şeyhülislamın, ulemanın sözde rehberliğine karşı çıkarak; aklı, bilimi, felsefeyi ve sanatı temel alan devrimler gerçekleştirmiştir.

Atatürk, antik Yunan filozofları Platon’un ve Aristoteles’in bir erdem olarak nitelendirdikleri cesarete sahip bir insandı.

Devrimci insanın yalnızlığı, cesaretinin yanında, bir ayrıntı olarak kalır.

Ölümden korkmayan insan, yaşama bağlı olan insandır.

Kaybetmekten korkmayan insan, zaferlerin yolunu açan insandır.

Atatürk de, öyle bir insandı.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100. yılında, Atatürk için yapılacak en iyi şey, bu bilinçle hareket etmektir.

Bugüne kadar bunu yapmayı başaramayanlar, en azından bundan sonra, bu yolda ilerlemeyi öğrenmelidirler.


Yazarın Son YazılarıTüm Yazıları

CHP’nin 100. yılı11 Eylül 2023
Politika nedir?4 Eylül 2023

ERIS varyantı tehlike arz ediyor mu?

SONSÖZ gazetesine demecimiz..

Prof. Dr. Ahmet Saltık açıkladı :
ERIS varyantı tehlike arz ediyor mu?

Prof. Dr. Ahmet Saltık açıkladı: Eris varyantı tehlike arz ediyor mu? – Sonsöz Gazetesi (sonsoz.com.tr) 18.09.23

Uzmanlar Uyardı! Eris Varyantı Salgın Riski Taşıyor mu?

Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Uzmanı / Hekim, Hukukçu – Sağlık Hukuku Uzmanı
Prof. Dr. Ahmet SALTIK konuyla ilgili değerlendirmelerde bulundu.

Kovit-19 etkeni, koronavirüs ailesinin yeni bir üyesi olan ve solunum yolu bulaşlarına (enfeksiyonlarına) neden olan bir virüstür.

İlk olarak 2019 sonlarında Çin’in Vuhan kentinde tanımlanan bu virüs, çevresel bir hastalık olan Kovit-19’a neden oldu. Bu hastalık bir zoonozdur (hayvanlardan insanlara geçen hastalık). Kısa sürede tüm dünyaya dağıldı, kıtalararası salgına (pandemiye) dönüştü. Mutasyonlarla yayıldı.

 “ERIS varyantı, Kovit-19’un yeni bir türü”

Virüsün başlıca bulaşma yolları damlacık, yakın temas ve hava yoludur.

Hastalığın belirtileri arasında ateş, öksürük, nefes darlığı, baş ağrısı, koku ve tat yitimi sayılabilir.

Bulaşın sağaltımı (tedavisi) için henüz kesin bir ilaç veya aşı olmamakla birlikte, belirtilere dönük (semptomatik) sağaltım uygulanır.

ABD ve İngiltere’de ERIS kaynaklı enfeksiyonlar

Hastalıktan korunmak için maske, fiziksel uzaklık ve başta el yıkama olmak üzere hijyen kurallarına uyulması ve AŞI gerekmektedir.

Dünya Sağlık Örgütü-DSÖ verilerine göre, dünyada günümüze dek toplam 678.165.882 kişi
Kovit-19’a yakalanmış ve 6.786.517 kişi yaşamını yitirmiştir. Ancak DSÖ bu sayısal verileri gerçekçi bulmuyor. Buzdağının ucu örneği, yaklaşık 700 milyon olgu ve 7 milyon ölüm kaydı yetersizdir. DSÖ ölümleri, kayda alınanların 3 katı olarak, 20+ milyon kestirmektedir.

En çok olgu (vaka) görülen (morbidite hızı) ülkeler ABD, Hindistan, Brezilya, Rusya ve Fransa’dır.
En çok ölüm (mortalite) görülen ülkeler ise ABD, Brezilya, Hindistan, Meksika ve Rusya’dır. Dünyada 650.713.775 kişi iyileşmiş durumdadır. (Doğal bağışıklık kazanımı)

Türkiye’de ise Sağlık Bakanlığı verilerine göre, günümüze dek 101 bin kişi Kovit-19’dan ölmüştür. Ancak 23 Şubat 2023 günü TÜİK, önceki 2 yıl boyunca (2021 ve 2022) açıklamadığı ölüm verlerini yayınladı. Bu rapora göre son 2 yılda (2021-2022) 220 bin “fazladan ölüm” kaydedilmiştir.
Toplam ölüm sayısı 321 bine erişmiştir. Dolayısıyla her 3 kovit ölümünden 1’i kayda alınabilmiştir.

ERIS varyantı nedir?

Eris varyantı, Kovit-19’un Omikron varyantının bir alt türüdür. Şubat 2023’te Güney Afrika’da saptanan bu varyantın, hızla dünyanın birçok bölgesinde, 50’yi aşkın ülkede yayıldığı bildirilmiştir.
ABD ve İngiltere’de yaklaşık her 5 kovit bulaşından 1’i ERIS kaynaklıdır.
ERIS varyantı, EG.5.1 olarak adlandırılan bir mutasyon ürünüdür. Bu mutasyon, ERIS varyantının insan hücrelerine daha kolay bağlanmasına ve çoğalmasına yardımcı olabilir. Şimdiye dek 1700’den çok varyant saptanmıştır ancak Dünya Sağlık Örgütü’ne göre dikkate alınması gereken VoI / VoC varyantlar sayıca 10’un altındadır.

ERIS varyantının belirtileri, öbür Kovit-19 varyantlarına benzerdir.
En yaygın görülen belirtiler şunlardır:

Boğaz ağrısı
Kuru öksürük
Burun tıkanıklığı veya burun akıntısı
Değişen koku ve tad alma duyusu ya da bu duyuların yitirilmesi
Baş ağrısı, eklem ağrıları
Hapşırma
Ses kısıklığı
Ateş
Mide rahatsızlığı, ishal
ERIS varyantı da öbür Kovit-19 varyantları gibi solunum damlacıkları yoluyla yayılır.
Bu damlacıklar, bir kişinin hapşırması veya öksürmesi sırasında havaya salınır ve
başka bir kişinin nefes alması veya göze veya burnuna dokunması yoluyla bulaşabilir.

ERIS varyantının bulaşıcılığı henüz tam olarak anlaşılmamıştır. Ancak kimi araştırmalar,
bu varyantın öncekilerden daha bulaşıcı olabileceğini ve bağışık sistemi aşabileceğini düşündürmektedir.

Sağlık Bakanı Dr. F. Koca, 16 Eylül 2023’te yaptığı açıklamada, ERIS varyantının dokuz kişide görüldüğünü duyurdu. Bu kişilerin yurt dışı temaslı ve aynı ilde yaşadığı belirtildi.

ERIS varyantından korunmak için, güncellenen Kovit-19 aşıları önerilebilir.
Kalabalık kapalı yerlerde uzun süre kalmaksızın maske takmak ve fiziksel uzaklığı (sosyal mesafeyi) korumak ve özellikle el hijyeni önemlidir.

Altı aydan büyük bebekler ve gebelere de Kovit-19 aşıları güvenle uygulanabilir.
Bu aşılar canlı virüs içermez. Güncel varyantların RNA’ları kullanılarak üretilen mRNA aşılarıdır ve bu genetik molekülün insan hücresi çekirdeğine girmesi olanaksızdır. Hücre çekirdeğine giremeyip sitoplazmda birkaç gün içinde yapıtaşları olan amino asitlere parçalanmaktadır. İnsan DNA’sına eklemlenme olasılığı yoktur. Aşı karşıtlığı için ileri sürülen bu gerekçe kasıtlı ve bilim dışıdır.

Aşılar, ilaçlardan bile daha güvenli tıbbi ürünlerdir.
13,5 milyar doz Kovit aşısından ölen yoktur!

Oysa ölenlerin çok büyük bölümü aşısız ya da yetersiz aşılı olanlardır.

Aşılar, hastalığın şiddetini azaltır ve hastalığa karşı bağışık direnç kazanılmasını sağlar ve değişik varyantlara karşı koruma sağlayabilir. Özellikle hastaneye yatmayı, yoğun bakıma düşmeyi azaltır.

Sağlık Bakanlığınca, özellikle 65+ yaş ve bel0i sağlık sorunu olanların ve hekimlerin uygun göreceği kişilerin 1 doz güncellenmiş, çok değerlikli aşıya çağrılması yerinde olacaktır.

Aşı karşıtlığı-çekincesi yersiz ve haksızdır

Başka insanların sağlıklı yaşam hakkını tehdit eder. Buna kimsenin hakkı yoktur.
Toplum yaşamı belli yükümlülükleri de içerir. Kaldı ki, temel hak ve özgürlükler kullanılırken, başkalarına zarar vermemek zorunludur (Anayasa m.12 ve 56).

Kovit-19 salgını yeniden alevlenebilir mi, ne zaman kesin olarak biter?

Kovit-19 salgını, virüsün yayılmasını önlemek için alınan önlemlere, aşılama programlarına ve virüsün mutasyonlarına bağlı olarak değişkenlik gösterebilir. Bu nedenle, salgının ne zaman
kesin olarak biteceğini söylemek zordur. Ancak, salgının gidişine ilişkin kestirimler yapılabilir.

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Avrupa Bölge Başkanı Dr. Hans Kluge, Kovit-19 salgınının 2022 başlarında biteceğini öngörmüştü. DSÖ, gelişmiş ülkelerde 2023, gelişmekte olanlarda 2024 ve yoksul ülkelerde 2025 yılını sönümlenme için kestirmektedir.

Biontech&Pfizer aşısını geliştiren Türk doktor Prof. Uğur Şahin ise, salgının bitmesi için dünya genelinde aşılama oranının yüksek olması gerektiğini belirtmekte. Prof. Şahin, 2022 yılı ortalarına doğru Hindistan gibi yoğun nüfusun olduğu bölgelerde bile yüksek aşılama oranına ulaşılacağını ve toplum bağışıklığı sağlanacağını öngörmüştü.

  • Küre genelinde aşı adaleti sağlanamadı ne yazık ki.

Bu kestirimlerin yanı sıra, salgının yeniden alevlenmesi riski de vardır.

Özellikle virüsün yeni varyantları, aşıların etkinliği ve insanların önlemlere uyumu salgının gidişini etkileyebilir.

Bu nedenlerle, salgından korunmak için maske, uzaklık ve hijyen kurallarına uymak ve aşı olmak önemlidir.

Salgınla sosyo-ekonomik önlemlerle de savaşılmalıdır;

– yoksulluğu yok etmek,
– herkese sağlık güvencesi sağlamak gibi.

  • Sağlık hizmetine erişim temel insan hakkı ve devlete de yükümdür.

Prof. Dr. Ahmet Saltık açıkladı: Eris varyantı tehlike arz ediyor mu? – Sonsöz Gazetesi (sonsoz.com.tr) 18.09.23

İşçisin sen işçi kal!

Özdemir İnce
Özdemir İnce
17 Eylül 2023, Cumhuriyet

 

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kuru deriden bal çıkarma faslında üstüne kimse yok. Son konuşmalarından birinde Cem Karaca’nın “Tamirci Çırağı” şarkısını hatırlattı ve ardından kendi yorumunu ekledi:

“Ülkemiz hatırlayın bir zamanlar rahmetli Cem Karaca’nın Tamirci Çırağı şarkısında dile getirdiği gibi, insanımıza ‘İşçisin sen, işçi kal’ denildiği, her alanda önünün kesildiği dönemler yaşadı. Ama şimdi ‘İşçisin sen, işçi kal’ sıkıysa de. Yemez. Artık uzaya füzeleri gönderen bir gençlik var. Artık İHA’larımız, SİHA’larımız, Akıncı’larımız var. Bütün onlarla beraber uzaydayız. Kaan’ımız var, bunlarla beraber semalardayız. Emperyalistlerin çıkarları uğruna gençlerimizin geçmişleriyle bağlarının kopartıldığı, geleceklerinin karartıldığı bu karanlık dönemler artık geride kaldı. Artık milli teknoloji hamlesi var. Artık Teknofest kuşağı var. Artık maziden atiye kurdukları köprüyle dünyayı aşıp da gözünü uzaya diken azimli, birikimli, çalışkan gençlerimiz var.

Şartların en zor olduğu anlarda kimseye boyun eğmeyen bu milletin damarlarında dolaşan özgürlük tutkusunu anlamak isteyen gelsin burada sizlere baksın. Torunlarıma, cümle evlatlarımıza, bilhassa da bugün buradaki siz Teknofest katılımcılarına baktığımda Türkiye’nin geleceğini görüyorum.”

R.T. Erdoğan’ın “Yersen!” dediği gibi “sıkı” ya da “gevşek” aynı kapıya çıkar. Başyüce Hazretleri ve biz kulları sanki ayrı gezegenlerde, ayrı dünyalarda yaşıyormuşuz gibi!

İHA’lar, SİHA’lar, Akıncı’lar, Kaan’larla semalardaymışız. Osmanlıca “sema”nın Türkçe anlamı “gökyüzü”. Yani semanın “uzay” gibi bir anlam yok. Uzay veya feza, Dünya’nın ötesinde ve gök cisimleri arasında var olan, sonsuz olduğu düşünülen fakat sonsuz olduğu konusunda kesin yargılara varılamayan bölge. Yani değerli okurlar, İHA’ların, SİHA’ların, Akıncı’ların, Kaan’ların uzayla hiçbir ilişkisi yok, bunlar uzay araçları değil!

Google’a baktım: Türkiye’nin mevcut uydu filosunda halihazırda üç haberleşme uydusu ile üç gözlem uydusu bulunuyor. Türksat 3A, Türksat 4A ve Türksat 4B haberleşme uyduları haberleşme ihtiyacını karşılarken Göktürk 1, Göktürk 2 ve Rasat gözlem uyduları gözlem yapıyor. Çok güzel amma bu uyduları uzaya bizim araçlar fırlatmıyor, ABD’nin Cape Canaveral Üssü’nden fırlatılıyor. Bu nedenle Türkiye’miz şu anda ve ne yazık ki bir “uzay” ülkesi değil.

Dünya üzerindeki uzay ülkeleri ve uzay bütçeleri şöyle: ABD 24, Rusya 7.7, Fransa 2.5, Japonya 2.4, milyar dolar; Türkiye’nin üye olmadığı Avrupa Uzay Ajansı’nın bütçesi 515 milyon dolar.

Türkiye’nin uzay araştırma bütçesinin ne kadar olduğunu araştırdım bulamadım.

R.T. Erdoğan’ın yukarıdaki metninden bir alıntı yapacağım: “Ama şimdi ‘İşçisin sen, işçi kal’ sıkıysa de. Yemez. Artık uzaya füzeleri gönderen bir gençlik var.”

Bu da çok güzel ama uzaya füze gönderen gençlik Türk gençliği mi başka ülkelerin gençliği mi? Gençliğimiz uzaya füze gönderiyorsa bizim uydular neden Cape Canaveral Üssü’den fırlatılıyor. Bu da üzücü bir muamma. Google’a göre ROKETSAN Uydu Fırlatma Uzay Sistemleri ve İleri Teknolojiler Araştırma Merkezi ile Patlayıcı Hammadde Üretim Tesisi Açılış Töreni’nde Cumhurbaşkanı Erdoğan, milli teknolojilerle fırlatılan ilk yerli sonda roketi ile uzaydan elde edilen görüntüleri kamuoyuyla paylaşmış.

Ben gene yukarıdaki metinden bir alıntı daha yapacağım: “Emperyalistlerin çıkarları uğruna gençlerimizin geçmişleriyle bağlarının kopartıldığı, geleceklerinin karartıldığı bu karanlık dönemler artık geride kaldı.”

Gençlerimizin geçmişlerinden bağlarını kopartarak emperyalistlere kimler hizmet etmiş, etmekte, ediyor? Bu çok büyük bir iddia ve iftira. Bir edebiyatçı ve bir dilbilimci olarak bu alıntının anlam yapısını çözümleyeceğim. R.T. Erdoğan’ın mensup olduğu İslamcı siyasal yapının tarih anlayışına göre gençlerin bağlarının kopartıldığı geçmiş Osmanlı ailesinin teokratik (İslamcı) imparatorluk geçmişidir. Geçmişten kopartma eylemini kim yapmıştır? Laik, demokratik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti yapmıştır. R.T. Erdoğan’ın yerine dobra söyleyecek olursak Türkiye Cumhuriyeti devleti emperyalistlere hizmet etmiştir. Böyle bir yalanı ancak Cumhuriyet düşmanı bir Vehhabi söyleyebilir. Türkiye Cumhuriyeti cumhurbaşkanı söyleyemez! Yakışmaz!

“İnsanımıza ‘İşçisin sen, işçi kal’ denildiği, her alanda önünün kesildiği dönemler yaşadı. Ama şimdi ‘İşçisin sen, işçi kal’ sıkıysa de” demekte. Kapitalist düzende işçinin işçi konumunu piyango bileti ve yakalanmasız banka soygunundan başka hiçbir şey değiştiremez. Ancak 1923 ile 2000 yılı arasında işçiler yoksuldu ama şimdiki gibi aç değildi.

BU İKTİDARIN VE MECLİSİN YENİ ANAYASA YAPMA HAKKI VE YETKİSİ YOK!

Türker ERTÜRK E. Tuğamiral

BU İKTİDARIN VE MECLİSİN YENİ ANAYASA YAPMA HAKKI VE YETKİSİ YOK! – Türker Ertürk (turkererturk.com.tr)

(AS: Makale ve konu hakkında bizim kapsamlı irdelememiz yazının altındadır..)

Çağdaş anlamda dünyanın en eski anayasası sayılan 17 Eylül 1787 tarihli ABD Anayasasından başlamak üzere günümüze kadar hazırlanan bütün anayasaların arkasında kurucu irade, meşruiyeti aldığı güç ve silah vardır.

Arkasında kurucu irade ve zorlayıcı yaptırım gücü olan silah yoksa; anayasa da yoktur. ABD Anayasasının arkasında meşruiyeti olan zorlayıcı güç ve silah; Büyük Britanya’ya karşı verilen bağımsızlık savaşının başkomutanı George Washington, onun komuta ettiği ordu ve destekleyen sivil güçlerdi. Bu güç olmasa ve başarıya ulaşamasaydı ABD Anayasası da olmazdı.

İnsan Derisi ile Kaplıdır

Fransa’nın başkenti Paris’te bulunan, Paris’in tarihine adanmış bir müze olan Carnavalet Müzesi’nde bulunan ve kapağında İnsan derisi ile kaplıdıryazan Fransızların ilk anayasasının arkasındaki irade 1789 tarihli Fransız Devrimi, yaptırım gücü ve meşruiyeti ise devrimin ideolojisi ve silahlı güçleridir. Bugün Fransa’da 1958 tarihli anayasa yürürlüktedir. Bu anayasanın değiştirilemez maddeleri ile Fransız Devrimi’nin ruhu korunmaktadır. Özetle; “Üniter yapı ve cumhuriyet değiştirilemez. Ülkenin bütünlüğüne zarar verecek hiçbir değişiklik usulüne girişilemez ve böyle bir usul sürdürülemez. Cumhuriyetin niteliği değişiklik konusu yapılamaz.” diyor, Fransa’nın halen yürürlükte olan 1958 tarihli anayasası.

Yani Fransa’da bazı densizler ve haddini bilmezler çıkıp; “Biz Bourbon Hanedanı’nın torunlarıyız, son kralımız XVI. Louis’yi giyotine gönderen zihniyetten hesap soracağız. Keşke Fransız Devrim Ordularına karşı monarşi yanlısı Avrupa Koalisyon Orduları kazansaydı! İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi’ni değil, Hristiyan şeriatını, krallığı ve teokrasiyi istiyoruz” diyemez, demelerine müsaade edilmez ve hadleri bildirilir.

İşgal Güçleri Yeni Anayasa Yaptırır

1947 tarihli Japonya Anayasasının arkasındaki kurucu irade Japonya’yı kayıtsız şartsız teslim alan ABD, zorlayıcı gücü ise ABD işgal gücüdür. ABD işgal kuvvetleri komutanı Douglas MacArthur; emrinde bulunan hukukçularına bir taslak hazırlatmış, bunu Japonlara dayatmış ve ufak tefek değişikliklerle kabul ettirmiştir.

23 Mayıs 1949 tarihli Federal Almanya Cumhuriyeti Anayasası hazırlatan irade II. Dünya Savaşı sonunda Almanya’yı işgal eden müttefikler ve onun başat gücü olan ABD’dir. 2005 tarihli Irak Anayasasının arkasındaki irade bu ülkeyi istila eden ABD, zorlayıcı gücü ise ABD işgal kuvvetleridir. Bu anayasa ile Irak federal sistem altında yapılandırılmış, toplum etnik ve mezhepsel kompartımanlara ayrılmıştır. Ayrıca bu anayasa; Irak’ın istikrarsızlaştırılmasına ve zaman içinde bölünmesine neden olacak elverişli ortamı yaratmıştır. Bu haliyle Irak’ta istikrar olmaz, olamaz. Zaten olması istenmediği için 2005 Anayasası yaptırıldı.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Kurucu İdeolojisi Değiştirilemez!

Türkiye Cumhuriyeti’nin 1921 tarihli Teşkilat-ı Esasiye Kanunu, 1924 Anayasası ve 1937’de yapılan son değişiklikle kurucu ideolojisi şekillenmiştir. Arkasındaki irade Türk Milleti’nin bu topraklarda hür ve bağımsız yaşama arzusu, silahlı gücü ise Kurtuluş Savaşı yapan Mustafa Kemal Paşa ve onun komuta ettiği Türk Ordusu’dur. Kurucu irade budur, bu iradenin ortaya koyduğu kurucu ideoloji asla değiştirilemez.

Dünyada bugüne kadar yapılmış tüm anayasaların mutlaka bir devrim, karşı devrim veya işgal sürecinden sonra yapıldığı düşünülürse; Türkiye’de gündemimize oturtulmaya çalışılan yeni anayasa hangi sürecin sonucudur? Yürürlükteki 1982 Anayasasında TBMM’nin yeni bir anayasa yapmasına yasal olarak izin verilmemesine hatta böyle bir girişimin suç olmasına rağmen Türkiye’de yeni anayasa yapılmasını isteyen irade kimdir? Bu iradenin zorlayıcı yaptırım gücü kimlerdir?

Emperyalist Güçler Türkiye’de Yeni Anayasa İstiyor

Tüm anayasaların birer ruhu, nitelikleri ve ideolojisi vardır. Dünyanın neresine giderseniz gidiniz; her ülkenin anayasasının esasını oluşturan temel ilkeleri vardır. Bu ilkeler, o ülkenin siyasi rejiminin özünü oluşturmaktadır. İşte bu öze asla dokunulamaz ve değiştirilemez. Ne demek mi istiyorum? Dünyanın hiçbir yerinde ve ülkesinde savaş ve olağanüstü şartlar olmadan, sadece Meclisteki çoğunluğa dayanılarak anayasaların özü değiştirilemez ve değiştirilmemiştir. Bırakınız yazılı anayasaları; yazılı anayasası olmayan, sadece tarihin derinliklerinden gelen geleneklere sahip olan İngiltere’de bile parlamentonun her şeye gücü yetiyor olmasına rağmen “Westminster Modeli” olarak da bilinen parlamenter monarşi sisteminin başkanlık sistemine veya başka bir rejime çevrilmesi pek olanaklı değildir.

Erdoğan, 4 gün önce yaptığı açıklamada; “İnsanı önceleyen, milletin çeşitliliğini ve zenginliğini yansıtan, toplumun gerisinde kalan değil, topluma dinamizm katan bir anayasa hedefliyoruz.” dedi. Bunun açılımı yani söylenemeyen bölümü ile birlikte anlamı -ama bilinçli ama bilinçsiz olarak-

  • “Ulus kimlikten ve ulus devletten uzaklaşan, üniter yapıdan federalizme rota kıran, toplumu etnik, dinsel ve mezhepsel kompartımanlara ayıran ve laikliği kağıt üzerinde de yok eden bir değişiklik arzu ediyoruz demektir.

Emperyalist güçlerin kendi çıkarları ve emperyalist hedefleri açısından Türkiye’de böyle bir değişiklik istediğini ve baskılar yaptıklarını da biliyoruz.

İktidarın Sicili Bozuk

Ayrıca iktidarın sicili çok bozuk. İktidar; demokrasi, hukuk, insan hak ve özgürlüklerinden ve toplumsal eşitsizliği düzeltmekten yana değil.  Anayasayı ve kanunları umursamıyor, hatta kendi yaptıklarını bile! Her istediğinde mevcut anayasayı ihlal etti ve etmeye de devam ediyor. İktidar; anayasamızın vazgeçilemez ve değiştirilemez niteliklerine, kurucu ideolojimize ve demokrasinin olmazsa olmazı durumunda olan “laikliğe karşı eylemlerin odağı olmaktan” hüküm giydi. Erdoğan, dördüncü kez Cumhurbaşkanı olma peşinde. Özel hüküm koymalarına lüzum bile yok. Anayasanın 101’inci maddesine rağmen, bu maddeyi arkadan dolaşan hukuk dışı gerekçeleri, yeni anayasa veya anayasa değişikliği durumunda da söz konusu olacak.

Kurguladıkları ve rüyalarını gördükleri yeni anayasa ile
– insan hak ve özgürlüklerini dinsel gerekçelerle sınırlamanın,
– demokratik kitle örgütlerini ve meslek odalarını iptal eden veya kısıtlayan
– ama tarikat ve cemaatlerin önünü açan değişiklikler yapmanın peşindeler.

Anayasalar; bir anlamda toplumsal sözleşmelerdir. Yani kurucu meclislerin işidir. Halen Cumhuriyet tarihinin halk iradesini temsil etme açısından en kötüsü olan bugünkü Meclis ile yeni anayasa işine girişilemez. 

“Sivil Anayasa” Kavramı Uyduruktur!

177 madde olan 1982 Anayasasının bugüne kadar 134 maddesi değişmiştir. 2002 öncesini de hesaba katarsak; 1982 Anayasasının %80’i değişmiştir. Öte yandan;

  • Anayasa Hukukunda “Sivil Anayasa” diye bir kavram yoktur.
  • Bu kavram; halkı kandırmak ve algı yaratmak için uydurulmuştur.

Sonuç olarak                               ;

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu ideolojisi; Osmanlı tarihinin acılı ve çile dolu sayfalarından alınan derslerle, Kurtuluş Savaşında, İnönü’de, Sakarya’da ve Dumlupınar’da dökülen kanla, emperyalizme karşı verilen mücadelenin ruhuyla ve çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmak için insanlığın olmazsa olmazı olan sorgulayıcı aklı ve pozitif bilimi temel alan, çağdaşlaşmanın önündeki engelleri ortadan kaldırmaya çalışan Aydınlanma Devrimleri ile oluşturulmuştur ve asla değiştirilemez. Ama bu demek değildir ki; anayasamız daha demokratik duruma getirilemez ve insan hak ve özgürlükleri genişletilemez. Ancak; iktidarın niyeti bu değil! 22 yıldır iktidarın demokrasi, özgürlükler, hak, hukuk, adalet, çağdaşlık, ekonomik kaynaklarımızın hakça bölüşümü ve iç barışımıza yönelik uygulamaları hakkındaki sicili çok kötü!
=============================================

Dostlar,

Çok değerli dostumuz, ADD’de yoldaşımız E. Amiral Türker ERTÜRK‘ün bu makalesi çok başarılı.
Anayasa hukuku doktorası (PhD) yapmakta olan uzman bir hukukçu olarak kendisini çok takdir ediyoruz.

AKP=RTE iktidarı, “Yeni anayasa oyuncağı” ile 1’den çok kuş vurma peşinde..
İlki gündem oyunu..

  • Korkunç düzeydeki enflasyon-talan ve yaygın-derin kurgulu YoksullaşTIRmayı kendince gündemden düşürmek istiyor.
  • Moratoryum (Devletin iflası) riskine karşı Batı finans desteği yaşamsal!

Muhalefeti dağıtmak istiyor..

Yerel seçime giderken, istediğini elde edemezse kendince halka yakınacak : Bunlaaaarrrr……….. sakızını çiğnemeye başlayacak..

Kişisel beklentileri de var… ölene dek DİNCİ-TOTALİTER tek adam / teokratik monark kalmak istiyor.. Hesap vermeme hesabı..

Ve de BOP eşbaşkanlığını = ülkemizi bölmeyi sürdürerek de Batı emperyalizminin desteğini almak..

Başlıca bu politik gündem masada. Öbür hin/tuzak planları Sn. Ertürk listelemiş, yinelemeyelim.
****
Anayasaların insan derisi ile kaplı oldukları” olgusunu, Paris Karnaval müzesindeki Anayasa örneğini biz de derslerimizde yeri geldikçe işliyoruz. ABD Anayasası gerçekte 7 maddedir. Dokunulmaz sayılır. O yüzden sonradan gerek duyulanlara “değişiklik” denmez, “ekleme” (ammendment) denir.

Yamalı bohça ile TBMM’de tarihimizin en gerici koalisyonu ile gerçekte politik olarak çok kırılgan zoraki bir çoğunluk sağlayan AKP=RTE‘nin gene de Anayasayı değiştirecek en az 360 oyu yok. Anayasanın 175. maddesi, Anayasa değişikliği yöntemini düzenliyor. 360 – 399 arasında oyla TBMM’den geçen Anayasa değişikliğinin, bu madde uyarınca halkoylamasına sunulması zorunlu. Ne var ki halkoylamasında kabul/red için nitelikli çoğunluk aranmıyor. 400 ve üstü oyla kabul durumunda RTE’nin halkoylamasına gitme zorunluğu yok, gitmez de zaten..

Öne çekilmezse 31 Mart 2024’te yapılacak yerel seçimlere iktidar abanıyor var gücüyle..
Bir yandan yargı sopası, bir yandan onaylanmayan krediler, merkezden imar planları vd.
Becerebilirse, Anayasayı iyice kuşa döndürüp o rüzgar ile yerel seçime girmek..
Olmazsa, muhalefetin engellemesini halka yakınarak kampanyada kötüye kullanmak..
***
Anamuhalefet CHP‘nin hızla seçimli kurultayını yapması ve toparlanarak toplumsal muhalefeti örgütlemesi gerekiyor.

3/4’ünden çoğu değiştirilmiş 1982 Anayasası, artık bir darbe anayasası sayılamaz.
Asıl darbeci AKP=RTE iktidarıdır ve Türkiye Cumhuriyetini Anadolu Federe İslam Cumhuriyetine dönüştürmek için iktidarının 22. yılında, “asıl 2023 hedefi” ne erişmek üzere son vuruşa hazırlanıyor.

  • Bu oyunun mutlaka bozulması, durdurulması gerekiyor.

Tüm Aydınlanmacı kesimlerin “tek maddeli ulusal koalisyon“u kaçınılmaz.
Bu topraklarda neredeyse 200 yıla varan bir demokratikleşme kavgası ve deneyimi-birikimi var.
Bu kadim birikim ve 21. yy dinamikleri, AKP=RTE‘nin “utanmaz” ve “ilkel” dinci saldırısını püskürtmeye yetecektir.
İslamo-faşizm durdurulacaktır.
Ulusumuz yine başaracaktır. Umutsuzluğa yer yok.

Sevgi ve saygı ile. 16 Eylül 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net       profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter : @profsaltik    

 

 

 

Çığlık

Ataol Behramoğlu
Ataol Behramoğlu
ataolbehramoglu@gmail.com
 
13 Eylül 2023, Cumhuriyet

Çığlık, hançereden çıkan tiz ses demektir.

Sevinç çığlıkları atıldığı da olur ama genellikle, korku, dehşet, çok büyük üzüntü ifadesidir.

Daha çok bilinçsizce, içten gelen, doğal bir dışavurumdur.

Sadece insana da özgü değildir.

Hatta denebilir ki hayvana, hayvansıya, insan öncesine aittir.

Günümüz insanına, bize, önceki zamanların insansılarından gelmiştir.

Bütün canlılara aittir.

Bizim işitme yetimizin dışında olsa da en küçük canlıların bile mutluluk ya da mutsuzluk çığlıkları attıklarını düşünüyorum.

Çığlık biz insan türünde artık büyük ölçüde mutsuzluk anlatımı olmuştur.

Günümüz insanı ona çığlık attıracak mutluluklardan gitgide uzaklaşmaktadır…

Çığlık denildiğinde akla öncelikle Norveçli ressam Edvard Munch’un (Manç) gerçekten ölümsüz tablosu geliyor.

1863 doğumlu dışavurumcu Munch bu tabloyu 1893’te, otuz yaşındayken yapmış.

Tablonun Norveççe adı “skrik”miş. Sözlükte karşılığı “bağırmak” olarak veriliyor. Rusça bağırma, bağırış (krik) sözcüğüyle bağıntısı olmalı.

Doğrusu içten gelen bağırma olmalı. Yani çığlık.

Renklerin de çığlık atarcasına birbirine karışmış olduğu tabloda, bir köprü üzerinde, başı avuçları arasında, bedeni sağa eğrilmiş, sapsarı yüzünde ağzı ve gözleri dehşetle açılmış, cinsiyeti belli olmayan, fakat yaşlı olduğunu düşündüren, saçsız bir insan figürü var.

Arkada renk lekeleriyle yapılmış, ona doğu yürüyen iki insan figüründen biri şapkalı, öteki başsız gibi.

Bu figürlerin simgesel bir anlamları olduğunu sanmıyorum.

Anlam, çığlık atan figürün kendisidir.

Dehşetle açılmış gözleriyle nereye bakıyor, ileride gördüğü nedir?

Bunu bilmiyoruz.

Ressamına sorma şansımız olsa sanırım, “Bu bir resimdir, siz nereye baktığını düşünüyorsanız orasıdır” diyecektir.

Fakat yanıt ne olursa olsun, tablodaki “Çığlık”, içten kopup gelen bir acının ifadesi olarak hep orada olacaktır.

Değerli şair arkadaşım Ahmet Özer’e, bu sütunda yayımlanan “Ayıptır, Günahtır, Zulümdür, Suçtur” başlıklı yazım, Munch’ın “Çığlık”ını anımsatmış.

Şöyle yazıyor: “Yazın Munch’ın çığlığı gibi. Günümüz toplumuna ayna tuttun. Birçoğumuzun sesi oldun. Umarım bu ses yankılanır ülke düzeyinde.

Aslında, elinizde tutmakta olduğunuz ya da belki internetten okuduğunuz gazetenin her sütunundan, her köşe yazısından, her haberin her satırından çığlıklar yükselmede.

  • Bunlar kanayan bir ülkenin bastırılması, duymazdan gelinmesi gitgide olanaksızlaşan çığlıklarıdır. Bizler, bu çığlıkların sözcüleriyiz.

Bunlar

haksız yere cezaevlerinde zulmedilen namuslu, vicdanlı, yurtsever insanların ve yakınlarının;
– açlığa mahkûm edilen emekçinin ve emeklinin;
– besinsiz, okulsuz, geleceksiz büyüyen çocukların;
– sömürgeleşen bir ülkenin ümitsiz gençlerinin;
– cumartesi annelerinin,
– katledilen kadınların,
– ekilmeyen biçilmeyen tarlaların,
– yakılan ormanların,
– zulmedilen hayvanların,
– kapatılan ya da satılan fabrikaların;
– taşıyla, toprağıyla, yeraltıyla, yerüstüyle, her şeyiyle yağmalanan, yok edilmekte olan bir ülkenin

çığlıklarıdır.

Bizler, bu ülkenin şairleri, yazarları, vicdanlı insanları; bu çığlıkları, içimizden kopup gelen kendi çığlıklarımızla buluşturarak yansıtıyoruz, yansıtmaya devam edeceğiz.

Çünkü

Bütün bu çığlıkların tek bir büyük çığlığa dönüşerek kötülüklerin kökünü kazıyacağından, onları silip süpüreceğinden, ülkeyi aydınlıklara taşıyacağından kuşku duymuyoruz.

Çünkü her zaman, mutlaka, böyle olmuştur, böyle olacaktır.


Ebrar’a sataşmak6 Eylül 2023

Halil Çivi şiiri : ATATÜRK’ÜN KIZLARI (Filenin Sultanları)

ŞİİR KÖŞESİ

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı
Halk Şairi

 

ATATÜRK’ün KIZLARI
-Filenin Sultanları-

Çataldır yürekleri,
Çeliktir bilekleri,
Zaferdir dilekleri,
Atatürk’ün kızları,
Filenin sultanları.
Xxx
Balyoz gibi küt iner,
Rakip korkudan siner,
Feriştah olsa yener,
Atatürk’ün kızları,
Filenin sultanları.
Xxx
Ulusların serveri,
Avrupa’nın lideri,
Fethetti gönülleri,
Atatürk’ün kızları,
Filenin sultanları.
Xxx
Bayrak göndere çıktı,
Ulus gururla baktı,
Silinmez iz bıraktı,
Atatürk’ün kızları,
Filenin sultanları.
Xxx
Şampiyonluk coşturdu,
Ekranlara koşturdu,
Ulusu birleştirdi,
Atatürk’ün kızları,
Filenin sultanları.
Xxx
Cumhuriyet neslidir,
Uygarlığın resmidir,
Başarının ismidir,
Atatürk’ün kızları,
Filenin sultanları.
Xxx
Halil Çivi bu murat,
Sevincimiz kat be kat,
Çatlak seslere inat,
Atatürk’ün kızları,
Filenin sultanları.
Xxx
16 Eylül 2023
Prof. Dr. Halil Çivi
Seferihisar / İZMİR

Not         : Bu şiir, voleybolda, hem Dünya Uluslar Ligi ve hem de Avrupa Ligi şampiyonu olup ulusumuzu büyük bir sevince boğan Kadın Voleybol Ulusal Takımı‘mıza, bir vefa borcu olarak, halkımızın duygularını yansıtmak için yazılmıştır. Halkımız, bu aslan yürekli ve çelik bilekli kızlarımızdan olimpiyat şampiyonluğu da bekliyor. Umarım başarırlar…

Önce doğru anayasal bilgi

İbrahim Ö. Kaboğluİbrahim Ö. Kaboğlu

Siyaset 14.09.2023 BİRGÜN

1 Eylül Anayasa çağrısına  “Anayasal totalitarizme hayır!” yanıtım üzerine 27. Yasama döneminde TBMM’de en yakın çalışma arkadaşım ve sevgili meslektaşım Dr. Sibel Özdemir’in tweet paylaşımı anlamlı:

“CB’nin 2017 Anayasası ile yok saydığı, itibarsızlaştırdığı “Siyasi Partiler, Üniversiteler, Yüksek Mahkemeler, Barolar, STK’lara demokratik Anayasa için destek çağrısı oldukça ironik. Asıl ve acil çağrı bu Kurumların olmalıydı.”

Cumhurbaşkanı, 12 Eylül’de daha kararlı: “Türkiye Yüzyılı hedefimizin unsurlarından biri olan yeni anayasayı milletimize kazandırana kadar çalışmayı, gayret etmeyi, mücadeleyi asla bırakmayacağız.”.

Tarihsel bilgi yanlışlarını bir yana bırakarak güncel sorunlara ilişkin düzeltme, saptama ve öneriler yapacağım:

1) “12 Eylül yönetiminin ülkemizin kalbine sapladığı en büyük hançer, üzerinde hala konuştuğumuz, tartıştığımız 1982 darbe anayasasıdır.”

12 Eylül söylemi, şu üç gerçeği örtmemeli:

-Kitlesel kıyımlar, 15 Temmuz darbe girişimi bahanesiyle Cemaat palazlanması karşıtı ve laik düzen yanlılarına yapıldı; FETÖ işbirlikçileri korundu.

-Anayasal onarım, 1987-2004 değişikliklerinde insan hakları ve demokrasi yönünde 1982 metninin iyileştirilmesidir.

-2017 değişikliği; Hükümeti, siyasal sorumluluğu ve denge-denetim kurallarını kaldırarak Anayasa tarihimizde “en derin kopuş” tur.

  • Özetle; eğer yürürlükte bir darbe Anayasası varsa, bu 1982 değil 2017 metnidir.

2) “Türkiye, çok daha iyi bir anayasayı ziyadesiyle hak ediyor . Doğru; Türkiye’yi çağdaş anayasacılıktan “en çok” uzaklaştıran ve kendi tarihine “en çok” yabancılaştıran, hiçbir darbe Anayasasını aratmayan bir “anayasa dışı kurgu” ayracı kapatılmalı.

3) “…kağıt üzerinde çok iyi metinlere sahip anayasaları olup da demokrasiden ve hukuk devletinden çok uzak uygulamaların hüküm sürdüğü ülkeler de söz konusudur.” Bu sözler,  AKP’ye bırakılan anayasal mirasa karşın,  2017 öncesi “anayasasızlaştırma” teyidi gibi.

 4) “… bize lazım olan, lafzı, ruhu ve hacmiyle, milletimizin dünyaya ve hayata bakışına, ülkemizin birikimine ve hedeflerine uygun bir anayasa metnidir.” 2017 kurgusu, Osmanlı-Cumhuriyet birikimini tümüyle yadsıdığı gibi, son 25 yılın “sivil anayasa”  çalışmalarının hiçbiri bunu önermemişti.

5) “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçiş yapılırken anayasayı tümden yeniden yazma teklifimiz, yine muhalefetin uzlaşmaz tavrı sebebiyle maalesef hayata geçemedi…” Ama 18 madde, demokratik muhalefete karşın, Anayasa dışı ve meşru olmayan yol ve yöntemlerle dayatıldı.

6) “Ülkemizin iki asırlık yönetim sistemi arayışının zirvesi olarak gördüğüm, ilk dönemini bitirip ikinci dönemine girdiğimiz Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ni de bu kapsayıcı muhasebenin bir parçası kabul ediyorum.” Bu sözlerCBHS’nin iflasının itirafı…

7) Buradan tüm siyasi partilere, sivil toplum kuruluşlarına, akademi mensuplarına sesleniyorum, gelin konuşalım, tartışalım, müzakere edelim ama bu süreçten kaçmayalım..”. Hangi ortamda? Kendinizi bütün kamu görevlilerinin disiplin amiri yaptınız (R.G. 30.04.2021) ve size bağlı DDK’ye, “derneklerde, vakıflarda, kooperatiflerde, birliklerde ve bu kurum ve kuruluşların ortaklık ve iştiraklerinde “ denetim  yetkisini tanıdınız (RG 26.08. 2021).

8) ÜÇ SAPTAMA:

-Ana sorun: Hesap verebilir siyasal iktidar yoksunu anayasal düzen, demokratik değil.

-Vahim durum:  Resmi kurumlar -üniversiteler dahil- talimatla biat kültürüne sokuldu; yarı resmi ve sivil örgütler işlevsiz kılındı.

-En vahim olanı: 12 Eylül sonrası tasfiyeler, 80’lı yıllar sona ermeden onarıldı; 20 Temmuz 2016 kıyımları kalıcı kılındı; yeni kıyımlar sürüyor, özgürlükten yoksun kılmaya değin.

9) ÖNKOŞUL: Tartışma ortamı için, Anayasa’ya ve düşünceye saygı duyulmalı; Anayasa’ya aykırı uygulamalara ve düşünce suçlarına derhal son verilmeli…

10) ÖNCELİKLİ GEREKSİNİMDOĞRU BİLGİ: AKP, devraldığı anayasal mirası 15 yılda yok etti; Türkiye’yi “anayasasız” bir zemine sürükledi ve böylece iktidarının bekasını sağladı. Şimdi ise, “toplum mühendisliği” için Anayasal bilgi kirliliği yayıyor. Oyun büyük. Bu nedenle, doğru bilgi öncelikli…

Çocuklara yönelik reklamlar

Prof. Dr. Çağatay GÜLER MD, PhD
Halk Sağlığı ve Çevre Sağlığı Uzm.

14 Eylül 2023, Cumhuriyet
(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Reklamlar çok önemli sosyal çevre müdahalelerinden biridir. Etik kurallar ve ilkelere uygun yapılmadığında yönlendirme ve koşullandırmaya yönelik sorumsuz, saygısız ve zararlı bir kitlesel yanıltma, yıkıcı bir sosyal çevre saldırısına dönüşürler. Gelişmiş bir ülkede çocukların yılda kırk binden çok reklam izlediği belirtilmektedir. Yapılan araştırmalar çocukların ders bilgilerinden çok ticari reklamları anımsadığını göstermektedir. Sekiz yaşın altındaki çocuklarda eleştirel düşünme gelişmediği için daha büyük oranda etkilenirler.

Reklamlarla ilgili ilkelerin başında dürüstlük ve doğruluk gelir. Çocukları ürünün özellikleri, yararları ya da kısıtlılıkları konusunda yanıltmamalı, iletilenler gerçeğe uygun olmalıdır. Öne sürdüğü savı destekleyen bilimsel kanıtlar olmalıdır. Reklam için ödeme yapanlar ya da destekleyenler gizlenmemelidir.

Reklamlar, hedef kitlenin yaşına ve gelişim düzeyine uygun olmalıdır. Küçük çocuklar karmaşık kavramları anlamakta güçlük çekebilmesinden, yararlanmaya yönelik saptırmalardan kaçınılmalıdır. Olumsuz davranış ve tutumlar özendirilmemeli; saygı, nezaket ve duygudaşlık gibi olumlu değerlerin geliştirilmesini desteklemelidir. Cinsiyet, ırk ya da kültürle ilgili basmakalıp yargılardan kaçınmalı; gerçek dünyayı yansıtan çok çeşitli karakterleri ve senaryoları dile getirmelidir.

AYIRT EDİCİ İÇERİK

Reklamlar, öğrenmeyi ve ilerlemeyi geliştirecek bilim, doğa vb. eğitici öğelerle birlikte verilebilmektedir. Çocukları sürekli reklam bombardımanına tutmaktan kaçınılmalı, sunulan eğitim konuları, konu bütünlüğü bozulacak biçimde reklamlarla bölünmemelidir. Çocuklar bir reklam izlediklerini tam olarak anlayabilmeli, öbür içeriklerden kolayca ayırt edebilmelidir.

Reklamlar, bir ürünün hem olumlu hem de olumsuz yönlerini sunmalıdır. Çocuklar hiçbir ürünün kusursuz olmadığını ve kısıtlılıklarının ya da çekincelerinin olabileceğini anlamalıdır.

PSİKOLOJİK YÖNLENDİRMELER

Reklamlar çocukların zekâsına ve özerkliğine saygı göstermelidir. Çocuğun bilinçli kararlar verme yeteneğini zayıflatmamalı ya da onları gerçekten gereksinimleri olmayan bir şeyi istemeye yönlendirmemelidir.

Reklamlar, ana-baba katılımını ve denetimini baltalamamalıdır. Çocukların satın alma kararlarını ana-babalarına danışmadan vermelerini öneren mesajlar genellikle etik dışı kabul edilir. Verilen mesajlarla (iletilerle) yaratılabilen yoksunluk ve tatminsizlik (doyumsuzluk) duygusu çocukların kim olduklarından çok neye sahip olduklarına odaklanmasına neden olabilmektedir.

Reklamcılar hedefindekilerin duygu, düşünce ve davranışlarını kendi çıkarına uygun biçimde yönetip yönlendirmeye kalkmamalıdır. Bu amaçla çocukların bilişsel yeteneklerindeki sınırlılıkları kullanmamalı ya da onları bu ürünleri satın almaya özendirmek için psikolojik yönlendirmeye başvurmamalıdır. İçerik anlaşılır olmalı; korku, suçluluk ve akran baskısı yaratmamalıdır.

VERİ KORUMASI

Reklamcı ve reklam-verenlerin temel etik kurallara bağlı kalmaları, yalnızca sorumlu reklamcılığı sağlamakla kalmaz; aynı zamanda tüketicilerde güven oluşturmaya yardımcı olur. Ana-babaların açık izni olmadan çocuklardan kişisel bilgi toplamak etik dışıdır. Çocuklara yönelik araştırmalarda çocukların gizliliğine saygı gösterilmeli, veri koruma düzenlemelerine sıkı biçimde uyulmalıdır.

Çocuklara yönelik reklamlarla ilgili yasa ve düzenlemeler ülkeden ülkeye önemli ölçüde değişir.

Çocuklara yönelik reklamlarla ilgili düzenlemeler
– çocukları birilerinin çıkarına koşullandıran ya da yanıltan
– hatta aldatan reklamları önlemeyi,
– istendik mesajlar (iletiler) iletmeyi ve
sağlıklarını koruma

amaçlamalıdır.
=====================================
Dostlar,

1978-1981 yıllarında Hacettepe Tıp Fakültesi’nde birlikte “Toplum Hekimliği / Halk Sağlığı” uzmanlık eğitimi aldığımız eskil (kadim) dostumuz Dr. Çağatay Güler’in yetkin / nitelikli bir yazısını – uyarısını web sitemizde paylaşmaktan mutluyuz.
Kendisi bizi bilgilendirmeden, gece yarısı ilerleyen saatlerde Cumhuriyet gazetemizin web sitesinde yazıyı görmüş ve sitemize aktarmıştık..

Kısa eklemeler yapmak istiyoruz bu makaleye :
***
Felsefenin günlük yaşamımızı anlamlandırmada en önemli katkısı, kanımızca;

  • Günlük yaşamda eylemlere ve olup-bitenlere ekinsel (kültürel) değer yargılarımızla değil,
    o olgulara ilişkin, edinmek gereken “değer bilgisiyle” bakabilme becerisi kazandırmasıdır.

Kanımızca; günümüzde sosyal medyada, TV’lerde reklam bombalarını anlamlandırmada çok gerekli bir donanım, çağrışım temelli düşünmeyi (association based thinking) aşmak ve olgular arası bağlantıları görebilmek.

Bağlantısız, “neden-sonuç ilişkisini sorgulamadan” çağrışımlı düşünme, tipik olarak reklamlarda. Beyin yıkayıcı reklamlar kurgulanırken, az eğitimli insanları, özellikle çocukları bu tür yanlışlarla kurban seçmemek gerek. Reklam/reklamcı etiğinin başat kurallarından biri bu olmalı bize göre.

Reklamlarla ezberletilenler, tüketim kalıpları koşullandırma çabaları, en azından içerik olarak, ilgili ürünler hakkında bilimsel açıdan “doğru” olmalı mutlaka..

Sevgi ve saygı ile. 16 Eylül 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net       profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter : @profsaltik

Sağlık ‘Reformu’: Kazananlar, kaybedenler

Editörlüğünü Dr. Onur Hamzaoğlu ile birlikte yaptığımız, tamamı üç sayıya yayılan, toplamı iki yüz sayfayı geçen bir dosya oldu.

Korkut Boratav’dan Şebnem Oğuz’a, Kayıhan Pala’dan Cavit Işık Yavuz’a, Özlem Özkan’dan Metehan Akbulut’a, toplam yirmi yazar…

“AKP Döneminde Üretim, Bölüşüm, Tüketim”den “AKP’li Yıllarda Siyasal Rejimin Dönüşümü: Çelişkili Bir Süreç Olarak Yeni Faşizm”e, “AKP’li Yıllarda Çalışma Yaşamı ve Sosyal Politikalar” dan “Sağlık Emekçilerinin AKP ile Geçen 20 Yılı”na, “AKP’nin 20 Yıllık İlaç Politikaları”ndan “AKP’li Yıllarda TTB”ye yirmi başlıkta yazdılar.

Öncelikle bütün bu yazılara ve Toplum ve Hekim’in kırk beş yıllık külliyatına

https://www.belgelik.dr.tr/ToplumHekim/

adresinden ücretsiz olarak ulaşabileceğinizi belirtmek…

Sonra da bu haftaki Memleket Tabipliği’nde dosyada yer alan başlıktaki yazımdan yararlanarak bir özet yapmak istiyorum.
∗∗∗
İlk baş biraz rakamlara bakalım.

Türkiye’de 2002-2019 arasında toplam hastane sayısı % 33; Sağlık Bakanlığı hastaneleri % 15,6, üniversite hastaneleri % 36 artarken özel hastanelerdeki aynı artış % 112,2 olarak gerçekleşti. Aynı yıllarda hastane yatak sayılarındaki artış ise toplamda % 44,4, Sağlık Bakanlığı’nda % 33,5, üniversitelerde % 62,9 iken özel hastanelerde % 313,1 oldu.

Keza aynı yıllarda ameliyat sayıları toplamda % 226,8, Sağlık Bakanlığı’nda % 160,8, üniversitelerde % 208,9 artarken özel hastanelerde ise % 575,5 artmış; yatan hasta sayıları ise toplamda % 150,6, Sağlık Bakanlığı’nda % 85,6, üniversite hastanelerinde % 165,0 artarken özel hastanelerde % 617,1 arttı.

Özel hastanelerdeki en çarpıcı artış ise hastane müracaatlarında (başvurularında) yaşandı, toplamda % 307,4, Sağlık Bakanlığı’nda % 253,0 üniversitelerde % 423,7 olan sayı özel hastanelerde yaklaşık on iki kat, % 1.176 olarak gerçekleşti.

Neticede (sonuçta) ANAP döneminden bu yana teşviklerle, kredilerle büyütülmeye çalışılan özel sağlık sektörünün hizmet satın alma ve hastalardan “ilave ücret” (ek ücret) adı altında “bıçak parası” almalarının serbest bırakılması yoluyla şaha kalktığını görüyoruz.
∗∗∗
Aynı yıllarda devasa bir “kışkırtılmış talep” baskısı altında kalan sağlık çalışanlarının durumuna baktığımızda ise…

Toplam hekim sayısının % 74,8 artışla 91.949’dan 160.810’a, toplam hemşire ve ebe sayısı % 123,1 artışla 113.872’den 254.075’e, toplam sağlık çalışanı sayısının ise % 173,1 artışla 378.551’den 1.033.757’e çıkabildiğini görüyoruz.

Gene bu dönemde uygulanmaya başlanan Genel Sağlık Sigortasıyla birlikte aktif/çalışan SSK’lilerin, Yeşil Kartlıların, devlet memurlarının, emeklilerinin ve aile bireylerinin de muayene katılım payı ödemekle yükümlü kılınmasının yanı sıra, özel hastanelerde “ilave ücret”ten (ek ücret) kamu, özel bütün hastanelerde “istisnai sağlık hizmetleri”ne, “reçete bedeli”nden “eşdeğer ilaç farkı”na, hastanede “lüks oda ücreti”nden yataklı tedavilerde de katılım payı düzenlemesine dek, daha önceki sosyal güvenlik kurumlarının uygulamalarında yer almayan bir düzine yeni cepten ödeme zorunluğu getirildiğini not düşerek neticeye (sonuca) geleyim.
∗∗∗
Sonuçta AKP’nin yirmi yılı dolduran “Sağlık Reformu”nun hastalar-sağlık çalışanları-özel sağlık sermayesi üçgeni bağlamında tek kazananı pastanın kremasını sıyıran özel hastane patronları olurken…

Kaybedenler (yitirenler) ise…

Kamu hastanelerinden günlerce, haftalarca randevu düşüremediği için özel hastanelerde “bıçak parası” ödemeye mahkûm edilen hastalar…

Yirmi yılda iş yükleri katbekat artarken bir yandan da polikliniklerde, acillerde, hastane bahçelerinde dövülen, bıçaklanan, kurşunlanan hekimler, sağlık çalışanları oldu.

Sağlıkçıların yirmi yıldır hastane bahçelerinde, sokaklarda, meydanlarda haykırdıkları gibi…

AKP Sağlığa, Sağlık Çalışanlarına, Hastalara Zararlıdır!