Etiket arşivi: Teşkilat-ı Esasiye Kanunu

BU İKTİDARIN VE MECLİSİN YENİ ANAYASA YAPMA HAKKI VE YETKİSİ YOK!

Türker ERTÜRK E. Tuğamiral

BU İKTİDARIN VE MECLİSİN YENİ ANAYASA YAPMA HAKKI VE YETKİSİ YOK! – Türker Ertürk (turkererturk.com.tr)

(AS: Makale ve konu hakkında bizim kapsamlı irdelememiz yazının altındadır..)

Çağdaş anlamda dünyanın en eski anayasası sayılan 17 Eylül 1787 tarihli ABD Anayasasından başlamak üzere günümüze kadar hazırlanan bütün anayasaların arkasında kurucu irade, meşruiyeti aldığı güç ve silah vardır.

Arkasında kurucu irade ve zorlayıcı yaptırım gücü olan silah yoksa; anayasa da yoktur. ABD Anayasasının arkasında meşruiyeti olan zorlayıcı güç ve silah; Büyük Britanya’ya karşı verilen bağımsızlık savaşının başkomutanı George Washington, onun komuta ettiği ordu ve destekleyen sivil güçlerdi. Bu güç olmasa ve başarıya ulaşamasaydı ABD Anayasası da olmazdı.

İnsan Derisi ile Kaplıdır

Fransa’nın başkenti Paris’te bulunan, Paris’in tarihine adanmış bir müze olan Carnavalet Müzesi’nde bulunan ve kapağında İnsan derisi ile kaplıdıryazan Fransızların ilk anayasasının arkasındaki irade 1789 tarihli Fransız Devrimi, yaptırım gücü ve meşruiyeti ise devrimin ideolojisi ve silahlı güçleridir. Bugün Fransa’da 1958 tarihli anayasa yürürlüktedir. Bu anayasanın değiştirilemez maddeleri ile Fransız Devrimi’nin ruhu korunmaktadır. Özetle; “Üniter yapı ve cumhuriyet değiştirilemez. Ülkenin bütünlüğüne zarar verecek hiçbir değişiklik usulüne girişilemez ve böyle bir usul sürdürülemez. Cumhuriyetin niteliği değişiklik konusu yapılamaz.” diyor, Fransa’nın halen yürürlükte olan 1958 tarihli anayasası.

Yani Fransa’da bazı densizler ve haddini bilmezler çıkıp; “Biz Bourbon Hanedanı’nın torunlarıyız, son kralımız XVI. Louis’yi giyotine gönderen zihniyetten hesap soracağız. Keşke Fransız Devrim Ordularına karşı monarşi yanlısı Avrupa Koalisyon Orduları kazansaydı! İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi’ni değil, Hristiyan şeriatını, krallığı ve teokrasiyi istiyoruz” diyemez, demelerine müsaade edilmez ve hadleri bildirilir.

İşgal Güçleri Yeni Anayasa Yaptırır

1947 tarihli Japonya Anayasasının arkasındaki kurucu irade Japonya’yı kayıtsız şartsız teslim alan ABD, zorlayıcı gücü ise ABD işgal gücüdür. ABD işgal kuvvetleri komutanı Douglas MacArthur; emrinde bulunan hukukçularına bir taslak hazırlatmış, bunu Japonlara dayatmış ve ufak tefek değişikliklerle kabul ettirmiştir.

23 Mayıs 1949 tarihli Federal Almanya Cumhuriyeti Anayasası hazırlatan irade II. Dünya Savaşı sonunda Almanya’yı işgal eden müttefikler ve onun başat gücü olan ABD’dir. 2005 tarihli Irak Anayasasının arkasındaki irade bu ülkeyi istila eden ABD, zorlayıcı gücü ise ABD işgal kuvvetleridir. Bu anayasa ile Irak federal sistem altında yapılandırılmış, toplum etnik ve mezhepsel kompartımanlara ayrılmıştır. Ayrıca bu anayasa; Irak’ın istikrarsızlaştırılmasına ve zaman içinde bölünmesine neden olacak elverişli ortamı yaratmıştır. Bu haliyle Irak’ta istikrar olmaz, olamaz. Zaten olması istenmediği için 2005 Anayasası yaptırıldı.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Kurucu İdeolojisi Değiştirilemez!

Türkiye Cumhuriyeti’nin 1921 tarihli Teşkilat-ı Esasiye Kanunu, 1924 Anayasası ve 1937’de yapılan son değişiklikle kurucu ideolojisi şekillenmiştir. Arkasındaki irade Türk Milleti’nin bu topraklarda hür ve bağımsız yaşama arzusu, silahlı gücü ise Kurtuluş Savaşı yapan Mustafa Kemal Paşa ve onun komuta ettiği Türk Ordusu’dur. Kurucu irade budur, bu iradenin ortaya koyduğu kurucu ideoloji asla değiştirilemez.

Dünyada bugüne kadar yapılmış tüm anayasaların mutlaka bir devrim, karşı devrim veya işgal sürecinden sonra yapıldığı düşünülürse; Türkiye’de gündemimize oturtulmaya çalışılan yeni anayasa hangi sürecin sonucudur? Yürürlükteki 1982 Anayasasında TBMM’nin yeni bir anayasa yapmasına yasal olarak izin verilmemesine hatta böyle bir girişimin suç olmasına rağmen Türkiye’de yeni anayasa yapılmasını isteyen irade kimdir? Bu iradenin zorlayıcı yaptırım gücü kimlerdir?

Emperyalist Güçler Türkiye’de Yeni Anayasa İstiyor

Tüm anayasaların birer ruhu, nitelikleri ve ideolojisi vardır. Dünyanın neresine giderseniz gidiniz; her ülkenin anayasasının esasını oluşturan temel ilkeleri vardır. Bu ilkeler, o ülkenin siyasi rejiminin özünü oluşturmaktadır. İşte bu öze asla dokunulamaz ve değiştirilemez. Ne demek mi istiyorum? Dünyanın hiçbir yerinde ve ülkesinde savaş ve olağanüstü şartlar olmadan, sadece Meclisteki çoğunluğa dayanılarak anayasaların özü değiştirilemez ve değiştirilmemiştir. Bırakınız yazılı anayasaları; yazılı anayasası olmayan, sadece tarihin derinliklerinden gelen geleneklere sahip olan İngiltere’de bile parlamentonun her şeye gücü yetiyor olmasına rağmen “Westminster Modeli” olarak da bilinen parlamenter monarşi sisteminin başkanlık sistemine veya başka bir rejime çevrilmesi pek olanaklı değildir.

Erdoğan, 4 gün önce yaptığı açıklamada; “İnsanı önceleyen, milletin çeşitliliğini ve zenginliğini yansıtan, toplumun gerisinde kalan değil, topluma dinamizm katan bir anayasa hedefliyoruz.” dedi. Bunun açılımı yani söylenemeyen bölümü ile birlikte anlamı -ama bilinçli ama bilinçsiz olarak-

  • “Ulus kimlikten ve ulus devletten uzaklaşan, üniter yapıdan federalizme rota kıran, toplumu etnik, dinsel ve mezhepsel kompartımanlara ayıran ve laikliği kağıt üzerinde de yok eden bir değişiklik arzu ediyoruz demektir.

Emperyalist güçlerin kendi çıkarları ve emperyalist hedefleri açısından Türkiye’de böyle bir değişiklik istediğini ve baskılar yaptıklarını da biliyoruz.

İktidarın Sicili Bozuk

Ayrıca iktidarın sicili çok bozuk. İktidar; demokrasi, hukuk, insan hak ve özgürlüklerinden ve toplumsal eşitsizliği düzeltmekten yana değil.  Anayasayı ve kanunları umursamıyor, hatta kendi yaptıklarını bile! Her istediğinde mevcut anayasayı ihlal etti ve etmeye de devam ediyor. İktidar; anayasamızın vazgeçilemez ve değiştirilemez niteliklerine, kurucu ideolojimize ve demokrasinin olmazsa olmazı durumunda olan “laikliğe karşı eylemlerin odağı olmaktan” hüküm giydi. Erdoğan, dördüncü kez Cumhurbaşkanı olma peşinde. Özel hüküm koymalarına lüzum bile yok. Anayasanın 101’inci maddesine rağmen, bu maddeyi arkadan dolaşan hukuk dışı gerekçeleri, yeni anayasa veya anayasa değişikliği durumunda da söz konusu olacak.

Kurguladıkları ve rüyalarını gördükleri yeni anayasa ile
– insan hak ve özgürlüklerini dinsel gerekçelerle sınırlamanın,
– demokratik kitle örgütlerini ve meslek odalarını iptal eden veya kısıtlayan
– ama tarikat ve cemaatlerin önünü açan değişiklikler yapmanın peşindeler.

Anayasalar; bir anlamda toplumsal sözleşmelerdir. Yani kurucu meclislerin işidir. Halen Cumhuriyet tarihinin halk iradesini temsil etme açısından en kötüsü olan bugünkü Meclis ile yeni anayasa işine girişilemez. 

“Sivil Anayasa” Kavramı Uyduruktur!

177 madde olan 1982 Anayasasının bugüne kadar 134 maddesi değişmiştir. 2002 öncesini de hesaba katarsak; 1982 Anayasasının %80’i değişmiştir. Öte yandan;

  • Anayasa Hukukunda “Sivil Anayasa” diye bir kavram yoktur.
  • Bu kavram; halkı kandırmak ve algı yaratmak için uydurulmuştur.

Sonuç olarak                               ;

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu ideolojisi; Osmanlı tarihinin acılı ve çile dolu sayfalarından alınan derslerle, Kurtuluş Savaşında, İnönü’de, Sakarya’da ve Dumlupınar’da dökülen kanla, emperyalizme karşı verilen mücadelenin ruhuyla ve çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmak için insanlığın olmazsa olmazı olan sorgulayıcı aklı ve pozitif bilimi temel alan, çağdaşlaşmanın önündeki engelleri ortadan kaldırmaya çalışan Aydınlanma Devrimleri ile oluşturulmuştur ve asla değiştirilemez. Ama bu demek değildir ki; anayasamız daha demokratik duruma getirilemez ve insan hak ve özgürlükleri genişletilemez. Ancak; iktidarın niyeti bu değil! 22 yıldır iktidarın demokrasi, özgürlükler, hak, hukuk, adalet, çağdaşlık, ekonomik kaynaklarımızın hakça bölüşümü ve iç barışımıza yönelik uygulamaları hakkındaki sicili çok kötü!
=============================================

Dostlar,

Çok değerli dostumuz, ADD’de yoldaşımız E. Amiral Türker ERTÜRK‘ün bu makalesi çok başarılı.
Anayasa hukuku doktorası (PhD) yapmakta olan uzman bir hukukçu olarak kendisini çok takdir ediyoruz.

AKP=RTE iktidarı, “Yeni anayasa oyuncağı” ile 1’den çok kuş vurma peşinde..
İlki gündem oyunu..

  • Korkunç düzeydeki enflasyon-talan ve yaygın-derin kurgulu YoksullaşTIRmayı kendince gündemden düşürmek istiyor.
  • Moratoryum (Devletin iflası) riskine karşı Batı finans desteği yaşamsal!

Muhalefeti dağıtmak istiyor..

Yerel seçime giderken, istediğini elde edemezse kendince halka yakınacak : Bunlaaaarrrr……….. sakızını çiğnemeye başlayacak..

Kişisel beklentileri de var… ölene dek DİNCİ-TOTALİTER tek adam / teokratik monark kalmak istiyor.. Hesap vermeme hesabı..

Ve de BOP eşbaşkanlığını = ülkemizi bölmeyi sürdürerek de Batı emperyalizminin desteğini almak..

Başlıca bu politik gündem masada. Öbür hin/tuzak planları Sn. Ertürk listelemiş, yinelemeyelim.
****
Anayasaların insan derisi ile kaplı oldukları” olgusunu, Paris Karnaval müzesindeki Anayasa örneğini biz de derslerimizde yeri geldikçe işliyoruz. ABD Anayasası gerçekte 7 maddedir. Dokunulmaz sayılır. O yüzden sonradan gerek duyulanlara “değişiklik” denmez, “ekleme” (ammendment) denir.

Yamalı bohça ile TBMM’de tarihimizin en gerici koalisyonu ile gerçekte politik olarak çok kırılgan zoraki bir çoğunluk sağlayan AKP=RTE‘nin gene de Anayasayı değiştirecek en az 360 oyu yok. Anayasanın 175. maddesi, Anayasa değişikliği yöntemini düzenliyor. 360 – 399 arasında oyla TBMM’den geçen Anayasa değişikliğinin, bu madde uyarınca halkoylamasına sunulması zorunlu. Ne var ki halkoylamasında kabul/red için nitelikli çoğunluk aranmıyor. 400 ve üstü oyla kabul durumunda RTE’nin halkoylamasına gitme zorunluğu yok, gitmez de zaten..

Öne çekilmezse 31 Mart 2024’te yapılacak yerel seçimlere iktidar abanıyor var gücüyle..
Bir yandan yargı sopası, bir yandan onaylanmayan krediler, merkezden imar planları vd.
Becerebilirse, Anayasayı iyice kuşa döndürüp o rüzgar ile yerel seçime girmek..
Olmazsa, muhalefetin engellemesini halka yakınarak kampanyada kötüye kullanmak..
***
Anamuhalefet CHP‘nin hızla seçimli kurultayını yapması ve toparlanarak toplumsal muhalefeti örgütlemesi gerekiyor.

3/4’ünden çoğu değiştirilmiş 1982 Anayasası, artık bir darbe anayasası sayılamaz.
Asıl darbeci AKP=RTE iktidarıdır ve Türkiye Cumhuriyetini Anadolu Federe İslam Cumhuriyetine dönüştürmek için iktidarının 22. yılında, “asıl 2023 hedefi” ne erişmek üzere son vuruşa hazırlanıyor.

  • Bu oyunun mutlaka bozulması, durdurulması gerekiyor.

Tüm Aydınlanmacı kesimlerin “tek maddeli ulusal koalisyon“u kaçınılmaz.
Bu topraklarda neredeyse 200 yıla varan bir demokratikleşme kavgası ve deneyimi-birikimi var.
Bu kadim birikim ve 21. yy dinamikleri, AKP=RTE‘nin “utanmaz” ve “ilkel” dinci saldırısını püskürtmeye yetecektir.
İslamo-faşizm durdurulacaktır.
Ulusumuz yine başaracaktır. Umutsuzluğa yer yok.

Sevgi ve saygı ile. 16 Eylül 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net       profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter : @profsaltik    

 

 

 

Lozan Barış Andlaşması’ndan çıkılabilir mi?

Prof. Dr. İbrahim Ö. KABOĞLU
Anayasa Hukuku Araştırmaları Derneği (ANAYASA-DER) Başkanı

EVRENSEL, 24 Temmuz 2023, Lozan Barış Andlaşması’ndan çıkılabilir mi? – Evrensel

  • “Barış Andlaşması, Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlık belgesi özelliği ile çıkılması veya feshedilmesi hukuk tekniği bakımından mümkün olmayan bir ulusal-üstü anayasa metnidir.”
Fotoğraf: historia-europa.ep.eu CC0    

Soru yadırgatıcı gelebilir, ne var ki, Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme (PBDBY) kurgu ve uygulamasında, “bu kadarı da olamaz!” denenler oldu:

“Lozan Antlaşması tartışmaya açılmalıdır” sözlerinden yaklaşık beş yıl sonra, “Lozan Antlaşması da İstanbul Sözleşmesi gibi Cumhurbaşkanı kararı ile feshedilebilir” dendi.

Lozan Antlaşması’nın gizli hükümleri iddiası ve 100. yılda süresini dolduracağı söylemleri de yayıldı zaman zaman.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 2016’da, “Lozan Andlaşması tartışılmalıdır” sözleri, Avrupa Parlamentosunda da yankılandı.

“Lozan Andlaşması’ndan çıkılabilir” görüşü ise, İstanbul Sözleşmesi üzerine yapılan tartışmalar sırasında dillendirildi.

İstanbul Sözleşmesi olarak adlandırılan Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nin (R.G.: 8 Mart 2012) feshini öngören  Cumhurbaşkanı (CB) kararı (R.G.: 20 Mart 2023) ardından başlayan tartışmalar sırasında Lozan Andlaşması da gündeme getirildi. Bu çerçevede Lozan Andlaşması için de benzer görüş öne sürülerek “CB kararı ile çıkılabilir” iması yapıldı.

TBMM Başkanı’nca dillendirilen bu görüş ne ölçüde geçerli?

Öne sürülen görüşlere kesin yanıt, 100. yılı vesilesiyle Lozan Barış Andlaşması’nın Anayasa hukuku açısından da değerlendirilmesi sonucu verilebilir. Ama öncelikle İstanbul Sözleşmesi’nden çıkış sorunu üzerine yapılan tartışmalara değinmekte yarar var. Kısaca belirtelim:

  • Yasa ile taraf olunan İstanbul Sözleşmesi’nden çıkış,
    usul ve yetki açısından hukuk tekniği olarak ancak yasa ile mümkün olabilirdi.

Kuşkusuz düzenleme konusu bakımından, insan hakları kazanımları söz konusu olduğundan yasa ile de çıkışın zor olduğu, olsa olsa daha ileri bir anlaşmaya katılım amacıyla bunun olanaklı olabileceği görüşü kayda değer.

24 Temmuz 1923 tarihli Barış Andlaşması, öncelikle dış kurucu erk olarak önem taşır. Kurtuluş ve Kuruluş, 1919-1924 yılları arasında içiçe geçen hareketler, kurumlar ve kurallar dizisidir.

Samsun’a çıkış, Amasya Tamimi, Erzurum ve Sivas Kongreleri, 23 Nisan 1920’de Ankara’da Büyük Millet Meclisi’nin toplanması ile sonuçlanan fikri ve eylemsel çalışmaların dönüm evreleridir. 1921 Anayasası, TBMM’nin eseridir.

Lozan, teknik olarak 1. Dünya Savaşı’nı bitiren Andlaşma’dır

Milli mücadeleyi yürütmüş TBMM ve onun hükümetinin muhatap alındığı, dolayısıyla uluslararası alanda da tescil edildiği bir sonuç olması itibariyle,

  • Türkiye Devleti’ni kuran bir Andlaşma’dır.

Barış müzakereleri, Lozan’da 1922 Kasım’ında başladı. Barış müzakerelerinin sonunda, Batılı güçler; yeni Türkiye Devleti’nin egemenliğini, 24 Temmuz 1923’te Lozan Üniversitesi’nin büyük konferans salonunda imzalanan andlaşma ile tanıdılar.

Türkiye Cumhuriyeti’nin tapu senedi olarak da nitelenen Lozan Barış Andlaşması’nın özellikleri nelerdir?

Andlaşma’nın şartları; temel olarak Türkiye’nin sınırları, Boğazları, Osmanlı İmparatorluğu’ nun borçlarının ödenmesi, kapitülasyonlar meselesi ve azınlıklar sorununa ilişkindi:

– Tarafları bakımından; İtilaf Devletleri olarak Britanya İmparatorluğu, Fransa Cumhuriyeti, İtalya Krallığı, Japon İmparatorluğu, Yunanistan Krallığı, Romanya Krallığı ve Sırp, Hırvat ve Sloven Krallığı (Yugoslavya).

– Türkiye’nin sınırların belirlenmesi bakımından;  Ocak 1920’de  ‘Milli Misak’ta öngörülen çerçeveye olabildiğince uygundur.

– İktisadi bakımdan; kapitülasyon sistemi kaldırıldı.

Hak ve özgürlükler bakımından; “gayrimüslim azınlıklara mensup Türk uyruklarına verilen haklar: Dolaşım özgürlüğü, medeni haklardan yararlanma, giderlerini ödeyerek her türlü kurum (vakıf vb.) kurma, yönetme ve denetleme, buralarda dilini kullanma, dinsel özgürlük, (…). Barış Andlaşması, “Müslüman olmayan Türk uyrukları”na haklar yanında, “tüm Türk uyrukları”, “Türkiye’de oturan herkes”, “Türkçeden başka bir dll konuşan Türk uyrukları” şeklinde nitelenen üç grup için  de “dil” eksenli haklar tanımıştır (md.37-45).

Anayasal açıdan; Barış Andlaşması, dış egemenlik ve bağımsızlık belgesidir.

Yeni bir Anayasa girişiminin, Andlaşma’nın başarıyla sonuçlanacağı yönündeki işaretlerin çoğaldığı 8 Temmuz 1923 sonrasında başlamış olduğu görüşü kayda değer.

Lozan’ın önemini batılı uzmanlar da sıkça vurgulamıştır. Prof. P. Dumont  ve Fr. Georgeon’a (1989) göre;

  • Lozan Barışı, bir büyük başarıdır hiç kuşkusuz; öteki devletlerle eşitlik temeli üzerinde hareket edecek, bağımsız, özgür bir millet olarak kendini ortaya koyma olanağını sağlamıştır Kemalist Türkiye’ye… Laikliğe, ilericiliğe, bilimsel anlayışa ve Batı’ya olduğu kadar, ulusal değerler ve geleneklere saygıya da güvenip bel bağlayan genç Cumhuriyet, esinlenmiş kurucusunun itişiyle, gerçekten şaşkınlığa düşen bir dünyaya, ‘uygar uluslar’ topluluğu içinde örnek  bir rol oynamaya yetenekli bir ülke izlenimini vererek, deri değiştirecektir birkaç yılda.” (S. Tanilli çevirisi).

Yeni (2.) Millet Meclisi, 11 Ağustos 1923’te çalışmalarına başladı ve 23 Ağustos’ta Barış Andlaşması’nı yasa ile onayladı. Anayasal bir reform için eylülde bir komisyon kuruldu. Dr. A. Mary-Rousseliere’e (1925) göre; “Tüm değişiklikler kelime kelime, cümle cümle tartışıldı; aynen bizim Batılı parlamentoların en iyilerinde olduğu gibi”.

Barış Antlaşması’nın imzalanmasından yaklaşık üç ay sonra, “Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun Bazı Mevaddının Tavzihan Tadiline Dair Kanun” (no.364, 29.10.1339) ile 1921 Anayasası’nın 1. maddesine şu cümle eklendi:

  • Türkiye Devleti’nin şekl-i hükümeti, Cumhuriyettir”.

Cumhuriyet Anayasaları, Andlaşma hükümlerini saklı tutmuşlardır.

Bu değinilen özellikleri ve anayasal gelişmeler bakımından;

Öncelikle,

Barış Andlaşması, Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlık belgesi özelliği ile çıkılması veya feshedilmesi, hukuk tekniği bakımından
mümkün olmayan bir ulusal-üstü anayasa metnidir.

Andlaşma, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 1921 Anayasası ve Türkiye Cumhuriyeti’ni çifte kurucu erk işlevine uluslararası kuruculuk boyutunu katmıştır.

Yerindelik açısından; Barış Andlaşması’nı tartışmaya açmak, Misak-ı Milli sınırlarının –belli istisnalar dışında– tescilini öngören bir belgenin tartışmaya açılması riski nedeniyle, Türkiye’nin ulusal çıkarlarına aykırıdır.

  • Dahası, bu kurucu çok taraflı uluslararası andlaşmayı tartışmaya açmak,
    Türkiye’nin ulusal güvenliğini tartışmaya açmak anlamına gelir.

Cumhuriyet ve demokrasi bakımından, Cumhuriyet’in 100. yılına ulaşmasında Lozan’ın katkısı, bilimsel çalışmalarla daha somut olarak ortaya konulmalı, Türkiye Cumhuriyeti’nin barış ve demokrasi kuşağı devleti olmasındaki payı gözetilerek çifte yüzüncü yıl kutlaması yapılmalıdır.

Sonuç olarak; Barış Andlaşması’nın uygulanmasını istemek ve Andlaşma’yı sahiplenmek, sınırların değişmezliği ikesi gereği Türkiye’nin bağımsızlığı için önemli olduğu kadar, metinde güvence altına alınan hak ve özgürlüklere saygı, toplumsal barış açısından da önem taşımaktadır.

Lozan Barış Andlaşması’nın 2. yüzyılı kutlu olsun!

Magna Carta’dan 2023’e: ‘Bütçe Hakkı’

Recep Yılmaz

Recep Yılmaz

1986 yılında Kırşehir Çiçekdağı’nda doğdu. Yozgat Anadolu Lisesi’nin ardından 2009’da Eskişehir Osmangazi Üniversitesi İnşaat Mühendisliği bölümünü bitirdi. Askerlik hizmetini Ağrı’da yaptıktan sonra Mayıs 2010’dan başlayarak İnşaat Mühendisliği mesleğini sürdürdü. Özel sektörde ve kamuda görev yaptı. TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası Eskişehir Şubesi ve KESK-ESM Sendikası’nda DSİ İşyeri Temsilcisi olarak görev yaptı. Çeşitli tarihlerde Cumhuriyet’te ve yerel gazetelerde güncel siyaset, tarımsal üretim, mühendislik tarihi ve yerel tarih gibi konularda yazılar kaleme aldı. İnşaat Mühendisleri Odası, Büro-İş Sendikası, Sosyal Demokrasi Derneği ve Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği üyesidir. Atatürkçü Düşünce Derneği Çankaya Şubesi Başkan Yardımcılığı görevini yürütmektedir. Ankara Üniversitesi’nde yüksek lisans öğrencisidir.

Magna Carta (Büyük Ferman), İngiltere kralının kimi yetkilerinden feragat ettiği ve hukukun üstünlüğü için ilklerden kabul edilen tarihsel bir anlaşma. 1215’te İngiltere Kralı John’a (Yurtsuz John) yani saraya karşı aristokrat derebeylerin bir zaferi (utkusu) olarak tarihe geçmiştir.

“Yasalar dışında hiçbir vergi, yüksek rütbeli din adamları ile baronlardan oluşan bir kurula danışmadan haciz yoluyla veya zor kullanarak toplanamaz.” ve “Adalet satılamaz, geciktirilemez, hiçbir özgür yurttaş adaletten yoksun bırakılamaz.” gibi 807 yıl öncesinin ilerici maddelerini krala kabul ettirebilmiştir.

Bütçe hakkı ve vergiye rıza kavramları; İngiltere’de yürürlüğe giren 1215 Magna Carta’dan sonra 1628 Haklar Dilekçesi ve 1689 Haklar Beyannamesi (Bildirgesi) ile tarihsel bir savaşıma işaret ediyor. Demokrasi mücadelesiyle eşdeğer ilerleyen bu savaşımda verginin nerelere harcandığını sorgulamak, harcamalara rıza göstermek 17. yüzyıl Avrupa’sında kazanılmış bir haktır.

“İngiltere’de parlamento 1689’dan başlayarak vergi konusunda verdiği izinleri yalnızca bir yıllığına vermeye başlamıştır. Keza parlamento vergi toplanmasına izin vermeden önce de yapılması düşünülen harcamaların ayrıntılı dökümünü istemeye başlamıştır. Böylece ‘harcamalara rıza’ ilkesi de doğmuştur. ‘Vergiye rıza’ ve ‘harcamalara rıza’ ilkelerinin birleşmesiyle de ‘bütçe’ uygulaması ortaya çıkmıştır.” (Prof. Dr. Kemal Gözler, Malî Hukukun Anayasa Hukukundan Eskiliği Üzerine Bir Deneme)

Magna Carta, bütçe hakkının miladı kabul edilir. İngiltere’den Kıta Avrupa’sına demokrasi savaşımının bir kazanımı sayılan ve verginin nerelere aktarıldığına ilişkin hesap sorma anlamına gelen bütçe hakkı, son yıllarda neredeyse unutulmuş bir yurttaşlık hakkı. 807 yıl sonrasına bakarsak bütçenin Meclis çatısı altında tartışılıyor olması, aritmetik hesaba indirgenmiş demokrasimizde halk için pek anlam taşımıyor. Çünkü Türkiye’de halkın bütçeye karşı ilgisizliği Meclis’in etkisizliği ile birleşerek tek bir kişinin iradesiyle (istenciyle) yapılan bütçe yasalarının sorgulama hakkı olmayan bir kesimce onaylanmasını doğuruyor.

Bütçe hakkı tarihimizde ilk olarak 1. Meşrutiyet (1876) ile dile getirilse de uzun sürmemiş ve 2. Meşrutiyet ile (1909) yeniden gündeme gelerek 1910’da çıkarılan Muhasebe-i Umumiye Kanunu ile yürürlüğe girmiştir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk anayasası olan 1924 tarihli Teşkilat-ı Esasiye Kanunu madde 85: “Vergiler ancak bir kanun ile tarh ve cibayet olunabilir.” demektedir. Yani vergilerin ancak yasayla salınacağı ve tahsil edileceği anayasal güvenceye kavuşturulmuştur. Madde 96 ise “Devlet emvalinden muvazene haricinde sarfiyat caiz değildir.” yani ‘devlet varlığından, denge dışında harcama yapılamaz(AS: açık verilemez!) demektedir. 1927’de ise 1050 sayılı Muhasebe-i Umumiye Kanunu kimi değişikliklerle yeniden yürürlüğe girmiştir. 2003’te yürürlüğe konan 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu ile bu yasa yürürlükten kaldırılmıştır. Cumhuriyet döneminde çağdaş anlamda 1924 Anayasası’yla kullanılmaya başlanan bütçe hakkı böylelikle yasal bir hak olarak süregelmiştir.

Ta ki her kararın tek 1 kişiye bağlandığı 16 Nisan 2017 anayasa değişikliği halkoylamasına dek!

Bugüne gelirsek, 2023 bütçe önerisine ayrıntılı bakınca ne görülür?

Önerilen bütçe gideri 4 trilyon 469 milyar 570 milyon TL. Bütçe geliri ise 3 trilyon 810 milyar 149 milyon TL. Yani 660 milyar TL bütçe açığı var.

Faizin, garanti ödemelerinin, yüklenicilerin (müteahhitlerin), verimsiz projelerin ve kur korumalı mevduatın bütçesine yakından bakalım : Hazine ve Maliye Bakanlığı için önerilen 2 trilyon 210 milyar TL bütçenin 565 milyar TL bölümü salt faiz ödemelerine ayrılmaktadır. Bütçenin %12,7’si faize gitmektedir. (AS: Bütçedeki her 8 TL’den 1’i!) Peki, ek bütçe de içinde olmak üzere 2022 yılı bütçesinde faize ne denli ayrılmıştı? 330 milyar TL. 2022’de bütçenin %11,7’si faiz gideri iken 2023 için %12,7’ye yükseldi. Bir başka önemli nokta da, bütçe giderleri bir yılda %58 artmışken faiz gideri %71,5 artmış oldu. Büyük ekonomist, sözde ‘faiz’ düşmanı..

5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu Bütçe İlkeleri-Madde 13: “Bütçe, kamu mali işlemlerinin kapsamlı ve saydam bir şekilde görünmesini sağlar.” demesine karşın, saydamlığı Sinoplu Diyojen gibi fenerle arıyoruz. ‘Borç verme’ kalemi olarak değiştirilen KİT’lerin görev zararları için 359 milyar TL ayrıldı. Yol ve köprü projelerinin garanti ödemeleri ile şehir hastanelerinin hizmet bedelleri için ise toplam 100 milyar TL ayrıldı.

Öte yandan yaklaşık iki milyon çiftçi için önem çok önem taşıyan tarımsal destekleme ödemelerine ayrılan bütçe 54 milyar TL. Çiftçi kesiminin salt mazota ödediği vergiyle, bu paranın yarısı zaten Hazine’ye geri dönüyor.

Tarım Yasasında ulusal gelirin en az %1’i oranında olması gerektiği belirtilen tarımsal destekleme oranı %0,29’da kaldı. Önceki yıllarda bu oran %0,5 idi. Orta Vadeli Program’da (OVP) 2023 yılı ulusal geliri (GSYH) 867 milyar $ olup, TL karşılığı 18 trilyon 654 milyar TL olarak açıklanmıştı. %1’i hesap edilirse en az 186.5 milyar TL ayrılmalıydı tarımsal destekleme için!

Kur Korumalı Mevduat (KKM) uygulaması ile 7 ayda 85 milyar TL’nin mevduat varsıllarına ödendiği düşünülürse, tarıma yapılan desteklemenin (!) boyutu daha iyi anlaşılabilir.

Bütçenin nereye harcanacağına elbette;

  • Ülkeyi yüksek faizle borç sarmalına sokanlar,
  • Yüksek enflasyonla büyüyebileceğini düşünenler,
  • Açıklanan büyüme rakamlarının yanında halkın yoksullaştığını görmeyenler,
  • Sosyal yardımları ve tarımsal desteklemeyi kaşıkla artıranlar,
  • Al gülüm ver gülüm ihalelere yol verenler,
  • Varlık aktarımının en kolay yolu olan garanti ödemeleriyle bütçeyi delik deşik edenler..
    karar veriyor!

Küçük ortakla birlikte yeterli sayıya ulaşan iktidar, Meclisin bütçeyi onaylama yetkisini kolayca yönlendiriyor ve gelen öneriler olduğu gibi onaylanıyor. 86 milyona da bu tiyatroyu izlemek düşüyor.

Oysa yurttaşlık görevi, salt vergi vermek değil, toplanan verginin hesabını sormak, neyin nereye harcanacağına karışmak ve bütçe yapma yetkisinin verildiği seçilmişlerin bu hakkı kullanmalarında ısrarcı da olmaktır.

Magna Carta’dan günümüze 807 yıl geçti ama Türkiye’de bütçe hakkı, Hak getire!

6 Parti Bildirisi ve Anayasa Geleneğimiz

Alev Coşkun
Alev Coşkun
Cumhuriyet, 09.03.2022
(AS : Bizim kısa katkımız yazının altındadır.)

Bugün Türkiye’de, dünyanın hiçbir ülkesinde olmayan ucube bir sistem yürürlüktedir. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi adı verilerek uygulanan bu model, Türkiye’nin 150 yılı aşan parlamento geleneğini de altüst etmiştir. Kuvvetler ayrılığı sistemi yıkılmış, kuvvetlerin birleştirildiği tek kişi yönetimi kurulmuştur.  Altı siyasal parti liderinin bu “ucube” modele karşı çıkma yönünde kesin kararlılık göstermeleri, demokratik ilkelerden kopmuş olan bu sistemi sonlandırmak ve yeniden parlamenter sisteme dönmek iradesini ortaya koymaları, Türk siyasal yaşamında çok önemli bir gelişmedir.

CUMHURİYET GAZETESİ

Kuşkusuz konu, tüm halkı ilgilendirmektedir. Bu nedenlerle Cumhuriyet gazetesi, bu siyasal gelişmeyi takdir ve önemle karşılamıştır. Türkiye’nin en önemli düşün, politika ve kültür gazetesi olan Cumhuriyet, konulara eleştirel akıl çerçevesinde yaklaşır ama katkıda da bulunur.

Nitekim, gazetemizin yazarları altı partinin yayımladığı metin üzerinde görüşlerini özgürce belirttiler. Özellikle demokratik yaşamın vazgeçilmez unsuru laiklik ilkesi üzerinde durdular. Bunlar dikkate alınması gereken eleştirilerdir.

Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminden vazgeçilip parlamenter sisteme dönüş yapılması için anayasada değişiklik yapmak zorunludur. Bu nedenle, bu yazımızda anayasal konulara değinilecektir.

1921 ANAYASASI

Bildiride 1921 Anayasası olumlanıyor. Bilindiği gibi 1921 Anayasası (Teşkilat-ı Esasiye Kanunu), sadece 23 maddedir, milli iradeyi egemen kılmak ve işgalcilere karşı Kuvayı Milliye’yi yürütmek amacıyla 20 Ocak 1921’de kabul edilmiştir. Bu anayasanın 2. maddesine göre, “Yürütme ve yasama yetkisi milletin yegâne ve gerçek temsilcisi olan TBMM’de toplanır.”

Bu model, “kuvvetler birliği”dir. Bu anayasa bir ihtilal anayasasıdır ve işgallere karşı Kuvayı Milliye’yi yürütmek amacını taşır. Anayasada parlamenter demokrasiyle ya da iktidarın sınırlandırılmasıyla ilgili hiçbir kural yoktur.

CUMHURİYETİN İLANI ve 1924 ANAYASASI

Cumhuriyet, 29 Ekim 1923 tarihli ve 364 sayılı kanunla ilan edilmiştir.

Egemenliğin kayıtsız, koşulsuz millete ait olduğu zaten 1921 Anayasası’nın temel ilkesiydi. Saltanatın 1 Kasım 1922’de kaldırılmasından sonra, yönetim biçimi Cumhuriyetten başka bir şey değildi. Bu nedenle 29 Ekim 1923 tarihli anayasa değişikliği aslında var olan ancak adı konmamış bir siyasal yapıyı açıklığa kavuşturmaktaydı. Bu yüzden kanunun başlığında “tavzihan tadil” (açıklık getiren değişiklik) deyimi kullanılmıştır.

1924 Anayasası toplam 105 maddedir. Bu anayasaya gelenekçi çevrelerden gelen eleştiriler, Batı taklitçiliği, din ve maneviyat düşmanlığı, otoriter, totaliter hatta oligarşik iktidar yarattığı iddialarıdır. Bütün dünyadaki önemli siyaset bilimciler ve anayasacılar, 1924 Anayasası’nın 1921 Anayasası ile başlayan süreç içinde “ulusal ve demokratik bir devletin temellerinin kurulmasına yardım ettiğini” kabul ederler.

  • Bu anayasadan 1928 yılında “Türk devletinin dini İslamdır” hükmü çıkarılmış,
    1937’de de laiklik ilkesi anayasaya girmiştir.

1924 Anayasası, anayasa hukuku açısından milli irade ilkesini öne çıkarmakla birlikte, çoğulcu ve özgürlükçü çok partili demokratik sistem açısından yetersizdir. Nitekim DP’nin 1954 yılından sonraki keyfi kararlarını dengeleyememiştir. Zaten o dönem dünyasında çoğulcu ve özgürlükçü demokrasiyi kurumsallaştıran anayasalar da pek azdı.

YARGILAR

Altı partinin ortak bildirisi, 1921 Anayasası’nın “kısmen kapsayıcılığının” ardından kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin sonraki anayasalarının tümünü “dar kalıplara” girmiş olarak nitelendirilmektedir. 1961 Anayasası için de “1961 Anayasası birçok yeni ve önemli düzenleme getirmiş olsa da çok partili siyasal hayatımıza sekte vuran bir askeri darbenin ardından hazırlanmıştır; ayrıca “1961 Anayasası’nda geçerli olan bürokratik kurulların siyaset üzerinde bir vesayet makamı olarak kurgulanmasını reddediyoruz” deniliyor.

Bildiride, “… geçmişe geri dönmüyor, hukuk devleti ve kuvvetler ayrılığı esasına dayanan yeni bir sisteme geçiyoruz” deniliyor. Bunlar açık olmayan “muğlak” ifadelerdir. Parlamenter demokrasi getirmeyi hedefleyen bir metinde yer alan böylesi bir değerlendirme hem bilime aykırıdır hem de hatalıdır. Türk siyasal yaşamında kuvvetler ayrılığı sistemi, hukuka bağlı kurallar içinde 1961 Anayasası’nda düzenlenmiştir. Güçlendirilmiş parlamenter sistem için ister istemez temel kaynak olarak 1961 Anayasası kullanılacaktır. Bu nedenle 1961 Anayasası’nın hukuksal gerçeklerine ve kurumlarına bilimsel olarak kısaca değinmekte yarar vardır.

1961 ANAYASASI

  • 1961 Anayasası, dünyadaki tüm anayasa ve siyaset bilimi otoritelerinin kabul ettikleri gibi Türklerin tarih boyunca yarattıkları en ilerici, en demokratik ve hukuk devleti ilkelerini yaşama geçiren anayasadır.

Öncelikle kamuoyunda oluşan yanlış bir algıyı düzeltelim. 1961 Anayasası, daha sonraki askeri darbelerde olduğu gibi, atanmış bir grup tarafından değil; seçilmiş Meclis tarafından yapılmıştır. Anayasayı yapan Kurucu Meclis’in temeli olan Temsilciler Meclisi 276 kişiden oluşuyordu. Bu meclisin 226 üyesi (%82) Aralık 1960 tarihli 157 ve 158 sayılı yasalar ile belirtilen seçim yöntemiyle seçilmişlerdi. On üyeyi devlet başkanı, on sekiz üyeyi Milli Birlik Komitesi seçmiştir. Bakanları Kurulu üyeleri Meclis üyesi sayılmışlardır.

Seçimle gelen üyelerin 75’i iller tarafından seçildi. (İstanbul dört, Ankara üç, İzmir iki) Diğer illerin hepsi birer üye gönderdiler. İl temsilcileri, ildeki tüm muhtarlar, o ildeki tüm ilkokul, ortaokul ve liselerin başöğretmenleri; köy dernek temsilcileri, o ildeki tüm meslek, esnaf, işçi, sendika başkanlarının bir araya gelerek yaptıkları seçimle belirlendiler.

Siyasal partiler CHP’ye 49, Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’ne (CKMP) 25 kişilik kontenjan tanındı. Siyasal partiler kendi içinde seçim yaptılar. Geriye kalan üyeler meslek kuruluşları esasına göre kendi aralarında yapılan seçimlerle oluştu. Bu kuruluşlar, üniversiteler, yüksek yargı organları, basın ve yayın kuruluşları, barolar, ticaret ve sanayi odaları, işçi sendikaları, öğretmen kuruluşları, tüm tarım ve kooperatif kuruluşları ve esnaf kuruluşlarıdır.

1961 Anayasası’nda yer alacak basın özgürlüğü ile ilgili maddeleri konuşmak için Ord. Prof. Sıddık Sami Onar başkanlığında toplanan Anayasa Komisyonu üyeleri, gazeteciler ve sendika temsilcileri bir araya gelmişti. Toplantıda; komisyon üyeleri, Prof. Dr. H. Nail Kubalı, Prof. Dr. Tarık Zafer Tunaya, Prof. Dr. Muammer Aksoy ve İstanbul gazetelerinin yazıişleri müdürleri bulunuyordu. 

Örneğin tüm üniversite öğretim üyeleri bir araya gelip kendi aralarından 12 profesörü seçti; Yargıtay, Danıştay ve Sayıştay’ın yüksek yargıçları bir araya gelip kendi aralarından 12 yüksek yargıcı seçti. Aynı biçimde tüm basın-yayın kuruluşları, tüm sendikalar, tüm barolar, tüm öğretmenler, tüm ticaret ve sanayi odaları, tüm esnaf kuruluşları, tüm tarım kooperatifleri kendi aralarında toplanarak temsilcilerini seçti ve Kurucu Meclis’e gönderdi. Demokratik bir süreç yaşandı. Görüldüğü gibi, 1961 Anayasası’nı hazırlayan Meclis, tüm illerin temsilcilerinden ve toplumu oluşturan kurum ve katmanların bir araya gelerek seçtikleri üyelerden oluşuyordu.

Türk siyasal tarihinde ilk kez gerçekleşen bu uygulama çok önemlidir ve 1961 Anayasası’nın toplumsal niteliklerini oluşturmuştur. 1961 Anayasası’nın kaynakları, 12 Ocak 1959 tarihli CHP’nin “İlk Hedefler Beyannamesi”, İstanbul ve Ankara üniversiteleri anayasa ve hukuk hocalarının ayrı ayrı hazırladıkları anayasa taslaklarıdır. Bu taslaklardaki temel ilkeler, 2. Dünya Savaşı sonrası Avrupa devletlerinin kabul ettikleri modern ve evrensel anayasalardır.

61 ANAYASASI İLERİCİ VE DEVRİMCİDİR

  • “Demokrasi”, “hukuk devleti” ve “hukukun üstünlüğü” kavramları ilk kez 1961 Anayasası ile anayasaya girmiştir. Kısaca irdeleyelim.

DEMOKRASİ KURAMI

“Demokratik yaşamda siyasal partilerin vazgeçilmezliği” ilkesi ilk kez 1961 Anayasası ile kabul edilmiştir. Anayasada “Siyasal partiler ister iktidarda, ister muhalefette olsunlar, demokratik, siyasal yaşamın vazgeçilmez unsurlarıdır” kuralına yer verilmiştir. Daha adil bir temsili öngören nispi temsil seçim sistemi getirilmiştir. 1961 Anayasası, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra güçlenen ve tüm Avrupa’da gelişen demokratik ve çağdaş anayasalardan (Fransız, Alman, Belçika, İtalya, İskandinav ülkeleri gibi) esinlenmiş ve hepsinden ileride kurallar koymuştur.

İNSAN HAKLARI ve ÖZGÜRLÜKLER KURAMI

1961 Anayasası, 2. maddesinde devlet yaşamını düzenleyen temel ilkeleri saptamıştır. Türk anayasa sistemine ilk kez, “insan haklarına dayalı devlet” kavramı girmiş, insan hakları kavramı devletin temelleri içine alınmıştır. Anayasa, insanın doğuştan kazandığı hakları korumakla yetinmeyip, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli koşulları da hazırlaması yönünde devlete görev vermiştir. (md.10) 1961 Anayasası’nda “temel haklar ve özgürlükler” devletin kuruluşunu düzenleyen esaslardan önceye alınmıştır. Anayasa, böylece temel hak ve özgürlüklerin taşıdığı önemi açıkça belirtmek istemiştir.

Temel hak ve özgürlükler kısaca sayılıp geçilmemiş, tersine anayasanın üçte biri bu olguya ayrılmıştır. Bu konudaki en önemli yenilik “Bir hakkın ve hürriyetin özüne dokunulamaz” ilkesidir. Yukarıda sözü edilen “insan haklarına bağlı devlet” ilkesiyle “temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunulamayacağı” ilkesi yan yana getirilip irdelendiği zaman 1961 Anayasası’nın ne derece ilerici ve devrimci bir anayasa olduğu açıkça ortaya çıkıyor.

SOSYAL DEVLET KURAMI

Anayasanın 2. maddesi yalnızca insan hakları temeline dayalı bir anayasadan değil, “sosyal bir hukuk devleti”nden söz etmektedir. Sosyal devlet ilkesi anayasada başlı başına ele alınarak kurallaştırılmıştır. Bireyin devletçe korunması, çalışanlara sendikal hakların tanınması, asgari ücretle insanlık onuruna yaraşır bir yaşam düzeyi sağlanmasının gerekliliği, açık bir biçimde belirtilmiştir. Sosyal devlet; güçsüzlerin, yoksulların önündeki engellerin kaldırılmasını öngörür. Ekonomik ve kültürel yönden zayıflara ve güçsüzlere haklarının tanınması, sendikal haklar ve bölgeler arasındaki dengesizliklerin giderilmesi yönünde devlete görev verilmiştir.

HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ KURAMI

Türk siyasal yaşamında “kanun devleti”, sonraları “hukuk devleti” kavramları özellikle 1950’den sonra çok partili sistem içinde kullanıldı. Ama 1961 Anayasası bir adım daha ileriye giderek “hukukun üstünlüğü” ilkesini, anayasanın vazgeçilmez unsuru durumuna getirdi.

HUKUK DEVLETİ

Devletin hukuka bağlı olması, hukuk üzerine kurulu olması, hukuk tarafından yönetilmesi, bütün eylem ve işlemlerinin yargı denetimine bağlı olması demektir. Bu denetimin işlemesi için yargı bağımsızlığının sağlanması gerekir. Bu unsurlarıyla hukuk devleti, keyfiliğin, tek adam yönetiminin ve “polis devleti”nin karşıtıdır. Hukuk devleti olmadan, güçlendirilmiş parlamenter sistem kurulamaz. Hukuk devletini sağlayan çağdaş anayasaların en önemli kurumu Anayasa Mahkemesi’dir. Anayasa Mahkemesi, Türk hukuk sistemine 1961 Anayasası ile girmiştir. Ayrıca, 1961 Anayasası ilk kez, Meclis’te kabul edilen yasaların anayasaya uygunluğunun yargısal denetimini sağlayacak olan sistemi kurmuştur. Türk anayasa geleneğinde bir devrim yapılarak yasaların yargısal denetimi böylece kurumlaştırılmıştır. Anayasa Mahkemesi’nin kurulması Türk demokrasinin çağdaş ve evrensel demokrasi düzeyine ulaşmasını sağlamış, insan hakları ve demokrasinin de güvencesi olmuştur.

Hukukun üstünlüğü ilkesi bağlamında ister yerel ister merkezi idareler olsun, yönetimin bütün işlem ve eylemlerinin yargı denetimine tabi olması olanağı tanınmıştır; bu nedenle anayasanın “İdarenin her türlü eylem ve işlemine karşı yargı yolu açıktır” (Md.114/1) maddesi çok önemlidir. Anayasa bununla da yetinmemiş, aynı maddenin son fırkasında “kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle”, idareyi yükümlü tutmuştur. 1961 Anayasası, hukukun üstünlüğü ilkesine verdiği önemi, yargı bağımsızlığının vazgeçilmez koşulu olan yargıç güvencesi konusunda da açıkça göstermiştir.

LAİK DEVLET İLKESİNİN PEKİŞMESİ

1961 Anayasası başlangıç kısmında ulus için “Kıvançta ve tasada birlik”; esin kaynağı “Milli Mücadele ruhu” olan Türk ulusçuluğu “Yurtta barış dünyada barış” ilkesinde dile gelen barışçılık ve her alanda çağdaş uygarlık düzeyine erişmeyi amaçlayan Atatürk devrimciliği kavramlarının altını kalın bir biçimde çizmiştir. Anayasa, yukarıda esasları belirtilen Başlangıç kısmına gönderme yaparak, bu öğeleri kurallaştırmıştır. Şöyle ki:

  • “Türkiye Cumhuriyeti insan haklarına ve başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, milli, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir.” (Md.2)

Tüm bu nedenlerle, bütün dünyada 1961 Anayasası, Türklerin binlerce yıllık tarihleri boyunca yarattıkları en ilerici, en demokratik, insan haklarını, temel hak ve özgürlükleri koruyan, hukukun üstünlüğünü güvenceye alan bir anayasa olarak kabul edilmiştir.

Cumhuriyet gazetesinin 4 Temmuz 1961 tarihli 1. sayfasındaki Ali Ulvi imzalı karikatür, “Evet” kampanyasına karşı Adalet Partisi’nin tutumunu gösteriyor.

AMAÇ

Bu yazımızın temel amacı eleştiri yapmaktan ziyade katkı sağlamaktır. 150 yılı aşan parlamenter demokrasi deneyimlerimize dayalı olarak güçlendirilmiş parlamenter sistem yeniden kurulurken geçmiş deneylerden ve bilimden yararlanılması gerekir. Günlük siyasetin körüklemelerine, “siyasal istismarlara” boyun eğmemek gerekir. Anayasa değişimi her zaman olmaz, 6 parti lideri tüm bu nedenlerle duygusal baskılara boyun eğmeden Türk halkının geleceğini düşünmelidir; tarihi bir görev yaptıklarının bilincinde olmalıdır. Parlamenter sistem, temelde kuvvetler ayrılığı ilkesine dayanır. Yasama, Yürütme’yi soru, gensoru, güvenoylaması gibi araçlarla denetleyecektir.

Yargı, bir yandan Yürütme’yi, öte yandan da Yasama organının kabul ettiği yasaların anayasaya uygunluğunu yargısal yönden denetleyecektir. Bunun için yargının bağımsız ve tarafsız olması anayasa ilkeleriyle sağlanacaktır. Bütün hukuksal yollar 1961 Anayasası’nda vardır. 1961 Anayasası’nı kötülemek yerine eksik yanları düzelterek ve güçlendirerek ondan yararlanılmalıdır.
===================================

Dostlar,

Sayın Dr. Alev Coşkun‘un (siyaset bilimci) bu yazısı adeta bir ders gibi.
Bilimsel bir makale / kitap bölümü niteliğinde.

Kendisini kutluyor va yazdıklarını bütünü ile paylaşıyoruz.
Yazının çok özenle okunmasını ve 6 partinin yetkillerince mutlaka dikkate alınmasını diliyor ve bekliyoruz.

ADD’nin Cumhuriyet Gazetesi’nde tam arka sayfa ilanı da benzer öneriler içeriyor.

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimci
Anayasa Hukuku PhD (Doktora) Öğrencisi

Yarın 23 Nisan!

Hikmet Altınkaynak

Geçen cumartesi Köy Enstitülerinin kuruluşunun 81. yıldönümü kutlandı. Gazetemizin “Olaylar  ve Görüşler” sayfasında da bu konuyu Mustafa Gazalcı, Erdal Atıcı, Hadi Olcay Taşlı, Hilmi Taşkın, aydınlatıcı yazılarıyla ele aldılar, okumuşsunuzdur. Ellerine, yüreklerine sağlık. (Kutlama bu gün de Cumhuriyet Kitap’ta var.)

Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfı Başkanı, yazar Erdal Atıcı’nın yazısı birinci sayfadan “79 yıllık fotoğrafın hikâyesi” başlığıyla öne çıkıyordu. Çünkü Enstitü tarihinde çok önemli bir belgeydi. Atıcı’nın aktardığı fotoğraf ve anlattığı hikâye de Köy Enstitülerinin önemini canlı tanıklarıyla, görsel olarak da gündeme taşıyordu. Çok sevdim.

Bu fotoğraf, 17 Nisan 1942’de Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nde öğrenci Aşir Bölük tarafından çekilmiş. Fotoğrafta kutlama için Enstitüye gelen Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel, İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç ile okul müdürü Hürrem Arman var. Fotoğrafı çekenin kardeşi, 13 yaşındaki Meliha Bölük, konuklar için yazdığı şiiri defterinden okuyor. Her iki kardeş de yıllarca öğretmenlik yapmışlar, ikisi de 90’ı aşan yaşta, yaşıyorlar.

İşte bu fotoğrafın/hikâyenin ortaya koyduğu gerçek eğitime, kız öğrencilere, sanata, edebiyata, kültüre önem veren bir anlayışın öğrenciden cumhurbaşkanına kadar içtenlikli/yücegönüllü tablosuydu, Cumhuriyet yönetiminin başarısıydı ve Mustafa Kemal Atatürk’ün mucizesiydi…

Hasan Âli Yücel

Cumhuriyet yönetiminin efsane Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel şairdi, yazardı, dilciydi, eğitimciydi, felsefe öğretmeniydi. Alev Coşkun’un bir kitabına verdiği adla “Aydınlanmanın Devrimcisi”ydi.

Yücel, Köy Enstitülerini kuran Bakandı. Atatürk’ün yaptığı devrimlerin kökleşmesini, kurumsallaşmasını sağlamak için uğraştı. Eğitimde, üniversitede reformun, “Anadolu  Rönesansı” nın mimarıydı.

  • Dünya klasiklerini Türkçeye kazandırandı.
  • Türkiye O’nun çabalarıyla UNESCO’ya üye oldu.

Yarın kutlayacağımız 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı için “23 Nisan” şiirini yazandı:

Yirmi üç Nisan…
Yurdu koruyan
Yarını kuran
Sen ol çocuğum!..

Eskiyi unut,
Yeni yolu tut.
Türklüğe umut
Sen ol çocuğum!..

Bizi Kurtaran
Öndere inan.
Sözünü tutan
Sen ol çocuğum!..

Küçücüksün bugün,
Yarın büyürsün.
Her işte üstün
Sen ol çocuğum!..

Çalışıp öğren;
Her şeyi bilen,
Yurduna güven
Sen ol çocuğum!”

TBMM’nin açılışı

  • TBMM, 23 Nisan 1920’de, 101 yıl önce Milli Mücadele sırasında açıldı ve babadan oğula geçen 700 yıllık Osmanlı hanedanlığı, tarih sahnesinden silindi.

Ardından 29 Ekim 1923’te “Cumhuriyet” ilan edildi ve TBMM ilk cumhurbaşkanı olarak Mustafa Kemal Atatürk’ü seçti. Böylece,

  • 23 Nisan hem ulusal egemenliğin tek kişiden millete geçmesinin hem de yıllardır savaş yüzünden kimsesiz kalan çocuklarımızın bayramı oldu.

Cumhuriyet, henüz ilan edilmeden Mustafa Kemal, 2 Kasım 1922’de Petit Parisien muhabirine “Yeni Türkiye’nin Eski Türkiye ile hiçbir alakası yoktur. Osmanlı hükümeti tarihe geçmiştir. Şimdi yeni bir Türkiye doğmuştur” demecini verdi. (Atatürk, Söylev ve Demeçler, c.3, s 50-51, TTK Yayınları, 1954)

Bir yıl sonra, 17 Şubat 1923’te de İzmir İktisat Kongresi’ni açarken Osmanlı İmparatorluğu’ndan kopuşu şu sözlerle açıkladı:

  • “…Teşkilat-ı Esasiye Kanunu da Osmanlı İmparatorluğu’nun, Osmanlı devletinin öldüğünü idrak ve ifade eden ve onun yerine yeni Türkiye Devleti’nin kaim olduğunu ilan eyleyen bir kanundur ve bu devletin hayatının bilakaydüşart hâkimiyetin milletin uhdesinde kalmasiyle mümkün olacağını ifade eden bir kanundur.” (Atatürk, Söylev ve Demeçleri C.2, s.106, 1952)

Ama hâlâ Osmanlı Devleti’nin öldüğüne inanmayan, dogmatik uykusunda uyuyanlar var!?

Bir de şimdi Söylev’i (Nutuk) yasaklama cüreti gösterenler çıktı! Tam bir kâbus!

İşte bu bayram, ulusal egemenliğin tek kişinin değil milletin olduğunu belgeleyen bir bayram.

İşte bu bayram, çocukların geleceğimiz demek olduğunu, onlara verilen değeri gösteren bir bayram.

Hangi ülkenin böylesine güzel, bir günde yaşadığı çifte bir bayramı var ki?

Bayramımız hepimize kutlu olsun!