Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

ABD Yellowstone Ulusal Parkı


Dostlar
,

Sayın Prof. Dr. D. Ali Ercan hocamızdan gelen ileti şöyle :
(Arı Türkçeleştirmeyi biz yaptık..)

Değerli arkadaşlar,
İnsan-Doğa ortak yaşamında, insanınki kadar öbür canlıların da yaşam alanlarına saygı duymak, İnsansal Gelişmişlik Düzeyini (HDI – Human Development Index) belirleyen ölçütlerden bence en önemlisidir.
Bunun somut anlatımı doğal yaşamın korunduğu uulusal (milli) parklardır. Ülkelerin Ulusal Parklara ayırdıkları alanlar bakımından Avrupa ülkeleri dikkati çekiyor. Yaklaşık 500 milyon nüfuslu AB topluluğunun coğrafya alanı 4,4 milyon 
km2 dir. Avrupalılar bu alanın ortalama % 5′ini yani 220 bin km2 lik bölümünü Ulusal Park olarak ayırmışlar. (Fransa %10, İngiltere %8, Norveç %6, İtalya %5, Almanya %3…)   
 
Türkiye’de 40 ulusal Parkımız var; toplam alanları 3 bin km2, yani Türkiye topraklarının yalnızca % 0,4′ü. Avrupa’daki oranın 12’de biri! Avrupa-Türkiye gelişmişlik farkı burada da kendini kendini gösteriyor.
(İlginçtir, kişi başına kitap ve Kütüphane konusunda da benzer oran var..) 
 
Ulusal Park oranı ABD’de % 2,25′tir. Toplam 9,6 milyon km2 lik ABD’nin 216 bin km2 lik topğrağı Ulusal Park olarak ayrılmış durumdadır ki, bunun da yaklaşık yarısı (~100 bin km2) Alaska topraklarıdır. Topraklarından Ulusal Park olarak ayrılan alan orantısı bakımından Dünya rekoru Venezuela’da. Venezuela, topraklarının % 22’si Ulusal Park durumunda..
Değerli arkadaşlar,
Bu gün sizlere Dünyanın ilk (1872) Ulusal Parkı olan ünlü Yellowstone (Sarıtaş)
Ulusal Parkından (Wyoming – ABD) görüntüler ekliyorum; (yine oylumlu bir dosya, umarım elinize geçer, keyifle izlersiniz) Yaklaşık 3 bin km2 lik Çanağı (Kaldera) ile Dünyanın en büyük volkanlarından biri olan Yellowstone, en son 174 bin yıl önce patlamış, ~ bin km3  lav püskürtmüş… Bu püskürme sonrası havadaki kül ve dumanlar uzunca süre güneş ışınlarını engelleyerek iklimin allak bullak olmasına yol açmış olabilir;
(Anadolu’nun en büyük Volkanı Nemrut’un kalderasının çapı ~ 7 km’dir
Sevgilerimle.. æ
====================================================
Ali hocanın özgün dosyası 8+ MB idi. Ne yazık ki sitemize en çok 7 MB oylumlu (hacımlı) dosya koyabiliyoruz. Sayın Ercan zahmet buyurdu, ricamızı kırmayarak
biraz küçülttü ve bize yolladı..Bu arada Türkiye’nin, 36 OECD ülkesi içinde halkı en az mutlu olan ülke olduğuna ilişkin veriler basında yer aldı.. (http://haber.mynet.com/oecd-endeksi-turkiye-en-mutsuz-avustralya-en-mutlu-ulke-698948-dunya/, 29.5.13)Ayrıntıları sitemize koyduk..
(http://ahmetsaltik.net/oecd-endeksi-turkiye-en-mutsuz-avustralya-en-mutlu-ulke/)
Bu çok etkileyici görüntüleri izlemek içim lütfen aşağıdaki erişkeyi (linki) tıklar mısınız??

Sevgi ve saygı ile.
28.5.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

Dr. Mustafa Şerif Onaran’ın ardından


Dostlar
,

Değerli büyüğümüz, meslektaşımız Dr. Mustafa Şerif Onaran‘ı yitirdik.

87 yaşında bir yaşam bilgesiydi. Çayyyolu Hekimköy’deki evinde, NÜSED (Nükleer Tehlikeye Karşı Barış Ve Çevre İçin Sağlıkçılar Derneği) Genel Kurul, Yönetim Kurulu (bizim 2. başkan olduğumuz yıllarda) toplantılarını yapardık. Eşi Prof. Dr. Leziz Onaran NÜSED Genel Başkanı, sonra Doç. Dr. Özen Aşut‘a devrederek
onursal genel başkan idi.

Dr. Onaran çok başarılı bir Mide – Bağırsak Sistemi (Gastroenteroloji) Cerrahı idi ve Türkiye Yüksek İhtisas Hastanesi‘nde şef idi. Asker hekimlikten Binbaşı iken ayrılmıştı. Atatürk aşığı idi, şiir – edebiyat üstadı idi hekimliğinin yanı sıra..

Bizleri ileri yaşına karşın, bastonuna dayanarak kapıda tek tek karşılar ve uğurlardı sevecen bir konukseverlikle.

Ardından, değerli dostu – dostumuz Atilla Aşut aşağıdaki dizeleri kaleme aldı BirGün gazetesinde.. Eşi de e-ileti ile bilgi verdi.. Sağolun AŞUT dostlar..

Başınız sağolsun Leziz hocam ve Dr. Mustafa Şerif Onaran dostları..

Sevgi ve saygı ile.
28.5.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==============================================

Image processed by CodeCarvings Piczard ### FREE Community Edition ### on 2013-05-23 07:54:15Z | http://piczard.com | http://codecarvings.com

 

 

 

 

(İzmir 1927 – Ankara 24.5.2013)

Dr. Mustafa Şerif Onaran’ın ardından..

 

Atilla AŞUT
BİR GÜN Gazetesi, 27.5.13

PortresiŞu satırları, henüz mürekkebi kurumamış,
19 Mayıs 2013 Pazar günkü günlüğümden aktarıyorum:

“Öğleden sonra saat ikide Mustafa Şerif Onaran’ı aradım. Uzun süredir göremiyordum O’nu. Etkinliklere de gelmiyordu. Hatta, “Ankara Öykü Günleri”nin bir oturumunda konuşmacı olduğu halde toplantıya katılmamıştı. BirGün’de yarın çıkacak yazımda onun da adı geçiyordu. Hem durumunu öğrenmek, hem yazıyı haber vermek için telefon ettim. Sesi hayli yorgun ve derinden geliyordu. Ne zaman kendisine telefon açsam, hep şen şakrak konuşur, espriler yapardı. İlk kez neşesiz ve isteksiz gördüm O’nu. ‘Bir süredir hastayım. Toparlanamadım henüz. Öykü Günleri’ne de o yüzden gelemedim.
Oysa İlhan Tarus’un öykücülüğü üzerine konuşacaktım. Yaşlandık be Aşut!
Evden pek çıkmıyorum. Kendimi halsiz, güçsüz hissediyorum.’
 dedi.

Mustafa Şerif Onaran, bilgisayarla barışık bir yazar değildir. Siyah Beyaz gazetesinin Kültür-Sanat editörlüğünü yaptığım günlerde, işlek el yazısıyla yazılmış köşe yazılarını getirirdi her hafta. Gazetenin bir kuralı vardı:

Yazıların e-posta yoluyla ya da disketle gönderilmesi gerekiyordu. Ama Mustafa Bey’in durumunu bildiğimizden, kendisine ayrıcalık tanımıştık bu konuda.

Aradan yıllar geçti, Dr. Mustafa Şerif’in daktilo alışkanlığı değişmedi. Kıyı dergisinde yayımlanan bir yazımda, “Daktilodan Vazgeçmeyenler” dizelgesinde anmıştım adını. Hâlâ da öyledir. Yazılarını önce elle yazıp sonra daktiloya çeker, yayıncılara postayla gönderir. Telefonda söyleşirken, Onaran’ın aşırı yorgunluğunu biraz da buna bağlamıştım. ‘Dergi yazıları yoruyor olmalı sizi?’ dedim. ‘Yooo’ diye yanıt verdi,
Tam tersine, dinleniyorum yazarken. Onlar da olmasa, kendimi büsbütün boşlukta sanacağım. Yazılar bir bakıma yaşama tutunmamı sağlıyor…’

Rahatsızlığı dolayısıyla konuşmayı kısa tuttum. ‘Aradığın, sesini duyduğum için mutlu oldum, sağ ol’ dedi bitirirken. Ben de kendisine sağlık ve esenlik dileklerimi yineledim…”

Bu satırları “Yazıevi Günlüğü”ne düştükten dört gün sonra Dr. Mustafa Şerif Onaran’ın ölüm haberi geldi…

* * *

Kimi kişilere ölümü konduramazsınız! Yaşları ne olursa olsun, öylesine yaşam doludurlar ki, sanki hiç ölmeyeceklerini düşünürsünüz. Mustafa Şerif Onaran, benim için böyle biriydi. 87 yaşındaydı ama gönlüyle de, kafasıyla da çok gençti. Sürekli yazınla-sanatla beslenen duygusal ve düşünsel dünyası O’nu hep genç kılıyordu. İlerlemiş yaşına karşın, kesintisiz “okuma uğraşı”nı yaşam biçimine dönüştürmüştü. Anadolu’nun en uzak köşelerinde yayımlanan dergileri tanıtmak; okuduğu yazılar-şiirler üstüne yorumlar, değerlendirmeler, değiniler yazmak, O’nun en büyük tutkusuydu.

Yeni yayınları, çağdaş eğilimleri, yazın alanındaki gelişmeleri hep O’nun yazılarından izlerdik. Güncel konuları, engin bilgi birikimiyle harmanlayıp tarihsel göndermelerle zenginleştirerek, içtenlikli bir deneme tadında sunardı okura. Mustafa Şerif’in yazılarını okuyanlar, her zaman yeni şeyler öğrenmiş olmanın sevincini yaşarlardı.

Şu anda 90 yaşında olan İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres‘in bir sözü hayli düşündürdü beni. Üç yıl önce bir dergiye verdiği röportajda şöyle demiş:

“Yaşımın 87 olması benim için kesinlikle bir sorun değil. Hiç kimseyi yaşıyla yargılayamazsınız. Yaşlı insanlar genç davranabilir, genç insanlar da eski kafalı olabilir. Bence bir kişiyi, kimliğindeki doğum tarihine bakarak değerlendiremezsiniz. İnsan için önemli olan, vizyonu ve enerjisidir.”

Bu sözler, Dr. Mustafa Şerif Onaran’ı düşündüğümde, daha da anlamlı geliyor bana…

* * *

Mustafa Şerif Onaran hekimdi. Ama ben O’nu daha çok “edebiyat doktoru” olarak tanımlardım. Yazarlığı hekimliğinin önüne geçmişti. Yazın bilgisi ve birikimi olağanüstüydü. Genç yaşından beri Türkiye’nin en nitelikli yazarlarıyla bir arada olmuş, özellikle Türk Dil Kurumu’ndaki Yönetim Kurulu üyeliği ve Yayın Kolu Başkanlığı sırasında ünlü yazarlarla dostluk kurmuştu. Türk Dili dergisindeki görevi de bu yakınlaşmayı pekiştirmişti. Ankara’nın eski sanat mekânları ve yazın ortamları konusunda uzmandı. Onun dergilerde ve gazete sayfalarında kalmış pek çok anı yazısı, kent belleği açısından büyük önem taşır.

“Yazar” kimliği ağır bassa da, Onaran öncelikle bir ozandı. İlk şiirleri 1944’te İstanbul dergisinde yayımlandı. Daha sonra FikirlerYücelVarlık ve Türk Dili dergilerinde sürdürdü bu uğraşını. Dönemin eleştirmenlerinden övgü de almıştı. Nitekim yanılmıyorsam 1952 yılında Yunus Nadi Şiir Ödülü’nü Azmi Tekinalp’le paylaşmıştı. Ama O, unutulmuş bir ozandı. Belki de bu yüzden, eski şiirlerini 1986 yılında kitaplaştırırken, “Unutulmuş Şiirler” adını vermeyi uygun bulmuştu.
Ne yazık ki düzyazılarının kitaplaşmasını göremedi. Son zamanlarda bu yolda kimi girişimleri olduğunu söylüyordu. Daha çok Bilgi Yayınevi’nden böyle bir beklentisi vardı. Ama yayınevinin sahibi ve yakın dostu Ahmet Küflü’nün ölümünden sonra kitap tasarısı tavsadı. Belki şimdilerde onun denemelerini, anılarını okurla buluşturmak isteyen başka yayıncılar çıkacaktır.

* * *
Ozanlığı ve yazarlığı yanında, Edebiyatçılar Derneği Başkanı olarak da değerli hizmetleri olmuştur. Özellikle Sivas kıyımının ardından düzenlediği etkinlikleri ve Sivas Kitabı’nın gerçekleşmesindeki çabalarını belirtmeliyim. Kitabın yayın sorumluluğunu O’nun önerisiyle üstlendim. Altı ay gece gündüz çalışarak, 584 sayfalık dev bir yapıt koyduk ortaya. Mustafa Şerif Onaran, bu yorucu süreçte, Dernek yönetimindeki kimi olumsuz yaklaşımlara karşın, özendirici ve yüreklendirici tutumuyla hep yanımda oldu.

Onun yazın alanındaki çabaları saymakla bitmez. Bir dönem TRT 2’de Talât Sait Halman ve Erendiz Atasü ile birlikte sundukları “Sözün Büyüsü” izlencesinin tadı hâlâ damağımızdadır. Son yıllarda Milli Kütüphane salonunda ve Cer Modern’de Rüştü Asyalı ve Berin Ötenel’le yaptığı tematik “Şiir Günleri”nin de hayli tiryakisi olduğunu biliyorum.

Mustafa Şerif Onaran’ın saygıdeğer eşi Prof. Dr. Leziz Onaran’la NÜSHED’de (Nükleer Savaşın Önlenmesi İçin Hekimler Derneği) birlikte çalıştık. O yüzden Onaran ailesiyle çok yakın bir ilişkimiz oldu. Derneğin yayın organı Son Reçete dergisinin yayın yönetmeniydim. Dr. Mustafa Şerif’in yanı sıra, başta Orhan Asena, Behçet AysanErcan Kesal olmak üzere, NÜSHED yönetimindeki öteki yazar-hekimlerin de yazıları, şiirleri yer alırdı bu dergide. Şimdi yıllar sonra Son Reçete’nin sayılarına yeniden göz attığımda, o günlerde nükleer karşıtı eylemlerde azımsanmayacak işler yaptığımızı düşünüyorum…

* * *
Kendine özgü, yumuşak, sıcak, kucaklayıcı bir yazma biçemi vardı Mustafa Şerif Onaran’ın. Polemikten uzak durur; uzlaşmacı ve barışçı bir dil kullanırdı. Kesin yargılarda bulunmaktan ve yan tutmaktan kaçınırdı. Bu yüzden zaman zaman tartışırdım O’nunla. “Gerektiğinde yan tutmalı, eleştirel bir duruş sergilemeli yazarlar!” derdim. O da bana, kavgacı bir insan olmadığını, diyaloğa önem verdiğini söyler dururdu. Cumhuriyet Kitap’taki köşesinde sık sık çınlatırdı kulağımı. Kimi zaman tatlı takışmalarımız da olurdu. Ama Onu eleştirirken bile saygıyı elden bırakmamaya özen gösterirdim. Yazdıklarım karşısında hiçbir zaman alınganlık göstermemiştir.

Dostluğumuz, son nefesine değin sürdü…

Yazın dünyamız, O’nun ölümüyle bilge bir yazarını, koca bir çınarını daha yitirdi.
Kuşku yok ki, Yahya Kemal’in dediği gibi,

  • “Ölmek değildir ömrümüzün en feci işi, müşkül budur ki;
    ölmeden evvel ölür kişi.”

Mustafa Şerif Onaran böyle biri değildi. Dolu dolu yaşadı. Geride güzel bir ad bıraktı.
87’sinde bile yaşam doluydu. O yüzden, “her ölüm, erken ölümdür” sözü bu ölümle
bir kez daha doğrulanmış oluyor.

Sevgili dostumuzu cuma günü Kocatepe’den Cebeci Gömütlüğü’ne uğurladık.
Uğur Mumcu’nun, Tahsin Saraç’ın, Mustafa Ekmekçi’nin, Gürhan Uçkan’ın yanına…

Işıklar içinde uyusun…

* * *

Ş U T

RTE’nin dönme hızı!

ABD’ye giderken:

-“Cenevre Konferansı gibi yaklaşımlar ipe un sermektir.”

ABD’den dönerken:

-“Cenevre’yi önemsiyorum…”

A Ş U T

Another world Ave Maria de Schuber


Dostlar
,

Another world Ave Maria de Schuber

adlı bir görseli paylaşmak istiyoruz.

Gerçek anlamda fantastik görüntüler..
Çoğu National Geographics kökenli..

Arkanıza yaslanarak müzik eşliğinde ve kendi hızında izlenmeli..

Lütfen tıklar mısınız ?

Another world Ave Maria de Schuber

Sevgi ve saygı ile.
28.5.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

GÜNÜMÜZDE ATATÜRK


Dostlar,

“Cumhuriyetimizin Ağabeyi” sayılabilecek 1921 doğumlu, 92 yaşındaki bilge
bilim insanı, mühendis – ekonomist, politikacı, eski CHP milletvekili
Dr. Ali Nejat ÖLÇEN, bir kitap tanıtımı yapıyor bu yazısında..

Çok değerli Kemalist bilim ve eylem insanı Prof. Dr. Anıl Çeçen‘in yeni kitabını çıkışının ilk günlerinde okuyarak irdeleme yazısı yazıyor..

Gunumuzde_ATATURK_kitabi_Mayıs_2013

Tek (ya da 2!) sözcükle önce
Sayın Dr. Ali Nejat Ölçen’e,

sonra da Sayın Prof. Dr. Anıl Çeçen‘e biz de

“helal olsun!” diyoruz..

Sevgi ve saygı ile.
28.5.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

===========================================

Dr. Ali Nejat ÖLÇEN

portresi

 

 

 

 

“GÜNÜMÜZDE ATATÜRK”

Prof.Dr. Anıl Çeçen’in Günümüzde Atatürk kitabındaki kadar Mustafa Ke­mal’i
“bilim-yorum-inanç” düzleminde bu denli  gerçekçi biçimde tanımlandığına bugüne kadar tanık olamadım. Kitabın ilginç ve ilginç olduğu kadar gerçekçi ve geçekçi olduğu kadar gerekli bölümü kuşkusuz Atatürk Olmasaydı” başlığı altında betimlenenler. Aşağıya aktardığımız kimi bölümleri büyük harflerle Anıl Çeçen’in kurucu üyesi olduğu Atatürkçü Dü­şünce derneğinin tüm üyelerine ve Mustafa Kemal Atatürk’ün Cumhuriyetini ko­rumaya azmetmiş tüm aydınlarımıza  ulaştırılması dileğimle. Prof. Çeçen’in yazdıklarını  birlikte okuyalım:

Dünyanın merkez coğrafyasının tam ortasında, tarihin dönüm noktasında yeni bir devleti oluştururken hiçbir devletin yapısal modelini kopya etme­den, tümüyle Türkiye koşullarına uygun yeni bir siyasal model ortaya ko­nulması nedeniyle, Türkiye ile Atatürk bir anlamda özdeşleşmiştir.

Atatürk sayesinde Türkler modern bir ulus olarak tarih sahnesine yeniden çıkabilmişler ve varlıklarını koruyarak geleceğe dönük bir yeni süreç başlatabilmişlerdir…Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve bu devletin kurucusu olan
Türk ulusu bugün sahip olduğu bağımsızlık düzeninin ve devlet modelinin tümünü Atatürk’e borçlu bulunmaktadır…Dünyanın merkezindeki güçlü devletin içerden çökertilişi ve dışardan askeri saldırılara ve işgallere uğ­ratılarak yok edilişi çerçevesinde tam da her şeyin bittiği bir aşamada, Ata­türk gibi birleştirici ve sürükleyici bir önderin tarih sahnesine çıkışı ile
Türk ulusu yeniden şahlanarak imparatorluk sonrasında da büyükçe bir ulus devlet çatısı altında yaşamını sürdürme şansını elde edebilmiştir. Atatürk’ün ortaya çıkışını ve yaptıklarını
kendi döneminin koşulları içinde değerlendirmek, bilimsel açıdan daha doğru bir yaklaşım olacaktır. Aradan yüz yıl geçtikten sonra onun yaptıklarını küçümsemek
ya da bugünün ko­şulları doğrultusunda onun yaptıklarını olumsuz bir doğrultuda değerlen­dirmek, hem yanlış hem de insafsız bir yaklaşım  olacaktır. Özellikle
bu­günün basını ve medyasına bakıldığı zaman, Atatürk eleştirisi yapanların çoğunun böylesine insafsız ve haksız bir tutum içinde hareket ettikleri görülmektedir. Bugünden düne bakarken daha yansız ve objektif bir tutum takınmak gerekirken, tümüyle karşıt bir yaklaşım içerisinde hareket etmek, Atatürk’e karşı yapılan ciddi bir haksızlığı gündeme getirmektedir. Atatürk ve cumhuriyet düşmanlarının ya da başka devletler hesabına çalışan bazı ajan tarihçi ya da gazetecilerin Atatürk’e karşı sürekli olarak sürdürdük­leri karşıt tutumlarına ısrarla devam ettikleri izlenmekte ve bu nedenle de bir türlü Atatürk ile ilgili olarak
Türk kamuoyunda yeterince fikir birliği sağlanamamaktadır..

Atatürk olmasaydı, bu topraklarda işbirlikçi, mandacı bir sömürge düzeni,
ya da dinci ortaçağ yapılanması veya küçük etnik toplulukların oluştur­dukları eyaletlerden oluşacak bir batı sömürgesi konumunda bölgesel fe­derasyon düzeni kurulabilirdi. Bu devletler kurulabilseydi, günümüzde Mustafa Kemal Atatürk’e böylesi haksız düzeyde saldırılar yapılamazdı. Kendi çıkarları doğrultusunda istedikleri devlet modelini kuramayan din­ciler, etnikçiler ve mandacılar günümüzde işbirliği yaparak toptan bir iş­birlikçi satılmış kadro halinde Atatürk düşmanlığına devam etmektedirler. Bu topraklar üzerinde proje sahibi olan tüm siyasal kesimler, işbirliği içe­risinde olduğu emperyal devletler ya da güçler merkezlerinden aldıkları desteklerle Atatürk’e ve onun eseri olan Türkiye Cumhuriyetine saldır­mağa günümüzde de devam etmektedirler. Böylesi haksız bir saldırı kam­panyası ile karşılaşan Türk devletinin yönetiminin şaşkınlık içinde boca­ladığı, Türk ulusunun da fazlasıyla üzülerek yeniden umutsuzluk içerisine sürüklendiği görülmektedir.
Türk devletini ortadan kaldırmak isteyen emperyal ve Siyonist güçler ile beraber, onların yerli işbirlikçilerinin bit­mek tükenmek bilmeyen olumsuz tutumları ülkeyi
bir karışıklığa ve kaos ortamına sürüklemektedir. Karşılarında Atatürk olduğu için projelerini gerçekleştiremeyenler, bugün küresel kapitalizm ve emperyalizmin dümen suyunda giderek yüzyıl sonra yeniden eski projelerini devreye sokmak için çabalamaktadırlar.

Böylesi kötü niyetli bir saldırı kampanyası ile karşıla­şan Türkiye Cumhuriyeti devleti, bugünün koşullarında ciddi sarsıntılar geçirirken, Atatürk’ün devlet modeli de siyasal açılım ve saçılım edebi­yatları doğrultusunda çözülmeye doğru zorlanmaktadır…

Atatürk olmasaydı Türkiye Cumhuriyeti diye bir devlet olmazdı ve Türkler dünyanın merkezi coğrafyasında bağımsız bir devlet çatısı altında güven­celi bir yaşam düzenine kavuşamazdı. Türk dünyası için model olacak çağdaş bir cumhuriyet düzeni Anadolu ve Rumeli topraklarında kurula­mazdı. Türk ulusu ortaçağ uykusundan uyanarak, çağdaş düzeyde bir halk yönetimine kavuşamazdı.

Atatürk olmasaydı, batının büyük devletleri ile yarışacak derecede güçlü bir devlet olarak Türkiye Cumhuriyeti kurula­mazdı.

Atatürk olmasaydı Türk dünyası geleceğe dönük çağdaş bir devlet ve yaşam düzenine sahip olamazdı. Türkler,Misakı Milli sınırları içerisinde kendi egemenlik düzenlerini kuramazdı. Yeni Bizans ya da Roma impara­torluğu arayışı, Osmanlı topraklarını yeniden Hıristiyanlığın hegemonyası altına sokardı ya da bölgeye yerleşebilmek için İngiliz ve Amerikan dev­letleri ile küresel sermayeyi kullanan Siyonizm, Büyük İsrail imparatorlu­ğunu dünyanın merkezinde kurardı. İşte bütün
bu devlet modellerini Os­manlı imparatorluğu sonrasında kuramayan emperyal ve Siyonist güçler, günümüzde elbirliği ve işbirliği yaparak toptan bir koro halinde Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti saldırılarına devam etmektedirler.

Atatürk olmasaydı belki Atatürk düşmanları daha mutlu olurdu ama
Türk ulusunun da kara bahtı yenilmezdi.

Atatürk var olduğu içindir ki, Türk devleti de var olmuştur. 

Atatürk olduğu içindir ki,O’nun izinden giden bir Türk ulusu ve Türk gençliği günümüzde yeni bir var olma ve yaşama savaşı vermektedir.

******************************

İyi ki Ankara Üniversitemizde bir Prof. Dr. Anıl Çeçen var. Ve iyi ki
“Günümüzde Atatürk” kitabını yazdı ve Togan Yyayınevi de bizlere okuma olanağını sağladı. O’nun kitabı bugün Sevr’in Anayasası hazırlanırken
tüm siyasal partilerimize yurtseverlik öğretisi olabilir.

Saygılarımla. 22.4.13

Dr. A. Nejat Ölçen

Rifat Serdaroğlu : HAYVANLAR BİLE ANLADI

 
Rifat Serdaroğlu

portresi3

HAYVANLAR BİLE ANLADI

Akil İnsanlar Heyetinin Karadeniz Grubu üyesi ve Memur-Sen Genel Başkanı Ahmet Gündoğdu;

Çözüm sürecini hayvanlar bile anlamış ama bazı insanlar anlamıyor.. dedi.

AKP güdümünde Sarı Sendikacılık” yapmanın son örneği Ahmet Gündoğdu,
bu görüşünü Ağrı’da “Sığırlarla” konuştuğunu söyleyen bir çobandan aldığı
bilgi doğrultusunda söylemiş!

Badem sendikacı doğruyu söylemiş;

  • Uyuşturucu Kaçakçısı- Bölücü Terör Örgütü ile müzakere değil,
    mücadele edilmesi gerektiğini bazı hayvanlar hala anlayamadılar.
  • Kürtçü-Bölücü-Silahlı hareketin gerçek amacının, bir kısım kültürel haklar
    elde etmek değil, Bağımsız Kürdistan Devleti kurmak olduğunu
    bazı hayvanlar anlayamadılar.
  • Türk Devletinin-Türk Milletinin-Türk Bayrağının- Türk Dilinin adının anılmasına
    bile tahammül edemeyen bu katiller sürüsünün hedeflerini,
    bazı hayvanlar hâlâ anlayamadılar.
  • 119 gündür şehit cenazesi gelmiyor diyenler, T.C. Devleti’nin sınırlarının yolgeçen hanına döndüğünü, 54 bin insanımızın canını alan eşkıya sürüsünün yalnızca
    çok az bir bölümünün güle oynaya seyahat etmelerinin, öbürlerinin silah depoladıklarının “Anayasa İhlal Suçu” olduğunu, bazı hayvanlar anlayamadılar.
  • Akil İnsan denen kişilerin bir bölümünün “Ermeni Yanlısı” olduğunu,
    diğer kısmının da Türk Ordusu ile PKK’yı bir tuttuklarını, Türk Milleti anladı ama
    bir kısım hayvanlar hala anlayamadılar.
  • Akil İnsanlar denen bu heyetin, bir kısmının Cani Öcalan tarafından seçilen Devlet Düşmanları olduğunu, bir kısmının şeriatla yönetilecek İslam Devleti taraftarı olduğunu, tümüne yakınının Türk – Türkiye ve Atatürk düşmanı olduğunu, Türk Milleti anladı ama bazı hayvanlar hala anlayamadılar.

Başbakan Erdoğan ve AKP’nin iki kesime, “Kefil” olduğunu,
bunlara ölümüne sahip çıktığını dikkatinize sunmak isterim.

Bunlara bakınca AKP’nin gerçek yüzünü ve hedefini net olarak anlamış oluruz.

Bunlar;

1) Akil İnsanlar Heyeti,

2) Başta El-Kaide olmak üzere Suriye’de para karşılığı savaşan katiller.

Akil İnsanlar Heyetinden biri, Devletimizin kurucusu Büyük Atatürk’ü, Hitler’e benzetir, AKP ve Erdoğan bunları baş tacı yapar.

Biri, Türk Bayrağına hakaret eder, AKP yine bunları tebrik eder.

Biri, “Ben Şeriatçıyım, demokrasi istemem” der, AKP alkışlar.

AKP, tüm Güney sınırımızı kevgire çevirdi. Ortadoğu’da ne kadar militan-katil-paralı asker varsa sınır il ve ilçelerimize yerleştiler. Herkesi haraca kestiler, polis dövdüler yaraladılar. En sonunda da tonlarca bombayı patlatıp insanlarımızı öldürdüler, sakat bıraktılar, yaraladılar.

Cumartesi günü, Reyhanlı vatandaşlarımızın itibar etmediği, taşıma ile getirilen insanlardan Başbakan Erdoğan, Suriye’den gelenlere sahip çıkılmasını istedi.

Türk Milleti, Akil İnsanların ne olduklarını, Suriye’den gelen kaçkınların ne olduklarını çok iyi anladı ama bazı hayvanlar hala anlayamadılar.

Hayvan bunlar, ne yaparsanız yapın anlamıyorlar!

Sağlık ve başarı dileklerimle. 

(İlk KURŞUN, 27 Mayıs 2013)

RIFAT SERDAROĞLU : HÜKÜMET ETMEK


Rifat SerdarOĞLU

portresi3

HÜKÜMET ETMEK

AKP Hükümeti kadar öngörüsü olmayan, planı-programı bulunmayan, devlet bürokrasisi yerine cemaat-tarikat yetiştirmelerine güvenip danışan, dolayısıyla burnunun ucunu
bile göremeyen bir “Kör Hükümet” görülmemiştir.

İçkiyi istedikleri kadar yasaklasınlar, bunlar içmeden sarhoş olduklarından
doğruyolu bulamayacaklar.

Hele AKP’nin tüm siyaset ve bürokratik kadrosu, Başbakan Erdoğan’ın ağzından çıkan her şeye “emriniz olur sultanım” demeye devam eder, demokratik eleştiri ve uyarı görevlerini yapmazlarsa, AKP Hükümetinin körlüğü devam edecek ve ülke felaketlerden kurtulamayacaktır.

AKP’li aklıevvellere göre, Türkiye Cumhuriyetine “Hükümet Etmek”,
cami yaptırma derneğini veya belediye encümenini yönetmek kadar kolaydır!
Her şeyi bildiklerini zannederler.
Slogan üretmeyi, hükümet etmekle karıştırırlar.

Komşularla Sıfır Sorun” derler.
Bu sözün ne içini, ne altını doldururlar.
Uzun yol otobüs şoförü gibi dolaşıp dururlar.
Sloganın kullanılmasının üzerinden yıllar geçer, “Komşularla Sıfır Sorun” politikası, “Sorunsuz Sıfır Komşu” olarak gerçekleşir.
AKP’li avarel’ler sayesinde kavga etmediğimiz komşumuz kalmaz.

Geçen yıl Suriye ile “Açık Sınır” politikasına başlıyoruz, dediler.
Esad’ı kardeş ilan ettiler.
Sanki Esad daha dün iktidar olmuş gibi, Suriye’nin “Terör Devleti” ilan edildiğini,
PKK belasını başımıza saranların baş sorumlusu Beşar Esad ve Babası Hafız Esad olduğunu, Esad Ailesinin yıllardır halkına zulüm ettiklerini bilmezlermiş gibi
müşterek Bakanlar Kurulu toplantısı yaptılar.

Ne zaman ki Eşbaşkan Obama ve İsrail“Ne yapıyorsun yahu, biz Suriye’yi bitirmeye karar verdik, sen kardeşçilik oynuyorsun!” dediler,
kırk yıllık Esad derhal Esed oldu ve Suriye ile düşman olduk!

Olmasına olduk ama “Açık Sınır” politikası devam etti.

Suriye’de ne kadar it-uğursuz-katil-kaçak-tetikçi varsa hepsi ülkemize girdiler.

Bunlara, Suriye ile savaşacak El-Kaide ve benzeri katil sürüleri de eklendi.

Kendi vatanında, kendi özgürlüğü için savaşmaktan korkan yüz binlerce kaçkın,
güney illerimizi ve ilçelerimizi doldurdular.

Çaldılar, dövdüler, vurdular, kırdılar.
En sonunda da göz göre-göre, aylar öncesinden uyarılmaya karşın,
tonlarca bombayı Reyhanlı’da patlattılar.
Can güvenlikleri Türk Hükümetine ve güvenlik güçlerine emanet olan insanlarımız,
AKP Hükümetinin “Cahil İnadı” benzeri “Açık Sınır” politikası sebebiyle yandılar, kavruldular, sakat kaldılar ve öldüler.

Bu yitirdiğimiz canların, sönen ocakların tek siyasal sorumlusu, hırsı ve kibri aklının üstüne çıkmış, denetimini büyük ölçüde yitirmiş olan AKP Hükümetinin Başkanıdır.

Siz 11 yıldır Türkiye’yi tek başınıza yöneteceksiniz, hâlâ 30-40 yıl öncesini haksız yere karalamaktan medet umacaksınız!

İnsanlar sizin yanlış politikalarınız yüzünden paramparça olup ölecekler,
ülke kan ve saygınlık yitirecek, siz hiçbir şey olmamış gibi, “Açık Sınır” politikamızdan şimdi vazgeçtik diyeceksiniz.

Canlarını yitiren insanlarımızın yakınlarının ve Türk Milletinin yüzlerine
televizyon canlı yayınlarından baka-baka “Ensar” olun, evlatlarınızı öldüren
bu eşkıya sürüsünü bağrınıza basın diyeceksiniz.

Pes artık.

Burası sözün ve insanlığın bittiği yerdir.

İşin en acı tarafı ise, AKP Hükümetindeki körlüğün geçici değil, kalıcı olmasıdır.

Sağlık ve başarı dileklerimle.

(İLK KURŞUN, 25 Mayıs 2013)

27 Mayıs 1960 Devrimi 53 Yaşında!



27 Mayıs 1960 Devrimi 53 Yaşında!
[1]


Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak.
ADD Bilim-Danışma Kurulu Yazmanı
www.ahmetsaltik.net

“Ulusun geleceğine yalnız ve ancak ulus egemen olacaktır.
Ulusu temsil eden ulusal irade ulus adına sınırlı ve
belirli bir zaman için manevi kişiliğini de belirten
Millet Meclisi de en sonunda ulusça yenilenmekle karşı karşıyadır.
Özde olan ulustur.
Egemenlik onun olduğu gibi, yönetim hakkı da onundur.”
(1923, Eskişehir – İzmit konuşması)

Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK

27 Mayıs Devrimi‘nin ülkemize en büyük armağanı, öncelikle insanlarımızın Vatan / Millet cephesi diye acımasızca yapay düşman kamplara ayrılmasının durdurulmasıdır. Radyolardan saatlerce, tek başına iktidarda olan DP’nin (Demokrat Parti) kurduğu “Cephe”ye katılan yurttaşlar  sayılmıştır.

Ayrıca ekonomik olarak DP iktidarının bir enkaz bıraktığı da belgelidir. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, 14 Mayıs 1950 seçimini DP’nin kazanması üzerine Cumhurbaşkanlığı’nı DP Milletvekili Mahmut Celal Bayar’a devrederken bıraktığı yaklaşık ikiyüz ton altın, Hazine eliyle teslim alınmıştır. Menderes, kötü ekonomi yönetimi ile ülkemizi, hovardaca,  tarihinin en ağır ve en yüz kızartıcı akçal (mali) bunalımına sürüklemiştir.

Temmuz 1958’de dış borç taksitini ödeyemeyince, beş yüz milyon doları aşan “destek” (gerçekte yeni borç!) için Hazine’deki altın rezervleri Londra Merkez Bankası’na götürülerek rehin verilmiştir. Bu altın kolilerini, Türk Hava Kuvvetleri subayları, yüklerinin ne olduğunu bilmeden taşımışlardır.

3 hafta önce 01 Mayıs 2013 günü 88 yaşında yitirdiğimiz Em. Hv. Plt. Kr. Alb. ve eski Halkçı Parti İstanbul Milletvekili (TBMM 17. Dönem; 1983-87) Hüseyin Avni Güler‘in anlatımlarının ses kayıtları arşivimizdedir. Ayrıca ADD web sitesinde kendisi ile yapılan ve yayımlanan söyleşi.. (28.5.2012)

Bunlara ek olarak; IMF, DP’nin 500 milyon dolara yaklaşan borçlarının konsolidasyonu (bir süre ötelenerek yeniden yapılandırılması, taksitlendirilmesi) için çok yüksek oranlı devalüasyon dayatmıştır. 2.80 TL olan 1 $, 9.025 TL’ye yükseltilerek Türk parası % 322 oranında vahşice değersizleştirilmiştir! DP İktidarı bu politikaları ile her mahallede1 yandaş milyoner yaratma saçmalığı (irrasyonelliği) içinde olmuş, akıl dışı sömürgen ekonomi politikaları ile ülkemizi
uluslararası iflasa (moratoryum) sürükleyerek ulusal onurumuzu ayaklar altına düşürmüştür.

Mali faturayı gene yoksul halk kitleleri daha da yoksullaşarak ödemiştir. Gelir dağılımı iyice adaletsizleştirilmiştir. Gariban halkımız, o mahalle milyonerinin kendisi olabileceği (?) yanılsamasına düşürülmüştür. İktidar yandaşlarından mahalle milyonerleri türetilirken de yığınlar acımasızca yoksullaştırılmıştır.
Bu politikanın iktisadi mantığının savunulabilir yanı var mıdır?
Ülkeye net ve yeterli yeni kaynak girmeden “her mahallede” (iktidarın yerel örgüt başkanları!) “nedensiz varsıllaşma” (sebepsiz iktisap!) ile nasıl birer milyoner yaratılabilirdi ki ??

*****

27 Mayıs Devrimi’nin insanımıza en güzel armağanı ise 1961 Anayasasıdır

Bu Anayasa, dünya genelinde en ilerici ve demokrat anayasalardan biridir. Ülkemiz hızlı bir özgürleşme sürecine bu anayasal iklimle girmiştir. Nitekim 12 Mart 1971 gerici darbesinin gerekçelerinden biri, 12 Mart Muhtırası’na imza koyan dönemin Genelkurmay Başkanı Org. Memduh Tağmaç‘a göre,

  • “..bu anayasanın ülkemize bol gediği.. sosyal ve politik uyanışın ekonomik gelişmeyi aştığı..” yönündedir.

Oysa 1961 Anayasası Türk siyasal sistemine çok ciddi kurumlar ve araçlar kazandırmıştır :

– Anayasa Mahkemesi,
– Cumhuriyet Senatosu (Çift Meclis; 450 üyeli Millet Meclisi + 150 üyeli Senato),
– Devlet Planlama Teşkilatı (DPT),
– Yüksek Hakimler Kurulu,
– Kredi ve Yurtlar Kurumu,
– Devlet Personel Dairesi,
– Basın İlan Kurumu,
– Türk Standartları Enstitüsü (TSE),
– Milli Güvenlik Kurulu (MGK),
– Ordu Yardımlaşma Kurumu (OYAK),
– Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK),
– İhracatı Geliştirme Etüd Merkezi
– Milli Prodüktivite Merkezi (MPM)..

Bunların dışında;

– Sosyal devlet,
– Emekçilere sendikal haklar, grev ve toplu sözleşme hakkı,
– Yargı bağımsızlığı – yargıç güvencesi,
– Sosyal güvenlik hakkı (1964’te SSK’nın Emekli Sandığı’na ek olarak kurulması..
sonra BAĞ-KUR),
– üniversite özerkliği (1750 sayılı yasa ile 1945’lerin 4936 sayılı yasası daha da ileri
taşınarak),
– Radyo ve televizyon bağımsızlığı,
– Basın – fikir işçileri yasası,
– İdarenin tüm işlem ve eylemlerine yargı denetimi yolunun açılması,
– Seçimlerin temel hükümleri ve seçmen kütükleri yasası : Barajsız, temsil adaleti
sağlayan seçim sistemi olarak Ulusal Artık – Milli Bakiye sistemi..
(TİP bu sayede 15 milletvekili kazandı 1965 seçiminde.. Başbakan Süleyman Demirel
seçim sistemini değiştirdi ve 1968 seçimlerinde öncekine yakın oranda oy alan TİP
ancak 3 vekil çıkarabildi!)
– Seçimlerde yargıç güvencesi ve gizli oy, açık sayı döküm kuralı,
– İlköğretim ve eğitim yasası,
– Ortaöğretimde bilim insanı yetiştirmek için fen liselerinin açılması,
– Sağlık hizmetlerinin sosyalleştirilmesi;
  224 sayılı yasa ile Sağlık Ocaklarının açılması.. (5 Ocak 1961)
 (Anayasa md. 49 ile sağlık hizmetlerinin Devlete ödev, yurttaşa hak olarak
tanımlanması.. Dönemin Sağlık Bakanlığı Müsteşarı ve bu yasanın mimarı
  Prof. Dr. H. Nusret Fişek’e göre bu yasa,
  “ATATÜRK’ün izinde bir Devrim yasasıdır! )

– Gelir vergisi yasası..

gibi birçok yasa çıkartılarak demokratik yaşam sosyal ve hukuk devleti ilkeleriyle bütünleştirilmiştir.

Bu adil temsile dayalı seçim sistemi sayesindedir ki; Türkiye İşçi Partisi 15 milletvekili ile TBMM’de adil temsil edilme olanağı bulmuştur (1965; Mehmet Ali Aybar, Çetin Altan vd.). Daha sonra bu seçim sistemi ile büyük partiler yararına oynanarak temsilde adalet ilkesi çiğnenmiştir. İzleyen seçimlerde TİP, öncekine yakın oy almasına karşılık ancak
3 üyeyi TBMM’ye taşıyabilmiştir (1968).

  • 1961 Anayasası; hukuk dışına çıkarak meşruluğunu yitiren bir iktidara karşı, Türk halkının meşru direnme hakkını kullanarak hükümeti görevden aldığını vurgulayarak başlamaktadır.

İlk 2 maddesini 1924 Anayasasından aynen almıştır. Cumhuriyetimizin 6 temel niteliğini
3. maddesinde saymaktadır. Bunlardan ilki “İnsan haklarına DAYALI” olmaktır. Öbür 5 nitem (sıfat) 82 Anayasasında aynen yinelenmiş, ilk özellikte ise “dayalı” yerine “saygılı” sözcüğü almıştır.

Ulusal Kahraman Yüce Atatürk‘ün en yakın dava ve silah arkadaşı, 2. Cumhurbaşkanı, çok partili yaşama barış içinde geçerek iktidarını altın tepsi içinde DP’ye sunan
İsmet İnönü‘ye yapılan birkaç fiziksel saldırıda DP’nin açık tahrikleri, çanak tutuşu ile Aziz İnönü‘nün ölümden dönmesi, kafasının taşla kırılması (Kayseri, İstanbul Topkapı ve Uşak saldırıları) adı “Demokrat” olan bir partiye yakışır mı? İnönü’nün,
TBMM’deki CHP grubu için savcı-yargıç yetkisiyle donatılmış 15 DP Milletvekilinden Tahkikat Komisyonu kurarak CHP’yi kovuşturup kapatmaya yeltenmesi nasıl açıklanabilir? İşte bardağı taşıran Nisan 1960’taki bu derin aymazlık üzerine
aziz İ. İnönü;

Artık sizi ben bile kurtaramam..
uyarısını yapmış fakat ne yazık ki gene bir işe yaramamıştır..

1932’den beri Türkçe okunan Ezan’ın, iktidar oluşu (14 Mayıs 1950) 16 Haziran 1950’de yeniden Arapçaya döndürülmesi de DP iktidarının karnesinde yazılı
ne yazık ki…

İstanbul Üniversitesi’nde, DP’nin açıkça despotlaşan politikalarını protesto eden gençlerden Turan Emeksiz’in polis kurşunu ile öldürülmesi, İstanbul Üniversitesi Rektörü, engin hukuk bilgini ak saçlı Ord. Prof. Dr. Sıddık Sami Onar’ın yerlerde sürüklenmesinin bağışlanacak yanı var mıdır?

Nihayet Menderes hükümeti, 6-7 Eylül 1955 İstanbul olaylarında Rum kökenli yurttaşlarımıza yönelik vahşi saldırı ve yağmanın da sorumlusudur ve biz tüm bunlardan, hâlâ çok utanmaktayız.

Başbakan Adnan Menderes, Maliye Bakanı Hasan Polatkan ve Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’nun her şeye karşın idam edilmemesi yerinde olurdu.
MBK’da (Milli Birlik Komitesi) idamı engelleyecek çoğunluk, ne yazık ki 3 oyla kaçırılmıştır. Yassıada Mahkemesi başkanının belirttiği, yargılamanın idamla sonlanmasının iktidarca istendiği itirafı ve adil yargılama yapılmayışı,
infazın kendisi ve uygulanma biçimi bakımından da acı duyuyor, hâlâ utanıyoruz.
(Mahkeme Başkanı Salim Başol’un :
 “Sizleri buraya tıkan irade böyle istiyor.” itirafı..)

Keşke Alb. Talat Aydemir ve Bnb. Fethi Gürcan da asılmasalardı.. (1962-3)

Keşke, 12 Mart 1971 darbecileri hüneriyle (!) TBMM’de “3’e 3 intikam!” naraları ile Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin Aslan da 1 tek kişinin canına kıymamış fidanlarımız olarak yaşamlarının baharında darağacına yollanmasalardı!
Ve de keşke 12 Eylül yönetimi 17 yaşındaki Erdal Eren’in yaşını büyüterek
idam cezasını infaz etmese idi..

Uğur Mumcu konuya ilişkin bir yazısını şöyle bağlıyor:

  • “Biz sapına kadar Kemalist ve sapına kadar 27 Mayısçıyız.
    Atatürk’ü ve 27 Mayıs Devrimi’ni savunmak, Devrimci Aydının namus borcudur. Atatürkçü ve 27 Mayısçı olmayan bir devrimciyle alışverişimiz yoktur.”

Sayın Hüseyin Avni Güler’den 2 kritik anı aktarmak isteriz :
(http://ahmetsaltik.net/wp-admin/post.php?post=14248&action=edit&message=1:, 26.5.13)

  • “..Celal Bayar ve Menderes’in milliyetçi, mukaddesatçı ve Müslüman yönetimi tarafından Lübnan’da Müslümanlara değil de Hıristiyanlara Türkiye’den 85 uçak dolusu silah ve cephane götürdüğümüzü..”
  • Gene Celal Bayar – Adnan Menderes yönetiminin, son yıllarının dış ülkelerden kredi (borç!) alınamadığı için, 1950 seçimlerinden sonra İsmet Paşa’nın hazinede biriktirdiği 128 (yüz yirmi sekiz) ton altının çoğunu dışarıya rehin vererek kredi alması meselesi… Bu olayın da Meclis’ten ve Hükümet’ten geçmiş olması gerekir; ancak o günlerin tanığı olanlar ve basında yazıldığını hatırlaması gerekenler bilgi vermediler. Gene yükümüzün ne olduğunu bilmeden Londra’ya 2 (iki) tondan fazla altın götürdüğümüzü ve uçaklar dışında gemilerle, trenle ve tırlarla 100 (yüz) ton kadar altının dış ülkelere rehin gönderildiğini biliyorum. 27 Mayıs’ta Maliye Bakanımız büyük insan Kemal Kurdaş, yaklaşık 96 (doksan altı) ton altını geri getirtti. Sayın Kurdaş, tasarruf bonoları çıkararak memur ve işçilerden alınan paralarla bu görevi başardı.

Görüldüğü gibi tarih hiçbir şeyi unutmuyor, her şey kaydediliyor. Onu çarpıtarak tek yanlı mağdur edebiyatı ile bir yerlere varma olanağı yoktur. İnsanların ülke yönetiminde kişisel hırslarını mutlaka dizginlemesi ve emeğin hukukunun (egemenlerin değil!) üstünlüğüne bağlı kalmaları beklenir.

Başta “Cemal Aga” nam Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel olmak üzere;
27 Mayıs 1960 Devrimi’ni ve kazanımlarını Ulusumuza armağan eden
Türk Ordusu’nun genç Harbiyelilerini şükranla selamlarız.

Büyük ATATÜRK gene yolumuzu aydınlatıyor :

  • “Özgür olmayan bir ülkede ölüm ve yok olma vardır. 
    Her ilerlemenin ve kurtuluşun anası özgürlüktür.”

12 Eylül 1980 yönetiminin kaldırdığı

HÜRRİYET ve ANAYASA BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN!

27 Mayıs kutlu olsun

 

 

 

 

 

 

 

Sevgi ve saygı ile.
26.5.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net


[1] http://ahmetsaltik.net/wp-admin/post.php?post=14248&action=edit&message=1 adresinde yayımlanan (26.5.13) “Hüseyin Avni Güler’in Saygın Anısına :
27 Mayıs Devrimi’ne neden ve nasıl katıldım?”
başlıklı yazımıza da bakılması..

AYDINLIK Gazetesi’nin 26 Mayıs 2013 günlü sayısı..


Dostlar
,

AYDINLIK Gazetesi’nin 26 Mayıs 2013 günlü sayısı..

Siyasal iktidar Devlet Tiyatrolarını da tasfiye peşinde..

Bu kültür kurumları da ele geçirilecek, yandaşlaştırılacak..

Toplumsal muhalefetin olmadıüı bir demokrasi düşünülebilir mi?

Okulsuz Milli Eğitim gibi olmaz mı?

AKP tüm toplumu, tüm kurumlarıyla kuşatmak istiyor..

O rejimin adı demokrasi olur mu?

Yoksa “Tayyibistan” mı olur.??.

Qou vadis AKP?

Qou vadis RT Erdoğan??

Qou vadis Türkiye??

Sanatçılarımıza elbiirliği ile destek olmalıyız..

Unutulmasın; Büyük Atatürk‘ün pek önemli, saptaması ve uyarısıdır..

  • “Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli Kültürdür..”

Sevgi ve saygı ile.
26.5.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Han-ı Yağma : İstanbul Belediyesi’nin İhaleleri 2 AKP’li Vekile..

Dostlar,

Cumhuriyet Gazetesi’nin 26 Mayıs 2013 günlü kapağı..

Yinbe tarihe not düşülüyor..

AKP’li İstanbul Büyükşehir Belediyesinin 9 ihalelesi AKP’li 2 milletvekiline sunuluyor altın tepsi içinde..  Birine 7, ötekine 2 ihale..

  • Bu saadet zinciri nereye dek ?? 
Han-ı Yağma

Bu sofracık, efendiler – ki iltikaama muntazır
Huzurunuzda titriyor – bu milletin hayatıdır;
Bu milletin ki mustarip, bu milletin ki muhtazr!
Fakat sakın çekinmeyin, yiyin, yutun hapır hapır…

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin, 
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin! 

Efendiler pek açsınız, bu çehrenizde bellidir
Yiyin, yemezseniz bugün, yarın kalır mı kim bilir?
Bu nadi-i niam, bakın kudumunuzla müftehir!
Bu hakkıdır gazanızın, evet, o hak da elde bir…

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin, 
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin! 

Bütün bu nazlı beylerin ne varsa ortalıkta say
Haseb, neseb, şeref, oyun, düğün, konak, saray,
Bütün sizin, efendiler, konak, saray, gelin, alay;
Bütün sizin, bütün sizin, hazır hazır, kolay kolay…

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin, 
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin! 

Büyüklüğün biraz ağır da olsa hazmı yok zarar
Gurur-ı ihtiıamı var, sürur-ı intikaamı var.
Bu sofra iltifatınızdan işte ab u tab umar.
Sizin bu baş, beyin, ciğer, bütün şu kanlı lokmalar…

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin, 
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin! 

Verir zavallı memleket, verir ne varsa, malını
Vücudunu, hayatını, ümidini, hayalini
Bütün ferağ-ı halini, olanca şevk-i balini.
Hemen yutun düşünmeyin haramını, helalini…

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin, 
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin! 

Bu harmanın gelir sonu, kapıştırın giderayak!
Yarın bakarsınız söner bugün çıtırdayan ocak!
Bugünkü mideler kavi, bugünkü çorbalar sıcak,
Atıştırın, tıkıştırın, kapış kapış, çanak çanak…

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin, 
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

Tevfik Fikret

Sevgi ve saygı ile.
26.5.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

 

Tahliyemi halka borçluyum!

Tahliyemi halka borçluyum!

Önceki gün serbest bırakılan kanser hastası Mete Diş:

Tahliyemi halka borçluyum.

Kanserli_Mete_Dis_tahliye_edildi_26.5.13

19 Aralık Hayata Dönüş Operasyonu’nun yıldönümü (19.12.2000; 2’si asker 30’u tutuklu 32 kişinin öldüğü, yüzlerce kişinin yaralandığı) nedeniyle 2010 yılında yapılan eylemde gözaltına alındıktan sonra tutuklanarak cezaevine konulan kanser hastası
Mete Diş, önceki gün avukatına dahi haber verilmeden tahliye edildi. 26 yaşındaki Diş,
yasaların herkese eşit şekilde uygulanmadığını belirterek:

  • “Adalet mahkemelerde değil meydanlarda. Benim tahliye edilmemi adalet değil halk sağladı. 19 Mart’ta hâkim karşısına çıktım. Mahkemenin, hasta tutuklularla ilgili yasal düzenlemeye göre beni tahliye etmesi gerekiyordu ama etmedi. O yasa, devrimci halk çocuklarına işlemedi.” dedi.

Mete Diş, cuma günü 19.00 sıralarında tahliye edildiğini öğrendi ve Kandıra F Tipi Cezaevi’nden 21.30 sıralarında çıktı. Otobüs durağında saatlerce oyakınlarının gelmesini bekleyen Diş, sonunda ailesine, arkadaşlarına, yoldaşlarına kavuştu.

“Mete yarım özgür” diyen baba Mete Diş, içeride bir sürü hasta mahkûm varken
oğlunun serbest bırakılmasına tam sevinemediklerini vurguladı. Diş, oğlu için yürütülen kampanyaya destek veren milletvekilleri Hüseyin Aygün, Veli Ağbaba ve
Akif Hamzaçebi’ye de teşekkür etti.

Kelepçeli tedavi

İlk özgür gününde sorularımızı yanıtlayan Mete Diş de hastalığının nasıl ortaya çıktığını ve gördüğü insanlık dışı muameleyi anlattı.

Tecridin insanı yavaş yavaş tükettiğini, bedeninin çevikliğini yitirdiğini, yürürken aksamaya başladığını dile getiren Diş, bir süre sonra kasığında da ağrılar hissetmeye başlayınca cezaevi doktoruna gitmiş.

Diş, “Bu yılın ocak ayıydı. Cezaevi doktoru ilaç tedavisi yapıp sonra düzelmezse hastaneye sevk edecekti. Israrım sonucu SEKA Hastanesi’ne sevk edildim.
Kanser teşhisi bu şekilde konuldu.
Acil ameliyata alındım, tek testisim alındı. Hastanede 3 gün kaldım. O da doktorun ısrarı ile olmuş. Cezaevi yönetimi operasyondan sonra hemen hastaneden çıkarmak istemiş..” dedi. Bakımı ve tedavisi koğuşundaki arkadaşları tarafından yapılan Mete Diş, hastanede mahkûm koğuşu olmadığı için kemoterapiye ring aracında elleri kelepçeli olarak götürülüp getirilmiş. Mahkûm koğuşu olan bir hastanede tedavisinin sürmesi için Maltepe Cezaevi’ne nakledilen Diş’e yönelik insanlık dışı muamele burada da
devam etmiş. Diş burada yaşadıklarını da şöyle anlattı:

“Tek kişilik hücrede kalıyordum. Kullandığım ilaçlar çok ağır. Sık sık midem bulanıyor ve kusuyordum. Kimseye sesimi duyuramıyordum, kapılar açılmıyordu. Hücremde buton yoktu. Bir gece çok sancım oldu. Bir saat kapının ağzında yardım bekledim. Cezaevinin hemen yanındaki hastaneye götürülmem 2 saat sürdü.”

Tekrar Kandıra F Tipi Cezaevi’ne nakledilen Mete Diş’in ilaçları da bir ay boyunca bulunamadı. Hastalığının ilerlemesine karşın eski ilaçlarını kullanmak zorunda kalan Diş’e ilaçlarını hastane değil arkadaşları buldu. Ağır kemoterapi seansları sonra ateşi yükselen, görmemeye başlayan Diş’e yardım eden kişi aynı koğuşta kaldığı,
memurlara yönelik operasyonlarda tutuklanan Dr. Cem Coşkun olmuş.
DHKP-C üyeliğinden yargılanan Diş’in bir sonraki duruşması da 6 Haziran’da
Çağlayan Adliyesi 12. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülecek.
(26 Mayıs 2013, Cumhuriyet)

=====================================

Dostlar,

Bu konuda epey yazı yazıldı bu sitede..

Yoruma gerekyok yukarıdaki haberin..

Dileriz bu insanlık suçları zaman aşımına uğramadan yasal hesabı sorulur..

Aşağıdaki mevzuat – yasa bilgisini bir kez daha paylaşmış olalım..

Ceza_Muhakemeleri_Yasasi_infazi_erteleme

 

 

 

 

 

 

Sevgi ve saygı ile.
26.5.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net