Dostlar,
ADD önceki genel başkanlarından Sayın Prof. Dr. Özer OZANKAYA,
Atatürk’ün Kaleminden Cumhuriyetin “Türk Ulusu” Tanımı!
başlıklı bir yazısını paylaştı. Kendllerinin YURTTAŞ İÇİN MEDENİ BİLGİLER
adıyla özleştirip yayımladıkları kitaptan bir seçki yapmışlar. Tabii bunun da kaynağı, Yüce Atatürk’ün doğrudan doğruya kendisinin manevi kızı Prof. AFETİNAN’a yazdırdığı kitaptır. Önce Prof. AFETİNAN imzasıyla yayımlanan bu kitabın, gerçekte
Yüce Atatürk‘ün el yazısından oluştuğunu Sayın Afetinan kendileri açıklamışlardır.
Bu değerli seçkiyi aşağıda size sunuyoruz, Sn. Öznkaya’ya teşekür içtenlikle ederek.
ADD Edirne Şubesi başkanlığımız döneminde (1996-2000) biz de bu kitaptan seçkiler yaparak binlerce örneğini dağıtmıştık. Bu temaya dönük konferanslarımız olmuştu.
Kasım 2002’de, “Gençler Atatürk’ü Tanıyor mu?” başlığıyla,
ADD Sarıyer Şubemizle birlikte “İstanbul Işık Lisesi” nde bir konferansımız olmuştu. Okul yönetimi, “Işık’tan Atatürk’e” başlığıyla yayımladığı kitapta,
yazımızı ilk bölüm olarak koydu.
Saltık A. Işık’tan Atatürk’e. Atatürk’ün Yazdığı Yurttaşlık Bilgileri kitabından özetler.
Fevziye Mektepleri yayın no 5, (Model Mtb.) İstanbul
Bu kapsamlı metne web sitemizde
- VATANDAŞ İÇİN MEDENİ BİLGİLER :
ATATÜRK’ün YURTTAŞ İÇİN YAZDIĞI MEDENİ BİLGİLER..
başlığı altında yer vermiştik. Aşağıdaki erişkeden (linkten) pdf olarak okunabilir.
http://ahmetsaltik.net/arsiv/2013/01/vatandas_icin_medeni_bilgiler.pdf
Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 25.3.13
Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net
*************************
Prof. Dr. Özer OZANKYA
Toplumbilimci (Sosyolog)
ADD Eski Genel Başkanı
Atatürk’ün Kaleminden Cumhuriyetin “Türk Ulusu” Tanımı!
- “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk ulusu denir.Ulus sözünden ne anlaşılır, ne anlaşılmak gerekir? Bunu anlatayım :
Sözlerimin kolay anlaşılması için, yine Türk ulusuna bakacağım;
… Bugünkü Türk ulusuna bir resim tablosuna bakar gibi bakalım
ve şimdiye değin edindiğimiz bilgilerin yardımıyla düşünelim.
Bu tabloda neler görüyorsak, bu tablo bize neler anımsatıyorsa onları birer birer söyleyeyim :
1. Türk ulusu, halk yönetimi olan Cumhuriyetle yönetilir bir devlettir.
2. Türk devleti laiktir. Her ergin, dinini seçmekte özgürdür.
3. “Türk ulusunun dili Türkçedir. Türk dili dünyada en güzel, en zengin ve en kolay olabilecek bir dildir.
Onun için her Türk dilini çok sever ve onu yükseltmek için çalışır.
Bir de Türk dili, Türk ulusu için kutsal bir hazinedir. Çünkü Türk ulusu, geçirdiği sonu gelmez güç durumlar içinde ahlakının, geleneklerinin, anılarının, çıkarlarının, sonuç olarak bugün kendi ulusluğunu yapan her şeyin dili yardımıyla korunduğunu görüyor.
Türk dili, Türk ulusunun yüreğidir, düşüncesidir.”
4. “Türk ulusu Asya’nın batısında ve Avrupa’nın doğusunda olmak üzere kara ve deniz sınırlarıyla ayırt edilmiş, dünyaca tanınmış büyük bir yurtta yaşar. Onun adına Türkeli derler. Türk yurdu çok daha büyüktü. Yakın ve uzak zamanlar düşünülürse Türk’e
yurtluk etmemiş bir anakara (kıta) yoktur. Bütün dünyada, Asya, Avrupa, Afrika ve dahası Amerika, Türk atalarına yurt olmuştur. Bu gerçekler eski ve özellikle yeni tarih belgeleriyle bilinmektedir. Ama bugünkü Türk ulusu varlığı için bugünkü yurdundan memnundur. ünkü derin ve şanlı geçmişin, büyük, güçlü atalarının kutsal kalıtlarını
bu yurtta da koruyabileceğine, o kalıtları şimdiye değin olduğundan çok büyük ölçüde zenginleştirebileceğine güvenmektedir.”
5. “Türk ulusunun her kişisi, birtakım ayrılıklarla, ama genel olarak birbirine benzer.
Kimi yapılış ayrılıklarını ise doğal bulmak gerekir. Çünkü Mezopotamya, Mısır koyaklarından başlayan bilinen tarihten önce Orta Asya, Rusya, Kafkasya, Anadolu, dünkü ve bugünkü Yunanistan, Girit, Romalılardan önce Orta İtalya, sözün kısası Akdeniz kıyılarına değin yayılmış ve yerleşmiş ve bu başka başka iklimlerin etkisi altında, başka başka türlerle binlerce yıl yaşamış, kaynaşmış, böylesine eski ve böylesine büyük bir insan toplumunun bugünkü çocuklarının tümüyle birbirlerine benzemelerine olanak var mıdır? Her zaman, her yerde küçük bir aile çocuklarının bile tam olarak birbirine benzemeleri görülmüş değildir.
Türk kavramını, yalnız bir noktada, iklimi aynı olan dar bir alanda belirmiş sanmak doğru değildir. Türk halkı, yukarda söylediğimiz gibi, çok büyük bir alanda oluşmuş ailelerin birleşerek Sop (Klan) ve Sopların birleşerek Boy (kabile) ve Boyların birleşerek
Öz (aşiret) ve Özlerin de birleşerek siyasal bir toplum olan El (Medine) ve en son olarak
El’lerin bir merkezde birleşmeleriyle büyük bir toplum ortaya çıkarmıştır.
Bu büyük Türk toplumunu oluşturan ögelerin nitelikleri arasındaki ayrılık büyük olmamakla birlikte, kaynağın genişliği, nüfusun çokluğu düşünülünce, Türk toplulukları arasındaki tinsel bağın gevşek olması ve değişik adlarla, değişik roller oynaması doğal görülür. Bu nedenledir ki tarih, olaylarını yazdığı toplulukları nerede, nasıl ve hangi adla tanıdıysa o biçimde yazmıştır. Böyle olmakla birlikte bugünkü Türk ulusunun temeli, aynı kökenin, aynı uzun ortak geçmişin saptadığı belirli tiptir: Türk tipi.”
6. Bu son sözlerden anlaşılıyor ki, Türk ulusunu oluşturan insanların tarihleri birdir.
7. “Türk ulusunun ortak görünen bir durumu daha vardır. Gerçekten de dikkat edilirse,
Türklerin aşağı yukarı hep ahlakları birbirine benzer. Bu yüksek ahlak, hiçbir ulusun ahlakına benzemez. Ahlakın ulus oluşturmada yeri çok büyüktür, önemlidir. Bu önemi iyice anlamak için, ahlak üzerine birkaç söz söylemek gereksiz olmaz. Ahlak dediğim zaman, ahlak kitaplarında yazılı olan öğütleri anlatmak istemiyorum; çünkü ahlaklılıktır diye yaptığımız işler ve yapmaktan sakındığımız işler, kitaplarda yazılı olan ya da birtakım ahlak öğreticilerinin salık verdikleri şeylerden daha öncedir ve o sözlerden,
o öğütlerden ayrı olarak, onlara hiç kulak vermeyerek insanlarca yapılmaktadır.
İş, kuramlara egemendir, onların üstüdür. Ahlak kurallarının nasıl yapılması gerekeceği,
ahlaksızlık olduğu anlaşılan işler görüldükten, denendikten sonra anlaşılır.
Bir iş, her neye ilişkin olursa olsun insanın güç kullanmasını, yorulmasını gerektirir.
İnsanlar zorunlu olmadıkça kendilerini yormak istemezler. Oysa kimi işler vardır ki,
kendiliğinden insana onu yapmak için içten bir istek, bir eğilim esinlendirir,
o iş istenmeye değer olur. İşte ahlaki işler, aynı zamanda hem zorunlu ve
hem de istenmeye değer olan işlerdir.”
8. “Bir işin ahlaki bir değeri olması, ayrı ayrı insanlardan daha yüce bir kaynaktan çıkıyor olmasıdır. O kaynak toplumdur, ulustur.”
“Gerçekten, ahlaklılık özel bireylerden ayrı ve bunların üstünde, ancak toplumsal,
ulusal olabilir. Ulusun toplumsal düzen ve rahatı, şimdi ve gelecekte gönenci, mutluluğu, esenliği ve korunmuşluğu, uygarlıkta ilerlemesi ve yükselmesi için insanlardan her bakımdan ilgi, çaba, kendi yararlarından vazgeçme, gerektiğinde kendini seve seve
bu yola adama isteyen ulusal ahlaktır. Yetkin bir ulusta ulusal ahlaklılığın gerekleri,
o ulusun bireylerince neredeyse usa vurmaksızın vicdani, duygusal bir güdüyle yapılır. En büyük ulusal duygu, ulusal heyecan işte budur.
Ulus analarının, ulus öğretmelerinin ve ulus büyüklerinin evde, okulda, fabrikada,
her yerde her işte ulus çocuklarına, ulusun her bireyine bıkmaksızın ve sürekli olarak verecekleri ulusal eğitimin amacı, işte bu yüksek ulusal duyguyu sağlamlaştırmak olmalıdır.
9. Ahlakın ulusal, toplumsal olduğunu söylemek ve ortak bilincin anlatımıdır demek,
aynı zamanda ahlakın kutsallık niteliğini de tanımaktır. Ahlak kutsaldır,
çünkü aynı değerde eşi yoktur ve başka hiçbir tür değer ile ölçülemez.
Ahlak kutsaldır, çünkü en büyük ahlak gerçekliğine sahip bir edimciye (faile) bağlıdır.
O edimci, yalnız ve ancak toplumdur. Tanrı kavramında, simgesel bir biçimde düşünülmüş toplum da vardır. Çünkü vicdanlarımız üzerinde etkili olan ruhsal yaşam, toplumun üyeleri arasındaki etki ve tepkilerden oluşur. Gerçekten toplum, yoğun bir düşünsel ve ahlaki etkinlik eksenidir.”
10. “Din birliğinin de bir ulus oluşturmada etkin olduğunu söyleyenler vardır.
Ama biz, bizim gözümüz önündeki Türk ulusu tablosunda bunun tersini görmekteyiz.
Türkler Arapların dinini kabul etmeden önce de büyük bir ulus idi. Arap dinini
kabul ettikten sonra, bu din, ne Arapların, ne aynı dinde bulunan Acemlerin ve ne de Mısırlıların ve başkalarının Türklerle birleşip bir ulus oluşturmaları yolunda hiçbir etkide bulunmadı. Tersine, Türk ulusunun ulusal bağlarını gevşetti; ulusal duygularını,
ulusal heyecanını uyuşturdu. Bu pek doğaldı. Çünkü Muhammed’in kurduğu dinin amacı, bütün uluslukların üstünde, kapsamlı bir Arap ulusluğu siyasetine varıyordu.
Bu Arap düşüncesi, Ümmet sözcüğü ile anlatıldı. Muhammed’in dinini kabul edenler, kendilerini unutmağa, yaşamlarını Allah sözcüğünün her yerde yükseltilmesine adamağa zorunluydular. Bununla birlikte Allah’a kendi ulusal dilinde değil,
Allah’ın Arap topluluğuna gönderdiği Arapça kitapla tapınıp dua edecekti.
Arapça öğrenmedikçe Allah’a ne dediğini bilmeyecekti.
Bu durum karşısında Türk ulusu birçok yüzyıllar, ne yaptığını, ne yapacağını bilmeksizin, düpedüz, bir sözcüğünün anlamını bilmediği halde
Kur’anı ezberlemekten beyni sulanmış hafızlara döndüler.
Başlarına geçebilmiş olan açgözlü komutanlar, Türk ulusunca, karışık, bilgisiz hocalar ağzıyla, ateş ve acı ile korkunç bir bilinmezlik olarak kalan dini, tutkularına ve siyasetlerine araç edindiler.
Bir yandan Arapları zorla buyrukları altına aldılar, bir yandan Avrupa’da Allah sözcüğünün yüceltilmesi savsözü altında Hıristiyan ulusları yönetimleri altına geçirdiler. Ama onların dinlerine ve ulusluklarına ilişmeyi düşünmediler.
Ne onları ümmet yaptılar, ne onlarla birleşerek bir güçlü ulus yaptılar.
Mısır’da belirsiz bir adamı halifedir diye yok ettiler, hırkasıdır diye bir çul parçasını halifelik simgesi ve ayrıcalığı olarak altın sandıklara koydular, halife oldular.
Kimi kez doğuya, kimi kez batıya ya da her yana birden saldıra saldıra, Türk ulusunu Allah için, peygamber için topraklarını, yararlarını, benliğini unutturacak, her işini Allah’a bıraktıracak derin bir aymazlık ve yorgunluk beşiğinde uyuttular. Ulusal duyguyu boğan, ölümlü dünyaya değer verdirmeyen, düşkünlükler, yokluklar, yıkımlar duyulmaya başlayınca, asıl gerçek mutluluğa öldükten sonra öbür dünyada kavuşacağına söz ve güvence veren dinsel inanç ve dinsel duygu,
ulus uyandığı zaman, onun şu acı gerçeği görmesine engel olamadı.
Bu acıklı görünüm karşısında kalanlara, kendilerinden önce ölenlerin öbür dünyadaki mutluluklarını düşünerek ya da bir an önce ölmeyi dileyerek öbür dünya yaşamına kavuşma isteği uyandıran din duygusu, dünyanın acısı duyulan tokatıyla hemen, Türk ulusunun vicdanındaki çadırını yıktı, çağrılıları Türk düşmanları olan Arap çöllerine gitti. Türk genel vicdanı, hemen, yüzlerce yıllık erk ve gönül rahatlığı ile büyük coşkularla çarpıyordu.
Ne oldu?
Türk’ün ulusal duygusu, artık ocağında ateşlenmişti. Artık Türk, cenneti değil,
eski gerçek büyük Türk atalarının kutsal kalıtlarının, son Türk ellerinin savunmasını ve korunmasını düşünüyordu. İşte dinin, din duygusunun Türk ulusluğunda bıraktığı anı!”
11. “Türk ulusu, ulusal duyguyu dinsel duyguyla değil, ama insancıl duyguyla yan yana düşünmekten zevk alır. Vicdanında ulusal duygunun yanında insancıl duygunun
şerefli yerini her zaman korumakla övünç duyar. Çünkü Türk ulusu bilir ki;
bugün uygarlığın büyük yolunda bağımsız, ama kendileriyle koşut yürüdüğü bütün
uygar uluslarla karşılıklı insancıl ve uygar ilişki, kuşkusuz gelişmemizi sürdürmek için gereklidir. Ve yine bilinmektedir ki; Türk ulusu her uygar ulus gibi, geçmişin bütün dönemlerinde buluşlarıyla, yaratılarıyla uygarlık dünyasına hizmet etmiş insanların, ulusların değerini bilir ve anılarını saygıyla korur.
- Türk ulusu insanlık dünyasının içtenlikli bir ailesidir.
Özet :
Bütün bu söylediklerimizi kısa bir çerçeve içine sokmak istersek, şöyle diyebiliriz :
Türk ulusunun kuruluşunda etkin olduğu görülen doğal ve tarihsel olgular şunlardır :
a) Siyasal varlıkta birlik
b) Dil birliği
c) Yurt birliği
d) Soy ve köken birliği
e) Tarihsel hısımlık
f) Ahlaksal yakınlık”
Kaynak: YURTTAŞ İÇİN MEDENİ BİLGİLER
özleştirip yayımlayan: Özer Ozankaya, CEM yay.)