Etiket arşivi: www.ahmetsaltik.net

KUTSAL İTTİFAK

KUTSAL İTTİFAK 

Suay Karaman

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

7102 sayılı “Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” 13 Mart 2018’de TBMM Genel Kurulunda kabul edildi, 15 Mart 2018’de Cumhurbaşkanı tarafından onaylandı ve aynı gün Resmi Gazetede yayımlanarak, yürürlüğe girdi.

TBMM tutanağına göre teklif hakkında Genel Kurulda görüşmeler 12 Mart 2018 Pazartesi günü 69. Birleşimin 5. oturumunda saat 17:21’de başlamış ve 13 Mart 2018 Salı günü 14. oturumunda saat 09.41’de sona ermiştir. Yasa teklifinin hem 26 maddesinin, hem de tümünün kaç oy ile kabul edildiği TBMM tutanağında bile yazmamaktadır. Görüşmeler, TBMM Başkan Vekilinin “Teklifin tümünü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler, kabul etmeyenler.. Teklif kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır, hayırlı olsun” sözleriyle sona ermiştir.

Kabul edilen bu yasa, genel seçimlerde kutsal ittifak yapacak AKP ve MHP’nin kazanmasına yönelik düzenlemeler içermektedir. Bu yüzden Anayasanın eşitlik ilkesine ve temsilde adalet ilkesine aykırıdır. Ancak hukuk dışı tutum ve davranışlardan kaçınmayan siyasal iktidar için bunların hiç önemi yoktur.

İleri demokrasi” adını verdikleri bu yöntem, hukuksuzluktur ve sivil darbedir. (19.03.2018)
=========================================
Dostlar,

Suay kardeşimize bu özlü – kısa ama uyarıcı yazısı için teşekkür ederiz.
Ancak, TBMM’de kabul edilen yasaların Cumhurbaşkanınca onaylanması ifadesi Anayasa bakımından uygun değildir. İlgili Anayasa maddesi aşağıdadır :

  1. Kanunların Cumhurbaşkanınca yayımlanması (1)

Madde 89 – Cumhurbaşkanı, Türkiye Büyük Millet Meclisince kabul edilen kanunları onbeş gün içinde yayımlar.

Yayımlanmasını kısmen veya tamamen uygun bulmadığı kanunları, bir daha görüşülmek üzere, bu hususta gösterdiği gerekçe ile birlikte aynı süre içinde, Türkiye Büyük Millet Meclisine geri gönderir. (Ek cümle: 3/10/2001-4709/29 md.) Cumhurbaşkanınca kısmen uygun bulunmama durumunda, Türkiye Büyük Millet Meclisi sadece uygun bulunmayan maddeleri görüşebilir. Bütçe kanunları bu hükme tabi değildir. (1)

Türkiye Büyük Millet Meclisi, geri gönderilen kanunu aynen kabul ederse, kanun Cumhurbaşkanınca yayımlanır; Meclis, geri gönderilen kanunda yeni bir değişiklik yaparsa, Cumhurbaşkanı değiştirilen kanunu tekrar Meclise geri gönderebilir.

Anayasa değişikliklerine ilişkin hükümler saklıdır.
*****
Buna göre Cumhurbaşkanının yetkisi “onaylama” değil, 89. maddenin başlığında (metne dahil değilse de) “Kanunların Cumhurbaşkanınca yayımlanması” biçimindedir.

“AKP – MHP ittifakı” ndan (işbirliği – dayanışmas) çok “AKP – MHP iltihakı” ndan (katılma, birleşme) söz etmek daha uygun görünüyor. Görünen o ki, bu politik simbiyotik tuhaf işbirliği de murada erişmede yeterli ol(a)mayacaktır. Her 2 parti de ülkemize büyük zarar vermiştir ve Türk Halkı kendisine kurulan tuzakları ayırdedecek politik deneyime – öngörüye sahiptir.

Sevgi ve saygı ile. 19 Mart 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

 

TÜRBAN ve SEÇİM

TÜRBAN ve SEÇİM

Prof. Dr. D. Ali ERCAN

Değerli arkadaşlar,

Biliyorsunuz Türban özellikle son 15 yılda hızlı bir yükselişle 15 yaş üzeri Kadınlarımızın üçte ikisinin kafasını sarıp sarmaladı.. Tesettür sektörü muazzam kâr ediyor.

Eminim, bu tesettürlü takımın çoğu Kuranı okumamıştır; ne var ki, tesettürlülerin belki yarısı tesettürle ekonomik yarar sağladıklarının farkındalar. Kendileri veya eşleri iş bulabiliyor, sosyal ortamda ileri çıkıyorlar. (Siyasal-Ekonomik rüzgârlar farklı yönden eserse, farklı bir görünüme bürüneceklerini biliyoruz…)
Öbür yarısı radikal İslamcılar da (kökten dinci) Laik Cumhuriyete, Demokrasiye, Çağdaş Uygarlığa tepkilerini bu şekilde simgeleştiriyorlar. İslamın Referans Kaynağı Kuranda (salt kadınlar için değil, erkekler için de) Nur suresi 30-31. ayetler;

  • Başınıza aldığınız örtüyle fercinizi saklayın

şeklinde iki ayet var….
Çöl ikliminde yaşayanların kuma ve güneşe karşı başlarına zorunlu olarak aldıkları örtüyü özenli kullanarak cinsel organlarını da örtmeleri, göstermemeleri isteniyor, o kadar. Genellikle başa alınan bu örtü, tüm bedeni koruyan tek örtüydü; bu örtü olmadığında, insanların çoğu Adem Baba kıyafetinde idiler 

Kuranda “Saçınızı, kolunuzu, bacağınızı….. göstermeyin” şeklinde bir ayet de yoktur.
(Kuranın yalnızca Arap toplumuna özgü tanımlar kullandığını da unutmayalım.)
***
Türban sosyal bir Olgu olduğu kadar, siyasal bir Ölçüt olarak da görülebilir. Kadınlarımızın 2/3 ‘ü Türbanlı ise, buna koşut (paralel) olarak erkeklerin, kısacası;

  • “Türkiye’de tüm seçmenlerin 2/3’ü tesettürlü (muhafazakâr) görünümlü seçmendir.” diyebiliriz… Ancak, önümüzdeki CB Seçiminde bu muhafazakâr 2/3’ün tümünün tek kanatta (cenahta) toplanmayacağına yönelik belirtiler giderek yoğunlaşmaktadır..

Tesettürlü kesimin 1/3’ünün Ülke gidişatını sorgulayan, beğenmeyen, vicdani muhasebeyle ikilemde kalan ve bu nedenlerle cenah değiştirmek eğiliminde olduklarını düşünürsek; CB seçiminde Muhafazakar İttifak Cephesinin oylarının kabaca, 2/3 x 2/3 = 4/9 = %44 düzeyinde kalacağını öngörebiliriz…

Bu varsayımla, RTE nin ilk Turda CB seçilemeyeceğini, ancak İYİP+CHP+HDP üçlüsü ittifak yapamaz, ortak aday çıkaramazsa RTE’nin 2. turda kesinlikle kazanacağını söyleyebiliriz. æ
============================================
Teşekkürler değerli hocamız Sayın Prof. Dr. D. Ali Ercan.. Sitemizde epeydir bir yazınızı yayınla(ya)mamıştık.. Face sitenizde özlü – kısa – vurucu tümceler paylaşıyordunuz. Bence ikisini de yapınız, yapmalısınız..

Sevgi ve saygı ile. 19 Mart 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Yılmaz ÖZDİL : ÇANAKKALE

ÇANAKKALE

Yılmaz ÖZDİL
SÖZCÜ, 18 Mart 2017

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

Ragıp Selanikli’ydi. Mustafa Kemal‘le akrandı 1881 doğumluydu askeri tıbbiyeden mezun oldu, hekim yüzbaşıydı… Eğitim için Almanya’ya gönderildi. Görev yaptığı hastanede Erica’yla tanıştı, hemşireydi beline kadar örgü sarı saçlı tipik Alman güzeliydi. Ragıp’ın aklı başından gitti kaçamak bakışlarla kendisini süzen o mavi gözlere kelimenin tam manasıyla vurulmuştu. E bizim Ragıp da filinta gibi delikanlıydı üstelik Almanca’yı akıcı şekilde konuşuyordu espriler mespriler romantik cümleler filan kızı bağladı, flört etmeye başladılar. Doğrusu Erica da ilk günden gönlünü kaptırmıştı ama mantığı engel oluyordu Alman gerçekçiliği ağır basıyordu çünkü özellikle babasının ne cevap vereceğini çok iyi biliyordu bir Türk’le, bir Müslüman’la evlenmesine asla müsaade etmezlerdi ayrıca kendisi koyu bir Hıristiyan sayılmazdı ama bir Türk’le evlense bile din değiştirmek istemiyordu. Ragıp dedi ki; babanı sen bana bırak, dinlerimiz konusunda ise düşündüğün şeye bak, ben seni böyle sevdim sen beni böyle sevdin birbirimizi neden değiştirelim ki? Sonra gitti bir buket çiçekle kapıyı çaldı, bizde gelenek böyledir dedi Allah’ın emri peygamberin kavliyle Erica’yı istedi. Sizi ikna etmek için ne demem gerektiğini günlerce düşündüm inanın bulamadım sadece şunu söyleyebilirim kızınıza aşığım dedi. Adeta sihirli iki kelimeydi. Zor kolay oldu. Medeni kimliğiyle medeni cesaretiyle aileyi etkilemişti kayınpeder ikna oldu, peki dedi, hemen bir hafta sonra Almanya’da evlendiler. Mutluluktan uçuyorlardı. Boy boy çocukların hayalini kuruyorlardı. Maalesef… Osmanlı seferberlik ilan etti. Ragıp bir saniye bile tereddüt etmedi vatan topraklarında kapışma başlarken Almanya’da duramazdı. Erica’yı karşısına aldı, sana bunu yapmak istemezdim ama gitmem lazım dedi. Ölmezsem bekle beni… Erica hiç cevap vermedi, açtı yatak odasındaki dolabı, bavulu çıkardı, çoktaaan hazırlamıştı gazete okuyan her Alman gibi elbette dünyanın nereye gittiğini biliyordu. Ragıp’a sarıldı, sen nereye ben oraya dedi… İyi günde kötü günde anca beraber kanca beraberdi. İlk trenle İstanbul’a geldiler. Ragıp lisan bildiği için Almanya’da zorlanmamıştı ama Erica tek kelime Türkçe bilmiyordu. Ev kiraladılar Alman gelin açısından ne komşu vardı ne akraba ne tanıdık… Üstelik Ragıp’ın ailesi kendi ailesi kadar hoşgörülü olmamıştı yabancı gelin kabul edilmemişti. Ragıp her sabah Taşkışla hastanesindeki geçici görevine gidiyor Erica eşi gelene kadar sokağa bile çıkmıyor yapayalnız bekliyordu. Dört ay kadar böyle geçti. Ragıp Çanakkale’ye cepheye başhekim yardımcısı olarak atandı. Yine aldı Erica’yı karşısına, sana bunu yapmak istemezdim ama gitmem lazım dedi. Erica gülümsedi, çoktaaan bavulunu hazırlamıştı, söylemiştim sana dedi sen nereye ben oraya… Ragıp bir taraftan kendisini böyle bir kadınla tanıştırdığı için Allah’a şükrediyor bir taraftan sevdiğini böylesine sürüklediği için vicdanen kahroluyordu. At arabasıyla Çanakkale’ye geldiler. Erica bu kez yalnız değildi. Mesleğinin tam göbeğine gelmişti. Sahra hastanesinde gönüllü hemşire olarak çalışmaya başladı. Ev mev yoktu, baraka bile yoktu, sahra hastanesinin bitişiğinde çadırda kalıyorlardı kuru ekmeğe talim ediyorlardı. Gel gör ki… Ömürlerinde böyle mutlu olmamışlardı. 24 saat gece gündüz birlikteydiler önemli olan buydu, olumsuz fiziksel koşullar umurlarında bile değildi. Savaş patladı. Ragıp sürekli ameliyattaydı, Erica kan revan içinde gazilerimizin başındaydı yara sarıyor ilaç veriyor ana şefkatiyle kınalı kuzularımızın saçlarını okşuyor öğrendiği birkaç kelime kırık dökük Türkçesiyle moral kaynağı oluyordu “ölmeyeceksin, yaşayacaksın, iyi olacaksın, sevdiğine kavuşacaksın” diyerek paramparça evlatlarımızı yaşama bağlamaya çalışıyordu. Gazilerimiz Erica’ya “hemşire” diye seslenmiyordu “ana hatun” adını takmışlardı. Can pazarındaki bu kahraman kadını annelerinin yerine koymuşlardı. Hastaneden vakit bulduğunda köylü kadınlarımızla birlikte çalışıyor, iğne iplikle Mehmetçik’in delik deşik kıyafetlerini onarıyor çadır dikiyordu.
*
17 Aralık 1915 saat üç suları…
İngiliz keşif uçağı Eceabat’ın Yalova köyündeki Hilal-i Ahmer hastanesi üzerinde dolaştı. Adrese teslim koordinat belirliyordu. 10 dakika geçti geçmedi İngiliz zırhlılarından bombardıman başladı. Çatısında 20 metre boyunda “kırmızı ay” bulunmasına rağmen, bile bile, tüm ahlaki kurallara aykırı olarak hastaneyi hedef aldılar. Ana Hatun orada yaşamını yitirdi, tertemiz yüreğine şarapnel denk gelmişti. Ragıp yara almadan kurtuldu ama Erica’nın cenazesini kucakladığı o saniyeden sonra yaşadı denilebilir mi bilmiyorum.
*
Erica için askeri tören düzenlendi. Sevdiği adamın vatanında, vatanımızın bağrında, Yalova köyünde şehitlerimizin yanında toprağa verildi. Kabrinin Osmanlıca kitabesine “ifa-yı vazife esnasında top mermisiyle terk-i hayat eden madam” yazıldı.
*
Almanlara komple Nazi denilen…
Adam gibi ölmek var bir de madam gibi ölmek var” denilen ülkede…
Çanakkale şehididir madam Erica!
*
Çünkü Çanakkale dediğin duygusuz, ruhsuz, hamasi nutuklardan ibaret değildir.
Ayşesiyle, Fatmasıyla, Lindasıyla, Ericasıyla.. yarım kalan aşkların destanıdır.
=======================================
Dostlar,

Tek sözcük ekleyecek mecalimiz yok… Yanaklarımız, klavyemiz, parmaklarımız ıslak..
Yılmaz Özdil’i gönülden kutluyoruz..
Meslektaşımız Dr. Ragıp’ı, sevgili Alman eşi “ana hatun” Erica’yı, sayıları 250 bine varan şehit – yitik – merhum gazilerimizi; ille de Yarbay Mustafa Kemal‘i tazim ile anıyoruz.

Hatta, Mustafa Kemal’den aldığımız dersle, Çanakkale’de ölen, emperyalizmin kanlı oyunlarına kurban edilen onbinlerce Anzak vd. yabancı askerlerinin anababalarına yazdığı mektuptaki tarihsel  – insancıl sözler nedeniyle, onları dahi buruk bir hümanist acıyla anıyoruz..
*****
Atatürk’ün Anzak Annelerine Yazdığı Mektup

“Bu memleketin topraklarında kanlarını döken kahramanlar! Burada, dost bir vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükun içinde uyuyunuz. Sizler, Mehmetçiklerle yan yana koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar! Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve rahat uyuyacaklardır. Onlar bu  topraklarda canlarını verdikten sonra, artık bizim evlatlarımız olmuşlardır.” 
Atatürk, 1934

İngilizcesi : “Those heroes that shed their blood and lost their lives … you are now lying in the soil of a friendly country. Therefore rest in peace. There is no difference between the Johnnies and the Mehmets to us where they lie side by side in this country of ours. You, the mothers, who sent their sons from far away countries, wipe away your tears. Your sons are now lying in our bosom and are in peace. After having lost their lives on this land they have become our sons as well.” Atatürk, 1934 

Avustralyalı Bir Annenin Mektubu

“Gelibolu topraklarında yitirdiğimiz evlatlarımızın acısını, alicenap sözleriniz hafifletti. Gözyaşlarımız dindi. Bir ana olarak bana, bir güzelim teselli bahşetti. Yavrularımızın sonsuz uykularında, huzur içinde dinlendiklerinden hiç kuşkumuz kalmadı. Majesteleri kabul buyururlarsa bizler de kendilerine Ata demek istiyoruz. Çünkü, yavrularımızın mezarları başında söylediğiniz sözler, ancak bir öz babanın sözleri gibi yüce, ilahi. Evlatlarımızı bir baba gibi kucaklayan büyük Ata’ya tüm analar adına şükran, sevgi, saygıyla.” Avustralyalı bir anne

İngilizcesi : A response by an Anzac’s mother to Atatürk’s words:

“The warmth of your words eased our sorrow for our sons who vanished in Gallipoli, and our tears ended. Your words are a consolation to me as a mother. Now we are sure that our sons rest in peace in their eternal rest. If your Excellency accepts, we would like to call you ‘Ata’, too. Because what you have said at the graves of our sons could only be said by their own fathers. In the name of all mothers, our respects to the Great Ata who embraced our children with the love of a father.” An Australian mother
*******
İşte insanlık dersi“İnsan” Mustafa Kemal ATATÜRK‘ten bir evrensel ders daha..
Zerrece insanlığı kalan bile payını alabilir, adam olur!

Sevgi ve saygı ile. 18 Mart 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com



Sevgi – güven ve empati: Oksitosin ve Diğer Hormonlar

Sevgi, güven ve empati: Oksitosin ve Diğer Hormonlar

Sağlık Köşesi
Prof. Dr. Mustafa Şahin
http://www.medicine.ankara.edu.tr/wp-content/uploads/sites/31/2018/02/Gazete-Ankara-Tip-Sayi-49.pdf

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Hormonların dünyası Alice’in harikalar dünyası gibidir. Hormonların hastalıkların oluşumu, merhamet, aşk, üremek, hayatta kalmak, savaş, saldırganlık gibi insan ve toplum doğasındaki her şeyi etkilediğini unutmamak gerekir. Hormonlar bizim insan olmamızda, birçok şeyi öğrenmemizde, algılarımızda ve davranışlarımızda önemli rol oynarlar. İnsan nedir? İnsana özgü olan şey nedir? İnsanı diğer canlılardan ayıran bir ahlak inancına sahip olan sosyal bir varlık olması mıdır? Nasıl empati duyarız? Araştırmacılar yıllarca bir ahlak molekülü olup olmadığını araştırdılar. Eşlerimize ya da aynı ortamı paylaştığımız arkadaşlarımıza nasıl tahammül ediyoruz? Nasıl güveniyoruz? Güven sağlayan bir molekül var mı? Nasıl aşık oluyoruz? Peki nasıl aşık oluruz? Etkilendiğimiz birisini gördüğümüz zaman kekelemeye başlar kalbimizin küt küt çarptığını hissederiz.

Hatta biraz öforik ve enerji dolu oluruz. İlk dönemlerde iştahımız azalır, uykusuzluk çekebiliriz. Bunların sebebi çekicilik karşısında dopamin ve norepinefrinin salgısının artması; acı çekmemizin sebebi ise serotonin düzeylerinde azalma gibi görünmektedir. Dopamin ödül merkezlerini uyararak mutlu olmamızı sağlar, iyi hissettirir fakat çok fazla salındığı zaman bağımlılık yapabilir. Aşkın ilk dönemlerinde stres hormonu olan kortizol’ün de salındığı belirlenmektedir. Aşk sırasında hormonlar pre-frontal korteksin çalışmasını azaltarak kıskançlık ve mantıksız hareketlere yol açabilirler. Bir ilişkinin sağlıklı yürümesi, sevgi, arkadaşlık gibi bağ oluşturabilmek için ise oksitosin ve vazopressin hormonlarının dengeli salınmalarının önemli rolü olduğunu görmekteyiz.

Yenidoğan bebek gece ağladığında uykusu olan annenin dikkatini çeker, anne alarma geçer ve hızla bebeğini rahatlatır. Eşim genellikle uykusuz kalamayan biri olduğu halde oğlum doğduktan sonra gece uykusunun en derin olduğu zamanlarda oğlumun ağlaması ile birlikte derhal uyanıp onunla ilgilenebildi. Bu muazzam değişiminin sebebinin oksitosin hormonu ile ilgili olduğunu söyleyebiliriz. Oksitosin hormonu anne-bebek ilişkisi ve diğer sosyal ilişkilerin öğrenilmesinde önemli bir rol oynamaktadır. Oksitosin anne beynini yavrusuna nasıl davranacağı konusunda eğiten hormondur. Daha önceleri kadınlarda rahim kasılması ile fonksiyonu sınırlı sanılan hormon erkek beyninde de salgılanmaktadır. Baba- evlat ilişkisinde de çok önemli bir role sahip olduğunu son çalışmalar ile anlıyoruz. Yapılan hayvan ve insan çalışmalarında çiftler arasında aşk, bağlanma, tek eşlilik, çocuk sevgisi, güven duymak, empati, sosyalleşme üzerine oksitosin hormonunun olumlu etkileri olduğu düşünülmektedir. Stresle başa çıkma yollarından biri oksitosin salınımıdır ve strese karşı koruyucu etkileri vardır.

Henüz oksitosinin beyindeki nöronları nasıl etkilediğini ise tam olarak bilemiyoruz fakat Marlin ve ark.nın yaptığı bir çalışmada anne farelerde oksitosinin işitme korteksini etkilediğini ve bu bölgelerde oksitosin reseptörleri olduğunu biliyoruz. Oksitosin sosyal uyaranlara cevabı nöral plastisiteyi değiştirerek artırıyor gibi görünmektedir. Belki koku ile ilgili korteks bölgeleri ile de benzer bir etkileşimi olabilir. Genel olarak, koku ve hormon ilişkisinin yakın dönemde çok önemli bir çalışma alanı olacağını düşünmekteyim. Oksitosin üreten hücreler hipotalamik orta hatta, özellikle paraventriküler ve supraoptik çekirdekte yer alırlar. Normalde dolaşımda düşük düzeylerde olan hormonun yarılanma ömrü de 3 dakika olduğundan ve salınım sonrası hemen tekrar eski düzeylerine inebildiğinden ölçmek için hassas davranılmalıdır.

Reseptörleri ise amigdala, hipotalamo-hipofizer aksta, otonom sinir sisteminde yoğun olarak bulunur. Bu reseptörler sayesinde duygusal, sosyal ve adaptif davranışları etkiler. Kan düzeyleri aynı kalsa bile oksitosin reseptörleri ile yapılan çalışmalar bu reseptörlerin hastalıkların gelişmesinde, sosyal bağ, aşk, sevgi oluşumunda önemli olduğunu göstermektedir. Daha önemlisi beyinde eskiden düşünüldüğünden çok daha önemli bir role sahip olduğu ortaya çıkmaktadır. Aslında ‘beyin davranışı nasıl kontrol eder’ sorusunun önemli bir kısmının yanıtı bu hormonun araştırmaları sonucunda aydınlanabilir. İnsan beyninin gelişiminde ve sosyal öğrenmede oksitosin’in önemli bir rolü vardır. Oksitosin bağların kurulmasını sağlar. İntranasal oksitosin verilen insanların yabancılara karşı daha fazla güven duydukları bildirilmiştir.

Otizm spektrum bozukluklarında oksitosin hormonu yoğun olarak çalışılmaktadır. Çalışmalar otizme bağlı bazı semptomların oksitosin tedavisi ile düzelebileceğini göstermektedir. Oksitosin’in kompleks etkilerinin henüz tam olarak ortaya çıkarılamadığını söyleyebiliriz. Bu kompleks etkileşimler çözülmeden hormonun etkisini ve yararını tam olarak anlamak zordur. Basit bir cevap aramak yapılan en büyük yanlış gibi durmaktadır. Genellikle aranan cevap bu ilaç verilince işe yarıyor mu yaramıyor mu şeklinde olur ise tam olarak hormonun fonksiyonlarını anlayamayız. Sanırım bu hormondan diğerlerinde olduğu gibi öğrenebileceğimiz çok şey var.

Oksitosin diğer hormonlar ile birlikte çalışır, öbür hormonlarla ilişkileri çok önemlidir. Aynı bölgeden salınan vazopressin, oksitosin’in fonksiyonlarını etkilemektedir. Oksitosin yavrunun anne tarafından emzirilmesi ve beslemesini; vazopressin ise agresif annelik koruma güdüsü ile yavrunun ebeveyn tarafından korunmasını sağlar. Bu iki hormonun dengesi hem annelikte hem de eş seçiminde rol oynamaktadır. Son zamanlarda oksitosin hormonun azlığı ile diyabet ve obezite varlığı arasındaki ilişkiyi gösteren ve hormonun kemik bütünlüğüne yararlı etkileri olduğunu gösteren çalışmalar yayınlanmaktadır. Oksitosin’in intranazal yolla verilmesinin sağlıklı erkeklerde kalori alımını azalttığı gösterilmiştir.

Anoreksia nevroza gibi yeme bozukluklarında da faydası gösterilmiştir. Oksitosin’in hipotalamik obezitede önemli bir rolü olabilir, bu konuda çalışmalara ihtiyaç vardır. Oksitosin nöronları şekerli gıda alımı ile aktive olur fakat şekerli gıda alımını azaltır. Enerji balansında önemli olan bir hormondur. Gıda alımını arkuat çekirdek veya amigdala üzerindeki etkileri ve santral ödül yolaklarını düzenleyici etkileri ile azaltabilir. Diğer gıdalar ile salınım ilişkisini araştıran çalışmalara gerek vardır. Oksitosin santral olarak ventro-medial çekirdek ve periferik olarak pankreas üzerine etki ederek glukoz homeostazını düzenler.

Ayrıca, tat tomurcukları da oksitosin reseptörü ekprese eder. Oksitosin belki de şekerli tat alma duyusunu düzenlemektedir. Magnoselüler nöronlar arka hipofizde sonlanarak periferik etkileri meydana getirirler. Periferik yolla böbrek, yağ doku, pankreas ve gastro-intestinal sistem üzerinde etkiler gösterebilmektedir. Oksitosin maneviyatı artırabilir. Meditasyon sırasında oksitosin verilmesinin ruhani düşünceyi artırdığı, daha üst düzey bir bilinç sağladığı iddia edilmektedir. Kısaca dünyayı nasıl algıladığınızı değiştirebilir. Daha pozitif bir düşünce sağlayabilir. Kızılderililerin ot karışımları belki de oksitosin salınmasına yol açmaktadır. Ya da insan ölürken ciddi bir oksitosin salgılanması oluyor mu? Dinsel tören ve ibadetler sırasında bir artış oluyor mu? Aynı takımı tutan insanların maç sırasında acaba oksitosin düzeyleri nasıl etkileniyor? Yoğun bakım hastalarında sevdikleri ile temas kuramadıklarında acaba oksitosin düzeyi ne oluyor?

Bu soruların yanıtlarını tam olarak henüz bilmiyoruz. Her biri ayrı birer çalışma konusu olabilir diye düşünüyorum. Peki, oksitosin hormonunu az salgılayan, güvensiz, cimri ve bencil bir insan grubu var mı? Günümüz dünyasındaki saldırganlıkları, sosyal bozuklukları, savaşları, cinayetleri tek başına oksitosin vererek önlemek mümkün görülmemektedir. Ama sosyal zeka ve sosyal ilişkilerimizde oksitosin hormonunun bir rolü olduğu da gerçektir. Oksitosin otonom sinir sistemini düzenler, iyileşme ve dokuyu koruma etkileri mevcuttur ve ‘sevginin iyileştirme gücü vardır’ inancının temelini belki de oksitosin oluşturmaktadır. Oksitosin yüksek dozlarda vazopressin reseptörüne bağlanırlar ve defansif, agresif davranışlara yol açabilir.

Şunu unutmamak gerekir ki; bu hormonla oyun oynanmamalıdır. Bu hormon kesinlikle insanların kendi kendilerine uygulayabilecekleri veya basit ticari amaçlarla kullanılabilecek bir hormon değildir. Ticari şirketlerin bu hormonu bilimsel kanıtlar netleşmeden kullanmalarına kesinlikle kısıtlama getirmek gerekmektedir. Peki, İlaç vermeden oksitosin düzeylerini kendiliğinden artıramaz mıyız? Tabii ki artırılabilir!!! Kucaklaşmak, sarılmak oksitosin düzeylerimizi kolaylıkla artırır.

  • Sevdiklerinize sarılın, kucaklaşın konuşun bu sizi daha iyi ve sosyal bir insan yapacaktır.

======================================
Dostlar,

Ülkemizin bunaltıcı ikliminde değişik konulara yer vermekte yarar var.
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültemiz 11 yıldır GAZETE ANKARA TIP adıyla yılda birkaç sayı dergi çıkarmakta. Fakültemizden tıp – sağlık haberleri, kurum içi iletişim, halka dönük sağlık eğitimi.. gibi amaçlar taşımakta. 49. sayıdan yukarıdaki yazıyı sizlerle paylaşmak istedik. Söz konusu Dergiyi www.medicine.ankara. edu.tr adresinden pdf olarak okuyabilirsiniz. Nitekim ilgili yazıdaki birkaç görseli buraya aktaramadık.. (birkaç maddi hatayı düzelterek aktardık..)

Hormonlar dünyası son derece gizemli. Kanda (100 ml veya  litrede) düzeyleri nano – piko gramlar düzeyinde; 1 gramın milyarda – trilyonda 1’i gibi. Dolayısıyla bunca duyarlı biyokimyasal ölçüm tekniklerine ancak son birkaç onyılda sahip olabildik! Öncesinde, plazmada kozmik endokrin dalgalanmaların ayırdında değildik ve pek çok endokrinopatinin patogenezini günümüzdeki gibi berrak açıklayamıyorduk. Bu yüzden de mistik – metafizik önermeler öne çıkarılabiliyordu yer yer. Bilimin ışığı gerçekleri aydınlattıkça bu tür bilim – akıl dışı önermelere, hurafelere yer kalmadı, kalmayacak..

Örn. günümüzde prostat kanseri ve sağaltımında izlem için değerli bir ölçüt (tümör belirteci) olan PSA’yı (Prostata özgü antijen) 2010 yılında keşfedebildik..

Büyük ATATÜRK‘ün gerçekte evrensel değerde sözüdür :

  • Yaşamda en gerçek yol gösterici bilim ve tekniktir. Bunların dışında yol gösterici aramak şaşkınlık, aymazlık…. tır..

Sevgi ve saygı ile. 18 Mart 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

HASUDER : ŞEKER FABRİKALARI ÖZELLEŞTİRİLMESİN, NİŞASTA BAZLI ŞEKER ÜRETİMİNİN ÖNÜ AÇILMASIN!

ŞEKER FABRİKALARI ÖZELLEŞTİRİLMESİN,
NİŞASTA BAZLI ŞEKER ÜRETİMİNİN ÖNÜ AÇILMASIN!

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır.)

Bugün halk sağlığı açısından önemli bir tehlike olarak tartışılan Nişasta bazlı şeker (NBŞ), mısırın nişasta kısmından üretilen, şekere alternatif sıvı bir tatlandırıcıdır. Doğal değil, işlenmiş bir üründür; içinde çok yüksek oranda fruktoz bulunur.

Bu nedenle yüksek fruktozlu mısır şurubu olarak da adlandırılır. Maliyeti ucuz ve tatlandırma özelliği yüksek (çok tatlı) olduğu için gıda sektörü için çok caziptir. Gazlı ve meyveli içecekler başta olmak üzere çikolata, kek, şekerleme, reçel, marmelat ve jöle gibi şekerli gıdalarda yaygın şekilde kullanılmaktadır.

Eldeki kanıtlar, nişasta bazlı şekerlerin sağlık üzerine çok çeşitli ve olumsuz etkileri bulunduğunu göstermektedir.

  • NBŞ tüketimi kilo artışına ve obeziteye neden olur. Obezite, ülkemizde hem çocuklar hem de erişkinler için çok önemli bir sağlık sorunudur.

  • NBŞ, insülin direnci, tip 2 diyabet, hipertrigliseridemi (kanda trigliserid yüksekliği), abdominal (karın bölgesinde) yağlanma ve metabolik sendromla kesinlikle ilişkilidir.

  • NBŞ’nin çocuklarda diş çürüğü ile ilişkisi gösterilmiştir. Böbrek taşı ve gut hastalığına yol açabileceği düşünülmektedir.

  • NBŞ’nin özellikle çocuklarda yağlı karaciğer hastalığında aracı rol oynadığı konusunda yeterli kanıt oluşmuştur.

  • Doğrudan kanser oluşturduğu yönünde bir kanıt yoktur; fakat kilo artışı ve şişmanlık aracılığıyla kanserle ilişkisi olabileceğinden şüphelenilmektedir.

NİŞASTA BAZLI ŞEKERİN ÜRETİMİ HALKIN SAĞLIĞINI KORUMAK İÇİN SINIRLANDIRILMALIDIR!

Türkiye`de Şeker Kanunu`nun 3. maddesine göre pazarlanacak şeker miktarı, şeker türlerine göre kotalar ile belirlenir. Buna göre nişasta kökenli şekerler için belirlenecek toplam kota, ülke toplam kotasının %10’unu geçemez. Ancak Bakanlar Kurulu bu oranı artırmaya veya azaltmaya yetkilidir. Avrupa Birliğinde NBŞ için belirlenen kota % 5.3’tür. Türkiye’de ise Endüstrinin yönlendirmesiyle son 10 yıllık dönemde Bakanlar Kurulu NBŞ kotasını önce %15e yükseltmiş şimdi de %50 ye çıkarmayı tartışmaya başlamıştır.

Nişasta bazlı şekerlerin tüketilmemesi konusunda halkın bilgilenmesi ve toplumsal farkındalığın artırılması önemli olmakla birlikte, yeterli ve etkili değildir. Asıl önemli olan bu tür şekerin üretiminin kısıtlanmasıdır. Bu da halkın sağlığını her türlü yarardan üstün gören sağlıklı kamu politikalarının öncelenmesini ve uygulanmasını gerektirir.

Şeker fabrikalarının özelleştirilmesi, kâr etmenin toplumun sağlığından üstün tutulmasına ve üretimi daha ucuz olan nişasta bazlı şeker üretiminin artmasına neden olacaktır.

Bu gerekçeyle kamuya ait şeker fabrikalarının özelleştirilmesinden vazgeçilmeli, aynı zamanda Türkiye’de NBŞ kotasının artırılması durdurulmalı, Avrupa Birliği kota düzeyine indirilmelidir.
(http://hasuder.org/anasayfa/index.php/cal-sma-gruplar/bulas-c-olmayan-hastal-klar/484-saglikli-kamu-politikalarinin-oencelenmesi-icin-cagri)

HASUDER
Bulaşıcı Olmayan Hastalıklar Çalışma Grubu
========================================
Dostlar,

Bizim de üyesi olduğumuz HASUDER (Halk Sağlığı Uzmanları Derneği) yukarıdaki açıklamayı yayınladı web sitesinde.. Ne var ki; iktidar kanadında ipler tümüyle kopmuş görünüyor.. 

Tam bir karmaşa, başıboşluk ve TEK ADAMA TANRI GİBİ TAPINMA görüyoruz.. Çok hazin ve çok tehlikeli Türkiye için..

“Seçim İttifakı Yasası” Türkiye’de artık, yaygınlaşan deyimi ile “Demokrasiye çakılan son tabut çivisi..”. YSK da teslim alınmış durumda ve saçma sapan işler dünya alemin gözü önünde yapılagelmekte.

Mühürsüz zarf ve oy pusulalarının da geçerli olması ne demektir? Bir iktidar ve TBMM grubu bu denli mi gerçeklerden kopar ve gözü kararır? Sandık Kurulunun bu iki kağıdı mühürlemeyi ihmal etmesi / edebilmesi sorununa (!) karşı önlem olarak savunulabilir mi bu aklımızla alay eden yasal düzenleme? Sandık kurulunun yapacağı birkaç temel işten biri bu mühürleme işi değil midir? Mevzuata, yönergeye koyarsınız, sabah oy kullanmaya başlamadan önce bu mühürleme işinin bitirilmesini koşul koyarsınız.. Yurttaşı da iyice sıkılarsınız eğitimle, uyarıyla; zarfa ve oy pusulasına dikkat et, önce mührüne bak öyle al ve kulübeye git.. dersiniz.. Ama niyet başka.. Seçmen sayısından katlarca fazla zarf ve oy pusulası neden bastırılır?.. 26 maddelik yasanın TBMM’den jet hızıyla 1 gecede geçirilmesi TBMM’nin saygınlığı  adına ne çok acı verici! Her madde birkaç soru doğuruyor ve iktidarı suçüstü yakalamamıza kanıt oluyor.

AKP = RTE, ne pahasına olursa olsun seçim kazanmaya kilitlenmiş durumda. Sağduyunun zerresi kalmadı. Şeker fabrikalarının satışı – NBŞ şeker sorunu ve zincirleme doğacak ağır sorunları algılayabilecek düzeyde bir iktidar yok ortada.. Bu çok acı ve çok tehlikeli. 

Dış alemden de artık Afrin operasyonunun sonlandırılması için dozu giderek artan uyarılar geliyor. Ancak iktidar, denetimini yitirmiş durumda.. Tam bir şaşkınlık ve dissosyasyon izliyoruz. Yaşamın gerçekliklerinden kopmuş, kendi kurguladığı sanal alemde sürüklenen.

Bir politik şizofreni olgusu bu!.. Çok hazin, hatta dehşet verici..

Tüm uyarılar, öneriler, ricalar, çığlıklar, haykırışlar… boşlukta yitiyor; şizofrenik iktidarın harap burçlarından yankılanıp geri dönüyor..

Nereye dek?? Bilmiyoruz ama artık daha fazla uzamaması gerek.. Beka sorunu bu işte!

Sevgi ve saygı ile. 16 Mart 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – HASUDER Üyesi
Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Şeker fabrikaları kararının sağlığımıza olası etkileri

Şeker fabrikaları kararının sağlığımıza olası etkileri

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)
ABD’de yapılan bir araştırmada son 35 yılda görülen obezite artışının nişasta bazlı şekerin kullanımındaki artışla uyumlu olduğu gösterilmiştir… Temel hedeflerinden biri obeziteyle mücadele olan Sağlık Bakanlığı eğer programında samimiyse en kısa sürede bu özelleştirmeye müdahale etmeli ve durdurmalıdır.
Şeker fabrikaları kararının sağlığımıza olası etkileri
Doç. Dr. ASLI DAVAS
İzmir Dayanışma Akademisi
2016 yılında yapılan Türkiye Sağlık Araştırması’na göre 15 yaş üstü erkeklerin %15,2’si, kadınların 23,9’u obez, tüm toplumun %34,3’ü de fazla kiloludur. Tablo böyleyken her dokuz – on kişiden birinin şeker hastası olduğu bir ülkede şeker fabrikalarının halkın sağlığı için önemli olduğunu söylemek ironik aslında. “Olmasalar daha iyi” diye söylenebilir insan. Hele de Sağlık Bakanlığı’nın obezite mücadale programlarını, sürekli insanlara üç beyazdan (un, şeker, tuz) uzak durun, haftada en az üç gün spor yapın önerilerini düşününce…

Obezitenin tek nedeni olmamakla birlikte en önemli nedeni yanlış ve dengesiz beslenmedir. Normal koşullarda sağlıklı bir beslenmenin %40-50’sinin daha çok tahıl ağırlıklı olmak üzere karbonhidratlardan oluşması gerekiyor. Şeker ise dikkatle tüketilmesi gereken bir üründür. Avrupa Pediatrik Gastroenteroloji, Hepatoloji ve Beslenme Komitesi çocuk ve adölesanlarda (AS: ergenlerde) her türden serbest şeker tüketiminin %5’in, iki yaşın altındaki bebek ve çocuklarda ise daha da düşük düzeylerde olmasını önermekte (AS: günlük enerji alımının). Tüketirken şekerin kaynağının da miktarının da ne olduğu çok önemli. Meyve, bal, pekmez gibi doğal olmayan yollardan alınan her türlü şeker sağlığa bir biçimde zarar veriyor.

Peki şeker pancarından elde edilen şekerle nişasta bazlı şeker arasındaki fark ne?
Yiyecek ve içeceklerde kullanılan şekerler temel olarak sofra şekeri olarak bilinen ‘sakkaroz’ ve nişasta bazlı şekerlerdir (NBŞ). Sakkarozun çoğu kamıştan, dörtte biri de pancardan elde ediliyor. İkisi arasında bir fark yok. Nişasta bazlı şekerler, mısır nişastasından glikoz ve fruktoz şurubu olarak üretilmekte ve sakkarozdan farklı olarak monosakkarit yapıdalar. Monosakkarit olmaları doğrudan dolaşıma girmelerine, doyma hissi oluşmadan sindirilmelerine ve bu nedenle de daha çok tüketilmelerine neden oluyor. Fruktoz ve glukoz şuruplarının da sindirimleri birbirinden farklı. Genel olarak daha tatlı olduğu için tercih edilen fruktoz şurubunun şeker metabolizması kadar yağ metabolizması üzerinde de etkisi olduğu ve yüksek tansiyonlu hastalarda ürik asit metabolizmasını bozduğu biliniyor. Gıda endüstrisinde ucuz ve verimli olarak kabul edildiği için fruktoz şurubu daha fazla kullanılıyor.

Nişasta bazlı şeker ilk olarak ABD’de üretilmeye başlamış. Avrupa Birliği ülkelerinde nişasta bazlı şeker için ortalama %2’lik kota bulunurken, Türkiye’de Şeker Yasası ile nişasta bazlı şeker kotası %15 olarak belirlenmiştir (AS: Bu yasanın verdiği yeki ile Bakanlar Kurulunca belirleniyor kota oranı.. ). Bu şekerlerin temel kullanım alanları gazlı içecekler başta olmak üzere çikolatalar, gofret, şekerlemeler, bisküviler, hazır baklava, yaş pasta, kurabiyeler, meyve suları, gazlı içeceklerden ketçaplara kadar oldukça geniş bir yelpazeyi oluşturuyor.

  • Nişasta bazlı şeker bu kadar ucuzken niye şeker pancarı ekelim ve şeker fabrikalarını kapatmayalım?

Bu soruya birçok yanıt verebiliriz ama öncelikle çocuklarımızın daha nitelikli, sağlıklı ve uzun yaşayabilmeleri yanıtı verebiliriz. Çünkü nişasta bazlı şeker en çok çocuk ve gençlerin tükettikleri gıdalarda bulunmakta, hem şu anki hem de gelecekteki sağlıklarını etkilemektedir.

  • Türkiye, Cargill gibi şirketlerin raporlarına dayanarak NBŞ kotalarını arttırmaktadır.
  • Ayrıca genetiği değiştirilmiş mısırın hayvan yemi olarak ithalatına izin vermiş bir ülke olarak GDO’lu mısırın gıda sektöründe ne oranda denetlendiğiyle ilgili hiçbir uygulama ve buna dayalı veri paylaşımı yapılmamaktadır. GDO’lu mısırdan üretilmiş früktoz şurubunun zararlarının ayrıca değerlendirilmesi gerekmektedir.

ABD’de yapılan bir araştırmada son 35 yılda görülen obezite artışının NBŞ kullanımındaki artışla uyumlu olduğu gösterilmiştir. Fruktoz bazlı şekerin insülin direncini arttırdığı, tokluk hissinin kısa sürmesi nedeniyle besin tüketimini artırdığını gösteren pek çok çalışma vardır. NBŞ bazlı ürün tüketimiyle çocukluk çağı obezitesi ve şeker hastalığı arasındaki ilişkiyi gösteren birçok çalışma da vardır. Obez çocuklarda fruktoz tüketiminin kısıtlandığı bir araştırmada früktoz alımının kesilmesinden altı hafta sonra çocukların trigliserit (kolesterol) düzeylerinin düştüğü ve karaciğer yağlanmasında önemli bir gerileme olduğu saptanmış. Yine 2017 yılında yayınlanan bir araştırmada, yüksek doz fruktozlu yiyecek tüketen Latin ve Afrika kökenli çocuklarda, fruktozun kesilmesinden 10 gün sonra karaciğer ve bel bölgesi yağlanmada azalma, insülin kinetiklerinde de iyileşme gösterilmiştir.

Obezite ve fazla kiloluluk yoksullarda daha sık görülen bir sağlık sorunudur. Bunun da en önemli nedeni ülkelerin yanlış sağlık, tarım ve gıda politikalarıdır. Tarım ve gıda politikaları iyi olan ülkelerde sağlıklı gıdaların üretimi devlet tarafından teşvik edilir ve ucuzdur. Türkiye’de ise bir gıdanın daha sağlıklı olduğuyla ilgili bilimsel yayınların artmasıyla o ürün pahalı hale gelir; devlet kendi üretmez, yasalarla fiyatını sınırlamaz ve sübvanse etmez tam tersine dolaylı vergi kaynağı olarak kullanır. Örneğin zeytinyağı 20 yıl önce en çok tüketilen ve ucuz olduğu için küçümsenen bir ürünken bugün neredeyse sadece üst orta sınıfın tükettiği bir besin haline gelmiştir. Margarin, rafine edilmiş zeytinyağı kadar sağlıklı olmayan diğer yağlar ise daha ucuzdur ve yoksullar daha kolay erişir. Zeytinyağı hem ulusal hem uluslararası özel şirketler tarafından fiyatı belirlenen, rekabet nedeniyle fiyatının ucuzlaması beklenen ama yıllardır fiyatı artan, bu nedenle de alınması zor bir gıdadır. Benzer bir sonuç şeker üretimi için de gerçekleşecektir. Sofra şekeri yeterince üretilmediği için pahalılaşacak evlerde bile NBŞ kullanımı artacaktır.

Yukarıda sözü geçen NBŞ tüketimi artışına bağlı olumsuz sağlık sonuçları göstermektedir ki hükümet şeker fabrikalarını özelleştirirken, sadece devletin kar eden nadir kamu kurumlarından bir grubu kapatmayacak, bu fabrikalarda çalışan işçileri ya da pancar üretiminden geçimini sağlayan çiftçileri işsiz bırakmayacak; aynı zamanda artan obezite, diyabet, kalp hastalığı ve kanserlerin sağlık harcamalarını da üstlenmiş olacaktır. NBŞ şirketleri kar ederken tüm çalışanlar daha fazla sağlık primi ödeyecek, sağlık kurumlarına başvurduklarında da daha çok cepten ödeme yapacaklardır.
Temel hedeflerinden biri obeziteyle mücadele olan Sağlık Bakanlığı eğer programında samimiyse en kısa sürede bu özelleştirmeye müdahale etmeli ve durdurmalıdır.

  • NBŞ kotaları düşürülmeli,
  • NBŞ içeren ürünlere ek vergi konmalı,
  • okullarda bu ürünlerin satışı yasaklanmalı,
  • kamuoyu zararları konusunda bilgilendirilmelidir. (11.03.2018 10:09 BİRGÜN PAZAR)

=================================
Dostlar, 

ŞEKER ÇIKMAZI AKP = ERDOĞAN’ı SÜPÜREBİLİR!

Bu sorun çok önemli.. Erdoğan ciddi biçimde angaje görünüyor.. Bu amaçla kalkıp, egosunu bastırarak (?!) TÜRK-İŞ’in ayağına dek gitti. Niye acaba?? Ne konuşuldu, bilmiyoruz.

Halkı aldatma amaçlı küçük ödünler sürüyor. İktidar bütün kanalları kullanıyor kamuoyunu yönlendirmek ve çok ciddi biçimde yükselen karşıtlığı zayıflatmak için.. NBŞ kotasını %5’e çekmek de dahil.. Ancak Şeker Yasasındaki yetki orada duruyor. Bakanlar Kurulu, o yılki pancar şekeri üretiminin yarısına dek NBŞ şeker üretimine izin verebilir. Halen 350 bin ton / yıl dolayında olan bu kota, 2,250 milyon ton / yıl pancar kökenli şeker üretimi dikkate alınırsa, 1,125 milyon ton /yıla dek, artırılabilir. TBMM neden böylesine tehlikeli, ulusal çıkarlarla örtüşmeyen, halk sağlığını tehdit eden ve egemenlik haklarımızı zayıflatan… yetkileri tanır?? Haydi hükümet kimi nedenlerle çokuluslu şirketler ve ardındaki devletlerle ilişkilerde zayıf; Güçler Ayrılığı geçerli olan bir ülkede Parlamento bu zayıflığı Yasama yetkisi ile denetleyebilir ve böylesi bir olanağı Yürütme organına vermeyebilir. Yürütme de olası zaafiyetini bu yolla aşar..

Oysa Erdoğan, yaşamın her alanında mutlak söz sahibi oldu, bunu değerli buluyor! Ne yazık ki sık sık da kandırılıyor – aldatılıyor kendi ifadesi ile.. Bu açıklamaları içtenlikli ise, sigortası, derhal TEK ADAM REJİMİNİ TERK EDEREK demokratik, parlamenter hukuk devletinin kurumlarını doğal işleyişine bırakmaktır. Tersi, açıkça anayasal düzene fiili bir darbedir!

AKP = Erdoğan şeker fabrikalarının satışı için “angaje olmadığını”, ABD’ye…. söz vermediğini…  (ABD Dışbakanı ile bir Cumhurbaşkanı 3,5 saat ne görüşür??!) kanıtlamak istiyorsa; kamuoyunu dinlemeli, yandaş uzmanlarının yanı sıra karşıt uzmanları da dinlemeli ve bu son derece yanlış, kendisine ve partisine çoooook oya malolacak dayatmadan vazgeçmelidir. Ayrıca 16 Nisan 2016 halkoylaması sonucu Anayasa değişiklikleri tümüyle yürürlük almamıştır. Erdoğan, hala “sorumsuz cumhurbaşkanı” dır Anayasaya göre. Sorumluluk Başbakandadır, hükümettedir.

Bir kez daha anımsatalım; yapılan eylemli (de facto) dayatma, açıkça Anayasayı çiğneme (ihlal) suçudur.

Gündem oyunları ile de bir yere varmak artık çoook zorlaşmıştır. AKP = Erdoğan (+MHP) iltihakı (ittifakı değil; katılması!) öylesine zordadır ki, İstiklal Marşına bile el atmışlardır. Ayıptır, günahtır, yazıktır, insaf etmek, utanmak gerekir.. Bir toplumun temel değerleri ile bu denli oynanır mı? Toplum sersem sepelek edilmek istenmektedir. Ne adına?

– Şeker skandalını gündemden düşürmek için mi?
– 26 maddelik sözde SEÇİM İTTİFAKI yasasını unutturmak için mi?
– Yaşam pahalılığı – borçlar- işsizlik – OHAL’i… unutturmak için mi??
– 14 Mart’ta Ankara Tabip Odası’nın basın açıklamasını Numune Hastanesi bahçesinde kolluk zoru ile engellemeyi geçiştirmek için mi?
– Daha neler neler için??

Bütün bunlar çıkmaz sokaktır ve AKP – MHP debelendikçe batmaktadır.
Bu film siyasal tarihte çoooooooooook görülmüştür, klasiktir.. İktidardan düştüğünü – düşeceğini gören ve sağduyu ile bunu kabul etmeyen – edemeyen siyasal kadroların klişe ritüelleridir, bildik çırpınışlarıdır..

Afrin operasyonu 55. günündedir ve Suriye – Irak sınırları boyunca 1250 km cephede benzer operasyon aylar… aylar sür(dürüle)ebilir mi? Böylelikle 2019’a erişilir ve hamaset edebiyatı ile mi yerel seçimlere gidilir Mart 2019 sonlarında.. Ardından CB seçimine, genel seçimlere.. Bir “mucize” olur da / yaratılır da Erdoğan %51’i görürse, seçim ittifakı yasasını da unutur, MHP’yi de satar ve baskın seçime gidebilir..

Yapmayın efendiler, kıymayın bu ülkeye ve mazlum halkına.. Artık akl-ı selime gelin, yeter!

Sevgi ve saygı ile. 15 Mart 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

TARİKAT ŞEYHİNİN ÇOCUĞUNUN “ÇÜK-Ü ŞERİFİ” TÖRENLE ZİYARETE AÇILDI!

TARİKAT ŞEYHİNİN ÇOCUĞUNUN
“ÇÜK-Ü ŞERİFİ”
TÖRENLE ZİYARETE AÇILDI!

Konuk yazar :
Güzide Filiz TUZCU

(AS: Bizim “hazin” katkımız yazının altındadır..)

Perşembenin gelişi  – Çarşambadan bellidir:  Bugünlere gelineceği de 1940’lı yıllardan (ABD ile yapılan gizli ikili antlaşmalardan) beri belliydi…

(Kahin, ya da dahi  olmaya hiç gerek yok! Bizlere “tarih” diye dayatılan ezberleri bir kenara atmak,  objektif tarih kaynaklarını okumak ve tarih bilinci kazanmak, 1940’lardan bu yana izlenen iç ve dış siyaseti doğru anlamak için yeterlidir.)

1938 sonrasında Büyük Atatürk’ün “Tek mürşit – tek yol gösterici – tek rehber bilimdir”
zihniyeti ve olmazsa  olmaz olan tam bağımsızlık devlet ilkesi terk edilmiş 
ve onların yerine Batı kaynaklı bir plan sistematik olarak ikame edilerek, adım adım Osmanlı zihniyeti ve onun öngördüğü bilim ve akıl dışı orta çağ karanlığı yeniden hortlatılmıştır…

Bilimsel düşünceye, okumaya, öğrenmeye ve derin bir tarih bilgisine sahip olan Büyük Atatürk, Osmanlının Türkleri, sözde İslâm Dini adına “nasıl Arap diline ve geleneğine mahkûm ettiğini,
hurafelere, tekkelere, tarikatlara, sahte hocalara, şeyhlere, şıhlara ve karanlığa boğduğunu, böylece Türk Milletini cahil, yoksul ve biçare bıraktığını
” gayet iyi biliyordu:

Bunun içindir ki O dahi – O ileri görüşlü İnsan,  Osmanlı hanedanının yüzyıllarca bizzat beslediği, “insanı, insanlık akıl, vicdan, haysiyet ve onurundan çıkaran, böylece insanları, insanlıktan çıkartarak –  sürüleştiren ve iliklerine kadar sömüren” bu  karanlık kurumları toptan yasaklamıştı. Ne de iyi yapmıştı…

O böyle yaparak,  “Kuran’ın Tebliğ Ettiği Gerçek İslam‘ı Ön Plana çıkarmış ve bir daha Türk Milletini hiç kimse din maskesiyle sömürümesin diye” Türk Milletini dinen bilinçlendirmek istemişti. Ancak O’nun bu son derece isabetli – faydalı – medeni hedefi 1938 sonrasında maalesef fiilen engellenmiştir.

Son yıllarda bir Osmanlı hayranlığı ve modasıdır gidiyor… Bir başka deyişle,  birileri “Türklüğe ve Kuran’ın Tebliğ Etmiş Olduğu Gerçek İslâm’a” şiddetle karşılar ve bunlar, bir avuç devşirmenin saltanat sürdürdüğü, milletin ise hurafelere, cehalete ve yoksulluğa mahkûm edildiği karanlık ve çarpık düzene büyük özlem duyuyorlar!

Topluma yol göstermesi – toplumun yolunu aydınlatması gereken ve cesurca gerçekleri ifade etmesi gereken pek çok sözde aydın da (gazeteci, yazar – çizer, sanatçı, bilim insanı vs… de) ya bu Osmanlı zihniyetine alkış tutuyor ya da ölü gibi sessiz kalıyor!

Anlayana sivrisinek saz, anlamayana (ya da anlamak istemeyene)  davul zurna az.

=================================================
Dostlar,

Konuk yazar sayın Güzide Filiz Tuzcu’nun gönderdiği ileti yukarıda..

Dünden beri yeni bir gündem oyuncağı ile oyalanmamız istenmekte : İstiklal Marşı bestesi..
Sözde “Seçim ittifakı” yasası 26 madde olarak 1 gecede kavga – dövüş yüce meclisten geçirildi. Gerçekte demokrasiye muazzzam bir öldürücü darbe daha vuruldu.
Ama halkın dilinden almak gerek bu kritik sorunu – konuyu..
Bırakın asıl derdinizi, ben ne uygun görüyorsam onu konuşun..  haddinizi de sakın aşmayın bu arada..
21. yy. şafağında Türkiye’de demokrasinin içine sürüklendiği sefaletin fotoğrafıdır yukarıdaki sahne.. Ve devr-i AKP’de yaşanmaktadır. 15+ yılda yaratılan yıkım böylesine derindir.

Seferberlik gerekir bu yüz kızartan bataktan çıkış için. Acaba siyasal iktidar kendine düşen utancı yüklenir ve azıcık da olsa bir toplumsal rehabilitasyon düşünür mü?

İstiklal Marşının bestesi ile, evde torunun mehter marşı ile yürüyüşü ile (!?) toplumu bir kez daha tuzaklamadan??

Diyanet İşleri Başkanlığı süs müdür onca muazzam milyarlarca TL bütçesi, 150 bini aşan çalışanı, devasa örgütü, vakıfları ile??

Din bu mudur??

Sevgi ve saygı ile. 15 Mart 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 14 Mart 2018

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 14 Mart 2018

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

SAPIK
Bahçeli, “Bu kadar sapık ne ara türedi?”
Yamandıklarına bak, kasetleri anımsa …

BIYIK
RTE’nin tavsiyesi üzerine birçok vali bıyık bırakmış.
Koltuk için daha neler bırakırlar?…

BAYRAK
İktidar, Yunanistan’da Türk bayrağının yakılmasına tepki gösterdi. Olması gerekendir, destekleriz. Peki, TSK ile hareket eden ÖSO’nun Suriye bayrağını çiğnemesine ne derler?

  1. Önce onlar yaptı,
    b. Biz yapınca iyidir,
  2. ÖSO yapmış, karışmayız (ÖSO, TSK’nın denetiminde değil !),
  3. Suriye’de Esed var, O halkını öldürüyor? (Ne alaka!)…

DAYAK
AKP İstanbul Kadın Kolları Bşk. Ş. Döğücü, “Bizim kültürümüzde kadına el kalkmaz. Bu bizde yaşanan bir şey değil.” dedi;

  1. Zaten dile getirilen bütün olaylar Afrika ve Antarktika’dan,
  2. Kadınlarımız “döğücü” değil ki, çoğu dövülücü,
  3. Türk kültüründe yok ama dayak İslam’da var…

GÜNCELLEME
RTE’nin İslamın güncellenmesi sözü
ne tepki çok saydığı ağabeyi Mısırlıoğlu’ndan sonra Rotterdam İslam Üniv. Rektörü A. Akgündüz’den geldi. “Haddinizi aşmayın” diyerek..
Bağnazlık böyle bir şey, ödü kopar bir adım ilerlemekten,
Devletin başı da olsan korkarsın direnmekten…

GERİ
RTE, “Dinde reform istemek haddim değildir”
diyerek ilk fırsatta geri adım attı.
Bilgi, inanç, yürek gerek…

İLGİLİ
Başbakan Yıldırım, nişasta bazlı şeker için “zararlı olduğu konuşuluyor” dedi.
Ulusal soruna ve vatandaş sağlığına ilgisi!…

AYDIN
Aydın Valisi, bir ay süreyle açık hava etkinliklerini yasakladı.
Aydın’a aydınlık yok…

BOZKURT
RTE, Mersin’de halka “bozkurt” işareti yaptı.
Kendince eşref-i mahluk (insan) olmayanlara (oy için) kucak açtı,
Bozkurtla aldatanlar arttı…

GÜNEŞ

RTE, “Çözmemiz gereken mesele birtakım psikopatlara, cani ruhlulara, sapıklara harekete geçme cesareti veren iklimin ortadan kaldırılmasıdır.”
O iklimin güneşi tepede parlıyor…

ÖLÜM
Uçak kazasında ölen 11 genç kadının arkasından “iyi oldu, oh olsun” bile dendi.
İnsanlık kazası uçak kazasını geçti…

REKTÖR
Mardin Artuklu Üniv. Rektörü Ahmet Ağırakça Arap şeyhi gibi giyinerek poz verdi.
İlim irfanla ilgisi yok, birilerine yaranmak adamın derdi..
================================================

Teşekkürler değerli dostumuz Sn. E. Tümg. Naci Beştepe paşamıza…

Sevgi ve saygı ile. 15 Mart 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

ŞİİR KÖŞESİ : HELALLİK

ŞİİR KÖŞESİ…

HELALLİK…

Yanlış tarafa soruyorsun Hoca !!!
Yirmi yaşında fidan gibi Şehid arkanda;
Sen dönmüş;
O’nu, hayatının baharında al bayrağa sardıranlardan
Helâllik istiyorsun.
Yaptığın yanlış hoca, hem de çok yanlış !
*
Onların O’nda ne hakkı var ki?
Dön arkanı o kalabalığa, o ruhsuz kalabalığa
Şehidi al karşına ve..
Helâlliği O’ndan iste
*
Sor şimdi o bayrağa sarılı yiğide
De ki:
Sana gençliğini yaşatmayanlara,
*
Sen vatan için şehit düşerken “bedelli” diye ayrıcalık yapanlara,
*
Dağlarımızdan “Ne mutlu Türk’üm” yazısını kaldırıp
“Biji apo” yazdıranlara,
*
Sana “kelle”, bebek katiline “sayın” diyenlere,
*
“-Birkaç Mehmet şehit oldu diye Meclisi toplayamayız” diyenleri
Tekrar tekrar vekil olarak Meclise sokanlara,
*
Sen kuru kumanyayla yetinirken aksırıp, tıksırıp,
Çatlayıncaya kadar bu vatanı yiyenlere,
*
Senin şehit haberin üçüncü sayfalara düşerken
Seni vuran hainlerin şehitlik(!) kurmalarını seyredenlere,
*
Kanınla suladığın topraklardan ay-yıldızı indirip
Yerine, bölücü paçavralar astıranlara,
*
Yurdun bir bölgesinde her gün millete ve vatana hakaret edilir,
Devlete meydan okunurken
Bazı ruhsuzların, koltuklarını korumak için seyretmelerine,
*
Sen bu vatan, bu bayrak için can verirken
Senin cenazene dahi
Can korkusuyla, “koruma ordusuyla” gelenlere,
*
Bunları hala alkışlayıp, destekleyenlere,
*
Hakkını helal ediyor musun Yiğidim?
*
Eğil Hoca eğil
Kulak ver tabuta; ne diyor o Yiğit:
Haydi şimdi dön, yüreğin varsa
DUYDUKLARINI, CENAZEYE GELEN O “ZEVAT’A” DA SÖYLE !
Ve sor:
-Ne yüzle geldiniz buraya

========================================================
Dostlar,

Yazanı / yazarı belirsiz olarak bize ulaşan bu içten ve çoooooooooook gerçekçi dizeleri içimiz ezilerek paylaşmak istedik…

Ulusumuza, şehit – gazi ailelerine dayanç diliyoruz…
Ne işe yarayacaksa bilemiyoruz ama acılarının yarısını paylaşmak istiyoruz..

Toplumda 1984’ten bu yana 40 bin dolayında can yitiğimiz var.. Delip geçmediği aile kalmadı neredeyse. Ulus acıdan – travmadan sersemleştirildi, dilimiz varmıyor söylemeye ama manyaklaştırıldı – mankurtlaştırıldı neredeyse..

Derin ve çok kapsamlı bir toplumsal travma yaşatılıyor Türkiye’ye son onyıllarda..
Sağduyusunu yitirsin, yanlış tepkisel kararlara zorlansın, kalkınmaya odaklanamasın.. diye.

Bu iğrenç, insanlık dışı lanetli senaryoda doğrudan – dolaylı rolü olanları nefretle kınıyoruz.
Halkımıza gerçekleri durmaksızın anlatmak zorundayız direncini pekiştirmek için.

  • Toplumsal travma ile başedebilmesi için sosyal psikolojik destekler vermeliyiz.

Suriye’de her gün ”…şu kadar terörist öldürüldü hamdolsun; akşama daha da artar inşallah..” içerikli söylemlere der-hal son vermeliyiz.. Uluslararası hukuk bakımından çok zor duruma düşeriz! Meşruluk zeminimizi yitirebiliriz..

Savaşın bile bir namusu – ahlakı – etiği – hukuku – insancıl yanı olmak gerekir..
Türkiye’nin karşısında bir devlet olmadığı için Zeytindalı Harekatı‘nın uluslararası hukuka göre bir savaş olmadığını biliyoruz.. BM Anlaşması önünde meşru olduğunu da.. Ancak yine de insanların ölmesi yüreğimizi acıtıyor.. Bu meşru savunmayı bile Türkiye en az kan dökerek yapmalı. İnsancıl savaş hukukunu, Cenevre Sözleşmelerinin gereklerini özenle uygulamalı.

Başlıca çare, Suriye’nin meşru hükümetine ”rejim” deme büyük ayıbından, BM üyesi bu komşu ülkeye hakaretten derhal sıyrılarak teröre karşı savaşımı bu ülkenin resmi hükümeti ve güçleriyle yapmaktır.. ÖSO (Özgür Suriye Ordusu) denilen çapulcularla değil..

İçeride şehit – gazi edebiyatı asla yapılmamalı, 5-6 yaşındaki çocuklar bayrağa sarılarak ”şehir olursa” diye iğrenç şovlardan mutlak olarak kaçınmak gerekir. O yaşta bir çocuk ölüm – gazi – şehit kavramlarını soyutlukları nedeniyle gerçek anlamda değerlendiremez, ruhsal dünyası altüst olur. Bilimsel olarak son derece hatalıdır. Türkiye bunları hak etmiyor, yakışmıyor ülkemize..

Asla unutulmasın; Büyük ATATÜRK savaş için zorunlu koşulu, yaşamı cephelerde geçmiş bir gazi komutan olarak şöyle tanımlamıştı :

* Savaş, milletin yaşamı tehlikeye düşmedikçe bir cinayettir.

Sevgi ve saygı ile. 12 Mart 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

İktidarlar deniz haklarımızı korumuyor !

İktidarlar deniz haklarımızı korumuyor !

Konuk yazar : Haluk DURAL
Millî Merkez Genel Sekreteri, 10.03.2018
halukdural@gmail.com 

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Özet

Kuzey Afrika ve esas itibariyle Ortadoğu’da devam eden savaş ve çatışmaların arkasındaki esas sebep, başta ABD olmak üzere İngiltere, Fransa ve Almanya gibi emperyalist devletlerin doğu Akdeniz ve Ortadoğu bölgelerindeki jeopolitik çıkarlarıdır. Bu çıkarlar ise Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’deki petrol ve doğal gaz kaynakları ve buralardan çıkan veya çıkarılacak olan hidrokarbon enerjinin dünya pazarlarına sevkedileceği kara ve deniz güzergâhları üzerindeki hakimiyet mücadelesidir. 

Elbette, ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi çerçevesinde kurmayı düşlediği Kürdistan devleti ana hedeflerden birisidir ama eğer Suriye’nin kuzeyinde Akdeniz’e çıkışı olan böyle bir devlet kurulursa bölgedeki, karalarda ve doğu Akdeniz’deki bütün petrol ve doğalgaz üretimi üzerinde ABD ve İsrail’in kesin denetimi olacaktır. Böyle geniş kapsamlı bir denetim Avrupa’nın Rusya doğalgazına bağımlılığını azaltacağı gibi, Ortadoğu petrollerine bağımlı ülkeler için de önemli bir tehdit unsuru olacaktır.

Doğu Akdeniz enerji kaynakları

Jeolojik olarak doğu Akdeniz bölgesinde Kıbrıs, Eratostenes yükseltisi, Lazkiye, Levant, Judea, Nil, Batı Arap bölgesi ve Zagros bölgesi olmak üzere sekiz tane önemli basen (havza) bulunmakta olup; tarihsel olarak Nil Delta baseni ile Batı Arap ve Zagros (Irak, İran ve Körfez ülkeleri) bölgelerinde hidrokarbon üretimi yapılmakta olup, günümüzde gözler Levant basenine çevrilmiş bulunmaktadır [1]. Bölgedeki petrol ve doğal gaz oluşumları aşağıdaki haritada görülmektedir [2].
……………….
………………….
Sonuç

Her an ortalama 2.000 ve yılda 200.000 geminin hareket ettiği Akdeniz, dünyanın en önemli su yoludur. Akdeniz’in stratejik önemi, doğu Akdeniz’de ortaya çıkan petrol ve doğalgaz varlığı, üç kıtanın ortasında yer alması ve Ortadoğu / Hazar enerji kaynaklarına yakınlığı nedeniyle günümüzde çok artmıştır. Bu nedenle Türkiye:

1- Mısır, GKRY ve Yunanistan arasında yürütülen ve Akdeniz’i paylaşmayı amaçlayan MEB-EEZ (AS: MEB; Münhasır Ekonomik Bölge, EEZ : Exclusive Economic Zone) çalışmaları hakkında Birleşmiş Milletlere derhal itirazlarını bildirmelidir.
2- Resmî olarak Akdeniz’de kendi MEB-EEZ alanlarını DERHAL ilân ederek, kıyıdaş ülkelere müzakere çağrısı yapmalıdır.
3- Kıbrıs’ın güneyi dahil Akdeniz’de hidrokarbon arama ve çıkarma faaliyetlerini kesintisiz olarak sürdürmelidir.
4- Suriye ile sürdürülen düşmanlık politikasına derhal son vererek, Akdeniz’deki menfaatlerin korunması için ortak hareket etmelidir.
5- Rusya ve Çin Halk Cumhuriyeti ile Akdeniz hidrokarbon rezervlerinin arama ve işletme konularında ortaklıklara giderek, stratejik bir denge kurmalıdır.
6- KKTC’nin bağımsız bir devlet olarak varlığını sürdürmesini ve giderek Türkiye ile bütünleşmesini sağlayarak, Akdeniz’de stratejik üstünlüğünü devam ettirmelidir.
7- Daha uzun vadede ise, gerek Akdeniz havzası ve gerekse Ortadoğu’da istikrarın sağlanabilmesi için, emperyalist batının Türkiye’nin / Karadeniz’in kuzeyinden ve güneyden yaptığı büyük cepheli saldırganlığının durdurulabilmesi için, Çin ve Hindistan tarafından aktif destek sağlanacağı; KKTC, Filistin, Lübnan, Suriye, Irak, İran, Azerbaycan ve Rusya’nın katılacakları geniş bir jeostratejik cepheye sahip Batı Asya Birliği’nin kurulması için çabalamalıdır [1].

[1]:  Halûk DURAL sunumu, Anti-emperyalist Kadınlar Buluşması Konferansı, 25 Şubat 2012 Ankara
=============================================
Dostlar,

Türkiye’ye dönük kuşatma – baskı – bunaltma stratejileri emperyalist Batı tarafından sürdürülmekte. Kuşkusuz yeni bir olgu değil bu durum. Uluslararası politikanın bir anlamda kaçınılmaz bir anlamda da olağan girişimleri. Bulunduğumuz coğrafyada rahat – huzur yok.

Bu bakımdan Ulusal Dış Politikanın çok özenle yürütülmesi, muhataplara güven vermesi ve istikarlı ilkelere dayanması kaçınılmazdır. Büyük ATATÜRK döneminde bu ilkeler belirlenmiş ve ustalıkla yürütülerek büyük ve kalıcı başarılara imza atılmıştır. Montrö Boğazlar Sözleşmesi, Hatay’ın anavatana katılması, İnönü’nün Türkiye’yi 2. Büyük Dünya Paylaşım Savaşına sokmaması… gibi..

Akdeniz’deki MEB – EEZ (AS: MEB; Münhasır Ekonomik Bölge, EEZ : Exclusive Economic Zone) haklarımızın Türkiye ve bağımsız – egemen bir devlet olarak KKTC’nin hakları bakımından uluslararası hukukun özelikle Deniz Hukukunun gereklerine uygun olarak savunulması yaşamsal derecede önemlidir.

Dostumuz Planlama Uzmanı Sn. Haluk Dural, ulusal çıkarlarımız bakımından çok önemli bir konuyu, Türkiye’nin vahşice oynanan ve işgal edilen gündemine gerçek ve stratejik bir başlık olarak taşıyor. Haritalar – çizimler de içeren 7 sayfalık kapsamlı ve emekli çalışmasından giriş ve sonuç bölümlerini yukarıda sunduk. Sn. Dural’a yetkin emeği ve paylaşımı için şükran doluyuz.
Tüm pdf metni için lütfen tıklayınız : Iktidarlar_deniz_haklarimizi_korumuyor_Haluk_Dural

AKP’nin hala stratejik müttefiki (!) ABD; Suriye’de, Kandil’de, üsleriyle yurt içinde… ülkemize karşı sürdürdüğü kontrollü de-stabilizasyon hatta PKK ve türevleriyle yürüttüğü vekaleten savaş yetmezmiş gibi, bir de GKRYnin Türkiye ve KKTC’nin MEB’nde deniz altında doğalgaz vb. kaynak araştırmalarına kalkan olmak üzere 6 . Filoyu gönderecekmiş!.. Ciddiye almak ve kararlılıkla, uluslararası hukuku arkamıza alarak gereklerini yapmak zorundayız.

Ne yazık ki AKP = Erdoğan, seçim kazanmaya kilitlenmiş bir yapay (manüplatif) gündem ile Türkiye’yi teslim alma çabasında.. Bu ciddi ve ağır handikapın aşılması gerek..

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com