Etiket arşivi: profsaltik@gmail.com

Türk Tabipleri Birliği : Yeni Hükümet’in dikkatine!

Yeni Hükümet’in dikkatine:
Yalan değil, çözüm istiyoruz!

tabip

AKP’nin 13 yıllık yalanlarla dolu iktidarı 7 Haziran 2015 seçimiyle sona erdi.
Tıp Dünyası olarak, siyasal partilerin koalisyon arayışları sürerken, hekimler ve sağlık çalışanlarının yeni hükümetten ve yeni Sağlık Bakanı’ndan beklentilerini ve istemlerini anımsatmak istedik.
  • Çalışma koşullarının acilen düzeltilmesi
  • Emekliliğe yansıyacak temel ücretlerin iyileştirilmesi
  • Fiili hizmet zamlarının ödenmesi
  • Tıp eğitiminde niceliği değil, niteliği önceleyen politikaların uygulanması
  • Bütün yurttaşların eşit, ücretsiz, nitelikli sağlık hizmetine ulaşabilmesi

Tıp Dünyası – ANKARA

AKP’nin 13 yıllık yalanlarla dolu tek başına iktidarı 7 Haziran 2015 seçimiyle sona erdi. Sağlık, bu yalanların en fütursuzca sergilendiği alanların başında geldi. Sağlıkta “reform” yaptık denildi, “çağ atladık” denildi, “bütün vatandaşlar memnun, istediği hastaneyi, istediği hekimi seçebiliyor” denildi. Oysa halkın ve sağlık çalışanlarının gerçekleri böyle değildi.

Sağlık bir tüketim malzemesine, üzerinden kâr edilen bir metaya dönüştürüldü. Kamuda uygulanan “performans” sistemi, özel sektörde ise ciro ve kar baskısı sağlık hizmetlerini şekillendirdi. Muayene, ameliyat sayıları, ilaç tüketimi, tetkik sayıları son 10 yılda üçer kat arttı. Muayene sayılarındaki artış özel sektörde 13 katı buldu.

Tıp ve sağlık eğitimi sayısız nedenle zarar gördü. Türkiye ciddi biçimde niteliksiz tıp
ve sağlık eğitimi sorunuyla karşı karşıya bırakıldı. Sağlık çalışanlarının çalışma koşulları ağırlaştı, hak gaspları yaşandı. Sağlıkta şiddet hiç olmadığı kadar arttı. Sağlık çalışanları ücret yetersizliği ve adaletsizliği, çalışma barışının bozulması, ağır çalışma koşulları,
mesleksel tatminsizlik, meslekte yükselmelerde kayırmacılık, liyakatın dikkate alınmaması
ve şiddet nedeniyle ciddi sıkıntılar içine düştüler.

En temel insan hakkı olan ve herkesin ayrımsız olarak en nitelikli biçimde ulaşabilmesi gereken sağlık hizmetlerinde durum, başlangıçtaki göz boyama uygulamalarından sonra giderek olumsuzlaştı. Vatandaşlar giderek ceplerinden daha çok katkı/katılım payı ödemeye buna karşılık sağlık hizmetine daha az ulaşabilmeye başladılar. Aşılama oranları düştü,
bebek ölüm hızı yükseldi. Vatandaşların sağlıktan memnuniyeti giderek azaldı.

Gerçekleri görün!

7 Haziran seçimleri sonrası yeni hükümet arayışları sürüyor. Hekimler ve sağlık çalışanları yeni hükümeti ve yeni Sağlık Bakanı’nı, belki de AKP’nin oy yitirmesinin nedenlerinden biri olan sağlıktaki olumsuz tabloyu görmeye, doğru okumaya ve hekimlerin/sağlık çalışanlarının istemlerini dikkate almaya çağırıyor ve acil itemlerini bir kez daha hatırlatıyor:

–  Çalışırken de emeklilikte de insanca yaşayabilecek güvenceli bir gelir talep ediyoruz. Hazırladığımız yasa teklifi doğrultusunda acilen emekliliğe yansıyan ücretimizin ve
mevcut emekli hekim maaşlarının iki katına çıkmasını istiyoruz.

–  İnsanüstü bir çabayla, insanlık dışı, şiddet gördüğümüz koşullarda çalışıyoruz.
36 saat kesintisiz, ihtiyaç molası bile veremeden, performans/ciro baskısı altında,
sağlıksız koşullarda, şiddet baskısı altında, taşeron sistemiyle çalışıyoruz.
Çalışma koşullarımızın acilen düzeltilmesini talep ediyor;
yetkilileri taşeron sistemine “çağdaş köleliğe” son vermeye çağırıyoruz.

–  Yıllarca haftada 40 saatlik yasal sürenin çok üzerinde ve ağır koşullarda çalıştığımız halde bugüne dek bir türlü verilemeyen fiili hizmet zammını talep ediyoruz.

–  Başta tıp eğitimi olmak üzere sağlık alanındaki mesleki eğitimin niteliğinin giderek bozulduğunu, bunun halkımızın geleceğini tehdit ettiğini görüyoruz. Tıp ve sağlık eğitiminde meslek örgütleriyle, ilgili derneklerle işbirliği yapılmasını, sayıyı değil niteliği önceleyen
bir politikayı talep ediyoruz.

– Katkı, katılım paylarıyla, istisnai hizmet tanımıyla, fark ücretleriyle,
5 dakikalık randevu süreleriyle halkımızın sağlık hizmetine erişimi kısıtlanmaktadır.

Nitelikli sağlık hizmetine bütün yurttaşlarımızın ücretsiz ulaşabilmesini talep ediyoruz.

===================================

Dostlar,

“Bayram günü” nde bile şehitlerimiz var ne acı ki!…
İki şehidimizin acısı tüm “buruk Bayram” coşkusunu baskıladı.

Karayolları değil artık KANYOLLARI demeli…

Niğde’de bu gün 13 ölü var trafik cinayetinde..
İlk 7 günde 90 “kurban” (ölü!) ve 420 yaralı var KANYOLLARINDA..
Hac’da ise 753 ölü!
4 milyon Suriyeli yurdundan oldu, 300 bini öldürüldü..
Dünyanın birçok yerinde sıcak bölgesel çatışmalar var çoğunu emperyalizmin kurguladığı!
Ne oldu Türkiye^ye ve Dünyaya??

Tüm bu ağır, önemli bir bölümü güdümlü gündem boğuntusunda,
belki gerçekte daha da önemli sorunlarını hiç konuşamıyor..

Bunların başında SAĞLIK SORUNLARIMIZ geliyor..

Sağlıklı olmayan bir toplumun ne anlamı var ki?
Sağlıklı olmayan bir toplum hangi sorununa çözüm üretebilir ki??

Bu yüzden zaman zaman bu sitede sağlık sorunlarımızı öne çekiyoruz..

Sağlık, eğitim, ekonomik demokrasi… temel sorunlarımız ve iç – dış güvenlikten artakalan zamanlarda değil her zaman konuşabilmeliyiz, konuşmalıyız..

Sevgi ve saygı ile.
25.09.2015, Manavgat

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Sermayenin yeni köleleri: Sığınmacı çocuk işçiler!

Sermayenin yeni köleleri:
Sığınmacı çocuk işçiler!

Türkiye’de yasak olmasına karşın çalıştırılarak sermayeye ucuz işgücü oluşturan çocuk işçilere Suriye’den kaçarak Türkiye’ye sığınan binlerce yeni çocuk işçi eklendi. BMMYK’nin (Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği) 2014-2015 yılı istatistiklerine göre, Suriye’den 3 milyon 956 bin 198 kişi kaçtı ve bunlardan 2 milyona yakını Türkiye’ye sığındı. İstatistikler bu rakamın yarısının çocuk olduğunu ortaya koyuyor. % 14,2’si 12-17 yaş arasında olan bu çocukların büyük bölümü çalışarak ailelerine destek olmaya çalışıyor. Çoğu yasadışı yollardan Türkiye’ye giren bu çocukların kayıt dışı olmaları nedeniyle rahatlıkla sömürü aracı olduğu bildiriliyor.
 

İnsan haklarına aykırı!

Bu durum işsiz sayısının 5 milyonun üzerinde olduğu Türkiye’de daha kötü koşullarda ve daha düşük ücrete çalışmaya hazır bir işsiz kitlesi oluşturuyor. Suriye’den Türkiye’ye gelen çocukların büyük bölümü tekstil işçiliği, hizmet sektörü, mevsimlik tarım işçiliği, çobanlık, inşaat işçiliği gibi çeşitli işlerde çalışıyor. Bunun yanı sıra zorla evlendirilenler, evlilik için satılanlar, fuhşa zorlananlar ve dilencilik yapanların sayısının oldukça fazla olduğu belirtiliyor. Çocukların çoğu günde 11 saatten fazla ve haftada 6 gün sigortasız ve
iş güvencesiz çalıştırılıyor. Türkiye’de kaçak olarak bulunan çocukların ‘’Polise ihbar’’ korkusu sömürüyü daha da ağırlaştırıyor.
 

Ücretleri de düşürüyor

Türkiye’ye güney sınırından girerek gelen bu ucuz işgücünün Türkiye’deki işçiler
üzerinde baskı yaratarak iş gücü pazarındaki ücretlerin azalmasına da neden oluyor. 
Piyasada Suriyelilerden oluşan iş gücünün farkındaki işverenler sosyal haklar,
sigorta, tazminat, gibi yükümlüklerini yerine getirmemeye başladı

Çağlar Ballıktaş/BirGün, (http://www.guvenlicalisma.org/index.php?option=com_ content&view=article&id= 15622:sermayenin-yeni-koleleri-siginmaci-cocuk-isciler&catid=154:gocmen-isciler&Itemid=244)

================================

Dostlar,

Ne demeli??

Ülkemizde zaten İş Sağlığı ve Güvenliği Mevzuatı delik deşik, uygulanması çok zor bir durumdaydı. Sermaye hep boşlukları arıyor ve buluyor, Çalışma Bakanlığı da görmezden geliyordu. En son acı örneği 13 Mayıs 2014 Soma işçi kırımı idi; 301 “kurban” aldı! Yargılama hala sürüüüp / sürünüp gidiyor…

13 yıllık AKP döneminde 16 bin dolayında emekçiyi işçi cinayetlerine “kurban ” verdik.

Şimdi yeni “meşruiyetler” (!?) doğdu..

“Suriyeli garibanlara durumları elverdikçe iş vermeyelim de ne yapalım, hırsız mı olsunlar??” sorusu işe yaramaktadır. Sakıncaları yukarıda özetlenmiştir. Verili (de facto) durumu kurallı hale getirecek geçici mevzuat düzenlemelerinin ivedilikle yapılması zorunludur.

Suriye trajedisinin 1. derecede sorumlusu Batı emperyalizmi (ABD-AB-Siyonizm), yarattığı kanlı tablonun çok ağır maddi – manevi yükünü de Türkiye’nin üstüne yıkmıştır. Türkiye’de iktidarı maşa olarak kullanmış, “Şam’da Emevi camisinde namaz kılma hayalleri ile akılları devşirilenler, 2 milyonu aşkın Suriyelinin Türkiye’ye yığılması ile yüz yüze kalmışlardır. Ancak “Onlara ensar olduk..” diye yüz kızartıcı yalanlar ve ikiyüzlülük sergilemişlerdir.

Yapılması gereken, geç de olsa, ABD ne derse onu yapan Bay RTE‘nin sonunda saadede geldiği gibi “Geçiş döneminde de olsa Esed’le gidilebilir..”  buyurduğu üzere, Suriye’den çekilmek ve hızla barışın kurulmasıdır. Suriye Suriyelilere bırakılmalıdır çünkü onlarındır.
4 milyona yakın Suriyeli hızlı bir planla ülkelerine döndürülmeli ve insanlık utancı durumuna gelen “mülteci dramı” sonlandırılmalıdır.
BM’nn en acil görevi budur.

Suriye’yi bölmek için çıkarılan iç savaşta ölen masum 300 bin Suriyelinin ve büyük acılar çeken – çekmekte olan milyonlarca Suriyelinin günahı “uygar” (!?) Batı emperyalizminin kanlı hesabına yazılmıştır. Bu alçakça senaryoda taşeronluk yapan Türkiye, Katar, S. Arabistan .. gibi ülkelerin söz konusu politikaları utanç verici, yüz kızartıcıdır.

Yüce Tanrı, bu gibilerin “kestiği kurbanlara” (!) -haşa- aldanarak onları asla bağışlayacak her halde değildir.

Sevgi ve saygı ile.
25.09.2015, Manavgat
 

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

“TERÖRE HAYIR; KARDEŞLİĞE EVET” YÜRÜYÜŞÜ


“TERÖRE HAYIR; KARDEŞLİĞE EVET” YÜRÜYÜŞÜ

portresi

 

 

Zeki Sarıhan

 

 

17 Eylül günü Ankara’da Sıhhiye’den Ulus’a kadar yapılan “Terör’e Lanet, Kardeşliğe Evet” yürüyüşü, bir Erdoğan organizasyonu olarak görülüyor. Bunun üç kanıtından

– birincisi yürüyüşü düzenleyen meslek birliklerinin çoğunun hükümet yanlısı olması,
– ikincisi şiddetin durdurulması için hükümete bir çağrı yapılmayışı,
– üçüncüsü ise Erdoğan’ın 3 gün sonra İstanbul’da Meclis Başkanı ve Başbakan’la birlikte katılacağı aynı temalı büyük bir miting yapacak olmasıdır.

Mitinge siyasal partilerin çağrılmayışı, bunun bütün milleti, ayrım gözetmeden temsil ettiği izlenimini vermek içindir. Katılımcıların kendilerini temsil eden pankartları taşımalarının ve slogan atmalarının yasaklanması da aynı görüntüyü güçlendirmek içindir.

Önce Osmanlı Ocakları, yurdun çeşitli yerlerinde Kürtleri dövmekle, terörü destekliyor diye gazete basma ve gazetecileri tehdit etmekle işe başladılar. Fakat bu eylemler, zaten gergin olan Kürtlerle devlet arasındaki düşmanlığı daha da derinleştiren ve ülkeyi yönetilemez hale getiren bir sonuç doğurabilirdi. Tüccarlarımızın, sanayicilerimizin, esnafımızın ise bundan bir çıkarı olamazdı. Hükümet çevreleri de Osmanlı Ocaklarının bu hareketini zapturapt altına aldılar ve protestoları daha büyük kitlelerin makul göreceği bir şekle sormak istediler.

Türkiye siyasi bir kriz içindedir ve bu tip krizlerden Başbakan’ın birkaç gün önce oylarının biraz arttığını söyleyen demecinde de görüldüğü gibi hükümet partisi yararlanır. Kendisini güvende görmeyen kitleleri koruyabilecek tek güç kendisinin olduğu izlenimini verir.

Türkiye halkının Türküyle, Kürdüyle şiddetin bir an önce durmasını istediği, şiddet ortamından derhal barış ortamına geçilmesini istediği bir gerçektir ve birçok aklı eren kişi de bunu dile getiriyor. Aydınlar, bağrı yanık anneler, bazı meslek odaları ve kitle örgütleri, siyasi partiler şiddetin sona ermesi için asıl görevin devlete düştüğünü, hükümetin şiddeti azdıran tutumdan vazgeçmesini istiyorlar. Fakat hükümet, 1 Kasım seçimlerinde milliyetçi oyların hiç değilse bir kısmını kazanmak için bu önerilere yaklaşmıyor, hatta bu insanları ve çevreleri
terör destekçileri olarak ilan ediyor.

17 Eylül yürüyüşünü düzenleyenler, hükümeti bu konuda göreve çağıran bir söylem geliştirememişlerdir. Niyetleri ne olursa olsun, yürüyüşe katılan ve yurtseverliklerinden kuşku duyulamayacak kitleler, sonunda hükümet politikalarının bir eklentisi haline gelmiştir. Pazar günü yalnız AKP’lilerin katılması beklenen İstanbul mitingiyle 17 Eylül mitinginin, özünde aynı olacağı görülecektir. Şu farklı ki, Erdoğan yalnız kendi seçmen kitlesine hitap edeceği için alışılageldiği üzere üslubunda daha sert olabilecektir.

Bu zamana kadar benzer temalı yürüyüşler Anıtkabir’de sonuçlanırdı. Bu kez yürüyüş 23 Nisan 1920’de açılan İlk  Meclis binasına yönlendirildi. Bunun anlamı mitingi düzenleyen kesimlerden bir kısmının Anıtkabir yolunda ayaklarının geri geri gitmesi bir de “Kurtuluş Savaşını Türk Kürt birlikte verdik. Bu bizim kardeşliğimizin tescilidir” anlayışını hatırlatmaktır. O ilk Meclis, gerçekten de kardeşliği güçlendiren politikalar geliştirmişti. Pek çok kez tekrar edilen bu söylem artık derde deva olamıyor.

Şimdi, Ortadoğu’daki yangına karşı Türklerle Kürtlerin gönüllü birlik içinde karşı koyacağı politikaları geliştirmenin zamanıdır.

YARANIN SARILDIĞI BAYRAK…

Bir de bayrak tartışması yaşandı. Bu bayrak çok uzun yıllar resmi dairelerde başka bir rakibi olmadan dalgalandı ve devleti temsil etti. Ancak, AKP’nin iktidara gelmesinden sonra onun İslami bir söylemi benimsemesiyle, Atatürkçüler ve milliyetçiler tarafından hükümete karşı sallandı. Sonunda AKP, bu bayrağı ihmal etmenin kendisine hayır getirmeyeceğini anlayınca mitinglerini bayrak denizi haline getirdi. Devletin ve milletin böyle ortak bir simgesinin el değiştirmesi, din ve milliyetçilik gibi başka bazı simgelerin de başına gelmemiş değildir.

HDP’yi bir Türkiye partisi haline getirmeye çalışan Selahattin Demirtaş’ın bu mitingin bir bayrak mitingi halinde geçecek olmasından ürktüğü anlaşılıyor. Her ne kadar bu bayrağın kendileri de içinde olmak üzere herkesin bayrağı olduğunu söylese de onun Kürt siyasi hareketine karşı kullanılacağını anlamıştır. Geçtiğimiz haftalarda sorumsuz bazı grupların HDP bürolarını basarak buraya zorla Türk bayrağı asmaları, hele bir Kürt çocuğunu döverek vücuduna -yaralarını sarmak için değil- boğazına hançeri dayayıp kelime-i şahadet getirilmesi istenen biri gibi bayrak sarılması, Kürtlerin bu bayrağa psikolojik olarak niçin uzak durduklarını anlatıyor.

Türkiye bayrağının bütün Türkiye cumhuriyeti yurttaşlarının bayrağı olduğunu kabul ederek bunu içeride yurttaşların birbirlerine karşı değil, gerektiği zaman düşmanlara karşı kullanılması gerekir. Din gibi, Atatürk gibi Bayrağın ve İstiklal Marşı’nın ifade ettiği sembollerin de politik nedenlerle yıpratılmamasına özen gösterilse iyi olur.

miting

 

 

 

 

 

 

 

======================

Dostlar,

Sayın Zeki Sarıhan, kendi penceresinden 17 Eylül Yürüyüşünü değerlendiriyor..
Doğrusu biz de bu yürüyüşe katılmadık.
AKP’nin ayak oyunlarına gelmeyi ve ekmeine yağ sürmeyi hiç ama hiç istemiyoruz..

Hem bu karmaşayı yaratacaksınız hem de topluma, “tersine” ileti vermek üzere bu tür kitlesel eylemler düzenleyeceksiniz. Ehh, toplum mühendisliği bakımından fena manevra sayılmaz..

Halkımız AKP’nin girişimlerini çok iyi değerlendirmelidir.
1 Kasım seçimleri gerçekten son derece kritiktir.

Sevgi ve saygı ile.
17 Eylül 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

profsaltik@gmail.com

profsaltik@gmail.com

 

KİTAP : Tarımda suçlu kim; Doğa mı uygulanan politikalar mı ?

KİTAP     : Tarımda suçlu kim:
Doğa mı uygulanan politikalar mı ?

Tarım alanları hızla azalıyor. Türkiye tarımsal ürünlerde net ithalatçı durumunda. Dünyada
tarım ürünleri fiyatları düşerken Türkiye’de artıyor. Ülke politikacıları ise hep suçu, sel, kuraklık, don gibi doğal afetlerde buluyor. Oysa insanların gıda, giyim gibi temel ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik tarım gibi stratejik sektöre çok daha ciddi yaklaşmak gerekir.  
 
Hatta, sahip olduğu doğal kaynaklar (toprak, su), coğrafi konumu, iklim koşulları gibi özelliklerinden dolayı tarım potansiyeli oldukça yüksek bir ülkede gelinen bu nokta,
tarım politikalarının bütünlüklü bir şekilde eleştirilmesi şarttır. TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası Bursa Şubesi ve Notabene Yayınları’nın ortaklaşa yayımladığı

Türkiye’de Tarımın Ekonomi-Politiği (1923-2013)

başlıklı kitap böylesi bir ihtiyacı karşılamaya dönük ihtiyacın bir ürünü!
Kitap, Osmanlı’nın son döneminden başlayarak bugüne dek gelen tarımsal dönüşüme
ışık tutuyor.
 
SERMAYE BİRİKİMİ ve TARIM
 
Tarımın tarihsel gelişimi, ekonominin bütününün nasıl bir seyir izlediği ile doğrudan ilişkili. “Türkiye’nin 90 yıllık sermaye birikim tarihi hangi evrelerden oluşuyor, nasıl dönemlendirilebilir, bu dönemlendirmelere etki eden faktörler nelerdir?” gibi sorular önemlidir.
Tarımın her alt döneme göre şekillendiği bir gerçektir; iç talebe dönük birikim dönemlerinde farklı bir tarım, dış dünya ile bütünleşmeye geçilen dönemlerde farklı bir tarım. Kitapta bu analizlerin yapılmasını kolaylaştıracak makro çerçeve “90 Yıllık Sermaye Birikimi Sürecinin Kilometre Taşları, 1923-2013” başlıklı yazıda Mustafa Sönmez tarafından çiziliyor.
 
TARIMDA IMF GÖZETİMİ
 
Türkiye’de tarımın neoliberal politikalar doğrultusunda dönüştürülmesi IMF-Dünya Bankası programları doğrultusunda 2000’li yıllarda gerçekleştirildiği söylenebilir.
 
Prof. Dr. Oğuz Oyan’ın bu dönemde “farklı iktidarlara karşın tek politika seçeneği”nin
geçerli olduğunu vurguladığı
“Tarımda IMF-DB Gözetiminde 2000’li Yıllar”
başlıklı yazısında; bu politikalar sonucunda tarımda desteklemenin nitel ve nicel olarak gerilediği, gelir dağılımının bozulduğu, gıda güvenliğinin zayıfladığı, tarım dış ticaretinde
net ithalatçı konuma gelindiği, girdi fiyatları ile ürün satış fiyatları arasındaki makasın açılması nedeniyle çiftçinin üretimden soğuduğu ve milyonlarca hektar arazinin ekim alanı dışına çıktığı ortaya koyuyor.
 
GDO FAYDALI MI ZARARLI MI?
 
Endüstriyel tarımın günümüzde artık iyice belirginleşen olumsuzluklarına karşı, yine onun içinden bir mekanizma çözüm olarak ortaya atıldı: GDO’lar. İnsanlara; dünya çiftçilerinin özellikle de
küçük çiftçilerin hızla GDO’lu tohumlara yöneldiği, bu tohumların verimi yükselttiği, dolayısıyla açlığa çare olacağı, tarım ilacı kullanımını azalttığı, iklim değişikliğine çare olacağı, daha besleyici oldukları, sağlığa hiçbir olumsuz etkilerinin olmadığı anlatıldı.
Durum gerçekten bizlere anlatıldığı gibi mi? Ahmet Atalık’ın “Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (GDO)” başlıklı yazısında GDO’ların aslında bize anlatıldığı gibi sevimli olmadığı, ülkemizdeki biyogüvenlik mevzuatı, bu çerçevede referans alınan küresel kurumların GDO şirketleri ile ilişkileri ve GDO projesinin gerçekte neyi hedeflediği irdeleniyor.
 
TOPRAK YOK OLUYOR!
 
Doç. Dr. Ertuğrul Aksoy ve Yrd. Doç. Dr. Gökhan Özsoy tarafından kaleme alınan
“Tarım Arazilerinde Amaç Dışı Kullanım ve Sürdürülebilir Arazi Yönetim Sorunları”
başlıklı yazıda; en önemli doğal varlıklarımızdan biri olan toprakların yanlış kullanımlar sonunda erozyon, sanayi ve yerleşim alanı olarak kullanılma, çoraklaşma ve kirlenme nedeniyle ya tümden yok olduğu veya eski üretkenliklerine kavuşmaları için uzun yıllar ve pahalı yatırımlar gerektirecek ölçüde verimsizleşmekte ve bozulmakta olduğu ayrıntılandırılmış. Ayrıca toprak ve arazi kavramı; yönetmelikli ve yasalı dönemler temelinde tarım arazileri ve yasal süreçler ilişkisi; erozyon, amaç dışı arazi kullanımı, çevre kirliliği ve çoraklaşma konularını tartışılmış, amaç dışı arazi kullanımının önlenmesi ve sürdürülebilir arazi yönetimi koşulları değerlendirilmiştir.
 
KORKUT BORATAV’DAN 3 MAKALE
 
Kitapta, Prof. Dr. Korkut Boratav’ın,
“Birikim Biçimleri ve Tarım” ile
“Tarımsal Fiyatlar, İstihdam ve Köylülüğün Kaderi”
başlıklı yazılarını dışında
“Son 15 Yılın Bölüşüm Göstergeleri”
başlıklı 3.  bir analizi bulunuyor. Korkut Boratav son yazısında, 1998-2012 dönemine ait
reel ücretler, emek verimi, işsizlik ve iç ticaret hadleri gibi sınıflar-arası bölüşüm göstergelerini irdeliyor.


Kitapta ayrıca çok değerlli bilim insanı ve uzmanların,

  • “Tarım politikalarının tarihsel gelişimi”,
    “Bitkisel ve hayvansal üretimdeki gelişmeler”,
    “Tohumda Tekelleşme ve Etkileri”

    yazılarının yanı sıra tarımda neo-liberal reçetelerin sıkı bir eleştirisi yer alıyor.

http://www.guvenlicalisma.org/index.php? 24.07.2015

=====================================

Dostlar,

Ankara’ya döner dönmez edinip okuyacağımız kitapların başında olacak

Tarımda suçlu kim; Doğa mı uygulanan politikalar mı ?

adlı kitap…

Emek verenlere, yazanlara – yazdıranlara ve yayımlayanlara ve de duyuranlara şükranla..

Gördüğünüz gibi Türkiye’de iyi – güzel “şeyler” de olmakta.. Olmaya devam edecek..

Ülkemiz AKP – RTE …… de kurtulacak..

Durup dururken oraya -boş bıraktığımız yere- hakettikleri olumsuz bir sıfat / sıfatlar koyup
“iyi saatte olsunlar”ın gazaplarını üstümüze çekmeyelim. 90+ yaşındaki emekli albay babası dedeyi bile TSK’ya mektubundan dolayı savcılığa çağırmışlar.. Bilinçli psikolojik savaşla yıldırma politikası.. Ama nereye dek ?? Baskıcı rejimlerin son dönemleri hep böyle oluyor..

Okuyucu oraya içinden geçen sıfatı / sıfatları kendi koyarak gönlünce okusun..
Yaratıcılığı sınırlamayalım..

Sevgi ve saygı ile.
11.09.2015, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Saray’ın hesabı

Saray’ın hesabı

AKP’nin erken seçimde başkanlık için referandum sayısı olan 330 milletvekilini yakalaması planlanıyor.
Cumhuriyet, 15.8.2015

AKP’nin koalisyon yerine ısrarla erken seçim istemesinin arkasında tek başına iktidar hedefiyle sınırlı olmayan daha büyük bir plan olduğu konuşulmaya başlandı. Buna göre erken seçimde Başkanlık için referandum sayısı olan 330 milletvekilinin yakalanması planlanıyor. Anketlere göre olanaksız olan planın temel ayağını ise çatışmalı bir seçim ortamında HDP’yi sürekli yargıyla uğraşan “suçlu” ve savunma konumunda bir parti konumuna getirme yoluyla baraj altına itmek oluşturuyor. Erken seçimde asıl büyük plan olarak konuşulan senaryonun ayrıntıları şöyle:

276’daki sıkıntı

7 Haziran’dan sonra AKP tarafından yaptırılan anketler, tek başına iktidar sonucu vermedi. En iyimserinde partinin oyu en fazla %2 arttı. Ancak yine bu anketlerde asıl sorun HDP’nin oyunda ciddi bir düşüş yok. HDP’de baraj sorunu hiç yok. AKP’nin şu anda 276’yı yakalaması için 18 milletvekiline gereksinimi var. Ancak anketlerdeki bu tablo
276 sonucunu vermiyor. HDP oy oranını sürdürdükçe belki AKP sayısını 15-20 daha artırabilir. Belki 270 ile 280 arası sayıyı da yakalayabilir. Ama bu durumda hükümet, birkaç milletvekilinin istifa tehdidi altında kalır. Bu da milletvekili istifalarını,
transfer pazarlıklarını gündeme getirebilir ve iktidarın icraat gücünü azaltır.

Başkanlık gerekli

AKP, bu tespitlerle oyunu daha büyük oynamak istiyor. Koalisyon da bunun için kurulmadı ve seçime iktidarda gitmek artık bunun için çok önemli. Artık plan, 276 da değil, yürütülecek bir strateji ve iktidarda seçime giderek 330 sayısını yakalamak.
330’un üstüne çıkılınca yeniden anayasayı değiştirip başkanlık sistemine geçilebilmesi için gereken referandum çoğunluğu yakalanmış olacak. Erdoğan, bu sayı yakalandığında başkanlık için referandumu denemek isteyecektir. Anketler başkanlığa desteğin azınlıkta olduğunu göstermesine karşın eğer plan tutarsa Türkiye’ye bu referandum yaptırılır.

HDP baraj altına

7 Haziran seçimi ve sonrasındaki tüm anketler de gösteriyor ki, planın gerçekleşmesinin tek yolu HDP’nin baraj altına itilmesi. Plan da zaten HDP’nin baraj altına düşürülmesi üzerine kuruluyor. Bu iki ayak üzerinde yürütülecek. Birincisi “çözüm süreci” buzdolabına konulduğu için seçime çatışmalı bir ortamda ve güvenlikçi politikalarla gidilecek. Çatışmalı ortam içinde HDP’yi güvenlik politikasının siyasal hedefi olarak seçen söylemler sürdürülecek. İkinci olarak da HDP milletvekilleri ve örgütü,
“terörle bağlantılı” suçlamasıyla sürekli yargı müdahalesiyle karşı karşıya bırakılacak. HDP’nin suçlu konumuna getirilmesi ve seçmende “Türkiyelileşen” değil “kriminalleşen” bir parti görünümüyle barajın altına çekilmesi hedeflenecek.

İttifaklar

7emsilct Haziran’a birlikte giren ve %2’nin üzerinde oy alan SP ve BBP seçmenleri ittifak girişiminin hedefi içinde. %2’lik bu oyu alabilecek ittifak arayışları gündemde.

=================================

Dostlar,

AKP planları Cumhuriyet Gazetesi Ankara temsilcisi Sn. Erdem Gül’e göre böyle..

Bunlar kendilerinden başka herkesi akılsız sanıyorlar galiba!?

Bir de yaptıkları hukuksuzluk artık arş-ı alaya erişiyor..

Sokrat‘a ne denli çok bildiğini söylemişler..
O da ne denli bildiğini bilmediğini ancak bilmediklerini ayaklarının ayaklarının altına alabilseydi başının göğe ereceğini.. söyler..

AKP’nin hukuksuzlukları Sokrates’in başını göğe erdirebilir!
Uyan Sokrates, başını göğe erdirecek bir araç – nesne – olgu – süreç
Türkiye’de 2015’te somut olarak var..

Uyan Türkiye halkı uyan.. AKP hukuksuzluğu arş-ı alaya ulaştı..
Bir adam, gemleyemediği kişisel hırsları, egosu uğruna ülkeyi nasıl yıkıma sürüklüyor…

Gör artık ve bu acımasız oyunu, “OY” larınla beğenilmeyen, zorla yineletilecek seçimde
boz artık bu kahpe politik yüzsüzlüğü..

Sevgi ve saygı ile.
15 Ağustos 2015, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

2015 Temmuz’unda 166 işçi iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi!

2015 Temmuz’unda 166 işçi iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi!

İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin basından izlediği, emek-meslek örgütlerinden gelen bilgiler ile işçiler, işçi yakınlarının bildirimleri ışığında saptadığı verilere göre,
2015 yılı Temmuz ayında 166 işçi yaşamını yitirdi.

2015’in ilk yedi ayında yaşanan iş cinayetleri şöyle:

Ocak ayında en az 127 işçi,
Şubat ayında en az 85 işçi,
Mart ayında en az 139 işçi,
Nisan ayında en az 134 işçi,
Mayıs ayında ise en az 167 işçi,
Haziran ayında en az 153 işçi,
Temmuz ayında ise en az 166 işçi… yaşamını yitirdi.

Böylece

2015’in ilk 7 ayında iş cinayetlerinde en az 971 işçi can verdi!

2012 yılından bugüne Temmuz ayında yaşanan iş cinayetleri ise şöyle:

2012 yılının Temmuz ayında en az 110 işçi,
2013 yılının Temmuz ayında en az 120 işçi,
2014 yılının Temmuz ayında en az 130 işçi,
2015 yılının Temmuz ayında ise en az 166 işçi yaşamını yitirdi.

İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi, yeni seçilen Meclis’ten ivedi olarak şu istemlerin karşılanmasını istiyor:

1- İş cinayetlerinin sorumlusu siyasiler, patronlar ve bürokratlar yargılanmalıdır.
2- İşçi sağlığı ve iş güvenliğinin sağlanmasının en temel ögesi işçilerin sendika seçme özgürlüğüdür. İşçiler üzerinde örgütlenme özgürlüğüne ilişkin her türlü baskı sona ermelidir.
3- İşyerlerinde işçi sağlığı ve iş güvenliği kurulları kurulmalı, işler hale getirilmeli ve
(AS: Kurul üyelerinin) en az yarısını işçiler oluşturmalıdır.
4- Başta taşeronlaştırma olmak üzere güvencesiz çalıştırma biçimleri yasaklanmalıdır.

Alarm veren 3 iş kolu Meclis raporunda üç iş koluna dikkat çekiyor ve şunlar aktarılıyor:

“Aylar ilerledikçe bu üç işkolu yaşanan emekçi ölümleri ile öne çıkıyor.
Güvencesizlik (AS: İş güvencesi yokluğu) temel karakter durumunda ve çalışma süresi
günlük en az 12 saat.

Mevsimlik tarım işçileri
özellikle göçer olanlar çok kötü koşullarda.
Barınma, ulaşım, beslenme sorunları dorukta.

Yine uygulanan politikalar çiftçilerin belini bükmüş ve aile emeği ile kıt kanaat geçinmek için seferber olunmuş durumda.

Kent ve doğa yağmasının işkolu olan iktidarın gözbebeği inşaatlarda ise işçinin payına yine ölüm düştü.

Taşımacılık ise sürekli büyüyen ve yolların işçilere mezar olduğu bir sektör.”

İş cinayetlerinin Temmuz’da iş kollarına göre dağılımı ise şöyle :

– Tarım, Orman işkolunda 60 emekçi;
– İnşaat, Yol işkolunda 37 işçi;
– Taşımacılık işkolunda 24 işçi;
– Madencilik işkolunda 8 işçi;
– Ticaret, Büro, Eğitim, Sinema işkolunda 8 emekçi;
– Gıda, Şeker işkolunda 4 işçi;
– Petro-Kimya, Lastik işkolunda 4 işçi;
– Enerji işkolunda 4 işçi;
– Metal işkolunda 3 işçi,
– Belediye, Genel İşler işkolunda 3 işçi;
– Tekstil, Deri işkolunda 2 işçi;
– Çimento, Toprak, Cam işkolunda 2 işçi;
– Gemi, Tersane, Deniz, Liman işkolunda 2 işçi;
– Konaklama, Eğlence işkolunda 2 işçi,
– Savunma, Güvenlik işkolunda 2 işçi;
– Çalıştığı iş kolu belirlenemeyen 1 işçi can verdi.

Temmuz ayında yaşamını yitiren 166 emekçinin
– 140’ı işçi, memur statüsünde çalışan ücretlilerden;
– 21’i çiftçilerden/küçük toprak sahiplerinden ve
– 5’i esnaflardan olmak üzere 26’sı kendi nam ve hesabına çalışanlardan oluşuyor.

Ölüm nedenleri

İşçiler en çok trafik/servis kazaları, ezilme/göçük, düşme ve öbür nedenlerden öldü.

Meclis, ölüm nedenleriyle ilgili olarak şu yorumu yapıyor:

İş cinayetlerinin nedenleri de hemen hemen değişmiyor.
– İşçiler servislerle ya da kendi olanaklarıyla ulaşımdayken yollara savruluyorlar.
– Üzerlerine ağır nesneler düşmesi, göçük oluşması ya da makineye sıkışma sonucu eziliyorlar. – Özellikle inşaatlarda çalışırken yüksekten düşüyorlar.
– Yine son dönemde öbür nedenler olarak belirttiğimiz başlık içinde;
ağır çalışma koşullarından kalp krizi geçiriyorlar, baskı politikalarından, işsizlikten ya da
borç kıskacından intihar ediyorlar…

Bu ay ise bu nedenlerin yanında boğulmaya bağlı iş cinayetlerinde gözle görülür bir artış var. Çünkü özellikle tarım ve inşaatta çalışan işçilere gerekli çalışma koşulları sağlanmadığı ve
40 dereceyi aşan sıcaklarda tarlalarda, yollarda çalıştırıldıkları için işçiler, su kanalı ve göletlerde serinlemeye çalışırken can verdiler.

Yine tarım işçileri uygun barınma koşulları sağlanmadığı için yani banyo ve temizlik gereksinimleini karşılamak için girdikleri su kanallarında aramızdan ayrıldılar.

Tam da bu noktada yineliyoruz       :

İşçilere insanca barınma ve çalışma koşulları sağlanmalıdır.

İş cinayetlerinin nedenlerine bakarsak     :

– Trafik, Servis Kazası nedeniyle 54 işçi;
– Ezilme, Göçük nedeniyle 25 işçi;
– Düşme nedeniyle 24 işçi;
– Öbür nedenlerden dolayı (kene ısırması, yıldırım düşmesi, intihar, silahlı saldırı, kalp krizi)
21 işçi;
– Zehirlenme, Boğulma nedeniyle 17 işçi;
– Elektrik Çarpması nedeniyle 11 işçi;
– Patlama, Yanma nedeniyle 6 işçi;
– Kesilme, Kopma nedeniyle 5 işçi; Nesne Çarpması, Düşmesi nedeniyle 3 can verdi.

Temmuz’da 24 kadın ve 142 erkek işçi can verdi

Eskişehir Çifteler’de tarım işçilerini taşıyan midibüs seyir halindeyken buğday tarlasındaki toprak tümseğe çarparak devrildi. Selbi Taşpınar ve Muradiye Asal yaşamını yitirdi.

Bilecik Yenipazar’da ineklerini süt sağma makinesiyle sağarken elektrik akımına kapılan Emine Toy yaşamını yitirdi.

Burdur Bucak’ta tarlada ailesiyle beraber çalışırken elini patoz makinesine kaptıran
Hatice Dayanç yaşamını yitirdi.

Reyhanlı’da tarlalarda çalıştıktan sonra memleketleri Şanlıurfa’ya dönen tarım işçilerini taşıyan kamyonet Nizip’te devrildi. Hüsniye Alınmış eşi ve bir yaşındaki çocuğu ile beraber yaşamını yitirdi.

Manisa Alaşehir’de Gıda Tarım ve Hayvancılık İlçe Müdürlüğü’nde bağlı çalışan ve bağlarda görülen salkım güvesi zararlısı hakkında araştırma yapan personeli taşıyan araç kaza yaptı. Stajyer Asena Yudum Özcan yaşamını yitirdi. Adana Tufanbeyli’de Kırım Kongo Kanamalı Ateşi ya da leptoskiroz ön tanısı konulan büyükbaş hayvanlarından virüs kapan Mine Özmen ve Zülfiye Özmen yaşamını yitirdi.

Manisa Gölmarmara’da tarım işçilerini taşıyan açık kasa kamyonet ile süt tankeri çarpıştı. Ayşe Aydın, Nesrin Aydın, Kezban Uysal, Fadime Orhan, Zeynep Uysal, Ummuhan Uysal, Dürdane Kaya, Ümmü Demirkol, Zeynep Zengin, Azize Kars, Ayşe Yaşar, Zekiye Çetin ve Yıldız Öztürk yaşamını yitirdi.

Yozgat Yerköy’de mevsimlik tarım işçilerini taşıyan minibüs devrildi. Emine Beler yaşamını yitirdi.

Ankara Elmadağ’da Roketsan Fabrikası’nda yemekhane görevlisi olan Gülşen İnan sabah
işe giderken fabrika girişindeki hemzemin geçitte trenin altında kalarak yaşamını yitirdi.

Çanakkale’de deniz polisi olan Hasibe Sezer girdiği denizde boğularak yaşamını yitirdi.

Temmuz’da 8 çocuk ve 45 yaşlı işçi can verdi

14 yaş ve altında 3 işçi, 15-17 yaş aralığında 5 işçi, 18-27 yaş aralığında 27 işçi, 28-50 yaş aralığında 71 işçi, 51 yaş ve üstünde 45 işçi, Yaşı bilinmeyen 15 işçi yaşamını yitirdi.
Osmaniye Kadirli’de 16 yaşındaki çiftçi Serdar Yakar tarlayı sürdükten sonra traktörle
geri manevra yaparken devrilen aracın altında kaldı.

Aileleriyle birlikte Urfa’dan Aksaray’daki tarlalara çalışmaya gelen 15 yaşındaki Abdülkadir İda ve 12 yaşındaki Abit Yıldız akşam “banyo ve temizlik gereksinimleri için” kaldıkları çadırın kenarındaki sulama kanalına girdiler. Burdur Bucak’ta 11 yaşındaki Hatice Dayanç tarlada ailesiyle beraber çalışırken elini patoz makinesine kaptırdı. Yozgat Sorgun’da 17 yaşındaki Mustafa Koçer pancar tarlasını sulamaya gittiğinde üzerine yıldırım düştü. Mustafa, Deniz Harp Okulu 1.sınıf öğrencisiydi ve yazları ailesinin tarlasında çalışıyordu. Manisa Gölmarmara’da
15 yaşındaki Burak Kaya’nın da içinde olduğu tarım işçilerini taşıyan açık kasa kamyonet ile
süt tankeri ile çarpıştı.

Gaziantep Şahinbey’de 10 yaşındaki Muhammed Hasan çalıştığı penye atölyesinde alacak verecek nedeniyle çıktığı ileri sürülen kavgada silahlardan çıkan kurşunlarından birinin kafasına isabet etmesi sonucu yaşamını yitirdi.

Manisa Akhisar’da bir elektrikçinin yanında staj yapan 17 yaşındaki Yasin Tomaç Gölmarmara’da dalgıç motorunu tamir ederken suların içinde gözden kayboldu.

Yine aylardır vurguladığımız bir hususa tekrar dikkat çekmek istiyoruz :

Temmuz ayında tarım, madencilik, ticaret, inşaat, yol, taşımacılık, konaklama ve belediye işkollarında emekli ya da emeklilik çağında çalışan 45 işçi yaşamını yitirdi.

İş cinayetlerinde artarak bu yaş diliminin can vermesi devletin yaşı ilerleyen işçilere / emekçilere verdiği değeri ve sosyal güvenlik sisteminin içinde bulunduğu durumu da gösteren bir gerçeklik.

4 göçmen işçi can verdi

Adana Karataş’ta ismini öğrenemediğimiz Suriyeli tarım işçisi serinlemek için girdiği sulama kanalında boğuldu.

Konya Karatay’da Afgan tarım işçisi Besmellah Esmeilakban serinlemek için girdiği kanalda boğuldu.

Gaziantep Şahinbey’de Suriyeli Muhammed Hasan çalıştığı penye atölyesinde alacak verecek kavgası nedeniyle çıktığı ileri sürülen kavgada silahlardan çıkan kurşunlarından birinin
kafasına gelmesi sonucu yaşamını yitirdi.

İstanbul Ümraniye’de Afgan işçi Muhammed Cavit Özbek’in üstüne çalıştığı inşaatta asansör düştü. Kaçak çalıştırılıyordu.

İş cinayetleri en çok İzmir, İstanbul, Adana ve Antalya’da can aldı

Temmuz ayında Türkiye’nin 54 şehri ile yurt dışında bir ülkede iş cinayetleri yaşandı.
20 ölüm Manisa’da; 17 ölüm İstanbul’da; 11 ölüm Adana’da; 9 ölüm Gaziantep’te; 6’şar ölüm İzmir ve Konya’da; 5’er ölüm Bolu ve Bursa’da; 4 ölüm Balıkesir, Mersin ve Muğla’da; 3’er ölüm Afyon, Ankara, Antalya, Aydın, Denizli, Elazığ, Eskişehir, Ordu, Şanlıurfa ve Yozgat’ta; 2’şer ölüm Aksaray, Bilecik, Burdur, Çanakkale, Hakkari, Kahramanmaraş, Kayseri, Mardin, Sakarya, Samsun ve Zonguldak’ta; 1’er ölüm ise Batman, Edirne, Erzincan, Erzurum, Hatay, Isparta, Karabük, Karaman, Kars, Kastamonu, Kırıkkale, Kocaeli, Kütahya, Malatya, Niğde, Osmaniye, Rize, Siirt, Sivas, Tokat, Trabzon, Uşak ve Rusya’da yaşandı.

Yurt Gazetesi, 03.08.2015
http://www.yurtgazetesi.com.tr/gundem/temmuz-da-166-isci-is-cinayetlerinde-hayatini-kaybetti-h93546.html

=========================================

Dostlar,

Yüreğimiz yangın yeri…
Bir yandan emperyalizmin maşası bölücü örgüt PKK – PYD – YPG – KCK..
ve dinci – yobaz IŞİD (DAEŞ – ISIS) yüzünden olmak üzere… can yitiklerimiz;
bir yandan da her ay Türkiye İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi‘nin her ay sonunda yayımladığı ve bir türlü 100’ün altına inmeyen “iş kazası” denilen EMEKÇİ CİNAYETLERİ…

Türkiye İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi, İş Cinayetlerinin yıllık Almanağını bile yayımlamaya başladı..

Is_Cinayetleri_ALMANAK_2012

 

 

 

 

 

Is_Cinayetleri_ALMANAK_2013

 

 

 

 

 

 

Is_Cinayetleri_ALMANAK_2014

 

 

 

 

Yıllardır “ARTIK YETERRR!!!” diye haykırıyoruz..

Gerçekten emek en yüce değer mi kapitalizmin başkalaştırıp – yozlaştırdığı bu ülkede?
Soma’dan bile ders almayan / alamayan bir ülke, bir yönetim..
Yabanıl (vahşi) kapitalizmin tipik post-modern sömürgesinde küresel finans-kapitale
verginin en son keşfedilmiş türünü, “KAN ve CAN VERGİSİ” ni ödemekte olan bir ülke..

Yüce ATATÜRK’ün “tam bağımsızlık” ülküsünü / ilkesini terk eden / unutan bir toplumun emperyalizme bitmeyen kanlı diyeti..

Ne diyordu Mustafa Kemal Paşa ??

” Bizi mahvetmek isteyen emperyalizm ve bizi yutmak isteyen kapitalizmle savaşımı (mücadeleyi) MESLEK edinmiş insanlarız…”


Sevgi ve saygı ile.
4 Ağustos 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Kanlı Plan adım adım deşifre oluyor

​Kanlı Plan adım adım deşifre oluyor

YURT‘un açıkladığı ve Erdoğan-AKP kliğinin Meclis çoğunluğunu tekrar ele geçirmek için uyguladığı plana yönelik yeni kanıtlar ve adımlar doğrudan AKP yönetimince ortalığa saçılıyor ..
(YURT, 31.7.2015)

HABER ANALİZ/ ÇAĞLAR TEKİN

Erdoğan ve yandaşlarının tek başına iktidar için uygulamaya koydukları kanlı tezgah, Türkiye’yi belirsizlikler ülkesi haline getirdi.

Kan ve gözyaşı dinmiyor, çatışma, saldırı ve şehitler bitmiyor.

Tezgahın amacı şu                      :

Çatışma tırmandırılarak erken seçime gidilecek.
HDP baraj altı kalacak, 80 vekili AKP alacak.
MHP’deki radikal oylar da AKP’ye dönecek.
Böylece AKP tek başına iktidar, Erdoğan başkan olacak.

Kanlı tezgahı, AKP yöneticisi Atalay ve Akdoğan doğruladı. Atalay, teşkilatlara gönderdiği gizli yazıda %60’lık bloku nasıl çökerttiklerini anlattı,
Akdoğan, “Çözüm Süreci”nin başkanlık için feda edildiğini söyledi.

AKP ve Tayyip Erdoğan’ın 7 Haziran seçimlerinde ağır bir yenilgiye uğrayarak iktidardan düşürülmesinin ardından uygulamaya koyulan ve ülkeyi adım adım kanlı bir çatışma ortamına çeken planı gazetemiz ortaya koymuştu.

‘AKP’nin kanlı planı’ manşetiyle sürecin nasıl işlediğini ve gelecekte ne gibi adımlar atılacağını Genel Yayın Yönetmenimiz Merdan Yanardağ’ın kaleminden okurlarımıza ulaştırmıştık. Planda ülke adım adım kanlı bir çatışma ortamına sürüklenecek ve ardından da AKP’lilerin sıklıkla dillendirdiği, “koalisyon kaos demektir” tezi etrafında propaganda başlayacaktı. AKP Hükümeti şimdi, “koalisyonun adı bile yetti” diyerek
bu yolda ilerlemeye devam ediyor. Dün yaşanan gelişmeler de bu planın ilerleyişine yönelik çok sayıda işaret barındırıyor.

Son on günde ölenlerin sayısı şimdiden 50 kişiye ulaştı (AS: 20-20 Temmuz arasında
51 ölüm!
).
Daha dün 3 asker, bir polis ve bir sivil yurttaş yaşamını silahlı saldırılar ve çatışmalar sonrasında yaşamını yitirdi. Sınır ötesi hava operasyonlarında kaç kişinin öldüğü ise bilinmiyor. Yandaş basının verdiği doğruluğu kuşkulu kimi haberlerde
ölü sayısının 200’ü aştığı bile ileri sürülüyor.

Plan için fırsat Suruç katliamı               :

Planın esas kanlı ayağı ise Suruç katliamıyla başladı.
AKP Hükümetinin kuruluşundan başlayarak desteğini hiç eksik etmediği ve
Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun adlandırmasıyla “Öfkeli gençler” yani cihatçı terör örgütü IŞİD‘in Suruç’ta 31 sosyalist genci katletmesiyle meşru zemin doğdu.
Suruç katliamının ardından, nasıl ve neden yapıldığına ilişkin hakkında çok sayıda yanıtlanmamış soru bulunan Ceylanpınar suikastıyla iki polisin öldürülmesi de saldırı için yeterli zemini sağladı. Suruç katliamıyla ilgili olarak HDP Eş Genel Başkanı
Selahattin Demirtaş’ın, Tayyip Erdodğan’a bağlı “Yeni Gladyo” yapılanmasını suçlaması bu aşamada oldukça ilginç bir gelişme olarak kaydedilmeli.

Ardından PKK yöneticilerinin Kandil’den yaptıkları açaklamada, iki polisin öldürülmesini üstlendikleri ilk açıklamayı düzelterek, suikastın kendileri tarafından yapılmadığını
ileri sürmeleri de yine önemli bir gelişme olarak görülmeli.

Ülke içinde ve dışında IŞİD’e yöneldiği iddia edilen bir operasyon başladı.
Ancak operasyon sırasında mezhepçi terör örgütü IŞİD‘i incitmemek için adata olağanüstü bir duyarlık gösterildiği gözlemlendi. Öyle ki, gözaltına alınan kuşkulu sayısı 1350’ye ulaştığı halde bu rakamın yalnızca 150’sinin IŞİD üyesi oldukları açıklandı.
IŞİD üyeliği kuşkusuyla gözaltına alınanların ise yalnızca 8’i tutuklandı.

Bu durumda, operasyonlar sırasında 1200’e yakın kuşkulunun ise radikal sol örgütler ve PKK mensupluğu gerekçesiyle gözaltına alındığı ortaya çıktı. Dahası, bunların birçoğu tutuklandı.

     Bu arada İstanbul’un Bağcılar semtinde sosyalist bir genç kadın,
YURT’un polis tutanaklarındaki kayıtlardan ortaya çıkardığı üzere,
yargısız infaz (polis eliyle cinayet) sonucu öldürüldü.

Bu tablo ortada büyük sehtekarlığın bulunduğunu, AKP-Erdoğan iktidarının,
IŞİD’e yönelik operasyonu dejenere ederek, esas sol guruplara ve Kürt örgütlerine yönelik bir saldırı başlattığını ortaya koydu.

Erdoğan ve militan siyasal islamcı grubu,
böylece Türkiye’yi iç savaşa götürecek kanlı bir çatışma sürecini başlatmış oldu.

Bu durum, Erdoğan ve ekibinin, kendi mezhepçi faşizan rejimini kurabilmek için her türlü çılgınlığı yapabileceklerini gösterdi.

İlk itiraf Akdoğan’dan

Önceki gün AA’ya açıklama yapan Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan’ın,
HDP’ye yönelen eleştirileri ve Dolmabahçe Mutabakatı’nı dahi, neredeyse,
“gazozuma ilaç koydular” düzeyindeki bir gerekçeyle reddettiklerini ortaya koydu. Akdoğan’ın açıklamaları, çözüm sürecini Erdoğan’ın isteğiyle bitirdiklerini ve
bir erken seçimle HDP’yi baraj altına itmek ve bunu yaparken takındıkları tutumla MHP’den birkaç puan oy devşirerek tek başına iktidar olmayı hedefledikleri şeklindeki planı da dolaylı olarak itiraf etmiş oldu.

Atalay’ın talimat metni

AKP Genel Başkan Yardımcısı Beşir Atalay’ın parti teşkilatlarına yolladığı ortaya çıkan ve Taraf gazetesinin dün haberleştirdiği “gizli yazı” da Yurt’un ‘Kanlı Plan‘ haberini doğrular nitelikte. Habere göre Atalay yolladığı yazıda erken seçime hazır olunması talimatı veriyor teşkilatlara. Yazıda AKP karşıtı %60’lık bloğun dağıtıldığı ve AKP’nin psikolojik üstünlüğü yeniden ele geçirdiği vurgulanıyor. Atalay’ın mesajında HDP’ye yönelik tutumun sertleştirilmesi ve “HDP ikiyüzlü” mesajının verilmesi isteniyor. %60’lık bloğun kırılmasında, TBMM Başkanlığı seçimlerinin iyi bir başlangıç olduğunun altı çiziliyor.

Yandaş medyada itiraf gibi haber

Erdoğan’a yakınlığı ile bilinen Star Gazetesi de dünkü 1. sayfasından verdiği haberde, Cumhurbaşkanı’nın Çin gezisi esnasında da “operasyona yönelik mesaisini aralıksız sürdürdüğü” vurgulanıyor. Bunun anlamı şu; Anayasa gereği güncel siyaset dışında kalmak zorunda olan Cumhurbaşkanı, Çin gezisinden ‘Kanlı plana’a yönelik direktiflerini vermeye devam ediyor..

==============================================

Dostlar,

Galiba Türkiye’de kurgulanan ve sahnelenen kanlı oyuna en yerinde tanıyı
YURT Gazetesi koyuyor..

Yetkin, birikimli ve yürekli araştırmacı gazeteci-yazar ayın Merdan Yanardağ’ın genel yayın yönetmenliğini üstlenmiş olması bu gazeteyi günümüz koşullarında daha da değerli kılıyor.

Yapılan irdelemeye, haber – çözümlemeye katılmamak olanaklı mı?
Biz de 20 Temmuz 2015 Suruç kırımının komplo olduğunu il günden beri sitemizde işliyoruz.

40 katır mı / 40 satr mı??

Durumumuz böylesine ikilemde… Bir yanda AKP’nin dinci faşist diktatörlük dayatması öbür yanda Kürt ırkçılığı yaparak emperyalizmin maşalığına soyunan HDP – KCK ve Batı’nın silahlandırdığı çetesi PKK – PYD – YPG.. (IŞİD’i geçici ayraca alırsak..)..

Fakat Ulusumuzun sağduyusuna güveniyoruz..
AKP – RTE öyle bir ders alacak ki, kazdıkları kuyuya gömülecekler..
Sonrasında da kanlı planların yasal hesabını verecekler..
Bir halka bunca zulmü, bunca masum kanına – canına dayalı bir “meş’um politik hırsı”
Yüce Tanrı’nın sessizce izleyebileceğini hiiiiç ama hiiiiç sanmıyoruz…
Tabii bu sorunu göklere havale etmek yazgıcılığı anlamında değildir.
Nesnel politik – aklılcı – düşünsel savaşım sürdürülmeli, kitlelere gerçekler anlatılmalıdır.
CHP’ye tarihsel yaşamsal sorumluluk ve yükümlülükler düşüyor..
Gereğini yaparsa, sürüklendiğimiz erken seçimden en kazançlı CHP çıkabilir.

Sevgi ve saygı ile.
1 Ağustos 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Atatürk döneminde topraksız köylüye toprak dağıtımı

Bu dönemde öncelikli olarak dini vakıfların arazilerine el kondu ve
bunların önemli bir kısmı yoksul köylüye dağıtıldı.
TOPRAKSIZ KÖYLÜYE VAKIF ARAZİSİ 

Eskişehir ilindeki 36 köyü kapsayan Mahmudu Sani Vakfı’na ait 1.270.000 dönüm arazi, 2613 sayılı Tapu Tahrir ve Kadastro Kanununa dayanılarak, 34 bin parsele ayrıldı ve
yerli halkın iskanına verildi. Ayrıca, 23 bin parselde 900.000 dönüm arazi de topraksız köylülere dağıtıldı.

Mahmudu Sani Vakfı’nın öbür topraklarının bir bölümü de Türkiye’ye gelen göçmenlere verildi. Mahmudiye Harası da vakıf arazisinden yapılan tahsisle kuruldu.
Ayrıca, göçmenlere, mübadillere ve yangın felaketlerinden zarar görenlere arazi verildi.
Silivri’de Sultan Beyazıt Vakfı’ndan 15.000 dönüm arazi Romanya’dan gelen göçmenlere dağıtıldı.

Saray ve Vize ilçelerinde bulunan Paşa Vakfı arazileri ise İcra Vekilleri Heyeti’nin
1 Aralık 1926 gün ve 4450 sayılı kararnamesi ile göçmenlere verildi.
Bunların dışında Şanlıurfa’nın Viranşehir ilçesine bağlı 17 köyde bulunan Eyüp Nebi Vakfı’ndan 150.000 dönüm arazi, Amasya’nın Taşova ilçesinin köylerinde bulunan Hazinedar Süleyman Paşa Vakfı’ndan 25.000 dönüm arazi, Palu ve Karakoçan ilçelerine bağlı köylerde bulunan 30.000 dönüm vakıf arazisi, Bursa’ya bağlı Karacabey ilçesi köylerinde bulunan 10.000 dönüm vakıf arazisi ve Aydın’ın çeşitli köylerinde
5.000 dönüm zeytinlik arazi, iç iskana tahsis edildi.
1925 yılında çıkarılan bütçe yasasının 25. maddesine göre, toprağa muhtaç ziraat erbabına, elde olan milli arazi, bedeli on yılda taksitle alınmak ve her haneye verilecek arazi miktarı ellerindeki toprakla birlikte azami 200 dönümü geçmemek üzere kıymet takdiri yoluyla 
dağıtılacak ve satılığa çıkarılacaktı. Bu hüküm 1934 yılına dek bütçe yasalarında korundu. Daha sonra, 2490 sayılı Artırma, Eksiltme ve İhale Kanunu’nun 56. maddesine dönüştü.
1925 Şeyh Sait ayaklanmasından sonra 500 kadar ağa ve şeyh Batı illerine sürüldü.
1927’de Genel Müfettişlik kurulurken, hükümete o bölgede arazileri kamulaştırma yetkisi de verildi. 1927 Haziranında kabul edilen 1097 sayılı kanunla 1500 aile Batı’ya göç ettirildi. 2 Haziran 1929 tarih ve 1505 sayılı Yasa ile, Ağrı, Van, Muş. Bitlis, Hakkari, Siirt, Mardin, Diyarbakır, Urfa ve Elazığ vilayetlerinde, sürgüne gönderilen ağa ve şeyhlerin arazilerinin köylüye dağıtılması konusunda Hükümet yetkili kılınıyordu. Bu yasa, 1515 sayılı yasayla tamamlandı.
GÜNEYDOĞU’DA TOPRAK DAĞITIMI
1934 yılında kabul edilen Tapu Kanunu ile, sahipsiz toprakları kullanılır hale getirenlere bu arazilerin tapularının parasız olarak, kamuya ayrılmamış devlet arazisinde bağ ve bahçe kuranlara bu arazinin tapusunun vergi değerinin belirli bir oranı karşılığında verilmesi öngörülüyordu. 

1923-34 döneminde toprağa muhtaç yerli çiftçilere de 731 bin dönüm arazi dağıtıldı.
2510 sayılı Yasa hükümlerine göre, 21 Haziran 1934’ten 1938 yılı Mayıs ayına dek 48.411 topraksız veya az topraklı yerli çiftçi hanesine 1,5 milyon dönüm, 7.886 göçebe ailesine de 129 bin dönüm arazi dağıtıldı. 1940-44 döneminde ise Maliye Bakanlığına bağlı geçici komisyonlar tarafından 619 köyde 197 bin nüfuslu 53 bin aileye toplam 875 bin dönüm arazi dağıtıldı.
Atatürk döneminin yoksul köylüyü topraklandırma doğrultusundaki bu somut adımları unutulmamalıdır.====================================

Dostlar,

Değerli dostumuz Sn. Ekonomist Yıldırım Koç değerli bir tarama ile önemli bilgileri
bize sunuyor.

Mustafa Kemal Paşa döneminde kapsamlı bir Toprak Reformu birçok nedenle
ne yazık ki yapılamadı. Özellikle Doğu – Güneydoğu kökenli milletvekilleri (ağalar)
ve Batı’dan da benzer biçimde geniş toprakları olanlar yanaşmadılar. Dolayısıyla Türkiye feodaliteyi – toprak ağalığı kurumun tasfiye edemedi. Bu başarılsaydı, günümüzde Kürtçülük yapan kimi Kürt ağaları / Feodal beyleri ayrılıkçı bu kalkışmayı yapamayacaktı.


Her yıl 1 Mart’ta yapılan TBMM açılış söylevlerinden birinde Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa,
“Toprak reformunu Kamutay’ın (Meclisin) yüksek himmetinden beklerim..”


Doğu – Güneydoğudaki sorun da aslında “Kürt sorunu” olmayıp, bölge insanının özgürleştirilerek demokratik rejimin gönenç içinde 1. sınıf insanı kılınması olayıdır. Siyasal ve ekonomik demokrasiyi atbaşı götürerek tüm ülke insanlarını devlete, toprağa (ülkeye), rejime ve birbirine somut olarak bağlamak..


Assimilasyon değil integrasyon..
Yapılması gereken günümüzde de budur..
Ama Sevr takıntılı Batı emperyalizmi, bu sorun zerinden Türkiye’yi ve Türk milletini ayrıştırarak kanlı bir boğazlaşmaya itmekten utanıp sıkılmamaktadır.
O halde Yüce ATATÜRK‘ün tanımıyla

“Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye ahalisine / halkına Türk Milleti denir..” tanımına sarılmak ve bu bölücü – kanlı emperyalist belayı defetmek gerekir.
Cumhuriyeti kuran Türkiye halkı / Türkiye ahalisi = TÜRK MİLLETİ,
bu tarihsel doğru kararı vererek reel politiğin stratejik gereğini yapacak akla ve
birikime sahiptir.

Bıçak kemiğe dayandığından, bu rasyonel tepki – refleks mutlaka bu coğrafya insanınca sergilenecek, “beka kaygısı” şaşmaz stratejik kural olarak ağır basarak egemen olacaktır.

Sevgi ve saygı ile.
31 Temmuz 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

“Erdoğan .. ya akıl hastanesine kapatılacak ya da intihar edecek.”

“Erdoğan 30 Mart’taki yerel seçimleri göremeyecek.
Çünkü ya akıl hastanesine kapatılacak ya da intihar edecek.”

Gülerce’den şok Erdoğan iddiası! Gülerce, Beyaz TV’de katıldığı programda yine çok konuşulacak iddialarda bulundu.

Yurt Gazetesi, 27 Temmuz 2015
http://www.yurtgazetesi.com.tr/gundem/gulerceden-sok-erdogan-iddiasi-h93034.html

Gülerce’den şok Erdoğan iddiası!

Hüseyin Gülerce    :

Bana

“Erdoğan 30 Mart’taki yerel seçimleri göremeyecek.
Çünkü ya akıl hastanesine kapatılacak ya da intihar edecek.”

dendi. 17 Aralık sürecinin ardından yıllardın önde gelen isimlerinden olduğu Fethullah Gülen cemaatinden ayrılan ve cemaat aleyhine açıklamalarıyla gündeme gelen yazar Hüseyin Gülerce, Beyaz TV’de katıldığı programda yine çok konuşulacak iddialarda bulundu. Gülerce Cemaatteki üst düzey iki yetkili bana,

‘Erdoğan 30 Mart’taki yerel seçimleri göremeyecek.
Çünkü ya akıl hastanesine kapatılacak ya da intihar edecek’

dedi” iddiasında bulundu. Melih Gökçek’in sahibi olduğu Beyaz TV’de konuşan
Hüseyin Gülerce,

“Beni ikna etmek için cemaatin tepesinden iki isim evime geldi. ‘Erdoğan 30 Mart’taki yerel seçimleri göremeyecek. Çünkü ya akıl hastanesine kapatılacak ya da intihar edecek’ dedi.
Bu gazetelerde ve televizyonlarda yer almadı. Ben hayretler içerisindeyim. Diyorum ki;
Tayyip Erdoğan gibi birisi namazlı niyazlı, imam hatip mezunu neden intihar etsin?’
Onlar da ‘Çünkü çok gizli çekilmiş videolar var’ dediler. ‘Bu gizli çekimleri kim yapıyor?’ dedim. Ağzından kaçırdı; ’40 koruma polisinin 25′i bizim arkadaşımız’ diye konuştu.

==================================

Dostlar,

Komplo kuramları bir yana, Bay RTE‘nin başına gelecekler için “dilekte bulunmalar” fazlasıyla bir yana; kimi yönetici insanların sonları zaten diyalektik olarak tarihin – siyaset biliminin yasalarıyla belirleniyor. Neron‘dan tutunuz (Roma’yı ateşe vermişti!) Sezar‘a (en yakın adamı Brutus hançerledi!), A. Hitler‘den alınız (bir mahzende intihar etti?) N. Çavuşesku‘ya (aşağılanarak yargılandı ve eşiyle birlikte kurşuna dizildi), Saddam‘dan (boynu kırılarak
infaz edildi) alınız Kaddafi‘ye (cenazesine tecavüz edildi!)… tarihin eytişimsel (diyalektik) örnekleri gözler önünde. Benzer öngörüler üretmek parlak zeka ürünü olmadığı gibi,
tersinden kaçınılabileceğini sanmak akıllıca olmamalı.

*****
Bay RTE’ye kendisinden başka yardım edebilecek kalmadı korkarız.
Ve sanırız ki Bay RTE kendi kendisine yardım edebilecek konumdan da hızla uzaklaşmakta..
En büyük handikapı narsisistik kişilik yapısı ve major – çok ağır politik hataları..

Fuat Avni    :
(http://www.yurtgazetesi.com.tr/gundem/fuat-avni-suruc-ve-kilis-onlarin-karaririydi-h93037.html)

“IŞİD’in en büyük destekçisi Y… ve avaneleriyken Türkiye’ye saldırması abes. Suruç da, Kilis de IŞİD’in değil Y…’in kararıydı.”

Sav dehşet verici değil mi??
Bay RTE kendisini ve AKP’yi ve de ülkemizi dönüşümsüz bir çıkmaza doğru savruluyor..
Yakınındaki hekimlerine de büyük bir görev düşüyor. Epey kıdemli akademisyen bir hekim olarak çoook zor olduğunu bilmekle birlikte, meslektaşlarım O’na ayna tutmak zorundalar.. Bıkmadan, usanmadan, sabır ve akıllılıkla, Türkiye’nin hatırına!
*****

Kulaklarımızda Beethoven’in 5. senfonisinin “ta ta ta..” sözlü hazin ve ürperten ezgileri yankılanıyor. Kendisine bu “crecendo” (yükselen) ritmin ve “ta ta ta..” olarak yinelenen hecelerinin anlamı sorulduğunda,

– Ölüm kapıyı böyle çalacak…(ya da Azrail’in ayak sesleri..) demişti.

Bu besteyi yaptığında (1804-8) kulakları az duyuyordu (1817’de tam sağırdı ve
bir başka görkemli senfoniyi, günümüz AB marşı 9. Senfoniyi bestelemişti) ama sezgileri
O’nu doğru yönlendiriyor ve yaşamın gerçek ruhunu yakalayabiliyordu..
57’sinde, erkenden yaşamdan ayrıldı (1827)..
İmgelediği (imagination) gibi “ta ta ta” lar, erken (prematüre) ölümün habercileriydi.

Bay RTE’nin Bethoven ile karşılaştırılacak hiçbir yanı – özelliği olmadığı çok açık..
Ancak –fazladan– 5 duyusu yerinde, sanırız aklı da.. Peki hiç öngörü yap(a)mıyor mu?
O’na kim yardım edecek ya da tarih tekerrür mü edecek ??
Bilindiği gibi tarih aptallar için yineliyor. Aklı başında olanlar bu hataya düşmeyebiliyor.
Bu seçenek de Bay RTE için geçerli değil.. (kesinlikle aptal değil!) O halde??

Bu arada… Ya Türkiye?? Caanım mazlum ülkemizin ödediği, ödemeye devam edeceği
kanlı ve çok ağır fatura?

Son 7 Haziran 2015 genel seçiminde AKP’ye 18 milyon dolayında oluk oluk oy akıtan
“necip milletimizin” hiç sorumluluğu yok mu? 7 Haziran gece yarısı gördük ki; kayıtlı
57,7 milyon seçmenden AKP ancak %32,9 yani 3 seçmenden 1’inin oyunu alabildi..

Ama düşük – emanetçi AKP hükümeti, Kaçak Saray’ın isteği ve desteği ile gündem yaratarak ve ateşle oynayarak fiilen iktidarda, hükümet yetkisini gasp etmiş durumda!??..

Seçimden bu yana 50 gün geçti.. Dünyada örneği var mı böyle bir ucubenin?
(Tayyip bey Kars’ta Mehmet Aksoy’un yaptığı insanlık anıtına “ucube” demiş ve 14.6.2011’de yıktırmıştı, tazminata mahkum olmuştu.. Asıl “Ucube” bu iktidar işgali işte.. )

Biz bu genel seçimi 50 gün önce neden yaptık??

– Ya Cumhurbaşkanlığı danışmanlarının?
– Ya AKP kurmaylarının?
– Ya TBMM’deki 258 AKP’li vekilin?
(Anayasa hukuku profesörü Burhan Kuzu Kaçak Saraya başdanışman olmuş..
Tayyip beye demez mi ki, Anayasa md. 92 uyarınca alınan yetki, önceki Meclisin verdiği idi. Devlette süreklilik asıl ama yeni seçilen TBMM süs mü?? Neden ivedilikle toplanıp
yeni kararlar almaz? AKP’li Başkanı da, Başkanlık divanı da hazır ve nazır üstelik!?)

– Ya Bay RTE üzerinde etkili olabilecek “akillerin” ??

Hepsi boşuna mı?
Hepsi, hepsi narsisistik kişiliğin aurasında felç mi??

Sevgi ve saygı ile.
27 Temmuz 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Yazının pdf biçimi : Erdogan_Nereye_Kosuyor_Turkiye_ve_AKP’yi_Nereye_Surukluyor