Atatürk döneminde topraksız köylüye toprak dağıtımı

Bu dönemde öncelikli olarak dini vakıfların arazilerine el kondu ve
bunların önemli bir kısmı yoksul köylüye dağıtıldı.
TOPRAKSIZ KÖYLÜYE VAKIF ARAZİSİ 

Eskişehir ilindeki 36 köyü kapsayan Mahmudu Sani Vakfı’na ait 1.270.000 dönüm arazi, 2613 sayılı Tapu Tahrir ve Kadastro Kanununa dayanılarak, 34 bin parsele ayrıldı ve
yerli halkın iskanına verildi. Ayrıca, 23 bin parselde 900.000 dönüm arazi de topraksız köylülere dağıtıldı.

Mahmudu Sani Vakfı’nın öbür topraklarının bir bölümü de Türkiye’ye gelen göçmenlere verildi. Mahmudiye Harası da vakıf arazisinden yapılan tahsisle kuruldu.
Ayrıca, göçmenlere, mübadillere ve yangın felaketlerinden zarar görenlere arazi verildi.
Silivri’de Sultan Beyazıt Vakfı’ndan 15.000 dönüm arazi Romanya’dan gelen göçmenlere dağıtıldı.

Saray ve Vize ilçelerinde bulunan Paşa Vakfı arazileri ise İcra Vekilleri Heyeti’nin
1 Aralık 1926 gün ve 4450 sayılı kararnamesi ile göçmenlere verildi.
Bunların dışında Şanlıurfa’nın Viranşehir ilçesine bağlı 17 köyde bulunan Eyüp Nebi Vakfı’ndan 150.000 dönüm arazi, Amasya’nın Taşova ilçesinin köylerinde bulunan Hazinedar Süleyman Paşa Vakfı’ndan 25.000 dönüm arazi, Palu ve Karakoçan ilçelerine bağlı köylerde bulunan 30.000 dönüm vakıf arazisi, Bursa’ya bağlı Karacabey ilçesi köylerinde bulunan 10.000 dönüm vakıf arazisi ve Aydın’ın çeşitli köylerinde
5.000 dönüm zeytinlik arazi, iç iskana tahsis edildi.
1925 yılında çıkarılan bütçe yasasının 25. maddesine göre, toprağa muhtaç ziraat erbabına, elde olan milli arazi, bedeli on yılda taksitle alınmak ve her haneye verilecek arazi miktarı ellerindeki toprakla birlikte azami 200 dönümü geçmemek üzere kıymet takdiri yoluyla 
dağıtılacak ve satılığa çıkarılacaktı. Bu hüküm 1934 yılına dek bütçe yasalarında korundu. Daha sonra, 2490 sayılı Artırma, Eksiltme ve İhale Kanunu’nun 56. maddesine dönüştü.
1925 Şeyh Sait ayaklanmasından sonra 500 kadar ağa ve şeyh Batı illerine sürüldü.
1927’de Genel Müfettişlik kurulurken, hükümete o bölgede arazileri kamulaştırma yetkisi de verildi. 1927 Haziranında kabul edilen 1097 sayılı kanunla 1500 aile Batı’ya göç ettirildi. 2 Haziran 1929 tarih ve 1505 sayılı Yasa ile, Ağrı, Van, Muş. Bitlis, Hakkari, Siirt, Mardin, Diyarbakır, Urfa ve Elazığ vilayetlerinde, sürgüne gönderilen ağa ve şeyhlerin arazilerinin köylüye dağıtılması konusunda Hükümet yetkili kılınıyordu. Bu yasa, 1515 sayılı yasayla tamamlandı.
GÜNEYDOĞU’DA TOPRAK DAĞITIMI
1934 yılında kabul edilen Tapu Kanunu ile, sahipsiz toprakları kullanılır hale getirenlere bu arazilerin tapularının parasız olarak, kamuya ayrılmamış devlet arazisinde bağ ve bahçe kuranlara bu arazinin tapusunun vergi değerinin belirli bir oranı karşılığında verilmesi öngörülüyordu. 

1923-34 döneminde toprağa muhtaç yerli çiftçilere de 731 bin dönüm arazi dağıtıldı.
2510 sayılı Yasa hükümlerine göre, 21 Haziran 1934’ten 1938 yılı Mayıs ayına dek 48.411 topraksız veya az topraklı yerli çiftçi hanesine 1,5 milyon dönüm, 7.886 göçebe ailesine de 129 bin dönüm arazi dağıtıldı. 1940-44 döneminde ise Maliye Bakanlığına bağlı geçici komisyonlar tarafından 619 köyde 197 bin nüfuslu 53 bin aileye toplam 875 bin dönüm arazi dağıtıldı.
Atatürk döneminin yoksul köylüyü topraklandırma doğrultusundaki bu somut adımları unutulmamalıdır.====================================

Dostlar,

Değerli dostumuz Sn. Ekonomist Yıldırım Koç değerli bir tarama ile önemli bilgileri
bize sunuyor.

Mustafa Kemal Paşa döneminde kapsamlı bir Toprak Reformu birçok nedenle
ne yazık ki yapılamadı. Özellikle Doğu – Güneydoğu kökenli milletvekilleri (ağalar)
ve Batı’dan da benzer biçimde geniş toprakları olanlar yanaşmadılar. Dolayısıyla Türkiye feodaliteyi – toprak ağalığı kurumun tasfiye edemedi. Bu başarılsaydı, günümüzde Kürtçülük yapan kimi Kürt ağaları / Feodal beyleri ayrılıkçı bu kalkışmayı yapamayacaktı.


Her yıl 1 Mart’ta yapılan TBMM açılış söylevlerinden birinde Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa,
“Toprak reformunu Kamutay’ın (Meclisin) yüksek himmetinden beklerim..”


Doğu – Güneydoğudaki sorun da aslında “Kürt sorunu” olmayıp, bölge insanının özgürleştirilerek demokratik rejimin gönenç içinde 1. sınıf insanı kılınması olayıdır. Siyasal ve ekonomik demokrasiyi atbaşı götürerek tüm ülke insanlarını devlete, toprağa (ülkeye), rejime ve birbirine somut olarak bağlamak..


Assimilasyon değil integrasyon..
Yapılması gereken günümüzde de budur..
Ama Sevr takıntılı Batı emperyalizmi, bu sorun zerinden Türkiye’yi ve Türk milletini ayrıştırarak kanlı bir boğazlaşmaya itmekten utanıp sıkılmamaktadır.
O halde Yüce ATATÜRK‘ün tanımıyla

“Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye ahalisine / halkına Türk Milleti denir..” tanımına sarılmak ve bu bölücü – kanlı emperyalist belayı defetmek gerekir.
Cumhuriyeti kuran Türkiye halkı / Türkiye ahalisi = TÜRK MİLLETİ,
bu tarihsel doğru kararı vererek reel politiğin stratejik gereğini yapacak akla ve
birikime sahiptir.

Bıçak kemiğe dayandığından, bu rasyonel tepki – refleks mutlaka bu coğrafya insanınca sergilenecek, “beka kaygısı” şaşmaz stratejik kural olarak ağır basarak egemen olacaktır.

Sevgi ve saygı ile.
31 Temmuz 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir