Etiket arşivi: Prof. Dr. Korkut Boratav

Tarihin çağrısı ve cezası

34 gündür hukuksuz olarak tutuklu..

Türkiye’de siyasal İslamcılığa karşı ideolojik bir mücadele yürütmediğiniz sürece, yalnızca ekonomik ve sendikal taleplerle yürütülen bir mücadeleyle kazanma şansınız neredeyse sıfıra yakındır.

Cumhuriyetin kazanımlarının ve insanlığın ilerici birikiminin savunmasız kaldığı; toplumda büyük ve yıkıcı bir sağa savrulmanın yaşandığı, cumhuriyetçi ve merkez solu da içine alarak gerçekleştiği bir siyasal ortamda gericiliğe karşı yürütülen mücadeleyi kazanma şansı çok düşüktü. Öyle ki, din düşmanlığı sanılır diye laikliğin neredeyse ağızlara alınmadığı bir seçim yarışının yenilgiyle sonuçlanması kaçınılmazdı.

Türkiye, ideolojik ve kültürel mücadelenin ihmal edilmesinin bedelini ödüyor. Geçen hafta, Prof. Dr. Korkut Boratav’ın, kurtuluşun yolu olarak sosyalistlerin öncülük edeceği, taşıyıcı gücünü devrimcilerin oluşturacağı bir ideolojik sınıf mücadelesi önerdiğini belirterek bu yaklaşımın önemine işaret etmiştim. Konuyu sürdüreceğim.

Nitekim adil olmayan koşullarda yapılmasına, yalan, iftira ve kara propagandaya dayanmasına karşın, seçim sonuçları yine de çıplak gerçeği bize gösterdi. İktidar blokunun oyları en kötü halde bile %40-45 bandının altına inmemişti. Sanıldığı gibi zamlar, hayat pahalılığı, artan yoksulluk, derinleşen gelir adaletsizliği, evde kaynamayan tencere her zaman ve her koşulda iktidarları düşürmüyordu.

  • Aklı ve vicdanı teslim alınan yığınlar, önlerine sandık konulunca, bütün sefaletlerinin sorumlusu olan efendilerini seçmeye devam ediyordu.

Bu nedenle; laiklik bir orta sınıf fantezisi değil, daha çok emekçiler ve yoksul halk için gerekli olan bir düzendi. Ortaçağdan çıkışın temel ölçütü, modernite ve Aydınlanmanın zeminiydi.

Marx, 1945’te Almanya’da “dinin eleştirisinin tamamlandığını” yazar. Daha önemlisi, dinin eleştirisinin tamamlanmasını, “bütün eleştirilerin başlangıcı” olarak nitelendirir. Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi adlı makalesinde Marx’ın yaptığı bu değerlendirme yaşamsal bir önem taşır. Çünkü Marx dinin eleştirisi tamamlanmamışsa, kapitalizm eleştirisine başlayamazsınız, bu işe girişseniz bile sonuç alamazsınız demektedir. Türkiye’nin içine sürüklendiği karanlığın ve dramın nedeni bu olgudur.
***
Marx 1845 Almanya’sında insanların dinsiz olduğunu söylemiyor. Onun kastettiği, dinin kamusal alandan çekilerek, yani siyasetten; eğitimden toplumsal yaşamı düzenleme iddiasından uzaklaşarak, özel alanda kaldığını belirtir. Din, dünya işlerinden çekilmiştir. Sözünü ettiği ya da tanımladığı laikliktir. Marx kendi kuramını, yani kapitalizmin eleştirisini de bu tespit üzerine kurar.

Dolayısıyla, Türkiye’de siyasal İslamcılığa ve dinci gericiliğe karşı ideolojik bir mücadele yürütmediğiniz, bu alanda ideolojik bir hegemonya oluşturmadığınız sürece, ekonomik ve sendikal taleplerle yürütülen bir mücadeleyle kazanma şansınız neredeyse sıfıra yakındır.

Durum böyle olduğu halde muhalefet 14-28 Mayıs seçimlerini neredeyse kazanıyordu. Eğer bazı taktik hatalar yapılmamış ve sandık güvenliği tam olarak sağlanmış olsaydı, sonuç farklı olabilirdi. Çünkü muhalefet alanının en büyük gücü olan CHP’ye rağmen, toplum büyük bir ”nefs-i müdafa” mücadelesine girişmişti. Alınan %48 oyun (aslında daha fazladır) anlamı buydu. Çok değerlidir.

Aslında tablo açıktı. Benim, seçimlerimden hemen önce (Mayıs başı) çıkan ve şu günlerde 3. baskısını yapan İslamo-Faşizm adlı kitabımın sonuç bölümünde şöyle yazmıştım:

  • “Bilinmelidir ki; Türkiye’nin ilerici demokratik, yurtsever ve sol güçleri, topluma ve ulusa güven verecek bir seçeneği geliştiremez ise; faşist bir karakter almış tarihsel gericiliğin bir kez daha kazanması kimseyi şaşırtmamalıdır.
  • “Toplumların tarihi böyle trajik deneyimlerle doludur. Çünkü çok boyutlu ve çok katlı kriz dönemeçleri her zaman ilerici ve demokratik çözümler üretmez, daha koyu bir gericilikle de sonuçlanabilir. (…)
  • “Eğer tarihin çağrısına uygun yanıtlar verilemez ve ilerici/demokratik bir çıkış yaşama geçirilemez ise, toplum gerici çözümlere razı olabilir. Gereğini yapmak tarihsel zorunluluktur, bu nedenle.
  • “Burada gereğini yapmak deyimiyle ifade edilen şey şudur: Kötülüğü örgütleyerek iktidara taşıyanlara karşı gerektiğinde kavgayı göze almak demektir. İslamo-faşizmi sokakta da durdurma cesaretine, siyasal kararlılığa ve önderlik bilincine sahip olmaktır.

***
“Nedeni açıktır; bir rejimin temelini tartışılmaz, eleştirilemez sorgulanamaz ve itiraz edilemez kutsal inançlar oluşturmaya başlamışsa, orda demokrasi ve özgürlüklerden söz edilemez. Siyasal İslamcılık ve faşist ideolojinin, yani dincilik ve aşırı ırkçı milliyetçilik ile şiddet kültürünün bir sentezi olarak tanımlanabilecek İslamo-faşizm, kutsallara dayalı bir siyaset kültürü oluşturur. Böylece halkın geniş kesimlerinin genel kabullerine dayalı, kutsal değerlerinin istismarı üzerinden, her türden siyasal itiraz bastırılır. (İslamo-Faşizm, 1. Baskı, Kırmızı Kedi Yay. Mayıs 2023, İst. s.165)

Böyle özelliklere ve siyaset tarzına sahip bir iktidara/harekete karşı mücadeleyi ideolojik-kültürel perspektiften kurmadan, salt ekonomik taleplerle yürütmek ve başarılı olmak zordur. Korkut Boratav hocanın, “ideolojik sınıf mücadelesi” yürütmek gerekliliğine işaret etmesinin anlamı budur. (BirGün, Pazar, 16 Temmuz 2023)

Tıpkı 1960’lar ve 70’lerde olduğu gibi, sosyalistlerin ve devrimcilerin önderliğinde ideolojik derinliği olan bir siyasal- toplumsal mücadeleyi örgütlemek aydınlığa çıkmanın ilk koşuludur.

Değilse, toplumun en geri kesimleri, alt sınıfları bütün yoksulluklarına ve olumsuz şartlara karşın “alnı secde görüyor” diye güçlü olana yönelir.

  • Bilinci kuşatılan ve teslim alınan yığınlar, çaresizliğe düştüğünde otoriteye ve egemen olana sığınmayı seçer.

Deprem illerindeki seçim sonuçlarının anlamı budur. Bu nedenle, ideolojik inisiyatifi ele geçirmek, iktidarın gücünü sahada dengelemek yaşamsal öneme sahiptir.

  • İnsanların aklını ve vicdanını yeniden özgürleştirmek gerekir.

Şartlar determinist değil, volantrist olmaya zorluyor.

Tarihin çağrısı budur.

Bu çağrıya doğru yanıt veremeyenler, onun cezasına razı olur.

Not: Silivri’de henüz spor buluşması yapamadık. Bu hafta Can Atalay, Osman Kavala; Tayfun Kahraman ve Hakan Altınay ile maç yapmayı umuyorum. Golleri Cem için atacağım. Umarım bir aksilik olmaz. Dilekçeyi verdik, bakalım.

 

‘Özelleştirme şampiyonu’ çok mutlu oldu

Zülal Kalkandelen
Zülal Kalkandelen
zulal.kalkandelen@cumhuriyet.com.tr
07 Aralık 2022, Cumhuriyet

Cumartesi günü hem gazete yönetimince talep edildiği hem de CHP İstanbul İl Örgütü tarafından telefonla davet edildiğim için bir gazeteci olarak Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı’na gittim. Ana muhalefet partisinin “İkinci Yüzyıla Çağrı” başlığı ile duyurduğu toplantıyı izleyip görüşlerimi yazmak üzere oradaydım.

Bu güne kadar öğrencilik dönemimden başlayarak, hem Türkiye içinde hem de yurtdışında profesyonel gazeteci olarak, CHP dahil çok sayıda siyasi partinin kongresini ya da kurultayını izledim. Bu tür toplantılarda bazı aksaklıklar her zaman olur ama bu kez o kadar fazlaydı ki birileri bunu bilinçli olarak mı yaptı acaba diye düşünmeden edemedim…

Mesele sadece ayakta duracak yer bile kalmayacak şekilde kapasitenin çok üzerinde sayıda insanın salona doldurulması değildi. Kapıda yaşanan sorunlardan içeri girene kadar oluşan izdihama, salondaki itiş kakış ve arbededen güvenlik açığına kadar, TV ekranlarına yansımayan bir kaos vardı.

Sonuç olarak toplantıyı salonda izleyemedim ve televizyon karşısına geçtim. Ortaya konulan politikalar konusunda düşüncelerimi aktarmadan önce bu konuyu da es geçmek istemedim.

YANLIŞ STRATEJİ

Gelelim toplantıda konuşanlara ve konuşulanlara…

Erdoğan’ın “Türkiye Yüzyılı” açıklamasından sonra Kılıçdaroğlu’nun buna “İkinci Yüzyıla Çağrı” çıkışı ile karşılık vermesi, muhalif/bağımsız medyanın önemli bölümünde beğeni ile karşılandı, toplumun ise aklı karışık.

Bilim ve teknolojinin önemine vurgu yapılması, desteklenmesi gereken bir yaklaşım. Ancak önce halkta farklı bir beklenti yaratıp sonra da teknik yönü çok ağır basan bir toplantıyı televizyondan canlı yayımlamak, hedef kitlesi tüm toplum olan bu yayını saatlerce grafiklerle açıklama yapılan bir akademik derse dönüştürmek, doğru bir iletişim stratejisi değil.

Kılıçdaroğlu’nun oluşturduğu ekonomi kadrosunda kuşkusuz ki kendi alanlarında çok başarılı olmuş iktisatçılar yer alıyor. Ancak Türkiye’de Prof. Dr. Korkut Boratav, Prof. Dr. Bilsay Kuruç, Prof. Dr. Gökhan Çapoğlu’nun da aralarında olduğu kıymetli iktisatçılar varken dışarıdan uzman ithal etmek, seçim stratejisi olarak bile başlı başına bir sorun.

SERMAYEDEN YANA NEOLİBERAL PROGRAM

Anlaşılıyor ki CHP kamucu, emekten yana ve bağımsızlıkçı çizgide ilerleyebilecek bir ekip oluşturmayı düşünmemiş.

Heyecanla adı duyurulan Daron Acemoğlu, James Robinson ile birlikte yazdığı Dar Koridor adlı kitabının Türkiye’ye ayrılan bölümüne, Erdoğan’ın söylemini başlık yaparak “Zenci Türk-Beyaz Türk” adını veren bir akademisyen.

  • “Latin alfabesine geçiş, hilafet devrimi, dini kurulların yeniden yapılandırılması gibi pek çok reform, topluma danışılmadan yapıldı ve zorla dayatıldı yazıyor kitapta…

AKP’li Mahir Ünal’ın toplumun tepkisi sonucunda istifa ettirilmesine yol açan bir yaklaşımı savunan Acemoğlu, “Artık iktidar merkezi Atatürk’ün Cumhuriyet Halk Partisi’ydi (CHP). CHP, ekonomi ve toplumu modernleştirdi ama liderleri ve müttefikleri için denetlenmeyen bir iktidar ve ekonomik zenginlik de getirdi” diyor kitabında.

Belli ki Cumhuriyet Devrimi’ni anlamamış ya da İkinci Cumhuriyetçiler‘in fikir babası İdris Küçükömer gibi anlamış.

3 Aralık’ta (2022) yapılan konuşmaların da ortaya koyduğu gibi, CHP’nin İkinci Yüzyıl için oluşturduğu politikalar, içinde bazı doğrular olsa da temelde sermayeden yana neoliberal bir programı temsil ediyor. Bu haliyle, AKP dönemindeki özelleştirmelerin ve ekonomiyi emperyalizme teslim eden kararların altında imzaları olan Ali Babacan ile Ahmet Davutoğlu’nu memnun edecek nitelikte.

Nitekim DEVA Partisi genel başkanı, diğer adıyla özelleştirme şampiyonu” Babacan, CHP’nin açıkladığı yeni ekonomi kurmayları ile bakanlığı döneminde birlikte çalıştıklarını söyleyip “Çok mutlu olduk” dedi!

Durum bu kadar net.

  • CHP, var olan düzeni restore ederek sürdürmeyi hedefliyor;
  • onu emek yararına yeniden düzenlemeyi değil.

Prof. Boratav : Çöküntünün eşiğindeyiz

İktisatçı Prof. Korkut Boratav, enflasyonda 20 yılın zirvesini değerlendirdi: Çöküntünün eşiğindeyiz!

Boratav, emeği ile geçinen insanların kaldıramayacakları kadar büyük bir bunalımın dibine doğru sürüklendiklerini vurguladı. Korkut Boratav, “Toplumsal çöküntünün eşiğindeyiz” dedi

07 Nisan 2022, Cumhuriyet

İktisatçı Prof. Korkut Boratav, enflasyonda 20 yılın zirvesini değerlendirdi: Çöküntünün eşiğindeyiz

İktisatçı Prof. Dr. Korkut Boratav, enflasyonun halk sınıflarının kaldıramayacağı bir baskıya dönüştüğüne dikkat çekerek ücretlerde, maaşlarda, tarımsal desteklerde aylık ayarlamalar yapılmasının zorunlu olduğunu söyledi.

AYLIK AYARLAMA…

Boratav, %61.14 ile son 20 yılın zirvesine çıkan enflasyon rakamlarını gazetemize değerlendirdi. Enflasyonun nereye seyredeceğini tahmin etmenin, tartışmanın anlamı olmadığına işaret eden Boratav,

  • Enflasyonun halk sınıflarının kaldıramayacağı bir baskıya dönüştüğünü algılayıp düzeltilmesini talep etmek lazım” dedi. Altı ayda bir enflasyon farkı verilmesiyle kayıpların giderilmesinin olanaklı olmadığına vurgu yapan Boratav, şöyle devam etti:
  • “Siyasi iktidarın ‘Altı ayda bir enflasyonu telafi edeceğim’ açıklamaları sorunu çözmez. Asgari ücret, emekli maaşı, memur maaşı, toplu sözleşmeyle belirlenen tüm maaşlar ayrıca tarıma verilen sübvansiyonu birlikte ele almak lazım. Altı aylık ayarlama ile bu mümkün değil. Aylık ayarlama yapmak lazım. Türkiye’de emeği ile geçinen insanların hemen hemen tümü kaldıramayacağı kadar büyük bir bunalımın dibine doğru sürükleniyor.”

“ŞİRKETLER KÂRDA”

Boratav, enflasyona karşı aylık ayarlamaların da “acilen” yapılması gerektiğini vurguladı. “Bu telafi mekanizmasını acilen işletmek lazım. Aksi halde yöneticilerin de dahil olduğu genel bir toplumsal çöküntünün eşiğindeyiz” diyen Boratav, diğer taraftan (öte yandan) bu ortamda borsanın nasıl yükseldiğinin de izlenilmesi gerektiğine işaret etti. Boratav, şunları söyledi:

  • Bu büyük felaketten, toplumsal yıkımdan zarar görmeyen büyük bir kesim var.
  • Şirketlerin son bir aydaki kazançlarının artışını izleyin.
  • Bankalar son bir yıldaki kârlarını %323 oranında artırdılar.
  • Demek ki toplumunun, çalışanların çoğunluğu sefalete sürüklenirken bir başka kesim hayatından memnundur.”

Halit Çelenk Ödülü DİSK Tarihi kitabına verildi

Ülkemizin önde gelen hukuk insanlarından ve insan hakları savunucularından Av. Halit Çelenk anısına oluşturulan Halit Çelenk Hukuk Ödülü, editörlüğünü Aziz Çelik‘in yaptığı ve DİSK tarafından yayımlanan DİSK Tarihi Kuruluş Direniş Varoluş (1967-1975) kitabına verildi.

Prof. Dr. Rona Aybay, Prof. Dr. Korkut Boratav, Dr. Öğr. Üyesi İlker Kılıç, Av. Erşen Şansal, Av. Başar Yaltı, Av. Barış Aybay, Serpil Çelenk Güvenç, Ali Rıza Aydın ve Av. Özlem Şen Abay‘dan oluşan Seçici Kurul 2021 Halit Çelenk Hukuk ödülünü DİSK Tarihi kitabına vermeyi kararlaştırdı.

Yaşamda ve hukukta devrimci duruşun, adaletsizliğe karşı mücadelenin sim­gelerinden olan Halit Çelenk’in hukuk mücadelesi ve eserleri doğrul­tusunda, toplumsal ilişkiler ile hukuk arasında bağlantı kuran yayın, tez veya diğer eserler üretilmesini teşvik etmek amacıyla 2015 yılında oluşturulan Halit Çelenk Ödülü bu yıl 7. kez verilmiş oldu.

Seçici Kurul tarafından yapılan açıklamada “Değerlendirme sürecini tamamlayan Ödül Seçici Kurulu, 2021 YILI HALİT ÇELENK HUKUK ÖDÜLÜNÜ DİSK Araştırma Merkezi tarafından yayına hazırlanan ve Editörlüğünü Aziz Çelik’in yaptığı “DİSK TARİHİ Kuruluş-Direniş-Varoluş, 1. Cilt (1967-1975)” isimli kitaba vermiştir” denildi.

Akademik Destek Ödülü bu yıl iki eser arasında paylaştırılmıştır. Söz konusu eserler; Burak Yücekaya’ya ait “Hukukun Piyasalaşma Uğrağı Olarak Alternatif Uyuşmazlık Çözüm Yöntemleri ve Arabuluculuk Kurumu” konulu yüksek lisans tezi, Melike Orçin’e ait Avrupa İnsan Hakları Hukuku ve Türk Hukukunda Tutuklu ve Hükümlülerin Dış Dünya ile İletişim Kurma Hakkı” konulu yüksek lisans tezidir. Seçici Kurul Teşvik Ödülü bir esere verilmiştir. Söz konusu eser; Volkan Bora Uğur’a ait  “Sanatın Mülkiyeti”  konulu makaledir.

Halit Çelenk Hukuk Ödülleri Seçici ve Düzenleyici Kurulu tarafından yapılan açıklamaya göre “ödül töreni bu sene içinde bulunduğumuz koşullar nedeniyle zoom üzerinden online olarak 6 Mayıs’ta davetliler ile gerçekleştirilecektir.”

Halit Çelenk (1921-2011)
Halit Çelenk (1921-2011) Yaşam öyküsü için tıklayınız

Halit Çelenk haksızlığa uğrayan, ezilen, sömürülen, işkence gören, tutuklanan, yargılanan işçilerin, öğrencilerin, gençlerin, aydınların, sanatçıların, parti, sendika ve dernek yöneticilerinin davalarına baktı. DİSK davasının avukatları arasında da yer alan Halit Çelenk, aralarında Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan ve arkadaşlarının yargılandığı dava ile TÖS, TİP, TÖB-DER, Barış Derneği ve Aydınlar dilekçesi davalarının da olduğu neredeyse Türkiye’deki bütün büyük hak ihlalleri davasında demokrasi, hukuku ve insan haklarını savundu. Türkiye Öğretmenler Sendikası TÖS’ün hukuk danışmanlığına getirildi. Sendikanın Anayasal varlığı ortadan kalkıncaya dek bu görevini sürdürdü. Daha sonra TÖS’ün devamı olan Tüm Eğitim ve Öğretim Emekçileri Birleşme ve Dayanışma Derneği TÖB-DER’in hukuk danışmanlığını yaptı. 1921 yılında doğan Çelenk 2011 yılında yaşamını yitirdi.

DİSK Tarihi Kuruluş-Direniş-Varoluş 1967-1975 adını taşıyan DİSK Tarihi kitabının 1. cildi DİSK’in mücadele ve deneyim hafızasını bugünlere ve yarınlara taşıma amacıyla hazırlandı. Kitap, DİSK’in yarım yüzyılı aşkın mücadelesin ve deneyimini birincil kaynaklara dayalı olarak kapsamlı ve nesnel biçimde ele almayı hedefledi. DİSK-AR tarafından hazırlanan kitabın editörlüğünü Aziz Çelik, yayın danışmanlığını ise Can Şafak ve Ergün İşeri yaptı. DİSK öncesi işçi sınıfı hareketine iliş-kin gelişmelerin de yer aldığı 1. Cilt, 1967-1975 dönemini kapsıyor.

Çalışmalarına 2016 Eylül ayında başlanan ve özgün arşiv kaynaklarından, belge, yayın ve fotoğraftan yararlanılarak hazırlan kitap büyük boy ve 704 sayfadan oluşuyor. Kitabın araştırma ve arşiv çalışmaları Deniz Beyazbulut, Zeynep Kandaz ve Meliha Kaplan tarafından yürütüldü. Süreyya Algül, Zafer Aydın, Aziz Çelik, M. Hakan Koçak, Can Şafak, Melih Biçer, Kıvanç Eliaçık, Ece Göktürk, Tevfik Güneş, Ergün İşeri ve Necdet Okcan kitaba yazar olarak katkıda bulundular. Kitabın tasarımı ise DİSK İletişim Dairesi uzmanı Can Kaya tarafından yapıldı.

DİSK Tarihi kitabı bu bağlantıyı veya aşağıdaki görseli tıklayarak ulaşabilirsiniz.

 

Prof. Dr. Korkut Boratav; HAYAL DÜNYASINDALAR

Prof. Dr. Korkut Boratav, AKP iktidarının ekonomi ve döviz kuru hedeflerini yorumladı: HAYAL DÜNYASINDALAR

YEP’in 2023’te doları 8.02 TL’de tutma öngörüsünün bugünden çöktüğünü belirten Boratav, “hem büyüyelim hem cari fazla verelim” hedefinin de desteksiz olduğunu belirtti.

31 Ekim 2020 Cumhuriyet

Prof. Dr. Korkut Boratav, AKP iktidarının ekonomi ve döviz kuru hedeflerini yorumladıİktisatçı Prof. Dr. Korkut Boratav, 2021-2023 dönemini kapsayan Yeni Ekonomi Programı (YEP) hedeflerini değerlendirerek “desteksiz atışları” kimsenin ciddiye almadığını ifade etti. Boratav, şu vurguları yaptı:

– Bugün ekonomiyi yöneten belge haline gelen YEP’in en kritik noktası büyümedir. Bu hedef tutmazsa bütün sistem çöker. Çünkü genellikle bütün değişkenler milli gelire oranla verilir.

– Ortalama Dolar kuru hedefi tutmazsa, daha hızlı artarsa Dolarlı milli gelir dramatik şekilde düşecek. Hele bir de sabit fiyatlı TL küçülmesi ile birleşirse tam dramatik bir tablo olur.

– YEP’e göre bu yıl için ortalama Dolar kuru 6.91 TL ama Cumhuriyetin 97. yılını kutlarken oldu 8.30 TL. Önümüzde 2 ay var. 6.91’i tutturmak mümkün değil. Dolarlı milli gelirdeki bütün öngörü de çökecek.

Talimat mı var?

– 2023 için ortalama Dolar tahmini ise 8.02 TL. Daha bu yılın kurunu tutturamayan YEP, 2023’te kuru 8.02 TL’ye nasıl indirecek? Böyle bir hayalperest öngörü olsa olsa olağandışı sermaye girişleri ile olabilir.

– Uluslararası kurumların ortalamasına göre, Türkiye bu yıl %4.7 küçülecek. Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak Türkiye’ye bunu yakıştıramıyor. %0.3 büyüme diyor.

– Peki, TÜİK güvenilir mi? 2. çeyrekte %9.9 küçülme hesaplamışlarsa şöyle bir şüphe doğuyor: Sayın bakan “aman iki haneli olmasın” diye talimat mı vermiş? Çünkü tek haneye indirmenin yolu 9.9’dur.

– Sonraki yılların milli gelir hesaplarına bakarken şöyle bir tahminim var: Bakan %5’i çok seviyor. Üç tane YEP yapıldı her birinde sonraki iki yıl değişmez şekilde %5 büyüme oldu.

– Bu sevgi nereden geliyor? İstihdam ve milli gelir bağlantılarını hesaplayan çok sayıda araştırma şu tespiti yapıyor ki ekonomi %5 büyümenin altına inerse işsizlik artar.

– Ayrıca Albayrak’ın örtülü bir tutkusu var: Ekonomi hem büyüsün hem cari açık yok olsun.

HADİ KOLAY GELE!

– Ayrıca bunu birleştirecek temel makro değişkenler nedir? Hiçbir açıklama yok. Sadece boş ifadeler var. Yerli ve milli üretim artırılacak. Nasıl artırılacak?

– Türkiye AB ile imzaladığı gümrük anlaşmasından yani ortak gümrük tarifesinden vazgeçerek ithal ikamesine mi dönecek? Doları ucuzlatıyorsun o zaman ihracat nasıl artacak? Bunların yanıtı yok.

– Bizim YEP’ler adeta şunu diyor: Ali Babacan’ın yaptığı işi yapacağım. 2015’e kadar ekonomiyi yöneten anlayış yüksek sermaye girişleridir. Ucuzlayan dolar, değerlenen TL. Dolar cinsinden milli gelir artıyor ancak cari işlem açığı da artıyor. “Ben bir mucize yapacağım” özlemi içinde Bakan. “Bu değişkenleri gerçekleştireceğim ama cari açığı da yok edeceğim.”

– 2023 hedefi şudur: Dolar ortalama 8 liraya düşmüş, milli gelir %5 büyüyor, cari işlemler dengesi de yavaş yavaş azalarak artıya dönüyor. Türkiye’nin Dolarlı milli geliri de 875 milyar Dolara ulaşıyor. Hadi kolay gele. YEP şu anda kadüktür. Zaten kimsenin de umurunda değil. Desteksiz atışlar, Türkiye ekonomisini temsil eden, iş dünyasını temsil eden söylemler, kimsenin ciddiye almadığı ifadeler olarak geçip gidiyor.

Prof. Boratav’a göre    : Ekonominin gücü tükendi, istihdam yaratmadaki düşüş ise vahim

Prof. Boratav’a göre    :
Ekonominin gücü tükendi,
istihdam yaratmadaki düşüş ise vahim

Türkiye’deki kriz derinleşiyor.
Prof. Dr. Korkut Boratav’a göre, dış yükümlülüklerin döndürülmesinde, büyük bir adım atılmadı. Boratav “Oradan gelen borç yapılandırma süreçleri ekonomiye yeni bir şok getirecek mi, öngöremiyoruz” dedi.

İktisatçı Prof. Dr. Korkut Boratav, ekonominin küçülmeye devam ettiğini söyledi. Geleceğin parlak olmadığına işaret eden Boratav, işsizlikteki artışın vahim tarafının istihdamın da düşmesi olduğuna dikkat çekti.

Boratav ekonominin krizde olduğunu, cari açıktaki düşmenin de ekonomideki cansızlığı gösterdiğini vurguladı. Boratav, Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın cari açıkla ilgili açıklamaları hakkında da, “Bizim Hazine ve Maliye Bakanı’nın bir felaketi övgü vesilesine dönüştürmesi komik oluyor.” dedi.

Talep düşüyor

[Haber görseli]Prof. Dr. Korkut Boratav Cumhuriyet’e büyüme, işsizlik ve cari açık verilerini değerlendirdi. Korkut Boratav’dan satır başları şöyle:

Aslında resmi istatistiklerde de ortaya çıkıyor. Kalkınma’nın haftalık bülteni var. Bu bülten, mart sonrasının çeşitli talep unsurlarının seyrini belirliyor. Oradan anlıyoruz ki; mesela elektrik talebi, otomobil satış talebi, beyaz eşya satış talebi, perakende talebinde düşmeler var. Otomobil satışı % 55 gerilemiş durumda, beyaz eşya satışı % 6.5 gerilemiş, ek olarak, açılan şirketlerin sayısı % 21 düşmüş… Bu, talebin düştüğünü gösteriyor. Bu göstergeler küçülmenin devam ettiğini ortaya koyuyor.

Daralma var

 Milli gelirin 2019’da küçülmeye devam ettiğini görüyoruz.

Ek olarak İstanbul Sanayi Odası’nın yayımladığı endeks var. Sanayideki çeşitli göstergelerde genişleme mi var, daralma mı? Bu endekse göre de daralma devam ediyor. 2018 Nisan ayında başlayan daralma 12 aydır devam ediyor. Bu, sanayinin de ilk 3 aydan sonra düşme eğiliminde olduğunu gösteriyor. Ekonominin küçülmesi devam ediyor.

Ayrıca henüz ortaya çıkmayan başka problemler de var.

  • Dış yükümlülüklerin döndürülmesinde, büyük bir adım atılmadı.
  • Oradan gelen borç yapılandırma süreçleri ekonomiye yeni bir şok getirecek mi öngöremiyoruz.

Gelecek parlak değil

 Türkiye kredi iflas takası primi CDS puanı mayıs ayında 500 puanın üzerine çıkmıştı. Aşağı yukarı en yüksek puan bizim. Bu, şu anlama geliyor:

Olası kredi batmaları halinde ne kadar risk primi ödenecek.
Batık krediler sigortalandığında ne kadar yüksek risk kredisi ödenecek.
Kredilerin batma olasılığına karşı ek risk marjını gösterir.
Türkiye’nin puanı benzeri ülkelerin üzerinde, rekor düzeyde.
Bu da geleceğin parlak olmadığını gösteriyor.

Ekonominin gücü kalmadı

– Türkiye ocak, şubat, martta cari açık verdi. Cari fazla önceki yılın 8. ayında başladı, 4 ay fazla verdi. Sonra cari açık veriyor. Şu anda 12 yıllık toplama baktığımızda cari açık düşüyor ama 4 ay fazla verdikten sonra yine açığa dönüştü. Problem budur. Dolayısıyla şu anda cari fazla vermiyoruz.

  • Cari işlem açığının düşmesi ekonominin cansızlığının göstergesidir.

Çünkü esas olarak ithalattaki daralmadan kaynaklanıyor.
Ekonominin ithal edecek gücü kalmadı.
Sanayi ara malı ithal edilmiyor, yatırım durduğu için yatırım malları ithal etmiyoruz, tüketim düştüğü için tüketim ithalat girdisi de düşüyor.
Bunlar küçülen ekonominin cansızlaşmasının göstergesi.

Ekonomi öyle bir noktaya indi ki, artık daha fazla cari açığı düşüremiyor.
589 milyon dolar cari açık verdik martta. Artık dibe vuran ekonomi cari fazla verecek güçte de değil.

  • Bizim Hazine ve Maliye Bakanı’nın bir felaketi övgü vesilesine dönüştürmesi komik oluyor.

    Bakan Albayrak ne demişti?

    Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak, geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamada, haziran ayından başlayarak Türkiye’nin cari fazla vereceğini belirterek, “Bu istikamette devam edersek 2019 yılı inşallah tarihimizin en yüksek cari fazlasını verdiğimiz bir yıl olacak” demişti.

En kötü haber: İstihdam da azalıyor!

 İşsizlikteki artışın daha da vahim tarafı istihdamdaki azalmadır. Mevsimlik artış normal. İnşaat sektöründe bütün çöküntüye rağmen istihdamın açıldığı sezona girdik. Şubat, mart arasında inşaat sektörünün ivmesi istihdamı artırıyor görünür ama önceki yıla bakarsanız istihdam düşüyor. En kötü haber budur. Mevsimlik etkeni bırakın, 12 ay ile mukayese edin. İstihdam düşüyor.

İşsizlik iki yerden besleniyor :
1. Yeni iş bulunamıyor,
2. Mevcut istihdam durumu düşüyor.

En ağır problem budur.
Ekononim durgunluk değil, kriz içinde olduğunu gösteriyor.

Eğer yalnızca işgücüne katılan yeni ordu, gençler iş bulamama güçlüğüyle karşı karşıya olsalar, durgunluk var, ekonomi büyümüyor derdik.

  • İstihdam düşüyorsa ekonomi krizde diyoruz. Bu bize ekonominin krizde olduğunu gösteriyor.

Sistem çürüyerek çöküyor : Sol, halk muhalefetine sahip çıkmalı

Sistem çürüyerek çöküyor:
Sol, halk muhalefetine sahip çıkmalı

BİRGÜN Pazar, 30.12.18
Prof. Dr. Korkut BORATAV

Korkut Boratav ile Pazar söyleşimizin bu ayki konusu Sarı Yelekliler hareketi oldu. Sarı Yelekliler eylemleri üzerinden ‘Sistem Krizini’ ve ‘Sol Arayışları’ tartıştık. Yılın sonunda bir anlamda bir dönem değerlendirmesini içeren söyleşimizin sonunda Türkiye ekonomisini yeni yıldaki seyrini de masaya yatırdık.

► Sarı Yelek giyerek sokağa çıkanların ‘kim’ olduğu çok tartışıldı. Bu eylemin sınıfsal karakterine ilişkin neler söyleyebilirsiniz?

“Sarı yelek”, Fransa’da araçların kaza, arıza hallerinde sürücülerin giymeleri gereken bir “üniforma”. Eylemler başladığında Türkiye’de gözlemsel ilk algılama ‘araba sahiplerinin protestosu’ , ‘orta sınıf tepkisi’ olarak küçümsendi. Öncelikle şunun altını çizmek gerekir: Otomobil, Batı işçi sınıfları için “ücret malı”dır. Marx’a göre “iş gücünün değeri”, ücretli emeğin varlığını sürdürebilmesi için gereken, tarihsel ve sosyal olarak belirlenen bir  zorunlu tüketim miktarı ile belirlenir. Bunun altındaki bir ücret düzeyi, işçi tarafından yeterli görülmez ve kabul edilmez.

ABD’de de kentleşme öyle bir biçim almıştır ki bir işçinin konutundan işyerine araç sahibi olmadan gitmesi bile mümkün değildir. Avrupa için de benzer bir durum söz konusudur. Büyük kentlerde toplu taşımacılık yaygındır ama banliyölere yayılan emekçiler için araç sahipliği yaşamın vazgeçilmez bir öğesidir. Fransa’da da çalışan herkesin sarı yeleği vardır. Dolayısıyla araç sahipliğini işaret eden sarı yeleğe bakılarak, bu hareket orta sınıf tepkisi olarak küçümsenemez.

MACRON’UN CİLASI DÖKÜLDÜ

► Bu hareketin Fransa’daki siyasi sürece ilişkin etkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Sarı yelek eylemlerini değerlendirirken Fransız toplumunun bir başka özelliğine de dikkat çekmek gerekir. Sol parti ve sendika örgütleri zayıflamış olsa bile Fransa halkı toplumsal istemlerini sokağa çıkarak savunur. Kimi neo-liberal uygulamaların önlenmesini sağlayan, parlamento değil, sokak olmuştur. Sokakta öğrenciler vardır, örgütsüz emekçiler vardır; sendikalar ve partiler de flamaları, bayraklarıyla katılır. Fransa bu anlamda devrimci bir geleneğe sahiptir ve bu geleneği daima hatırlar. Sarı yelekliler hareketi de sokağa çıkma geleneğinin bir parçası olarak gelişti. Bizim Haziran 2013 kalkışmasına, nasıl Gezi Parkı’nda ağaç kesilmesi vesile olmuşsa, sarı yelekliler eylemine de akaryakıt fiyatlarına zam vesile oldu. Ama bu vesile, çok daha genel bir hoşnutsuzluğu da açığa çıkardı.

Genel hoşnutsuzluğu kapitalizmin siyasi krizinin bir boyutu olarak düşünebiliriz. Başkan Macron, Fransız partileşmesinin sol-sağ ayrımına meydan okuyarak iktidara geldi. Sosyalist parti hükümetinin bir bakanı olarak siyasete adım attı; sonrasında Fransız halkının, önceki iki Başkan döneminde temsili demokrasiye duyduğu tepkiyi kanalize etmeye çalıştı. Kendi partisini de reddetti; geleneksel sol / sağ partilerin dışında bir siyaset önererek yıldızlaştı. Sonrasında cilası hızla döküldü. Neoliberal modelin ilerletilmesi dışında hiçbir yenilik taşımadığı anlaşıldı. Benzin zammı halk tepkilerini tetikledi. Eşzamanlı olarak Hollande döneminde gerçekleşen servet vergisini kaldırması, Macron’un sınıfsal konumunu iyice açığa çıkardı; bu olgu da sokağa taşındı.

TEMSİLİ DEMOKRASİNİN KRİZİ DEVAM EDİYOR

► Sistem Krizleri nasıl sonuçlar üretiyor?

Batı toplumlarının tümünde, halk, sermayenin kapsamlı politikası olan neoliberalizmin ve küreselleşmenin darbeleriyle karşılaşınca sokakta ve sandıkta tepki gösteriyor; reddediyor; ama tepkileri temsil edecek siyasi bir seçenek bulamıyor. Temsilî demokrasi krizi budur. Sermaye, bu tepkileri kanalize etmeye çalışıyor. Fransa’da temsil krizinden doğan boşluk, geleneksel siyasetle bağını koparan Macron’la doldurulmaya çalışıldı ve “sarı yelekliler” hareketi, bu numaranın da tutmadığını gösterdi.

Ne olacak bundan sonra? Batı’da geleneksel siyaset itibarsızlaşınca halkın karşısına iki seçenek çıkıyor. Siyaset krizinde sermayenin programı olan neofaşizm mi? Her ülkeye özgü sosyalizm birikimlerini yeniden canlandıran ve emekçi sınıfların siyasetini temsil eden sol mu?

► Sistem krizine soldan da yanıt verilemiyor. Fransa’daki eylemlerle solun ilişkisi açısından bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Hollande döneminde Sosyalist Parti’nin sermayeye teslimiyeti, tüm sol partileri ve sendikaları da itibarsızlaştırdı. Sarı yelekliler partiler ve sendikalar tarafından örgütlenerek değil, büyük ihtimalle sosyal medyadan zincirleme haberleşme ile sokağa çıktılar. Başlangıçta hiçbir parti bu hareketi tam olarak sahiplenmedi. Sendikalar da önce uzak durdu. Daha sonra CGT destek verdi; sendikalı işçiler ise eylemlere ilk günden başlayarak katılıyordu. Soldan en yakın sahiplenme Melenchon’dan geldi; zaten bu hareketi sahiplenebilecek en doğal aday odur.

Sarı yelekliler, bir hareket olarak devam etmeyecek; ama Macron’un Fransa’da temsilî siyaset krizinden doğan boşluğu doldurma çabası da bu hareketle iflas etmiş oldu. Fransa’da diğer ülkeler gibi iki seçenekle karşı karşıya: Halk muhalefeti ya neofaşist akım içinde kaynayacak ya da sosyalist birikimlerin mirasını canlandırmayı beceren sola yönelecek. Macron, 10 Aralık’ta sarı yeleklilere ödün verdiği konuşmasında “Fransız halkının derin kimliği”ne değinerek “göçmen sorununu da halletmemiz gerekiyor” demiş. Bu tavır, sermayenin tipik tercihini yansıtıyor: Halk muhalefetini milliyetçi / ırkçı söylemlerle neo-faşizme yöneltmek… Tipik bir burjuva siyasetçisi olarak, Fransa’da büyük sermayenin çözümünün klasik sağ ile neo-faşist sağın ittifakı olduğunu Macron da bu söylemiyle göstermiş oluyor.

SOL HALK MUHALEFETİNE SAHİP ÇIKMALI

► Sol parlamaların ötesine geçerek, bir seçenek olabilmeyi başarabilmesi nasıl sağlanabilir. 

Yunanistan, İspanya, Portekiz hatta İngiltere’deki sol hareketlere baktığımızda, ilk üç ülkede geleneksel komünist partilerin marjinalleşmediğini; ancak neoliberalizme direnen diğer sol akımların da etkili olduğunu görüyoruz. Syriza dahi, geleneksel Komünist Partisi’nin bir türevidir. İspanya’da Podemos Latin Amerika’nın sosyalist geleneği ile yakın ilişki kurmuştur. Portekiz Sosyalist Partisi de, Komünistlerin ve Sol Cephe’nin desteğiyle iktidardadır.

Kendi ülkesinin sosyalist geleneği ile bağ kurmayan bir sol bugün de etkili olamıyor. İtalya’da bunu görebiliriz. İtalya’da, eski Komünist Parti mirasını alıp yok eden Demokrat Parti, sermayenin ana temsilciliğini üstlendi. Burada sol gelenek Demokrat Parti’de sahipsiz kalınca heba oldu; seçmenlerinin bir bölümü 5 Yıldız Hareketi’ne yöneldi; ama bu yeni parti de neo-faşizmle iktidar ittifakını yeğledi. İtalya’da bu anlamda sol kaybolmuştur.

Jeremy Corbyn ise İngiliz İşçi Partisi’nin sol geleneğini tümüyle benimsedi. Blair’ci çizgiyi, partisini genç, militan üyelere açılarak yenilgiye uğrattı. Her ülkede solun anlamlı bir güç olabilmesi için kendi devrimci mirası ile sosyalist birikimi bütünleştirmesi gerekiyor. Bunu doğru algılayan düşünürlerden birisi Samir Amin’di. Ölümünün hemen öncesinde yeni bir enternasyonal kurulması çağrısı yayımladı: Uluslararası işçi sınıfı hareketi ile Üçüncü Dünya’nın anti-emperyalist mücadelesini temsil eden bir enternasyonal… Dünya halklarının iki düzen-karşıtı mücadelesinin bir bileşkesi…

► Halk muhalefetinin kaybolması ya da bastırılması kapitalizmin krizini aşmasına imkan tanır mı?

Buradan şöyle bir tarihsel sorun çıkar.

  • Kapitalizm artık bir sistem olmaktan çıkmıştır; hayatiyeti kalmamıştır.
  • Ya devrimci bir dönüşümle yeni bir düzene geçecek; sosyalizme, giderek komünizme yönelecek. Ya da çürüyerek, çözülerek, dağılarak son bulacaktır.

Bir sistem bütün unsurlarını baskı, uzlaşma veya ikna yoluyla bütünleştiren bir sistemdir. İkna yeteneğini kaybettiği andan başlayarak salt baskı kalır. İki türlü baskı: Devlet baskısı ve sermaye baskısı. Emperyalizme bakın: Geçmişte, hem tahripkâr, hem de inşacı idi. Bu nedenle bir sistem özelliği taşıyordu. Bugünkü emperyalizm ise, girdiği, etkilediği her yeri sadece yıkıyor; parçalıyor; tahrip ediyor. Çağdaş emperyalizmin en açık örneği Ortadoğu değil mi? Bu coğrafyanın iki ülkesinde Mısır ve Tunus’ta devrimci halk kalkışmaları, 2011’de emperyalizm ile bütünleşmiş iki yoz, soyguncu iktidarı devirdi. Emperyalizm ise gerici Müslüman Kardeşler’i iktidara taşımak işlevini üstlendi. Her iki ülkede de halk emperyalizmin seçeneğine direndi; ama ihanete uğradı. Emperyalizm bugün Tunus halkını IMF programları cenderesine sürükledi. Mısır’da askerî faşizmle ittifak içindedir. Hemen ardından Libya ve Suriye’de cihatçılarla ittifak halinde rejim değişikliğine yönelik silahlı saldırıları tezgâhladı. Bu tablo, bir sistemin çökerek, çürüyerek yok olma tablosudur.

Şimdi ABD emperyalizmi Suriye’den çekip gitmeye kalkışıyor. Sonuç belirsizdir. Çünkü sistem krizi emperyalizmin bütünlüğünü de; tutarlı karar verme yeteneğini de kaybetmesi anlamına geliyor. Amerikan emperyalizmi bugün en az üç karşıt akım arasında mücadele içinde savruluyor. Sistemin içsel çelişkileri Ortadoğu’da odaklanmış olarak karşımıza çıkıyor. Bu da bize gelecekteki ihtimallerden birisinin çürüme ve yozlaşma olabileceğini gösteriyor. O yüzden devrimci, sosyalist geleneği temsil eden insanların sorumluluğu, halk muhalefetini sahipsiz bırakmamaktır. Lenin’in de ifade ettiği gibi kendiliğinden halk muhalefetinin sınırları var, bu muhalefet sendikal muhalefet olur ve orda kalır. Bunun en açık örneklerinden birisi İngiliz işçi sınıfı hareketidir. Çartist hareket kapitalizmin en güçlü işçi sınıfı hareketlerinden birisiydi; ama sosyalizmi gündemine alması çok zaman aldı. Halk muhalefetinin ileri taşınması şu andaki sol, sosyalist akımlara düşüyor.

  • Halk muhalefetinin sahipsizliğinin bir sonucu da bugün faşizme sürüklenen Türkiye’de yaşanıyor.

    ABD ORTADOĞU’YA SADECE MELANET, FELAKET, KAN VE KIYIM GETİRDİ

► ABD’nin çekilme kararından hareketle, özellikle Türkiye’de bu konudaki tutumlardan birisinin ABD’nin bölgede kalması yönünde bir çağrı ve çabanın söz konusu olduğunu da görüyoruz. Bunu nasıl değerlendirirsiniz?

Ne söylenebilir? Türkiye’nin acı kaderinin parçalarıdır. Bölgeye sadece melanet, felaket, kan ve kıyım getiren Amerika’ya “çıkma, kal” demek olacak şey mi? Bu konuda tartışmaya girmek yerine geçmiş bir belgeye referans vereceğim. Aralık 2011’de Orta Doğu’ya dönük emperyalist saldırı nedeniyle Cezayir İşçi Partisi’nin düzenlediği bir Dayanışma Konferansı’na Türkiye’den dört meslektaş davet edilmiştik. Suriye’de çalkantılar patlak vermişti; ABD; Körfez ve Türkiye destekli cihatçı saldırı ise o tarihte başlamamıştı. Konferans, bizin önerimiz üzerine aşağıdaki ifadeyi Sonuç Bildirgesi’ne ekledi:

“Konferans, Suriye halkının toplumlarının demokratikleşmesi özlemi ile dayanışma içindedir; ancak, emperyalist güçlerin ve taşeronlarının bu özlemleri Suriye’de rejim değiştirme amaçlı askerî ve siyasî müdahale vesilesi olarak kullanmasını şiddetle lanetler.” 

O tarihte söylediklerimiz bir sağduyu ifadesiydi. Sonrasını biliyoruz. Şimdi emperyalizm ve ortaklarının yarattığı çıkan insanî enkazı çaresizce gözlüyoruz. Bugün yedi yıl önce söylenenlerden başka ne denilebilir ki?

► Önümüzdeki süreçte Türkiye’deki muhalefet için neler söylersiniz?

İktidar özgürlük alanlarını sürekli daraltıyor. Onun için bu alanları hem korumamız, hem de mümkün mertebe genişletmemiz gerekir. Yerel seçimler de bu açıdan önemli. Üst yönetimi Türkiye toplumunun ilerici birikimlerini rahatça heba etmiştir; Cumhuriyet değerlerine sırtını dönmüştür. Ama CHP belediyeleri hala Türkiye’nin önemli özgürlük, özerklik mekânlarıdır o yüzden kaybetmemek; genişletmek gerekir. Meslek odalarımızın, sendikalarımızın hayatiyetleri çok önemlidir. İşçi sınıfındaki direnme eğilimlerini sahiplenen tüm sendikalar desteklenmelidir.

Türkiye’yi yöneten makamlarda gözlenen iç tutarsızlıkları, düzeysizlikleri küçümsemek yanlıştır. Tutarlılık ve bürokratik düzey, faşizmin tüm kurallarını sistemli bir biçimde uygulamak için gerekli değildir. Amaçlarına ulaşmakta başarılı olduklarını görüyoruz. İki emektar, değerli sanatçıya uygulanan baskı, etkili sindirme, yıldırma yöntemleridir. Bu tür baskılara maruz kalan düşünce, sanat, bilim insanları, faşizm-öncesi Türkiye’nin heba edilemeyecek, saygın düşünsel ve estetik birikimini temsil ederler. Onlarla dayanışma, katkılarını sahiplenme, yaşatma önceliklidir.

2019’DA DA BİRGÜN’Ü SAHİPLENELİM

► BirGün okurlarına yeni yıl mesajınız var mı hocam…

Gazetemiz BirGün bu karanlık, güç günlerde Türkiye basınının sosyalist, aydınlanmacı, ilerici geleneğini temsil etmekte; başarıyla sürdürmektedir. 2019’da da BirGün’ü sahiplenelim; okuyalım; okutalım; aktif katkı yapalım; elbirliğiyle geliştirelim…
***
EKONOMİDE ASIL ŞOK ŞİMDİ BAŞLIYOR

► Türkiye ekonomisinin 2019’daki seyri nasıl olacak?

İçinde yaşadığımız krizin farklı ivmeleri var. İlk ivme döviz krizi ile patlak verdi. İktidarın seçim takvimi nedeniyle ekonomiyi pompalamasının yarattığı gerilimler döviz piyasasına yansıdı. Cumhurbaşkanı, finans çevrelerine karşı Mayıs ayında meydan okuyan bir söylem tutturarak bu gerilimin tırmanmasına katkı yaptı. Önceki tüm seçimlerde sermayenin kolektif iradesini temsil eden borsa, AKP’nin seçim zaferlerinden sonra yükselmiştir. Zira, neoliberal programı itirazsız uygulayan tek parti iktidarının devamı olumlu karşılanmıştır. Uluslararası finans çevrelerine karşı yürütülen meydan okuma nedeniyle Haziran 2018’de bu değerlendirme gerçekleşmedi. Ekonominin başına, finans sermayesinden siyasete geçmiş Mehmet Şimşek yerine Albayrak’ın getirilmesi, ek bir güvensizlik etkeni daha oldu.

Bu etkenler, birlikte, döviz krizini tırmandırdı. Ağustos sonunda durumun sürdürülemez olduğu ortaya çıktı. Eylül’de Albayrak Londra’da uluslararası finans çevreleri ile görüştü. “IMF’siz bir IMF programı” önce Merkez Bankası’nın faizleri yükseltmesiyle, sonra da 2019 bütçesine esas olacak Yeni Ekonomi Program ile kabul edildi.

Bu adımlar dövizdeki yükselişi engelledi. Bunalımın döviz krizi aşaması son bulurken üretim, istihdam ve milli gelir verilerine yansıyan kritik aşaması başladı. Türkiye ekonomisi Ağustos-Ekim aylarında cari işlem fazlası verdi. Bu fazla, olumlu bir yapısal dönüşümden değil; iç talepteki çöküşün ithalatı daraltmasından; yani yoksullaşmadan kaynaklandı. Dış ticaret döviz tasarrufu sağlamaya başlayınca dövizdeki yükseliş durdu. Ekonominin gidişatı döviz fiyatlarından algılanmaz.. Reel ekonomideki bunalım, son milli gelir verileriyle ortaya çıktı. Ekonomi 2018’in son çeyreğinde 2019’un ilk yarı yılında küçülecek ve küçülmenin sosyal maliyeti ağır olacak.

Ekonomik krize girilirken

Ekonomik krize girilirken…

Prof. Dr. Korkut Boratav
sol.org.tr
, 10.08.2018

Bu yazı kaleme alınırken (10 Ağustos’ta) Türkiye, çalkantı içinde ekonomik krize sürüklenmektedir. Günceli yazıya dökmenin anlamı yok; ortaya çıkan politika seçeneklerine yazı sonunda değineceğim. Kriz ortamına gidişin ana etkenlerini, verilerini tartışmanın daha yararlı olacağını düşünüyorum. Bunlara “serin kanlılıkla” bakalım; ipuçlarını izleyelim; belki de bugünün (10 Ağustos’un) çöküntüsüne ulaşırız.

Tipik Bir Kriz Senaryosu

“Dış kaynak girişlerinde ani duruş veya tersine dönüş…”

Bu ifade, neoliberal dönemde sermaye hareketlerini serbestleştiren; ekonomilerini finans kapitale sınırsızca açan  ülkelerde ortaya çıkan bir kriz türünün nedeni olarak kullanılıyor.

Bu tür kriz örnekleri “Güney” coğrafyasında, çevre ekonomilerinde yoğunlaştı: 1980’li yıllarda Latin Amerika’nın borç bunalımı; 1997-2001’de Doğu Asya’da patlak verip hızla yaygınlaşan kriz dalgası; 2008’de Batı’daki büyük finansal bunalımın kırılgan çevre ekonomilerine yansıması; bazı özellikleriyle 2011 sonrasında Avro Bölgesi’nin  çeperini, zayıf halkalarını sarsan borç krizi…

Türkiye, “serbest sermaye hareketleri” dalgasına 1989’da katıldı. 1994, 1998/99, 2001 ve 2008/9’da bu tür dört krizden geçti. Nasıl tetikleniyor; gelişiyor?

Uluslararası finans kapital, sistemin çevresine taşarken, hem ekonomik canlılık getirir; hem de yapısal çarpıklıklar,  kırılganlıklar yaratır. Böylece, ileri tarihlerdeki bunalımın tohumlarını da taşımış olur.

Örneği bizzat yaşadık: 2003-2007 Türkiyesi’nde  yüksek tempolu yabancı sermaye girişleri, hem büyüme hızını yukarı çekti;  hem de üretimin ithalata bağımlılığını tırmandırdı; durgunlukta bile ortadan kalkmayan dış açıkları ekonominin yapısal bir özelliği haline getirdi.

“Dış kaynaklarda sert durma ve çıkışın” bunalıma yol açıp açmayacağı, “giriş” aşamasında oluşan dış kırılganlıkların, yapısal çarpıklıkların yoğunluğuna bağlıdır. Örneğin 1997-98’deki krizden ders alan Doğu Asya ülkelerinin çoğu, cari açıklarını adım adım ortadan kaldırmayı başardı; 2008’de ABD’de patlak veren  finansal krizden pek etkilenmedi.

Türkiye bu “dersi” öğrenmedi. Aynı koşullarla yoğun dış kırılganlıklar içinde karşılaştı. 2008-2009’da küçülen az sayıda çevre ekonomisinden biri olarak dikkat çekti.

2018 Konjonktürüne Geliş

2009 sonrasında Batı merkez bankalarının ölçüsüz likidite genişlemesi ile beslenen finans kapital, emperyalizmin çevresine de taştı; buralarda ekonomik  canlanmayı besledi. FED 2013’te bu konjonktüre son verme işareti verdi; 2016’da  parasal daralmayı başlattı. Şubat 2018’de Batı borsalarında sert düşüşler, finansal balonlaşmanın son bulma işareti olarak algılandı. 10 yıllık ABD tahvili kritik bir eşik olarak görülen %3 sınırına ulaştı.

Uluslararası finans kapitalin ilk tepkisi, çevre ekonomilerinden adım adım çekilmek olur. En zayıf, “kırılgan” halkalardan başlayarak… Hangileri? 2013’te Morgan Stanley, “yükselen ekonomilerin beş kırılganı” başlığı altında bir liste yaptı: Türkiye, Brezilya,  Hindistan, Güney Afrika, Endonezya… Sonraki yıllarda bu liste güncelleştirdi; Türkiye daima yerini korudu.

2018’inin ilk yarısında bu listenin durumunu Morgan Stanley’den değil, döviz piyasalarından izleyelim. Bank of International Settlements (BIS), ülke döviz piyasalarının  verilerini derler; yayımlar.  BIS’in Ocak-Haziran 2018 istatistiklerinde doların fiyatına veya ülkeler-arası enflasyon farklarını da dikkate alan döviz sepetinin reel efektif kuruna göz atalım. Türkiye, Arjantin’in arkasından “ikinci en kötü” durumdadır. Meksika, Endonezya, Hindistan ve Brezilya bu iki ülkeyi bir hayli geriden izlemektedir.  Morgan Stanley’in ilk listesindeki kırılganlara Meksika ve Arjantin eklenmiş; Güney Afrika çıkmıştır.

Tam da o tarihte (Haziran 2018’de) Arjantin, krize girdiğini resmen ilan etti; 50 milyar dolarlık bir kredi anlaşması imzalayarak IMF’ye teslim oldu. Haziran sonrasında tamamen “çılgınlaşan” döviz piyasaları ile Türkiye sıraya girdi. Arka planda elbette  sermaye hareketleri yatıyor. Son ödemeler dengesi istatistiklerine odaklanalım.

Ocak-Şubat 2018’de “Balonlaşma”…

Birkaç ay önce bu köşede, Ocak-Şubat 2018 ödemeler dengesi istatistiklerini, “ekonomide balonlaşma” başlığı altıda incelemiştim. Gerçekten de bu iki ayda, Türkiye ekonomisi sermaye hareketleri bakımından coşkulu bir konjonktürde görünüyordu.

Bir önceki yılın (2017’nin) aynı aylarıyla karşılaştırarak özetleyelim:

“Çılgınlaşan” döviz piyasalarının pompaladığı yabancı sermaye girişleri  %78 oranında artıyordu. Kayıt dışı sermaye çıkışları son buluyor; TCMB rezervleri yükseliyordu. Yabancı, yerli ve kayıt dışı öğelerinden oluşan  toplam sermaye hareketleri de 2017’deki “net çıkış” olgusuna son veriyordu. AKP seçim konjonktürü uygulamaktaydı. 2018 başında Batı piyasalarındaki canlılık hâlâ sürmekteydi ve yüksek tempolu büyümenin dış kaynak gereksinimi şimdilik karşılanabiliyordu.

Ne var ki, iç talep genişlemesi üretim sınırlarına tosladı. Enflasyon, ithalat tırmandı. Ocak-Şubat cari açığı %100’ü aşan bir tempoda genişledi.  Sermaye girişleri, “balonlaşma”yı besledi. IMF, canlanmanın sürdürülemeyeceği teşhisini ve  ekonomideki “sıcaklaşma” olgusunu Mart’ta bir Türkiye Raporu’nda ortaya koydu. Ana öğelerini ve politika önerilerini bu  yazımda aktarmış, tartışmıştım.

Mart-Haziran 2018 Gerilimi

Ödemeler dengesinin Mart-Haziran 2018 verilerini tabloda bir önceki yılla karşılaştırıyorum. Son dört aylık veriler ekonominin küçülmesini tetikleyecek bir krizin ön işaretlerini taşıyor mu? Yazının başında ifade ettiğim “yükselen piyasa krizlerini tetikleyen ana etken”, yani dış kaynak girişlerinde, bir önceki yıla göre  ani duruş veya tersine dönüş, Mart-Haziran 2018’de gözlenmekte midir?

Yanıt, tablonun ilk satırında yer alıyor:  Yabancı sermaye girişleri Mart-Haziran 2018’de on iki ay öncesine göre %85 oranında daralmıştır (Satır 1). Bu  sert yavaşlamayı “duruş” olarak, bir krizin başlangıç dürtüsü olarak  nitelendirebiliriz.  İki yılın dört ayında dış kaynak girişlerindeki azalma 19 milyar dolardır; 2017 dolarlı milli gelir toplamının yüzde 2,2’sine ulaşan olumsuz bir şok…

Toplamda “net çıkış” göstermeyen yabancı sermaye,  Haziran’da “eksi” değer vermiştir. Bu durumun Temmuz-Ağustos’ta  da süregeldiği anlaşılıyor. Yani, “tam gaz kriz” süreci içindeyiz.

Dış kaynak girişlerindeki daralma, hangi tür akımlara yansımıştır? Bunları, “sıcak, dış borçlanma ve doğrudan yatırım” türlerine ayıralım. Sıcak para ve dış borçlanmada, daralma ötesine geçilmiş; net çıkış başlamıştır. Dış kredilerin döndürülmesinde krizi derinleştirici güçlükler gündemdedir. Yabancı sermayenin en istikrarlı türü olan doğrudan yatırımlarda ise, ılımlı bir artış gerçekleşmiştir.

Yabancı, yerli ve kayıt dışı öğelerin tümünü oluşturan toplam sermaye hareketleri de kriz işareti vermektedir: On iki ay öncesine göre %52’lik gerileme (Satır 6)…  Türkiye ödemeler dengesi  istatistiklerinin “esrarengiz” bir öğesiyle tekrar karşılaşıyoruz: Kayıt dışı sermaye girişlerinde 6,9 milyar dolarlık net giriş (Satır 2)… AKP’li yıllarda dış kaynak hareketlerinde gözlenen her olumsuz dönemde, kayıt dışı para girişleri “can kurtaran simidi” olmuştur. Bu karanlık öğenin kaynaklarını uzun yıllar tartışacağımız anlaşılıyor.

Ekonominin küçülmeye başlaması, Haziran ithalatını ve cari işlem açığını aşağı çekmiştir. Ne var ki, önceki ivme sayesinde dört aylık dış açık %20 dolayında artırmıştır (Satır 5). Rezervlerdeki aşırı (11,9 milyar dolarlık) erime, cari açığın %62’sini karşılamıştır (Satır 4).  Elbette sürdürülemeyecek bir durum…

Finans kapitale teslimiyet biçimleri

İktidar, finans kapitale teslim olacaktır. Tek hamlede mi? Aşamalı olarak mı? IMF’li mi? IMF’siz mi? Birkaç seçenek gündemdedir.

IMF’li programın önceliği, bir dış borç krizini önlemektir. Hazine, T.C. bankalarının dış kredilerini devralır; bu borçlar IMF kredi taksitleriyle ödenir. Kemer sıkma politikaları milli geliri küçültür,  cari açık bu sayede “sürdürülebilir” düzeye indirilir. Böylece,  bir borç krizi önlenir; ama “kemer sıkma” ve “yapısal reform”, öncelikle emekçilere yüklenir. Finans kapital, emekçilerin sırtından kurtarılmış olur.

Bu program, emeğin gelirleri ve kazanımları dışında kamu yatırımlarını kısacak; iktidarın kader ve çıkar birliği yaptığı ayrıcalıklı sermaye çevrelerini de bunalıma sürükleyecektir. İktidar bu nedenle IMF’siz ve aşamalı seçenekler arayacaktır.

IMF’siz ve “aşamalı” seçenekler,  topu TCMB’ye atan “kozmetik” bir programla başlayabilir. Rahip  Brunson operasyonuyla birleşirse sıcak para girişinin hızlanması umulur. Ne var ki, spekülatif sermaye girişleriyle dış kredilerin döndürülmesi, finansmanı sağlanamaz. Uluslararası bankaların güvence arayışları, talepleri farklı aşamaları gündeme getirebilir.

Köşeye sıkıştığında iktidar, döviz kısıtlarına zorlanabilir. Cumhurbaşkanı Bayburt’ta bu seçeneğe değinmiştir. Döviz kısıtları, sistematik, yaygın bir model olan sermaye hareketlerinin denetlenmesi değildir. Yozlaşmış faşizme uyan, kapkaççı, keyfî, kayırmacı, cezalandırmacı  uygulamalara dönüşür. AKP geleneği ile uyumludur. “Yarenler” takımı kriz ortamında kurtarılır; mümkünse daha da ihya edilir. Döviz tahsisleri, transferleri, şirket kurtarma operasyonları, yukarıya, emir-komuta zincirine bağlanır.

  • Krizin tüm ön koşullarını yaratan; alkışlayan; bunlardan nemalanan iktidar ve sermaye çevreleri köşeye sıkışmıştır.

Bugünün yozlaşmış ortamında iktidarın, burjuvazinin siyasî ve iktisadî seçeneklerini sadece teşhir etmekle yükümlüyüz. Karşılaştıkları seçeneklerden “halkçı, doğru” öğeler türetilemez.

Hakiki cumhuriyetçiysen Kürt hareketiyle çözüm ararsın

Hakiki cumhuriyetçiysen
Kürt hareketiyle çözüm ararsın

Prof. Dr. Korkut Boratav

AKP’nin de-facto bir İslamcı rejim inşa etmeyi ve cumhurbaşkanlığına süresiz dokunulmazlık kazandırmayı öncelik edindiğini söyleyen Prof. Korkut Boratav’a göre AKP ile Fethullahçılar çatışmasalar, önlerini kimse alamazdı. Öte yandan Boratav’a göre mevcut gidişata karşı durabilecek toplumsal ve siyasal güçler ortak bir cephe oluşturamaz ama ortak bir muhalefet inşa edebilir. Boratav, laik-demokrat Kürt hareketiyle “aydınlanmacı Kemalistler” ve bunun ortasında kalan muhaliflerin tek seçeneğinin de ortak muhalefette olduğu görüşünde.

Bir yanda defnedilmiş bir anneyi toprağın altından çıkarmakla tehdit eden ırkçı güruh, diğer yandan bu vahşetin dehşetine kapılanlar. Türkiye ortadan ikiye değil, her yanından çatlayıp yüzlerce parçaya bölünmüş görünüyor. Kendinden başka herkesi düşman belleyenlerin başlattığı savaşa karşı direnenler de var, onlara uyum sağlayanlar da; bu dehşet saçan vahşete karşı direnenler de var, sessiz kalıp seyre dalanlar da. Peki, tarihin neresindeyiz? Bu sorunun yanıtını kestiremeyecek düzeyde karanlık bir tünelde gibiyiz.
*****
………………….
…………………….
MUSTAFA KEMAL ve İNÖNÜ PROLETARYA DEVRİMCİLİĞİNE RAKİPTİR

Peki bu ülkede neden çoğunlukla sağ akımlar egemen oldu?

Aydınlanmacı akımın egemen olduğu dönemleri unutmayın. Türkiye’deki Ortaçağ kurumlarını tasfiye eden büyük dönüşümü sağ değil, aydınlanmacı kanat yapmıştır. Hilafetin kaldırılması, cumhuriyetin ilanı, tevhid-i tedrisat, tekke ve zaviyelerin kapatılması…

Ama çok partili hayata geçişle birlikte çeşitli kesintiler bir yana Demokrat Parti,
Adalet Partisi, ANAP ve AKP’ye kadar devam eden bir süreç var.

Büyük dünya dengeleri içinde Türkiye, esas olarak Amerikan yörüngesine oturmayı tercih etti. İsmet Paşa’nın bütün aydınlanmacı özelliklerine rağmen, Sovyet sempatizanlığının sınırı vardı. Mustafa Kemal’in de vardı. Her ikisi de sosyalist değil ve aydınlanmacılıkları sosyalizme varılmaz. Marksist literatürle konuşacak olursak, küçük burjuva devrimcileri olarak proletarya devrimciliğiyle rakiptirler. Birleşebilirlerdi ama bu biraz da iç sınıfsal dengelere bağlıydı.

Mustafa Kemal, Milli Mücadele’yi kongrelerle örgütledi; Sovyetleri örnek aldı. Ama Türkiye toplumu kongrelerinin bileşimini esas olarak Anadolu’nun orta ve üst mülk sahibi sınıflarının katılımıyla gerçekleştirdi. Küçük burjuva radikalizmi o sınıfları sürükledi. Dolayısıyla bu bir proleter devrimciliği değildi ve aralarında daima bir mesafe oldu.
******
……….
………
SARRAF DAVASINI AMERİKAN USULÜ
BİR UĞUR MUMCU YAZINCA ANLAYABİLECEĞİZ

Sizce Batı şu an nasıl bir Türkiye tahayyül ediyor?

Siyasi odaklar büyük ihtimalle Türkiye için daha ılımlı bir geçiş modelini tercih edecekler. Yani keşke büyük bir koalisyon gelse diyorlardır. Fazla belirsizleşen bir iktidar yerine daha istikrarlı bir ittifak oluşması özlemleri olduğunu tahmin ediyoruz. Ama bu özlemi hayata geçirme manivelaları yoktur. Onun için kısa vadede gidişat değişmeyecek, acılarını da biz çekeceğiz.

ABD, Rıza Sarraf davasından ne amaçlıyor sizce?

Amerika’nın amaçlarının ne olduğu; kimlerce manüple edildiği belli değil şu an. ABD yönetiminin büyük bir karışıklık ve belirsizlik içinde olduğunu biliyoruz. Onun için bu davanın iç dünyasını deşifre etmek çok zor. Mesela Trump’a yakın bir isim olan Rudolph Giuliani, Sarraf tarafından avukat olarak tutuldu ve Türkiye’ye geldi. Trump’ı mı, müvekkilini mi yoksa Türkiye yöneticilerini mi temsil ediyor, bilmiyoruz. Burada kiminle ne görüştüğü de belli değil. Sarraf, New York Federal Mahkemesi’nde yargılanıyor. Suçlamaları yapan Bharara görevden alındı, yeni atanan savcı devam ediyor. New York Federal Mahkemesi’nin savcısı büyük ihtimalle Trump tarafından atanmıştır. Trump’ın iradesine rağmen bu suçlamalara devam eder mi, etmez mi? Trump’ın henüz tam kontrol edemediği bir de Adalet Bakanı var. Dolayısıyla bu iş kontrolden çıkmış dahi olabilir. Bir gün Amerikan usulü bir Uğur Mumcu bunları yazacak ve biz de o zaman hikâyeyi anlamış olacağız.
===========================================
Dostlar,

Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinin nam salmış (duayen) hocalarından yaşı 80’i aşan (13 yıldır emekli) Sayın Prof. Dr. Korkut Boratav ile yapılan 9 sayfalık kapsamlı bir söyleşiyi paylaşmak istedik. Söyleşinin künyesi şöyle :

İrfan Aktan iaktan@gazeteduvar.com.tr  15 Eylül, 2017
https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2017/09/15/korkut-boratav-hakiki-cumhuriyetciysen-kurt-hareketiyle-cozum-ararsin/

Yazı uzun olduğundan giriş, gelişme ve sonuçtan seçmeler sunduk.

Tam metin için lütfen tıklayınız : Hakiki_cumhuriyetciysen_Kurt_hareketiyle_cozum_ararsin

Sevgi ve saygı ile. 14 Ekim 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com

Finans sermayesi ve AKP: Bir gezinti

Finans sermayesi ve AKP: Bir gezinti


Prof. Dr. Korkut Boratav
http://ilerihaber.org/yazar/finans-sermayesi-ve-akp-bir-gezinti-64452.html, 09.12.2016

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Finans sermayesi Türkiye’ye, özellikle de AKP’ye nasıl bakıyor? Bir kriz ortamına girerken önemli bir soru… Nesnel göstergelerle, başta sermaye hareketlerini inceleyerek yanıtlayabiliriz. Veya, bunların kaynağındaki yatırım bankalarında, fon yöneten şirketlerde, kurumlarda yönetici, uzman kişilerin görüşlerini, değerlendirmelerini izlemeye çalışırız. Bu malzemenin bir bölümüne Batı basınından ulaşabiliyoruz. Özellikle sermaye çevreleriyle içli-dışlı olan Financial Times, Wall Street Journal gibi gazeteler, Bloomberg gibi siteler, finans haberlerini, sözünü ettiğim şirket, kurum, banka yetkilileriyle görüşerek verirler.

Türkiye’nin yer aldığı bu tür haber ve yorumlarla ilgili hızlı bir tarama yaptım. Bunlara bakarak finans kapitalin Türkiye’ye dönük ruh halini yakalamaya çalıştım. 2013 ortalarından bugüne kadar kritik dönemeçlerde, finans kapitalin temsilcileri Türkiye’ye, AKP’ye hangi gözlüklerle bakmaktadır?

AKP’NİN BUNALIMLI SEKİZ AYI: HAZİRAN VE 2013 SONRASI 

Önce Gezi kalkışması (AS: Haziran 2013); polis şiddetiyle  bastırılması… Aralık’ta da (AS: 17-25 Aralık 2013) ses kayıtlarıyla ortaya çıkan, başlatılan yolsuzluk soruşturmaları; hukuk devleti normlarını çiğneyen bir karşı saldırıyla bunların  da bastırılması… AKP iktidarının sekiz bunalımlı ayı söz konusudur. İki ay boyunca (31 Kasım 2013- 31 Ocak 2014) dolar %12 tırmanmıştır. 17 Şubat’ta The Telegraph’tan Ambrose Evans-Pritchard, finans çevrelerinde ortaya çıkan endişeli ortamı aktarmaktadır: “Türkiye’yi hep istikrarlı gören fon yöneticileri, şimdi sözleşmelerin uygulanıp uygulanmayacağından endişe ediyorlar. S&P’nin ülke puanını negatif gözleme almasında, siyasi gerilimler, kurumsal güvencelerin ve dengelerin aşınması rol oynamıştır.”

Finans kapitalin bu endişesi, artık, zaman zaman karşımıza çıkacaktır: Hukuk devleti normlarının ihlâli, sözleşmelerin ve mülkiyet haklarının  güvencesini de tehdit edecek midir? 

Bir ay sonra, AKP duruma hâkim olmuş; hukuk devleti değilse bile istikrar geri gelmiştir. Kamuoyu anketleri de yerel seçimlerde AKP’yi önde göstermektedir. Financial Times (27 Mart 2014), finans çevrelerinin Türkiye’ye bakışını aktarmaktadır:

Geçen yıl Türkiye’den uzak duran yabancı yatırımcılar geri gelmeye hazırlanıyorlar. YouTube’u susturma haberleri çıktığında Türkiye kâğıtları, borsa yükseldi; zira yatırımcılar Erdoğan’ın seçimlerden yara almadan çıkacağını umuyorlar. Standard Bank’tan Tim Ash’a göre seçimde başarı kazanırsa ‘yatırımcılar burunlarını tıkayarak’ Türkiye havuzuna tekrar dalacaklardır.”

Gazete, UBS ve Global Source Partners’den uzman görüşlerini aktarıyor. Bunlara  göre, “Erdoğan politikaların sürekliliğini gözetecektir. AKP seçimleri devamlı kazanmayı becerecek; Türkiye’yi felaketlerden uzak tutacaktır.”

Hangi felâketler? Aydınlanmacı-demokrat milyonların protestoları mı? Ciddi yolsuzluk dosyaları mı? Önemli olan nedir? “Seçimleri kazanma becerisi ve politikaların sürekliliği”…

2014-2015 SEÇİMLERİ: FİNANS ÇEVRELERİ MUTLU, BAZEN TEDİRGİN 

Mart 2014 yerel seçimlerinden AKP’nin galip çıkması, ay sonunda dolar kurunu iki ay öncesinin %5 altına çekti. Beş ay sonraki Cumhurbaşkanlığı seçimlerini de Erdoğan’ın kazanma beklentisi güçlendi. Yerel seçimlerden bir gün sonra  Société Générale’den bir yatırım danışmanı müşterilerine “Türkiye’ye girin” diyor. Zira, “cumhurbaşkanlığı seçimi de ufuktayken, yerel seçim sonuçları, siyasî belirsizliği ve istikrarsızlığı hafifletmiştir.” (Financial Times, 31 Mart).  

Mart’ta başlayan olumlu konjonktür, Ağustos 2014 cumhurbaşkanlığı seçimleriyle birleşti; yabancı sermaye girişleri Ocak 2015’e kadar yüksek tempoda süregeldi. 2015’te “Güney”e dönük sermaye hareketlerinde yavaşlama başlar. Türkiye de bu etki altındadır; ama AKP’nin tek parti iktidarına son veren 7 Haziran 2015 seçimleri iç ve dış finans çevreleri için ek bir şok olur. Üç gün içinde dolar %4 pahalılaşır; borsa endeksi %6 düşer.

Ambrose Evans-Pritchard, 7 Haziran 2015 seçimlerini, hemen ertesi gün The Telegraph’ta yorumluyor: “Seçim, Türkiye’nin liberal, laik güçleri ve Kürtler için bir zaferdir. AKP  %41 oyla yine öndedir; ama bölünmüş bir ülkeyi koalisyonla yönetecektir. Erdoğan’ın Müslüman demokrasisi vitrini, pırıltısını çoktan yitirmiştir.”

Hemen arkasından bir yatırım uzmanının değerlendirmesi aktarılıyor: “Yükselen siyaset çirkinleşirse işin içinden çıkamazsınız. [Seçim sonrasında] Türkiye’nin yükselen piyasa ülkeleri içinde en kırılganının Türkiye olduğunu düşünüyoruz.”

Bankere göre siyasetin çirkinleşmesi” olarak görülen 7 Haziran tablosu, kan-revan içinde kazanılan 1 Kasım seçimiyle “düzelecektir.” Yabancı finans çevrelerinin ertesi gün yayımlanan yorumunu Financial Times’tan aktaralım: “Piyasalar siyasette güçlü adamı severler; belirsizlikten ise nefret ederler. İstikrar bozucu üçüncü bir seçim artık devre dışıdır. Uluslararası yatırımcılar da zafer karşısında Erdoğan’ın âlicenap olmasını; ekonomik reforma odaklanmasını yeğliyorlar.”

Türkiye’ye fon girişleri canlanır; seçim arifesi ile sonrası arasında dolar %3,8 oranında ucuzlar.

SEÇİM ZAFERİNDEN 15 TEMMUZ 2016 VE SONRASINA 

Erdoğan’ın “âlicenap ol” tavsiyesini 1 Kasım’dan sonra umursamadığını; büyük Batı medyasında siyasî eleştirilerin sıklaştığını biliyoruz. Ne var ki finans kapital, bu eleştirileri umursamadı. 2016 başında canlanan uluslararası sermaye hareketlerinden 28 milyar dolar, altı ayda Türkiye’ye aktı. 15 Temmuz 2016 darbe girişimi sonrasında  aksayan sermaye girişleri, Ağustos’ta canlanır. Finans kapital bu aşamada “normale dönüş” algılaması içindedir. Ne var ki OHAL uygulamaları Türkiye ile ABD/AB arasında siyasî gerilimlere yol açtıkça, finans sermayesi bu uygulamaların ekonomiye yansıyan boyutlarına odaklandı. Tedirginlikler arttı. Sıcak para hareketlerinde hızlı bir çıkış, herkesi sürükleyebilir. Sürü hareketleri benzetmesi yaygındır. Finans uzmanlarının Türkiye’ye bakışlarına Bloomberg ve Financial Times’tan  derlenmiş bazı örnekler verelim:

Kötümserler var: “Hızlı çıkışlar başlarsa sermaye hareketlerini sınırlayacak ülkelere ilk aday Türkiye’dir… Ülkenin kurumları zayıflıyor; iktisat politikası ise uzağı görmüyor… Bir ordunun darbe yaptığı yerde durum ciddidir; kalınmaz, çıkmak gerekir…”

İhtiyatlı iyimserler ağır basıyor: “Sağlıklı bir ekonomi, genç, rekabetçi bir işgücü; ama patlamaya hazır bir siyasi hayat… Erdoğan’ın ve AKP’nin halk desteği güçlüdür, iniş-çıkışlar doğaldır; yükselen piyasalar için daha toleransı olmak gerekir… Temel soru şudur: Siyasette değişiklikler, yatırım rejiminde ciddi kaymalara yol açacak mı; yoksa, [askeri müdahale sonrası] Tayland’daki gibi ekonomik süreklilik sağlanacak mı?… Riskler var; ama tamamen çıkış abartılı olur. Düşük faizli bir dünyada yatırımcılar paralarını işletmek zorundadır… Türkiye borçlarının en çekici yönü ABD tahvillerinin altı misli getiri sağlamasıdır. Gelişmiş ülke varlıkları sıfıra yakın getiri verirken yatırımcılar dolarla borçlanıp TL kâğıtlarına geçince sadece Ağustos’ta Türkiye’den % 2,9 getiri sağladılar…” 

(Burada sözü geçen %2,9’luk getirinin 1,9’u, Ağustos’ta doların ucuzlaması ile sağlanmıştır.)

Yukarıda adı geçen Tim Ash de Türkiye için, bir hayli iyimserdir: “Puanı düşürülse bile Türkiye toparlanır. Önemli olan hızlı büyümedir; kamu borcu/milli gelir oranının düşük (%34) olmasıdır; güçlü bir banka sistemidir; devlette ve toplumda iş çevreleri [sermaye] lehine güçlü bir kültürün varlığıdır.” (Financial Times, 10 Ağustos).

23 Eylül’de Moody’s, Türkiye’nin yatırım puanını düşürdü ve gerekçeler içinde Gülen’ci şirketlere dönük uygulamaları, anayasa değişikliği girişimlerini de gösterdi. Bu olgular, yatırım ortamını, kurumsal istikrarı zedelediği için sakıncalı görülmekte; mülkiyet hakları ihlalleri ima edilmektedir.

Kasım başında IMF’nin Türkiye ile ilgili bir ön-raporunda da, “kamunun kurumsal kapasitesinin güvenceye alınması ve yasal sistemin etkinliğinin pekiştirilmesi temel öncelikler” olarak vurgulanıyordu. Finans çevreleri, yine de, kötümserliğe savrulmak istemiyorlar.  Londra’dan kıdemli bir yatırım danışmanının tepkileri tipiktir: “Erdoğan’ın baskıcı olması, hatta zamanla diktatörleşmesi yatırımcıların umurunda değildi. Onlar istikrara önem verirlerdi. Şimdiki durum ise kargaşalı bir geçiş sürecidir. Müşterilerim   itiş-kakıştan; yalpalamalardan hoşlanmıyorlar. Türkiye’ye şunu demek istiyorlar: ‘Ne olmak istiyorsan ol; sonra da bize haber ver [ki gelelim.’].” (Financial Times, 29 Kasım 2016).

Yine Financial Times ve Bloomberg’ten  birkaç örnek aktarayım:

Kritik şey güvendir. Bu karanlık bulutları dağıtacak bir şey bulsak rahatlayacağız… Riskler yatırımcıları ürkütüyor; ama nereye gidebilirler? Diğer büyük yükselen piyasalar: Rusya, Brezilya, İran mı? Oralarda da yaptırımlar, küçülme, siyasî felç var. Yatırımcılar farkında ki Türkiye güç bir dönemden geçiyor; ama piyasanın büyüklüğüne bakın… Yükselen piyasalar içinde, yurttaşlarına sınırsız yabancı para tutma imkânı veren tek ülke Türkiye’dir…”
***
Verdiğim örnekler, finans kapitalin kısa vadeli, “sıcak” akımlarını sürükleyen rantiye katmanı ile ilgilidir. Bu akımlar, 2010-14’te Türkiye’ye giren yabancı sermayenin yarısına yaklaşmaktadır.  AKP iktidarına, adeta tutkulu destek dikkat çekicidir. Uzun vadeli kredileri denetleyen bankaların ve doğrudan (üretken) yatırımlara dönük sermaye gruplarının ölçütleri farklılaşabilir. Ancak, yukarıda değindiğim “mülkiyet hakkını güvenceye alan kurallar” ve “yatırım rejiminde süreklilik” güvenceleri bunlar için de yaşamsal önem taşır.

Hepsini birleştiren bir ortaklığa da işaret edelim:

  • Sözünü ettiğim güvenceler süregeldikçe, finans kapital açısından, siyasi iktidarın niteliği; demokrat veya faşist, laik veya şeriatçı olması önem taşımamaktadır. 

=======================================
Dostlar,

Korkut Boratav” olmak kolay mı??
80 yaşını aşan bir bilge – deha İktisatçının, yurtsever “Mülkiyeli” nin olağanüstü irdelemesi yukarıda. Erdoğan’ın ekonomi danışmanlarının hangisinin kıratı Boratav’ın rüzgarına yetişebilir ki? Jöleli olduğu söylenen salt yükseklisans eğitimliler mi örneğin??

Hani IMF’ye borçlar bitirilmişti hatta Türkiye borç alan olmaktan çıkıp “borç veren” konuma terfi etmişti? Oysa AKP ile borçlar ulusal gelirden daha hızlı büyü(tül)dü! 3’e katlandı ve 600 milyar doları aşarak ulusal gelire yaklaştı.. Kişi başına gelir 10 bin doları bulamıyor ve düşüyor.. Gelir dağılımı iyileşmiyor, eşitsizlik artıyor, işsizlik patlıyor, yoksulluk, cahillik, dinci yobazlık , tecavüzler… ve anayasayı askıya alan baskıcı yönetim….. ülkeyi kavuruyor.. Katar ve S. Arabistan gibi çağdışı rejimlerden akan, “net hata noksan” kalemi diye uyduruk bir yafta ile üstü örtülen serseri ve açgözlü milyar dolarlar artık gelmiyor değil mi??

Hani MB döviz rezervi 130 milyar Dolarlara erişmiş, nerdeyse 100 milyar dolar büyütülmüştü??

Hani Türkiye 2002’ye göre 3 kez zenginleşmişti?

Hani Türkiye 2023’te Dünyanın en büyük 10 ekonomisi içine girecekti?? %3’ten küçük bir büyüme ile, (%1,35’lik devasa nüfus artış hızını da düşmek gerekecek!) 2016 sonunda G20’den düşmemiz bile beklenebilir!?
*****
Uzatmayalım.. Tayyip bey çıplak gerçeği en acı biçimde itiraf etmek zorunda kaldı :

  • “Tulumbada su kalmadı.. “

Peki nereye gitti bunca varlığı ülkenin?? Ayakkabı kutularında, günboyu boşaltılamayan özel bölmeli evlerde saklanan nakit dolar ve avrolar nereye uçtu? Birkaç haramzadenin kursağında, kaçak hesaplarda İsviçre ve off shore bankalarında mı?? Birkaç yiğit savcı çıkıp MASAK ve MİT’ten bu hesapları istemez mi? TBMM’de yüzyılın bu muazzam soygunu görüşülmeyecek de ne görüşülecek??

Boratav hocanın yazısı yeterince kapsamlı. Biz daha çok uzatmayalım. Ama son tümceye dikkat:

  • Sözünü ettiğim güvenceler süregeldikçe, finans kapital açısından, siyasi iktidarın niteliği; demokrat veya faşist, laik veya şeriatçı olması önem taşımamaktadır. 

Sermayenin dini – imanı – vatanı – vicdanı – insafı… yok..
Tunç yasa kadim mi kadim : Maksimum kâr!

Başkanlık dayatmasını geri çekin.. 
OHAL’i uzatmayın..
Cumhuriyet ile kavganızı derhel kesin, Ulusu birleştirici olun..
Komşularla doğrudan ilişkilerle normalleşin..
Üretim ve tasarruf seferberliği ilan edin..
Aklınızı başınıza alın, aynı hataları yinelemeyin..

Ülke batıyor, SOS’ler kulakları sağır ediyor… kör ve sağır mısınız??

Sevgi ve saygı ile.
10 Aralık 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak.
Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net

profsaltik@gmail.com