Etiket arşivi: Prof.Dr.Anıl Çeçen

ARTIK YETER ! … ARTIK BİLİNÇLENME ve TÜRKİYE’ye SAHİP ÇIKMA ZAMANI

Prof.Dr. Haluk ÇEÇEN :

HEPİMİZ TÜRKİYECİYİZ ! 

 ARTIK YETER ! … 
ARTIK BİLİNÇLENME ve TÜRKİYE’ye SAHİP ÇIKMA ZAMANI.  

Artık ellerimiz “AYVA” toplamasın  (Yeterince ayva toplayan var. Yiyenler biz olmayalım).

Artık  Ben, Sen, O, Siz, Onlar … Olmamalı !  …   Artık sadece “BİZ” olmalı …

BİZİM  Vatanımız, İnsanımız, Değerlerimiz, Çıkarlarımız, Sevdamız ve Geleceğimiz için,

Doğal olarak,  ” HEPİMİZ TÜRKİYECİYİZ ! … ”  

Ama, kaçımız üzerine düşenleri yapıyor ?
_________________________________________

TOPLUMSAL BARIŞ <> UYGAR TÜRKİYE ( TB<>UT ) Projesi, son 30-40 yılda çok büyük kayıplara (can, mal, para, zaman ) yol açan Milli Sorun için çözüm yolları öneren ve vatandaşları ortak hedeflere yönlendiren bir Sivil Toplum, Sosyal Sorumluluk Projesidir.  Türkiye gibi yaşam koşullarının çok hızlı değiştiği bir ülkenin sorunlarına çözüm üretecek toplumsal projeler de “Yaşayan Proje”ler olmalı. Dolayısıyla, TB<>UT projesi de -ana hedefleri korunarak- değişen koşulara uyum sağlayacak şekilde gerektikçe güncelleniyor.

TB<>UT Projesinin son güncellenmesi, Mayıs 2016’da tamamlandı.                               Milli Slogan olarak, “HEPİMİZ TÜRKİYECİYİZ ! …”  seçildi.                                           İlk kez bu projede gündeme getirilen, taze ve yıpranmamış TÜRKİYECİLİK ideojisinin “MİLLİ İdeoloji” olarak benimsenmesi ve TB<>UT projesinin de bir “MİLLİ Proje” olarak   (MİLLİ Seferberlik kurgusu ve MİLLİ Mücadele ruhu ile) uygulanması önerildi.

Yurt çapında tanıtımına başlanan güncel projenin Görselleri, Basın Bülteni, Tanıtım Makalesi ve TB<>UT Proje kitabından seçme alıntılar aşağıda ve eklerde sunulmuştur.

Saygılarımızla,

UYGAR TÜRKİYE GÖNÜLLÜLERİ  adına,

Prof.Dr. Haluk ÇEÇEN
Proje Yürütücüsü

             Satır içi resim 1
        

Ek Dosyalar

TB & UT PROJESİ – BASIN BÜLTENİ – 6 Haziran 2016.docx İndir
TB & UT PROJESİ ( 2009 — ) – 6 Haziran 2016.docx İndir
TB & UT PROJE KİTABINDAN SEÇMELER (2009 — 2016).docx İndir
TB&UT Projesi – Power Point Sunumu.pdf İndir

BASIN BÜLTENİ                                      (Haziran 2016)

TOPLUMSAL BARIŞ <> UYGAR TÜRKİYE ( TB<>UT ) PROJESİ GELİŞİYOR ve YAYILIYOR

SON GÜNCELLEMEDE ( Mayıs 2016 )  “ HEPİMİZ TÜRKİYECİYİZ ! …”  SLOGANI SEÇİLDİ

Bu defa, projenin yapıcı ve birleştirici mesajları “10 MİLLİ Unsur”dan oluşan bir çerçeveye oturtuldu.  ( MİLLİ : Milleti temsil eden ürünler ve uygulamalar,
ORTAK değerler, hedefler, projeler, sorunlar ). Bu MİLLİ unsurların başında gelen -din, mezhep, dil, etnik köken, yaşam tarzı vb. ayrımlar yapmayan-                 “TÜRKİYECİLİK ( ORTAK vatanımızı, milletimizi, değerlerimizi, çıkarlarımızı ve geleceğimizi koruyup geliştirmek / Vatanseverlik + Irkçı olmayan Milliyetçilik)” ideolojisi ile tüm vatandaşların aklına, gönlüne yatacak bir çerçeve oluşturuldu.

İlk defa bu projede gündeme getirilen, taze ve yıpranmamış TÜRKİYECİLİK ideojisinin “MİLLİ İdeoloji” olarak benimsenmesi ve TB<>UT projesinin de bir “MİLLİ Proje” olarak (MİLLİ Seferberlik kurgusu ve MİLLİ Mücadele ruhu ile) uygulanması önerildi. Projenin yurt çapında tanıtım çalışmalarına başlandı.

_____________________________________________________________________

TOPLUMSAL BARIŞ <> UYGAR TÜRKİYE ( TB<>UT ) Projesi, son 30-40 yılda çok büyük kayıplara ( can, mal, para, ZAMAN ) yol açan Milli Sorun için çözüm yolları öneren ve vatandaşları ortak hedeflere yönlendiren bir Sivil Toplum, Sosyal Sorumluluk Projesidir.

Tüm Siyasi Partilerden, İdeolojik, Etnik ve Dini gruplardan BAĞIMSIZ,
ama o gruplarla, Kamusal ve Özel Kurumlarla ve STK’larla işbirliğine açık,
EŞİT VATANDAŞLIK çerçevesinde AYRIMCILIK ve AYRICALIK içermeyen,
bütün vatandaşları kucaklayan, onları şiddetten uzak durmaya ve UYGAR TÜRKİYE için, “ÖNYARGISIZ İletişim+Uzlaşma+İşbirliği”ne davet eden BARIŞÇI bir projedir.

TB<>UT projesi “Sürdürülebilir Beraberlik ve Kalkınma” için gereken “Toplumsal Dönüşüm“ü ( Bilinçlenme, Kaynaşma ve İşbirliği ) sağlayacak ilkeler, yaklaşımlar ve hedeflerden oluşur ( “Uygar Türkiye”, “Toplumsal Kaynaşma Bayramı” ve İstanbul’da “Uluslararası Barış Enstitüsü” kurulması, gibi ).

Bu proje 2009’da Yıldız Teknik Üniversitesinden Prof.Dr. Haluk ÇEÇEN’nin
(proje yürütücüsü) yazdığı “ !!! BARIŞ İÇİN YARIŞ >>> ” makalesi ile başlatıldı.               Projeye, “Toplumsal Barış” ve “Uygar Türkiye” hedefleri arasındaki doğrudan etkileşim nedeniyle, bu isim verildi ( Uygar Türkiye’ye ulaşmak için Toplumsal Barış sağlanmalı. Ama, “Uygar Yaklaşım”lar geliştirilmezse Toplumsal Barış sağlanamaz ).

O ilk makale TB<>UT Projesinin ana mesajlarının paylaşıldığı strateji belgesini oluşturdu. Ardından, Türkiye 2009’dan bu yana, önemli dönemlerden geçerken ( Açılım – Çözüm Süreci , Yeni Anayasa Çalışmaları, Gezi Parkı Olayları, Ergenekon ve Balyoz Davaları, Suriye Sorunu vb. ) yazılıp eklenen yeni makaleler ile 48 sayfalık bir proje kitabı oluştu (Bkz. www.uygarturkiye.org). Kitap, “Uygar Türkiye Türkiye Gönüllüleri”nden ve vatandaşlardan gelen önerilerle sürekli güncellendi.

Türkiye’de bugün ve yarın barış, güvenlik ve esenlik içinde yaşayabilmemiz için “Yaşamsal” önem taşıyan TB<>UT projemiz “Yaşayan” bir projedir.                     Temel ilkeleri ve önerileri her dönem için geçerlidir, gerektikçe güncellenir.     Projeyi -dönemsel engellerden yılmadan, bıkmadan usanmadan- hep beraber sürekli geliştirerek uygulamalıyız.                                                                     Vatanımızda, çevremizde kanlı çatışmaların sürdüğü bu dönemde, vatandaşlarımızı “Uygar Türkiye Gönüllüleri veya Liderleri” olarak aramıza katılmaya davet ediyoruz. (Bu projenin hepimizin aklında, gönlünde yatanları yansıttığına inanarak,

HEPİMİZ TÜRKİYECİYİZ !…
sloganının gereğini tüm vatandaşlarımıza arz ediyoruz.

Saygılarımızla, 

UYGAR TÜRKİYE GÖNÜLLÜLERİ  Adına,
Prof.Dr. Haluk ÇEÇEN (0542 290 90 50)

Prof. Dr. HALUK ÇEÇEN
YILDIZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ
Yapı İşletmesi (İnşaat Proje Yönetimi) Anabilim Dalı Başkanı, www.yi.yildiz.edu.trİnşaat Mühendisliği Bölümü, İnşaat Fakültesi Yıldız-Beşiktaş Yerleşkesi
(T: 0212-383 2115, F: 0212-383 2116), Davutpaşa Yerleşkesi (T: 0212-383 5255)

TOPLUMSAL BARIŞ < > UYGAR TÜRKİYE Projesinin Yürütücüsü
Politik Partilerden, İdeolojik, Etnik ve Dini Gruplardan BAĞIMSIZ,
ama tüm bu gruplarla, Kamusal ve Özel Kurumlarla ve STK’ larla işbirliğine açık,
Bütün Vatandaşlarımızı Kucaklayan, onları şiddetten uzak durmaya ve
UYGAR TÜRKİYE için İletişim+Uzlaşma+İşbirliği’ ne davet eden

TÜRKİYECİ ve BARIŞÇI bir Sivil Toplum ve Sosyal Sorumluluk Projesi :  www.uygarturkiye.org

=========================

Dostlar,

Yazı – duyuru – çağrı yeterince kapsamlı… Biz uzatmayalım.. Sayın Prof. Dr. Haluk Çeçen‘in çağrısını, önerisini önemseyerek paylaşmak istiyoruz.. Çeçen kökenli T.C. yurttaşı 2 kardeşin ülkemizin – halkımızın birliği için ne çok çaba harcadığını saptayalım…

Ağabey Prof. Dr. Anıl Çeçen bir kamu hukukçusu olarak, kardeş Prof. Dr. Haluk Çeçen’in bir mühendis olarak nitelikli, istikrarlı, tutarlı, yürekli ve de uzun yıllardır süreglen çabalarını saygı ile selamlıyoruz.. Ağabey Çeçen’in bu sitede çok sayıda raporu / makalesi yayımlanmıştır..

www.uygarturkiye.org

adresli siteyi özenle izlemek gerek..

21 Haziran Türkiye’mizde en uzun gün.. 16 saati aşıyor günışıklı süre..

Oruç tutanlara hem bu uzun günler hem de aşırı sıcaklar nedeniyle kolaylıklar dilerken; onlarla sağlıklarını ve yaptıkları iş nedeniyle kendilerinin ve başkalarının güvenliğini tehlikeye düşürmememenin çok önemsenmesi gerektiği düşüncemizi paylaşmak isteriz.

Sevgi ve saygı ile.
21 Haziran 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

TÜRKİYE ve BULGARİSTAN


TÜRKİYE ve BULGARİSTAN

portresi

Prof. Dr. Anıl Çeçen

Dünyanın merkezi alanı ile ilgili haritalara baktığınız zaman, birbiriyle sınır komşusu olan ve ortak bir tarihe sahip olan Türkiye Cumhuriyeti ile Bulgaristan devletinin fazlasıyla yakın oldukları görülmektedir. Ne var ki Türkiye ve Bulgaristan  medyalarına bakıldığı zaman, bu kadar yakın komşuluğa rağmen her iki ülkenin ortak sınır komşuluğundan ortaya çıkan böylesine büyük bir yakınlığın hiç de  kamuoyuna yansımadığı ya da böylesine bir yansımanın emperyal merkezler ile siyasal çevreler tarafından kasıtlı olarak engellendiği görülmektedir. Haritada diz dize bir görünüm veren iki devletin jeopolitik konumlarının, her iki ülkenin halklarından saklanmaya çalışıldığı anlaşılmakta ve iki ülke üzerinde etkili olan siyasal güçlerin, bu iki yakın komşunun bir araya gelerek ortak hareket etmesinden çekindikleri anlaşılmaktadır. Bugün Türkiye’de yaşamakta olan normal bir vatandaş, kapı komşusu Bulgaristan ile ilgili herhangi bir bilgiye sahip olmadığı gibi, Bulgaristan’da var olan basın ve medya kanallarında da  Türkiye, diğer Balkan ülkelerinde olduğu gibi yeterince ağırlığa sahip olamamaktadır . Haritada var olan yakınlığın tamamen tersi bir uzaklık tarihten gelen aykırılıkların ve olumsuz gelişmelerin günümüzde de bilinçli bir çizgide devam ettirildiğini ortaya koymaktadır. Avrupa ya da dünya kamuoyunda da,Türkiye ve Bulgaristan birbirinden çok uzak görünmekte, geleceğe dönük senaryolarda ise bu iki sınır komşusu ülkenin birlikte yer alacağı bir yaklaşım, geçmişten gelen olumsuz alışkanlıklar nedeniyle yeni dönemin koşullarında gündeme gelmemektedir.

******

Yazının tümü için lütfen tıklayınız… Bulgaristan_ve_Turkiye

==========================

Dostlar,

Sayın Prof. Anıl Çeçen hocamızın yazdığı “Türkiye ve Bulgaristan” başlıklı 8 sayfalık kapsamlı makalenin tümünü okumak için yukarıda verilen giriş paragrafının altındaki erişkeye (linke) tıklamak gerekiyor..

Bu yazısı da 8 sayfa Sayın Çeçen’in.. tornadan çıkmışçasına.. Yine hiçbir ara başlık yok..

Anıl hocamız, geçtiğimiz Haziran’da Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden emekli oldu. Onyıllarca Kamu Hukuku hocalığı yaptı, Devrim Tarihi derslerini yüklendi.
Emeği çok.. O’na ülke olarak şükran borçluyuz..
Emeklilik yaşamında sağlık ve huzur dileriz.

Fakat hocamızın durmaya niyeti yok..
Ülkemiz sorunları için kafa yormayı sürdürüyor.
Zamanı hala çok dar ki, yazılarında 8 sayfalık uzuuuun blok metinde Giriş, ara başlıklar,
sonuç ya da özet.. gibi bölümler oluşturmaya zaman ayıramıyor.. (Bu arada nokta ve virgüllerin yerlerini düzeltmek, çift boşlukları kaldırmak… gibi ufak tefek işler bize kaldı..)

Ama biz yine de O’dan öğrenmeyi sürdüreceğiz.. Her güzelin bir kusuru olurmuş.. (!)

*****

Türkiye – Bulgaristan ilişkilerinin olanaklı olan en geniş biçimde yürütülmesinde 2 komşu ülke için yarar var. Büyük ATATÜRK Döneminde Balkan Antantı (9 Şubat 1934’te Atina‘da Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya arasında imzalanan anlaşma..) ile bu işbirliğinin temeli atılmıştı. Doğuda da Sadabad Paktı ile Türkiye barış köprüsü işlevi üstlenmişti. ( 2 Ekim 1935‘te Cenevre‘de Türkiye, İran ve Irak arasında üçlü bir antlaşma parafe edilmiş, daha sonra Afganistan da katılmıştı.)

Sevgi ve saygı ile.
13.09.2015, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

İSLAMO-KEMALİZM mi; LİBERO-KEMALİZM mi?

ANKARA KALESİ

İSLAMO-KEMALİZM mi?
LİBERO-KEMALİZM mi?

portresi_renkli

 

Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN

 

“Türkiye yeni bir genel seçime doğru yol alırken, kamuoyuna yansıyan boyutları ile ilginç tartışmalara sahne olmakta ve bu doğrultuda önceden beklenmeyen çıkışlar gündeme gelerek, bunlar üzerinden ülke seçim virajına doğru yönlendirilmeye çalışılmaktadır. Üç dönem işbaşında kalmış bir siyasal iktidarın yorgunluğu ile birlikte, siyasal merkezlerin bezginliği de
öne çıkmakta ve seçim kampanyaları beklenmedik bir çizgide gelişmektedir. Geçmişten gelen siyasal gelişmelerin sonucunda Türkiye’de iktidar olma şansı elde eden ılımlı İslam partisi, iktidarını koruma doğrultusunda her yolu denemeye kalkışırken, üç dönem sonucunda
Türk devletinin zamanla parti devletine dönüştürülmesinden fazlasıyla rahatsız olan
siyasal merkezler ile muhalefet partileri de iktidarı bir an önce göndermek için ellerinden gelen her şeyi denemeye başlamışlardır. Geçmişin tartışmaları sürerken içine girilen yeni dönemin çekişmeleri de devreye girince, kimi kez tartışmalar sertleşmekte ama geçen dönemlerden kalan siyasal birikimin koruduğu siyasal olgunluk düzeyinde kavga ve çatışmalar önlenmeye çalışılmaktadır. Emperyalizmin bütün dünyaya dayattığı Makyavelizm Türk siyaset sahnesinde öne çıktıkça, seçim yarışını kazanma doğrultusunda doğru ya da yanlış her konu tartışma zemininde öne çıkarılarak, rakiplere karşı üstünlük elde edilmeye çalışılmaktadır….”

*****

Devamla…

“..Küreselleşme sürecinde, kapitalist sistem yeniden emperyalizme doğru kayarken,
zenginleri ve sermaye kesimlerini yandaş bir konuma getirme doğrultusunda ortaklığa doğru sürüklemiş ve bu durumun topluma yansıyan boyutunda da giderek yoksullaşan halk kitlelerini kapitalist sistemin içinde tutabilmek amacıyla, dini öne çıkararak bu doğrultuda tarikatları ve cemaatları dıştan destekli bir biçimde devreye sokmuştur. Sermaye ve din çevreleri kendi doğal yapıları doğrultusunda gelişmeler peşinde koşarlarken, karşıt bir çizgide tepki gösterdikleri Kemalizm’i eleştirmekten ya da karşı çıkmaktan hiçbir zaman geri kalmamışlar ve
bu doğrultuda ellerine fırsat geçince de, çamur atmaktan ya da saldırıda bulunmaktan da
geri kalmamışlardır. Ne var ki, bu denli keskin hatlarda Kemalizm karşıtı olan sermayeci
liberal kesimler ile dinci cemaat topluluklarının seçim sürecinde Kemalizm konusunda eskisinin tümden karşıtı bir çizgide sempatik davranmaları ve kendilerini Kemalist bir çizgide yeniden tanımlamaya çalışmaları, gerçekten üzerinde durulması gereken fırsatçı bir durumdur.
Geçmişten gelen geleneksel çizgide anti-Kemalist olan kesimlerin birden Atatürkçü görünmeye başlamaları , Türk dilinde var olan bir atasözünün ortaya koyduğu üzere, “Bayram değil, seyran değil ama birileri birilerini neden öpüyor?” sorusunu akla getirmekte ve kafa karışıklıklarının giderilebilmesi için böylesine çelişkili bir durumun arkasında yatan gerçek siyasal nedenlerin ortaya konulması gerekmektedir. Sermaye kesimleri küresel hegemonya peşinde koşarken
ve ulus devleti ortadan kaldırma doğrultusunda Kemalizm’e açıktan karşı çıkarken,
yeni bir ortaçağ özlemi içinde bulunan dinsel kesimler de, modern ve çağdaş cumhuriyetin kurucusu olan Mustafa Kemal’i ve O’nun getirdiği Kemalist sistemi değiştirmek için
her yola başvurarak bir anlamda Atatürk’ten kopmak istemişlerdir. Hal böyle iken
seçim sürecinde hem liberal sermayeci kesimlerin hem de cemaatçı Müslüman kesimlerin Kemalist bir çizgide görülmeye çalışmaları, iyice açıklanması gereken bir çelişkiyi
siyaset sahnesinde ön plana çıkarmaktadır…”

*****

Ve bağlarsak ..

“.. Atlantik emperyalizminin desteği ile iktidara gelmiş olan bir hanım başbakan, bir gün,
Son sosyalist devleti de yıktık.” diyerek ne derece bilgisiz olduğunu ortaya koymuştu. Sosyalizm ile Kemalizm arasındaki farkları bile bilmeyen ve siyasetten habersiz bir hanımın uzaktan kumandalı manüplasyonlar ile iktidara getirilmesi, Atatürk cumhuriyetinin
yara almasına neden olmuştur. Atatürk ilkeleri aynı zamanda cumhuriyetin temel ilkeleri olarak Türk anayasasının giriş kısmında anayasal bir koruma altındadır. Bu yüzden, Atatürkçülük
ya da Kemalizm
Türkiye’de hem bir meşruiyet ölçüsü hem de bir direniş imkanıdır.
Toplumun içindeki herkes ya da her kesim kendi düşüncelerini kamuoyuna benimsetebilmek için Kemalizm’e yanaşmakta ya da Kemalist görünerek çıkarlarını ya da düşüncelerini
topluma kabul ettirmeye çalışmaktadır. Bu yüzden İslamcılar İslamo-Kemalizm peşinde koşarlarken, sermayeci ve küreselci toplum kesimleri de Libero-Kemalizm’i kendi çıkarları çizgisinde kamuoyuna benimsetmeye çalışmaktadırlar. Dincisi ölçüsünde sermayecisi de,
Türk anayasasında güvence altına alınan siyasal ve hukuksal haklar çerçevesinde birlikte
ve ortak yaşayabilmenin arayışı içinde olmalıdırlar.

O zaman Kemalizm’i dinci çizgiye ya da sermayeci çizgiye çekerek toplumun öbür kesimlerine karşı bir dayatmaya kalkma senaryoları ile Türk toplumu bir daha karşılaşmayacaktır.
Atatürk ilkelerinin sağladığı güvenlik ortamında Türk insanının meşruiyet araması son derece doğaldır. Ayrıca baskı ve saldırılara karşı, Atatürk ilkelerinden oluşan Kemalizm,
insanlara ciddi bir direniş ve kendini savunma olanağı getirmektedir. Demokratik rejim ve Cumhuriyet şemsiyesi altında herkes ve her kesim özgürce duygu ve düşüncelerini dile getirecek ve bu doğrultuda siyasal girişimlerde bulunabilecektir. Yaşanan tarihsel sürecin sonucunda bu topraklarda ortaya çıkan Kemalizm, hem Türkiye Cumhuriyeti’nin ilelebet (AS: sonsuza dek) payidar kalmasında (AS: yaşamasına) hem de Türk ulusunun geleceğe dönük yolda
emin adımlarla yürümesinde etkili olmaya devam edecektir. Günümüzde Türkiye Cumhuriyeti’nin ulus devlet yapısını bozabilecek bir Libero-Kemalizm’e ya da
laik devlet modelini bozabilecek İslam’o Kemalizm’e Türk ulusunun ihtiyacı yoktur.
Ama Kemalizm’in güncellenerek gerçek anlamıyla uygulama alanına getirilmesine,
içinde bulunulan konjonktürde, Türk devletinin şiddetle gereksinmesi bulunmaktadır. (24.5.2015)

******

Yazının tümünü indirmek için lütfen tıklayınız..

ANKARA_KALESI-215_ISLAMO-KEMALİZM_mi

Sevgi ve saygı ile.
24 Mayıs 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

KAPİTALİZM DİNİ KULLANIYOR..

KAPİTALİZM DİNİ KULLANIYOR..

portresi_renkli

 

Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN

 

Dostlar,

Yazı uzun.. Anıl hocanın hep yaptığı gibi..

Şöyle başlıyor :

“Dünya tarihi içinde Batı ülkelerinde ortaya çıkmış olan kapitalist sistem, uzun yıllar süren sömürgecilik ve emperyalizm sonucunda bir ekonomik düzen olarak ortaya çıkmıştır. Sermayecilik anlamına gelen kapitalizm kavramı, eski Latince kökünden gelen bir deyim olarak bütün batı dillerinde yer alarak, sermaye merkezli bir ekonomik düzenin oluşturulması sürecinde etkili olmuştur. İlk çağlarda insanlar gereksinimlerini karşılamak için ürettikleri malları önce trampa adı verilen değiş tokuş ile çevirerek bir ekonomik arayış içerisinde olmuşlar ama istenen düzeyde bir gelişme bu yoldan sağlanamayınca, bunun üzerine değerli madenlerden üretilen para ile kalıcı bir ekonomik değişim ve yaşam düzenini oluşturmaya yönelmişlerdir. Paranın icat edilmesiyle, Batı dünyasında bugünkü uluslararası kapitalist sistemin kuruluşuna dek giden yolun önü açılmıştır. Değerli madenlerden kolayca üretilen paralar, Dünya ticaretinin gelişmesinde ve paraya dayalı bir ekonomik düzenin ortaya çıkmasında etkili olmuşlardır. Zamanla bankacılık sistemine geçilmesiyle birlikte madeni paradan kağıt paraya doğru bir geçiş gerçekleşmiş ve böylece paranın kullanımı daha kolay bir düzene doğru geliştirilmiştir. Böylece, paranın merkezinde yer aldığı bir evrensel ekonomik düzen, parayı esas alan ve sermaye egemenliği anlamına gelen kapitalizm kavramı adı altında kurularak bugüne dek getirilmiştir.”

*****
Yazı devamla;

“Ortaçağ boyuncu Vatikan kilisesinin Katolik anlayışının tutsağı olan Avrupa kıtası,
uzun süren bir durgunluk dönemi yaşamış ve daha sonra da Protestanlığın ortaya çıkışı ile birlikte bu baskı düzenini kırarak dünyaya açılarak, kıtalararasında geliştirilen ticaret ilişkileri üzerinden kapitalizmin oluşum sürecini başlatmıştır. Katı bir Katolik anlayış ile ticaretin gelişememesi üzerine başlatılan Protestanlık akımı ile birlikte, ticaretin de önü açılarak dünya kapitalist sisteminin gelişmesi sağlanmıştır. Alman filozofu Max Weber, Protestanlık ahlakı üzerine yazmış olduğu kitabında kapitalizmin bütünüyle Protestanlığın ürünü olduğunu
öne sürerek, bu sayede uluslararası ticaretin gelişmesiyle para akımının hızlanarak sermaye birikiminin ortaya çıktığını vurgulamıştır. Kapitalizmin ruhunun Protestanlık ahlakında yattığını öne sürerken, geleceğin gelişmiş kapitalist yapılanmasının da tohumlarını bu düşünür ortaya atmıştır. 18. yy’da ve sonrasında Avrupa ülkelerinde ekonomik ve siyasal karışıklıklar birbirini izleyince, en zengin bankerlerin desteğinde
Karl Marx’a kapitalin kitabı yazdırılmıştır. Böylece kapital kavramı kutsallaştırılırken,
var olan devlet yapılarının kapitalist ekonomiye karşı direnişlerini kırmak üzere de bir evrensel sosyalist akımın gündeme getirilmesi sağlanmıştır. Sosyalizm görünüşte kapitalizm karşıtlığı ya da düşmanlığı çizgisinde geliştirilmesine rağmen, bir yandan da kapitalist sistemin karşı dengelerini oluşturarak, dünya halkları ve devletlerinin ulusal çıkarları doğrultusunda evrensel kapitalizmin ekonomik alanda gerçekleşmesine karşı direnişinin önlenmesini sağlamıştır. Paranın ekonomi üzerinden toplumsal alanda ön plana geçmesiyle başlayan yeni dönemde, bir uluslararası kapitalist sistemin ortaya çıkarak gelişmesinin ortamı yaratılmıştır. Ortaçağ sonrasında batının dünyasının Katoliklikten Protestanlığa doğru kayma göstermesi ile birlikte, kapitalist açılımın ön koşulları daha özgürlükçü bir ortamda gelişme şansına sahip olmuştur….”

*****
Ve şöyle bağlanıyor :

” Kapitalizm tarihin her döneminde dini bir araç olarak kullanmış ama hiçbir zaman karşısına almamıştır, çünkü kapitalizmin kurucusu konumundaki Yahudi grupları bir dini cemaat yapılanması içinde kalarak, ekonomik etkinliklerini sürdürmüşler ve dinsel kimliklerini koruyarak Hıristiyan ve Müslüman ülkeler ile ilişkilerini geliştirmişlerdir. Uluslararası şirketler, Ortaçağ sonrasında Vatikan’ın ve Halifeliğin direnişlerini kırma doğrultusunda uluslaşmayı desteklemişler ve böylece Hıristiyan ve Müslüman dünyaların ulusal kurtuluş hareketleri ile parçalanmalarını sağlayarak ekonomi üzerinde dünya hegemonyalarını geliştirmişlerdir.

Büyük İmparatorluklardan iki yüz ulus devlet çıkartarak güçlü devlet yapılanmalarını tasfiye eden tekelci şirketler, yeni dönemde cemaatlar ve alt kimlikli kesimler ile işbirliği yaparak karşılarındaki devlet düzenlerini yeniden küçültme doğrultusunda,
iki yüz ulus devletten iki bin eyalet devletine geçişi zorlamaktadırlar.

Bu aşamada dinsel cemaatlar daha dikkatli olarak, küresel şirketler gibi devletleri ve milletleri karşılarına alarak bölücülük oyunlarına ya da çökertme operasyonlarına
alet olmamalıdırlar. Hakkaniyet, bugünün koşullarında böylesine adil bir tutumu gerektirmektedir.” (27.02.2025)

*****

Yazının tümünü pdf olarak indirip okuyabilirsiniz :

Kapitalizm_Dini_Kullaniyor

Sevgi ve saygı ile, 02.03.2015

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

DEMOKRASİ İÇİN HALK SEKTÖRÜ

Dostlar,

Sayın Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN hocamız “Ankara Kalesi” başlığı altında ardışık (seri) yazılarını sürdürüyor.. Sanırız sayıları 200’ü geçti. Biz de olanak ölçüsünde, bize ulaşan bu yazıları sizlerle paylaşıyoruz. Son derece ilginç biçimde bu yazılar hep 8-9 sayfa oluyor.. Kaynakça içermiyor ve ara başlıkları da olmuyor. Noktalama ve yazım yanlışları da oluyor epey.. Anıl hocaya bu bağlamda birçok kez anımsatmamıza karşın, Hoca tarzında hiçbir değişime gitmiyor..
Yazıların içeriği elbette çok değerli.. Bu yüzden biz de bu boyuta odaklanıyoruz.
Metinde öze dokunmadan düzeltmeler yaparak aşağıda yayımlayacağız..
Ancak uzunluğu nedeniyle hep yaptığımız gibi gene pdf olarak..

Yazının başlığı DEMOKRASİ İÇİN HALK SEKTÖRÜ..

Şöyle başlıyor :

“Demokrasi bir siyasal rejim olarak halk kitlelerine dayanmaktadır. Bir ülkede var olan demokratik rejim çerçevesinde halk kitleleri harekete geçerek kendi geleceğine egemen olmaya çalışır ve bu doğrultuda ülkeyi halk tabanı kendisi yönetmek ister. Eski Yunan döneminden gelme bir siyasal geleneğin adı olan demokrasi kavramı,  halkın gücü anlamına gelen demos ve cratos kelimelerinin birleşik şeklidir. Halk ve gücün bir araya gelmesiyle birlikte, halkın gücünün iktidar olduğu demokratik rejimlere kitleler sahip olabilmektedir. Gerçek anlamda halk kitlelerinin ülkede siyasal gücü ele geçirerek iktidara gelmesiyle, egemen konumdaki eski güç merkezleri sahip oldukları potansiyeli yitirmekte ve bunun sonucunda da bir ülkede tam anlamıyla halk egemenliği rejimi kurulabilmektedir. Halk kitlelerinin bilinçlenmesiyle ve yetişmesiyle birlikte ülkelerde halk egemenliği rejimleri demokrasi adı altında kurulmaya başlanmıştır. Yığınların geri kaldığı ve toplumsal potansiyelin bilinçli bir çizgiye ulaşamadığı yerlerde ise halk kitleleri kendi geleceklerine egemen olamamış ve böylesine olumsuz bir durum yüzünden de eskisi gibi egemen güçler siyasal rejimlerdeki  üstünlüklerini sürdürerek  demokrasi dışındaki yönetim biçimlerine  geri toplumları mahkum etmişlerdir. Kendi kaderlerine mutlak anlamda egemen olmak için çaba gösteren halk kitlelerinin, egemen güçlere yönelen iktidar   çekişmelerinin sonucunda kitleler istikrarlı bir mücadele ortaya koyabilirlerse, o zaman kendi egemenlik düzenlerini oluşturarak, ülkelerinde gerçek anlamıyla bir demokratik rejime kavuşabilmektedirler.”

*****
Yazının devamında;

“… Doğuştan sahip olunan bencillik duyguları ya da çıkarcı yaklaşımlar insanların  tutum ve davranışlarını yönlendirdiğinden ele geçen fırsatların değerlendirildiği, her türlü durumda çıkarlara öncelik verilmesi yüzünden, malvarlıkları artırılarak nedensiz zenginleşmeler yaratılmaktadır. Siyasal rejimler tarihi incelendiğinde halktan kopuk baskıcı ve diktacı yönetimlerde, hükümete yakın olan kesimlerin iktidar nimetlerinden yararlanarak ve de her kezinde yeni bir zenginler sınıfı gündeme getirerek, toplumun
tepe noktalarında aşırı zenginleşmeyi pompaladıkları zamanla kesinlik kazanmıştır.
Bu durumda, zenginleşen toplum kesimlerinin kendi yönetimleri altında bir demokrasi arayışına girdikleri ve bu nedenle de rejimlerin değişme göstererek normal demokrasinin ötesinde, farklı bir
azınlık yönetimine ya da sermaye egemenliğine doğru kayma gösterdiği şimdiye dek görülen örnekleriyle ortaya çıkmıştır….”

“…. Özel sektör patronları zaman içinde kazandıkları serveti büyüterek bütün üretim araçlarına sahip oldukları noktada, ekonomik sömürü katlanarak tam anlamıyla
insanlık dışı bir vahşi kapitalizmi  öne çıkmaktadır. Emeğin mal olarak satıldığı
serbest piyasa ekonomisinin denetlenmesinde üretim araçları fazlasıyla rol oynamaktadır. Bu yüzden büyük şirketlerin tekelci patronları  piyasalarda  hegemonyalarını koruyabilme doğrultusunda  üretim araçları tekelini de ellerinde tutmak istemekte ve  bu doğrultuda  ülkede yaşamaya çalışan  kitlelerin halk sektörü gibi seçenek yapılanmalara gitmelerini engellemeye çalışmaktadırlar. Türkiye’de bu doğrultuda halk sektörü tartışmalarının
en üst noktaya çıktığı aşamada ve sosyal demokrat bir iktidarın halk sektörünü gerçekleştirmek üzere adım atmaya başladığı bir sırada, büyük şirketlerin patronları
bir araya gelerek  bir patronlar kulübü görünümünde iş adamları derneklerini kurarak, örgütlü bir biçimde kendi çıkarlarını korumaya yönelmişler ve Halk Sektörü kurmaya yönelen sosyal demokrat iktidarı  gazetelere ilanlar vererek ya da ara rejimleri destekleyerek, elbirliği ile işbaşından uzaklaştırmışlardır…”

“…Küresel emperyalizme geçiş aşamasında ortaya çıkan halk sektörü seçeneği,
kapitalist emperyalizmin geleceği açısından tehlikeli olarak görüldüğü için,
neo-liberal sağ iktidarlar sermeye merkezleri tarafından desteklenerek işbaşına getirilmişlerdir. Böylece ülke yönetimini sağcı iktidarlar aracılığı ile ele geçiren
zengin sınıflar, halk kitlelerinin desteğine sahip olan sol ya da sosyal demokrat iktidarlara izin vermemişler, kendi denetimleri altındaki basın ve medya kuruluşları aracılığı ile sermayenin çıkarlarını savunanları işbaşına getirerek, tam anlamıyla kapitalin egemen olduğu siyasal düzenin oluşturulması için çalışmışlardır. Bugün gelinen Küreselleşme süreci, böylesine girişimlerin sonucunda insanlığın gündemine giren yeni bir
süper emperyalizm aşamasıdır.

Ve uzun makale şöyle bağlanmakta :

“…Böylesine çıkarcı ve azınlıkçı politikaları esas uygulamalara dönüştürmek isteyen
zengin kesimlerin kapitalist politikaları ile artık demokrasi görünümlü rejimler Kapitokrasi’ye dönüşmüştür. İnsanlığın küresel emperyalizmin boyunduruğundan kurtulabilmesi, sermaye egemenliğinin demokrasileri kapitokrasiye dönüştürmesinin önüne geçilebilmesi, ancak  yeni bir demokratik açılım içinde halk sektörünün  tekrar  kurulması ile olanaklı olabilecektir. Bütün dünyanın ve insanlığın daha dengeli bir geleceğe yönelebilmesi için karma ekonomik düzen içinde hem kamu sektörü yeniden inşa edilmeli hem de yığınlara acilen halk sektörü kuruluşları devletin öncülüğü ile acilen kazandırılmalıdır. Kamu kaynaklarının özel sektör zenginleri tarafından yağmalanması ve emperyalizmin ulusal ekonomileri teslim alması gibi olumsuz gelişmelerin tümü kapitokrasi uygulamalarının  sonucudur. Yeniden gerçek anlamda demokrasiye dönüş için
sermayenin egemenliğine son verilerek kapitokrasi rejimleri bir an önce ortadan kaldırılmalı ve halk kitlelerinin ekonomik açıdan güçlendirilerek devreye sokulması ile halkçı siyasal iktidarların işbaşına gelmesi sağlanmalıdır. Halkın halk tarafından yönetimi anlamında demokrasi ancak bu aşamadan sonra olanaklı olabilecektir.  (01.03.2015)”

Sevgi ve saygı ile, 01.03.2015 

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

ULUSAL EGEMENLİKSİZ 23 NİSAN (2014)


Dostlar,

Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN, “ANKARA KALESİ
başlığı altında yazmayı sürdürüyor..
Bize ulaşan Son yazısı

“ULUSAL EGEMENLİKSİZ 23 NİSAN (2014)”

başlıklı.. Sondaki 2014’ü biz ekledik..

Yazı gene uzun.. 7 sayfa dolu dolu.
İçeriğini, içimiz acıyarak ama her şeyi yeniden yerli yerine oturtmak azim ve kararlığı ile paylaşıyoruz..

Giriş ve bitiriş paragrafları aşağıda..

Yazının tümü için pdf olarak okumak üzere lütfen tıklar mısınız??

ULUSAL_EGEMENLIKSIZ_23_NISAN_2014

Sevgi ve saygı ile.
24 Nisan 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=============================================

ANKARA KALESİ

ULUSAL EGEMENLİKSİZ 23 NİSAN (2014)

portresi_renkli


Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN

 

 

Giriş paragrafı…

Türkiye yeni bir 23 Nisan tarihini yaşarken, bu tarihin ulusal egemenlik bayramı olduğu gerçekliği giderek geride kalmaktadır. Her yıl 23 Nisan tarihinde, Türkiye Cumhuriyeti devleti, Türk milletiyle kaynaşarak yeni bir ulusal egemenlik bayramını kutluyordu. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin aldığı bir karar ile ve bu doğrultuda yapılan yasal düzenlemeler çerçevesinde,Türk ulusu genciyle ve çocuklarıyla kucaklaşarak  “Ulusal egemenlik ve Çocuk bayramı”nı hem devlet birimleri aracılığı ile yapılan  resmi kutlama törenleri ile hem de ulusal demokratik kitle örgütlerinin katılımı ile hazırlanan toplumsal programlar aracılığı ile Türk ulusunun bu mutlu günü bütün vatan sathında kitlesel katılımlar sağlanarak kutlanıyordu. Türkiye Cumhuriyeti’nin yüzüncü yılına doğru gidilirken, her yıl aynı günde kutlanan ulusal egemenlik ve çocuk bayramının, son yıllarda artık eskisi gibi kutlanmadığı görülmekte ve bu tarihte 94 yıldır yapılmakta olan resmi törenlerden, son dönemin yönetiminin eğilimleri doğrultusunda vazgeçilmeye başlandığı  ortaya çıkmaktadır.

………………
………………

Son paragraf…

Geleceğin 23 Nisanlarında,Türk ulusunun yeniden ulusal egemenlik ilkesi doğrultusunda Türk ulus devletinin yazgısına sahip olmasıyla birlikte, gerçek anlamda bir ulusal egemenlik bayramı kutlaması mümkün olabilecektir. Bugün için böyle bir durumdan söz edebilmek ne yazık ki, mümkün olamamaktadır.
“Ne mutlu Türküm diyene!“ sözünün Atatürk heykellerinin duvarlarından silindiği bir aşamada,Türkiye Cumhuriyetinin güçlü bir biçimde yoluna devam edebilmesi ve içine düşürüldüğü çıkmazdan kurtulabilmesi için, Türk ulusunun silkelenerek ve uyanarak kendi yazgısına sahip çıkması, atılması gereken ilk adımdır. Küresel sermayenin  siyaseti finanse etmesi, medya ve basın organlarını satın alarak kendi çıkarları doğrultusunda kullanması ve kendi adamlarını ulus devletlerin başına işbirlikçi taşeron  bir yönetici olarak getirmesi gibi olumsuz gelişmelerin önlenmesini sağlayacak yepyeni bir ulusal uyanış, toparlanma ve bağımsızlıkçı karşı hareketler, bütün ulus devletlerde olduğu gibi, Türkiye Cumhuriyetinde de demokratik yollardan gündeme getirilebilmelidir. Eski Osmanlı ahalisi Türk ulusu olarak dünya sahnesine çıkarken, kendisini yeniden yaratarak, tam bağımsız çağdaş bir cumhuriyet çatısı altında  mutlu olma şansını yakalayabilmiştir. Bu doğrultuda Türk ulusunun mutluluğunun gelecekte sürdürülebilmesi için, ulusal egemenlik düzeninin yeniden Atatürk döneminde olduğu gibi tam bağımsız bir biçimde kurulması gerekmektedir. Bu doğrultuda, ilk adım olarak

“Ne mutlu Türküm diyene!“

ATATÜRK TÜRKİYE’nin Dayanak Noktasıdır..


Dostlar
,

Değerli hocamız Sayın Prof. Dr. Anıl Çeçen gene çok değerli ve öğretici bir makale kaleme almış. Her zamanki gibi çooook uzun ve tornadan çıkmışçasına 7-8 sayfa..
Bir giriş vermek, aradan bir – iki paragraf koymak ve sonucu sunup dosyanın tümünü
pdf olarak iliştirmek.. Hep böyle yapıyorduk ama.. Bu kez tüm yazı aşağıda..
(Hem de pdf olarak : ATATURK_Turkiye’nin_DAYANAK_NOKTASIDIR)

Uzun ama okunmalı.. Ne yapalım, Anıl hoca daha kısa yaz(a)mıyor!?

Sevgi ve saygı ile.
28.11.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

===============================

ATATÜRK TÜRKİYE’nin Dayanak Noktasıdır..

portresi_renkli


Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN

ADD Bilim – Danışma – Kurulu Üyesi
Ankara Üniv. Hukuk Fak.
Kamu Hukuku Bölümü

 

Türkiye Cumhuriyetinin doksanıncı yılında , cumhuriyet ve Atatürk haftaları her sene olduğu gibi bir devamlılık çizgisi içerisinde kutlanırken , Atatürk karşıtı söylemlerin giderek arttığı ve Atatürk’süz bir Türkiye özleminin giderek öne çıktığı görülmüştür . Özellikle din devleti peşinde koşan şeriatçılar ile , altkimlikçi etnik devlet arayışı içerisinde olanlar ile küresel emperyalizme teslim olmuş gayrimüslim mandacı ve işbirlikçilerin gene her zaman olduğu gibi Atatürk karşıtlığında birleştikleri açıkça ortaya çıkmıştır .Türklüğü ,laikliği ,ulusal ve üniter devlet modelini istemeyerek kendilerini Türkiyeli ilan eden bu gibi Atatürk karşıtı çevreler, bu devletin kurucu önderi Atatürk düşmanlığında birleşerek, O’nun Türk ulusuna armağan ettiği, hatta miras olarak bıraktığı Türkiye Cumhuriyeti ulus devleti yapılanmasını bir an önce sona erdirmek için, her türlü işbirliği ve girişimlere kalkıştıkları artık iyice belli olmuştur . Türkiye Cumhuriyeti devletinin koruyucu çatısı altında yaşamlarını her zaman olduğu gibi sürdüren bu gibi kesimler, Türkiyelilik görünümünde her türlü yaşam düzenlerini sürdürmek isterlerken, bu düzeni onlara armağan eden kurucu önderi,
ortaya koymuş olduğu devlet modeli yüzünden geride bırakmaya çalışmaktadırlar .

Her devletin tarih sahnesine çıkışı aşamasında bir kurucu önderi ya da önderler grubu vardır. Türkiye Cumhuriyeti de tarih sahnesine çıkarken, Atatürk Misakı Milli sınırları içinde toplanan ulusal kongrelerden aldığı yetki ile bir Heyet-i Temsiliye oluşturarak başına geçiyordu . Bu açıdan ,halktan destek alarak yola çıkıyor ve Türk ulusunun değişik kesimlerinin içinden gelen farklı temsilciler ile de öncü ve kurucu bir kadro oluşturuyordu . Bu yönü ile , doksan yılını geride bırakmış olan Türkiye Cumhuriyetinin kurucu önderi olarak Atatürk, Türkiye’nin dayanak noktasıdır. Atatürk vatanın kurtuluşu için yola çıkarken , kendisine örnek olabilecek benzeri bir kurtuluş savaşçısı ve ulus devlet kurucusu Türk tarihi içinde yer almadığı için , Atatürk açısından örnek alabilecek ya da ya da bir emsal oluşturarak yön gösterecek bir ulusal önderlik olgusu Türk tarihi içinde yaşanmamıştı . On bin yıllık Türk tarihinde birçok devlet kuran hatta imparatorluklar ile büyük alanlara hükmeden Türk asıllı devlet adamları bulunmasına rağmen , milli devletler çağında bir ulus devlet kurucusu olarak Atatürk’e dayanak noktası olabilecek bir siyasal önder görünmüyordu . Bu açıdan geçmişten gelebilecek bir emsal oluşum desteğinden yoksun olarak yola çıkan Mustafa Kemal ulusal kurtuluş savaşının her aşamasında büyük mücadeleler vererek yoluna devam edebiliyor ve sonunda ana hedefi olan Türkiye Cumhuriyeti ulus devletini dünyanın merkezi coğrafyasında kuruyordu . Onun için yol gösteren bir örnek daha önceki dönemlerde tarih sahnesine çıkmadığı gibi , Türklerin kurtuluşu için dayanak noktası olarak ele alabileceği bir tarihsel dayanak noktası da bulunmuyordu. Kısaca Atatürk hem kendi yolunu kendisi oluşturmak hem de tarihin Türk ulusu için zorladığı ulusal kurtuluş mücadelesini tarihsel ya da siyasal dayanaklardan yoksun bir biçimde
başarıya ulaştırmak zorunda idi.

Dayanak noktası hem siyaset hem de hukuk bilimleri açısından son derece önem taşıyan bir kavramdır . Herhangi bir siyasal olayın ortaya çıkması ya da hukuk alanında bir sorunun gündeme gelmesi aşamasında , hemen olayın ya da sorunun belirginleşmesi öncesindeki duruma bakılarak hareket edilir . Bir olay ya da sorunun anlaşılabilmesi ve tüm yönleriyle kavranabilmesi için, önceki dönemin koşullarının bütün yönleriyle ortaya çıkarılması zorunluluğu vardır . İşte o zaman , birden ortaya çıkan olayların ya da sorunların temelinde ne olduğu ve bunların dayanak noktasının hangisi olduğu konusunda daha kesin yönleriyle bir durum değerlendirmesi yapılabilir ya da karar verilebilir .Sorunlarla beraber olayların yaşam süreçleri içerisindeki çıkış noktaları , aynı zamanda dayanak noktaları olarak da kabül edilmektedir . Herhangi bir toplumsal oluşum , ya da bir başka siyasal gelişme ülke ve devlet yaşamında bir yenilik olarak öne çıkınca bunların öne çıkardığı farklı koşullar beraberinde başka olayları ve gelişmeleri tetiklemekte ve böylece hem toplumsal yaşam hem de siyasal süreç akıp gitmektedir . Yaşamın sürekliliği içerisinde gerçekleşen olaylar beraberlerinde yeni sorunlar ortaya çıkarmakta ve böylece olayların gelişmeleri ile birlikte ortaya çıkan sorunların değerlendirilmeleri ya da çözüme bağlanmaları ,siyasal oluşumların dayanak noktalarının belirlenmesinde etkili olmaktadır . Olayların birbirlerini toplum yaşamının sürekliliği içinde tetiklemesi , bir anlamda ortaya çıkan sonuçlar ile sorunlar arasında nedensellik bağlantısını kurduğu için bir anlamda her olay ya da gelişme kendinden sonrakini tetiklerken aynı zamanda onun dayanak noktası olmaktadır .

Her yıldönümünde Atatürk’ saldıranların öncelikle şunu iyi bilmeleri gerekmektedir :

Atatürk Türkiye Cumhuriyetini kurmak için Osmanlı İmparatorluğunu yıkmamıştır. Aksine, Osmanlı İmparatorluğu yıkıldığı için Türkiye Cumhuriyetini kurmak zorunda kalmıştır . Osmanlıcı geçinerek Türk ve cumhuriyet karşıtlığı yapmağa kalkışanların öncelikle Osmanlı İmparatorluğunu kurtarmaları gerekmekteydi . Zamanında Osmanlı İmparatorluğunu korumak ya da kurtarmak için hiçbir şey yapmayan ya da yapamayan dinci,bölücü ve mandacı çevrelerin bugünün koşullarında hep birlikte bir cumhuriyet ve Atatürk karşıtı koro halinde hareket etmeleri , tam anlamıyla bir tarihsel komedi oluşturmaktadır . Batıcı mandacıların , Osmanlı İmparatorluğunu batı emperyalizminin yıktığını iyi bilmeleri , İslamcıların dinin Endülüs’te olduğu gibi Osmanlı devleti döneminde de bir siyasal kurtarıcı olamadığını ,bölücülerin ise çok uğraşmalarına rağmen tarihsel dönüşüm noktasında kendi devletlerini kuramadıklarını iyi bilmeleri gerekmektedir . Ne var ki , bu gibi zaaflarını göz ardı ederek eskisi gibi cumhuriyet rejimi ile beraber kurucu öndere saldırıya geçmek ,tam anlamıyla siyasal ikiyüzlülük olarak Türk kamuoyunda öne çıkmaktadır . Utanmak ya da sıkılmak gibi insanlık değerlerini unutarak eyleme geçen işbirlikçi Atatürk ve cumhuriyet düşmanlarının ,Osmanlı İmparatorluğu yıkıldığı için,

  • Türk ulusunun ve Türkiye’nin geleceği için kurucu önderin bir ulusal ve üniter cumhuriyet devleti kurmuş olduğunu her zaman göz önünde tutmaları gerekmektedir. 

Osmanlı imparatorluğundan Türk devletine geçiş bir tarihsel süreklilik içerisinde gerçekleşmiştir . Bugün Anadolu ve Trakya toprakları üzerinde bir Türk devletinin bulunması tümüyle böylesine bir dönüşümün sonucudur .Tarihin kesişme noktasında Türkler bir ulusal kurtuluş savaşı vererek ve emperyalizmin işgalci ordularını geri püskürterek ulus devletler çağında kendi ulus devletlerini kurabilmişlerdir . Atatürk böylesine bir dönüşümü gerçekleştirirken tamamen o dönemin koşullarına uygun olarak hareket etmiş ,tarihteki olaylardan bilgilenerek çıkış noktası için fazlasıyla düşünmüş ve çalışmıştır . Bunları yaparken , kendisine akıl verecek ya yön gösterecek bir tecrübeli insan yanında olamadığı için ,bir anlamda tarih kendi mecrasında akmış ve Mustafa Kemal bir öncü ve kurucu olarak kendi yolunda başarıyla ilerleyebilmiştir . Tarihsel ya da siyasal bir dayanak noktasından yoksun olarak işe başlayan kurucu önder , tarihin dinamiklerini iyi kavrayarak ustalıklı bir hareket tarzı izlemiş ve bir anlamda kendi dayanak noktasını gene kendisi yaratmıştır . Atatürk Samsun’a çıkarken ,daha önce gerçekleşmiş bir serüveni tekrar etmiyor aksine tarihsel süreç içerisinde ilk kez ortaya çıkmış bir yeni durumda geleceğe dönük bir doğrultuda kendi yönünü arıyordu . Böylesine bir siyasal maceraya kalkışırken ,hedefe ulaşabilmek için dayanak noktasının iyi seçilmesi ve sağlam bir zemine basarak yola çıkılması gerekiyordu . Karşı karşıya gelinecek zorlukların aşılmasında geri adım atmamak için sağlam bir nokta esas alınmalıydı.

Fizik biliminin önde gelen alimlerinden Sirakuzalı Arşimed ,”Bana bir dayanak noktası bulun ,size dünyayı değiştireyim”demiştir .Hidrostatik bilim dalının kurucusu olan ve çok uzak mesafeli ok ve taş atmaya yarayan sistemlerin mucidi olan Arşimet banyoda suyun içinde bir keşifte bulununca “Buldum buldum “diyerek kendisini sokağa atabilmiş bir bilim öncüsüdür. O’nun gibi bir fizikçinin dayanak noktasının önemi üzerinde durması ve bütün dünyayı kaldırabilecek derecede bir gücün varlığını düşünebilmesi ve böylesine bir gücün ancak doğru bir dayanak noktasının seçilmesiyle kullanılabileceğini dile getirmesi ,sonraki dönemlerde bilimsel gelişmelere ışık tutmuş ve fizik alandaki buluşlar zamanla toplumsal yaşamı da yakından etkileyerek farklı siyasal sonuçların ortaya çıkmasına yol açmıştır . Doğru seçilecek bir dayanak noktası ile dünyanın değiştirilmesinin mümkün olduğunu hatta daha da ileri gidilerek iyi bir dayanak noktasına dayanılmasıyla koskoca dünya gezegeninin bile kaldırılabileceğini Arşimed insanlığa öğretmiştir . Dünyayı kaldırmak kadar değiştirmek ya da yeni bir yörüngeye oturmak gibi işlerde çıkış noktası dayanak noktasıdır . Sağlam bir dayanak yoksa hiçbir şey yapılamaz , ama yeterince sağlam bir dayanak noktası varsa o zaman her şey yapılabilir ,istenirse koskoca dünya bile kaldırılabilir . Fizik laboratuarlarındaki deneyler, dayanak noktası ve kaldıraç ilişkileriyle ilgili birçok deneyi kanıtlayarak , doğru dayanak noktası ile yola çıkanların her türlü büyüklükteki cisimleri yerinden oynatabileceğini bilimsel bir bilgi olarak insanlığın yararlanmasına sunmuştur .

Bilimsel devrimlerin gerçekleştiği onbeşinci yüzyıl sonrasında bilimsel gelişmeler hızla ilerleyerek modern ve çağdaş dünyayı yaratırken , fizik alanında bilimsel açıdan belirlenmiş olan bazı kuralların zamanla diğer bilim alanlarında da devreye girdiği ve bilimsel çalışmalarda etkili sonuçlar verdiği görülmüştür . Dayanak noktası ya da kaldıraç gibi kavramlar fizik alanda maddi bir içerik kazanırken , daha sonraki dönemlerde toplumsal alanlarda da düşünülmeye başlanmış ve fizik ya da maddi ilişkilerin ötesinde, sosyal olaylar belirli bir toplumsallık içerisinde ele alınırken ,toplumun içinden ortaya çıkan sosyal gelişmelerin çıkışındaki dayanak noktası aranmağa başlanmış ,bu tür dayanak noktalarına dayalı bir biçimde gündeme gelen çıkışların bir kaldıraç gibi hareket edebileceği ve toplumu sarsarak başka yönlere doğru sürükleyebileceği zamanla toplum bilimlerinde ele alınarak yeni teori ve görüşlerin oluşumunda ağırlıklı olarak kullanılmışlardır . Sosyolojiye konu olarak giren bazı kavramların zamanla siyaset bilimine de yansıdığı ve ortaya karma bir bilim dalı olarak siyaset sosyolojisi gibi alanların çıktığı da görülmüştür . Fizik bilimler dünyayı incelerken , bu alandaki gelişmeler çeşitli yollardan topluma yansımış ve yeni ortaya çıkan bilimsel kavramlar sosyal bilimler tarafından kendi alanlarına uygun bir biçimde benimsenmiştir . Labaratuvar bilimlerindeki gelişmelerin sonraki dönemlerde bir metodoloji ortaya koyması , fizik bilimlerdeki bilimsel oluşum sürecine benzer bir gelişme çizgisini sosyal bilimlere de taşımıştır.

Fizik bilimlerinde problemler çözülürken yeni yeni teoremler geliştirilmiş ,fizik kurallar zaman içerisinde diğer bilim dalları açısından da ele alınarak tartışılmıştır. Özellikle , bilimsel devrimin fizik alanda gerçekleşmesi ve bu alanda hızla kurallaşma aşamasına geçilmesiyle beraber problem çözme metotları öne çıkmağa başlamış ve fizik problemlerin çözülmesi gibi toplumsal problemlerin çözümünde de benzeri yöntemlere başvurulmağa başlanmıştır . Fizik bilimindeki teoremlerde uygulanan bilimsel metotlara benzer yeni yöntemler de sosyal bilimler alanında öne çıkarılmağa başlanmış ve toplumsal sorunların çözümünde de teorem yaklaşımları geliştirilmeğe çalışılmıştır .Problem çözmeğe yönelen bütün teoremlerin bir çıkış noktası olduğu gibi sonraki işlemlerin de bir dayanak noktası olması gerektiği görülmüş ve böylesine bir bilimsel gelişme süreci içinde çıkış noktalarının aynı zamanda dayanak noktaları olduğu görülmüştür . Bu aşamadan sonra ,bilimsel gözlemler ,incelemeler ve gelişmeler daha hız kazanınca , fizik bilimi , diğer bilim alanları içinde öncü bir konuma gelmiştir . İşte daha sonraki dönemlerde hukuk ve siyaset gibi sosyal bilim alanlarındaki dayanak noktası kavramı fizik biliminden gelme bir yenilik olarak devreye girmiştir . Bilimsel gelişme süreci devam ettiği için benzeri etkileşimin bugün de sürdüğü görülmektedir.

Bu çerçevede, Arşimed’in dünyayı yerinden oynatmak için aradığı bir dayanak noktası , siyasal anlamda dünya düzenlerini de yerinden oynatmak için de söz konusu olabildiği anlaşılmaktadır.

Batı emperyalizminin dünyanın merkezine hücum ederek bu bölgedeki imparatorlukları çökerttiği bir aşamada , Osmanlı devleti yedi asırlık bir hükümranlıktan sonra çökerken ,kendi küllerinden doğan Foniks kuşu gibi, Türkler’de imparatorluğu kaybedip bittikten sonra . tekrar Atatürk sayesinde yeniden doğarak tarih sahnesine çıkmışlardır . İşte böylesine bir dönüşüm aşamasında Türk ulusunu ayağa kaldıran kaldıraç ulusal kurtuluş savaşı olmuş ve bu savaşın da dayanak noktası , öncü ve kurucu önder Mustafa Kemal Atatürk olmuştur.

  • Bu açıdan, Atatürk bugünkü Türkiye Cumhuriyetinin dayanak noktasıdır. 

Çok uluslu ve çok dinli bir imparatorluk düzeninden ,kısa zamanda üniter bir ulus devlet düzenine geçiş pek de kolay olmamış ama , kurucu önder sahip olduğu derin tarih bilgisi ile, iyi bir çıkış noktası belirleyerek kendisini dayanak noktası olarak ortaya koyduğu için , hem ulusal kurtuluş savaşı hem de cumhuriyetçi kuruluş aşamaları birbiri ardı sıra başarıyla tamamlanabilmiştir . Samsun’a çıkış sonrasında Anadolu’daki kutsal isyanın başına geçen Mustafa Kemal , çizdiği sağlam bir yol haritası ile hiçbir zaman geri adım atmadan ilerlemesini bilmiş ve başında olduğu siyasal devrimin aynı zamanda çıkış noktasını da belirleyerek , bu devrimci yapılanmanın kalıcı bir örgütlenmeye dönüşmesinde en güçlü dayanak noktasını oluşturmuştur . Fransız devrimi ile Sovyet devrimi gibi iki büyük tarihsel dönüşümün yaşandığı coğrafyanın tam ortasında ,bu devrimlerden yararlanılarak yepyeni bir Türk sentezi olarak Kemalist devrimin gerçekleştirilmesi ancak Atatürk’ün dayanak noktası olmasıyla açıklanabilecek bir olgudur.Fransız ve Sovyet devrimlerinin hazırlayıcısı bilim adamları ve çeşitli filozoflar olmasına rağmen , Türk devriminin tek hazırlayıcısı ve ideolojik önderi olarak Atatürk ,tam anlamıyla bir dayanak noktası olarak tarih sahnesindeki yerini almıştır.

Atatürk, beş bine yakın kitabı inceleyerek ve askeri ve siyasal kaynakları iyi değerlendirerek Türk devriminin yolunu çizerken Lenin gibi Karl Marks’a dayanmıyordu ya da Fransız devrimcileri gibi öncü filozofları aynen kopyalamıyordu.
Bu açıdan, Türk tarihinin dönüşüm noktasında Atatürk herkesten ve her filozof ya da komutandan yararlanmasına rağmen bütünüyle dayanak noktası olarak tek bir otoriteyi seçmiyor ,aksine kendisini dayanak noktasına koyarak ,o dönemin koşullarında oluşmuş olan devlet ya da siyaset aklını kullanarak hedefe ulaşmağa çaba sarf ediyordu .Hayatta tek yol gösterici olarak akıl ve bilimi benimseyen kurucu önder , bu yoldan giderek Türk ulus devletini çağdaş bir cumhuriyet rejimi olarak ortaya koyarken yolun taşlarını iyi seçmeğe çalışıyor ,sahip olduğu geniş kültürden yararlanarak çeşitli sorunları ya da çelişkileri aşarak tam bağımsızlık ve çağdaş uygarlık hedefine doğru devlet gemisini yürütmeğe çalışıyordu . Atatürk bütün bunları bazen tek başına kalarak yapmağa çalışırken, geçmişten gelen hiçbir dayanak noktasına dayanamıyor ve kendi yolunu kendisi belirlemeğe çalışıyordu . Bir anlamda kendi dayanak noktasını kendisi yaratmak zorunda kaldığı için , bu açıdan Atatürk hem kurtuluş hareketinin hem de kuruluş eyleminin başlıca dayanak noktası haline geliyordu . Dünyanın çivisinin çıktığı , imparatorlukların tarih sahnesinden çekildiği birinci dünya savaşı sürecinde ,yeni bir dünya düzenine doğru gidilirken , mazlum uluslar beş yüz yıllık sömürgecilik ve emperyalizm girişimlerinden son derece rahatsız oldukları için , kendilerine ulusal kurtuluş savaşları için rehber olacak ya da onlar için dayanak noktası oluşturacak bir siyasal önderlik arıyorlardı . İşte , Atatürk ,böylesine büyük bir siyasal gereksinimin gündeme getirmiş olduğu siyasal önderdir .

Amerikalılar, Amerika Birleşik Devletlerinin kurucu önderi olan
George Washington’un adını yeni kurdukları başkentlerine vermişlerdir
.

Atatürk Washington’dan daha fazlasını kendi ülkesine ve ulusuna veren bir ulusal önder olarak belki benzeri bir jesti hak ediyordu ama , Türkiye’yi kurucu önder Atatürk’ten ayırmak isteyen şeriatçı,bölücü mandacı üçlüsü Atatürk ve cumhuriyet düşmanlığına sürekli olarak devam ettikleri için ,Türk ulusu kurucu önderine böylesine bir jesti zamanında gerçekleştirememiştir . Amerika’nın kurucu önderinin ismi başkentte yaşatılırken , bu isim devlet yapısının dayanak noktası olarak aynı zamanda en üst düzeyde yüceltiliyordu . ABD’de şeriatçı, bölücü ve mandacı üçlüsü olmadığı için herkes kurucu baba olarak George Washington’a saygı ile bakıyor ve bu ismi Amerika Birleşik Devletlerinin kurucu başkanı olarak, aynı zamanda var olan devlet ve hukuk yapılanmasının dayanak noktası olarak görüyorlardı . Amerika’daki kurucu önderin saygınlığı ve etkinliği her geçen gün daha fazla öne çıkarılarak ,bu önderin ismi etrafında bütünleşmeye çalışılırken , Türkiye’de bunun tamamen tersi yapılarak malum üçlü koro tarafından Atatürk’e saldırılar artırılırken, Türk ulusu Atatürk’ün kurmuş olduğu cumhuriyet devletiyle karşı karşıya getirilerek açıkça bir bölünme ve dağılma senaryosu emperyal güç merkezlerinin desteği ile her gün daha da tırmandırılarak oynanmaktadır . ABD’du kurucu önder birleştirici bir unsur olarak ele alınarak hukuka uygun bir değerlendirme yapılırken , Türkiye’de kurucu önder siyasal saldırıların baş malzemesi haline getirilerek , Türk devletinin dayanak noktası ortadan kaldırılmağa çalışılmakta ve böylece zaman içinde Türkiye’nin dağılmağa doğru sürüklenmesine çalışılmaktadır . Kurucu önderlerin dayanak noktası olarak kabül edildiği Amerika Birleşik Devletlerinde ,böylesine bir durumdan devletlerin güçlenerek çıktıkları görülürken , Türkiye’de bu durumun tamamen tersinin zorlanmasıyla Türk devleti Yugoslavya benzeri bir dağılma senaryosu ile karşı karşıya bırakılmaktadır .

ABD’de başkentin adı nasıl kurucu önderin adı olarak belirleniyorsa ,belki Türkiye’nin adının da Atatürkiye olarak benimsenmesi söz konusu olabilirdi .Geçen sene emperyalizmin zehirleyerek erken ölüme mahkum ettiği Venezuella devlet başkanı Chavez halkın büyük çoğunluğunun desteği ile göreve gelerek , gerçekleştirdiği ulusal bir devrim sonrasında devleti yeniden düzenlemiş ve emperyalizme karşı büyük bir ulusal kurtuluş savaşı vererek Venezuella Cumhuriyetini kurmuş olan kurucu önder Simon Bolivar’ın adını cumhuriyet devletinin adına eklemiştir .İspanyol emperyalizmine karşı büyük bir kurtuluş savaşı vererek Venezuella’yı ve diğer Latin bölgelerini tam bağımsız bir statüye kavuşturan Simon Bolivar’ın izinden giden Chavez , devletin yeni adını anayasa değişikliği ile “Bolivarcı Venezuella Cumhuriyeti” olarak belirlemiştir . Chavez böylece , kendi ülkesi üzerinden Latin Amerikanın kurtarıcısının çizgisine bütün Güney Amerika ülkelerinin gelmesi için açık bir adım atmıştır . Latin Amerika kıtasının bugünkü bağımsızlığının dayanak noktası olan Simon Bolvar’ın ismi bugün Venezuella Cumhuriyetinin yeni anayasasında ve resmi adında yer alarak tüm Latin dünyasına bağımsızlığın yolunu göstermektedir . Kendi deyimleriyle “ABD’ye çok yakın ama Tanrı’ya çok uzak “ olan bu bölgenin bağımsız varlığının simgesi olarak Simon Bolivar ,tüm Latin dünyasının bağımsızlığının dayanak noktası olarak Chavez devrimi sayesinde hak ettiği yere gelebilmiştir . Şimdi Türkiye’de , bir Atatürkçü iktidar göreve gelince devletin kurucu önderinin adını resmen devletin yeni ismi yerine koysa , Türkiye’de yer yerinden oynar,cumhuriyet karşıtı üçlü koro malum saldırı senaryolarını daha üst düzeyde tırmandırarak sürdürürlerdi . Simon Bolivar’ın anısına ayrıca Bolivya adıyla başka bir devlet kurulurken gene Latin bağımsızlığının dayanak noktası olan Simon Bolivar onurlandırılmıştır . Bolivya Cumhuriyetinin adı Bolivar ile özdeşleştirirken , Türkiye Cumhuriyetinin adının Türklük ve kurucu önder Atatürk isimlerinden uzaklaştırılmağa çalışılması ,Güney Amerika kıtası ile Orta Doğu bölgesinin karşılaştırılması açısından önemli bir konudur . Amerikalılar ya da Latinler kurtarıcılarına saygı gösterirken , Türkler ya da Orta Doğulular kurtarıcılarından asgari düzeyde bir saygıyı esirgemektedirler .

Eski Türk devletleri geleneği açısından konuya bakıldığı zaman ,tarih boyunca siyaset sahnesine çıkmış olan Türk devletlerinin sürekli olarak kurucu kral ya da imparatorun adı ile anıldığı görülmektedir . Cengiz han , Timur han ,İlhan han , Selçuk han ,Osman han ,Babür han gibi kurucu önderlerin isimleri devletlerin ya da imparatorlukların adı olarak resmen kabul edilmiştir . Osman beyin adı ile kurulmuş olan imparatorluğun çöküşünden sonra gücü eline alan Mustafa Kemal bir Kemali hanedanı ya da krallığı oluşturmamış , kendinden önceki Türk imparatorluklarının sürdürdüğü imparatorun isminin devletleşmesi geleneğini ortadan kaldırarak ,tarihte ilk kez Türk ulusunun adı ile bir ulus devlet kurmuştur . Atatürk ve cumhuriyet karşıtı Osmanlıcılar ya da hilafetçiler , Türkiye Cumhuriyetinin kurucu önderi Atatürk’ün bu özverisini görmezden gelerek hem Türk hem de Atatürk isimlerine karşı çıkmaya devam ederlerken ,Amerikalıların ve
Latin halklarının kurucu önderlerine karşı gösterdikleri kadirşinaslığı görmezden gelmektedirler . Zamanında bütün güçleri elinde toplayan Atatürk , Anadolu toprakları üzerinde Selçuklu ve Osmanlı hanedanlarından sonra bir Kemali hanedanı kurabilir
ve bu topraklardaki Türk imparatorlukları geleneğini kendi ismi ile taçlandırarak sürdürebilirdi . O’nun böylesine büyük bir özveri göstererek eski geleneği sürdürmemesi karşısında , Türk vatandaşı kimliği ile Atatürk düşmanlığı yapanların
iyi düşünmeleri ve utanmaları gerekmektedir.

  • Amerikalıların Washington’a, Latinlerin Simon Bolvar’a karşı gösterdikleri saygının çok daha fazlasını hak eden Türkiye’nin kurucusuna karşı emperyal projeler yüzünden gerçekten çok büyük haksızlık yapılmaktadır.

Gelinen bu aşamada , hem ülkesini kurtaran hem cumhuriyet rejimi kuran hem de büyük özverilerde bulunan kurucu öndere karşı sürdürülen planlı saldırı kampanyalarından Türk ulusu artık fazlasıyla rahatsız olmaktadır . Her şeyin bir doyum noktası olduğu gibi , bu konuda da artık bıkkınlık safhasına erişilmiştir .

Geçen sene bazı Kemalist yazarlar tarafından gündeme getirilen “Atatürk olmasaydı” konusunu , bu sene kapak konusu yapan bir dinci dergi , Yeni Osmanlı hayalleri ve Büyük Orta Doğu ile Büyük İsrail projeleri doğrultusunda ulus devlet ve laik cumhuriyet karşıtı çizgide yayın hayatına devam ederken , “Atatürk olmasaydı “ konusunu tartışma alanına getiriyordu . Bir başka dinci gazete , bir dinci derginin ilanı vesilesiyle tam sayfa olarak ,” Atatürk olmasaydı gene Türkiye olurdu “ başlığı ile Atatürk karşıtlığını düşmanlık noktasında öne çıkararak , Müslüman halk kitleleri ile laik devleti karşı karşıya getirebilmenin arayışı içine giriyordu . Kurduğu devlete Türk geleneğine aykırı bir biçimde kendi ismini vermeyerek ,büyük bir özveri gösteren Atatürk’ün laik ve ulusal devletine savaş açan şeriatçı,bölücü ve mandacı üçlüsü Atatürk’ü dışlayarak,
O olmasaydı gene Türkiye olurdu diye ilanlar vermekte ve yayınlar yapmaktadırlar . Atatürk olmasaydı, Türkiye Cumhuriyeti de kurulamayacağı için , yerine Anadolu İslam devleti, Yakın Doğu Konfederasyonu, Orta Doğu Birleşik Devletleri, Büyük Orta Doğu Devleti ya da Büyük İsrail Federasyonu gibi emperyalist projelere uygun düşen çeşitli devlet modelleri düşünüleceği için,

  • Atatürk olmasaydı, Türkiye Cumhuriyeti gibi laik ve çağdaş bir ulus devlet kurulamazdı.

Bu yüzden “Atatürk olmasaydı, gene Türkiye olurdu“ diye dinci gazetelere ilan verenler, gerçeği değil ama kendi gönüllerinden geçeni ifade etmektedirler. Böylesine bir durum da doksan yıllık laik Türk devletinin vatandaşlarının çoğunluğunun rahatsız olmasına yol açmaktadır. Atatürk olmasaydı, Atatürk gibi bir tarihsel önder kurucu irade olarak Türk devletinin dayanak noktası olarak yer alamayacağı için ,bugünkü çağdaş Türkiye cumhuriyeti devleti de siyaset sahnesine çıkamazdı . Bu açıdan ,kurucu önder Atatürk ile O’nun eseri Türkiye Cumhuriyeti arasında kopmaz bir bağ vardır ve bu bağ dayanak noktası ile devlet düzeni arasında köprü görevi görmektedir .

Batı uygarlığının önde gelen devletleri tarafından , batı emperyalizmine karşı savaşmasına rağmen Mustafa Kemal Atatürk’e zaman zaman ödüller verilmiş ve Türkiye’nin kurucu önderi hakkında önemli bilimsel yayınlar yapılarak ,hakkı teslim edilmeye çalışılmıştır . Batının uygar ve emperyal iki yüzü olduğu için , batı dünyasının uygar yüzü ile Atatürk onurlandırılırken ,emperyal yüzü ile de çeşitli saldırılar ve insafsız eleştiriler yapılmıştır . Bugünün koşullarında yüz yıl öncesini değerlendirmek gibi bir bilimsel yanlış , küresel emperyalizmin papağanı konumundaki mandacı kadrolar tarafından dile getirilirken , Atatürk’e karşı büyük haksızlık yapmağa devam etmişler ama bugün gelinen noktada Türk halkının ulusal tepkisiyle karşılaşmışlardır . On yıllık dinci bir yönetimin baskılarından sonra ,Türk ulusunun bir milyonu aşkın temsilcisi yeniden Atatürk’ün huzurunda saygı duruşuna geçerek ,kurucu öndere olan bağlılıklarını yinelemişlerdir . Neredeyse Anıtkabir’e gidilmesini bile yasaklama noktasına gelen baskıcı zihniyetin, bir milyonu aşkın insanın tepkisi ile karşı karşıya gelmesi , halktaki tepkilerin giderek tırmandığını açıkça göstermektedir.

  • Türk halkının en az Amerikan halkı ya da Latin Amerikalılar kadar,
    kurucu önderine sahip çıkmak ve O’na saygı göstermek hakkı vardır.

Küresel sermaye üzerinden medya ve basın organlarını ele geçirerek aksi doğrultuda yayın yapmanın hiçbir işe yaramadığını sosyal medya olgusu gözler önüne sermiştir . Yıllarca türk halkının beynini yıkamağa çalışan , medya kanalları ve basın organlarının artık eskisi gibi izlenmediği görülmekte , gazeteler bedava dağıtılırken , halk kitleleri magazin programlar ile yeniden medya ağına düşürülmeğe çalışılmaktadır . Ama gelinen noktada , işlerin tersine döndüğü ve güç merkezlerinin bütün plan ve programlarının çöktüğü görülmektedir . Bu aşamada, Türkiye Cumhuriyeti yeniden Atatürk’ün yolundan giderek, bağımsız bir gelecek arama noktasına gelmiştir .

Atatürk , hem Türk ulusunun kurtarıcısı hem de Türkiye Cumhuriyetinin kurucu önderi olarak Türkler için en önemli dayanak noktasıdır . Bugünün Atatürkçü kuşakları atatürk’ten daha şanslıdırlar çünkü onların örnek alacak ve yolundan gidecek bir önderleri vardır . Atatürk ,bu açıdan hem Türk ulusu hem de Türk devleti için sağlam bir dayanak noktası oluşturmakta ve her türlü saldırı girişimine karşı , Türkiye’nin temelinin sağlam kalmasını sağlamaktadır . Atatürk nasıl dünyanın en büyük devletlerinin emperyal saldırılarına karşı direnerek ,ülkeyi ve ulusu kurtarmışsa ,bugünün Atatürkçüleri de kurucu önderin izinden giderek aynı şekilde bir antiemperyalist savaş vermek ve böylece Türkiye cumhuriyetini sonsuza kadar yaşatma yolunu açmak durumundadırlar . Atatürk yola çıktığında dayanak noktasından yoksundu ,bu nedenle kendi dayanağı kendi oldu . Bugünün kuşakları ise böylesine bir çıkmazın ötesinde daha şanslı bir konumda , Atatürk’ü dayanak noktası alarak yola devam edebilmektedirler.

Bugün yaşanmakta olan bütün siyasal sorunların tamamı eski sorunlardı.
Atatürk zamanında bu sorunlar ile boğuşarak bunları göğüsledi ve çözüm üretti . Bugünün Atatürkçüleri ise Atatürk’ü hem dayanak noktası hem de emsal alma şansına sahip oldukları için ,,yapacakları tek şey Atatürk ne yaptıysa aynısını yapmaktır .Atatürk’ü kendisine başlıca dayanak noktası olarak alacak Türk gençliği ,ulusal kurtuluş savaşından gelen antiemperyalist bilinç ile hareket edecek ve Türkiye’nin çağdaş uygarlık düzeyi içinde hak ettiği yere gelebilmesi için büyük bir mücadeleye kalkışacaktır.

Kendi partisine güvenmeyerek Türk gençliğine cumhuriyeti emanet eden büyük Atatürk’ün bu jestinin anlamı bugün yaşanan olumsuz koşullar doğrultusunda
daha açık ortaya çıkmaktadır.

Atatürk’ün kemiklerini sızlatan politikalara alet olanların,
Atatürk adına söyleyecek sözlerinin olmaması gerekir.

Böylesine olumsuz koşulları dikkate alacak Türk gençliği Cumhuriyetin bekçisi olarak harekete geçecek, Atatürk’ü başlıca dayanak noktası olarak alacak ve kurucu önderin yolundan O’nun yaptıklarına sahip çıkarak geleceğe yönelecektir.

  • Unutulmasın ki; Atatürk,
    Türkiye Cumhuriyeti’nin başlıca dayanak noktasıdır.

SURİYE’de HAKSIZ SAVAŞ..


SURİYE’de HAKSIZ SAVAŞ..

Dostlar,

Sayın Prof. Dr. Anıl Çeçen‘in başlığı yukarıda görülen güncel yazısını paylaşmak istiyoruz. Oldukça kapsamlı (8 sayfa) olan irdelemeyi pdf olarak sunuyoruz.

Makalenin girişi şöyle :

  • “Bütün dünya Suriye’deki gelişmelere kilitlenmiş bir aşamaya gelmiş ve bundan sonra neler olacağını bekler bir hale gelmiştir. Dünyanın en büyük 20 ekonomisini temsilen 20 büyük devletin bir araya geldiği G-20  zirvesinin başlıca konusu olarak Suriye gündeme gelirken, bu konuda nasıl davranılacağına ilişkin olarak devletlerin ikiye bölündüğü bazı kararsız ve çekimser devletler yüzünden bu zirve toplantısından bütün insanlığı temsilen bir karar çıkamadığı görülmüştür. ABD’nin başını çektiği ülkeler Suriye olaylarına müdahale isterken Rusya Federasyonu’nun yönlendirdiği ülkeler de böylesine bir dıştan müdahaleye gerek olmadığını söyleyerek, yeni bir askeri harekete karşı çıkmışlardır. Böylece dünyanın ikiye bölündüğü bir noktaya gelinirken, bu aşamada Suriye’deki çatışmalar artarak devam etmekte ve potansiyel bir dünya savaşını sürekli olarak gündemde tutmaktadır. Önceleri ciddiye alınmayan bu ülkedeki gelişmelerin her geçen gün artması ve zamanla tırmanarak ciddi bir küresel sorun haline gelmesi karşısında artık insanlığın bir şeyler yapması  gerektiği konusunda herkes anlaşmakta, ne var ki bütün dünya ülkelerinin üzerinde birleştiği bir ortak çözüm yolunda anlaşma sağlanamadığı için, çatışma olayları ve terör her geçen gün tırmanarak Suriye dışındaki bölge ülkelerine zarar vererek dünya barışını doğrudan doğruya tehdit etmektedir.”

Tümünü okumak için lütfen tıklar mısınız??

portresi_renkli

 

SURIYE‘DE_HAKSIZ_SAVAS_Ankara_Kalesi_181

 

 

Sevgi ve saygı ile.
18.9.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Prof. Anıl Çeçen : “SORULARLA ADD”

Dostlar,

Sayın Prof. Dr. Anıl Çeçen, çok kıdemli ve seçkin bir Kamu Hukuku uzmanıdır.
Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nin duayen hocalarındandır.
Uluslararası İlişkiler ve Strateji alanında da derinleşmiştir.
ADD’nin de 19 Mayıs 1989’da 50 kişilik kurucular kurulunca görev almış
ve ilk Genel Yazman görevini üstlenmiştir.

portresi

 

Çeyrek yüzyıla varan bir süredir ADD’ye kuramda
ve uygulamada hizmet etmektedir.
Çok sayıda kitabın yazarıdır.

 

“ADD’nin Kitabı” da bunlardan biridir.

ADD'nin_kitabi

Sayın Çeçen, son olarak
“SORULARLA ADD” çalışması yaptı.
25 soru ile ADD’nin kuruluşunu, tarihçesini, gelişimini, bugününü ve geleceğini işledi.
Bu çalışma, büyük ölçüde yandaki kapsamlı kitaba dayalı. 26 sayfadan oluşan özlü bir metin. Eksik olmasınlar, bizimle de paylaştılar. Bu değerli derlemeyi pdf olarak sitemizin sevgili okurlarına sunuyoruz. Hakkının verilmesi dileğiyle..

SORULARLA_ADD_Anil_Cecen_8.9.13

Sevgi ve saygı ile.
Datça, 8.9.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

ORTADOĞU’da DİN SAVAŞLARI


Dostlar
,

Sayın Prof. Dr. Anıl Çeçen, tek başına bir kale gibi Atatürk Cumhuriyeti‘ni savunmayı sürdürüyor.

ANKARA KALESİ dizisi içinde 174. makalesi ORTADOĞU’da DİN SAVAŞLARI başlıklı. Tipik biçimde bu yazı da 8 sayfa. Çok uzun olduğu için pdf olark paylaşacağız.

İşlenen konu çok kritik..
Türkiye’nin gözünü 4 açması gerek..

Yazı şöyle başlıyor :

portresi

 

 

 

 

  • ” Dünya pupa yelken bir üçüncü cihan savaşına doğru sürüklenip giderken din ve mezhep tartışmaları yeniden olayları belirleyici
    bir biçimde siyasal gündemin tam ortasında yer almağa başlamışlardır. Orta-Doğu bölgesinde her gün yaşanan sıcak gelişmeler, sürekli çatışma ve kanlı terör olayları bir türlü durmak bilmemekte ve bu olumsuz süreç giderek tırmanırken, bölge daha geniş bir düzeyde geniş bir savaş coğrafyasına dönüşmekte ve yakın gelecekte bir üçüncü dünya savaşı ihtimali zamanla güçlenmektedir. Merkezi bölgedeki dünya devleti olan Osmanlı İmparatorluğu’nun gücünü yitirmesi üzerine, merkeze bağlı olan ülkeler saldırı ve isyan olayları ile dolu bir tarih dönemecini yaşamak zorunda kalmışlardır. Tarihsel gelişmelerin sonucunda merkezi alanda yedi yüzyıl hüküm süren Osmanlı tarihi her açıdan dünya tarihinin odağında yer alan bir konuma sahip olmuş ve yerkürenin yönlenmesinde birinci derecede etkili olmuştur. Asya, Avrupa ve Afrika gibi üç büyük kıtanın tam merkezinde yer alan orta dünya bölgesi her dönemde, güç çekişmelerinin sahnesi olmuş, bazen bir büyük devletin çatısı altında barış düzeni kurulabilmiş bazen da bu gibi düzenlerin yıkılması üzerine uzun süren sıcak çatışmalara bölge ülkeleri ve halkları alet olmuşlardır. Bu gibi çekişmelerin odağında yer alan ana konu ise dinler arası çekişme ve çatışmalar olmuştur.”

Ve Anıl Hoca yazısını şöyle bağlıyor :

  • “Halkının çoğunluğu Sünni İslam olan bir devlet olarak Türkiye Cumhuriyeti içinde barındırdığı önemli orandaki Alevi kesimin çıkarlarına da dikkat etmek ve Cumhuriyetin toplumsal tabanını oluşturan bu kesimi öne çıkararak, Şii-Sünni karşıtlığı yaratma girişimlerine karşı tıpkı Atatürk döneminde olduğu gibi bir Alevi-Sünni birlikteliğinin örgütlülük düzeyinde yeni yapılanmaya kavuşturulması gerekmektedir. Orta Doğu’da dinler savaşı giderek tırmanırken, Türk dünyasının Şii ve Sünni olarak ikiye bölündüğü görülmeli, İran, Irak ve Suriye Şiilerinin büyük çoğunluğunun Türk asıllı oldukları dikkate alınarak Sünni-Şii kardeşliği yaklaşımı hızla bölgede geliştirilmelidir. Türkiye’nin Sünni halkı bölgedeki Şii Türkmenlere daha yakın dururken, Türkiye’nin Alevi kesimleri bir kültür köprüsü olabilmeli ve Türkiye Alevileri ile bölgedeki Şii Türkmenler arasında kopmaz bağlar geliştirilmelidir. Kuzey Irak üzerinden bölgedeki dört devletin bölünmesi için işbirlikçi bir yapılanmada kullanılan güneydoğu halkının etnik kimliğinin, yıllarca Türkiye’ye karşı yürütülen bölücü senaryolarının dayanağı olarak öne çıkarıldığı dikkate alınmalı, etnik bölücü unsurların Sünnilik adına Şii Türkmenlerin karşısına, Sünni kamplar içinde çıkarılmasına Türkiye kesinlikle alet olmamalıdır. Katar, Kuveyt, Suudi Arabistan, Ürdün gibi bölgenin yapay devletleriyle oluşturulan Sünni bloklaşma içinde, etnik bölücü terör örgütü ile beraber Şii İran ve Suriye’ye karşı Türkiye’nin kullanılmak istenmesi, merkezi alandaki dinler savaşının yeni görüntüsü olarak öne çıkmakta ve hem Türk dünyasını bölmekte hem de Türkiye’yi komşuları ile savaşa doğru zorlamaktadır. Türkiye Cumhuriyeti devleti ve Türk dünyası, hiçbir zaman Yahudilerin ya da Hıristiyanların bölgesel hegemonya savaşlarına alet olmamalı ve kendi politikalarını oluşturarak dünya barışına katkıda bulunmalıdırlar. Hiçbir dinin ya da mezhebin kendi çıkarları doğrultusunda kıyamet senaryoları üreterek bütün dünyayı ve insanlığı tehlikeye atma hakkı bulunmamaktadır. Herkes ve her toplum kendi varlığını koruayabilmek ve varlığını sürdürebilmek için, savaşlara karşı halklar arasında dayanışmacı barış senaryolarını savunabilmelidir. (Temmuz 2013)”

Bu önemli makalenin tümünü okumak için lütfen aşağıdaki erişkeyi (linki) tıklar mısınız??

ORTADOĞU‘DA DİN SAVAŞLARI ANKARA KALESİ-174

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 12.7.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net