Etiket arşivi: Prof.Dr.Anıl Çeçen

İstanbul’da Yeni Bizans


İstanbul’da Yeni Bizans

portresi

Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN
Türkiye bir ayı aşkın bir süredir ayağa kalkmış bir manzara göstermektedir.
27 Mayıs 2013 günü Taksim parkında başlayan protesto hareketleri,
ülkeyi yeni bir 27 Mayıs’a doğru götürüyor gibi bir sürece ülkeyi teslim etmiştir.İstanbul’un tam ortasında yer alan Taksim meydanında “Gezi” diye adlandırılan parkın kaldırılmak istenmesi, meydana yeni bir düzenleme yapılması doğrultusunda Büyükşehir Belediyesinin yeni bir projeyi uygulama alanına getirmek istemesi üzerine doğan tepkiler birbiri ardı sıra gündeme gelince, uzun süredir birikmiş olan çeşitli protesto konuları büyük bir patlama göstererek ülke gündemini işgal etmeğe başlamıştır.
Geçen yıl söz konusu meydanın tam ortasında yer alan Atatürk Kültür Merkezi‘nin yıkılmak istenmesi üzerine başlamış olan protesto hareketlerinin, bu kez Gezi Parkının ortadan kaldırılmak istenmesi üzerine daha da gelişerek devam ettiği ve birçok grubun işin içine girmesiyle beraber tam anlamıyla içinden çıkılmaz bir durum yarattığı anlaşılmıştır.
Önceleri bu kültür alanı ile ilgili İstanbul aydınlarının oluşturduğu grupların ve ilgili bazı derneklerin gösteriler yapması ile “Taksim Olayları” başlamış ama bir süre sonra
işin içine çeşitli marjinal grupların katılmaları üzerine işin rengi değişmiş ve birçok dernek ve siyasal partinin de burada yer almasıyla beraber iş bütünüyle toplumsal bir kalkışma hareketinin başlangıcına dönüşmüştür.
Taksim’deki gezi alanındaki protesto gösterilerinin, küresel medyada yer bulması ve daha sonraki aşamada tıpkı Mısır’daki Tahrir Meydanındaki gösterilerde olduğu gibi, sürekli olarak çeşitli haber kanallarında ısrarla yayınlanması üzerine, konu iyice kamuoyuna mal olmuş ve zaman içinde kitleselleşmiştir. Özellikle, Mısır’da bir yıl önce Tahrir Meydanında o ülkenin hükümetine karşı başlayan protesto gösterileri sonucunda ülkenin otuz yıllık diktatörünün istifa ederek görevi bırakmak zorunda kalması üzerine, bu durumdan esinlenen bazı siyasal çevreler ve Taksim olaylarından Mısır’daki
Tahrir Meydanı gösterilerine benzer bir hükümet karşıtı eylem süreci başlatmak isteyen muhalif kesimler, elbirliği yaparak Taksim’deki protesto gösterilerini büyük şehirlerin meydanları üzerinden bütün Türkiye’ye taşımağa doğru bir yöneliş göstermişlerdir.Eylemlerin, sanki önceden hazırlanmış gibi peş peşe gündeme gelmesi,Türk kamuoyunda haklı bir kuşku yaratmış ve ortalık toz dumana çevrilince de,
birçok kentte kamu düzeni bozulduğu için insanlar günlük işlerine gidemez hale gelmişler, çarşı ve pazar yerleri eylemlerle dolu olunca esnaf satış yapamaz bir duruma gelmiş, bu nedenle de iflaslar ortaya çıkmıştır.Ankara ve İstanbul gibi büyük kentlerin her köşesinde tekelci şirketlerin satış yerlerinin yer aldığı alışveriş merkezleri Türk ekonomisini tam anlamıyla bir küresel pazara dönüştürürken, geleneksel çarşıların ortasında yer alan esnaf kesimi sahipsizliğe itilmiştir. İşte böylesine bir sürecin yaşanması nedeniyle çarşı esnafı bir araya gelerek Taksim olayları içinde protestocu grupların başında yer almış ve bu çevreci hareketin zaman içinde, ekonomik kavga yüzünden siyasallaşmasına yardımcı olmuştur.
Bir avuç zengin azınlığın dışarı ile ve yabancı sermaye ile işbirliği yaparak,
Türk ekonomisini alışveriş merkezleri üzerinden sömürge ekonomisine dönüştürme girişimlerine karşı çarşı esnafı geleneksel Türk ekonomisinin temsilcisi ve sahibi olarak öne çıkarak bütün dünyaya meydan okumuştur.

Özal döneminde başlatılmış olan küresel ekonomiye Türk ekonomisini
teslim etme
girişimlerine karşı Türk esnafı karşı çıkarak, Taksim meydanı üzerinden bu gidişe tam anlamıyla karşı çıkmıştır. AVM’lerde dolar ya euro üzerinden kira ödeyen, dükkân sahipleri bu merkezler üzerinden Türk ekonomisinin dünya ekonomisi ile bütünleşmesine aracı olmakta ve böylece Türkiye’deki ulusal ekonominin
küresel ekonomiye dönüşmesi
ne katkı sağlamaktadırlar.
Bir anlamda sömürge merkezleri olarak açılan alışveriş merkezlerine karşı yeniden ulusal ekonomiye dönüşü sağlayacak çarşı esnafına sahip çıkılması konusu, esnaf eylemleri ile Taksim meydanında Türk ve dünya kamuoyuna bir kez daha duyurulmuştur.Yabancı sermayenin yerli işbirlikçileri olarak Türkiye’deki sermaye çevreleri ve zengin kesimler, dış destekler ile sahip oldukları zenginliklerini korumak ve
Taksim olayları sırasında esnafların katılımı ile gündeme gelen küresel emperyalizm karşıtlığının önüne geçmek üzere Taksim gezi parkına temsilcilerini göndermişler ve daha sonra da çocuklarını devreye sokarak alanda egemen olan gençlik kesimini
kendi istedikleri doğrultuda yönlendirebilmenin arayışı içine girmişlerdir.İş adamı derneği yöneticileri ellerinde pankartlarla yürüyüşlere katılarak kendilerini çapulcu ilan etmişler ve böylece faşist yüzlerini gizleyerek çapulculuğun sevimli yüzünü yakalayarak halk kitleleri üzerinde kendi çıkarları doğrultusunda etkinlik kurmağa çaba göstermişlerdir. Gezi parkında nöbet tutan aç çocukları doyuran, onları korumak için çadırlar getiren, eylemcilerin cebine para koyan
  • zengin iş adamları,
    Taksim olaylarının kendi gayrimüslim çizgileri doğrultusunda yeni bir
    Bizans arayışına doğru yönlendirilmesinde açıktan çaba göstermişlerdir. 

Taksim’deki olaylar sırasında milliyetçi ve ulusalcı kesimler önceleri alandan
uzak durmağa çalışmışlardır. Milliyetçiler sonuna kadar, hiçbir mili sesin çıkmadığı
bu alandaki gelişmeleri uzaktan izlemişlerdir. Ne var ki, işi hükümet karşıtlığı çizgisinde ele alan kesimler ise bazı ulusalcı örgüt ve çevreleri taksim protesto gösterilerine katarak hükümet karşıtı eylemlerde bunları da değerlendirmek istemişlerdir.

Hükümetin İslamcı kimliği öne çıktıkça İstanbul’un gayrimüslim kesimleri
aktif eylemci ulusalcı grupları devreye sokarak hükümet karşıtı bir doğrultuda
gezi parkı eylemlerinin yönlenmesi için çaba göstermişlerdir.

Yeni Bizans yapılanması peşinde koşan zengin sınıflar ve küresel sermayenin
yerli işbirlikçileri, bu amaçları doğrultusunda Türkiye Cumhuriyeti milli devletini
geride bırakabilme doğrultusunda Taksim olaylarını ülkeyi bir siyasal girdaba sürüklemek için kullanmak istemişlerdir.

Cep telefonları üzerinden sosyal medya kanallarının kullanılması da gene gayrimüslim Batı blokunun yeni bir oyunu olarak devreye girmiş, küresel sermayenin dünya imparatorluğu doğrultusunda sosyal medyanın yeni bir kamusal alan olarak kullanılmak istendiği belli olmuştur. Son bir yıl içinde Türkiye’nin Akdeniz komşusu olan İtalya’da yaşanan olayların bir benzerinin Taksim protestolarından ortaya çıkarılmağa çalışıldığı görülmüştür.

Üç dönem seçim kazanarak Türkiye’yi yönetmekte olan ılımlı İslamcı iktidarın
küresel bir programa angaje olmasını, ülkenin İslami bir çizgiye sürüklenmesi nedeniyle görmezden gelen yeni Bizans arayışı içindeki İstanbul zenginleri,
Türkiye’yi Bizans döneminde olduğu gibi yeniden gayrimüslim bir yapılanmaya sürükleyecek İtalya’daki Beş Yıldız Partisi gibi, gayriciddi bir partinin
Taksim meydanından çıkartılabilmesi için yoğun çaba sarf etmişler ama,
İstanbul’daki marjinal, neoliberal küçük sol particiklerin boyutunu bir türlü aşamamışlardır.

İktidar partisinin küreselci politikaları doğrultusunda Türkiye’yi bir yerlere sürüklemek isteyen zengin çevreler, Taksim olayları ile bu kez Türkiye’nin muhalefetini de küreselleştirmeğe çalışmışlar ve bazı neoliberal oluşumları geleceğe dönük bir biçimde yeni bir siyasal hareket olarak örgütlerken, Soros’un çocukları
hep ön planda olmuştur.

Bir türlü yıkamadıkları Türk ulusunun mili devlet yapılanmasını devre dışı bırakabilme doğrultusunda her yolu denemişler ama istedikleri gibi bir sonuç alamayınca bu kez Taksim parkındaki olayların bütün yurt düzeyinde bir kaos ve karışıklık hareketi biçimde gelişebilmesi için bazı oyunlara girişmişlerdir.
Türkiye Cumhuriyetinin kurucu önderi büyük Atatürk’ün ifade ettiği üzere;
  • Türk devletinin başına gelen bütün kötülüklerin kaynağı olduğu ilan edilen
    Fener Rum Patrikhanesi‘nin, Türkiye sınırları içerisinde bütün Kiliseleri
    yeniden onartarak, Bizans döneminden kalma gayrimüslim vakıflarının, okullarının ve gayrimenkullerinin yeniden ele geçirilerek, Türklerin Anadolu ve Trakya topraklarından Orta Asya’ya geri gönderilmesi planları
    Yeni Bizans Projesi doğrultusunda uygulama alanına getirilmektedir.
  • Musevilerin büyük İsrail Projesi ile yarışan Yeni Bizans projesinin
    yeniden İstanbul ya da Konstantinopolis merkezli olarak devreye sokulmağa çalışılması, bu doğrultudaki Yeni Bizans atılımlarını hızlandırmış olarak göstermektedir.

Taksim meydanı yeniden yapılandırılırken, İstanbul’un bir Türk ve İslam kenti olduğu unutulmamalıdır.

Atatürk Kültür Merkezi korunurken Türkiye Cumhuriyeti döneminde olduğumuz
her zaman anımsanmalıdır.Bu çerçevede, Taksim olaylarından İstanbul’un ortasında yeni bir Bizans yapılanması ortaya çıkarmağa çalışmanın ne derece gerçek dışı bir girişim olduğu görülebilmektedir.
Taksim olayları bu açıdan öğretici olmuş, toplum içinde her kesimi sarsarak
günümüz koşullarının gerçekçi değerlendirilebilmesine fırsat hazırlamıştır. Unutulmaması gereken tarihsel gerçek şudur:
  • İstanbul Bizanslaşırsa, Anadolu yeniden Selçukluya geri döner.
Dünya kamuoyu merkezi alanda kalıcı bir barışın sağlanabilmesi açısından,
bu gerçeği iyi değerlendirmek durumundadır.
  • Türk ulusu ve Ankara’daki Türk devleti, İstanbul’da yeni bir Bizans yapılanmasını kabul edemez, eğer etmek zorunda kalırsa kendisi yok olur.
Türk ulusu Kuvayı Milliye’den gelen bilinci ile hareket ederek
böyle bir duruma izin vermeyecektir.
Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN

Sosyal Bilimler Tasfiye Ediliyor

Dostlar,

Sayın Prof. Dr. Anıl Çeçen çok kıdemli bir Kamu Hukuku hocasıdır.
Ankara Üniv.  Hukuk Fakültesi’nin duayenlerindendir.
Ülke ve dünya sorunlarına ilgisini hiç eksik etmemiş, kendisini profesyonel sorumluluk alanına hapsetmemiştir.

Yüzlerce konuşma – konferans ve sorumluluk makaleleri, onlarca kitap ortadadaır.

Son olarak, deyim yerinde ise, sosyal bilimlerin batı emperyalizmince “güdüm altına alınması” sorunsalına eğilmektedir.

  • Küresel sermaye; mutlak egemenlik alanı dışında tek bir nesne, olgu, süreç… 
    bırakmak istememektedir. Bilim de kendi güdümünde olmalıdır!

Bu süreç son derece tehlikeli ve toplumsal yaşama kalıcı, telafisi olanaksız zararlar verebilecek sakıncalar içermektedir. Bilimin özerkliği özgür yaşam için zorunludur.

Kurulmak istenen, demokrasi yanılsamalı post-modern mutlak bir sermaye monarşisidir..

Dünün monarklarının yerini, günümüzde dolar milyarderleri oligarşisi almıştır.

Anıl hoca kritik bir sorunsala dikkat çekmekte.
Dikkatle okunmalı ve Türkiye’de ilgili çevreler en azından uzmanlık dernekleri üzerinden ortaklaşa bir çabaya girişmeliler bizce de..

Makale aşağıda..

Sevgi ve saygı ile.
20.6.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

=======================================

anil cecen

Bugünün sosyal bilimleri, beş yüzyıl önce gerçekleştirilen bilimsel devrimlerin sonucudur.

İnsanlık orta çağdan çıkarken, Rönesans ve Reform devrimlerinin sonucunda
dinsel baskının dışına doğru adım atarken, aynı zamanda bilimsel alanı kuracak olan bilim devrimlerini de yaşamıştır.

Avrupa merkezli dünyanın dışına doğru insanlık yönelirken, keşifler ile kıtalar ve adalar bulunarak dünya haritasının çizilme şansı elde edilmiş, böylesine bir açılım aşamasına gelindiğinde de elde edilen toplam bilgi birikiminin kullanılmasıyla bilimsel devrimler gerçekleştirilmiştir. Bu adımların atılmasıyla insanlık orta çağ karanlığından çıkarken, sonraki aşamada yakın çağlar başlamış ve böylece insanlık modern bir dünyaya kavuşmuştur. Bugünkü dünya haritası ve insanlığın yaşam biçimi, son beş yüz yılda gerçekleşen gelişmeler ve atılımların sonucudur. Buharın keşfi ile başlayan yeni dönemde birbiri ardı sıra gündeme gelen yeni icatlar ve keşifler, insanlığı orta çağ karanlığından uzaklaştırmış her geçen gün daha bilimsel bir yaşama doğru yönlendirmiştir.

Bilimsellik modern yaşamı beraberinde getirmiş, insanlık modernizm ile birlikte gelişmeler göstererek çağdaş uygarlığın çatısı altında yaşama şansını elde etmiştir.
Yıllar geçtikçe bulunan her yenilik hem yaşam düzeyini geliştirerek insanlığı ileriye doğru sürüklemiş, hem de toplumsal ve siyasal sıçramaların hazırlayıcısı olmuştur.

Bilimsel bilginin zamanla çok gelişmiş birikimleri gündeme getirdiği aşamalarda,
bilginin nasıl kullanılacağı üzerine tartışmalar yapılmış, gerçeklerin ve var olan koşulların daha fazla ölçüde incelenmesiyle birlikte “bilimde yöntem” konusu insanlığın önüne
ciddi bir sorun olarak çıkmıştır. Yaşanan süreçte birbirini izleyen olayların arasındaki nedensellik ilişkisi ile sebep sonuç bağlantıları, daha üst düzeyde bilimsel çalışmaları gündeme getirdiğinde, yaşam düzeninin kökten değişime sürükleyen önemli bilimsel atılımlar gerçekleştirilmiştir. Olayların gözlemi, içine sürüklenilen sorunların ortaya koyduğu durumlar, bilginin sürekli olarak yenilenmesini ve yenilenen bilginin de toplumsal yaşama aktarılmasını birlikte getirmiştir.
Bilgiye dayanan bir toplumsal yaşamın zamanla insanların daha üst düzeyde bir uygarlık arayışını gerçekleştirmesine yardımcı olduğu ve katkı sağladığı görülmüştür. Yaşam tarzının gelişmesi ve çeşitlilik göstermesi üzerine, birbirinden çok farklı alanlarda yeni yeni bilgi birikimlerine sahip olunmuş ve böylece çok farklı alanlarda yeni bilim dalları örgütlenme şansını elde etmişlerdir. Teknik alanlardaki buluşlar yaşam düzenini rahatlatırken, sosyal alanlardaki yeni bilgiler ise, toplumsal ve siyasal yaşamın daha gelişmiş bir düzeyde örgütlenmesini sağlamıştır.
Doğal olaylar karşısında batıl inançlara düşmüş olan insanların bu gibi çıkmazlardan kurtulabilmesi ancak bilimsel etkinlikler ve eğitim sayesinde gerçekleştirilebilmiştir. Sosyal alanlarda bilgi toplama ve ölçme, bilgi değerlendirme ve aktarma gibi çalışmalar, insanlığın daha modern bir dünyada yaşamasını sağlamıştır.

Teknik alandaki bilimsel dalların katkıları, toplumsal alandaki sosyal bilimlerin getirdikleri ile birleşince insanlık çağ atlamış, beş asırlık bir macera daha sonraki aşamalarda
kontrol edilemez bir biçimde yeni bir dünya düzenine doğru toplumları sürüklemeye başlamıştır. Yirminci yüzyılın son on yılına dek, bilimsel alandaki ilerlemeler ve
bilimin getirdikleri insanlığa tam anlamıyla modernist bir yaşam tarzı yaşatmıştır.

Dünyanın en büyük devletleri ve emperyal güç merkezleri, sahip oldukları üstün durumu bilgi birikiminin örgütleyicisi olan modernizmin getirdikleriyle gerçekleştirebilmişlerdir. Modernizm, bir anlamda çağdaş dünyanın hazırlayıcısı olmuş, bilimsel bilgi birikiminin hem siyasal hem de sosyal bir güç olarak daha ileri bir yaşamın yaratılmasına
katkı sağlamasında yol göstermiştir.

  • Modernizm bilime ve bilgiye dayanırken, postmodernizm tıpkı ortaçağ’da
    olduğu gibi dini öne çıkararak bilimi geri plana atmaya çalışmaktadır.
Kimi din adamlarının öncülüğünde bir din burjuvazisi oluşturularak ve tarikatlar ya da cemaatler işbirlikçi ortak olarak kullanılarak;
  • bilim merkezlerine karşı tekke ve zaviyeler yeniden gündeme getirilmiştir. 

Dinin kutsandığı bir ortamda bilime karşı çıkılmış,
pozitif bilimlere dayanan bilim dalları yerine kimi din adamlarının görüşlerini yansıtan
kitap ve yayınlar fazlasıyla yayınlanarak, toplumların bütünüyle bu yeni modernizm ötesi akıma teslim olması hedeflenmiştir.

Dini siyasallaştıran siyasal İslamcılar küresel emperyalizm tarafından işbirlikçi örgütlenmeler olarak öne çıkarılarak, ulus devletlere karşı bir uluslararası tekelci şirketler ve dinci cemaatler arasında bir siyasal ortaklık oluşturulmak istenmiştir.

Batı dünyasının kapitalist sistemi ekonomi üzerinden bütün dünyayı teslim alırken,
bugüne dek süregelen bilimsel gelişmelerin ürünü olan modern dünya, var olup olmama noktasında kritik bir aşamaya sürüklenmiştir. Bilimselliğin inkâr edilmesi, buna karşı
her türlü bilim dışı yolların gündeme getirilmesi dünyayı altüst ederken; bu durumdan yararlanmak isteyen küresel sermaye giderek artırdığı ekonomik baskılar aracılığı ile
harita üzerinde yer alan tüm ülkeleri ele geçirebilmenin çabası ve hesapları içinde olmuştur.
Küreselleşme döneminin başlamasıyla birlikte her şeyin kökten değiştirilerek yepyeni bir dünyanın yaratılması hedeflenince, uluslararası sermaye merkezleri modernizmin
inkârı doğrultusunda bir postmodernizm akımını geliştirmeğe yönelmişlerdir.

Postmodernizm, her türlü akılcılığın ve bilimselliğin reddi çizgisinde ortaya çıkmış ve akıldışı yollar ile rastlantısal gelişmeleri ele alan yeni bir akım olarak küreselci güçler tarafından örgütlenmeğe çalışılmıştır.

Küresel sermaye bütün dünyaya tam anlamıyla egemen olabilmek üzere saldırırken,

modernizmin kazançlarından batının dışındaki ülkelerin yararlanmasını önlemeYe çalışmış, batılı ülkelerin ötesinde yer alan öbür kıtalardaki ülkelerin modernleşerek kendilerini korumalarının ve başka devletler ile rekabet ederek gelişmelerinin
önü kapatılmaya çalışılmıştır. Bu nedenle, dünya ülkeleri akıl ve bilimden uzaklaştırılırken, sosyal bilimler alanına uçuk kaçık görüşler dışarıdan şırınga edilerek modern dünyanın devlet ve toplum düzenlerinin altı oyulmaya çalışılmıştır.

Sosyal alanlardaki bilimsel çalışmalar sayesinde oluşturulan toplum ve devlet düzenlerinin küresel sermaye tarafından yıkılmak istenmesi üzerine, böylesine bir projenin
önünü açacak ve destekleyecek sonuçları almak üzere sosyal bilimler alanına
uçuk – kaçık görüşler getirilmeye başlanmıştır.

ABD’nin yaşayan en büyük bilim adamlarından İmmanuel Wallerstein‘ın öncülüğünde sosyal bilimlerin yeniden yapılanması için 1993’te bir komisyon oluşturulmuştur.
Küresel emperyalizmin bütün dünyaya egemen olabilmesi için sosyal bilimlerin en üst düzeyde kullanılabilmesini hedefleyen bu girişimin ilk toplantısı 1994’te Lizbon’da,
ikincisi 1995’te Paris’te, üçüncüsü de Binghamton kentinde yapılarak, sosyal bilimlerin yeniden yapılandırılması doğrultusunda bilimsel bir rapor ortaya konulmuştur.

Küreselleşme döneminin ilk yıllarında ortaya çıkan bu raporu bizzat İmmanuel Wallerstein kaleme almış ve “Sosyal bilimlerin önünü açın“ başlığı altında
geçmişten gelen sosyal bilimler birikiminin tasfiyesi ile birlikte, bu alanın önünü açma bahanesi ile emperyalizmin çıkarları doğrultusunda yepyeni bir sosyal bilimler anlayışı egemen kılınmak istenmiştir.

Wallerstein “Sosyal bilimlerin önünü açın “derken aslında küresel emperyalizmin önünü açmaya çalıştığı için, var olan devlet düzenlerine açıkça karşı çıkmakta ve hiçbir devletin sosyal bilimleri kendi çıkarları açısından kullanmaması gerektiğini gene bir bilim adamına yakışmayacak doğrultuda öne koymaktadır.
Devlet düşmanı küreselleşme akımı piyasayı tanrılaştırırken, sosyal bilimleri de
devlet merkezli olmaktan çıkararak piyasaya odaklı yeni bir yapılanmaya doğru iteklemektedir. Devletlerin üniversite, fakülte, yüksekokul ya da akademi gibi eğitim ve araştırma kurumları kurmalarına son verilmeli, bilimsel alan bütünüyle piyasaya
terk edilmelidir. Kamu üniversitelerinin yerini özel üniversiteler alırsa sosyal bilimler
devlet merkezli olmaktan çıkabilirler. Böylece sosyal bilimlerin önünü açma görüntüsü ile piyasaya teslimi gerçekleştirilmek istenmektedir. O’na göre, Devletlerin sosyal bilimleri kendi çıkarına göre biçimlendirmesi önlenmelidir. Devleti koruyan sosyal bilimler, değişime ve geleceğe kapalıdır. Devlet dışı bir bakış açısı ile devletlerin devre dışı kalacağı bir doğrultuda sosyal bilgilerin yeniden ele alınması gerekmektedir.

Sosyal bilimlerin değişime açılması doğrultusunda kaleme alınan Wallerstein raporu, sosyal bilimlerin yerel ve kısmiliği üzerinde durmakta ve evrensel alanda geçerli olabilecek tek ve genel bir sosyal bilim yapılanmasının olamayacağını ortaya koymaktadır. Yerellik ile beraber, sosyal araştırıcıların kişisel tavırlarının öne çıkaracağı sübjektiflik sosyal bilimlerde etkili olduğu için, gerçek anlamda bilimselliğin göstergesi olan objektifliği önlemektedir. Bu doğrultuda sosyal bilimlerin evrensel geçerliliğe sahip olamayacağı vurgulanmaktadır. Birbirinden farklı alanlarda üretilen sosyal bilgiler zaman zaman birbirleriyle çelişmekte ve bu nedenle ortaya karmaşık bir durum çıkmaktadır. Sosyal ortamlarda bilgi ve değerler çatışmasının önlenebilmesi için coğrafi ayrışma yoluna gidilmesi gerektiği, medeniyetler ayrılığı ya da çatışması tezlerine uygun olarak savunulmaktadır.

Her bölge kendi coğrafyasına uygun düşen sosyal ya da siyasal bilimler geliştirme hakkına sahip olabilmelidir. Bu doğrultuda üniversitelerde farklı bölgelerin özelliklerine uygun düşen sosyal bilim çalışmaları yapılabilecektir. Üniversitelerdeki kemikleşmiş sosyal bilim yapılanmalarının aşılabilmesi için, bilim adamlarının değişik üniversitelerde çalışmaları desteklenmeli, farklı üniversitelerden gelen araştırmacıların beraberce çalışabileceği birleşik araştırma projelerinin örgütlenmesi sağlanmalıdır.

Küreselleşme akımının çeyrek yüzyıllık dönemi tamamlanmıştır.
Soğuk savaş döneminden çıkarken sosyalist sistemi ortadan kaldıran
Batı emperyalizminin, tek merkezli bir küresel imparatorluk yaratmaya yöneldiği
yeni dönemde uygarlığa verdiği zararların başında bilimsel alanı bozarak kendi çıkarları doğrultusunda kullanmağa çalışmasıdır.

Sosyal bilimleri tasfiye etmeğe kalkışanlar, sosyal bilimlerin geliştirilmesiyle önlenebilmeli, sosyal bilimciler çalışma alanlarına yönelik saldırıda bulunan
emperyal merkezlere karşı hem kendi alanlarını koruyabilmeli hem de
bilimsel sıçramalar yaparak daha örgütlü bir düzeyde insanlığa ve uygarlığa
gereken hizmetleri verebilmelidirler.
Sosyal bilimlerin tasfiye dönemi biterken, yeniden doğuş dönemi tıpkı Rönesans ve Reform dönemlerinde olduğu gibi yeniden gündeme getirilebilmelidir.

Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN 
Atatürkçü Düşünce Derneği
Yazı Kurulu ve Bilim Danışma Kurulu Üyesi

Türkiye’nin Bölünmez Bütünlüğü


Dostlar
,

Sayın Prof. Dr. Anıl Çeçen‘in

portresi

 

 

 

 

“Türkiye’nin Bölünmez Bütünlüğü” başlıklı 8 sayfalık kapsamlı makalesi bize ulaştı.

Uzunluğu nedeniyle pdf olarak veriyoruz.

Yazı şöyle başlıyor :

“..Genel kamu hukukunun önde gelen konularından birisi olarak devlet olgusu hukuk fakültelerinde öğrencilere anlatılırken, önce tanımı yapılır ve daha sonra da unsurları üzerinde durulur. Bir devleti oluşturan üç ana öge bulunmaktadır.

–     Bunlardan birincisi ülke,

–        ikincisi millet,

–        üçüncüsü de insanların örgütlenmesinden meydana gelen
tüzel kişilik organizasyonudur…”

Devamla :

“.. Benzeri bir durum dünyanın en büyük ülkelerinden birisi olan Kanada’da ortaya çıkmış ve bu Britanya İmparatorluğu içinde halen koloni olarak yer alan bu büyük devletin içinde Korsika benzeri bir sorun olarak Quebec eyaletinde Fransız milliyetçiliğinin kışkırtmaları sonucunda bağımsızlık istemi öne çıkmıştır. Bir anlamda on milyonluk Fransız asıllı nüfusu ile Amerika kıtasında ikinci bir Fransa olarak bağımsızlık kazanmak isteyen Quebec eyaleti bağımsızlık mücadelesi verirken, Kanada devleti ile karşı karşıya gelmiştir. Büyük Britanya İmparatorluğu içinde yer alan bu Commonwealth ülkesinde Fransız asıllı bir nüfusun, Anglosakson egemenliğine karşı başkaldırışının açık bir örneği olarak gündeme gelen Quebec eyaletinin bağımsızlığı konusunda, Kanada yüksek mahkemesi gene Fransız yüksek mahkemesi doğrultusunda hareket ederek, Kanada devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü dikkate alarak karar vermiştir. ..”

Ve şöyle bağlanıyor     :

“..Küreselleşme ya da bölgeselleşme adına, Türklerin Misakı milli sınırları içindeki anayurtlarını kurtararak elde ettikleri bağımsızlık statüsü içinde, üniter, ulusal ve merkezi devletlerini geleceğe taşıyacak olan devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü ilkesine yargı organları gibi bütün kamu kurumlarının ve Türk vatandaşlarının da saygı göstermeleri ülke ve toplum güvenliği açısından zorunlu görünmektedir.

Türk yüksek yargısı kadar, devlet organları ve toplum kesimleri ile bütün
Türk vatandaşları, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü esasına saygılı davranırlarsa o zaman yabancı devletler ve uluslararası kuruluşlarda emperyalizme hizmet eden çifte standartlı tutum ve kararlardan uzaklaşmak durumunda olacaklar ve böylece Türkiye’nin Batı dünyası ile olan ilişkileri gene eskisi gibi normal bir düzeyde sürdürülebilecektir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü ilkesi sayesinde güçlenecek Türk devleti, önümüzdeki dönemde merkezi alanda barış ve güvenliğin güvencesi olarak yoluna devam edebilme şansını yakalayabilecektir..”

Makalenin tümünü okumak için lütfen tıklar mısınız ?

Turkiye’nin_Bolunmez_Butunlugu

2._Sevr_de yirtilacak_Turk_ Yolu_Aralik_2006_ kapak

 

 

 

 

 

 

 

 

Sevgi ve saygı ile.
30.5.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Milli aydınlar milletle buluşuyor


Dostlar
,

28 Nisan 2013 günü, aralarında bizim de bulunduğumuz 300 dolayında yurtsever aydın biraraya gelerek Ulusumuza, aşağıda bir kez daha sunduğumuz 3 maddelik bir çağrıda bulunmuşlardı:

=================================================================

Türk milleti adına 3 maddelik çağrı                            : 

1- Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve sahibi olan Türk Milletinin adı,
vatandaşlık tarifinden ve Anayasadan çıkarılamaz.

2- Devletimizin eşit ve şerefli üyeleri olan aziz vatandaşlarımız, 
ırklara ve mezheplere ayrıştırılamaz.

3- Anadolu coğrafyasında Selçuklu ile başlayıp Osmanlı ile devam eden Türk Milletinin kesintisiz egemenliğini esas alan büyük Atatürk’ün kurduğu milli devlet yapısı
ortadan kaldırılamaz.

=================================================================

Bu bağlamda ulusu aydınlatma konferansları başlatıldı..
Ülkeye dağılan yurtsever aydınlar konferanslar vermeye giriştiler..
Programın bir bölümü aşağıda..

Milli aydınlar milletle buluşuyor..

Milli Aydınlar, sürecin tehliklerine karşı vatandaşı aydınlatmak için başlattığı gezilerini sürdürüyor. Bu çerçevede, bugün Kayseri’de saat 14.00’te Nurullah Çetin Real House Oteli’nde, yine bugün saat 16.00’da Adana’da Adana Tiyatro Merkezi’nde eski bakan Sadi Somuncuoğlu ve 19.30’da  Nevşehir’de Ticaret Borsası Salonu’nda
Prof. Dr. Nurullah Çetin konferans verecek. 15 Mayıs Çarşamba günü ise, saat 14.00’te Aksaray Üniversitesi’nde eski bakan Yaşar Okuyan, 19.30’da Kocaeli,
Dr. Şefik Postalcıoğlu Belediye Salonu’nda Sadi Somuncuoğlu konuşacak.

17 Mayıs Cuma günü de saat 14.30’da İstanbul Yıldız Teknik Üniversitesi’nde, 19.30’da da İstanbul, Maltepe Belediyesi Kültür Merkezi Serince Salonu’nda Sadi Somuncuoğlu  ile eski TDK Başkanı Ahmet Bican Ercilasun konuşacak.

18 Mayıs Cumartesi günü ise 14.00’te Kırklareli Lüleburgaz, Aşkiye Neşet Çal Sahnesi’nde ve 21.00’de Edirne Uzunköprü Kız Meslek Lisesi Konferans Salonu’ndaki toplantıya yine Sadi Somuncuoğlu ve Ahmet Bican Ercilasun katılacak.
19 Mayıs Pazar günü 13.30’da da Mersin Tarsus Bağlar Düğün Salonu’nda,
Sadi Somuncuoğlu, eski milletvekili Uluç Gürkan, Yazar Emine Işınsu,
Prof. Dr. İskender Öksüz, Prof. Dr. Anıl Çeçen, Ahmet Bican Ercilasun,
İstanbul Barosu Genel Sekreteri Av. Hüseyin Özbek ve Prof. Dr. Mustafa Kafalı konuşacak.
(http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/habergoster.php?haber=84016, 10.5.13)

**************************

Reyhanlı kundaklamasının ardalanını da yurttaşlarla paylaşmak önem taşıyor.

Türkiye, bu siyasal iktidarın politikalarıyla ne yazık ki çok daha sıcak ve acı veren tablolara sürükleniyor..

Üstelik BOP Eşbaşkanı olmakla övünen ülke yöneticisi, önümüzdeki günlerde
Atlantik ötesi “stratejik” (“trajik” mi gerçekte yoksa) müttefiki ziyarete gidecek?
Bu topludurumda (konjektür) sormamak olağan dışı ya da zeka fukaralığı olacağına göre;

– Eşbaşkan, asıl Başkandan yeni ve çok daha keskin, yerine getirilmesi daha da zor talimatlar mı alacak?

– Bu demirden leblebi daha fazla çiğnenebilir mi; ağzınızdaki dişleri mi döker?

– Cinnet geçirip siyasal intiharla ülke ve ulusu da ateşe atıp denemeye mi girşirsiniz; havlu atıp “deliğe süpürülmeye” razı mı olursunuz??

Kendi düşen ağlar mı?
Kendinizi bu seçeneksiz çıkmaza, “çelik kafese” kendiniz sürüklemediniz mi?
Derdimiz elbette ülkemiz ve ulusumuzun bölünmez bütünlüğü..
Masum insanların bedel ödememesi..

Ve de bir an önce bu “serüvenci” siyasal kadrodan kurtularak kendilerinden yasal hesap sorulması..

Hiç kuşku yok, Türkiye bu sarmaldan sıyrılacak güç ve birikime sahiptir..

Herkes görev başına!

Milli Merkez de

Milli Aydınlar da

Vatan Emek Cumhuriyet Birlikteliği de

– ULUSAL SEFERBERLİK İÇİN YURTSEVERLER de..

Ayrı ayrı ya da işbirliği içinde.. Eşgüdümle..
Sınırlı enerjiyi en yüksek verimlilikle kullanmak adına, olanakları zorlayarak

BÜTÜN ULUSAL GÜÇLERİ BİRLEŞTİREREK..

Çünkü Ata’nın buyruğu bu yönde :

*     Milletlerin tarihinde bazı dönemler vardır ki, belli amaçlara erişebilmek için maddî ve manevî ne kadar kuvvet varsa hepsini bir araya toplamak ve aynı doğrultuya yöneltmek gerekir. Yakın yıllarda milletimiz, böyle bir toplanma ve birleşme hareketinin önemli sonuçlarını kavramıştır. Memleketin ve devrimin, içeriden ve dışarıdan gelebilecek tehlikelere karşı korunması için,
bütün milliyetçi ve cumhuriyetçi kuvvetlerin bir yerde toplanması gerekir.
Aynı cinsten olan kuvvetler, ortak amaç yolunda birleşmelidir.

Söz konusu olan ve artık akutlaşmış olan gündem; VATAN’dır!

Dolayısıyla her şey ama her şey teferruattır..

Sevgi ve saygı ile.
13.5.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

Halkçılık Programından Halkevleri’ne


Dostlar
,

19 Şubat 1932 Halkevleri ve Halkodaları‘nın açılş günüdür.

Bu Devrim yuvaları Halkevleri ve Halkodaları ne yazık ki DP (Demokrat Parti) döneminde Başbakan Aydın Menderes tarafından kapatılmışlardır.

Sayın Prof. Dr. Anıl Çeçen, “Halkevleri Genel Yönetim Kurulu Eski Başkanı” dır.
Süreci tüm ayrıntılarıyla yaşamıştır, bilmektedir

Bu Devrim yuvaları kapatılarak,

Türkiye Cumhuriyeti’nin demokratikleşerek geleceğe taşınması ve

AYDINLANMA DEVRİMİ’nin pekiştirilerek sürdürülmesinin önü,

dış merkezlerin güdümü ile içerideki işbirlikçi hainler eliyle kesilmiştir.

Sayın Çeçen’in yazısı elimize geç ulaştı  (yaklaşık 1 ay..??)

  • Halkçılık Programından Halkevleri’ne..

Yine de yayımlamadan olmazdı. Site okuyucularımızın hoşgörüsüyle, tarihsel değer taşıyan bu kapsamlı makaleyi paylaşmak istiyoruz. Çeçen hoca, maşallah, bir başladı mı, ilginç biçimde hep 7-8 sayfa yazıyor.. Soluksuz.. Upuzun tümceler ve koca koca paragraflarla..

Biz paragrafları yer yer böldük daha rahat okunsun diye. Ancak sitemizin yapısı,
bunca uzun bir makaleyi blok olarak koymaya pek uygun değil. Bu yüzden, kısa alıntılar yapıp, tümünü ise pdf olarak vereceğiz.

Makalenin girişi şöyle :

“Her 19 Şubat tarihi, cumhuriyetin kuruluş döneminden gelen bir eski alışkanlık ile Halkevleri günü olarak kutlanmaktadır. Çünkü bu tarihte ülkenin çeşitli bölgelerinde ilk olarak 14 Halkevi şubesi açılarak bütün yurtta bir cumhuriyet yönetimi, bir yeni halkçı eğitim ve kültür seferberliği başlatmıştır. Bundan
80 yıl önce başlatılmış olan bu yeni halkçı açılımın önü emperyalizm tarafından kesilmemiş olsaydı, bugün Türkiye Cumhuriyeti çağdaş uygarlık yarışında çok daha önlerde olabilir 
ve günümüzde postmodernizm görünümlü yeni bir orta çağ yaratma senaryoları ile karşı karşıya kalmazdı. Türkiye’nin bugünlerini ve nerelerde olduğunu iyi anlayabilmek için hem Cumhuriyetin öncesine hem de Cumhuriyetin ilk yıllarına geri dönmek ve imparatorluktan ulus devlete geçerken ne gibi devrimci atılımların başarıldığını iyi görmek gerekmektedir. İşte Halkevleri de böylesine önemli bir dönüşüm süreci içinde ortaya çıkan bir halk örgütlenmesi modeli olarak gerçekleşmiş ve sonraki yıllarda bütün dünya ülkelerine az zamanda hızlı toplumsal kalkınmayı gerçekleştirebilmek açısından, en önemli sosyal ve kültürel örgütlenme modeli olarak Batı dışında kalan bütün dünya ülkelerine olumlu bir öncü örnek olmuştur…”

Devamla;

“..Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceğe dönük kurumlaşması aşamasında, Halkevleri gibi bir halkçı örgütün cumhuriyet yönetimi açısından gündeme getirilmesinin arkasında, kimi ciddi siyasal sorunlar vardır. Otuzlu yıllarda yeni bir dünya savaşına doğru gidilirken, merkezi coğrafyada siyasal baskılar artmış, bir yandan Sovyetler Birliği öbür yandan da Almanya ve İtalya yeni sahip oldukları faşist yönetimler ile merkezi coğrafyayı tehdit etmeye başlamışlardır. İmparatorluk sonrasında yeni kurulmuş olan cumhuriyet devletini de yıkmak ya da parçalamak üzere özellikle ülkenin doğu bölgelerinde kimi isyan ya da kalkışma hareketleri desteklenmiştir. Sevr haritası doğrultusunda ülkenin doğu bölgelerinde üç ayrı etnik devlet kurulmasını, emperyal hegemonya planları doğrultusunda gündeme getiren Batılı büyük devletler, Türkiye’yi bölmeye yönelik 18 ayaklanma girişimini öne çıkarmışlardır. Almanya ve İtalya üzerinden merkezi coğrafyaya getirilmek istenen aşırı milliyetçi akımların Türkiye’yi, Sovyetler Birliği ile karşı karşıya getirmesi yüzünden, her türlü alt kimlikçiliği bir yana bırakacak ve emperyal güçlerin etnik sorunları kaşımasını önleyecek yeni bir halkçı açılım Halkevlerinin kuruluşu ile gündeme gelmesini gerektirmiştir.

Eski imparatorluktan kalan yurt parçası, ulus devlet çatısı altında bir araya getirilerek, bir üst kimliğin oluşumu ile ülke nüfusunun halkçı ve ulusçu bir çizgide entegrasyonu hedeflenmiş, ancak gündeme gelen siyasal tehditler, dıştan güdümlü ayaklanmalar ve etnik sorunların aşılabilmesi amacıyla, 
yeni bir halkçılık açılımı Halkevleri üzerinden ülke düzeyinde gerçekleştirilmek istenmiştir…”

Şu saptamayı özellikle önemsiyoruz :

  • Her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Halkevi ya da Halkodası çatısı altına girerken, her türlü etnik ve dinsel kimliğini vestiyerde bırakıyor
  • Ve o halkçı çatı altında dünya kültürü ile ya da evrensel bilimin ürünleri ile tanışarak, ortaçağdan çağdaş uygarlığa yönelen bir kültürel atılımın içinde kendisini buluyordu…”

Makale şöyle bağlanıyor             :

“… Unutmayalım,
Halkevleri ve Halkodaları vatandaşı okutmak ve herkese okuma ve öğrenme şansı getirmek ve halkı aydınlatmak amacıyla kurulmuşlardır. Günümüzün üçüncü Halkevci kuşağı da,

emperyal amaçlı yönlendirilen internet
e
ya da
Hollywood merkezli televizyon kanallarına teslim olmadan,

gerçekleri iyi bilebilmek için okuyarak topluma önderlik yapmak durumundadır. Etkili Halkevcilik ancak okuyarak ve bilerek yapılabilecektir.
Atatürk’ün kendi kitaplığında beş bine yakın kitap okuyarak bu devleti kurduğunu her zaman hatırlamak durumundayız.

Hiçbir zaman unutmayalım ki, O’nun söylediği gibi;

  • Cumhuriyetin temeli kültürdür ve
  • Yaşamda en gerçek yol gösterici bilimdir…”

*******************************************

Tüm dosya aşağıdaki erişke (link) tıklanarak indirilebilir ve okunabilir.
Çeçen hocaya teşekkürlerimizle..

Halkçılık Programından Halkevleri’ne

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 25.3.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

ATATÜRK ve ATATÜRKÇÜLÜK’E SALDIRILAR

Dostlar,

Sayın Prof. Dr. Anıl Çeçen’in

ATATÜRK ve ATATÜRKÇÜLÜK’E SALDIRILAR” 

başlıklı kapsamlı irdelemesini (9 sayfa) aşağıda pdf olarak sunuyoruz.

Okunması, okutulması, paylaşılması dileğiyle..

Sevgi ve saygı ile.
3.2.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=================================

Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN

portresi

ATATÜRK ve ATATÜRKÇÜLÜK’E SALDIRILAR

yazıyı okumak için lütfen erişkeyi (linki) tıklar mısınız??

ATATÜRK VE ATATÜRKÇÜLÜK’E SALDIRILAR

BATI ASYA BİRLİĞİ YANLIŞTIR…


Dostlar
,

Sayın Prof.Dr.Anıl Çeçen‘in

“BATI ASYA BİRLİĞİ YANLIŞTIR” 

başlıklı yazısını (8 sayfa) uzunluğu nedeniyle pdf olarak sunuyoruz.

  • Eski Balkan paktı üyesi olan eski Osmanlı ülkeleri de 2. aşamada Merkezi Devletler Birliği çatısı altında yer alarak, dünyanın merkezindeki otorite boşluğunun doldurulmasına katkı sağlayabilirler. Batı Asya Birliği gibi
    Türkiye için yanlış emperyal projeler yerine, Türkiye’nin merkezinde yer alacağı Merkezi Devletler Birliği gibi dayanışma paktlarına öncelik verilmesi,
    Türk devletinin ulusal çıkarları açısından önem taşımaktadır.
  • Önümüzdeki dönemde Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk’ün yolundan giderek bu ulusal görevi  yerine getirebilmelidir. (26.11.12)

Okumak için lütfen erişkeyi (linki) tıklar mısınız ??

 

Ankara_Kalesi_157_BATI-ASYA-BIRLIGI-YANLISTIR

 

 

Sevgi ve saygı ile.
26.11.12, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net