Etiket arşivi: Dr. Uğur Cilasun

NEO-LİBERAL KAPİTALİZMİN SALGINLA SINAVI

Dostlar,

Bu gün, 26 Ocak 2022 Çarşamba günü saat 20:30’da bir konferansımız olacak.

Başlık : NEO-LİBERAL KAPİTALİZMİN SALGINLA SINAVI

Bilindiği gibi 24 Ocak 1993’te Uğur Mumcu yoldaşımızın kahpece öldürülmesinin üstünden 29 yıl geçti.

24 Ocak “yüklü” bir  gün. Yurtsever – yiğit Emniyet Müdürü (Diyarbakır) Gaffar Okkan‘ı da yine bir 24 Ocak günü (2001) bizden koparıp aldı karanlık kontr-gerilla güçleri (yerli – yabancı ve dinci). O gün, çözdüğü Uğur Mumcu cinayetini açıklayacaktı. Makam aracı havaya uçurularak 5 korumasıyla birlikte şehit edildi. Katil sürüleri panikteydi.

24 Ocak 1980’de Türkiye’yi neo-liberal kapitalizme post-modern sömürge olarak sunan, bu merkezlerce dikte edilen “ekonomik kararlar” (!) açıklandı ve 42 yıl sonra “hal-i pür melal” imiz ortada. (http://ahmetsaltik.net/2022/01/24/bir-kez-daha-ugurlar-olsun-yigit-yoldas/ ve http://ahmetsaltik.net/2021/01/24/24-ocak-1980-kararlari/)

Bu son “24 Ocak”ta ise yurtsever – korkusuz – yetenekli sinema sanatçısı Fatma Girik bizleri koydu gitti..

34 yaşında Ceza Hukuku Profesörü olan parlak zekalı bir bilge aydınımız Uğur Alacakaptan da veda etti yaşama 2 gün önce. Kalpaksız kuvayı milliyeci Uğur  Mumcu, Sakıncalı Piyade adlı görkemli kitabında yazarak tarihe mal etmişti :

Her 2 “Uğur”a, Mamak Askeri Cezaevinde, ellerine kazma verilerek,

  • kanalizasyon buzlarını kırmaları “emredilmişti” !!

Bu insanlık dışı davranışların yaşayan özneleri aynaya bakabiliyor mu acaba?(http://ahmetsaltik.net/2022/01/25/buz-kiran-hoca-ugur-alacakaptan/)

Ruhsal apseleri kendilerine rahat veriyor mu acaba?
Ya da yaşayan yakınları, utançtan kıvranıyorlar mı acaba?
Kamuoyu önünde açık özür dileyerek pişmanlık açıklayana tanık olmadık ne yazık ki!
***
Bu akşam NÜSED bize bir görev verdi. NÜSED, “Nükleer Tehlikeye Karşı Barış ve Çevre İçin Sağlıkçılar Derneği“.. Prof. Dr. Nusret Fişek, Dr. Uğur Cilasun… kurucularındandı. Şimdiki Başkanımız, Hacettepe Tıp’tan sınıf arkadaşımız (1971’de başlayan) 50+ yıllık kadim meslektaşımız Dr. Dermen Boztok (Halk Sağlığı Uzmanı). Biz de bu Derneğin Onur Kurulu üyesiyiz. Geçen yıl da bizi görevlendirmişlerdi Adalet ve Demokrasi Haftasında NÜSED adına konuşma yapmamız için.. Görevimizi yapmaya çalıştık, youtube ortamında canlı yayın ile (kovit-19 salgını nedeniyle..) İzlemekiçin görselin (erişkenin) üstündeki ok tıklanabilir.

Bu yıl, 2. yılını bitiren ve hala süren salgın nedeniyle gene sanal ortamda sunum yapacağız, görev bize verildi NÜSED tarafından. Bu kez hem youtube hem de zoom ortamında eşzamanlı canlı yayın çabasındayız teknik bir aksilik yaşamaz isek.


Aşağıdaki görselin üzerindeki ok tıklanarak saat 20:30’da başlayacak konferansımız youtube ortamında izlenebilir. Zoom üzerinden izlemek isteyenler için bilgiler altta.

Güncelleme                     :
Konuşmamızı youtube ortamında canlı yayınladık. Üstteki görselde ok işareti tıklanarak izlenebilir (80 dk.).
***
2019’un son günlerinde Çin’de başlayan Kovit-19 salgınını küresel toplum neden 25 aydır denetim altına alamadı? Dünya Sağlık Örgütü’ne (DSÖ) ulaşabilen “resmi” verilerle 360 milyon insan hastalandı ve 5,6 milyondan çok insan öldü! DSÖ, iyimser bir yaklaşımla bu sayısal verilerin, özellikle ölümlerin 3 – 3,5 ile çarpılması gerektiğini düşünüyor. Türkiye’de 2020 ölüm istatistikleri hala yayınlanmadı! 2020’de resmen ilan edilen Kovit-19 ölümü 21 bine çok yakın. Ancak hesaplamalarımız 257 bin saklanan ölüm olduğunu ortaya koyuyor.. Açıklananın 12 (on iki) katından çok! Bu verileri web sitemizde ve SÖZCÜ gazetesinde paylaştık (12 Kasım 2021, Uğur Dündar’ın köşesi, http://ahmetsaltik.net/2021/11/12/salgini-yonetemeyen-iktidar-olum-sayilarinda-yalan-mi-soyluyor/)

20221 ölüm verileri Haziran 2022 sonlarında açıklanır umarız.
Türkiye’de durum böyle. Ayrıca ölenlerin özellikleri, özellikle sosyo-ekonomik durumları son derece önemli. Kimler ölüyor? Dünyada ve Türkiye’de kurbanlar kimler??

İrrasyonel, insanlık dışı neo-liberal kapitalist politikalar neden salgını denetim altına alamıyor ve masum insanlar hastalanıp ölüyorlar??

  • Quo vadis, neo-liberal kapitalizm??
  • Neo-liberal kapitalizm, quo vadis?

Bu sorulara yanıt arayacağız bu gece sunacağımız konferansta..
(Salgının başından bu yana, 434. konuşmamız olacak..
Yazdıklarımızı da SALGIN YAZILARI başlığı altında kitaplaştırma çabasındayız.)

– Bir devlet ki can güvenliğini sağla(ya)mıyor, ko gitsin.
–  Kontrgerilla cinayetlerini engelle(ye)miyor, hesap soramıyor, at çöpe.
– Türkiye devletsizdir, yeniden kurmalı!
– “BİLHASSA KİMSESİZLERİN KİMSESİ CUMHURİYET“i; Yüce ATATÜRK‘ün tanımı ile.
– Başaracağız!

İlgi ve bilginize sunarız..

Sevgi ve saygı ile. 26 Ocak 2022, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik

ÇARPITMA

ÇARPITMA

Ankara Haberleri - Tarihi Ulus Projesi'ne SHP sert tepki verdi ...

Dr. Uğur CİLASUN
ucilasun@gmail.com

Son yıllarda Türkçemiz yeni bir deyiş kazandı.”Sözlerim çarpıtıldı” lafı, her türlü gafın, ağızdan kaçıveren itirafların ve hatta küfürlerin mazereti haline geldi.
TDK Sözlüğü bu ifade için, “gerçek anlamından saptırmak” diyor. Bunun en güzel örneği,hemen herkesin bildiği şu fıkrada görülebilir:
“Papa Newyork’u ziyaret ediyormuş. Uçaktan indiği sırada, kendisini karşılayan gazetecilerden biri sormuş: “Papa Hazretleri, Newyork’taki genelevler hakkında ne düşünüyorsunuz?”. Papa ironik bir yanıt vermiş: “Newyork’ta genelev mi var?” Ertesi gün tüm gazetelerin manşeti şöyleymiş: “Papa uçaktan iner inmez, “Newyork’ta genelev var mı” diye sordu.”
Bizim siyasilerimizin “çarpıtıldı” dedikleri lafları hiç bu örneğe uymuyor. Hemen aklıma geliveren birkaçını size anımsatayım.
AKP Milletvekili, güreşçi Hamza Bey‘in Vakıfbank yönetimine atanmasını eleştirenlere “vatan hainleri” diyor. İtirazlar yükselince, “sözlerim çarpıtıldı. Ben O’nun şampiyonluklarını kastetmiştim” diyor. Siz de inanıyorsunuz(!).
Önceki Cumhurbaşkanı Abdullah Bey, “Karar” gazetesine konuşuyor. Bir soru üzerine “Gezi olayları ile gurur duyuyorum” diyor. Bunu okuyan İçişleri Bakanı çok  kızıyor. Abdullah Bey-sanırım- korkuyor. “Sözlerim çarpıtıldı” diyor. Sözler gazete sayfasında duruyor. Neresinin çarpıtıldığını kimse anlamıyor.
En son, yeni doğum yapan kızı ile ilgili olarak, sanal medyada yapılan iğrenç bir hakarete haklı olarak çok öfkelenen Reis Bey konuşuyor:
  • “Niçin youtube, niçin twitter, niçin netflix, niçin şu bu gibi sosyal mecralara niçin karşı olduğumuzu anlıyor musunuz? Bu mecraların bir düzene sokulması şarttır. Bu millete, bu ülkeye bu tür mecralar yakışmıyor. Biz bu tür sosyal medya mecralarının tamamen kapatılmasını, kontrol edilmesini istiyoruz.” diyor.
Birkaç gün önce Üniversite öğrencileri ile konuşurken, “sosyal medyada 16 milyon takipçisi ile en çok izlenen kişiyim” diyerek övündüğünü unutuyor. Bu “kısıtlama” ve “tümüyle yasaklama” büyük bir çoğunluğu tedirgin ediyor. Bunun üzerine, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Bey, “Cumhurbaşkanımızın konuşması çarpıtıldı. Onun sosyal medyayı yasaklama niyeti yok” diyor. Sözlerinin neresinin, nasıl çarpıtıldığını anlamayı, halkımızın ferasetine bırakıyor.
Şimdi AKP yöneticilerini  hemen hepsinden yaşça büyük bir ağabeyleri olarak uyarıyorum:
Bu “çarpıtıldı” mazeretini artık kullanmayın; çok ayıp oluyor.
Ne demek istediğinizi açıkça söyleyin Sonra kıvırıp durmayın.
Sevgili mütahitiniz Mehmet Bey’i örnek alın. Adam,
* “Bu milletin a…a koyacağım” dedi.

Kıyamet koptu.Mehmet Bey hiç kıvırmadı. “Sözlerim çarpıtıldı” demedi.

Aslanlar gibi, koydukça koymaya devam ediyor.

“ANLAŞMA” VE “DİZ ÇÖKME”

“ANLAŞMA” ve “DİZ ÇÖKME”

Dr. Uğur CİLASUN
ucilasun@gmail.com
YURT Gazetesi, 9.9.19
Önceki hafta, Tayyip Bey ve Milli Savunma Bakanı Hulusi Bey açıkladılar:
Amerikalılar ile Suriye’nin kuzeyinde bir güvenli bölge oluşturulması için anlaştık.” dediler. Bu amaçla bir Amerikan askeri heyetinin Şanlıurfa’ya geldiğini, bizim askerlerimizle ve diplomatlarımızla görüşmeler yaptıklarını söylediler.
İnandık.
“Andlaşma andlaşmadır” diye düşündük.
Andlaşmaların ille yazılı olması koşulu yoktur. İki tarafın söz keserek el sıkışması da, mutlaka uyulması gereken bir “onur konusu” oluşturur. (AS: pacta sund servanda!)
Söze dayalı andlaşmaların bilinen tarihi, kapitalizmin başlangıç yıllarına, ticaret burjuvazisinin gelişmeye başladığı “merkantilizm” dönemine dayanıyor. Buna ilişkin bir anekdot aktarayım :
O dönemin Fransa’sında, Krallardan Louis’lerin bilmem kaçıncısı halka yeni vergiler koymayacağına ilişkin açıklama yapıp, söz veriyor. Ama bir süre sonra, tıpkı bizim şimdiki yöneticilerimizin yaptığı gibi, vergileri insafsızca artırıyor. Bakanları kendisini eleştiriyorlar:
“Kral Hazretleri, halka vergileri artırmayacağınıza ilişkin söz vermiştiniz..”

diyorlar. Louise,

Ne yapalım…” diyor, “…Ben tüccar mıyım ki sözümde durayım !
4 Eylül 2019 günü Tayyip Bey konuştu:
Güvenli bölgenin yalnız adı kaldı.” dedi.
Hani ABD ile anlaşmışlardı? Bundan önce de “F-35 savaş uçakları için ABD ile anlaştık; hatta parasını da peşin ödedik.” dedi Tayyip Bey ve damadı. Hani ne oldu? Ne uçak var ortada ne de para.
İşte bir devleti yönetemezsen böyle olur. Sen “anlaştım” zannedersin ama aslında büyük devletler seni “dizlerinin üstüne çökertmişlerdir.
Osmanlının son yüzyılı hep böyle “diz çökmekle” geçti.Mondros‘ta böyle oldu; Sevr‘de böyle oldu.
Türkiye’yi diz çöktüğü yerden Mustafa Kemal ve arkadaşlarını başlattığı mucizevi direniş ayağa kaldırdı.
Şimdi, bu AKP iktidarı 17 yıldır ülkemizi, emperyalizmin çizmeleri önünde “diz çökmüş” duuma getirdi.
  • Zaman “kıyam” zamanıdır.
  • Türkiye dirilmek, ayağa kalkmak, bu aşağılanmaktan kurtulmak zorundadır.
Bunun ilk koşulu da bizi bu duruma düşüren iktidarı demokrasi içinde  tarihe gömmektir.

Ne demişti Büyük Önder:

  • “Muhtaç olduğun kudret. damarlarındaki asil kanda mevcuttur.”

“EXİTUS  ACTA PROBACT”

“EXİTUS  ACTA PROBACT”

Dr. Uğur CİLASUN
ucilasunqgmail.com
YURT Gazetesi, 3.6.19

Bu Latince deyişin Türkçedeki karşılığı tamı tamına, “Amaca giden her yol mubahtır” şeklindedir.
Lafın böyle Latince kullanılması, sözü edenin ne kadar entelektüel(!) olduğunu vurgulamakla birlikte, kavramın ne denli “eski” olduğunu da gösterir.
Bu anlayışı insanlığın gözüne en çok sokan, İtalyan siyasetçi ve yazarı Nikolo Makyavelli olmuştur. Makyavelli, 1462-1521 yılları arasında yaşamış, kapitalizmin ve onun çocuğu burjuvazinin doğumuna tanıklık etmiş bir yazardır.
Makyavelli’nin -benim bildiğim- tek eseri, devlet yönetimi üzerine düşüncelerini kaleme aldığı; hemen herkesin adını duyduğu ama (ben dahil) neredeyse kimsenin okumadığı “Prens”  adlı kitabıdır.
Benim kısa ansiklopedik alıntılardan anladığım kadarı ile bu eser,  Makyavelli’nin yeni doğmakta olan burjuva sınıfına ilerde elde edeceği yönetimlerde nasıl davranması gerektiğine ilişkin yazdığı bir rehber niteliğindedir. Burada dile getirilenler, burjuvazinin bu güne değin de aktarılmış yönetim ve ahlak anlayışının ilk ve en açık biçimde açıklanmış şeklidir. Bunu şuradan çıkarıyorum:
Makyavelli kitabında demiş ki:
  • “Devleti yönetenler için her şey mubahtır. Zira bütün büyük işleri sözünde durmayanlar, yalancılar, arkadan vurucular, acıma duymayanlar başarmışlardır.”
Bu sözler ilk bakışta ahlaksız yöneticileri tanımlama gibi görünse de, dikkat edildiğinde onlara büyük bir övgü taşıdığı anlaşılmaktadır.
Makyavelli bizim gibi saf “yönetilenleri” bir ikilemle karşı karşıya bırakıyor. Ya ahlaksızlığı ve yapılacak “büyük işleri” tercih edeceksiniz ya da “erdemi” ama “küçük işleri”.
21. Yüzyıl Türkiye’sinde kitlelerin neyi tercih ettiği ortadadır.
– “Çalıyorlar ama çalışıyorlar”;
– “Milletin a..na koyuyorlar ama köprü yapıyorlar”
gibi söylemler bunu net bir şekilde gösteriyor.
İstanbul’da yenilenecek Belediye Başkanlığı seçimleri, başlıktaki Latince özdeyişi her gün yeniden anımsatır oldu.
Genç bir siyasetçinin emeği ile kazandığı seçimleri, günümüzün Makyavelistleri tanımadılar. Kimin ve nasıl yaptığı, “faili meçhul” bir eylemi, oyların çalınmasını” gerekçe göstererek halkın oylarını “geçersiz” saydılar.
Şimdi de seçimin galibi Ekrem Bey’i karalamak için her şeyi yapıyorlar. Sözlerini 21, yüzyılın olanakları ile kesip biçiyor, söylemediği şeyleri söylemiş, yapmadığı şeyleri yapmış gibi gösteriyorlar.
Ama bunu da doğru dürüst beceremiyorlar. sahtekarlıkları, yalancılıkları hemen ortaya çıkıyor.
Makyavelli’yi bile utandırıyorlar.

ESHAB-I  KEHF

 ESHAB-I  KEHF

Dr. Uğur Cilasun
ucilasun@gmail.com

Burası “Anadolu”dur. Burada, şairin dediği gibi, “Havva Ana, dünkü çocuk sayılır”. Efsaneler burada doğar, burada yaşar.

İlkokul öğrencisiydim. Nereden duyduysam bir şey anlamadım; Geldim babama sordum: “Baba Eshab-ı Keyf ne demek?” dedim. Babam güldü, “Eshab Arapça’da sahip kelimesinin çoğuludur” dedi. Keyf de bir şeylerden zevk almak anlamına gelir. Yani “eshab-ı keyf” “eğlence düşkünleri anlamına gelir ama anladığım kadarı ile sen bana “eshab-kehf”i soruyorsun” dedi, anlattı.

Çağlar öncesi, Anadolu’da çok tanrılı dinlere inanan yöneticiler egemenken, tek tanrıya inananlara eziyetler ediliyormuş. Bu eziyetlerden yılan yedi genç, köpekleri “kıtmir” ile birlikte, Tarsus yakınlarında bir mağaraya sığınmışlar, Arapça’da mağaraya “kehf” denir. Burada uyuya kalmışlar.Bu  nedenle bunlara “eshab- ı kehf”, yani “mağara sakinleri” denir. Daha yaygın isimleri ise “yedi uyuyanlardır”. Bu gençler o mağarada tam 300 yıl uyumuşlar.”

Gözlerim fal taşı gibi oldu. “300 yıl uyumak nasıl olur yaa? diye düşündüm. Babam devam etti: “Gençler uyanınca çok acıktıklarını fark etmişler. Aralarından birini dışarıya ekmek almaya göndermişler. Delikanlı fırıncıya ekmek almak için elindeki parayı uzatmış ama fırıncı 300 yıl önceki parayı tanıyamamış. Çevredeki esnafla birlikte delikanlıyı sorgulamışlar. Sonra hep birlikte o mağaraya gitmişler. Bir de ne görsünler; mağarada o delikanlılar ve köpekleri yok ama içinde yedi tane yavrunun olduğu bir kuş yuvası var”.

Bu mitolojik öykü, Anadolu’nun yüzlerce efsanesinden biridir. “Yedi uyuyanlar” ın öyküsü yüzlerce yıldır anlatılıp duruyor. Kutsal kitaplarda okunuyor

Şimdi, 2019 yılının Mayıs ayında, “7 uyuyanlar” efsanesine bir de “7 uyutanlar” öyküsü eklendi.

Efendim, memleketin birinde yönetici seçimleri varmış. Büyük bir kentte seçimler sonucu genç bir adam yönetici olarak seçilmiş. Ancak ülkedeki iktidar sahipleri, kendilerinden olmayan bu genç adamın seçilmesine çok bozulmuşlar ve itirazda bulunmuşlar. Ancak itiraz için ne denli düşünseler, ne denli araştırsalar da geçerli bir gerekçe bulamamışlar. Biri “Bu seçimlerde hiçbir şey olmamışsa bile bir şeyler oldu” diye, akla ziyan bir gerekçe bulmuş. Başka biri “insanların soyadına bakıp sandık başında yüzüne bakıp iktidar yanlısı olduğunu anladıkları kişilere oy pusulası vermediler ya da öncesinde listeden sildiler” falan demiş. Halk bu gerekçelere gülüp eğlenirken, “baş yönetici“, seçimleri gerçekleştiren kurula buyruğunu vermiş;

  • Bu seçimler iptal oluna!

Kurul toplanmış. Oraya yedekten sokulan “7 uyutan” hiç konuşmamışlar. Kafaları yerde, ciddi yargıçların görüşlerini dinlemiş, sonra ellerini kaldırıp “Baş yöneticinin” buyruğunu yerine getirmiş, seçimleri iptal etmişler.
****
Burası Anadolu’dur. Burada hiçbir şey unutulmaz. Dilden dile dolaşır.
Nasıl “yedi uyuyanlar” unutulmamışsa, “yedi uyutanlar” da asla unutulmayacaktır.

Torunlarının torunları dedelerinin öyküsünü, tıpkı kendileri gibi, başları yerde, susarak dinleyeceklerdir.

İNTİHAR

İNTİHAR

Dr. Uğur CİLASUN
ucilasun@gmail.com
YURT Gazeresi, 13.5.19

Hacettepe’deki öğrencilik yıllarımızda bize, kalın, yeşil klasörler içinde, üçüncü hamur kağıtlara yazılı ders notları verirlerdi. O yıllarda  hepsi de çok genç olan hocalarımızın, en yeni bilgilerle kaleme aldıkları çok değerli notlardı onlar.

Psikiyatri sınavına çalıştığım bir gün masamda, büyük hekim, sevgili hocamız Prof. Dr. Orhan Öztürk‘ün yazdığı, “İntihar” başlıklı teksiri okuyordum.
Orhan Bey, intihar olaylarının bir bölümünün ani, kişinin kendine yönelik kızgınlık ve yok etme duygularından kaynaklanmakla birlikte, büyük bölümünün kişide yavaş yavaş gelişen, kendine yönelik çaresizlik, yetersizlik, kendi varlığına tahammül edememe, kendisini değersiz görme duyguları sonucu ortaya çıkan derin elem ve umutsuzluk sonucu gerçekleştiğini anlatıyordu. Hocamız bu durumu öylesine hissederek ve öyle canlandırarak anlatıyordu ki, ben göz yaşlarımın aktığını teksirim ıslanınca fark ettim. O günden beri intihar olayları beni çaresizce duygulandırır.
****
Sözü buradan toplumumuzun yaşamına getireceğim.
Doğrusu bu kadarını hiç tahmin edememiştim. 31 Mart seçimlerinden sonra, AKP genel Başkanı Tayyip Bey‘in, önceki Anayasa referandumunda ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de İstanbul’da muhalefet oylarının gerisinde kaldığını da göz önüne alarak, acı bir burukluk içinde olsa bile  durumu kabulleneceğini düşünmüştüm. Hele yardımcısının seçim sonuçlarına ilişkin en önemli argümanının “bu seçimlerde hiçbir şey olmasa bile mutlaka bir şeyler oldu” gibi derin(!) bir analiz olduğunu görünce bu düşüncem pekişmişti. Ardından Tayyip Bey, “Türkiye İttifakı” söylemini ortaya attı. Ben bunun  da gerçek bir toplumsal barış çağrısı olarak ele alınabileceğini düşündüm.
Gerçi büyük şehirlerin, özellikle de İstanbul’un, AKP-MHP koalisyonu için ne denli önem taşıdığını,
* bu iktidarı 17 yıldır ayakta tutan “hırsızlık ve yağma” düzeninin en büyük “arpalığının”
orası olduğunu görüyor, bundan kolayına vazgeçemeyeceklerini hissediyordum ama gene de bu kadar banal, bu kadar kaba, bu kadar haksız, bu kadar vahşi bir saldırganlıkla İstanbul’a saldırabileceklerini kestirememiştim.

Ancak en sonunda Tayyip Bey, “Yüksek Seçim Kurulu seçimleri iptal ederek kendini aklamalı” deyince ayaklarım suya erdi. “Emir demiri kesecekti”. Nitekim öyle oldu. YSK, yalnızca İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerini iptal etti.
AKP siyaseten “intihara” karar verdi!
Büyük şehirlerde seçim yenilgisinin egosuna yaptığı ağır darbeyi kaldıramadı,kendini yok etmeye karar verdi.
23 Haziranda yenilenecek seçimlerin sonucu ne olursa olsun, Tayyip Bey ve O’nun omuzlarında yükselen AKP bir daha iç huzura, sükunete, dengeye, ömrünü uzatacak akıl ve metanete  asla kavuşamayacaktır.
Kişisel intiharlara, bir hekim olarak çok üzülen ben, böyle siyasal bir intihara zerre kadar üzülürsem namerdim.
“Her şerde bir hayır vardır” özdeyişi, diyalektik bir gerçekliktir.
Bu şerden de güzellikler doğacaktır.

“N’OLDU  BANA?  

“N’OLDU  BANA?  

Dr. Uğur CİLASUN
YURT, 22.4.19
Yıllar önce, Hacettepe Tıp Fakültesi Hastanesi Acil  Sevisinde görevli olduğum bir gün, baygın halde bir kadın hasta getirdiler. Getirenler, yaralıya Kızılay’da bir arabanın çarptığını söylediler.
Yaralının fizik muayenesinde, kafasında ve vücudunun çeşitli yerlerinde ciddi olmayan sıyrıklar dışında bir bulgu yoktu.
Hasta, müdahalemizden kısa bir süre sonra kendine geldi. Ama sürekli  olarak “n’oldu bana, n’oldu bana ” diye sayıklamaya, arada bir de anlaşılmaz cümleler mırıldanmaya başladı.
Hasta kafasını çarpması sonucu, “retrograd amnezi” dediğimiz  geçici bellek yitimine uğramıştı. Kendisini konuşturduğumda, en son, Kırıkkale’deki evinin kapısından çıktığını hatırladığını söyledi.
Belleği yavaş yavaş geri geldi. Peyder pey, Kırıkkale-Ankara otobüsüne bindiğini, terminalden Kızılay’a geldiğini, alış-veriş yaptığını, karşıdan karşıya geçmek için kaldırımın kenarına geldiğini hatırladı. Film orada tekrar koptu. Hasta “n’oldu bana?” demeyi kesti. Kendisini ertesi gün taburcu ettik.
31 Mart 2019 seçimlerinde AKP-MHP koalisyonuna -benzetmek gibi oluversin- böyle bir “araba çarpmış” gibi oldu. İktidarın uğradığı hasar öyle çok büyük değil ama yukarıda sözünü ettiğim hasta gibi bir “bilinç bulanıklığına” uğradığı besbelli.  Yoksa, koskoca AKP’nin Genel Başkan Yardımcısı Ali İhsan Bey,
* “Hiçbir şey olmamış olsa bile kesinlikle bir şeyler olmuştur. Biz farkına varmamışız..” gibi olağanüstü bir cümleyi kurabilir miydi?
İstanbul Büyükşehir Belediyesinin o günkü başkanı Mesut Bey, “Soyadlarından AKP’ye oy verecekleri belli olan kişileri seçmen kütüklerinden silmişler” gibi bir aforizmayı (!) söyleyebilir miydi?
AKP Milletvekili Muhammet Bey, “5 kişilik bir aile, günde üç öğün simit-çay yerse,asgari ücretten bin küsur lira tasarruf eder” gibi bir inciyi yumurtlayabilir miydi?
Ve son olarak MHP Genel Başkan Yardımcısı Yaşar bey,
* “CHP’nin amacı tek adam rejimini devirip Demokrasiyi getirmek. Buna izin veremeyiz” diyerek bilinç altını “şak diye” ortaya serebilir miydi?
Bütün bunlar, AKP-MHP iktidarının, 31 Mart’ta uğradığı “demokrasi kazasının” sonucu olan travmanın belirtileri.
50 yıla varan hekimlik deneyimim  ile söyleyebilirim ki, kazada en ciddi darbeyi alan Tayyip Bey de daha bir süre, yüksek sesle olmasa bile, içinden, “n’oldu bana, n’oldu bana??” diye söylenerek dolanacaktır.
Allah cümlesine şifalar versin!

Aşağılık kompleksi

Aşağılık kompleksi

Dr. Uğur CİLASUN
YURT Gazetesi,
11.10.2016

Türkiye bütün dünyada, dış politikasında en başarısız olan ülke. Tüm komşularımızla kavgalıyız. Hele Güney komşularımızla neredeyse savaş halindeyiz. Bizi  yönetenler bu durumu hiç endişe verici bulmuyor. Tam aksine öteye beriye pervasızca laf çarpmaya devam ediyor. Niye böyle yapıyor? Çünkü onları sadece ve sadece bu lafların getireceği iç politikadaki kazanımlar, yani oy hesapları ilgilendiriyor.

Tayyip Bey AKP’lilere konuşuyor: “Biden’a sordum, üç uçağınız YGP’ye birkaç gün önce silah getirdi, haberin var mı?” “Haberim yok” dedi. “Ama benim haberim var’’ dedim’’ diyor. AKP’liler coşuyor, gülmekten kırılıyor. Alkış-kıyamet. Reis Amerikan Başkan Yardımcısına “geçirdi” ya! Birkaç saat sonra Amerika’nın Dışişleri sözcüsü: “Evet silah verdik, vermeye de devam edeceğiz.” diyor. Tayyip Bey’de tıss yok. O gülüp alkışlayan partililerden biri de “Ne oluyor yahu? Reis neden gürlemiyor?” demiyor.

Tayyip Bey muhtarlara nutuk atıyor: “Bize Sevr’i gösterdiler, Lozan’a razı ettiler. Bağırsan duyulacak mesafedeki adaları (bu Cumhuriyetçiler) Yunanlara verdiler.” diyor. Muhtarlar ayakta. “En büyük Reis bizim Reis” sloganları, alkışlar, öpücükler. Siyaset bilimciler, tarihçiler, hâttâ “Bu kadar da sallamak olmaz ki” diye düşünen yandaş yazarlar, adaların Lozan’dan çok önce, Osmanlı döneminde kaybedildiğini yazıp, söylüyorlar. Tayyip Bey’de tıss yok. Muhtarlar, “Reis nasıl geçirdi” diye ellerini ovuşturuyorlar.

Muhtarlar platformu, Tayyip Bey’in en önemli iç politika kürsüsü. Konuşuyor: “2018’de dünyanın bir numaralı havaalanının ilk etabını açacağız. Tamamı bittiğinde 150 milyon yolcu kapasiteli olacak. Bundan dolayı çatlayıp-patlıyorlar. Yahu ne kıskanıyorsunuz? Çalışın sizin de olur!” diyor. Bu kamyon arkası deyişi muhtarları ve onları getiren AKP taşra yöneticilerini mest ediyor. Kimin, hangi ülkenin bu havaalanı yüzünden çatlayıp-patladığı belli değil. Tayyip Bey boşluğa bir sinyal gönderiyor.

AKP’nin 15 yıldır yönettiği bu ülkenin insanları hâlâ yoklukla, eğitimsizlikle, sağlıksızlıkla boğuşuyor. Ama muktedirler, çok becerikli gözbağcılar kitleleri olmadık şeylere inandırıyorlar. Nasıl mı? Çünkü bizim milletimizde derin bir “Aşağılık Kompleksi” var. (Sayın savcılar, ben de bu milletten biriyim. Hemen kâğıda kaleme sarılmayın..) Bu AKP’liler milletin bu zayıflığını erken keşfettiler. Şimdi hep bu zayıf yanını işliyorlar. Kudretliye (yani dünya devlerine) posta koyan mahalle kabadayısı pozlarında, yönettikleri kitlelerin aşağılık kompleksini sürekli kaşıyorlar. Bundan güç alıp nemalanıyorlar. Kendilerinden daha güçlüleri ile karşılaşınca da susup kalıyorlar.

Aşağılık kompleksi deyince aklıma bir fıkra geldi: Adamın biri psikiyatri  hekimine gitmiş. “Doktor Bey, insanlar bende aşağılık kompleksi olduğunu söylüyorlar..” demiş. Doktor gerekli muayeneleri ve testleri yaptıktan sonra adama, “Dert etmeyin, sizde aşağılık kompleksi yok. Siz düpedüz aşağılık birisiniz’’…

NÜSED’den 1 Eylül Dünya Barış Günü Etkinliği

NÜSED’den
1 Eylül Dünya Barış Günü Etkinliği

(AS : Bizim notlarımz yazının altındadır…)

Söyleşi: 

“İnsanlık ve Hekimlik İdam Cezasını Mahkum Etmiştir”

Konuşmacı: Dr. Uğur Cilasun (Halk Sağlığı Uzmanı)
(Türk Tabipleri Birliği Eski Genel Yönetmeni)

Tarih: 1 Eylül 2016, Perşembe, Saat: 20:00
Yer: Nazım Hikmet Kültür Merkezi (Bahçe) Konur Sokak No: 51 Kızılay-Ankara

Düzenleyenler:
Ankara Tabip Odası
Nükleer Tehlikeye Karşı Barış ve Çevre İçin Sağlıkçılar Derneği (NÜSED)

==================================

Dostlar,

NÜSED‘in gerçek emekçilerinden meslektaşımız ve Hacettepe Tıp’tan sınıf arkadaşımız değerli hekim, Halk Sağlığı Uzmanı Dr. Derman Boztok‘un Derneğin Genel Yazmanı (Sekreteri) olarak gönderdiği duyuru ve çağrı yukarıda.. Bu saygın Derneğin bir dönem (2010-12) 2. Başkanlığını yapmış olmanın onurunu da taşıyoruz.

Keşke biz de Ankara’da olabilsek ve katılabilseydik bu doyurucu ve önemli etkinliğe.
Konuşmacı Dr. Uğur Cilasun da Halk Sağlığı Uzmanıdır ve halen YURT Gazetesi yazarlarından bizim değerli ağabeyimizdir.

Etkinliğe emek verenlere şükranlarımızı sunar, başarılı geçmesini dileriz.

1 Eylül Dünya Barış Günü‘nün (2. Dünya Paylaşım Savaşı’nın resmen bittiği kabul edilen gün) gerçek anlamda Küremize, tüm insanlığa ve özellikle de Ortadoğu’ya ve ülkemize gerçek anlamda “BARIŞ” getirmesini diliyoruz..

  • Küresel barışın 1 numaralı katilinin EMPERYALİZM olduğunu artık adımız gibi biliyoruz!

Bu bakımdan, Büyük ATATÜRK‘ün 2 önemli sözüzü / uyarısını anımsa(t)madan geçemeyeceğiz:

  1. YURTTA BARIŞ DÜNYADA BARIŞ
  2. ATA_emperyalizm_kapitalizm_ile_savasimi_meslek_edinmis

 

:

 

 

 

 

 

 

Hoşgörünüzle dikkat çekelim :

  • Bizi yutmak isteyen kapitalizm ve bizi mahvetmek isteyen emperyalizm” ile savaşı
    meslek’ edinmiş,

“Meslek edinmiş” işlev – görev tanımlaması yapılmıştır.. Bu 2 kadim insanlık – barış düşmanı ile savaşım öyle amatörce, boş zamanlarda, yaz tatillerinde, hafta sonlarında… verilebilecek bir savaşım (micadele) değildir.. Bu savaşımın çok ciddiye alınarak, birnicil sorun kabul edilerek merkeze alınması ve “meslek edinilmesi” gerekmektedir..

Güncel deyimle profesyonelce ve 7/24 temposuyla..

Mustafa Kemal Paşa‘yı böyle okuyor ve okutabiliyor muyuz çocuklarımıza, gençlerimize??

Türkiye AKP’li yıllarda BARIŞ içinde mi, sıcak savaşın kıyısında mı?? Niçin ??

TÜRKİYE ATATÜRK’tür; ATATÜRK TÜRKİYE’dir!

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
NÜSED 2010-12 Dönemi 2. Başkanı
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com