Etiket arşivi: Çiğdem Toker

Isparta Şehir Hastanesi’nin kirası

Çiğdem Toker
Cumhuriyet
, 26.3.17

Isparta Şehir Hastanesi’nin kirası

Isparta Şehir Hastanesi cuma günü açıldı (AS: 24 Mart 2017).

Orada eskiden Sümer Holding’in Isparta Halısı vardı. Fabrika kapatıldı,
arazisi Sağlık Bakanlığı’na devredildi. Sağlık Bakanlığı da Akfen’e devretti. 

Akfen de 800 yataklı bir şehir hastanesi yaptı.
Isparta Şehir Hastanesi, iktidarın Mersin ve Yozgat’tan sonra Kamu Özel İşbirliği (KÖİ) modeliyle yaptırtıp devreye aldığı 3. şehir hastanesi. 
Başbakan Binali Yıldırım törende “Vatandaştan 5 kuruş alınmayacak” demiş.
Yanı sıra “Şu gördüğünüz eser 600 milyon TL” diye de eklemiş. 

(600 milyon TL, ihalenin yapıldığı dönemden kalan, güncellenmemiş bilgi olsa gerek.
Zira Akfen Yönetim Kurulu Başkanı Hamdi Akın yatırım tutarını 1 milyar 150 milyon TL olarak açıkladı.) 

Açılışla ilgili haberlerde, devletin müteahhit şirkete 25 yıl boyunca kaç milyon TL ödeyeceği bilgisi, nedense yine yer almıyordu. 
O halde gösterilmeyeni buradan aktaralım: 
Sağlık Bakanlığı KÖİ modelinde, projeyi yapacak şirkete önce hazine arazisi tahsis edip
sonra da 25 yıl kira ödüyor. Bu sebeple, kira bedelleri yarıştırılıyor. 

En düşük kira bedelini teklif eden ihaleyi kazanıyor. 
Dolayısıyla, eğer şehir hastaneleri için bizden çıkacak vergileri merak ediyorsak,
ihale tarihindeki kur üzerinden söylenen rakamları bugüne getirmek zorundayız. 

İş dünyası TL açıklasa da hesaplarını hep kur üzerinden yapıyor çünkü.

Bedel dört yılda katlandı 
Akfen İnşaat, Sağlık Bakanlığı’nın 4 yıl önce (Şubat 2013) yaptığı ihalede 52 milyon 250 bin TL ile en düşük teklifi vermiş. O tarihte kur 1.77 TL. 
O günün parasıyla Sağlık Bakanlığı 25 yıl boyunca Akfen’e her yıl 29.5 milyon dolar
kira ödemeyi taahhüt etmiş oluyor. 

Bugünün kuruyla da yıllık 106.5 milyon TL yapıyor. 
Yani kamu kaynaklarından Akfen’e 25 yılda ödenecek toplam kira bedeli 2.6 milyar TL olacak. (AS : Günümüz kuru ile sabit fiyatla!)
Kira bedeli ile yatırım bedeli karşılaştırıldığında şirket kazancı, kâğıt üzerinde şimdiden
1.5 milyar TL görünüyor. 

Fakat şehir hastanelerinde para kazanılan asıl mevzuyu bir daha hatırlatalım. İşletme alanları. 
Isparta Şehir Hastanesi’nde, bilgi işlem, güvenlik, temizlik, görüntüleme, yemekhane ve
otopark gibi bütün hizmetleri de Akfen işletecek. 

Şirketten aldığım bilgi: Bu anlaşma 5 yıllık yapılmış.
Beş yıl sonra Bakanlık ile şirket bir araya gelip yeniden değerlendirecekmiş.
================================
Dostlar, 

11 Mart 2017 günü sabahtan akşama ŞEHİR HASTANELERİNİ konuştuk Mimarlar Odası Ankara Şubesi binasında. Ankara Tabip Odası ile birlikte düzenlenen bir etkinlikti ve web sitemizde gerekli duyuruları yapmıştık. Mimarlar ve Kent Plancıları, Hekimler ve Hukukçular konuyu enine boyuna değerlendirdiler : ŞEHİR HASTANELERİ SEMPOZYUMU

Ayrıca bu konudaki çok sayıda yazımızdan 2’sinin erişkesi (linki) aşağıda..
2. sinini yazarı eski Sağlık Bakanlarımızdan Sn. Rifat Serdaroğlu..

ŞEHİR HASTANELERİ SOYGUNU

Şehir Hastanelerinin Yüksek Maliyeti Gizleniyor

Dostlar,

“Şehir hastaneleri” AKP’nin ülkemize en büyük kazıklarından biri.
R.T. Erdoğan ise ne yazık ve ne acı ki “benim hülyam, benim rüyam” diyor!?
Ne yapmalı da bu acımasız soygunu Tayyip beye anlatmalı?? (Bilmiyor ise!?)
Çevresi bir danışmanlar ordusunca Çin seddinden beter sarılı.
Bir başka ciddi engel de Erdoğan’ın narsisistik kişiliği..
(bu konuyu da epey yazdık web sitemizde, bakılması yerinde olur..)
Danışmanlar bu handikapı dikkate alıp Tayyip beye hep duymak istediğini söylüyor korkarız. Oysa Saray’da yalnızlaştırılan hatta yalıtılan Erdoğan’ın bu ülkenin aydınlarını dinlemesi gerek.

Yaverine dek FETÖ’cü çıkmadı mı?
Suat Avni figürü yabancı istihbarat ajanı değil de kim??

Bu nedenlerle, “SARAYDA TUTSAK ERDOĞAN’A YARDIM ETMELİ
başlıklı makalemizi yazmıştık sitemizde 12 Ocak 2017’de..

Sn. Çiğdem Toker, 3 Şubat 2017’de Cumhuriyet‘teki köşesinde “Mersin Şehir Hastanesi” başlıklı bir yazı daha yazmıştı.. Onun da okunması yararlı olur.

Başbakan Binali Yıldırım 24 Mart 2017 günü İsparta mitinginde

  • Vatandaştan 5 kuruş alınmayacak buyurdu..Arşivlere kaydedildi.. Bakıp göreceğiz.. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası yasası 1 Ekim 2008 günü zorunlu genel sağlık sigortasını ülkemize PRİM = EK VERGİ soygunu ile dayattığında SGK’nın sağlık hizmeti kapsamı günümüzden çok daha genişti.
    Hızla sağlık güvencesi daraltıldı. Ayrıca %20 fark ile özel sağlık kuruluşlarından da hizmet alınabilecekti.. O zamanlar yazıp çizdik, anlattık.. Birkaç yıl içinde %20 mavi boncuğu ile başlatılan zorunlu genel sağlık sigortası soygunu; çok değil, önüne 1 tane “sıfır” alarak %200 oldu.. Tam 10 katı! Cepten harcamalar da sürekli artıyor ayrıca.. SGK hep dev açıklar veriyor.. Ha bire prim afları getiriliyor zorunlu kalınıp.. Açıklar bütçeden kapatılıyor.. tam mali çöküş!

Şimdilerde ise 5 yıldızlı otel konforlu fahiş kira ve işletme bedelli hastanelerde fark alınmadan sağlık hizmeti verilecek haa??

Bu halk bunca aptal değil.. Kimi siyasiler ise bunu bile göremeyecek durumda..

Sevgi, saygı ve KAYGI ama UMUT ile. 27 Mart 2017, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı, AÜTF Halk Sağlığı AbD
Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com

Varlık Fonu Türkiye’nin gelecek rehnidir

Varlık Fonu Türkiye’nin gelecek rehnidir

Çiğdem Toker
Cumhuriyet, 15.08.2016
(AS: Bizim geniş katkımız yazının altıdadır…)

Bugün, ülkenin kaderini belirleyecek önemdeki bir düzenleme Plan Bütçe Komisyonu’nda görüşülmeye başlanacak: Türkiye Varlık Fonu.
Parlamento’nun laf olsun diye değil, gerçekten ciddiye alındığı koşullar altında, adamakıllı bir kanun tasarısı halinde gelmesi gereke bu düzenleme, AKP’li 16 milletvekilinin imzasını taşıyan “kanun teklifi” olarak komisyon önünde.
Kanun teklifinin, tasarıyla kıyaslandığında, çok daha kısa ve “çöpsüz üzüm” tadında zahmetsiz bir yol katettiğini anımsatıp düzenlemenin getireceği sistemi özetleyelim:
Bu teklif yasalaşıp yürürlüğe girdiği gün, Türkiye Varlık Yönetimi A.Ş. kurulmuş oluyor.
Başbakanlık’a bağlı olacak bu şirket de Türkiye Varlık Fonu’nu kuruyor.
Muhalefet bu teklife “kanunlar üstü” diyor ama maddeler incelendiğinde bu niteleme enikonu naif kalıyor. Fon ve şirket, kanunlar üstü değil, resmen “kanunlar dışı bir biçimde tasarlanmış.
***
Öyle şirket düşünün ki, özel hukuk hükümlerine tabi ama Başbakanlık’a bağlı.
Kurulur kurulmaz Ticaret Sicili’ne tescil edilmiş sayılacak.
Ama Kurumlar Vergisi’ne tabii değil.
Tahvil ihraç edecek, repo – ters repo yapacak, gayrimenkul sertifikaları çıkaracak,
yabancı şirketlerin yatırımlarına ortak olacak, a
ma Sermaye Piyasası Kanunu’na tabi değil.
Her düzeyde yüzlerce çalışan istihdam edecek ama Devlet Memurları Kanunu’na tabi değil.
Onlarca ihale açacak, milyonluk alımlar yapacak ama ihale mevzuatına tabi değil.
Otoyol, Kanal İstanbul, 3. köprü, 3. havalimanı, Akkuyu Nükleer Santralına finansman sağlayacak ama Sayıştay denetimine tabi değil.
Meseleyi biraz daha açmak adına bir ayrıntı paylaşalım: Kanun teklifinin 8. maddesinin gerekçesinde, bu Fonun hangi yasalara tabi OLMAYACAĞI listelenmiş. Bir A4 sayfasına yakın bu listede ben 18 kanun ve KHK saydım.
***
İşin uzmanları, “etmeyin eylemeyin, Varlık Fonları, zengin madenleri doğal kaynakları olan, kaynak, nakit fazlası yaratan ülkelerin işidir” diyor ama aldıran yok.
Bilakis, teklifin gerekçesine baktığınızda, onca laf kalabalığının arasında gerçek niyeti apaçık görüyorsunuz:
Otoyollar, Kanal İstanbul, üçüncü köprü ve havalimanı, nükleer santral gibi büyük altyapı projelerine kamu kesimi borcu artırılmadan finansman sağlanması.”
E, hani bu projelerin finansmanında sorun yoktu? Herkesçe bilinen büyük müteahhitlik şirketleri kredileri bulup getirmişti. Hani, Hazine bu borçları bir yönetmelikte üstlenmişti?
Ne oldu? Dolar üzerinden 20-30 yıl sürelerle verilen alım, araç geçiş, yolcu garantilerinde
sıkıntı mı var acaba?

Hani yap-işlet-devret modeliyle yapılan bu büyük projelerde devletin cebinden bir kuruş çıkmıyordu?
Türkiye Varlık Fonu teklifinin gerekçesine baktığınızda, kurulacak şirketin sermayesini
50 milyon TL olacağı ve Özelleştirme Fonu’ndan karşılanacağı yazıyor.

Bu sermayenin kaynağı kamu değil mi?
Fona devredeceği belirtilen kurumların nakit fazlası, bu milletin değil mi?
Bir yandan yatırımcıyı ayağına turkuvaz halı” sereceğiz diye teşviklere boğarken,
diğer yandan hukuku ve denetimi hiç sayan bir mekanizma kuruyor iktidar.

Sadece bizlerin değil, gelecek kuşakların yaşamını rehin edecek bir düzenlemeden
söz ediyoruz.

Kimse kimseyi kandırmasın:
Türkiye Varlık Fonu, “büyüme artışı” maskesi arkasında bu rejimin yere göğe koyamadığı
3. havalimanı, 3. köprü, Osmangazi Köprüsü ve ihalesi yeni yapılacak Kanal İstanbul’u,
baş göstereceği anlaşılan finansman sıkışıklığından kurtarma işidir.
=======================================
Dostlar,

Sayın Toker’in bu önemli ve uyarıcı yazısı Cumhuriyet‘te 15.08.2016’da yayımlandı.
1,5 yıl oluyor. Kabul delim ki siyasal iktidarın yerli yabancı akıl verenleri nicel ve nitel açıdan epey gelişme göstermiştir. Ülkenin günü ve geleceği, sorumsuz ve hovardaca girişimlerle,
oy ve talana ortaklık zemininde heba edilmektedir. Giderimi (telafisi) giderek güçleşen,
yer yer olanaksızlaşan bir fatura ve yıkım (tahribat) ulusumuza dayatılmaktadır.

Kim akılcı gerekçelerle açıklayabilir ki, İstanbul’da 2 uluslararası havaalanı varken 3. niçin yaptırılmaktadır? 23 milyar €’yu aşan muazzam bir dış borç servet ile kimler karunlar gibi zengin edilmektedir, maliyetler katlanarak hangi yandaşlar ihya edilecektir? Turist sayısı giderek düşmektedir ve asıl yük Antalya havaalanındadır. Kuzey ormanları telef edilmiş, bölge yapılaşmaya açılarak daha da yok edilecektir. Bildiğimiz ölçüde dünyada 3 havaalanı olan büyük kent yoktur. Londra hala dünyanın en stratejik merkezlerindendir ve 2 havaalanı (Gatwick ve Heatrow) ile yetinmektedir. Bunca ağır borçlu, çok yüksek işsiz, gelir dağılımı olağanüstü bozuk, doğu-güneydoğusu yoksulluk ve işsizlikle boğuşan, enflasyonu 2 basamaklı ve parası pul, içeride ve dışarıda çok büyük ölçekli terör operasyonları yürütmek zorunda kalan, halkı tehlikeli biçimde kutuplaştırılmış, giderek dincileştirilen, cari açık + bütçe açığı + dış ticaret açığı şeytan üçgenine mahkum edilmiş, borçlarını çeviremeyen bir ülkede bu hovarda girişimlerin anlamı ve içyüzünde ne var??

Kanal İstanbul bir çılgınlık dayatması ve doğal dengeyi altüst edecek, Montrö Boğazlar Sözleşmesi kazanımlarını boşa çıkarabilecek… bir başka tehdit ve tehlike ülkemiz için.
……
……..
Nasıl durduracak Türkiye bu bir tür “intihar” girişimlerini?
Durum giderek daha vahim bir tabloya sürükleniyor.
Türkiye’ye HARAKİRİ yaptırılıyor adeta..
Durdurmak gerek.. hem de çok gecikmeden?
Ama nasıl? İlk taktik – stratejik adım,

HALKOYLAMASINDA YENİDEN SULTANLIĞA HAYIR, HAYIR, HAYIR!

Sevgi ve saygı ile.
07 Şubat 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak.Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com

Mersin Şehir Hastanesi

Çiğdem Toker

Mersin Şehir Hastanesi

Bu gün Mersin Şehir Hastanesi açılacak (03 Şubat 2017). Kulislerde konuşulan:
Açılış töreni, -tek adam rejiminin oylanacağı referandum için- Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “ineceği” meydanların ilk gayri resmi durağı.

Şehir hastaneleri, bu köşede sık işleniyor. Nedenleri anımsatalım:
-Finansman “doğasında”, hastayı öncelikle turist/ve veya müşteri odaklı konumlayan anlayış yatıyor.
Devletin şirkete “hasta sayısı” garanti ettiği hamasi nutuklarla gizleniyor.
-Yatak başına düşen kapalı alanın (Mersin’de 260 m2) gereksiz büyüklüğünün,
maliyeti ne kadar şişirdiği saklanıyor.

-Şirketlerin, her alanı işletip gelir sağlayacağı gözden kaçırılıyor.
Bu hizmetleri verdiği için devletin şirkete ayrı bir bedel ödeyeceği de.

Mersin Şehir Hastanesi, AKP iktidarının, Kamu Özel İşbirliği (KÖİ) modeliyle yaptırdığı,
arazi verip yıllarca kira ödeyeceği 29 şehir hastanesinden ilk hizmete gireni olacak.
Şehir hastanesinin açıldığı kentlerde, öteden beri hizmet veren mevcut kamu hastaneleri kapanıp, sağlık ekibiyle birlikte tek mekânda-merkezde birleşiyor.

 
Dia Holding
380 milyon 60 bin Avro yatırım bedelli projeyi, Dia Holding yaptı. Dia’yı tanımayanlar olabilir: 3. Köprü’yü yapan iki şirketten IC İnşaat’ı biliyorsunuz. Dia’nın iki kurucu ortağından biri olan Murat Çeçen, IC’nin sahibi İbrahim Çeçen’in oğlu. Azerbaycanlı diğer ortak Hasan Gozal, Murat Çeçen’in arkadaşı. (İmza sahibine -maalesef- erişemediğim eski tarihli bir habere göre Dia Holding’in adı, çocuklarının isimleri olan Dara, İbrahim ve Arya’nın baş harflerinden geliyormuş.) Holding, Murat Çeçen’in yönettiği Ankara merkezli CCN Holding’le güçlü bağ içinde.
 
Çok yatak iyi hastane mi demek?
Sağlık Bakanı Recep Akdağ, geçenlerde açılış öncesi inceleme yaptığı Mersin Şehir Hastanesinin yatak sayısıyla övündü. Oysa yatağın çokluğu, iyilik kriteri (AS: ölçütü) değil. Bilakis yatak sayısı, kamu hastaneleri kapatılacağı için zorunlu olarak yüksek. Ama tam da
bu nedenle devletin şirkete döviz üzerinden verdiği garantiyi büyütüp kârı maksimize ediyor. Yani sağlık alanındaki KÖİ’nin sağlamasını yapıyor.

Hasılı, Batı’da 1259 yataklı hastanenin olmayışı, bunu akıl edemedikleri için değil, esas aldığı insani standartlarda ortalama yatak sayısı 126-250 olduğu için.
Şehir hastanelerinde, Hazine’ye fatura edilecek maliyetin gizlendiğini ısrarla vurguluyorum.
Denemesi kolay: Bugün yapılacak töreni izleyin. Ve lütfen dikkat edin, “Devlet Dia Holding’e, sağladığı sabit yatırımın kaç katı kadar, kaç yıl boyunca ve toplam kaç milyar Avro kira ödeyecek” sorusu sorulacak mı? Kazara sorulursa, bu sorunun cevabı verilecek mi?
 
Rakamlar tutmuyor
Şehir hastanelerinde bir başka sorun, verilerin kalitesi ve tutarsızlığı. Şirket sayfasında, kapalı alanın 328 235 m2 olduğu yazılı, Sağlık Bakanı ise “Düşünün, 370 bin metrekare kapalı alanı olan çok kompleks bir bina inşa ediyorsunuz” diyor. Arada neredeyse 42 bin metrekare fark var. Bu fark nereden, ne zaman çıktı? Maliyet artışı ya da daha fazla gelir anlamına
gelmiyor mu? Kimden çıkacak, kime yansıyacak?
Soruların cevabı bekleyin ki gelsin.
Sonuç: Sürekli yeniliği, teknolojisi ve büyüklüğü öne çıkarılan şehir hastanelerinde şirketlerin kâr hanesine aktarılmak üzere, vatandaşın sırtına en az iki nesil sürecek borç faturası çıkarılacağı bugün de saklanacak.
Tabii yine de hayırlı olsun. (Cumhuriyet, 03.02.2017)
===============================
Dostlar,

Biz açıkça yazdık…

ŞEHİR HASTANELERİ
BİR SOYGUN – TALANDIR..

Sitemizde bu konuda çok sayıda yazı – dosya var…

Şehir Hastaneleri’nde Skandal İtiraf
– SAĞLIKTA KAMU-ÖZEL ORTAKLIĞI VE ŞEHİR HASTANELERİ
Şehir Hastaneleri İçin “Yargı Engelini Aşma Yasası” Çıkarılıyor

Böylesi bir soygun ve talan insanlık tarihinde görülmemiş olsa gerektir..
Küresel Emperyalizm 21. yy’da Nirvana’ya ulaştı ölçüsüz ve kanlı sömürü yöntemlerinde!
Postmodern, hayalötesi soygunda o ülke içinde kraldan çok kralcı yandaş – taşeron çook bol!
Bu alçakça soygun yöntemlerini yaygın kitlelere anlatmanın etkin bir yolu bulunmalı mutlaka. Bu işler ayrıca merkezi yönetim bütçesi dışında ve 5018 sayılı yasa ile Sayıştay denetimi yok!! Tam hukuksuzluk, tam keyfilik, tam de-regülasyon ve tam ahlaksızlık!

Yandaşlarrın çocukları ve torunları da bu peş keşi çeken siyasetçilerin olduğu gibi servete boğulurken; halk yığınlarının çocukları hatta torunlarının gelecek onyıllardaki olası gelirlerine
bile el konup çalınarak yapılıyor talan!

Yoksullaştırma gelecek kuşaklara zoraki yükleniyor! 

Sevgi ve saygı ile.
05 Şubat 2017, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı AbD – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Melih Aşık : Proje kimin?


Dostlar,

Sayın Melih Aşık, her zamanki gibi zarif üslubu ile keskin değerlendirmelerde bulunmakta.. “Zor sorular” sormakta..

Okuyucu notlarına da yer veriyor ve köşesi zenginleşiyor..

Sevgi ve saygı ile.
12.8.2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=======================================

Melih Aşık : Proje kimin?

epYG2n
m.asik@milliyet.com.tr
Milliyet, 12.8.2014

Kemal Kılıçdaroğlu kendisi adına tatsız biten seçimin ardından:

Bugün seçim olsa yine Sayın İhsanoğlu’nu aday gösterirdim.
– Tatilciler, boykotçular olmasaydı Erdoğan %51 oy oranını bulamayacaktı…
– Erdoğan’ı %55-57 gösteren o araştırmalar, yurttaşlarımızın sandığa gitmesini engelledi.

Gibi tesellilere yöneldi. Ama bunlar boş teselliler.
Aslında sorun seçim sonucunun da ötesinde bir yerde duruyor…
Sorun Ekmeleddin İhsanoğlu’nun aday gösterilme biçimidir.
Malum… Ekmeleddin İhsanoğlu adı ne CHP yetkili kurullarının toplantılarında… Ne Kemal Kılıçdaroğlu’nun sivil toplum kuruluşlarıyla yaptığı toplantılarda geçti.
Tek bir kişinin bile aklına “Ekmeleddin” adını telaffuz etmek gelmedi.
Kemal Bey son gün Devlet Bahçeli ile görüştükten sonra elini şapkanın içine soktu, oradan tavşan çıkarır gibi İhsanoğlu adını çıkarıp masaya koydu…

Genel Başkan, eğer CHP’de görevine devam edecekse Ekmeleddin İhsanoğlu adının kendisine hangi çevrelerden fısıldandığını hatta dayatıldığını açıklamalıdır. Yoksa partililer ve seçmenler şöyle düşünecekler…

“Demek ki bu partinin bir görünen yetkili kurulları var… Bir de perde arkasında görünmeyen beyinleri. Kritik zamanlarda o meçhul kaynaklar Genel Başkan’ın kulağına kimi isimler veya siyasetler fısıldıyor. Genel Başkan da o kaynakları partinin yetkili kurullarının önüne geçirerek gelen talimatı uyguluyor.”

Partililerin ve seçmenin bu kuşkulara kapılmaması için sebep var mı?
O yüzden Kemal Bey, Ekmel Bey projesinin kaynağını açıklamalıdır.

Mahşere doğru…

İktidar partisinde itişme ve çekişme beklenenden önce başladı…
Abdullah Gül görevi bitince partiye döneceğini dün açıklarken…
Tayyip Erdoğan olağanüstü genel kurul tarihini Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığını devredeceği 28 Ağustos’tan bir gün önceye aldı. Böylece Gül’ün kongreye katılımının önünü kesti. Peki Gül daha önce istifa edip olağanüstü kongrede başkanlığa adaylığını koyar mı? Tartışmalar bu soru üzerinde odaklandı dün…
Bu arada önemli bir başka sorun var… Cumhurbaşkanlığı Seçim Kanunu diyor ki;

  • ”Cumhurbaşkanı seçilenin varsa partisi ile ilişiği kesilir ve Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliği sona erer.” 

Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçildiği YSK tarafından kesin olarak … Ağustos’ta açıklanacak…
Bu durumda Tayyip Erdoğan’ın partisi ile ilişiğinin o gün kesilmesi, milletvekilliğinin düşmesi gerekiyor. Bu şartı son olarak Tarhan Erdem CNN’de ifade etmişti.
Ancak Erdoğan bunu kabul etmiyor. Kendi hukukçu arkadaşlarına dayanarak diyor ki:
– 28 Ağustos’ta mazbata alınır, devir teslim töreni yapılır, başbakanlık ve milletvekilliği o zaman biter..
Erdoğan, Kongreye partisinin başında girmek istiyor. Bu konunun da açıklığa kavuşması gerekiyor.

**************

ŞİŞİR

Anket şirketleri seçim kestirimlerinde nal topladı.

İşte şirketlerin Erdoğan kestirimleri:

KONSENSÜS: %58,2.

GENAR: % 57,6.

KONDA: %57

A&G: %55.

DENGE: %54,9.

GEZİCİ: %55,3.

ANDY-AR: %53.

SONAR: %53.

OPTİMAR: %53.

Bu şirket yöneticileri dün çeşitli mazeretler ürettiler.

Muhteremler; eğer siz bu yanlış tahminleri Tayyip Erdoğan aleyhine yapsa idiniz işiniz o zaman bitikti. Erdoğan lehine tahmin şişirmenin zararı değil geleceğe dönük faydası olacağını nasıl olsa biliyordunuz… Şişirdiniz…

*****

Cumhurbaşkanlığı artık protokol makamı olmayacakmış!
Evet! Değişen roller gereği artık Başbakanlık protokol makamı olacak…

***

Kılıçdaroğlu hâlâ “Yolsuzlukların peşindeyiz” diyor. Hırsızı yakaladıklarında teslim edecekleri polis ya da savcı bulabilecekler mi acaba?
Akif Kökçe

ÇEREZ

Reza Zarrab pazar günü oy kullanmaya neden üzerinde beyaz tişörtla gitti?
Çiğdem Toker sütununda açıklıyor:
“Beyaz tişört temizliğin ve saflığın sembolü…”
***
Günümüzün yükselen yıldızlarından Acun Ilıcalı için Perihan Mağden’in tanımı:
“Başbakan’ın fiks menü yüzlü Propaganda Bakanı.”

ABDÜL

Eskişehir Mihalgazi’nin AKP’li Belediye Başkanı Zeynep Akgün demiş ki:

“Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçilmesi ile 2. Abdülhamit Han’ın yeniden doğuşunu hep birlikte göreceğiz.”

İleri demokrasi tramvayı bizi sonunda Abdülhamit dönemine götürdü demek ki…

SONER YALÇIN : Adayımı yazabilirim


Adayımı yazabilirim

portesi
SONER YALÇIN

SÖZCÜ, 17.6.14

 

Sanırım CHP-MHP anlaştı.
Adayları; Ekmeleddin İhsanoğlu.
O halde: Hiçbir politikacıyla paylaşmadığım Cumhurbaşkanı adayımı artık yazabilirim.

Yıl: 1987…
“Nasıl yani, sen solcu Oğuz Hoca‘yla mı çalışacaksın?”
Tereddüt etmeden “evet” dedi. Prof. Dr. Oğuz Oyan‘ın kapısını çaldı;
“Hocam doktora tezi çalışmamı sizinle yapmak istiyorum.” Ardından ekledi:
“Yalnız hocam ben solcu değilim; benim İslami bakış açılarım vardır.”
Prof. Dr. Oyan gülümsedi; “Sizinle çalışmaktan memnun olurum.” dedi.
Birlikte Osmanlı vergi tarihini çalışmaya başladılar.
Bir gün evde çalışırken…
“Hocam namaz kılacağım, dedim. Lavaboyu gösterdi. Abdest alıp çıktıktan sonra, ‘salona seccadeyi serdim, kıble doğrudur.’ dedi. Ben bunu kime anlattıysam, inanmadı. Oysa bizzat yaşadım. Ben namaz kılacağım dediğim zaman hiç yadırgamamıştır;
çok saygılı davranmıştır. Bunu, farklı düşüncelere yaşama biçimlerine gösterilen
bir saygı olarak algılıyorum. Bu özellikleri nedeniyle her zaman Oğuz Hoca’yı
saygıyla anmışımdır.”

Öğretmen Prof. Dr. Oğuz Oyan bugün CHP milletvekilidir.
Doktora öğrencisi ise, Abdüllatif Şener’dir!..
Yani:
“Çatı” yıllar önce üniversitede kuruldu.
Muammer Aksoy, Mümtaz Soysal, Yalçın Küçük, Özer Ozankaya‘nın öğrencisiydi.
Saadet Partisi Genel Başkanı Mustafa Kamalak Siyasal Bilgiler’den okul arkadaşıydı.
DSP Genel Başkanı Masum Türker ile aynı üniversitede yıllarca hocalık yaptı.
“Özgür Üniversite”den Fikret Başkaya, Türk Ocağı’ndan Orhan Türkdoğan
yakın dostları oldu.
Evet, “çatı” yıllar önce
Ankara’da, Bolu’da kuruldu.
Ve keza…

Ecevit’i haklı çıkardı

Yıl: 1991
Abdüllatif Şener ilk kez “çatı” sayesinde milletvekili oldu: RP-MHP-IDP ittifakı sonucu Sivas’tan dördüncü sıradan TBMM’ye girmeyi başardı.
O dönem…
DSP lideri Bülent Ecevit sağ kolu Hüsamettin Özkan ile
RP lideri Necmettin Erbakan‘ı TBMM’deki odasında ziyaret etti.
Erbakan’ın yanında Şevket Kazan ile Oğuzhan Asiltürk vardı.
Laf lafı açtı. Ecevit

“Sizin partinizde Abdüllatif Şener diye bir milletvekiliniz var, O’nu izliyorum.
Çok düzgün konuşuyor; O’nda bir yetenek var. Siyaset açısından umut vaat ediyor;
O’nu iyi takip edin.” dedi.

Ve sonraki yıllarda Abdüllatif Şener, siyasetin basamaklarını teker teker çıktı.
Grup Başkanvekili oldu.
Maliye Bakanı oldu.
Başbakan Yardımcısı oldu…
Ve gün geldi; hırsızlığa tahammül edemeyip kurucusu olduğu
AKP’nin kapısını vurup çıktı! İstese Karun kadar zengin olabilir ama yapmadı.
Çünkü…
TCDD’nin “yol çavuşu” Bedirhan Şener’in oğluydu…

  • “Babam çok dindar bir insandı. Helal ve harama çok önem verirdi. Başkasının malına el sürmeme, kesin nasihatlerinden biriydi. (…) Beş yaşındaydım.
    Tren istasyonunun vagonunda karpuzlar vardı. Tanımadığım büyük ağabeyler vagondan karpuz alıp bahçelerde yiyorlardı. Üç dört kişiydik, ‘biz de yapalım’ dedik. Tam o sırada karşımıza babam çıktı. ‘Latif ne yapıyorsunuz’ dedi.
    ‘Şu vagondan karpuz çıkaracağız’ dedim. 
    ‘Bak’ dedi, ‘o karpuzların sahibi var; başkasına ait olanı alırsanız bu hırsızlık olur. Siz oynamaya devam edin,
    ben size karpuz alırım’…”

Bu olaydan bir süre sonra Abdüllatif Şener babasını tren kazasında yitirdi.
Baba nasihatını unutmadı ve hırsızlığa ortak olmayı hep reddetti.
Hırsızlığı elinin tersiyle iten birini, Çankaya Köşkü’ne çıkarmak
Türkiye’nin vefa borcuydu. Yapmadılar.

Bir Alevi İmam Hatipli

Sürekli yineliyorum:
Kimseyi sağcı ya da solcu diye ayırmıyorum; ahlaklı mı, namuslu mu; vicdanlı mı;
tercih ölçütüm bu.
Cebiyle değil yüreğiyle Türkiye’ye bağlı devlet adamına ihtiyacımız vardı.
Ayakları bu topraklara basan politikacılara ihtiyacımız vardı.
Bir Sakin Güç‘e ihtiyacımız vardı.
Temizlenmeye / arlanmaya ihtiyacımız vardı.
Bir adam gibi bir adama ihtiyacımız vardı.
Türkiye’nin, laik demokratik rejimine inanan; kimseyi ötekileştirmeyen
Abdüllatif Şener’e ihtiyacı vardı.
Örnek vermeliyim…
Sivas Ali Baba Mahallesi’nin Küçükkazancılar sokağının çocuğu.
Acıktığında mutfaklarına girip yemek yiyecek kadar Alevilerle kardeş.
Yıllar sonra bakan koltuğunda otururken başından bir olay geçti:

“Hatay’daki bir toplantıda yanımdaki arkadaşlara ‘ben de Aleviyim, diyeceğim.’ dedim.

Hemen itiraz ettiler, ‘olur mu, yanlış anlaşılır; hiç değilse ‘Alevilik Hz. Ali’yi sevmekse
ben de Aleviyim de’ dediler. Bu olmaz dedim. Önce kendi kafana göre bir Alevilik tanımı yapacak, sonra bu tanıma göre Alevi olduğunu söyleyeceksin. Olmaz.
Kimsenin kimseyi tanımlama hakkı yoktur. Bir Alevi kendini nasıl tanımlıyorsa öyledir.”

Madımak‘ta ölenlere gözyaşı döken bir İmam Hatipli O
Bırakınız şu “gardrop Atatürkçülüğünü” ve “gardrop Müslümanlığını”!..
Ben hiç orada değilim. Yazmalıyım:

Uğur Dündar geçen yıl Halk Arenası programına Abdüllatif Şener’i davet etti.
Yanında gencecik, başı açık güzel bir kız vardı. “Asistanınız mı” diye sordu.
Başı açık genç kızın adı, Elif Şener’di ve Abdüllatif Şener’in kızıydı.
Şaşırdınız mı; hiç şaşırmayınız; bu Türkiye gerçeğidir.
Bakınız…
Dindar Bedirhan Şener’in kızı Fatımat’ın da başı açıktı; bir Cumhuriyet öğretmeniydi.
Abdüllatif Şener’in diğer kızı Beyza ise başörtülüdür.
Halk Arenası bitti; Elif Şener Uğur Dündar’a, “Sizi çok seviyorum, nikah şahidim
olur musunuz?” dedi. Bu “nikah” Çankaya Köşkü’ne yakışmaz mıydı?

  • Devreye Cemaat ve Abdullah Gül girdi;
    Ekmeleddin İhsanoğlu aday yapılıverdi.

Türkiye sahipsiz değil, hepsini yazarız…

NOT: Bilgilerin bir bölümünü meslektaşım Çiğdem Toker’in
“Adım da Benimle Büyüdü” kitabından aldım.