Etiket arşivi: Çiğdem Toker

Taşeron işçilik ve bütçe

Taşeron işçilik ve bütçe

Çiğdem Toker
Cumhuriyet
, 21.11.2017
Ekim 2017 ayı gelir ve gider rakamları açıklandı. Böylece 2017’ye ilişkin 10 aylık toplu veriler de çıkmış oldu. Ocak-ekim dönemine ilişkin rakamlara bakmadan önce, geçen cumartesi CHP Emek Büroları’nın düzenlediği Taşeron İşçilik Çalıştayı’ndan bir not aktaralım. Sonuç bildirgesinde kamuda çalışan taşeron işçilerin ayrımsız ve koşulsuz kadroya geçirilmesi ilk madde olarak kaleme alındı.

Tam da bu noktada altını çizelim:

  • OHAL’in çözüm şöyle dursun, bütün memleket meselelerini ağırlaştırması bir yana. 

Temel sosyal haklardan yoksun, güvencesiz istihdamın yaygın uygulaması olan taşeronluk kamuda zaten bilinçli bir politik tercih olarak sürdürülmekte. Bütçenin, her daim yönetenlerin kaynakları dağıtma konusunda tercihler demeti olduğu gerçeğini hatırlarsak, taşeron işçiliğin neden yaygınlık ve süreklilik kazandığı daha berrak görülür herhalde. 30 yıl önce devletin küçülmesi sloganıyla takdim edilen özelleştirme uygulamalarıyla fikri temeli de atılan taşeronluk, AKP iktidarlarının bütçe ve personel politika tercihlerinin vazgeçilmez bir enstrümanına dönüşmüştür. 
Bütçedeki hizmet alımları ve müteahhitlik giderlerinin trendleri, bu gerçeği bize anlatan açılardan biridir. Özellikle temizlik ve güvenlik hizmet alım giderlerinde yükselen grafikler, kamuda taşeronluğun AKP’nin esaslı bir tercihi olduğunu, gayet net gösterir. 
 
Müteahhide 10 ayda 25 milyar
Bütçede “müteahhitlik gideri” başlığıyla yapılan harcamalar: 
-Ekim ayında 3.7 milyar TL: 
10 aylık toplam ise yaklaşık 25.7 milyon TL olmuş. Bu kalemdeki artış, 2016 bütçesiyle kıyaslandığında iyi görülüyor. Geçen yıl ocak-ekim döneminde müteahhitlik giderlerine 19.9 milyar TL harcanmıştı. 
Bir önceki yıla göre 5.8 milyar TL daha fazla yapılan müteahhitlik harcaması, inşaat odaklı büyüme stratejisinden, davetli ihaleler portföyüne kadar kritik alanlarda fikir veriyor. Zaten müteahhitlik harcamalarının 8.3 milyar TL’si yol yapımına (büyük bölümünün davetli olduğunu anımsatalım) gitmiş. Yılbaşından bu yana, hizmet binaları için yapılan müteahhitlik ödemesi ise 6.3 milyar TL’ye ulaşmış. Sadece ekim ayında kamunun hizmet binaları için ödediğimiz vergiler 1.1 milyar TL’ye yakın. 
İşte kelimenin tam anlamıyla “büyük” devlet olmak budur. Büyük devlet biraz da büyük bina demektir çünkü bizde. 
 
Hizmet alımlarına 20.5 milyar 
Yazının girişinde söz ettiğimiz taşeron işçilik meselesi, bütçedeki hizmet alımları kalemiyle yakından ilişkili. 
Ocak-ekim dönemi bu kalemde yapılan harcamalar 20.5 milyar TL’ye ulaşmış. Söz konusu bütçe gideri başlığı, 12 ayrı kalemden oluşuyor. Hizmet alımlarındaki aslan payı, müşavir firma ve kişilere yapılan ödemelere ait. Bu kalem için bütçeden yapılan harcama yaklaşık 14.2 milyar TL. (Müşavir firma ve kişilerin kimler olduğu bütçede yazmıyor.)
On ayda: Temizlik hizmeti alım giderleri: 2.4 milyar TL.
Özel güvenlik hizmeti alım giderleri : 
1.4 milyar TL’yi geçmiş.
Bu kadar rakam yeter.
Bakalım yıl başından önce çıkarma sözü verilen taşeron işçilik meselesi nasıl çözülecek? Hizmet alımları için yapılan harcamalar, kamu emekçilerine güvenceli istihdam olarak dönebilecek mi?
=====================================

Bütçeden müteahhide 22 milyar TL

Bütçeden müteahhide 22 milyar TL

Çiğdem Toker
Cumhuriyet, 17.10.2017
Sadece iç ve dış politika değil, Maliye politikalarında da çok hareketli bir dönem içindeyiz.

Vergi zamları getiren Torba Kanun, 2018 Bütçe Kanun Tasarısı, eylül ayı bütçe gerçekleşme rakamları ve nihayet ana muhalefet partisinin gensoru önergesi. 
Sıraladığım dört başlığın tamamında sıcak gelişmeler yaşanıyor. 
Bu satırlar yazılırken, kamu ihalelerinde yasal sorumluluğunu yerine getirmediği ve kamunun zarara uğratılmasına göz yumduğu gerekçesiyle Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Ahmet Arslan hakkındaki gensoru görüşmeleri sürüyordu.
TBMM Genel Kurulundaki müzakerelerin odağında, bu köşede sıklıkla dile getirdiğimiz “davetli ihale” ve Hazine garantili büyük altyapı projeleri yer alıyor. 
Eylül ayı bütçe rakamları açıklandı. Geçen ay, “müteahhitlik giderleri” başlığı altında yaklaşık 2 milyar TL harcama yapılmış (1 milyar 975 milyon TL). 
Bu tutarla birlikte ocak-eylül dönemini içeren dokuz aylık müteahhitlik harcaması 22 milyar TL’ye yaklaşıyor: 21.9 milyar TL.
Dokuz ayda 22 milyar TL müteahhitlik harcaması, geçen yıla göre çok yüksek bir tutardır. 

2016 yılının ocak-eylül döneminde müteahhitlik gideri kalemi 17 milyar TL.

Bu yılın aynı dönemindeki artış tutarı 4 milyar TL. 

İstisna istismar edilirken 
Reddedileceğini bildiğimiz için icrai bir sonuç getirmeyecek olsa da gensoru görüşmeleri, bu harcama kalemine, bir başka pencereden bakmamızı sağlıyor. 
CHP milletvekili Faik Öztrak, Parti Grubu adına yaptığı konuşmada, müteahhitlik piyasasında, Kamu İhale Kanunu’nun madde numarası olan “21/b” ile anılan davetli ihale yöntemine ilişkin veriler paylaştı. Öne çıkan yeni birkaçını aktarıyorum:
– Karayolları Genel Müdürlüğü’nın bu yıl verdiği pazarlık usulü yapım ihaleleri 13.6 milyar TL’ye ulaştı. 
– Hükümete yakınlığıyla tanınan bir işadamı Karayolları ve Devlet Demiryolları’ndan sadece bu yıl pazarlık usulüyle 2.8 milyar TL’lik ihale aldı. 
– Karayolları’nın yıl içinde pazarlık usulü ile verdiği 13.6 milyar TL’lik ihalenin yüzde 61’i, yani en az 8.3 milyar TL’lik kısmı, kamuoyunda hükümete yakınlığıyla tanınan firmalara dağıtıldı
– Kamunun pazarlık usulüyle yaptığı ihalelerin tutarı, 2016’da %86 artarak, 21.7 milyar TL’ye ulaştı. Yalnızca bu yılın ilk altı ayında pazarlık yöntemiyle yapılan ihalelerin tutarı da geçen yılın aynı dönemine göre, %175 artarak 16.8 milyar TL’ye sıçradı. 
Öztrak, geçen yılki eğilimin sürmesi varsayımı altında bu yılın pazarlık yoluyla yapılan ihale bilançosunun 59.6 milyar TL’ye çıkabileceğini belirtti. 
Yazıyı geçen Cuma Plan Bütçe Komisyonu görüşmeleri sırasındaki bir notla bitirelim:

Maliye Bakanı Ağbal“Ekonomi ihtiyaçlarına göre kamu harcamalarında 2018 yılında ciddi anlamda kemer sıkacağız.” demiş bulunuyor.
===============================================
Dostlar,

Yüce ATATÜRK‘ün yapıtlarından çok esinlendiği ünlü yazar ve ozan (şair) Tevfik Fikret, Osmanlı’nın son dönemlerinde yazdığı iyi bilinen HAN-I YAĞMA adlı şiirinde;

  • Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
    Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

    … gibisinden ciddi bir eleştiride bulunmuş ve şiir üzerinden usta bir mizah ürünü vermişti.

    Olup bitenlerden ders almadığımız ve dahası, eşi bulunmaz bir cehaletle Osmanlı özlemiyle yanıp tutuştuğumuz (‘!) için başımıza gelenler benzer..
    Tarih, aptallar için acımasızca yineleniyor.. Başka çaresi var mı ki yinele(n)meme dışında?
    Benzer koşullar farklı sonuçlar doğurabilir mi??

    Ama bu bağlamda yapılan her yanlış, yapanların saltanatını uzatmak yerine tam da tersine acı sonlarını yaklaştırıyor.. Bu da diyalektik gereği..

  • Toplumsal çelişkiler derinleştikçe çözüm için yeni sentezler üretiliyor.. 
  • Uğursuz iktidarları halk er ya da geç, deneme yanılma şile öğrense de gönderiyor ve büyük ölçüde hesabını da soruyor..

    Haydi hayırlısı…

    Sevgi ve saygı ile. 17 Ekim 2017, Ankara

    Dr. Ahmet SALTIK
    Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
    www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

Bütçe bağı söküldü, torbayla tutmaz

http://nacikaptan.com/wp-content/uploads/2017/09/D%C3%9CYUNU-UMUM%C4%B0YE-ayd%C4%B1nl%C4%B1k-1.jpg

EKONOMİMİZ KARA DELİĞE DÜŞTÜ

*** Dünyanın en lüks bilmem kaçıncı uçağını alan, Dünyanın en lüks ve pahalı binlerce arabası ile saltanat süren, 1500 odalı saray ve 250 odalı SARAY’cıktan sonra Marmaris Okluk koyunda 300 odalı 400 çalışanlı ve 11 dekar da denizin doldurularak saray yaptıran yüce bilge, Dünya lideri Cumhurbaşkanına tüm hazinemiz feda olsun !!!
* Devlet hazinesinde cirit atan fare masallarına inanmayın !!!

Çiğdem Toker
Cumhuriyet, 29.09.2017 

Bütçe bağı söküldü, torbayla tutmaz

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Bütçeyi bağlama” sonradan deyime dönüşmüş olan, hakiki bir iple bağlama işlemidir. Maliye bürokratlarının anayasal takvim yaklaştıkça sabahlayarak hazırladığı genel ve özel bütçeli kuruluşların bütçeleri üst üste konur, Maliye Bakanı da DMO menşeli iple bütçeyi bağlayarak, iyi dilekler, dua ve espriler eşliğinde üstüne düğümü atardı.

Meclis’e sunulan zalim vergi artışlarıyla dolu son “torba kanun”, 2017 bütçesini bağlayan düğümün koptuğunu gösteriyor. Bu paket, normalde ek bütçe kanunuyla getirilmesi gereken maddeleri “torba”ya atarak, bir yandan Meclis’teki muhalefeti; diğer yandan da bir avuç müteahhit şirketin zenginleşmesi uğruna, emeğiyle geçinen milyonları ezecek.

37 milyar ek borçlanma
2017 bütçesinde öngörülen açık 47.5 milyar TL
’ydi. Bu tutar da Hazine borçlanmasıyla karşılanacaktı. Bir başka yasaya göre de borçlanma limiti ihtiyaç duyulursa, bir kere bakan, ikinci kez de Bakanlar Kurulu kararıyla iki kez %5’er artırım yapılabiliyor. Böylece toplamda gösterilen bütçe açığının, %10’u kadar daha borçlanma yapılabiliyor.

Bu hesaba göre 2017 yılı bütçesinde, Hazine’nin en fazla 52.2 milyar TL’ye kadar borçlanması gerekiyordu. Fakat bu limitler çoktan aşılmış. 130 maddelik “torba kanun”un ortalarında bir yerine, rakamla değil yazıyla küçücük bir rakam konulmuş:

Net borç kullanım tutarı 2017 yılı için 1 Ocak 2017 tarihinden geçerli olmak üzere, Bakan ve Bakanlar Kurulu tarafından artırılan net borç kullanım tutarına otuzyedi milyar TL ilave edilerek uygulanır.

Gerçek açık 89.2 milyar TL
Böylece, yılbaşında 45.2 milyar TL olarak planlanan 2017 yılı bütçe açığı, 89.2 milyar TL
’ye uzanıyor. Peki, bu tutarın tamamı bakanın açıkladığı gibi savunma harcamalarına mı gidiyor?

Bu gerekçe kısmen doğru olsa bile eksik; eksik olduğu için de yanlıştır.
Maliye
nin inandırıcı olması için bu kaynağı hangi açıkları kapatmak için kullanacağını açıklaması gerekir. Yap-İşlet- Devret ve Yap-Kirala-Devret modeliyle yaptırılan tünel, köprü ve şehir hastaneleri için imzalanan sözleşmelerden başlayabilir mesela.

AKP rejimi, bütçe dışı verdiği garantilere imza attığı sözleşmeleri “ticari sır” gerekçesiyle açıklamıyor. Çünkü açıklasa, hangi şirkete döviz kuru üzerinden ne ödeyeceği ortaya çıkacak. Böylece kendisine, rejime destek veren, birlikte iş yaptıkları şirket çıkarlarını, halkın çıkarlarının önünde tutuyor.

TVF‘ye Hazine‘den kaynak
Torba Kanun
’a eklenen bir başka maddeyle de tam bir şark kurnazlığı yapılmış.
Hazine
’nin Türkiye Varlık Fonu’na (TVF) hiç ismini filan anmadan kaynak aktarılmasının önü açılmış. 76. madde, Kamu Finansmanı ve Borç Yönetimi Kanunu’nun ek 1. maddesini değiştiriyor. “Fonlara yapılacak aktarımlar” başlıklı madde, normalde Hazine’nin fonlara kaynak aktarmasını düzenliyor. İşte yeni torba kanun, bu maddeye “sermaye şirketlerine ve/veya projelere finansman sağlayan Fonlara” ibaresini ekliyor. Bu da TVF’yi tarif ediyor.

Şimdi söyleyin                 :

Bu tedbirler savunma harcamaları arttığı için geldiyse, ticari sır gerekçesiyle açıklamadığınız garantili projelere, Hazine’den TVF aracılığıyla bizim vergilerimizi neden aktarıyorsunuz?

3. köprü, Osmangazi, Avrasya müteahhitlerine Hazine’nin TVF üzerinden aktaracağı kaynakla, ülke savunması için kullanılan savaş uçağı, tank harcamalarının ne ilgisi var?

Cevabı bilsek de soruyoruz ; Sahi siz kimi kandırıyorsunuz?
===================================
Dostlar,

AKP’nin artık pazara çıktı çıkmasına da..
Yıkım çok ağır, fatura çok büyük ve ödeyecek olan da gariban halkımız..
AKP’ye oy veren ve olup biteni değerlendiremeyen milyonlar da dahil.
Özellikle ŞEHİR HASTANELERİ TALANINI bu sitede kezlerce yazdık..
KÖO – KÖİ (PPP) uydurmasıyla yapılan soygunu da örnekleriyle yazdık..
Osmangazi köprüsünün finansal tuzaklarını, halkı aldatışını.. Varlık Fonu’nun içyüzünü..
Uygun anahtar sözcüklerle bu yazılarımız sitemizde çağrılarak (indirilerek) okunabilir.

Dış ticaret açığı 2017’nin ilk 8 ayı sonunda % 21,1 arttı, 45.7 milyar $ oldu!..

Ekoonomiden sorumlu Başbakan Yrd. Mehmet Şimşek‘in öngörüleri :
(http://www.ntv.com.tr/ekonomi/simsek-yil-sonu-enflasyonu-yuzde-9-5-olacak%2c3HWAF8e3F0a7ntZE7N_8PA) 

– İşsizlik oranı bu yıl % 10,8;
– Cari açık/GSYH’nin bu yıl %4,6;
– Merkezi yönetim bütçe açığı/GSYH’nin bu yıl %2,0’si..

Ekonomi Bermuda şeytan üçgeninde boğuluyor : 3’lü açık!
1. Bütçe açığı,
2. Dış ticaret açığı ve
3. Cari açık (harcanan döviz – kazanılan döviz farkı)

Yoksul Halkı, Türkiye’yi ve de AKP’yi dibe çekerek, yutarak..
Elde avuçta ne kaldı ise Türkiye Varlık Fonu’na -Nuh’un gemisine- yüklendi.
Alamete binildi, kıyamete yelken açıldı..

Bir kez daha soruyoruz : Kamu borcu artarken yatırımları azalıyor?!

  • Hazine borç stoku 2017 ilk yarısında 58 milyar TL arttı ve 817 milyar TL’ye ulaşarak rekor büyüme gösterdi. Bu rakama Kredi Garanti Fonu (KGF); otoyollar, Sağlık Bakanlığı’nın garantili kiracı olduğu şehir hastaneleri gibi ahbap-çavuş kapitalizminin (crony capitalism)
    ana ögesi olan kaynak aktarımları.. dahil değil..
  • Kamunun borçlanarak büyümesi sürerken, TÜİK’e göre kamu harcamaları düşüyor;
    yatırımlar artıyor ama artan şeyin teknolojiye, üretkenliğe yatırım değil, doğayı katleden inşaat ve konut yatırımlarına yöneldiğini izliyoruz. (Prof. Erinç Yeldan, Cumhuriyet, 13.09.2017, Milli gelir hesapları)
  • Soruyoruz : Halktan toplanan bu paralar nereye gidiyor?

AKP iktidarı halkı hem soyarak yandaşları zengin ediyor hem de ona yalan söyleyerek aldatıyor.. Bu hastalık iyileşir mi, gangren oldu kesilip atılacak mı eyyy akil AKP’liler!?
Oyun bitti, “game is over..”.. ancak elektrikler kesik..

Artık “Yetiş Katar – yetiş TÜİK” de gangrene merhem değil..
Bu “dert” AKP’yi götürür, Türkiye’yi de birkaç on yıl geriye savurur..

Sevgi ve saygı ile. 01 Ekim 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

ŞEHİR HASTANELERİNE SAĞLANAN HUKUKSAL DOKUNULMAZLIK 

ŞEHİR HASTANELERİNE SAĞLANAN HUKUKSAL DOKUNULMAZLIK 

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Cumhuriyet‘in değerli yazarı Çiğdem Toker, sebatla, bu ŞEHİR HASTANELERİ SOYGUNU‘nu işlemeyi sürdürüyor sağolsun.. (Son olarak “Şehir hastanelerinde hangi hukuk geçerli?”, http://ahmetsaltik.net/2017/09/23/sehir-hastanelerinde-hangi-hukuk-gecerli/, 22.9.17)

Kullanılan terimlere özen göstermek ve açıklıkla tanımlamak uygun olur. KÖİ : Kamu Özel İşbirliği uygun bir tanımlama değil. İngilizce aslı “PPP – Public Private Partnership”, dolayısıyla “Kamu – Özel Ortaklığı” diye tanımlamak gerekir. Ama ne yazık ki ilgili yasada KÖİ : Kamu Özel İşbirliği sözcükleri kullanılmakta. Bu da yanıltıcı.. Devlet – sermaye arasında tarafların denkliği de söz konusu değil.. Sermaye “has ya da esas oğlan”, Devlet üvey, yanaşma!

  • Bilindiği gibi “De-regülation”, KüreselleşTİRmecilerin en önemli silahlarındandır.

Açığı, toplumsal yaşamı düzenleyen mevzuat kurallarının bir bütün olarak esnetilmesi, kuralların gevşetilmesi, özellikle ticaret – ekonomi alanında neredeyse mutlak bir de-regülasyon / kuralsızlaştırma (Anomi) ile yerel ve özellikle küresel sermayeye ve bunların ortaklıklarına açılması, dikensiz gül bahçesi olarak sömürüye sunulması demektir..

Anayasa’nın 47. maddesinde yapılan kritik değişiklik gözden kaçırılmamalıdır :

  • ANAYASA md. 47 / (Ek fıkra: 13/8/1999-4446/1 md.) Devlet, kamu iktisadi teşebbüsleri
    ve diğer kamu tüzelkişileri tarafından yürütülen yatırım ve hizmetlerden hangilerinin
    özel hukuk sözleşmeleri ile gerçek veya tüzelkişilere yaptırabileceği veya devredebileceği
    kanunla belirlenir. (AS: Devletin.. diye başlamalı, tümce düşük!)

Değişiklik tarihi 1999’dur ve 57. koalisyon hükümeti dönemidir; Başbakan Bülent Ecevit ve yardımcıları – ortakları ANAP-Mesut Yılmaz ve MHP-Devlet Bahçeli’dir.
Küresel sermaye bastırmış ve koparmıştır bu muazzam ödünü.. hatta Kapitülasyonu!
Böylelikle Devlet, dilediği yatırım ve hizmeti kamu hukuku alanı dışına çıkararak, özel hukuk alanına aktarabilecek, bu yolla, olası davalarda şirketler güçlenirken Kamu’nun eli zayıflatılacaktır.

Buna koşut olarak özel sektöre sağlanan güvence pekiştirilerek (tahkim edilerek) Anayasa md. 125’e de çok kritik ekleme yapılmıştır aynı Anayasa değişikliği paketiyle :

  • ANAYASA md. 125– ……. (Ek hüküm: 13/8/1999-4446/2 md.) Kamu hizmetleri ile ilgili imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinde bunlardan doğan uyuşmazlıkların milli veya milletlerarası tahkim yoluyla çözülmesi öngörülebilir.

Açıkçası; …. Kamu hizmetleri ile ilgili imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinde bunlardan doğan uyuşmazlıklar Türk yargısı önünde değil, tarafların belirleyeceği yargıç olmayan yerli – yabancı “hakemler” eliyle çözüme kavuşturulacaktır. Oysa Anayasa md. 36 aşağıdaki gibi..

  • Hak arama hürriyeti
    Madde 36 – Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.
    Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz.

Öte yandan YARGI yetkisi, devleti egemen kılan 3 ana erkten biridir Yasama ve Yürütme ile birlikte. Böylelikle yerel – küresel sermaye Devletin Yargı erkini dışlamakta ve uyuşmazlıkları kendilerinin belirleyeceği yerli yabancı hakemlerin çözümüne bırakmaktadır.. Bu şirketlerle anlaşmazlığa düşen yurttaşlar, bağımsız-yansız Türk yargısı önünde hak arayamayabilecektir. Buyurun Tahkime!

Bunun açık adı YARGISAL – HUKUKSAL KAPİTÜLASYONDUR! Devletin Egemenlik hak ve yetkisinden – gücünden çok ciddi bir ödün vermektir ve kabul edilemez. Günümüz ŞEHİR HASTANELERİ vb. lerinin adeta dokunulmaz statüsü, yıllar önce Anayasa düzeyinde sağlama bağlanmıştır. Nitekim,

“SAĞLIK BAKANLIĞINCA KAMU ÖZEL İŞ BİRLİĞİ MODELİ İLE TESİS YAPTIRILMASI, YENİLENMESİ ve HİZMET ALINMASI ile BAZI KANUN ve
KANUN HÜKMÜNDE KARARNAMELERDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASI HAKKINDA KANUN” (yasa no. 6428, RG: 09.03.2013) md. 1/ö şöyle :

md. 1/ö) Sözleşme: Yapım işlerinde özel amaçlı şirketle idare arasında; yenileme işleri ile
bu Kanun çerçevesinde ihtiyaç duyulan araştırma, geliştirme, danışmanlık hizmetleri veya
ileri teknoloji ya da yüksek mali kaynak gerektiren bazı hizmetlerin gördürülmesi için
yüklenici ile idare arasında özel hukuk hükümlerine göre yapılan sözleşme ve eklerini…

Anayasa md. 47’de yapılan değişiklikle getirilen sözleşmenin hukuksal statüsünü “yasa ile belirleme” yetkisi İdarece bu yasayla (6428) kullanılarak, Sağlık Bakanlığı ile şehir hastanelerini yapan – işletecek ve olan ve dahi Devletin kendini soyutladığı “araştırma, geliştirme, danışmanlık hizmetleri veya ileri teknoloji ya da yüksek mali kaynak gerektiren bazı hizmetlerin” de satın alınması için girişimci(ler) arasında “sözleşme” kamu hukuku değil, özel hukuk kapsamında düzenlenmiştir. Tahkim yolu da pekala Sözleşmeye konabilir (Sözleşmeler ticari sır olarak korumaya alındığından, içeriğini bilemiyoruz), yasal ekleme ya da çooooooook kolaylıkla gece yarısı bir OHAL KHK’sı ile dayatılabilir.. OHAL KHK’ları ile Türkiye’de yapılamayacak iş yok gibi.. Çünkü AYM (Anayasa Mahkemesi) kendisini yetkisiz saydı, CHP’nin açtığı bunların anayasa yargısınca denetlenmesi davasında. Dolayısıyla bir OHAL KHK’sı AYM’yi kaldırırsa, bu Mahkeme kendini baştan felç ettiğinden, kendisinin yok edilmesine bile “gık” çıkaramayacak.. Oh ne ala hukuk devleti!

İşte bu yüzden, Şehir Hastaneleri kumpası ile ülkemize kurulan büyük tuzak örtük kalabilsin diye bunlar hakkında hemen hemen hiçbir temel veriye erişemiyoruz, tek yanlı olarak ilkesiz ve ölçüsüz ileri sürülen “ticari sır” kalkanına çarpmaktayız. Bilgi Edinme Yasası da işlevsiz.

Lütfen tıklar mısınız :

  • Sağlıkta Kamu-Özel Ortaklığı Yasası ve Getirip-GötürdükleriTaa 24 Mart 2013’te, yasanın çıkarılmasından 2 hafta sonra, günümüzden 4,5 yıl önce yazmıştık.. Şimdi soralım mı :
  • Türkiye’de hala, bu halkın bir devleti var mı;
  • Yoksa Devletimizi yerli – yabancı sermaye gasp etti de biz hala yanılsama içinde
    Devletimiz olduğunu sanıp oyalanmakta mıyız?? Hangisi??

Sevgi, saygı ve kaygı ile. 24 Eylül 2017, Ankara

Şehir hastanelerinde hangi hukuk geçerli

Şehir hastanelerinde hangi hukuk geçerli?

Çiğdem Toker
Cumhuriyet, 22 Eylül 2017
(AS : Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)
Sıklıkla değiniyoruz. Şehir hastanelerinin açıldığı illerde, kamuya bağlı hastaneler kapatılacak/kapatılıyor. Bu, Kamu Özel İşbirliği (KÖİ) modelinin işleyebilmesi için kurgulanmış bir “gereklilik” Şöyle: Sağlık Bakanlığının kiracı olduğu müteahhit şirketlerin, olabildiğince şehirden uzak, doktorların içinde “ginger” ile dolaşacağı büyüklükte, iktidar medyasının “5 yıldızlı otel gibi” diye takdim edeceği standartlarda hastane yaparak devlete her ay yüklü işletme faturaları kesebilmesi, kentin içindeki kurulu kamu hastanelerinin kapatılmasıyla mümkün.

***
Bu hafta başı hasta kabulüne başlayan Adana Şehir Hastanesinde öyle oldu mesela. 
Cumhurbaşkanlığı Sarayını da yapan Rönesans’ın üstlendiği Adana Şehir Hastanesi açılınca Adana Numune Hastanesi devreden çıktı. Adana Numune Hastanesi, eğitim-araştırma hastanesiydi. Eğitim hastaneleri de bir süre önce Sağlık Bilimleri Üniversitesi’ne bağlanmıştı. 
Şimdi bir sorun çıktı. Şehir hastaneleri ile eğitim araştırma hastaneleri arasında, diğer anlatımla şehir hastaneleri ile Sağlık Bilimleri Üniversitesi arasında kurulmuş bir hukuksal bağ bulunmuyor. Bu nedenle üç gün öncesine dek Numune Hastanesi’nde görev yapan doktorların, bugün Adana Şehir Hastanesi’nde hangi yasal çerçeveye göre çalıştırıldığı açık değil. 
Adana Numune Hastanesi personeli, Sağlık Bakanlığı onayıyla şehir hastanelerine devredildi. Fakat şehir hastanelerinin statüleri Devlet Memurları Kanunu ya da Devlet Personel Başkanlığı’yla ilgili KHK’de sayılan kurum ve kuruluşların hiçbirine uymuyor. 
Bütün şehir hastaneleri gibi Adana Şehir Hastanesi de görüntüleme, laboratuvar ve diğer tıbbi destek hizmetleri, bilgi işlem, sterilizasyon, çamaşır, temizlik, güvenlik ve yemeği de içine alır şekilde ticari alanların yapım ve işletilmesini üstleniyor. 
Ancak bütün bu hizmetlerde kamu çalışanlarının yer alıp almayacağı, kamu çalışanları olacaksa nasıl işleyeceği, ödemeler vs. gibi konuların kapsamı bilinmiyor. 
Bu tür konular “ticari sır” gerekçesiyle açıklanmıyor. Devlet kurumları, açık açık şirket çıkarlarını kamu çıkarlarının önüne koymuş durumda. Kapatılacak yer ve birimlerde çalışan kamu görevlilerinin akıbeti de belirsizliğini koruyor. Kamu çalışanlarının özlük haklarında kayıplara yol açan, kamu çalışanlarını şirket yetkilileriyle karşı karşıya bırakan tuhaf bir tablo ortaya çıkıyor. 
Dahası bu tablo Adana ile sınırlı değil. Şehir hastanelerinin açıldığı her ilde benzer sorunlar yaşanıyor. Şehir hastanelerinin 25 yıllık sözleşmelere dayandığı hatırlanırsa, bu koşullar altında nitelikli bir sağlık hizmetinin nasıl olup da uzun süre aksamadan verileceği büyük bir soru işareti olarak havada asılı duruyor. Doktorların özlük hakkı belli olmasın varsın. Nasılsa “ticari sır” diye açıklanmayan sözleşmelere dair en mühim bilgiyi biliyoruz:

  • Şirketler, 25 yıl boyunca Hazine’den kazanacak.
    =====================================
    Dostlar,

ŞEHİR HASTANELERİNE SAĞLANAN HUKUKSAL DOKUNULMAZLIK 

Cumhuriyet‘in değerli yazarı Çiğdem Toker, sebatla, bu ŞEHİR HASTANELERİ SOYGUNU‘nu işlemeyi sürdürüyor sağolsun..

Kullanılan terimlere özen göstermek ve açıklıkla tanımlamak uygun olur. KÖİ : Kamu Özel İşbirliği uygun bir tanımlama değil. İngilizce aslı “PPP – Public Private Partnership”, dolayısıyla “Kamu – Özel Ortaklığı” diye tanımlamak gerekir. Ama ne yazık ki ilgili yasada KÖİ : Kamu Özel İşbirliği sözcükleri kullanılmakta. Bu da yanıltıcı.. Devlet – sermaye arasında tarafların denkliği de söz konusu değil.. Sermaye “has ya da esas oğlan”, Devlet üvey, yanaşma!

  • Bilindiği gibi “De-regülation”, KüreselleşTİRmecilerin en önemli silahlarındandır.

Açığı, toplumsal yaşamı düzenleyen mevzuat kurallarının bir bütün olarak esnetilmesi, kuralların gevşetilmesi, özellikle ticaret – ekonomi alanında neredeyse mutlak bir de-regülasyon / kuralsızlaştırma ile yerel ve özellikle küresel sermayeye ve bunların ortaklıklarına açılması, dikensiz gül bahçesi olarak sömürüye sunulması demektir..

Anayasa’nın 47. maddesinde yapılan kritik değişiklik gözden kaçırılmamalıdır :

  • ANAYASA md. 47 / (Ek fıkra: 13/8/1999-4446/1 md.) Devlet, kamu iktisadi teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişileri tarafından yürütülen yatırım ve hizmetlerden hangilerinin özel hukuk sözleşmeleri ile gerçek veya tüzelkişilere yaptırabileceği veya devredebileceği kanunla belirlenir. (AS: Devletin.. diye başlamalı, tümce düşük!)

    Değişiklik tarihi 1999’dur ve 57. koalisyon hükümeti dönemidir; Başbakan Bülent Ecevit ve yardımcıları – ortakları ANAP-Mesut Yılmaz ve MHP-Devlet Bahçelidir.
    Küresel sermaye bastırmış ve koparmıştır bu muazzam ödünü..
    Böylelikle Devlet, dilediği yatırım ve hizmeti kamu hukuku alanı dışına çıkararak, özel hukuk alanına aktarabilecek, böylelikle olası davalarda şirketler güçlenirken Kamu’nun eli zayıflatılacaktır.

    Buna koşut olarak özel sektöre sağlanan güvence pekiştirilerek (tahkim edilerek) Anayasa md. 125’e de çok kritik ekleme yapılmıştır aynı Anayasa değişikliği paketiyle :

  • ANAYASA md. 125 – ……. (Ek hüküm: 13/8/1999-4446/2 md.) Kamu hizmetleri ile ilgili imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinde bunlardan doğan uyuşmazlıkların milli veya milletlerarası tahkim yoluyla çözülmesi öngörülebilir.Açıkçası; …. Kamu hizmetleri ile ilgili imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinde bunlardan doğan uyuşmazlıklar Türk yargısı önünde değil, tarafların belirleyeceği yargıç olmayan “hakemler” eliyle çözüme kavuşturulacaktır.

Oysa Anaysa md. 36 aşağıdaki gibi..

Hak arama hürriyeti
Madde 36 – Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.(1)
Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz.

Öte yandan YARGI yetkisi, devleti egemen kılan 3 ana erkten biridir Yasama ve Yürütme ile birlikte. Böylelikle yerel – küresel sermaye Devletin Yargı erkini dışlamakta ve uyuşmazlıkları kendilerinin belirleyeceği yerli – yabancı hakemlerin çözümüne bırakmaktadır.. Bu şirketlerle anlaşmazlığa düşen yurttaşlar da, bağımsız – tarafsız Türk yargısı önünde hak arayamayabilecektir.

Bunun açık adı YARGISAL – HUKUKSAL KAPİTÜLASYONDUR, egemenlik hak ve yetkisinden – gücünden çok ciddi bir ödün vermektir ve kabul edilemez

Günümüz ŞEHİR HASTANELERİ vb. lerinin adeta dokunulmaz statüsü böylelikle ve yıllar önce Anayasa düzeyinde sağlama bağlanmıştır. Nitekim,

  • “SAĞLIK BAKANLIĞINCA KAMU ÖZEL İŞ BİRLİĞİ MODELİ İLE TESİS YAPTIRILMASI, YENİLENMESİ VE HİZMET ALINMASI İLE BAZI KANUN VE KANUN HÜKMÜNDE KARARNAMELERDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASI HAKKINDA KANUN” 
    (yasa no. 6428, RG: 09.03.2013) md. 1/ö şöyle :

    md. 1/ö) Sözleşme: Yapım işlerinde özel amaçlı şirketle idare arasında; yenileme işleri ile bu Kanun çerçevesinde ihtiyaç duyulan araştırma, geliştirme, danışmanlık hizmetleri veya ileri teknoloji ya da yüksek mali kaynak gerektiren bazı hizmetlerin gördürülmesi için yüklenici ile idare arasında özel hukuk hükümlerine göre yapılan sözleşme ve eklerini… 

    Anayasa md. 47’de yapılan değişiklikle getirilen sözleşmenin hukuksal statüsünü “yasa ile belirleme” yetkisi İdarece kullanılarak, Sağlık Bakanlığı ile şehir hastanelerini yapan – işletecek olan, İdarece bu yasayla (6428) kullanılarak Sağlık Bakanlığı ile şehir hastanelerini yapan – işletecek ve olan ve dahi Devletin kendini soyutladığı “araştırma, geliştirme, danışmanlık hizmetleri veya ileri teknoloji ya da yüksek mali kaynak gerektiren bazı hizmetlerin” de satın alınması için girişimci(ler) arasında “sözleşme” kamu hukuku değil, özel hukuk kapsamında düzenlenmiştir. Tahkim yolu da pekala Sözleşmeye konabilir (Sözleşmeler ticari sır olarak korumaya alındığından, içeriğini bilemiyoruz), yasal ekleme ya da çooooooook kolaylıkla gece yarısı bir OHAL KHK’sı ile dayatılabilir.. OHAL KHK’ları ile Türkiye’de yapılamayacak iş yok gibi.. Çünkü AYM (Anayasa Mahkemesi) kendisini yetkisiz saydı, CHP’nin açtığı bunların anayasa yargısınca denetlenmesi davasında. Dolayısıyla bir OHAL KHK’sı AYM’yi kaldırırsa, bu Mahkeme kendini daha başından felç ettiğinden, kendisinin yok edilmesine bile “gık” çıkaramayacak.. Oh ne ala hukuk devleti..İşte bu yüzden, Şehir Hastaneleri kumpası ile ülkemize kurulan büyük tuzak örtük kalabilsin diye bunlar hakkında hemen hemen hiçbir temel veriye erişemiyoruz, tek yanlı olarak ilkesiz ve ölçüsüz ileri sürülen “ticari sır” kalkanına çarpmaktayız. Bilgi Edinme Yasası da işlevsiz.

    Lütfen tıklar mısınız : Sağlıkta Kamu-Özel Ortaklığı Yasası ve Getirip-Götürdükleri

Taa 24 Mart 2013’te, yasanın çıkarılmasından 2 hafta sonra, günümüzden 4,5 yıl önce yazmıştık..

Şimdi soralım mı :

  • Türkiye’de hala, bu halkın bir devleti var mı; yoksa Devletimizi yerli – yabancı sermaye gasp etti de biz hala yanılsama içinde Devletimiz olduğunuz sanıp oyalanmakta mıyız?? Hangisi??

Sevgi ve saygı ile. 23 Eylül 2017, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Bilkent Şehir Hastanesi’ne 23.4 milyar TL kira ödenecek!

Bilkent Şehir Hastanesi’ne 23.4 milyar TL kira ödenecek!

Çiğdem Toker
Cumhuriyet
, 13.9.17

(AS : Aynı konuda 2 ardışık makaleye katkımız yazıların altındadır..)

Ne vakit, şehir hastaneleri veya otoyol köprü projeleri dolayısıyla, Hazine’ye yüklenen borca değinsem, AKP’ye gönül verdiğini düşündüğüm güzide okurlardan, ya yakası açılmadık küfür, ya da “inşallah öl” kabilinden tepkiler alıyorum. 
Fakat bir de samimiyetle inanamayanlar var. Okuduğunuz yazı onlar için.
***
Uğruna ODTÜ ormanı, içindeki canlılarla birlikte katledilen Bilkent Şehir Hastanesi’ne (BŞH) Sağlık Bakanlığı’nca yılda 340.6 milyon TL kira ödeyeceğini yazdım dün.  Az yazmışım. 
Şehir hastanesi projelerinin tümünde (şimdilik 30) kira sözleşmelerinin 25 yıllık olduğu gerçeğinden hareketle bu tutar sabit olamazdı tabii. 
Sağ olsunlar; hekim Prof. Kayıhan Pala ile iktisatçı Prof. Dr. Uğur Emek ayrı ayrı dikkatimi çektiler. (Her iki isim de konuya uzman gözüyle bakan önemli yazılar kaleme almış bulunuyor. Prof. Pala bianet’te. Prof. Emek, kişisel blogunda.) 
Sözün özü: Dünkü yazıda paylaştığım 340.6 milyon TL’lik yıllık kira bedeli, BŞH ihalesinin yapıldığı 2011 yılı rakamını yansıtıyor. (Bu tutara şirketin, görüntüleme, otopark temizlik vs gibi alanların işletme geliri dahil değil.)
***
Evet: Bilkent Şehir Hastanesi için Dia Holding’e 25 yılda ödenecek kira bedeli 23.4 milyar TL. O da ŞİMDİLİK. 
Sağlık Bakanlığı’nın 2017 yılı bütçesi TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda görüşülürken, komisyon üyesi vekillere dağıtılan “Paranın Değeri -Analiz Yaklaşımı” belgesinde, bakanlığın BŞH müteahhidine ödeyeceği kiranın 2043 yılına dek uzanan projeksiyonu yer alıyor.

2019’da 419 milyon TL 
340.6 milyon TL başlangıç tutarı dedik. Ödemeler 2019 yılından başlayarak 419.2 milyon TL ile başlıyor. Bir sonraki yıl (2020) Sağlık Bakanlığı bütçesinden ödenecek kira tutarı 448.5 milyon TL’ye çıkıyor. Bizzat Sağlık Bakanlığında hazırlanmış bu belgede, yıllık kira tutarının, “kullanım bedeli” ve “hizmetler” diye iki ayrı bileşenden oluştuğu görünüyor. 
Fakat ilginçtir, 25 yıl boyunca artarak ödeneceğini gördüğümüz kira tablosunda dönem sonuna (2043) gelindiğinde 23.4 milyar TL yazması gereken toplam hanesinde 4 milyar 13 milyon TL yazıyor. Neden diye sorarsanız, cevap, “bugünkü değer”miş.

Hangi ülkenin enflasyonu 
Bakanlık analiz tablosunda, her yıl artan bir enflasyon hanesi de var. Fakat % 1’lik, 1.15’lik oranları görünce bunun Türkiye’deki enflasyon “olmadığı”nı anlıyorsunuz. 
Muhtemelen projeye kredi veren finansörlerin, küresel düzeyde aradığı standarda karşılık gelen bir enflasyon oranı bu. (Köprü projelerinde mesela, Hazine’ce şirkete ödenecek gelir farklarında ABD enflasyonu uygulanıyor.) Sonuçlardan  biri şudur:

– Şehir Hastaneleri’nin “bu milleti” nasıl borçlandırdığını parti medyasında okuyamazsınız
.
– Ne hastanelerin yapıldığı arazilerin müteahhide bedava verildiğini,
– ne Sağlık Bakanlığının o hastanede çeyrek yüzyıl kiracı olacağını,
– ne bu hastaneler açılınca şehirdeki hastanelerin kapanacağını. 


Sabah akşam gazetemiz için, 10.5 aydır tutuklu olup hâlâ tahliye edilmeyen arkadaşlarımız için duruşma sürerken dahi tetikçilik yapan parti bültenlerinde hiçbirini göremezsiniz bunların. 

Onlar size bu hastanelerde doktorların “ginger” ile hastasına gideceğini, odaların beş yıldız konforunda olacağını yazar da, hastanelerin kent merkezine 20 km uzakta olduğunu, doktorun ginger kullanmasının hastanenin, Hazine’den daha çok para çekmek için özellikle devasa planlanmasından kaynaklandığını söylemezler. 
Böyledir güzel ülkemizde 12 Eylül’ün yıldönümündeki “gazetecilik”.
================================

Şehir Hastanesi denilen…

Çiğdem Toker
Cumhuriyet
, 12.09.17

 

ODTÜ ormanı Ankara’nın akciğeri sayılırdı. İki gece önce -di’li geçmiş zaman oldu. Ankara’nın ciğerleri, “bu millet”e sağlık dağıtacak diye inşa edilen şehir hastaneleri uğruna katledildi. Yıkım, kesilen ağaçların sayısıyla ölçülemez. Melih Gökçek’in fotoğraflarını “yol açtık” diye gururla paylaştığı alanda biz taammüden öldürülmüş bir ekosistem görüyoruz. Varlığı, yaşamını sürdürmesi o ormanın varlığına bağlı binlerce canlıyı yani. Gökçek’in gülüşüne bu sonuç da dahil.
***
Siyasal İslamcıların ağaç sevgisizliğiyle yeni tanışmıyoruz. Bu sevgisizliği maskeleyen “hizmet” diye dikte ettikleri ama Hazine borcunu torunlara devredilen rant projeleriyle de. Denizli’de yaşadığım lise yıllarımda, önünden her gün geçtiğim ve Delikliçınar Meydanı’na adını veren çınarların, ne tesadüf ki yine bir gece kesilmesi AKP belediye dönemine rastlar. Denizlili Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci de iyi hatırlar.
***
Ormanı yok etme gerekçesi, Bilkent Şehir Hastanesi (BŞH) açılınca artacak trafiğe yol açmak diye açıklanıyor. Tabii bu yolun, sağında solunda yeni rantlara “yol olacağı” da herkesin bildiği sır. Yine de biz şimdi, görünürdeki “şehir hastanesi” gerekçesine bakalım. Kamu Özel İşbirliği (KÖİ) modeliyle yaptırılan şehir hastanelerindeki “kamu”, sadece isimde. Ülkenin dört bir yanında açılan/inşa edilen şehir hastaneleri Hazine’yi tahminlerin ötesinde bir mali cendere altına soktu.
Bir kere Sağlık Bakanlığı bu projelerde kiracıDevletin, müteahhide tahsis ettiği arazinin sahibi olmasına rağmen bir de. Her biri 25’er yıllık, 30’a yakın şehir hastanesinde kimileri 2043 yılına kadar kadar sürecek bir kiracılıktan bahsediyoruz.
***
Ankara’ya birbirine yakın ölçekte iki şehir hastanesi yapılıyor. Biri Bilkent, diğeri Etlik’te. İsimlerini semtlerinden alıyor. Toplam yatak sayısı 7500 dolayında olacak 2 devasa hastane bittiğinde, -“şehir hastanesi” adını, konumlarıyla asıl hak eden- merkezdeki hastaneler kapatılacak. Bunu ben değil Etlik Şehir Hastanesi’nin ÇED Raporu (9. sayfa) söylüyor.

“Etlik ESK’nin faaliyete geçmesi ile
 kapanacak olan hastane sayısı 6 olarak öngörülmektedir (…) Dışkapı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Dr. Abdurrahman Yurtasan Ankara Onkoloji, Sami Ulus Pediatri, Zekai Tahir Burak Kadın Hastalıkları, Ulucanlar Göz ve Ulus Devlet hastaneleri. Ayrıca proje sahasındaki 2 hastane de Etlik ESK işletmeye geçtiğinde kapanacaktır. Bu hastaneler, Zübeyde Hanım Kadın Doğum Hastanesi ile Dışkapı  Polikliniği”

340.6 milyon TL kira
Sağlık Bakanlığı’nın Türk Tabipleri Birliği ile bu yılın başındaki görüşmede paylaştığı bir belge var: “Paranın Değeri Analiz Yaklaşımı-Bilkent Şehir Hastane Örneği.
Belgeye göre BŞH’ye Sağlık Bakanlığı’nın ödeyeceği kira 340 milyon 616 bin 21 TL ile başlıyor. Enflasyona göre “güncellenecek” bu kira, hastaneyi yapan Dia Holding’e 25 yıl boyunca ödenecek. (Dia Holding, 3. köprüyü yapan iki ortaktan İbrahim Çeçen’in oğlu Murat Çeçen’in kurduğu şirket. Tek değil, eski röportajlarda Murat Çeçen’in “üniversite arkadaşı” olduğu belirtilen Azeri işadamı Hassan Gozal ile kurduğu bir holding. )
BŞH için hep “Avrupa’nın en büyüğü” deniyor. Kolay değil tabii en büyük olmak. Şehrin akciğeri ormanlar katlediliyor, başkent merkezinde ulaşımı çok daha kolay köklü hastaneler kapatılıyor, o bölgedeki canlılığı, ekonomiyi, esnafı, sosyal yaşamı bitirme pahasına.
Yer bitti. Sürdüreceğim.
================================
Evet dostlar,

Değerli yazar Çiğdem Toker, çooook önemli akçalı yazılar yazıyor ve sorguluyor..
Şehir hastanelerini de.. Biz de yakaladığımız ölçüde web sitemizde paylaşıyor ve yorumlarımızı ekliyoruz. Yukarıda 12 ve 13 Eylül 2017 günleri ardışık 2 yazısını paylaştık.
Bu site okurları konuyu artık iyi biliyorlar.
‘Şehir hastaneleri’ diye taratsalar, karşılarına 10’dan az yazı çıkacağını sanmıyoruz sitemizde..

  • ”Hazine borç stokunun bu yılın ilk yarısında 58 milyar TL artış gösterdiğini ve 817 milyar TL’ye ulaşarak rekor bir büyüme içerisinde olduğunu vurguluyor. Bu rakama Kredi Garanti Fonu (KGF); otoyollar, Sağlık Bakanlığı’nın garantili kiracı olduğu şehir hastaneleri gibi ahbap-çavuş kapitalizminin (crony capitalism) ana unsuru olan kaynak transferlerinin dahil olmadığını da hatırlatalım. Dolayısıyla, kamunun borçlanarak büyümesi devam ederken, TÜİK’e göre kamunun harcamaları düşüyor; yatırımlar artıyor ama artan şeyin teknolojiye, üretkenliğe olan yatırımlar değil, doğayı katleden inşaat ve konut yatırımlarına yöneldiğini izliyoruz. Bu tarz spekülatif büyüme ivmeleri istihdam yaratmadığı gibi, enflasyonist baskıların da sürmesine ve Türkiye’nin gerek işsizlik (özellikle genç işsizlik) ve enflasyon göstergelerinde OECD ülkeleri arasında en kötü göstergeleri sergilemesine neden oluyor.”

Yukarıdaki paragraf, şehir hastaneleri vb. büyük ölçekli (makro) rant projelerinin (talanların!) mali anatomisini ve fizyolojisini pek güzel açıklıyor.. Prof. Erinç Yeldan‘ın 13.9.17 günlü Cumhuriyet’teki ‘Milli Gelir Hesapları’ başlıklı makalesinden.

AKP = RTE nasıl durdurulacak? Bu çılgın bodoslama sürükleniş nereye varacak?
Özellikle AKP’li sağduyulu kesimlerin yıkımı görmeleri gerekiyor artık. AKP kesiminden yazar Ahmet Taşgetiren’in, Zafer Çağlayan’ın rüşvet kol saatinin ve yolsuzluğunun ‘‘milli mesele” kalkanıyla örlütmeye çalışılmasına isyanı hoştur ancak yeterli midir?

Unutulmasın, AKP = RTE ne denli kutuplaştırıp bölmeye çalışsa da aynı gemideyiz..
Biz soruyoruz çok net olarak :

  • Kamunun borcu olağanüstü artmayı sürdürüyor ancak kamu yatırımları azalıyor.. O zaman garip – gurebadan toplanan bu vergiler nereye gidiyor? Hangi legal ya da illegal işleri finanse ediyor ve nereye dek bu bezirgan düzeni sürdürülebilir?? Sistem çöktüğünde ilk altında kalacak AKP = RTE değil midir??

    Kamu – Özel ortaklığı, pek çok ülkede büyük kamusal zararlarla çöktü.. İngiltere, Brezilya, Meksika gibi.. Ama Batı Emperyalizmi AKP’yi acımasızca bu sınanmış süreçte kullanıyor. Çoook hazindir ama bir kez daha sorarak yazalım :

    – Devlet, kimin sopalı tahsildarı olmuştur halkının sırtında;
    AKP = RTE bu yaman tuzağın ayırdında mıdır, yoksa bilerek mi misyon üstlenmişlerdir??

Sevgi ve saygı ile. 14 Eylül 2017, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

TVF nereye ne harcadı sahi?

TVF nereye ne harcadı sahi?

Çiğdem Toker
Cumhuriyet
, 08.09.2017
(AS : Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)
Türkiye Varlık Fonu (TVF) kurulalı bir yılı geçiyor. 15 Temmuz darbe girişiminden hemen sonra, “Gazi Meclis”te görüşülen bir kanun teklifiyle,
Sayıştay’ın denetim yapamayacağı (AS : Niçin??!!) bir anonim şirket olarak kurgulandı.

TVF, yürürlükteki yasalar karşısında gelmiş geçmiş en ayrıcalıklı A.Ş. 
Denetimden uzak ve belirsizliklerle dolu yapısının inşasında OHAL düzeni, bu imtiyazlı şirkete, olağan rejimlerde tahkim edilemeyecek bir zemin oluşturdu. Tartışmasız, sorgusuz sualsiz
“küt” diye geliveren gece yarısı KHK’leriyle, kimseye ağzını açma fırsatı dahi verilmedi. 

İlan edilme gerekçesi darbeci kadroları hızla yargılayıp cezalandırmak olan OHAL rejimi, başka pek çok “tahkim” işlevinin yanı sıra, halkın birikimleriyle kurulup yaşatılan büyük kamu kuruluşlarının TVF’ye devrine yaradı.
***
AKP medyasına bakarsanız TVF, küresel bir aktör olma yolunda emin adımlarla ilerliyor. (Devredilen varlıkların aktif büyüklüklerinin 160 milyar dolar, özkaynak büyüklüğünün de 35 milyar dolar olduğu açıklanmıştı.) 
Oysa henüz ortada ne plan var, ne de denetim raporu. Yasa teklifi Plan Bütçe Komisyonu’nda görüşülürken, AKP’li bakan ve vekiller neredeyse yemin billah bir tarzda TVF’nin denetleneceği sözünü verdiyse de dostlar alışverişte görsün tabii. 
Toplumsal hafızayı şiddet kullanarak yok etmenin gayet organize bir plan olduğu her geçen gün daha iyi anlaşılırken, “denetim” sözünün lafı mı olur? 
Dolayısıyla Sayıştay’ın denetlemediği TVF’nin (AS : Niçin??!!) denetim ve değerleme için hangi tanınmış “bağımsız” denetim şirketiyle, yüzde, binde kaç oran üzerinden anlaştığı, bizim vergilerimizden sözleşme bedeli olarak bugüne dek kaç TL ödendiği de belli değil. 
Yeri gelmişken… TVF yasasının gerekçesine

  • Otoyollar, Kanal İstanbul, üçüncü köprü ve havalimanı, nükleer santral gibi büyük altyapı projelerine kamu kesimi borcu artırılmadan finansman sağlanması” yazıldığını unutmadık. 

    O nedenle Ulaştırma Bakanı’nın geçenlerde ön fizibilite sözleşmesinin imzalandığını açıkladığı Kanal İstanbul’un, Cengiz-Kolin-Kalyon’un 20 milyar dolarlık Akkuyu Nükleer Santralı’nın % 49’una ortaklık açıklaması ile TVF kaynakları arasında bir bağ kuruldu mu, bilmiyoruz mesela. (Geçen Haziranda, bu satın almanın ardından ihtiyaç duyulan büyüklükte kredi finansmanı çekme olanağının bulunacağı duyurulmuştu.) Şeffaflık dediğiniz tam olarak budur.
    ***
    TVF bugünlerde, 2018 bütçe tasarısı ve üç yıllık Orta Vadeli Program (OVP) hazırlıkları sebebiyle gündemde. TVF’nin, ekonomik büyümeye %1.5 katkı sağlaması bekleniyormuş. Herhalde OVP açıklanırken Ziraat Bankası, Halkbank, BOTAŞ, PTT, TPAO, Milli Piyango’yu bünyesinde tutan TVF’nin bu katkıyı nasıl sağlayacağını daha ayrıntılı öğreniriz. Keza, TVF’ye devredilen ve toplam büyüklüğü 2.3 milyon metrekare olan Hazine taşınmazlarının nasıl değerlendirileceğini de.

TVF’yle ilgili aydınlatılmaya bir başka kayda değer gelişme, Katar Yatırım Fonu’yla ilişkisi. Epeydir konuşulan ortaklık görüşmelerinde ne mesafe alındığı meselesine de açıklık getiren yok. 
Sonuç olarak TVF’ye yurt dışından büyük ilgi gösterildiğini, yatırımcılarla işbirliği görüşmeleri yapıldığını sürekli duyup okusak da bütün açıklamalar hâlâ son derece genel, hâlâ son derece hamasi. 
Devasa kamu şirketlerini OHAL rejimi marifetiyle devralan TVF’nin geliri gideri,
nereye ne harcadığı, kimden ne aldığı ve nasıl denetlendiğine dair sorular hâlâ cevapsız. 

Söyleyin hadi: TVF’nin bir yılda nereye harcadığını bilmeden, büyümeye % 1.5 katkı yapacağına nasıl inanacağız?
======================================
Dostlar,

TÜRKİYE VARLIK FONU SORUNU ve SAYIŞTAY DENETİMİ NEDEN YOK?

Türkiye Cumhuriyeti tarihinin ekonomik – politik – diplomatik – kültürel – eğitsel alanlarda en büyük yönlendirmeleri (manüplasyonları) ve operasyonları AKP = RTE iktidarı eliyle yapılmakta son 15 yıldır.. 15 yıldır tek başına iktidar olan bu kadro, Anayasal bir kurum olan Sayıştay’ın mali denetimini dışlayarak yüzlerce milyar dolar, toplamda yaklaşık iki Trilyon Dolar büyüklüğünde muazzam fonları harcadı.. Oysa Anayasa’nın Sayıştay maddesi çok net :

– Anayasa madde 160 – Sayıştay, merkezî yönetim bütçesi kapsamındaki kamu idareleri ile sosyal güvenlik kurumlarının bütün gelir ve giderleri ile mallarını Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetlemek ve sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme bağlamak ve kanunlarla verilen inceleme, denetleme ve hükme bağlama işlerini yapmakla görevlidir. Sayıştayın kesin hükümleri hakkında ilgililer yazılı bildirim tarihinden itibaren onbeş gün içinde bir kereye mahsus olmak üzere karar düzeltilmesi isteminde bulunabilirler. Bu kararlar dolayısıyla idari yargı yoluna başvurulamaz.
Vergi, benzeri mali yükümlülükler ve ödevler hakkında Danıştay ile Sayıştay kararları arasındaki uyuşmazlıklarda Danıştay kararları esas alınır.
Mahallî idarelerin hesap ve işlemlerinin denetimi ve kesin hükme bağlanması Sayıştay tarafından yapılır.

Geçtiğimiz yıllarda, Anayasa md. 164 gereğince Sayıştay’ca düzenlenecek Kesinhesap bildirimleri de yasa tasarısı olarak TBMM önüne AKP hükümetlerince getirilmedi.

Bu durum hukuk diliyle TAM KANUNSUZLUKTUR!

Harcadığı her kuruşun hem matematiksel hem de yerindelik hesabını TBMM’de onun adına denetim yapan Sayıştay raporları üzerinden vermek, iktidarların anayasal ve etik yükümüdür.

16.12.2012 günü web sitemizde 2011 bütçesinin Sayıştay denetiminden kaçırıldığını ve Anayasanın açıkça çiğnendiğini yazmıştık (http://ahmetsaltik.net/2012/12/16/cumhuriyet-gazetesi-16-aralik-2012-gunlu-sayisi-ve-yorumlarimiz/) :
*******
Açıkçası :  Hükümet 2011 bütçe harcamalarını en geç Temmuz 2012 sonunda TBMM’ye sunmak zorunda idi (Kesin hesap kanunu tasarısı). Sayıştay da  bunun ardından 75 gün içinde “genel uygunluk bildirimi” ni düzenleyecektir. Bu ikisi eklenerek 2012 bütçe yasası tasarısı TBMM’ye sunulur ve önce Bütçe komisyonunda sonra Genel Kurulda “birlikte”  görüşülür.

  • Anayasa buyruğu bu denli açık ve AKP hükümetinin çiğnemi de (ihlali de) öyle.. Bu anayasaı çiğneme (ihlal) suçunun zaman aşımı süresi var mıdır ve kaç yıldır ey AKP’liler ve ey TBMM Başkanı Cemil Çiçek beyefendi??
    Bu arada muhalefet ne yapar?? Bu olağanüstü AKP skandalı da mı Türkiye’yi ayağa kaldırmaya elverişli değil ?? Bütçe görüşmelerine tamam mı, devam mı?? Kritik soru budur..
    *******

    TVF, 200 milyar Dolara yakın muazzam bir havuzu (portföyü) yönetmektedir.
    Türkiye’nin, özelleştirme talanından geriye kalan son barutudur. Dolayısıyla son derece

    1. saydam ve
    2. yerinde harcanması kaçınılmazdır.

    AKP her iki zorunluktan da kaçıyor.. Niçin, niçin, niçin?
    Üstelik bu seçim politik bir tercihe bırakılmayıp Anayasal açık buyruk iken..

  • Bu durumda TVF harcamaları daha başından hukuksal olarak ve de facto gayrımeşrudur.
    Sayıştay’ın denetiminden neden kaçınıyor, neden kaçıyorsunuz gocunacak yaranız yoksa??

    Önceki gün TVF Başkanı görevden alındı ve vekaleten İstanbul Borsası Başkanı atandı. Niçin??

Sağlıkta Dönüşüm masalsı soygunu’ için şunları aktarmıştık 11 yıl önce
(Cumhuriyet Strateji 31.07.2006) :

  • .. Sağlıkta Dönüşüm Programı özünde, gerek IMF’ye gerekse ulusal ve uluslararası sermaye çevrelerine aktarılacak yeni kaynak arayışı içinde olan tarikatlar koalisyonu AKP‘nin kısa dönemde gerçekleştirmeye çabaladığı bir rant transferi ve güven tazeleme operasyonu olarak değerlendirilmelidir….

Sanırız yap-bozun (puzzle) parçaları yerine oturmuştur..
Ancak AKP = RTE’nin gözden kaçırdığı çooook kritik bir nokta var :

  • Tüm bu pervasız hukuksuzlukların hiçbir biçimde hesabının sorul(a)mayacağı sanrısı!
    Evet, san-rı-sı.. Ama göreceğiz…

Yasa dışı (illegal) harcamalarla hangi hukuksuz işler – eylemler – operasyonlar – komisyonlar – basın – ………………. (klavyenin tuşlarında elimiz geziniyor ama yazamıyoruz!) finanse edilmektedir?

Bu soru çok rahatsız edici ise reçetesi yukarıda 2 kalem olarak netlikle yazılmıştır, yieleyelim :

1. saydam ve
2. yerinde harcama, Sayıştay denetimi..

Sevgi ve saygı ile. 09 Eylül 2017, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

Adli yıl manzarası

Adli yıl manzarası

Çiğdem Toker
Cumhuriyet, 06.09.2017
Cezaevleri tıka basa dolu. Bazılarında tutuklular yerde yatıyor.

Adalet Bakanlığı davet yöntemiyle yeni cezaevleri yaptırıyor. 
Milletvekilleri, gazeteciler, hâkimler, savcılar, yazarlar, “terör” suçlamasıyla cezaevinde. 
Evrensel hukuk normu “suç ve cezaların kişiselliği”, yalnızca AKP’ye yakın duranlar için geçerli. Onlara tahliye, Saray danışmanlığı serbest. Kalanların eşleri, çocukları yurt dışına çıkamıyor. İfade değil; artık söze dökülmemiş niyetin ceza konusu edildiği Türkiye’de dün adli yıl açılışı “kutlandı.” 
Bilen bilir, törenler baskıcı rejimlerin gıdasıdır. Var olmayan bir dünyanın varlığı konusunda kitleleri ikna etmeye yarar. Medya, para-militer hale getirildiyse başarır da.
***
Güzel ülkemizde 171 gazeteci tutuklu. 
404 gündür tutuklu 73 yaşındaki Şahin Alpay henüz yargıç önüne çıkmadı. 
Tam tahliye edilmişken, itiraz üzerine tutukluluğun devamına karar verilen Murat Aksoy 372 gündür. 
Akın Atalay, Murat Sabuncu, Kadri Gürsel 311 gündür.
Ahmet Şık 250 gündür. 
Deniz Yücel 205 gündür. 
Telefonunda ByLock bulunmadığını daha gözaltına alınmadan uzman raporuyla kanıtlayan Emre İper 152 gündür.
***
İçeriden özgürlük tabloları, bestelenecek şiirler, kitaba dönüşecek öyküler gönderen HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ve 10 HDP milletvekili 307 gündür. Henüz yargıç önüne çıkmadı. 
Kendisine, telefonunun, “olay günü” Cumhuriyet gazetesi çevresinde sinyal vermesi dışında bir delil gösterilemeyen CHP Milletvekili Enis Berberoğlu 14 Haziran’dan bu yana. 
4 binin üzerinde hâkim ve savcı, 15 Temmuz 2016 darbe girişiminden kısa bir süre sonra meslekten ihraç edildi. Yüzlerce tutuklu hâkim ve savcıların çok büyük bölümü henüz hâkim karşısına çıkmadı. 
187 basın yayın kuruluşu kapatıldı. Gerçekler biraz daha karartıldı. 
Yüzlerce meslektaşımız işsiz. Kapatılan kuruluşlar haklarını arayamıyor.

İhraç 
OHAL KHK’leri TBMM’yi devre dışı bırakarak, çok farklı konu ve alanlarda yüzlerce kanunda değişiklik yaptı. 
Toplam sayısı 27 olan OHAL KHK’leriyle ihraç edilen kamu görevlisi sayısı (hâkim, savcı, asker, polis, akademisyen, diğer sivil personel) 110 bin kişiye yaklaştı. Sayının yaklaşık olması, bazı ihraçların ardından iadelerin yapılmasından kaynaklanıyor.

İşkence 
15 Temmuz’dan sonra gözaltı sürelerinin uzamasıyla “nezaret”lerde, ardından cezaevlerinde işkence ve onur kırıcı muamele iddiaları görülmemiş biçimde arttı
Adalet Bakanlığı, Türkiye’nin dört bir yanındaki cezaevlerinden yükselen işkence çığlıklarını sürekli yalanladı. 
Fakat niyeyse aynı Adalet Bakanlığı, Avrupa İşkence ve Onur Kırıcı Muameleleri Önleme Komitesi’nin (CPT) Türkiye’deki cezaevleri ziyaretlerinden sonra hazırladığı raporun açıklanmasını engelledi. 
Bu durumu yazdığımda, bakanlık yetkilisi raporun nihai halini almadığını söyledi. Ama bu “düzeltme” yanıltıcıydı. 
CPT yetkilileri, kurduğum temasta raporun “nihai” olduğunun net dille söyleyecekti. 

Dün sabah erkenden kalkan, duştan sonra ayna karşısında tıraşını olup makyajını yapan, özenle seçtiği şık giysileriyle kapıdan çıkan, kendilerini bekleyen -vergilerimizle satın alındığı için bütçenin T cetvelinde gösterilen- makam araçları Ankara caddelerinde sessizce ilerlerken 5 Eylül adli yıl açılış törenlerinde söyleyeceklerini düşünen yüksek hukukçular ve yüksek siyasiler.
Hepsi yukarıda yazdıklarımı biliyordu. 
Var olmayan bir dünyanın varlığına ikna için düzenlenmiş törenlerde durdular öylece. 
Çoğu, içerideki sayısız tutuklunun hissettiği iç huzurundan yoksun.
==================================
Dostlar,

Durum Sayın Çiğdem Toker’in yazdıklarından daha az ürkünç (vahim) değilken; ülkemizde yargının altın çağını yaşadığını keyifle vurgulayan bir Vatan partisi Gn. Bşk. Doğu Perinçek var..

İktidar, başta RTE olmak üzere elbette ”yoğurdum ekşi” demeyecek..
İstanbul C. Başsavcısı da aynı kervanda.Yargıç – savcılar hiç bu denli bağımsız olmamışlarmış! Oysa İstanbul Barosu başkanı yargının bu denli yanlı – bağımlı olduğu dönem görmemiş!

Adalet Bakanlığı, yüreği yetiyorsa, Avrupa İşkence ve Onur Kırıcı Muameleleri Önleme Komitesi’nin (CPT) Türkiye’deki cezaevleri ziyaretlerinden sonra hazırladığı raporu bir an önce açıklasın..

Bir de Madımak katillerinin avukatı, önceki AKP bakanlarından, halen AKP Gn. Bşk. Yrd. Hayati Yazıcı’nın oğlunun FETÖ bağlantılı Tanzanya’daki şirkete ortaklığını haber yapan ve Yazıcı’ya 10 soru soran Cumhuriyet gazetesi haberine yıldırım hızıyla nasıl ve neden internet erişiminin sulh ceza yargıçlığı eliyle engellendiğini açıklayın lütfen eyy bağımsızlığının ve yansızlığının doruğundaki yargı ve AKP!..

Sevgi ve saygı ile. 06 Eylül 2017, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

Atatürk’ün mirası parsel parsel yağmalandı

AOÇ için Sayıştay’ı neden umursamadınız? Atatürk’ün mirası parsel parsel yağmalandı…

Çiğdem Toker
Cumhuriyet, 27.8.17

(AS :Bizim katılarımız yazının altındadır..)

AOÇ (Atatürk Orman Çiftliği) alanı, yıllardır mütecaviz bir talan altında.
Atatürk’ün, 80 yıl önce Hazine’ye halka hizmet koşuluyla bağışladığı AOÇ, iktidar iktidar, taksit taksit, parsel parsel, dolana dolana darmadağın edildi.

Sözcü’nün gündeme taşıdığı Balgat’taki arazinin ABD Büyükelçiliği’ne satışı, bir hukuk cinayeti.
yatay

Üzerinden dört yıl geçmiş bu satıştaki “hülle”, muvazaa, yasayı dolanma ve müteahhitlik firma ödemelerinin girdiği karmaşık bir tablo var ortada.

Şimdi; olayın peşine düştü, Gazi Üniversitesi ve TOKİ yetkilileri hakkında suç duyurusunda bulundu diye Mimarlar Odası hedefe konuluyor. Belki unutulmuştur. AKP’li bakanlara, yetkililere bir hatırlatma yapalım :

[Haber görseli]Bu ülkede TBMM adına devletin bütün kurumlarını denetleyen, daha açık bir anlatımla halkın vergilerinin nasıl harcandığının hesabını anayasal olarak soran bir kurum var. Adı Sayıştay.

İcraatınızı eleştiren herkesi hedef tahtasına koyup “algı operasyonu” ezberiyle mahkûm etmeden önce, hepimizin adına denetim yapan Sayıştay raporlarına neden kulak vermediğinizi açıklamalısınız.

2011 tarihli AOÇ raporunun 42 ve 43. sayfalarına mesela. Modern tıp eğitiminin gerçekleşmesi için Gazi Üniversitesi’ne 1983 yılında devredilmiş bu devasa (396 bin 312 metrekare) AOÇ arazisinin, TOKİ’ye hukuksuz satıldığını, bu satışta Kuzu İnşaat’ın ödemesinin ne anlama geldiğini, TOKİ’den geri alma işlemlerinin başlatılması gerektiğini taa yedi yıl önce (Çünkü 2010’da da yapılmış bu tespit) raporlayan Sayıştay’ın uyarılarını neden ciddiye almadığınızı bir açıklarsanız çok makbule geçer.

O arazinin ABD mülkiyetine geçmesinin nasıl hukuki, nasıl yasaya uygun olduğunu da açıklarsanız memnun oluruz. Ortada AOÇ kuruluş yasasının 9. maddesi dururken (devlet malı) TOKİ ile ABD Büyükelçiliği arasında imzalanan gayrimenkul satış protokolünün nasıl imzalandığını yani.

Atatürk’ün vasiyeti adına soruyoruz : Hazine’ye devretme koşulu olan halka hizmette bahsi geçen halk adına.

Sur’a kıymak

Sur bir kültürel miras. Yedi bin yıllık insanlık tarihi. Kürtlerin, Ermenilerin, Keldanilerin,
[Haber görseli]Süryanilerin kadim kenti. Bu topraklardaki ortak tarihimizin parçası. Sur’un çevresi bariyerlerle çevrili. Orada yaşayan aileler evlerinden zor kullanılarak çıkarılıyor. 
Sur’dan çığlıklar yükseliyor. İktidar buna kentsel dönüşüm diyor. Ama orada yaşayanlar istemiyor bu dönüşümü. İktidarın “dönüşüm” dediğinin Sur halkındaki karşılığı, evlerine 26 bin TL değer biçilmesi (BBC Türkçe), iş makineleriyle, greyderlerle binlerce yıllık sokaklara hoyratça girip yıkmak demek. Yeni konutlar ile hatıraların, hafızanın paramparça edilmesinin adıdır bugünkü kentsel dönüşüm.

Evlerinden çıkmaya direnen Sur sakinlerine zor kullanılışını, attıkları çığlıklara güvenlik güçlerinin “rahatlığını”, dahası eşyalarının ellerinden alındığı görüntüleri sosyal medyada izliyoruz. Yeni sahipleri, hesabı, milyonları, milyarları hakedişleri bugünden belli iktidar destekli bir inşaat katliamına “kıymayın” diye seslenmenin naifliği ise ortada.

Akın Olgun’un deyişiyle sesini bulamayan her çığlık, kendi kahrında tüketir kendini”.

Kızılırmak suyu zehirliyor mu?

Kamu yatırımları halkın vergileriyle yapılır. Yolu, yöntemi, yaptıranı farklı olsa da bu böyledir. Dolayısıyla Ankara’nın suyunun getirilmesi de öyle. Suyu getirenin Büyükşehir Belediyesi olması, içme suyu yatırımlarının toplanan vergilerle yapıldığı gerçeğini değiştirmiyor. 10 yıl önce başkentin gündemine büyük tartışmalarla giren Kızılırmak suyu, bugünlerde yeniden konuşuluyor.

Nasılsa Başkan Melih Gökçek, eleştirel her yazıda, haberde olduğu gibi bu satırları da kendi klişesine dönüşen “ideolojik yaklaşım” ön kabulüyle okumaya hazırdır. Biz yine de Onkoloji Hastanesi’ne son günlerde mide bulantısı, kusma ve ishal şikâyetleriyle giden hastalara doktorların “şehir suyunun” bile bu şikâyetlere yol açabileceği bilgisini verdiğini not düşelim. Çünkü şebeke suyu şüphesi başka şeye benzemez.

Adı bende saklı bir okurum, geçen hafta yukarıdaki şikâyetlerle gittiği hastanede, doktorun kendisine “pek çok hastanın benzer yakınmalarla geldiğini, bunun salgın olduğunu söylediğini” aktardı. Okurumdaki belirtiler enfeksiyona benzemesine karşın, kan tahlili sonuçlarında enfeksiyon bulgusuna rastlanmamış. Doktorlar, yemede içmede kullanılan tabak bardağın yıkandığı suyun bu rahatsızlığa sebep olabileceğini söylemiş. Ağustos içinde benzer şikâyetlerle pek çok hastanın geldiğini eklemiş. Okurum üç serum ve bir ağır kanser hastalarına verilen mide bulantısı ilacı ile hastaneden çıkabildiğini söylüyor.

Sözün özü; bileşiminde, insan sağlığını tehdit edecek birimler bulunduğu kaç kez raporlanan Kızılırmak suyunun halk sağlığına dönük tehdidi yeniden gündemde. Bu arada, ta 2007’de konuşulan can alıcı konu ve beraberindeki soru:

Kızılırmak’ın alternatifi olan Gerede suyunun getirilmesi gibi bir proje devlet envanterinde duruyorken yatırımı bunca yıldır neden hayata geçirilmez?
Paketlenmiş su piyasasının göz kamaştıran “dinamizmi” mi, DSİ’nin kusuru mu?

Köprüler yaptırdım

Boğaz Köprüsü ile Fatih Sultan Mehmet Köprüsü“eski Türkiye” zamanında kamu kaynaklarıyla yapılmıştı. Ne Yap-İşlet-Devret vardı o zamanlar, ne Hazine garantisi.
3. Köprü ile Osmangazi Köprüsü, AKP’nin “yeni Türkiye”sinde, “bu millete hediye” olarak yaptırıldı. 
Üstelik, “bu milletin cebinden beş kuruş çıkmadan”.

Önümüz Kurban Bayramı. Tatil uzun… Hangi Türkiye’nin köprülerinde “bedava geçiş” uygulanır? Küçümsenen “eski Türkiye”nin kamu kaynaklarıyla yaptırılan köprülerinde mi, “bu millete hediye” yeni Türkiye’nin köprülerinde mi?
=======================================
Dostlar,

Cumhuriyet‘in değerli yazarlarından Sayın Çiğdem Toker son derece önemli konuları işliyor köşesinde. Kendine göre naif  – zarif bir biçem (üslup) kullanıyor. Ancak muhataplara sorular ve kendisinin akıllı çıkarımları oldukça etkili oluyor.
Bu yazısında birkaç yakıcı konuyu işlemiş.

Bize geçmişte sitemizde değinilen sorunlara dönük yazılar yazdık web sitemizde.

Ankara’nın su sorununu işledik..
(Tıklayınız : Ankara Tabip Odası’ndan Su Hakkında Basın Açıklaması..)

AOÇ alanlarının utanılası yağmalanmasını da..
(Tıklayınız: 
ABD Büyükelçiliği inşaatı önünde protesto)

Köprüler, Boğaz geçişleri… nasıl yandaşlara peş keş çekildiğini ve birkaç kuşak zengin edilirken birkaç kuşağın da yoksullaştırıldığını.. Soyguna yine iktidarın araç olduğunu..
(Tıklayınız : 
Ey AKP’liler, bu yaptığınız alafranga irtikaptır. Osman Gazi Köprüsü büyük bir soygun eseridir. Sizler devleti soyuyorsunuz…

Sevgi ve saygı ile. 29 Ağustos 2017, Elazğ

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Devletin medikal alımları alarm veriyor

Devletin medikal alımları alarm veriyor

Çiğdem Toker
Cumhuriyet
, 29.05.2017

(AS : Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Geçen hafta tıp ve eğitim camiasını sarsan trajik bir olay yaşandı.
Elazığ Fırat Üniversitesi Başhekimi Prof. Dr. Muhammed Said Berilgen, odasında uğradığı silahlı saldırı sonucu yaşamını yitirdi.
Sevilen bir hekim, eğitimci ve yönetici olan Berilgen’in ölümü “sağlık şiddeti” olarak açıklandı.
Gelin görün ki, gerçeğin boyutları biraz daha ayrıntılı bakmayı hak ediyor.
DHA’nın olayla ilgili haberinden:
DHA’nın olayla ilgili haberinden: “Öte yandan, hastane yetkilileri, medikal malzeme alımlarında başhekimin talimatı ile ödemelerin sıraya göre yapıldığı, ancak Sercan Gök’e yapılacak ödeme ile ilgili henüz sıranın gelmediği belirtildi. Medikalci arkadaşları da, Sercan Gök’ün maddi anlamda sıkıntı yaşadığı, bu yüzden de icralık olduğu için Başhekim Prof. Dr. Berilgen ile görüşmeye geldiğini ve tartışma sonucu olayın olduğunu iddia ettiler.”
Tıbbi Cihaz Üretici ve Tedarikçileri Derneği MASSİAD’ın açıklaması da bu vahameti teyit eden unsurlar taşıyor. Olayı şiddetle kınayan, MASSİAD “Sektörün çözülemeyen ve gittikçe ağırlaşmaya devam eden sorunları nedeniyle benimsemediğimiz, hiçbir şekilde onaylamadığımız ve tasvip etmeyeceğimiz benzer trajedilerin oluşmasından endişe ediyoruz.” diyor.

Bu korkutucu uyarının gerekçelerine bakalım:

* Kamu ve üniversite hastanelerinin 250 günden başlayıp 3-4 yılı bulan uzun ödeme süreleri,
* Döviz kurlarındaki hızlı artış ile ihalelerde TL sabit fiyat verilmesi nedeniyle yaşanan zararlar
* SUT (Sağlık Uygulama Tebliği) fiyatlarının döviz ve enflasyona göre güncellenmemesi. Pek çok ürünün geçiş dönemi verilmeden listeden çıkarılması.

Borç batağı

“Meslektaşlarımız günü kurtarmaya çalışırken bankalara muhtaç duruma gelmiş, borç batağına sürüklenmiştir” diyen dernek, çözüm için, hükümetin kendilerini de çağırarak çalışma başlatmasını talep ediyor.

Kamu hastaneleri açıklasın

Piyasadan bir isimle de görüştüm. Son beş yıldır, özellikle üniversite hastanelerinde alım yapılan tıbbi cihaz/malzeme ödemeleri için “çok uzun süreli vade yapıldığının” altını çizdi.
Teslimattan 360, 550 gün sonra gibi vadeler. Dahası vade geldiğinde dahi ödeme yapılmadığını belirten yetkili, çarpıcı bir şey daha söyledi:
“Özel sektörün dış borcu arttı deniyor. Ama özel sektörün devletten alacağı rakamı
hiç kimse takip etmiyor.. Çünkü bu karambol durum devletin işine geliyor.”

MASSİAD açıklaması ve yaptığım görüşmeden sonra, Başhekim Prof. Dr. Berilgen’in ölümünün “sıradan bir sağlık şiddeti olayı” olmadığı, sorunun çok daha yapısal ve kurumsal olduğu izlenimini edindim.

Sonuç: Tıbbi cihaz ve malzeme alım ödemeleri, alarm veriyor.
Maliye ve Sağlık bakanlıklarının dikkatine.
=============================================
Dostlar,

“Sağlıkta Dönüşüm” masalının duvara dayandığının bir başka göstergesidir yaşanan dram.
Kamu hastaneleri, özellikle kamu üniversite hastaneleri bilerek ve isteyerek bir mali bunalım girdabına sokulmuşlardır. Sonuç kurguludur ve Başbakan iken R.T. Erdoğan’ın ağzından açıklanmıştır :.. Sağlık hizmeti ve hastane işletmeciliği faklı şeylerdir. Sen ilkini yap, ikinciyi bize bırak… Mali dengeni sağlayamıyorsa hastane yönetimi bize devret… 
İlk kurban Marmara Üniversitesi Top Fakültesidir. Böyle bir hastane artık yoktur ve bu Fakülte, Sağlık Bakanlığına ait Pendik Araştırma ve Eğitim Hastanesi’nde hizmet vermekte, tıp öğrencilerini ve asistanlarının uzmanlık eğitimini bu hastanede vermektedir. Hastalar – başvuranlar üzerinde yürütülen klinik tıp araştırmaları da bu hastanede yapılmaktadır.

Personel yönetimi ve mali bakımdan tam bir karmaşa yaratan modelde Üniversite’nin Anayasa gereği tanınan (md. 130/1) özerkliği de dolaylı olarak ortadan kaldırılmaktadır. İznini Tıp Fakültesi Dekanından alması gereken akademik çalışanlar, gerçekte Sağlık Bakanlığı’nın personeli olan Başhekimden izin almak durumundadır. Hastanenin yönetiminde Akdemik personelin bir söz hakkı yoktur.. Alınacak araç – gereç vb. alanlarda da..
Böylelikle kamu üniversite hastanelerine de AKP el koymak istemektedir. SGK’nın sağlık mal ve hizmetlerinin bedelleri olarak belirlediği SUT (Sağlık Uygulama Tebliği) fiyatları güncel değildir ve geriödemeler gecikmektedir. Özel hastaneler SUT bedellerine ek %200’e dek farkı hastalardan alabilmektedir. Üniversite hastaneleri döner sermayeden ödenecek ücretlerle personel çalıştırmak, bina ve tıbbi araç – gereçlerin bakım – onarımını yaptırmak ve tüm üniversitenin Bilimsel Araştırma projelerini finansmanını sağlamak zorundadır. Dolayısyla mali bunalım içindedirler, ciddi düzeyde borçludurlar. Yatan hastaların ilaçları da dahil, SGK paket anlaşmalarına dahildir ve satınalmalarının bedellerini uzun vadeye yayarak ayakta kalmaya çabalamaktadırlar.. Firmalar ihaleye girmek istememekte, geriödeme süresi ve güçlüklerini dikkate alarak yüksek fiyatlar vermektedir.

Bu hastanelerin mali iflaslarını isteyerek Sağlık Bakanlığına teslim olmaları beklenmektedir.
Dev üniversite hastaneleri bile “borcu hızlı artırmamakla” (!?) yetinmektedir.
Bunun adı KÖTÜ YÖNETİM değildir de nedir?? Beklenen, tıp fakültesi hastanelerinin yönetimine süreç içinde el koymak ve böylelikle sanki Anayasa’nın 130/1 maddesini çiğnememiş olmaktır..
Öte yandan SGK gelirleri sağlık giderlerini karşılayamamaktadır. Merkezi Yönetim Bütçesinden aktarım da haliyle yetersiz kalmaktadır. Ortanca yaşı 31 olan, 18 yaş altında 24 milyon, üniversitede 6+ milyon öğrencisi ile toplam 30 milyon 25 yaş altındaki insanda SGK için prim = ek vergi alamayan, 65+ yaşta %8,2 oran ile 6,5 milyon insanı olan, resmen 4 milyon işsizi, çalışanların 1/3’ünün kayıtdışı olup SGK primi ödemediği, kişi başına gelirin aylık ortalama 1000 doları bulmadığı, TÜİK verileriyle nüfusunun iyimser %21’i yoksul olan bir yapı…
Siz bu hastalıklı yapıda pek çok ilacı ve tıbbi gereci ithal ediyorsunuz, ayrıca KORUYUCU SAĞLIK HİZMETLERİNİ ÖNCELEYEN değil hastalanınca sağaltımı (tedaviyi) kutsuyorsunuz! Su, gıda hijyeni çok yetersiz, havası kirli, halkın sağlık eğitimi keza yetersiz,
iş sağlığı güvenliği olabildiğine berbat, nüfus artış hızının kışkırtıldığı, terör, trafik kazaları vb. yaralanmaların önemli boyutta olduğu, ciddi sayıda asker + polis + güvenlik korucuları istihdam edilen (1 milyona yakın!) bir doku… Bir yandan da 5 yıldızlı lüks otel koşullarında binalarda (şehir hastanelerinde!) lüks hastanecilik hizmeti hovardalığı. Dışarıda iflas etmiş ama Türkiye’nin kobay olarak kullanıldığı bir model!

Bu gemi yürümez efendiler.. Bu model Dünya Bankası’nın iflas etmiş dayatmasıdır.
Aklımızı başımıza toplamamız ve kamu öncülüğünde, KORUYUCU SAĞLIK HİZMETLERİNE mutlak bir öncelik ve ağırlık veren, yerli üretim – teknolojiye dayanan bir sağlık sistemine dönmek zorundayız.. Aşı üretmek ve 0-6 yaşta öncelikle olmak üzere tüm duyarlı nüfus kesimlerine uygulamak zorundayız. Vergi karşılığı sağlık hizmeti anayasal hak iken vergi unutturuldu ve utanmaz bir pişkinlikle prim = ek vergi zorunlu kılındı.. Bu da yetmedi SGK  pek çok sağlık hizmetini, mallarını, ilacı prim kapsamı dışına aktardı.. Bu da yetmedi, 12 kalemde cepten harcama yaptırılıyor.. Bu da yetmedi, SGK utanıp sıkılmadan yurttaşı TAMAMLAYICI SİGORTA yaptırmaya çağırdı..
Katmerli soygun, Deli Dumrul haltetmiş!

Sağlık giderleri onlarca milyar doları aştı, kişi başına 900 dolarlara erişti, ama SGK ayda 53 TL’ye sağlık sigortası bezirganlığına girişti posterlerle (16 Nisan halkoylması öncesi halka ahlaksız teklif!) .. Ülkenin sağlık düzeyi göstergeleri dünyada 80-113. sıralarda.. OECD içinde sonuncu..

  • Ülkenin her yıl onlarca milyar doları kimlerin kasasına aktarılıyor??
  • Devlet, sağlık sektöründe zorunlu GSS (genel sağlık sigortası) üzerinden yerli – yabancı sermaye adına halkının sırtında SOPALI TAHSİLDARA (Osmanlı’nın mültezimlerine!) nasıl indirgendi?
  • GSS gerçekten halkın sağlığının sigortası mı, yerli – yabancı sermayenin kârının sigortası mı?

Sağlık sektöründe, AKP’nin 14 yıllık SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM KEPAZELİĞİNDE olup biteni gerçekten anlayamıyorsanız bir hekime başvurarak zekanızı ölçtürmelisiniz.. Yok eğer zeka fukarası değilseniz en temel erdemlerin – değerlerin yoksulu – yoksunusunuz demektir ki yazarsak ne yazık ki hakaret vb. suç oluşturabilir. Bu halka karşı, açıkça adını yazamadığımız yapılanlar suç olmuyor ama çıplak adını koymak suç oluşturuyor! Hukuk da egemen düzenin yaptırım aracı kırbacı!

  • Sevsinler küresel sermayenin ve yerli uzantılarının aklını (!), düzenini (!) ve de sefilliğini..

Sevgi ve saygı ile. 29 2017, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD     Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com