Etiket arşivi: BM İkiz Sözleşmeleri

ADD Basın Açıklaması : EMPERYALİZME BEL BAĞLAMANIN ACI SONU VE ATATÜRK DEHASI

BASIN VE KAMUOYUNA

EMPERYALİZME BEL BAĞLAMANIN ACI SONU VE ATATÜRK DEHASI

Karadeniz komşularımız Rusya Federasyonu ile Ukrayna arasında beklenen savaş 24 Şubat 2022 sabahı başladı. Genel geçer savaş karşıtı açıklamalar dışında, Türkiye ve etkilenecek diğer ülkeler açısından değerlendirme yapmak gerekirse:

Kuzey komşumuz Sovyetler Birliği’nin dağıldığının 26 Aralık 1991 tarihinde Gorbaçov tarafından ilan edilmesi ile birlikte, bağımsız hale gelen cumhuriyetler, emperyalist devletlerin paylaşım alanı haline gelmiş, yükselen ekonomik krizin etkisiyle her türlü beşinci kol faaliyeti hız kazanmıştır. Yıkılan rejimin zenginliklerine el koyan oligarklar, mafyatik ilişkilerle büyük güce ulaşmışlar, bu gücü korumak ve yeni ekonomik ilişkiler geliştirmek için emperyalist devletlerle kirli ve karanlık ilişkiler kurmuşlardır.

Türkî Cumhuriyetler olarak anılan Orta Asya’daki devletler, “İslam” etkisi kullanılarak CIA destekli FETÖ’ye açılmış, bu emperyalist işbirlikçisi örgüt, bağımsızlığını kazanan cumhuriyetlerde ABD adına öğretmen maskeli ajanlarıyla yıkıcı faaliyetler yürütmüştür.

Sovyetler döneminin Doğu Avrupa’ya komşu kesimindeki cumhuriyetler ise; yaygın şekilde Soroscu “Turuncu Devrim” adı verilen Batı yanlısı protesto hareketleri üzerinden emperyalizmin etki alanına sokulmuş, bu etkiyi sürekli kılmak için ya NATO üyesi yapılmışlar ya da topraklarını ABD üslerine açmak zorunda bırakılmışlardır. Çekya, Macaristan, Polonya, Bulgaristan, Estonya, Letonya, Litvanya, Romanya ve Slovakya ile Yugoslavya’nın Batı emperyalizmi tarafından parçalanması ile ortaya çıkan Slovenya, Hırvatistan, Karadağ, Kuzey Makedonya ve Arnavutluk apar topar NATO’ya alınmışlardır.

Birer NATO (ABD) üssü haline gelen bu ülkeler dışında kalan alanlarda da, ya ABD üsleri kurulmuş ya da büyük ölçüde silah yığılmış, son olarak Yunanistan’da, özellikle Batı Trakya ve Dedeağaç’da büyük askeri yığınak ve tatbikatlar yapılmıştır. Özellikle Ukrayna’daki turuncu devrimler sonucu yönetime getirilenlerin, Rusya’nın Avrupa’ya doğalgaz akışını sağlayan nakil hatları üzerinde hak iddia etmesiyle ekonomik savaş başlamıştır.

Rusya Federasyonu’nu çevreleyen yeni NATO üslerinin varlığı, NATO’nun doğuya genişleme stratejisini sürdürmesi ve bu bağlamda Ukrayna’nın da NATO’ya alınmak istenmesi Batı tahriklerini en üst noktaya taşımış, Rusya Federasyonu’nun ciddi güvenlik endişesi duymasına yol açmış, 2014 yılında Rusya tarafından ilhak edilen Kırım’dan sonra, bu kez Ukrayna’nın Rusya sınırındaki stratejik bölgeleri Luhansk ve Donetsk -ulusların kendi yazgılarını belirleme haklarının kabul edildiği BM İkiz Sözleşmelerinin, bağlı olunan devletten ayrılmada halk oylamasının ülke genelinde yapılmasını zorunlu kıldığını umursamadan- bağımsızlıklarını ilan etmişler ve hemen Rusya ile diğer bazı ülkelerce tanınmışlardır ki, bunun uluslararası hukuka aykırı olduğu açıktır.

Hal bu iken; Bağımsız (!) Luhansk ve Donetsk Cumhuriyetleri’nin yardım istedikleri gerekçesiyle Rusya Federasyonu 24 Şubat 2022 sabahından itibaren Ukrayna’nın stratejik bölgelerini vurmaya başlamıştır.

ABD Başkanının buna yanıtı, sadece ekonomik yaptırımlar ve bankacılık sisteminin hedef alınacağı gibi komik ve işe yaramaz söylemler olurken, Rus saldırısı başlamadan önceki en ilginç gelişme ise; ABD, Japonya ve İngiltere ile NATO ve AB ülkelerinin, Rusya’ya yönelik kof tehditler dışında kıllarını kıpırdatmamaları, Ukrayna’ya askeri yardım yapmayacaklarını, Rusya ile savaşmayacaklarını açıklamaları, yani uzun süredir kışkırttıkları Zelenski yönetimindeki Ukrayna’yı yalnız bırakmaları olmuştur.

Bütün bu gelişmeler emperyalizmin; güdümüne alarak sömürdüğü alanları korumak için neler yapabileceğini, dik durmasını beceremeyen ülkeleri nasıl piyon olarak kullanıp zora düştüklerinde ortada bırakacağını, kendi toprakları tehlikeye düştüğünde tereddütsüz göze aldığı savaşı, kullandığı ülkeler için aklına bile getirmeyeceğini bir kez daha göstermiştir. Yüz yıl önce İngiliz emperyalizminin teşvikiyle Anadolu’yu işgale kalkışan Yunanistan’ın ve 1990’ da ABD’nin kışkırtmasıyla Kuveyt’i işgal eden Irak’ın başlarına gelenlerden ders alınmadığı ortadadır.

Gelinen noktada – ne yazık ki bütün uyarılara karşın onyıllardır ısrarla sürdürülen yanlış politikalar sonucu – enerji ve tarım ürünleri ithalatı yönünden bağımlı hale geldiğimiz Rusya ile yine tarım ürünleri aldığımız Ukrayna arasında yaşanan bu savaşın ülkemizi çok olumsuz etkileyeceği açıktır. Daha şimdiden Türk Lirasının en çok değer yitiren ikinci para olması bunu göstermektedir. Öte yandan; savaş halindeki her iki ülkenin de Karadeniz’e kıyısı olması ve Ukrayna’yı kışkırtan ülkelerin deniz yolu ile yardım göndermeye kalkışabilecekleri olasılığı da, Boğazlara egemen olan ülkemizi doğrudan ilgilendirmektedir.

Nitekim ortaya çıkan savaş hali, 20 Temmuz 1936’da Mustafa Kemal Atatürk’ün büyük öngörü ve diplomatik ustalıkla 10 ülkeyi (Türkiye, İngiltere, Sovyetler Birliği, Fransa, Avustralya, Japonya, Bulgaristan, Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya) masaya oturtarak imzalattığı Montrö Boğazlar Sözleşmesi kapsamındadır ve Karadeniz’e kıyısı olmayan ülkeler bu barış denizine savaş gemisi sokamayacaklardır. Bu Sözleşme ile Büyük Atatürk 86 yıl önceden bölgede gelişebilecek büyük bir savaşı, belki de 3. Dünya Savaşını önleme başarısı göstererek dehasını bu konuda da ortaya koymuş, Montrö’yü her fırsatta küçümseyenleri mahcup etmiştir.

Keza, Atatürk’ün emperyalistleri bölgeye yaklaştırmamak için komşularımızla imzaladığı 9 Şubat 1934 tarihli -Türkiye, Yugoslavya, Yunanistan ve Romanya arasındaki- Balkan Antantı ve 8 Temmuz 1937 tarihli -Türkiye, İran, Irak ve Afganistan arasındaki- Sadabat Paktı’nın ne kadar önemli antlaşmalar olduğu da -2. Dünya Savaşından sonra- son 30 yılda yaşananlarla da kezlerce ortaya çıkmıştır. Balkan Antantı olmayınca -başta Yugoslavya- Balkanlar, Sadabat Paktı kalmayınca da Irak başta olmak üzere diğer komşularımız ateş hattında kalmışlar, büyük acılar çekmişler, bölünmüşler, emperyalizme yem olmuşlardır.

Kurtardığı vatan, kurduğu Cumhuriyet, yarattığı çağdaş ülke yanında, adeta bir kâhin gibi geleceği görerek, Dünyanın 2. Paylaşım Savaşına koştuğu günlerde imzalanmasını sağladığı bu 3 antlaşma ile ülkesini (ve bölgesini) korkunç felaketlerden koruyan, tartışmasız bütün dünyanın saygı ve hayranlık duyduğu böyle büyük bir DEVLET ADAMI ve DAHİ’ye kendi ülkesinde kimilerince AYYAŞ denebilmiş olması, ilke, devrim ve eserlerinin yok edilmeye çalışılması ne büyük talihsizlik, ne ürkütücü aymazlık, ne tarifsiz acıdır!

Ülkemizi yönetenlerin –ve tabii yönetme iddiasında olanların da- yaşananlardan ders almasını, komşularla dostluk ve barışa dayalı ilişkiler kurmanın, emperyalistlerle mesafeli, başı dik, bağımsız, Atatürkçü dış politika uygulamanın önemini kavramalarını beklemek hakkımızdır.

Atatürk’ün 1 Aralık 1921 tarihli Meclis konuşmasındaki

  • Bizi mahvetmek isteyen emperyalizme karşı, bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı
    heyet-i milliyece mücadeleyi öngören bir mesleği takip eden insanlarız.”

sözleri hiç akıldan çıkarılmamalıdır.

  • Türkiye ne ABD, ne Rus emperyalizminin yanında olamaz, olmamalıdır.

TBMM duruma el koymalı, aktif tarafsızlık politikası uygulanmalıdır.

Ukrayna sorununun en öğretici yanlarından biri de; uluslaşmanın gerçekleştirilememesinin ve ulus devlet güvencesinin kazanılamamasının nelere mal olduğunun görülmüş olmasıdır. Bu noktada Atatürk’ün “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir” özdeyişi ile ifade ettiği MİLLET tanımının ne denli yaşamsal önemde, uluslaşma ve ulus devlet olma çabasının ne kadar yerinde ve vazgeçilmez olduğu artık herkes tarafından ve mutlaka belleklere kazınmalıdır. Hiçbir gerekçe ile ulusal bütünlüğümüz, iç cephe birliğimiz zedelenmemeli, Ulusumuz’u kutuplaştırıcı politikalardan kesinlikle kaçınılmalı, uluslaşma hedefinden asla uzaklaşılmamalıdır.

Dış politikamız;

  • BOP’un ülkemizi bölme amacı açık bir emperyal proje olduğu,
  • ABD’nin Türkiye’ye “stratejik müttefik” gibi davranmadığı,
  • NATO’nun artık bir savunma örgütü olmaktan çıkıp Batı Emperyalizminin saldırı aygıtına dönüştüğü,
  • Rusya’nın da yayılmacı emelleri olan bir devlet olduğu gözetilerek oluşturulmalıdır.

Atatürk’ün “YURTTA BARIŞ DÜNYADA BARIŞ” ilkesi ancak böyle hayata geçirilebilir.

ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ elbette; amasız, fakatsız, en gür sesiyle “SAVAŞA HAYIR!” diyor. Ama bununla yetinmiyor…

Filler tepişirken ezilen çimen olmamanın yolunu Atatürk’ün yüz yıl önce gösterdiğini hiç unutmamamız, başka rehber, farklı yol aramanın beyhude ve çarenin YENİDEN KEMALİST CUMHURİYET olduğunu görmemiz gerektiğini de ekliyor.

  • YAŞASIN ANTİEMPERYALİST TAM BAĞIMSIZ TÜRKİYE !

ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ  GENEL MERKEZİ
EMPERYALİZME BEL BAĞLAMANIN ACI SONU VE ATATÜRK DEHASI – ADD

Avrupasızlaşlaştırma

author

İBRAHİM Ö. KABOĞLU
ibrahimkaboglu@yahoo.fr
BİRGÜN, 2022.02.10 ve 2022.02.17 (ardışık 2 hafta)

Avrupasızlaştırma-1

Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi (AKBK), İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM) tarafından “derhal serbest bırakılması’’ için alınan karara rağmen Osman Kavala’nın tutulması üzerine Türkiye aleyhinde “ihlal prosedürü”nü başlatmak için “dosyanın İHAM’a gönderilmesi” kararı verdi (2 Şubat). İHAM’ın, kararın uygulanmadığını resmen bildirmesinin ardından AKBK, “Türkiye hakkında ne tür bir uygulamaya gidileceği” üzerine karar alacak.

AKBK kararına tepki gösteren CB Erdoğan, “Bizim mahkemelerimizi tanımayanları biz tanımayız. Bu konuda AİHM ne demiş, Avrupa Konseyi ne demiş, bu bizi ilgilendirmiyor” dedi. Müttefiki D. Bahçeli, CB’yi destekledi; Dış İşleri Bakanlığı da karara tepki gösterdi.

Demirtaş-Kavala dosyaları ekseninde zirve yapan İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi (İHAS) ihlalleri nasıl okunmalı?

AKP iktidarının ilk on yılına damgasını vuran “hukuksuzlaştırma süreci”, 17-25 Aralık 2013 “müttefikler çatışması” ve genel oyla CB seçimi ardından, “anayasasızlaştırma” eşiğine taşındı. İHAM kararlarını tanımama iradesi ise, “Avrupasızlaştırma süreci” olarak okunabilir.

Bu yazıda çok katmanlı hukuksuzluk, teknik ve değerler olarak Avrupasızlaştırma (dé-européanisation) ise, sonraki yazılarda işlenecek.

HUKUKSUZLAŞTIRMA

AKP-Cemaat örtülü ittifakı uygulamalarına yönelik eleştiriler, darbe ortamına elverişli zemin oluşturmak; toplu özgürlüklerin cadde ve meydanlarda kullanılması ise, darbe girişimi olarak nitelendiriliyordu, Cumhuriyet mitinglerinden Gezi sahiplenmesine kadar.

Hukuksuzlaştırmada, yasa ve/ya Anayasa araç olarak kullanılıyordu: Örneğin, 2004’te, TÜBİTAK yönetim kurulunu yenileme yetkisi, yasa ile bir kez de olsa Başbakan’a verildi. Yargı bütününü ele geçirmek için 2010 Anayasa değişikliği yapıldı. 2011 KHK’leri, rejimin rengini değiştirmeyi amaçlayan “yasasızlaştırma” adımları idi.

Kandırıldık’ ve ‘ne istediler de vermedik?’ sözleri, “hukuk dışılık” tescili.

ANAYASASIZLAŞTIRMA

İşte kilometre taşları:

Parlamenter rejimi bekleme odasına aldık” (CB, Şubat 2015),

“Ben Anayasa Mahkemesi’nin… verdiği karara uymuyorum, saygı da duymuyorum.” (CB, Şubat 2016)

Parlamenter rejimin temel taşı ve kalbi TBMM bombalandı (FETÖ, 15 Temmuz 2016 ).

“Ülke yönetimi yasa ve Anayasa’ya uygun değildir. Ve de suç işlenmektedir” (D. Bahçeli, Ekim)

Parlamenter rejimi kaldırma girişimi resmen yapıldı (B. Yıldırım, Aralık).

  • Mühürsüz oylar da sayılarak Cumhuriyet tarihine sünger çekilmek istendi (Nisan 2017).

Anayasasızlaştırma (9 Temmuz 2018), kendilerince yazılan Anayasa kuralları döneminde ivme kazandı. Siyasilerce kapatılmakla tehdit edilen Anayasa Mahkemesi kararlarına mahkemeler bile uymaz oldu.

AVRUPASIZLAŞTIRMA

Türkiye’nin kurucusu ve tarafı olduğu Avrupa kurumlarına ve bunların kararlarına meydan okuma da bu dönemin ürünü. İHAM’in 10 Aralık 2019 tarihli kararı, Gezi davasıyla ilgili. Kavala bu davadan aklandı. Aynı olguların hukuki niteliği değiştirilerek başka bir dava açıldı. Beraat kararı tahliyeye dönüşmeden, dosyasında yeni bir delil bulunmadığı halde yeniden tutuklandı…

Uygulanmayan 10 Aralık 2019 kararı, yargılama süreciyle değil tutuklamayla ilgili. O nedenle kararın uygulanmasını öngören Bakanlar Komitesi kararı, davaya müdahale niteliği taşımıyor. Davaya müdahale, Gezi’den aklandığı halde, aynı dosyayı casusluk suçlamasına dönüştüren süreç olup, bunu da Ankara yaptı.

ÇÖKÜŞTEN ÇIKIŞ İÇİN

İHAS, İnsan Hakları Avrupa Anayasası olduğuna göre, Avrupasızlaştırma = anayasasızlaştırma. Bunun anlamı ne?

Yaklaşık 20 yıllık evrimin ürünü olan güncel durum, 200 yıllık tarihimize sırt çevirmek, değerler olarak da, yaklaşık 300 yıllık Aydınlanma çağını yadsımak demek. Demokrasiyi yadsımak kadar, dünyevi hukuk düzeninden de bilinçli ve sistematik uzaklaşma iradesini uygulamaya geçirmenin sonucu, yolsuzluk ve yoksulluk sarmalında çok katmanlı çöküş.

  • Avrupasızlaştırma ise, hukuka, demokrasiye ve insan haklarına karşı kararlı ve süreklilik taşıyan söylem, eylem ve işlemleri Kıta ölçeğine taşımaktan başkası değil.

Bu nedenle, 7354 sayılı Öğretmenlik Meslek Kanunu’na karşı geçen hafta TBMM’de oluşan “anayasal demokrasi bloku” (CHP+HDP+İYİ Parti) genişletilerek, Millet İttifakı ve bileşenlerince İnsan Hakları Avrupa Anayasası’nı da sahiplenme eksenine taşınmalıdır.
*****

AVRUPASIZLAŞTIRMA – 2

Yasasızlaştırma ve anayasasızlaştırma yoluyla Avrupa’dan uzaklaştırma sürecindeki Türkiye, siyasal bakış açıları ve aidiyetler bakımından adeta ikiye bölünmüş durumda. Oysa, Avrupa yanlıları (CHP-HDP-İYİ Parti ve diğer) ve karşıtları (AKP-MHP) olarak ayrışan partiler, evrenselleşme ve uluslararasılaşma yolunda emek ortak paydasında buluşuyor. Ortak payda, partiler ve hükümetleri aşan bir devlet politikasına dönüştü ve farklı toplum katmanlarını kucakladı.

Kısaca, Avrupa Konseyi çerçevesinde biçimlenen kurumlar, kurallar ve değerler üzerinde siyasal düzlemde ve toplumsal zeminde oydaşma (konsensüs) sağlandı. İki yüzyıla yayılan Batılılaşma ve Cumhuriyet tarihi ile örtüşen evrensel değerlerdeki uzlaşma, 100’üncü yıla bir kala, yerini ayrışmaya bıraktı.

OYDAŞMA -1: PARTİLER

Oydaşmada ilk genel ve temel halka, BM İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi (İHEB/10 Aralık 1948) oldu.

CHP: İHEB, 27 Mayıs 1949’da RG’de yayımlandı. 1949’da kurulan Avrupa Konseyi (AK) anayasası olan İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi (İHAS), İHEB esinli. İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM) ise, “gerçekten demokratik rejim” güvencesi olarak İHAS’a saygıyı sağlayan yargı organı. Türkiye, Konsey’in kuruluş ve İHAS hazırlık sürecinde yer aldı.

DP: İHAS, 1954’te onaylandı.

ANAP: 1987’de Komisyon’a bireysel başvuru hakkı; 1990’da Mahkeme’nin yetkisi tanındı.

DSP-MHP-ANAP: 2001 Anayasa değişikliklerinde İHAM karaları, AK gerekleri ve Kopenhag Kriterleri belirleyici oldu. İdam cezası kaldırıldı.

AKP: 2003’te, İHEB’i somutlaştıran BM ikiz sözleşmeleri onaylandı. 2004 Anayasa değişiklikleri ile, savaş döneminde ölüm cezası kaldırıldı ve İH alanında uluslararasılaşma yolunda somut bir adım atıldı.

OYDAŞMA-2: YURTTAŞLAR

Siyasal iktidarların el değiştirmesi, seçmenlerin özgür iradesi ile sağlandığına göre toplum, Avrupalılaşma yönünde atılan adımlarda belirleyici oldu. İHAM’a başvuruda yelpazesi genişliği, bunun göstergesi.

OYDAŞMA-3: DEVLET

İH birimleri, daire başkanlığı düzeyinde kamu kurumlarının çoğunda kuruldu. DSP-MHP-ANAP koalisyon hükümeti döneminde başlatılan geniş kapsamlı İH formasyon programları, AKP iktidarının ilk yıllarında sürdü. İl ve İlçe İH kurulları, kamu kurumlarını ve sivil toplum örgütlerini, İH ilke ve değerlerinde buluşturdu.

100’üncü yıla bir kala, ayrışmalar da üç başlıkta özetlenebilir:

AYRIŞMA-1: SİYASAL

AİHM ne demiş, Avrupa Konseyi ne demiş, bu bizi ilgilendirmiyor” (AKP, Erdoğan, 3 Şubat 2022)

Önemli olan, tüm farklılıklarımızla beraber “biz” düşüncesini, Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği normları çerçevesinde temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alındığı, herkesin kendini eşit ve özgür vatandaş olarak gördüğü, düşüncelerini özgürce ifade edebildiği, inandığı gibi yaşayabildiği demokratik bir Türkiye’yi inşa etmektir.”(CHP-İYİ P., SP, DP, Deva P., GP/Ahlatlıbel Bildirisi, 13 Şubat 2022).

Avrupa normlarına bağlı kalacaklarmış. Bu nasıl gayri milliliktir. Bu kadar mı yozlaştınız bu kadar mı başkalaştınız. ” (MHP, Bahçeli, 15 Şubat).

AYRIŞMA-2: MEDYA

Basın ve yayın kuruluşları, demokrasi ve monokrasi ekseninde ayrıştırıldı. Basın İlan Kurumu (BİK), gazeteler; RTÜK ise, radyo ve TV’ler üzerinde baskı ve kollama aygıtlarına dönüştürüldü. İlan kesmeden ekran karartmaya ve yargısız infaza varan uygulamalar demokratik toplumu baskıladığından, Türkiye’nin kazanımları, güncel sorunları ve çözüm yolları üzerinde bilgilenme hakkı ve özgür tartışma ortamı gölgelendi.

AYRIŞMA-3: DEVLET

Kişi+Parti+Devlet birleşmesi, şovenist ve dinsel inançlar vurgulu söylem, işlem ve eylemleri öne çıkardı; Devlet’in insan haklarına ilişkin karar düzeneklerini sönümlendirdi. OHAL düzenlemeleri, bu amaçla kalıcı hale getirildi. Avrupa üzerinden değerler ayrışması, araç-amaç ilişkisi bakımından nasıl açıklanabilir?

AMAÇ: 20 yıllık iktidarın sağladığı nimetleri elden bırakmamak için 2023 seçimlerini ne pahasına olursa olsun kazanmak.

ARAÇ: Demokratik siyaset ve dünyevi hukuk yerine, seçimleri ve hukuku, iktidarın el değiştirmesini önleme ereğinde araçsallaştırmak.

DEĞERLER: “İnsan haklarına dayanan demokratik hukuk devleti”ne içkin kurallar ve değerler yerine, ümmetçi ve şefe itaat eden davranış kalıplarını kabul ettirmek.

Dr. Ahmet Zeki BULUNÇ : KIBRIS MÜZAKERELERİ VE SON GELİŞMELER IŞIĞINDA BEKLENTİLERİMİZ

Dr. Ahmet Zeki BULUNÇ

KIBRIS MÜZAKERELERİ
VE SON GELİŞMELER IŞIĞINDA BEKLENTİLERİMİZ

Dostlar,

Bizim de üyesi olduğumuz Ulusal Eğitim Derneği, geleneksel Cumartesi Konferanslarını sürdürüyor. Değerli dostumuz, KKTC’nin eski Ankara Büyükelçisi ve Başkent Üniversitesi öğretim görevlisi Dr. Ahmet Zeki Bulunç, Kıbrıs sorunu hakkında gerçek, kıdemli uzmanlardan biridir, yurtsever bir ulusalcıdır. Ne yazık ki
AKP – RTE, Kıbrıs – KKTC’nin bağımsızlığı ve toprak kazanımı konusunda da kamuoyunu tedirgin eden politikalar izlemektedir. % 38 toprak oranının % 29’a indirilerek, dip Karpaz dahil Güney Kıbrıs Rum Yönetimine sunan sorumsuz ve çooook “cömert” (!?) teklif bile Rumlarca reddedilmiştir; hedef ENOSİS‘tir!
Emperyalizm nerdeyse her 3,5 etnisiteye bağımsız devlet sağlama çabasında iken (!)?, Kıbrıs’ta birbirine düşmanlaştırılmış 2 halkı zorla birleştirme ve Türkleri assimile etme peşindedir.
Bu ikiyüzlü politika kabul edilemez.
Adada 2 bölgeli, egemen – eşit 2 devlet varlığı kalıcı barış için tek seçenektir.

Son aşamada KKTC halkı, BM İkiz Sözleşmeleri‘ndeki haklarını siyasal hakkını kullanarak
“self determinasyon” ile kendi geleceklerini – yazgılarını kendileri belirlemeli ve
1939’da Hatay’da olduğu gibi anavatana katılma kararı alarak dünyaya duyurmalıdır.
KKTC kurulduğundan bu yana (15 Kasım 1983) 34 yıl geçmiş, ancak yalnızca Türkiye tarafından tanınmıştır. BM – GK ise bu bağımsızlık ilanını kınamıştı! Yakın tarihin ibretleridir..

O topraklar 1974’te 500’ü aşkın Mehmetçik şehit verilerek Kıbrıslı Türklere tahsis edilmiştir, artık vatandır.. Osmanlı döneminde 1571’de fetih için çok daha fazla kan dökülmüştür;
KIbrıs’ın fethi çok pahalıya malolmuş, Türkler bu savaşta 50 bin şehit vermişlerdi.
Ayrıca Kıbrıs Türkleri de uzun yıllar TMT (Türk Mukavemet Teşkilatı) bünyesinde
çooook şehit vermişlerdir.

AKP – RTE’nin ulusalcı olmayan politikalarından artık yorulduk.
Bu kadro son derece yanlış, tehlikeli işler yapıyor ve sonra da “kandırıldık, pardon, affola..” diyor. Böyle devlet yönetimi olmaz, dünyada hiçbir uygar ülkede – toplumda kabul edilemez..

Ayrıca KKTC ve oradaki özel Türkiye Kolordusu, Türkiye’nin güneyden,
Akdeniz’den savunulması için son derece stratejik öneme sahiptir hatta vazgeçilemez!


Yetmez; Akdeniz’de münhasır ekonomik alan, açık deniz kaynakları ve kullanımı ile
deniz tabanı kaynakları açısından da uluslararası hukukta kritik öneme sahiptir.

Son olarak, altını çizmek gerekir ki, Türkiye, Londra ve Zürih Andlaşmaları ile Kıbrıs için İngiltere ve Yunanistan ile birlikte garantör ülke statüsündedir. Uluslararası hukuk açısından
bu statü son derece önemli olup, KKTC’nin haklı savunmasında sonuna dek kullanılmalıdır.

Sevgi ve saygı ile. 09 Mart 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

SURUÇ KATLİAMI; DEVLETİN ve AKP’nin SORUMLULUĞU NE YAPMALI ??

SURUÇ KATLİAMI;
DEVLETİN ve AKP’nin SORUMLULUĞU
NE YAPMALI ??


Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com
 


Suruç faciasında hukuksal olarak “Devletin kusursuz sorumluluğu” söz konusudur.
Yaralananlar, ölenlerin yakınları ve mal varlıkları zarara uğrayanlar İçişleri Bakanlığı ve / veya Başbakanlık aleyhine maddi ve manevi giderim (tazminat) davaları açmalıdırlar.

Hükümet de bu yargı kararlarını beklemeden facianın kurbanlarının ailelerine, yaralananlara, maddi zarar görenlere hızla maddi ve manevi destek vermelidir.

Devlet, her durumda öncelikle yurttaşlarının can ve mal güvenliğini sağlamakla yükümlüdür. Bu yükümlülük kusursuz sorumluluk kapsamındadır, yani herhangi bir gerekçe öne sürülerek yasal sorumluluktan kaçınmak olanaklı değildir. Değindiğimiz sorumluluk
salt giderim (tazminat) ile sınırlı olmayıp, ceza sorumluluğunu da içermektedir.
Görevini savsaklayan (ihmal eden), yapmayan, hatta suça karışan… kamu görevlileri varsa,
onlar hakkında ayrıca ceza davaları açılmalıdır. Bu bağlamda bölgedeki Cumhuriyet Savcıları
1. derecede sorumlu ve yetkilidirler. Olayın boyutlarına göre T.C. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın da devreye girmesi olanaklıdır.

*****

Türkiye, AKP yönetiminde 2003 başından beri PKK ile savaşım (mücadele) yerine pazarlığı seçmiş bulunuyor. Terör örgütleri ile hele silah bırakmadan görüşme, Devletler Hukukunda
yeri olmayan bir süreçtir.

AKP iktidarı, bu ağır stratejik hatasına karşın, bunlarla yetinmeyerek bir de Oslo’da devletin
MİT Başkanı aracılığıyla PKK yetkilileriyle doğrudan görüşmüş, gizli anlaşmalar sağlanmış ve 40 bin+ insanımızın katili bölücü taşeron PKK terör örgütünün başı,
İmralı’da ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkum Abdullah Öcalan‘ı da adeta
“hapiste barış elçisi” statüsüne yükseltmiştir.
Bu yolla Kürt yurttaşlar, Abdullah Öcalan’ın salıverilmesini bile ister duruma taşınmışlardır!

PKK yöneticileri, HDP önderleri apaçık, “barış”a varılsa bile PKK’nın silah bırakmayacağını vurgulamaktadırlar.

  1. İlk adım sınırlı bölgesel özerklik,
  2. Ardından bu özerklik alanını Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı temelinde genişletme,
  3. Ordusu, kolluğu, maliyesi, eğitim sistemi.. olan bir oldukça özerk bir bölgesel yönetim,
  4. Giderek konfederasyon ve halkoylaması ile BM İkiz Sözleşmelerine dayalı
    “kendi yazgısını belirleme” (self determinasyon) üzerinden Türkiye’den ayrılma,
  5. Bölgede daha önce kurulmuş / kurulmuş olması beklenen Suriye, Irak ve başarılabildi ise
    İran Kürdistan’ı ile birleşerek Büyük Kürdistan‘ı inşa ve ilan etmek…

Afganistan’ın derinliklerinden Doğu Akdeniz’e dek 1200 km’yi bulan son derece stratejik konumlu büyük bir coğrafyada, petrol başta, zengin doğal kaynakları ile
BOP = Büyük İsrail = 2. İsrail‘in inşası.

  • Bölge Kürtlerinden önce sözde – yapay olarak “millet yaratarak” (nation building!),
    ardından da “bunlar aslında Judaik kürtler“, yani Yahudi kökenli Kürtleşmiş insanlarımız” diyerek tarihin en büyük etnolojik – antropolojik – genetik – sosyolojik – politik.. yalanı ile bölgeyi ve insanlarını İsrail güdümüne alıp zaman içinde assimile etmek.
    Bölgede “Kürt” bırakmayıp assimilasyon ile eradikasyon (kökünü kazıma) ve etnik temizlik.

Türkiye Kürtleri de dahil bölge Kürtleri için emperyalizmin alçakça planı budur..
Bütün Kürt ve Kürtçülerin bilgisine – ilgisine altını çizerek sunuyoruz.. Oyun çırılçıplak budur!
Emperyalizmin bu kanlı ve iğrenç böl – yut oyununa Kürtler(imiz) asla alet olmamalıdır.

BOP kapsamında sanırız bu proje, böyle giderse, 10-20 yıla kalmaz gerçekleştirilebilir..
İsrail’in ve maşası büyük emperyal güçlerin çok zamanı ve sabrı artık yok..
Halen Filistin topraklarının gaspı ile kurulan Siyonist Devlet İsrail, o avuç içi kadar coğrafyaya
asla sığ(a)mıyor.. Hem çoooook dar hem doğal kaynaklar yok, hem savaş uçakları ile eğitim yapacak kara ülkesine sahip olmaktan bile çok uzak vd. (Birkaç yıl önce Türkiye hava sahasını kullanıyorlardı!)

Bu bakımdan, 2006 Haziran tarihli resmi BOP haritasının, “Journal of American Armed Forces” dergisinde (ABD Silahlı Kuvvetlerinin resmi yayın organı) ABD Başkan Danışmanı E. Alb. Ralph Peter imzasıyla sipariş bir makale kapsamında yayımlanmasından bu yana 9 uzun yıl geçtiğinden…. hazretler epey de kızgınlar… 10. yıla girilmiş ve bir büyük projelerini hala yaşama geçirmemişler.. Küresel hegemon yüksek tepelerde Apollon’un Zeus’u öfkelerde, çok agressif..
BOP_haritasi

 

 

 

Türkiye artık son kritik aşamalara gelmiş bulunuyor

Doğu – Güneydoğuda devlet, güvenlik güçleri (asker, polis, korucular), bürokrasi, mülkiye minimalize edilmiş, binalarına hapsedilmiş, alan egemenliği PKK – HDP’ye terk edilmiştir.
Bölücü terör örgütü asker, polis, korucu, kaymakam, konsolos.. kaçırıp rehin alabilmektedir! Açıktan demeçlerle “Büyük şehirlerinizi kana bularız..” tehditleri çekinmeden savrulmaktadır.

Koskoca Türkiye’yi böylesine hak etmediği bir zaafiyete düşürmeye hiç kimsenin,
hiçbir makamın ve -salt çoğunlukla seçilmiş de olsa- hiçbir siyasal iktidarın hakkı yoktur!
Tersine eylem ve işlem VATAN HAİNLİĞİdir!

“Ramak kala” noktasındayız..

Son derece kararlı ve dirayetli politikalarla bu kırılma hattından hızla uzaklaşmak zorundayız.
Bu diplomatik manevralar, gerçekte bu tablonun hazırlayıcısı olan Başbakan A. Davutoğlu ve
12. CB Bay RTE’nin hamasi çığlıklarıyla yapılamaz.

Son dönemeçten önce, ülkemiz ve halkımız de facto bölünmeden önce artık köklü bir politika dönüşüyle ülkemiz bir silkiniş yapmak zorundadır. Hiç kimse (Bay RTE dahil!) ve hiçbir kurum
(başta AKP, HDP), hiçbir makam (Cumhurbaşkanlığı dahil!) TÜRKİYE CUMHURİYETİ‘nin
kutsal ve dokunulmaz, tartışılmaz ve mutlak olan BEKA hakkından (sonsuza dek ülkesi ve
ulusu ile bölünmez bütünlüğünü koruyarak bağımsız yaşama)
 daha değerli ve önemli değildir!

Terörün son bulması için bölgesel işbirliği zorunludur

Türkiye, Suriye, İran, Irak ve Azerbaycan’ın içinde olacağı Batı Asya Birliği kurulmalıdır.
Batı Asya Birliği ile hem dinci yobaz, hem bölücü terör örgütleri ortadan kaldırılabilir.
ABD – İngiltere – AB – İsrail blokunun PKK – HDP – PYD – KCK.. üzerinden saldırısı püskürtülebilir. Bu etkili işbirliğine, değinilen blokun koyabileceği etkili bir argüman yoktur..
Suriye’yle işbirliği yapılırsa Suruç’ta, Reyhanlı’da, Gazantep’te, Diyarbakır’da, Uludere’de…. bombalar patlamaz.

Bay RTE’nin kaçak sarayı ve uzatmalısı AKP ile AKP’nin kurtulamadığı vasisi Bay RTE
başta olmak üzere Türkiye de esenliğe erişebilir.. Bu cehennemi kaos, yaratanlarınca da sürdürülebilir değildir.

Irak – Suriye’de emperyalizmin maşası olup iç savaş kışkırtıcılığı yaparak uluslararası hukuku çiğneyen “haydut devlet” olmaya “5 kala” yerine, hiç yoktan bu 2 ülke sınırında bir tampon / güvenli bölge / şerit ilan edilebilseydi bu çıkmaza girmeyecektik. 2 milyonu aşkın Suriye’li başıboş ve kimliklendirme yapılmadan ülkemize dağılmayacaktı. Sınırlarımız dışında güvenli – tampon bölgede – şeritte tutulan insanlar BM Mülteciler Yüksek Komiserliği sorumluluğunda kalacaktı.. Üstlenilen fatura “Suriyelilere ensar olduk..” masallarıyla geçiştirilemeyecek ölçüde ağırdır. Salt parasal boyut (maliyet) 5 milyar Doları aşmıştır. Bir dizi sürgit (kronik) sorun edinilmiştir.

Bu son derece hatalı ve sorumsuz – güdümlü dış politika falsolarının siyasal faturası Bay RTE ve
AKP iktidarınındır ve Başbakan Davutoğlu da adeta harakiriye katılarak yangını sürdürmektedir.

Türkiye’nin, özetlediğimiz politikaları kararlılıkla güdecek ulusalcı yurtsever siyasal kadrolara  ve onların iktidarına gereksinimi son 50 – 60 yıldır hiç bu denli yakıcı ve ivedi olmamıştı..

Sevgi, saygı ve endişe ile.
22 Temmuz 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Yazının pdf biçimi :
SURUC_KATLIAMI_DEVLETIN_ve_AKP’nin_SORUMLULUGU