Etiket arşivi: ULUSLAŞMA..

ÇANAKKALE 

Suay Karaman

107. yılını kutladığımız Çanakkale Savaşları, Birinci Dünya Savaşı içinde, tarihin en kanlı bölümü olarak anılmaktadır. Çanakkale Savaşları, Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihi açısından çok önemli bir yere sahiptir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ile bağımsızlık ve egemenlik mücadelesinin temelleri, Çanakkale’de atılmıştır.

18 Mart 1915, Çanakkale deniz zaferinin kazanıldığı gündür; İngiliz ve Fransızların Çanakkale’ye yaptıkları deniz saldırısı başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Bu yenilginin ardından karadan taarruz (saldırı) başlatmak amacıyla, 22 Nisan 1915 tarihinde Gelibolu’ya çıkarma yapan İtilaf Devletleri’nin, Arıburnu’na asker çıkarmaları üzerine, Mustafa Kemal, tümeniyle düşmanı önleyerek durdurmuş ve 25 Nisan 1915’te Arıburnu Zaferi kazanılmıştır. İngiliz ve Fransızların Seddülbahir, Arıburnu ve Kumkale’ye asker çıkarmalarıyla, dokuz ay sürecek Çanakkale kara savaşları başlamıştır.

8 Ağustos 1915 tarihinde Mustafa Kemal, Anafartalar Grubu Komutanlığına getirilmiş ve arka arkaya Birinci Anafartalar Zaferi, Conkbayırı Zaferi, İkinci Anafartalar Zaferi kazanılmıştır. 8 Ocak 1916 tarihinde Fransız ve İngiliz birlikleri Gelibolu’dan çekilmişlerdir. İngiltere ve Fransa ile Osmanlı ve Alman orduları arasında geçen ve iki taraftan toplam 500.000’den çok insanın yitirilmesine neden olan Çanakkale Savaşlarında İtilaf Devletleri Çanakkale Boğazı’nı geçememiş ve bütün dünyaya, özellikle emperyalist devletlere Çanakkale’nin geçilmez olduğu öğretilmiştir. ‘Çanakkale Geçilmez’ destanı, Ulusal Kurtuluş Savaşımızdaki iradenin eseri ve esin kaynağıdır. Uluslaşma sürecinin temel harcı ve bağımsızlık tutkusunun yapı taşıdır. Çanakkale Destanı, ülkemizin emperyalizm karşısındaki dik duruşudur. Bu dik duruşu sağlayan Mustafa Kemal başta olmak üzere orada canları pahasına savaşanları saygıyla anıyoruz.

Çanakkale Boğazı’nın iki yakasını kara yoluyla birleştirmek için 18 Mart 2017 tarihinde yapımına başlanan 1915 Çanakkale Köprüsü, 18 Mart 2022’de yapılan törenle açıldı. Böylece Asya ve Avrupa kıtası, İstanbul’dan sonra Çanakkale’den de birleştirilmiş oldu.

Dünyanın en uzun orta açıklıklı köprüsü olan 1915 Çanakkale Köprüsü’nün iki ayak aralığı, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100. yılına atıfta (göndermede) bulunularak 2023 metre olarak tasarlandı. Köprünün kule bağlantıları ve ögeleri, Türk Bayrağı’nın renklerine, kırmızı ve beyaza boyandı. Her iki yakadaki kulelerin üst kısmı ise Seyit Onbaşı’nın Çanakkale Savaşı’nda namluya sürdüğü top mermisini temsil edecek şekilde yapıldı. Yerli ve milli olmak uğruna köprünün bu şekilde yapıldığı anlaşılmaktadır.

Büyük ekonomik sıkıntı içinde bulunan ülkemizde, böyle bir köprü yapılmasına gerek var mıydı diye sormalıyız? Bu köprüyü yapan ve 16 yıl boyunca işletecek firmaya günlük 45 bin, yıllık 16,5 milyon araç garantisi verilmesi çok yanlıştır. Çünkü önceki yıllar göz önüne alındığında bu köprüyü yıllık yaklaşık 5 milyon aracın kullanması beklenmektedir. Aradaki fark devlet hazinesinden işletmeci firmaya ödenecektir. Devlet yine büyük miktarlarda ödemelerde bulunacaktır. Üstelik bu yöntemle yapılan tüm otoyol, köprü, havalimanı, hastane gibi yapılardaki büyük zararlar bilinerek, aynı yanlışların tekrarlanması ancak ihanetle açıklanabilir. 1915 Çanakkale Köprüsü’nden geçişi garanti edilen günlük 45 bin araç için köprüden dakikada 31 aracın geçmesi gerekiyor. Basit bir aritmetik hesapla ortaya çıkan bu veri karşısında iş bilmezlik değil, devleti soymak mantığı yatmakta ve ardından ihanet gelmektedir.

Açılışı yapan AKP genel başkanı köprüden geçiş ücretinin 200 TL olduğunu bildirdi. Açılışa getirilen halk ise bu ücretin pahalı olduğunu söyledi. Buna kızan AKP genel başkanı; “insanlar hem hizmet istiyor, hem de bedava olsun diyor, böyle bir şey olmaz” diyerek tepki göstermiş, sonrasında da “biz buraları devletin kesesinden bir kuruş çıkmadan yapıyoruz” diyerek gerçekleri saptırmaya devam etmiştir. Bu köprü yapılırken “cebimizden 5 kuruş çıkmadı” diye övünenler, bunların hesabını vermek zorundadırlar.

9 Şubat 2022 tarihinde Ulaştırma ve Altyapı Bakanı şöyle demişti: “1915 Çanakkale Köprüsü hem bölgesinin, hem de Türkiye’nin kalkınmasına ciddi faydalar sağlayacak.” Köprüye verilen geçiş garantisine göre, geçmeyen yaklaşık 11 milyon araç için devletin vereceği ücret ile nasıl kalkınacağımızı bilen var mıdır? Bu soygun düzeni değişmediği sürece, ülkemizin değil kalkınması, yerinde sayması bile mucizedir. (Azim ve Karar, 21 Mart 2022)

ADD Basın Açıklaması : EMPERYALİZME BEL BAĞLAMANIN ACI SONU VE ATATÜRK DEHASI

BASIN VE KAMUOYUNA

EMPERYALİZME BEL BAĞLAMANIN ACI SONU VE ATATÜRK DEHASI

Karadeniz komşularımız Rusya Federasyonu ile Ukrayna arasında beklenen savaş 24 Şubat 2022 sabahı başladı. Genel geçer savaş karşıtı açıklamalar dışında, Türkiye ve etkilenecek diğer ülkeler açısından değerlendirme yapmak gerekirse:

Kuzey komşumuz Sovyetler Birliği’nin dağıldığının 26 Aralık 1991 tarihinde Gorbaçov tarafından ilan edilmesi ile birlikte, bağımsız hale gelen cumhuriyetler, emperyalist devletlerin paylaşım alanı haline gelmiş, yükselen ekonomik krizin etkisiyle her türlü beşinci kol faaliyeti hız kazanmıştır. Yıkılan rejimin zenginliklerine el koyan oligarklar, mafyatik ilişkilerle büyük güce ulaşmışlar, bu gücü korumak ve yeni ekonomik ilişkiler geliştirmek için emperyalist devletlerle kirli ve karanlık ilişkiler kurmuşlardır.

Türkî Cumhuriyetler olarak anılan Orta Asya’daki devletler, “İslam” etkisi kullanılarak CIA destekli FETÖ’ye açılmış, bu emperyalist işbirlikçisi örgüt, bağımsızlığını kazanan cumhuriyetlerde ABD adına öğretmen maskeli ajanlarıyla yıkıcı faaliyetler yürütmüştür.

Sovyetler döneminin Doğu Avrupa’ya komşu kesimindeki cumhuriyetler ise; yaygın şekilde Soroscu “Turuncu Devrim” adı verilen Batı yanlısı protesto hareketleri üzerinden emperyalizmin etki alanına sokulmuş, bu etkiyi sürekli kılmak için ya NATO üyesi yapılmışlar ya da topraklarını ABD üslerine açmak zorunda bırakılmışlardır. Çekya, Macaristan, Polonya, Bulgaristan, Estonya, Letonya, Litvanya, Romanya ve Slovakya ile Yugoslavya’nın Batı emperyalizmi tarafından parçalanması ile ortaya çıkan Slovenya, Hırvatistan, Karadağ, Kuzey Makedonya ve Arnavutluk apar topar NATO’ya alınmışlardır.

Birer NATO (ABD) üssü haline gelen bu ülkeler dışında kalan alanlarda da, ya ABD üsleri kurulmuş ya da büyük ölçüde silah yığılmış, son olarak Yunanistan’da, özellikle Batı Trakya ve Dedeağaç’da büyük askeri yığınak ve tatbikatlar yapılmıştır. Özellikle Ukrayna’daki turuncu devrimler sonucu yönetime getirilenlerin, Rusya’nın Avrupa’ya doğalgaz akışını sağlayan nakil hatları üzerinde hak iddia etmesiyle ekonomik savaş başlamıştır.

Rusya Federasyonu’nu çevreleyen yeni NATO üslerinin varlığı, NATO’nun doğuya genişleme stratejisini sürdürmesi ve bu bağlamda Ukrayna’nın da NATO’ya alınmak istenmesi Batı tahriklerini en üst noktaya taşımış, Rusya Federasyonu’nun ciddi güvenlik endişesi duymasına yol açmış, 2014 yılında Rusya tarafından ilhak edilen Kırım’dan sonra, bu kez Ukrayna’nın Rusya sınırındaki stratejik bölgeleri Luhansk ve Donetsk -ulusların kendi yazgılarını belirleme haklarının kabul edildiği BM İkiz Sözleşmelerinin, bağlı olunan devletten ayrılmada halk oylamasının ülke genelinde yapılmasını zorunlu kıldığını umursamadan- bağımsızlıklarını ilan etmişler ve hemen Rusya ile diğer bazı ülkelerce tanınmışlardır ki, bunun uluslararası hukuka aykırı olduğu açıktır.

Hal bu iken; Bağımsız (!) Luhansk ve Donetsk Cumhuriyetleri’nin yardım istedikleri gerekçesiyle Rusya Federasyonu 24 Şubat 2022 sabahından itibaren Ukrayna’nın stratejik bölgelerini vurmaya başlamıştır.

ABD Başkanının buna yanıtı, sadece ekonomik yaptırımlar ve bankacılık sisteminin hedef alınacağı gibi komik ve işe yaramaz söylemler olurken, Rus saldırısı başlamadan önceki en ilginç gelişme ise; ABD, Japonya ve İngiltere ile NATO ve AB ülkelerinin, Rusya’ya yönelik kof tehditler dışında kıllarını kıpırdatmamaları, Ukrayna’ya askeri yardım yapmayacaklarını, Rusya ile savaşmayacaklarını açıklamaları, yani uzun süredir kışkırttıkları Zelenski yönetimindeki Ukrayna’yı yalnız bırakmaları olmuştur.

Bütün bu gelişmeler emperyalizmin; güdümüne alarak sömürdüğü alanları korumak için neler yapabileceğini, dik durmasını beceremeyen ülkeleri nasıl piyon olarak kullanıp zora düştüklerinde ortada bırakacağını, kendi toprakları tehlikeye düştüğünde tereddütsüz göze aldığı savaşı, kullandığı ülkeler için aklına bile getirmeyeceğini bir kez daha göstermiştir. Yüz yıl önce İngiliz emperyalizminin teşvikiyle Anadolu’yu işgale kalkışan Yunanistan’ın ve 1990’ da ABD’nin kışkırtmasıyla Kuveyt’i işgal eden Irak’ın başlarına gelenlerden ders alınmadığı ortadadır.

Gelinen noktada – ne yazık ki bütün uyarılara karşın onyıllardır ısrarla sürdürülen yanlış politikalar sonucu – enerji ve tarım ürünleri ithalatı yönünden bağımlı hale geldiğimiz Rusya ile yine tarım ürünleri aldığımız Ukrayna arasında yaşanan bu savaşın ülkemizi çok olumsuz etkileyeceği açıktır. Daha şimdiden Türk Lirasının en çok değer yitiren ikinci para olması bunu göstermektedir. Öte yandan; savaş halindeki her iki ülkenin de Karadeniz’e kıyısı olması ve Ukrayna’yı kışkırtan ülkelerin deniz yolu ile yardım göndermeye kalkışabilecekleri olasılığı da, Boğazlara egemen olan ülkemizi doğrudan ilgilendirmektedir.

Nitekim ortaya çıkan savaş hali, 20 Temmuz 1936’da Mustafa Kemal Atatürk’ün büyük öngörü ve diplomatik ustalıkla 10 ülkeyi (Türkiye, İngiltere, Sovyetler Birliği, Fransa, Avustralya, Japonya, Bulgaristan, Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya) masaya oturtarak imzalattığı Montrö Boğazlar Sözleşmesi kapsamındadır ve Karadeniz’e kıyısı olmayan ülkeler bu barış denizine savaş gemisi sokamayacaklardır. Bu Sözleşme ile Büyük Atatürk 86 yıl önceden bölgede gelişebilecek büyük bir savaşı, belki de 3. Dünya Savaşını önleme başarısı göstererek dehasını bu konuda da ortaya koymuş, Montrö’yü her fırsatta küçümseyenleri mahcup etmiştir.

Keza, Atatürk’ün emperyalistleri bölgeye yaklaştırmamak için komşularımızla imzaladığı 9 Şubat 1934 tarihli -Türkiye, Yugoslavya, Yunanistan ve Romanya arasındaki- Balkan Antantı ve 8 Temmuz 1937 tarihli -Türkiye, İran, Irak ve Afganistan arasındaki- Sadabat Paktı’nın ne kadar önemli antlaşmalar olduğu da -2. Dünya Savaşından sonra- son 30 yılda yaşananlarla da kezlerce ortaya çıkmıştır. Balkan Antantı olmayınca -başta Yugoslavya- Balkanlar, Sadabat Paktı kalmayınca da Irak başta olmak üzere diğer komşularımız ateş hattında kalmışlar, büyük acılar çekmişler, bölünmüşler, emperyalizme yem olmuşlardır.

Kurtardığı vatan, kurduğu Cumhuriyet, yarattığı çağdaş ülke yanında, adeta bir kâhin gibi geleceği görerek, Dünyanın 2. Paylaşım Savaşına koştuğu günlerde imzalanmasını sağladığı bu 3 antlaşma ile ülkesini (ve bölgesini) korkunç felaketlerden koruyan, tartışmasız bütün dünyanın saygı ve hayranlık duyduğu böyle büyük bir DEVLET ADAMI ve DAHİ’ye kendi ülkesinde kimilerince AYYAŞ denebilmiş olması, ilke, devrim ve eserlerinin yok edilmeye çalışılması ne büyük talihsizlik, ne ürkütücü aymazlık, ne tarifsiz acıdır!

Ülkemizi yönetenlerin –ve tabii yönetme iddiasında olanların da- yaşananlardan ders almasını, komşularla dostluk ve barışa dayalı ilişkiler kurmanın, emperyalistlerle mesafeli, başı dik, bağımsız, Atatürkçü dış politika uygulamanın önemini kavramalarını beklemek hakkımızdır.

Atatürk’ün 1 Aralık 1921 tarihli Meclis konuşmasındaki

  • Bizi mahvetmek isteyen emperyalizme karşı, bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı
    heyet-i milliyece mücadeleyi öngören bir mesleği takip eden insanlarız.”

sözleri hiç akıldan çıkarılmamalıdır.

  • Türkiye ne ABD, ne Rus emperyalizminin yanında olamaz, olmamalıdır.

TBMM duruma el koymalı, aktif tarafsızlık politikası uygulanmalıdır.

Ukrayna sorununun en öğretici yanlarından biri de; uluslaşmanın gerçekleştirilememesinin ve ulus devlet güvencesinin kazanılamamasının nelere mal olduğunun görülmüş olmasıdır. Bu noktada Atatürk’ün “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir” özdeyişi ile ifade ettiği MİLLET tanımının ne denli yaşamsal önemde, uluslaşma ve ulus devlet olma çabasının ne kadar yerinde ve vazgeçilmez olduğu artık herkes tarafından ve mutlaka belleklere kazınmalıdır. Hiçbir gerekçe ile ulusal bütünlüğümüz, iç cephe birliğimiz zedelenmemeli, Ulusumuz’u kutuplaştırıcı politikalardan kesinlikle kaçınılmalı, uluslaşma hedefinden asla uzaklaşılmamalıdır.

Dış politikamız;

  • BOP’un ülkemizi bölme amacı açık bir emperyal proje olduğu,
  • ABD’nin Türkiye’ye “stratejik müttefik” gibi davranmadığı,
  • NATO’nun artık bir savunma örgütü olmaktan çıkıp Batı Emperyalizminin saldırı aygıtına dönüştüğü,
  • Rusya’nın da yayılmacı emelleri olan bir devlet olduğu gözetilerek oluşturulmalıdır.

Atatürk’ün “YURTTA BARIŞ DÜNYADA BARIŞ” ilkesi ancak böyle hayata geçirilebilir.

ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ elbette; amasız, fakatsız, en gür sesiyle “SAVAŞA HAYIR!” diyor. Ama bununla yetinmiyor…

Filler tepişirken ezilen çimen olmamanın yolunu Atatürk’ün yüz yıl önce gösterdiğini hiç unutmamamız, başka rehber, farklı yol aramanın beyhude ve çarenin YENİDEN KEMALİST CUMHURİYET olduğunu görmemiz gerektiğini de ekliyor.

  • YAŞASIN ANTİEMPERYALİST TAM BAĞIMSIZ TÜRKİYE !

ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ  GENEL MERKEZİ
EMPERYALİZME BEL BAĞLAMANIN ACI SONU VE ATATÜRK DEHASI – ADD

Prof. Ali ERCAN : Gaz; Gaza ve Gazze

 

Dostlar,

Sn. Prof. Dr. D. Ali ERCAN Filistin sorunu, Arap – İsrail çatışmaları... son olarak Gazze’de yaşanan insanlık dramı.. hakkında çooook kapsamlı ama tarihsel ibretlerle dolu bir yazı kaleme almış. Ayrıntılı bir derleme..

Uzunluğuna katlanıp (7 A4 sayfası) baştan sona okunmasını salık veriyoruz.
Yazının pdf biçimi için : Gaz_Gaza_ve_Gazze_22.7.14

Teşekkürler Sn. Ercan..

Sevgi ve saygıyla
22.7.2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net 

==========================================

Gaz; Gaza ve Gazze (arşivden)

Ali_Ercan_portresi

 

 

Prof. Dr. D. Ali ERCAN

Değerli arkadaşlar,

yıl önce  bu zamanlar İsrail-Filistin sorununda Türkiye’de yaratılmak istenen gerginlik ortamı karşısında itidalli davranmamız ve Araplarla İsrail arasında taraf tutmamamız gerektiğine işaret eden bir makale yazmıştım.. Aradan geçen zaman içinde değerlendirmelerim değişmedi.. Yazıyı aşağıya alıyorum..

Sevgilerimle. æ
22.7.14, Ankara
———————–


İSRAİL-FİLİSTİN ARASINDA İŞİMİZ NE?

Son zamanlarda Gazze’de yaşanan dramatik olaylardan sonra  sık sık gündeme gelen Arap-İsrail sorunu konusunda çok şey söylenebilir… Öncelikle İsrail’in Filistin halkına karşı davranışlarını asla onaylamadığımı belirteyim..  Ancak bu konuda, Türkiye olarak siyasal ortamda yan tutmanın doğru olmadığını düşünüyorum. Bu vesile ile  genel tarih  bilgilerimizi paylaşmak bakımından akla gelen kimi noktalara dikkat  çekmek isterim:

1. Filistinliler/Araplar* ve Yahudiler, kendi tarihlerine göre, Ur[fa]dan çıkıp Kenan vadisine dek gidip yerleşen  İbrahim peygamberin [hani 99 yaşında çocuk sahibi olan, putları kıran, kurbanı ve sünneti ilk başlatan?] iki ayrı  eşinden olan iki oğlunun soyundan, yani İsmail oğulları ve İzhak oğullarından gelen, aynı soydan kan kardeşi kavimlerdir…

Dinleri, inançları, [aslında biri öbürünün devamı olmakla birlikte] farklı sayılmaktadır: Musevilik ve Müslümanlık… Sözde kendilerine Tanrı tarafından vaad edilen [arz-ı mev’ud] ve sınırları Fırat’tan Nil’e dek uzanan toprakların kavgasını bu analık çocukları 2300 yıldan beri sürdürüyorlar.. [İsrail bayrağındaki iki mavi çizgi, Fırat ve Nil ırmaklarını temsil eder!] yani iki kardeş kabile arasındaki 2300 yıllık bir davaya dışarıdan karışmak gibi bir şey bizdeki işgüzarlık …

2. Zaman geldi, Türk kavimleri de ardı ardına Müslüman oldular; oldular ama nasıl? Arapların uyguladıkları soykırım ve MS 700-800 arasında 5 kuşak süren kanlı cinayetler, talanlar ve savaşlar sonrası artık yaşamda kalabilmek için çaresizlikten [assimile] Müslüman olan Türkler, Müslümanlığı kabul ettikten sonra bile Araplar tarafından hiçbir zaman eşit kabul edilmediler. 2. sınıf  insan (malawi) olarak aşağılandılar. Talanlarda tutsak alınan Türk kızları Arap erkeklerine eğlencelik cariye, oğlanlar da köle olarak hizmet ettirildiler.. [Zaten İslam’da eşitlik söz konusu değildir.. Müslümanla Müslüman olmayan eşit değildir.. Müslüman olanlardan Arap olanlarla Arap olmayanlar eşit değildir.. Arap olanlardan Kureyş kabilesinden olanlarla olmayanlar eşit değildir.. Kadınlarla erkekler eşit değildir.. vs.]

Sonuçta, 900’lü yıllarda artık bütün Türkler kılıç zoruyla da olsa Müslümanlaştırılmıştı. Hazar Türklerinin bir bölümü de Musevi dinine geçmişlerdi.. Yani bizler 11 yüzyıldan beri Müslümanız.

3. Ama zamanla çok şey değişti.. Mazlum Türk köleler Arap efendilerine karşı Mısır’da egemenliği ele geçirdiler [Kölemenler devleti.. hala Mısır’ın yöneticileri bunların torunlarıdır. Esmerleşmiş derilerine karşın Asyalı yüzleri tanır gibi olursunuz. Mısır ordusunda hala kullanılan kimi terimler öz Türkçedir…] Horasan’dan kaçan ve sonradan Anadolu’daki “can dostlarıyla” kaynaşıp, dünyaya örnek bir yaşam felsefesi geliştirecek olan Alevi Türkmenler (Kızılbaşlar) kuzey Anadolu yaylaları boyunca Kars-Erzurum-Erzincan-Sivas-Malatya-Kayseri üzerinden orta Anadolu’ya dek geldiler. Öte yandan İran’daki Pers-Seleukid [Selçuk] devletinin tebaası olan öbür Türkmen boyları da İran’dan ayrılıp güneyden Antep-Maraş-Adana-Toroslar-Konya ve daha ilerilere dek gelerek Anadolu Selçuklu devletini ve ardından da Osmanlı devletini kurdular..

Ve büyüyen bu yeni imparatorlukta İzhak ve İsmail oğulları yani Yahudiler ve Araplar tebaa durumuna düştüler.. [900-1200 yılları arasında Asya’dan Anadolu’ya  5-10 bin kişilik kümeler olarak ardı ardına göç edip gelen Türkmen atalarımızın toplam nüfusu 100-150 bin dolayında kestiriliyor. Yine  o zamanlarda Hititlerden bu yana Anadolu’da yaşayan (Türkmen olmayan öbür kavimlerin karışımı) Atalarımızın nüfusu da  ~ 1 milyon dolayındaydı. Başlangıçta tebaası oldukları Selçuk devletinin dili olan Farsça’yı hala konuşan bu Türkmenler, Anadolu’da yeniden öz kimliklerini buldular ve Karamanlı Mehmet Bey zamanında tekrar kendi öz dillerine, Türkçe’ye döndüler..] 

4. Anadolu eksenli bir Türk devleti olarak Osmanlı devleti, özellikle 1453’te İstanbul’un fethinden sonra, Doğu Roma İmparatorluğu’nun yerine yeni bir güç olarak Dünya sahnesinde yer alınca, Batıda kilise [Vatikan] ve güneyde de [Emevi] Araplar tarafından bir tehdit olarak algılanmaya başladı… Osmanlı’nın kurucu gücü olan Sünni Türkmenleri, Anadolu’daki Türkmen-Aleviler üzerine baskı ve tedhiş uygulamaya yönelten saray politikalarının arkasında Osmanlı sarayındaki “İslami danışman” Araplar vardı.. [Aynen şimdi Ankara’da cirit atan AB ve IMF uzmanları gibi] ..

Hatta bunlar Anadolu’da gerginliği artırmak için Alevi Türkmenlerin nefret ettiği Yezid’in adını bir şehzadeye verdirmeyi başarmışlardı.. [Doğrudan Yezid adını koyduramadılarsa da Yezid’in babası anlamında Aba-yezid = Bayezid adı verildi iki şehzadeye]

Vatikan’ın rejisörlüğündeki siyasal manevralarla Osmanlı askeri gücü doğuya yönlendirildi 1514 Çaldıran [ Çıldıran!] savaşında iki Türk ordusu birbirini kırdı, tüketti.. Yavuz Mısır’a yöneldi, Halifeliği ele geçirdi.. (AS: 1517, Mısır’da Ridaniye seferi) Hesapta olmayan bir şeydi bu Araplar için.. Özellikle Araplar bu durumu içlerine hiç sindiremediler.. Boynuz kulağı geçmişti.. Hele hele bir Osmanlı İmparatoru tüm İslam dünyasının lideri “Halife” olunca… 

5. Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u götürdükten sonra (fethetttikten sonra)
Kuran-İncil-Tevrat birleşimi tek bir kitap yazılması konusunda bir irade göstermiş(!?) ama her nedense bu arzusu gerçekleşmemiş ve başlangıçta dinsel bağnazlığı olmayan Osmanlı devleti, Arap etkisiyle git gide İslam şeriatının derin çukuruna yuvarlanmıştır.. Bilime arkasını dönen, dünyadaki teknolojik gelişmeleri ıskalayan Osmanlının av olması kaçınılmazdı; nitekim, artık ok-yay dönemindeki kazanımları, yaşamını sürdürebilmesi için yeterli olmamaya başlamış ve bir zamanların avcısı Osmanlı devleti, yeni saldırgan emperyalistlerin avı olmaktan kurtulamamıştır
[Yani şimdi çok mu farklı?.. Fizik-Kimya-Biyoloji gibi fen derslerinin seçmeli,
ama din dersinin zorunlu olduğu bir eğitim sisteminden yetişen gençlik ile çağı
yakalaması olanaksız olan Türkiye Cumhuriyeti de aynı durumdadır..]
  

İşte öykünün burasında 1. Dünya Savaşı sonrası Güneye bakalım..
1918’de Osmanlıyı parçalamak için dört bir yandan saldıran emperyalist güçlerin başında gelen İngiltere’ye karşı Filistin cephesinde savaşan
Türk ordularını, aynen doğu cephesinde Ermenilerin yaptıkları gibi,
Filistinli Araplar da düşmanla birlik olup arkadan vurmuşlardı..
Bunlara şimdi “din kardeşliği” edebiyatı ile bu denli çok yakınlık duyanlar, bunca yana yakıla Filistin yandaşı olanlar aynı duyarlığı, aynı tepkiyi
ne Irak’taki Türkmenlerin, ne Karabağ’daki Azeri kardeşlerimizin,
ne de Doğu Türkistan’daki Uygur soydaşlarımızın uğradıkları zulümlere karşı gösterdiler.. Şimdi bu Filistin sempatizanlarına sormak gerekir:

* ŞİMDİ DİN KARDEŞİMİZ OLAN FİLİSTİNLİLER
1918’de DİN KARDEŞİ  DEĞİL MİYDİ ?

* BİZİM MİLLİ DAVAMIZ
OLAN KIBRIS KONUSUNDA
ARAPLAR KİMDEN YANA OLDU ?
BİR BAŞKA TARİHİSEL GERÇEĞE DE DEĞİNMEK İSTERİM…

“OSMANLI DEVLETİNİN BÜTÜN DIŞ BORÇLARININ SİLİNMESİNE KARŞILIK  (BUGÜNKÜ  İSRAiL TORPAKLARININ) OSMANLI DEVLETİNE BAĞLI KALMAK KOŞULUYLA, YAHUDİLERE 
BIRAKILMASI” ÖNERİSİNİ, SULTAN 2. ABDÜLHAMİD KABUL ETMEMİŞTİ.. KEŞKE, DİYOR İNSAN, KEŞKE KABUL ETSEYDİ DE, GENÇ TÜRKİYE CUMHURİYETİ O BORÇLARI  ÖDEMEK ZORUNDA KALMADAN DEVRİMLERİ  BÜYÜK BİR HIZLA GERÇEKLEŞTİREBİLSEYDİ ve CUMHURİYET’in EKONOMİK TEMELLERİ DAHA SAĞLAM ATILABİLSEYDİ… TOPRAK REFORMU RAHATLIKLA YAPILABİLİR, EĞİTİMDE VE SANAYİDE DAHA GÜÇLÜ  ATILIMLAR YAPILABİLİRDİ.. GENÇ CUMHURİYET KURULUŞ YILLARINDA BİN BİR ZORLUKLA, GELİŞMESİNDEN, KALKINMASINDAN ÖDÜN VEREREK ÖDEDİĞİ BU BORÇLARI ÜSTLENMEMİŞ OLSAYDI; ŞİMDİKİ DURUMUMUZ KESİNLİKLE ÇOK FARKLI OLACAKTI. NE EKONOMİK SORUNLAR ve NE DE BÖLÜCÜLÜK / GERİCİLİK.. SONUÇTA NE OLDU YANİ? İSRAİL DEVLETİ SÖKE SÖKE YİNE KURULDU.. HEM DE İSTEDİĞİNDEN ÇOK DAHA BÜYÜK BİR TOPRAK PARÇASI ÜZERİNDE VE BİZ YİNE BORÇ İÇİNDEYİZ.
(AS: 2014 ortasında toplam borç 718 milyar $! AKP-RTE iktidara geldiğinde, 14 Kasım 2002’de T.C.’nin toplam borcu 221 milyar $ idi.. AKP-RTE 11,5 yılda 80 yıllık borç birikimini 3 ile çarptı.. Ulusal gelirin 230 milyar $’den 820 milyar $’a çıkarıldığını AKP-RTE hep söylüyor.. 500 milyar $’ı borç; 11,5 yılda 100 milyar $ ulusal gelir artışı.. Ehh gerçek başarım performans bu her halde??)
 
***
 
DİN VE MİLLİYET 
 
Son olarak rahmetli Üzeyir Garih‘le ilgili bir anımı anlatayım.. Rahmetlinin beni ziyaret ettiği bir gün sohbet sırasında Türkiye-İsrail savunma sanayisi (AS: Sn. Prof. Ercan Savunma Sanayisi Müsteşarı iken..) ilişkilerindeki sorunlardan söz açıldı. Sözlerim alınganlık yaratmış olacak ki, beni şaşırtan ifadeleriyle “Hocam” dedi;

  • Üzeyir Garih :Şunu bilin lütfen, ben Türkiye’de yaşayan bir Yahudi değilim,
    ben dini Musevilik olan bir Türk’üm.(AS: İşte bütünleşme – integrasyon bu.. Bu assimilasyon değil, kaynaşıp bütünleşme üzerinden ULUSLAŞMA.. Anadolu’daki tüm etnisitelerden beklentimiz bu!)

***

Filistin lideri Abbas’tan Rum kesimine destek

Kıbrıs Rum kesimini ziyaret eden Filistin lideri Mahmud Abbas,
Kıbrıs sorununda Rum tezlerini desteklediklerini açıkladı.
Rum Yönetimi ise, Filistin’de temsilcilik açma kararı aldı.

Mahmoud Abbas, Dimitris Christofias
Filistin Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas ve Kıbrıs Rum lideri Yönetimi lideri Dimitris Hristofyas
Petros Karadjias / AP SELİM SAYARI,  
ntvmsnbc Güncelleme: 15:54 TSİ 09 Temmuz. 2009 Perşembe

LEFKOŞA – Beraberindeki bir kurulla resmi davetli olarak Güney Kıbrıs’a gelen Filistin Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas, Rum Yönetimi Lideri Dimitris Hristofyas’la görüştü. İki lider kendi ifadeleriyle işgalin sona erdirilmesi için ortak mücadele edeceklerini söyledi. Görüşmeden sonra yapılan ortak açıklamada Hristofyas, Filistin Yönetimi’nin Rum halkının “mücadelesine” verdiği destekten ötürü minnettar olduklarını söyledi. Rum tezlerini İslam Konferansı Örgütü’nde savunduğu için Mahmud Abbas’a ayrıca teşekkür eden Hristofyas, Ramallah’ta Rum temsilciliği açılacağını, Filistin’le ekonomi, turizm ve eğitim alanlarında ikili anlaşmaların yaşama geçirileceğini açıkladı. 
Hristofyas, “Her iki tarafça uzlaşılan ilkeler temelinde, Filistin halkının cefasına son vermek ve Filistin’in kalbinde bulunduğu Ortadoğu sorununa barışçıl bir çözüm getirmek için yeniden yaratıcı bir diyaloğun başlamasını istiyoruz.” dedi. Hristofyas, Güney Kıbrıs’ın, Filistin halkının haklarıyla ilgili BM Komitesi üyeliğini sürdüreceğini, AB içinde de Filistinli “kardeşlerinin” davasını desteklemeye devam edeceğini söyledi.

Mahmud Abbas ise, Güney Kıbrıs’ın Filistin halkının haklarının geri alınması, iki devletli bir çözüm çerçevesinde, başkenti Doğu Kudüs olacak bağımsız bir Filistin devleti kurulması mücadelesine verdiği istikrarlı destek için Hristofyas’a teşekkür etti.

Güney Kıbrıs’ın, Ortadoğu sorununda kendilerine verdiği desteğin İsrail’le müzakere çabalarında elini güçlendirdiğine işaret eden Abbas, “Filistin toprakları içinde, Ramallah’ta temsilcilik açma kararınız bizi ziyadesiyle memnun etti, aynı zamanda bize, aramızdaki ilişkileri daha da pekiştirme gücü verdi ve haklarımız için verdiğimiz mücadelenin çıtasını yükseltti.” dedi. Abbas, Rum Yönetimi Başkanı Hristofyas’ı en kısa zamanda Filistin’e beklediğini de söyledi. Filistin Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas, bugün Rum Ortodoks Kilisesi Başpiskoposu
II. Hrisostomos’la görüşecek ve beraberindeki kurulla akşam saatlerinde adadan ayrılacak.

RUM BASINI: ENDİŞEMİZ ORTAK

Rum basını ziyareti, “Rum Yönetimi Türklerin, Filistin’se İsrail’in işgaline son verilmesi için birbirini karşılıklı destekliyor.”
ifadesiyle değerlendirdi. Fileleftheros gazetesi haberi, “Endişe ve Tedirginlikler Ortak… Kıbrıs ve Filistin Bütün Alanlarda Karşılıklı Destek Konusunda Anlaştı” manşetiyle verdi.

****

Değerli arkadaşlar,

Bir süre önce Gazze olayları dolayısıyla, Arap dünyasının umursamadığı Filistin’e kraldan çok kralcı havasında sahip çıkan Hükümetin, Türkiye’deki muhtaçların haklarından keserek
bol keseden yardım kampanyaları düzenlemesi üzerine yazdığım yazıya 1. Dünya Savaşında Filistin cephesinde olan bitenlerden söz eden bir kitaptan, bir iki paragraf ekleyerek bilgilerinize sunuyorum.. 

“A brief record of the Advance of the Egyptian Expeditionary  force under the Command of General Sir Edmund H.H. Allenby” 

General Allenby’nin Hatıratı – Berikan Basım Yayım” 

“..Filistin cephesinde çok zayıf düşmüş Osmanlı orduları karşısında, İngiliz kuvvetler komutanı General E. Allenby ‘in emrindeki 500 bin kişilik “haçlı” ordusunda, T. Lawrence‘in yönettiği Emir Faysal Birlikleri de “arkadan vurucular” olarak işbirliği içindeydiler.. Sonuçta, sayıca az ve geri teknikle donanmış Türk orduları adeta imha edildi..
Süveyş Kanalı’nda, binlerce Türk askerinin  cesetleri yüzüyordu…
.”

Muzaffer Haçlı Komutanı Allenby

Asıl adı ve unvanıyla General Sir Henry Hynman Edmund Allenby, Kudüs’ü Osmanlı İmparatorluğu’ ndan Araplarla birlikte kurtardığında 1095’ten bu yana bir türlü zafere erişemeyen Haçlı Seferleri’nin muzaffer 
tek komutanı olarak kutsandı. [Jonathan Riley The First Crusaders 1095-1130] Bu eserde General Allenby, 
Filistin’i 400 yıl sonra Müslümanlardan kurtararak Hıristiyanlığa armağan eden komutan olarak anlatılıyor!
General Allenby’nin en önemli yardımcısı ise Filistinli Araplar !  
…..
Kudüs, tam 400 yıl sonra 9 Aralık 1917’de işgal edilerek Osmanlı’dan kurtarıldı! General Allenby, Ekim ayının 
başlarında Hintli, Avustralyalı ve Arap aşiretlerinden oluşturulmuş süvari birlikleriyle sırf Osmanlı İmparatorluğu’nun imhası adına Türk birliklerine saldıra saldıra Damascus’tan (AS: Şam..) güneye ilerliyordu. Onlar, Kraliçe Victoria’nın göz kamaştıran altınlarıyla bezenmiş Hicaz’lı Arap aşiret birliklerinin elbirliğiyle
Türk askerini avlamakla meşguldürler. 
19 Eylül’de tutsak ettikleri Türk askerlerinin sayısı 60 bini aşmıştı! [Midelerinde yuttukları altın vardır düşüncesiyle,
 Araplar bu tutsakların pek çoğunun midelerini hançerle deşmişlerdi.]                                                     
General Allenby, her işgal ettiği Osmanlı toprağında Arapların büyük coşkusuyla karşılandı. Şam’da dükkanlar kapatılmış, herkes bayramlık elbiselerini giymişti. Kudüs’te ise İngiliz ordusu ve işbirlikçileri olan Arap süvarileri sağ kanattan kente girerken, coşku ayyuka çıkmıştı. At ve develerden oluşan Arap süvarileri bu zaferin çok anlamlı tarafını oluşturmaktaydılar.
…..
General Allenby 11 Aralık 1917 günü görkem içinde
bu kutsal kente yürüyerek girdi ve O’nunla birlikte Kudüs 
bunca yüzyıl sonrasında ilk kez Hıristiyanların olmuştu. Onlar şükrederler ki, son olarak 300 Türk askerini de tutsak etmiş ve birçoğunu öldürmüşlerdi..
….
Jaffa Kapısı’nda General Allenby İngiliz, İskoç, İrlandalı, Wales, Avustralyalı, Yeni Zelandalı, Hintli, Fransız ve İtalyan birlikleriyle bir yeni çağı açmakta ve Norman Kralı Aslan Yürekli Richard’ın intikamını almaktaydılar.
….

GAZ – GAZA – GAZZE
D. ALİ ERCAN
“AKIL TUTULMASI” DENEN ŞEY İŞTE BUDUR..  TÜRKİYE’DE BÜYÜK BİR KESİM TAM BİR AKIL TUTULMASI İÇİNDE… ZATEN YANDAŞLAR “GAZA” İLE MEST OLMUŞ DURUMDALAR, KARŞITLAR İSE ADAMA “GAZ” VERMEK PEŞİNDE, AKILLARI SIRA MUHALEFET YAPIYORLAR.. İLERDE YAPILMASI OLASI BİR ÇILGINLIK İÇİN ADETA ÇAĞRI ÇIKARILIYOR.. 
“YALNIZCA SEÇMENLERİMİZ DEĞİL, MUHALİFLERİMİZ DE, YANİ TÜM MİLLET İSTEDİ BU SAVAŞI..” DEYİP KUTSAL 
CİHADA GİRİŞEBİLECEK SİYASETÇİLERİN VARLIĞINDAN BENİM KUŞKUM YOK.. BÖYLE BİR DURUMDA, ZATEN SALLANTILI OLAN DEMOKRASİ İYİCE ASKIYA ALINABİLİR, “OLAĞANÜSTÜ DURUM” BAHANESİYLE GEREKLİ(!)
“İÇ TEMİZLİK” ÇALIŞMALARI BAŞLATILIR…

DEĞERLİ ARKADAŞLAR
BU BİZİM SAVAŞIMIZ DEĞİL..
BU BİZİM KAVGAMIZ DEĞİL,
BU BİZİM ÇÖZECEĞİMİZ BOYUTTA BİR SORUN DA DEĞİL…
KENDİ ÜLKEMİZDE ONLARCA SORUN ÇÖZÜMSÜZ BEKLERKEN, 30 YILDAN BERİ DOĞUDA ASAYİŞİ,
TOPLUM HUZURUNU SAĞLAYAMAMIŞKEN,
4 MİLYON YURTTAŞIMIZ GECE AÇ YATARKEN,
AYRANI YOK İÇMEYE, ATLA GİDER S..MAYA” ÖRNEĞİ GÜLÜNÇ BİR ZAVALLILIK SERGİLEYEN ÜLKE OLMAK
ÇOK ACI.

AKILLARI SIRA YARDIM KONVOYLARI DÜZENLEYEN
FEDAİ AKTİVİSTLERİN ve ONLARI EL ALTINDAN DESTEKLEYEN 
SİYASİLERİN, 6 GEMİ DOLUSU YARDIM 
DİYE TOPLADIKLARININ, ASLINDA SUUDİ  / ARAP ŞEYHLERİNİN BİR GECELİK EĞLENCE PARASI BİLE 
OLMADIĞINI BİLİYORLAR MI ACABA ? GEMİLERDE SÖZDE 32 DEVLETTEN İNSANLAR VARMIŞ, AMA NASIL OLUYORSA KATILANLARIN %70′T.C. VATANDAŞI..
GERİ KALANLARIN PEK ÇOĞU DA AVRUPALARDA YAŞAYAN ARAP KÖKENLİ KÖKTEN DİNCİLER.. ÇEÇENİSTAN’DAN AFGANİSTAN’A DEK 
BİRÇOK YERDE BOY GÖSTERMİŞLER.. 
TEKRAR TEKRAR SÖYLÜYORUM;
MAKSAT TÜRK SİLAHLI KUVVETLER’İNİN, DOLAYISIYLA TÜRKİYE’NİN BAŞINA BİR ÇORAP ÖRMEK DEĞİLSE, İSRAİL’LE BU ÇATIŞMA ÇİZGİSİNE GİRMENİN
BAŞKA NE ANLAMI OLABİLİR ?

BİZİM NE İŞİMİZ VAR 
ARAPLARLA İSRAİL ARASINDA?... æ