Kategori arşivi: Yurttaş Saltık

CHP örgütüne düşen görev

Olaylar ve Görüşler
HAMDİ YAVER AKTAN

Yargıtay Onursal Daire Başkanı

10 Ağustos 2023, Cumhuriyet

 

Büyük beklentilerle girdiği son seçimde CHP başarısız olmuştur; seçmenlerini de düş kırıklığına uğratmıştır. Kuşkusuz ki başarısızlığın nedenleri, bakış açısına göre değişebilir; farklı görüşler ileri sürülebilir.

Her seçim yenilgisinden sonra CHP örgütünden haklı olarak tepki gelir. Son seçimden sonra beklenenden daha az tepki geldiği görülmekte; üstelik yüksek beklentilerle seçime girildiği halde! Büyük bir olasılıkla yaklaşan genel yerel seçimlerin etkili olduğu düşünülebilir.

Öncelikle örgütten beklenen ve dillendirilmesi gereken tepkinin -ilginçtir ki- CHP üst yönetiminden gelmekte oluşudur. İlginç olması, üst yönetimin birkaç cılız ses dışında sorumluluğu almamış olmasıdır. Gerçekten de liderlik etrafında yer alanlar, dahası seçim öncesi belirleyici olanlar, seçim sonrası içeriksiz, ideolojisiz değişim söylemine sarılmışlardır. Karşılarına ise yenilenme kavramı konulmuştur.

Uzun bir süredir “kul hakkı” son zamanlarda “helalleşme” gibi dinsel referanslı (kaynaklı) söylemlerin kurucu değerlere aykırı olduğu gecikmeli olarak da olsa cesaretle söylenmelidir. Başta laiklik ilkelerine, Cumhuriyetin niteliklerine, çağdaş hukuka aykırıdır. Bu bağlamda üzülerek belirtilmelidir ki örgütten de bu yönde direnç gelmemiş, sessizce kabullenilmiştir. Varlığı kuşkulu medyada görebilmiş değiliz; Cumhuriyet gazetesi dışında göremediğim varsa özrümü peşinen belirtiyorum. Düşüncemi “merkez medya” ile de sınırlamak istiyorum. Örgüt belki iyimser bir yaklaşımla, liderliğe ve yönetime saygı düşüncesiyle suskun kalmıştır.

Örgütün dışlandığı bir gerçektir. Ne var ki son söylemlerde örgüte değer verildiği de görülmekte. Onlarla ifade edilen belirleyici kişiler adayları saptamıştır. Ayrıca adeta sınava girmiştir aday adayları. Onur kırıcı olmadığını savunmak olası mı? Özellikle üç büyük kente oy kaçışları olduğu bir gerçektir. Bu konuda araştırma, istatistik vb. yöntemlere gerek yok; bilinmektedir!

Seçim kazanılsaydı, liderlik çevresinde olacakların yenilgiden sonra etik olmadığı belirtilen toplantılar yaptıkları görülmekte. Olası bir liderlik değişiminde potansiyel liderin yanında önceden konumlanılmak istenildiği söylenebilir (mi?) Başarısızlıktan bu kadro içinde yer alanlar sorumlu değiller mi? Parti meclisinden alınanlar ve gönderilenlerin birlikte yenilgiden pay sahibi olmamaları mümkün mü?

YENİDEN YAPILANDIRMA

Başkalaşıma uğramış CHP’yi yeniden yapılandırmak gerekmekte. Seçimlerdeki beklentinin karşılık bulmaması inandırıcılıkla birlikte sorgulanmalıdır. Ücretsiz konut yerine yıllara yayılan ödemeyi kabul eden depremzedeler ile bayram ikramiyelerinin yüksek olmasını isteyen emekliler vd. Anlamak gereklidir.

Bu bağlamda son yakıcı zam getiren yasanın yasama organındaki oylamasına milletvekili çoğunluğunun katılmamasının yurttaşları haklı kıldığı düşünülmektedir. “Nasıl olsa iktidar bloku yasayı çıkaracaktı” şeklinde bir görüş mevcut (var) ise mazeretsiz oylamada bulunmayanların Parlamentodaki varlıkları gerekli mi? İktidar olmak için verilen oylar, muhalefet olmaya da yaramamış ise bu soru haklıdır! Bu tespit (saptama) ve çözümlemelere ilave edilecekler (eklenecekler) kuşkusuz ki vardır. Gazete yazısında bu kadarı yeterli görülmeli.

  • CHP örgütü en olumsuz koşullarda bile gücünü korur.

Yeter ki örgütün özgür istencine saygı duyulsun; gereksiz görevden almalara vb. uygulamalara son verilsin! Görevdeki CHP örgütlerinin yanı sıra önceki il, ilçe başkanları ile gençlik ve kadın kolları başkanlarına, milletvekilleri ve bakanlarına, hatta eski genel başkanlara görev ve sorumluluk düşmektedir. Değişim/yenileşme gibi yanılsamaya yol açacak söylemelerle zaman yitirmeye gerek yok!

  • CHP, temel ilkelerine dayalı olarak yeniden yapılanmalıdır.

Salt/katı, antidemokratik tüzük kuralları belki hukuksal olarak doğru görülebilir ancak meşruiyetinin tartışmalı olduğu bir gerçektir. Hukuksallığı da kendinden menkuldür. Güçlü parti meclisi ve genel sekreterlik zorunludur; gelenek de budur!

Yenilgiden sorumlu olanlarla yürünemeyeceği açık. Aynı kadronun, değişim söylemine katılanlar dahil, liderliği/yönetimi almaları olasılığında sonucun değişmeyeceği noktası iddialı bir öngörü olarak görülmemelidir.

  • Yerel seçimlerin yaklaştığı gözetilerek
  • örgütün mevcut yönetime/lidere saygıyı dışlamadan,
  • teşekkür de ederek yeni CHP’yi oluşturmak yükümlülüğü vardır.

CHP kurucu partidir. Bu söyleminden dolayı CHP seçmeni olmayanlar bile CHP üzerine düşünce üretmektedirler. Yalnızca CHP seçmenleri ve üyeleri tarafından değil, devlette de saygınlığı olan, entelektüel ve siyasal birikimli, başarılı kişiyi örgüt bulmalıdır.

Bulmak ve seçmekle karşı karşıyadır. Var mıdır? O da CHP örgütüne düşer!

FLASH HABER TV Konuşmamız : Türkiye’de Çok Yönlü Bunalım: Ne Yapmalı?

Dostlar,

FLASH Haber TV ‘de Sn. Betül Begümhan Aydoğan’ın konuğu olduk.. (07.08.20023).

Konumuz, Türkiye’nin AKP eliyle içine sürüklendiği çok yönlü bunalım idi.
Türkiye, olağandışı / olağanüstü bir döneme sürüklendi, moratoryum eşiğinde.
İktidar, dağı – taşı – limanı – ormanı – hazine arazilerini, borsayı…ne var ne yok haraç mezat satıyor! İtiraz istemiyor, halk uyanmasın istiyor, sesini çıkaranı hapse tıkıyor, ekran karartıyor. Olağanüstü – olağandışı durumlar, bu nitelikte, olağanüstü – olağandışı çözümleri zorluyor.

Saat 16:00’da başlayan konuşmamızın başında ses niteliğinin (kalitesinin) çok yetersiz olması nedeniyle, skype görüşmemiz telefon bağlantısına (salt ses) dönüştürüldü.
Sn. Aydoğan’ın bu haber kuşağı 2,5 saat süreli. Saat 14:00’te başlıyor. Biz programa 1 saat 25 inci dakikada katıldık ve yaklaşık 25 dakika sürerek 1:50’de bitti. Videonun altındaki kırmızı zaman çizgisi üzerinde ileri – geri kaydırma ile izlenecek bölüm seçilebiliyor. İzlemek için lütfen tıklayınız :

https://www.youtube.com/live/37EBSZ0YUcY?feature=share 

Özetle vurguladığımız şunlardır :

AKP=RTE ve son yıllarda MHP vd.nin ortaklığı Cumhur İttifakı eliyle Türkiye, Cumhuriyetin 100 üncü yılında derin ve çok yönlü bir bunalıma (krize) sokulmuştur.

Özellikle son 2 yıldır sürdürülen, “Nass” maskesi ile gerekçelendirilen yoksullaşTIRma bilinçli ve kurguludur. Örn. 7500 TL gibi cep harçlığı düzeyinde aylıklı emeklilere, ENAG (Enflasyon Araştırma Gurubu) verileriyle %100’ün üstünde!) korkunç enflasyona karşın Temmuz 2023’te zam verilmemesi.. Bu insanların sözde yastık altını ekonomiye kazandırma amacına AKP=RTE iktidarının inandığını savlamak çok güçtür. Çünkü ulusal ekonomiye gerçek (reel) kaynak aranışı için hiç de gerçekçi bir yol değildir ve iktidar kurmayları – bürokratları gerçekliğin ayırdındadır.

Dolayısıyla, 9 milyona yakın açlık sınırı altında aylıklı emeklinin, aileleriyle birlikte 30 milyon dolayında bir kitle nasıl göz ardı edilebilmiştir? Siyaset biliminde geçerli genel-geçer kural alt üst edilebilmiştir! Beklenen, kaynamayan tencerenin iktidarları sandığa gömdüğüdür. Ancak üst akıl güdümünde iktidar, bu derin ve yaygın yoksullaşTIRmayı şaşırtıcı biçimde yönetmekte ve siyasal avantaja dönüştürebilmektedir. Yandaşlar, bütçeden sosyal yardımlarla seçici olarak desteklenmekte ve üstelik Parti yardımı olarak sunulabilmektedir. Dolayısıyla Parti tabanı korunabilmektedir (tahkim, konsolidayon). Ancak yandaş olmayan ve acımasız biçimde açlık sınırı altına itilen yandaş olmayan milyonlar ise çaresizlikleri ile teslim alınmakta, güce teslim olmaya yönlendirilmekte, diz çöktürülerek biata zorlanmaktadır. Ya da de-politize edilmekte, siyasal katılmanın dışına itilmektedirler.

Laik yaşam / seküler düzene dönük saldırılar boğucu düzeye tırmandırılmıştır. Milli Eğitim’de üniversite öncesinde 1,2 milyon dolayında öğretmen olmasına karşın, akıl almaz biçimde imamlar-vaizler okullarda görevlendirilmektedirler! Dernek-vakıf maskesiyle çalışan gerici tarikat-cemaatlar ile sözleşmeler yapılarak okullarda öğrencilere bu kesimlerin din adamlarının sözde eğitimi dayatılmaktadır.

DİB Ali Erbaş, yalınkılıç şeriat militanlığına soyunmuştur. Günaydın sözlüğüne “Arapça” uzuuuun sözcüklerle kendince seçenek üretmektedir. Cuma namazına uygun eğitim – kamu mesaisi ayarlanması isteyebilmektedir. Bay Erbaş, pervasızca Anayasa m. 2, 24, 42, 136, 174 vd. ni çiğnemektedir. Bu suçtur ve yaptırımı TCK m. 309’da yaşam boyu ağırlaştırılmış hapistir.

Akbelen’de sermaye güdümünde orman talanı ve kırımı ve Hatay’da ivedi kamulaştırma ile köylülerin tarım alanları ve zeytinliklerinin gasp edilmeye çalışılması..

  • RTE’nin 3. kez CB adaylığının apaçık anayasaya aykırı olmasına karşın (m.101/2) YSK eliyle ve muhalefetin anlaşılmaz suskunluğu ile kotarılması..
  • RTE’nin üniversite diplomasının olmadığını eski YÖK başkanı Yusuf Özcan’ın açıklamasına karşın görmezden gelinmesi..

Seçimlerde adaletsiz medya ve devlet olanaklarının kullanılması, Bakanların görevde iken adaylığı, yüzbinlerce göçmenin oy kullanması, tırnak boyasının reddi, seçim hileleri ile kıl payı kazanılan seçim…

Korkunç borçlanma… Ege’de işgaline göz yumulan adalar..

İçeride gazetecilere (Merdan Yanardağ), aydınlara baskılar.. İntikam davaları ile tutsak alınan 5 emekli, yaşlı, hasta general.. karartılan TV ekranları (TELE1!)

Uluslaşmayı engellemek ve ümmetleştirmek için milyonlarca insanı ülkeye doldurma..

2. yy başında Türkiye Cumhuriyeti’ni ANADOLU FEDERE İSLAM CUMHURİYETİ‘ne dönüştürme, bu yolla Lozan Barış Andlaşması’nı iptalle yerine post-modern Sevr‘i getirme..

Bu korkunç dayatma ve kurgular, iktidarca Anayasa apaçık, pervasız, gözü kara ve meydan okurcasına çiğnenerek yürütülmektedir. Adını koyalım :

  • AKP=RTE, eylemli olarak (fiilen) Anayasayı çiğnenerek Cumhuriyet’e darbe yapmaktadır.
  • Üstelik bu iktidarın meşruluğu yukarıda belirttiğimiz nedenlerle açıkça tartışmalıdır.
  • Ulus kutuplara bölünmüş, etnik-inanç temelinde ayrıştırılmış ve eğitimsiz bırakılarak algı yönetimiyle kandırılmaktadır.
  • ÇÖZÜM             : Yeniden kuvay-ı milliyedir. Parça parça edilmiş kitleleri birleştirecek tek ortak payda kalmıştır. O da, Mustafa Kemal Paşa‘nın 22 Haziran 1919’da yayınladığı, Anadolu halkına seferberlik çağrısı olan Amasya Genelgesi‘ndeki tarihsel değerde 2 özlü maddedir :

1. Vatanın bütünlüğü, milletin bağımsızlığı tehlikededir.
2. Milletin bağımsızlığını, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.

Cumhuriyeti kuran parti CHP hızla derlenmeli, köklerine dönmeli ve ulusal muhalefeti yukarıdaki 2 madde ekseninde örgütlemelidir.
***
Kapsamlı bir özetleme ile yukarıdaki iletileri paylaştık. Ayrıca tarihe not düşmek için de yazdık.
FLASH Haber TV‘ye ve Sn. Betül Begümhan Aydoğan‘a teşekkür ederiz.

Okunması, TV kaydının izlenmesi, yaygın paylaşılması ve gereklerinin ivedilikle yerine getirilmesi dileğiyle.

Sevgi ve saygı ile. 09 Ağustos 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net       profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter : @profsaltik
==========================================

Bu gün, 9 Ağustos 2023 Çarşamba günü saat 17:-19:00 arasında 2 saat boyunca Cadde TV’de olacağız. Konumuz aşağıdaki görselde..

  • 100 Yılın Kuşatması : Nasıl Yaracağız?

Duyurulması, izlenmesi ve gerekleri dileğimizdir.

Saygı ile. 9 Ağustos 2023, 02:24

Dr. Ahmet Saltık

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 09 Ağustos 2023

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

GERİCİ

Perinçek: “Akbelen’de işçinin, çiftçinin, köylünün yanındayız. Ancak dünyada yeşil cereyan, emperyalizmin merkezinde gerici bir hareket olarak çıktı.”

Çevresini korumak isteyen köylüleri gericilikle suçlayan Perinçek Yeniköy-Kemerköy özelleştirilirken partiyi kime karşı yönlendirmişti?

Biraz dik duruş!..

DOMUZ

Çevre Bakanı Yardımcılığına getirilen Refik Tuzcuoğlu çift maaşa bağlanmış.

Devletin malı deniz, haksız yiyen domuz…

YAŞ

Askerlikle ilgisi olmayan Bakanlardan oluşan YAŞ’ta, Kuvvet Komutanlığı yapmayan orgeneral Genelkurmay Başkanı yapıldı.

Bu YAŞ çok yaş…

HARAM

DİB’lığı hutbesinde çalışma saatlerinin cuma namazı saatlerine göre ayarlanması istendi. Cuma ezanı okunduktan sonra alışveriş yapmanın ve elde edilen kazancın da helal olmadığı söylendi.

Devleti-milleti soymak, günah işleme özgürlüğüne girer!..

MUTLULUK

Kimsesiz çocukları yaz kampına alan Mutlu Yuva Derneği’nin, Bakanlıkla yaptığı protokolle uzun süredir çocukları kıskaca aldığı ortaya çıktı.

AKP mutlu, gerici-yobaz tarikatlar mutlu…

HİKAYE (Öykü)
(Sevgili Cihangir Dumanlı’dan)

Bakan Mehmet Şimşek, “Maaşları artırmasaydık enflasyonu düşürürdük.” demiş.

Maaşları niçin artırdınız? Enflasyon olduğu için.

Yumurta – tavuk öyküsü…

SORUMSUZ

Ensar Vakfı yurdundaki çocuk istismarında sorumlu gösterilen Asım Sultanoğlu Şanlıurfa Milli Eğitim Müdürlüğü’ne atandı.

Çocuklar güvende!..

YEŞİL

RTE’nin yeşil alan olarak kalacağını söylediği boşaltılan askeri alanlar, sırayla imara açılıyor.

Dünyada sevdiği tek yeşil vardır…

ATMA

RTE, milyonlardan değil milyarlardan fazla ağaç diktiklerini söyledi.

Ne denir? “Atma Recep din kardeşiyiz!”

Kestikleriniz her gün önümüzde, diktikleriniz nerede?..

SARIKLI

Sarıklı amirali deşifre eden albay açığa alınmıştı. YAŞ’ta emekli edildi.

  • Tarikatçıma, yobazıma dokunma!..

Yenilginin ve değişimin anatomisi

Merdan Yanardağ

Merdan Yanardağ
Siyaset 06.08.2023, BİRGÜN

Değişim tartışmaları, muhalefet alanında bütün tuhaflıkları ile sürüyor. Üstelik öznesi ve nesnesi CHP olan bu tartışma, sanki adil ve demokratik bir seçim yapılmış da kaybedilmiş gibi yürütülüyor. Tuhaflığı da yüzeyselliği de bu yanından kaynaklanıyor.

Oysa yapılması gereken şey:

  • Seçimlerin hangi koşullarda gerçekleştiğini ortaya koyarak
    iktidarın ahlaki ve siyasal meşruiyetini sorgulamaktır.

Çünkü, ancak böyle bir tartışma yapıldığı ve siyasal hamle geliştirildiği takdirde, gelecekte gidilecek seçimlerde de aynı şeylerin olmasını, hile ve kara propagandayı önleyebiliriz. İktidarın meşruiyetini (yasallığını değil) tartışalım demek bu anlama gelir. Ancak, bu an ne yazık ki kaçırılmış görünüyor. Devrimci bir perspektif olmadan değişim de olmuyor.

Durum böyle olunca, gerçekte daha yüksek olduğunu tahmin ettiğimiz, % 48’lik çok önemli bir muhalefet ve direniş potansiyeli de değersizleştiriliyor. Gericilik ve faşizm karşıtı bu büyük toplumsal güç dağıtılıyor. Dahası içine kapanarak umutsuzluk ve karamsarlıkla siyasal mücadele alanından çekiliyor. En büyük kayıp ve tehlike bu durumdur.

Diğer taraftan, CHP’de bir değişim ve yenilenme tartışması kaçınılmazdır.

Hiç kimse hiçbir şey olmamış gibi yoluna devam edemez… Ülkenin en gelişkin ve dinamik kesimlerinin derin bir yenilmişlik duygusu ile siyasetten ve örgütten kopması karşısında, bu kesimleri yeniden kazanacak ve ayağa kaldıracak dürüst ve serinkanlı bir seçim değerlendirmesinin yapılması gerekiyor. Bu sorumluluk seçimin üzerinden neredeyse 2,5 ay geçmesine karşın yerine getirilmiş değil. Birgün gazetesi, devrimci bir yaklaşımla bu tartışmayı yapıyor.

CHP genel merkezinin hâlâ üzerinde tartışabileceğimiz, katkıda bulunabileceğimiz yazılı bir seçim değerlendirmesi yok. Ortada, kamuoyu ve toplumla paylaşılan anlamlı bir metin olmayınca seçim değerlendirmeleri ve değişim tartışması da ister istemez medya üzerinden yürütülüyor. Konu dalgalanmaya bırakılmış durumda. Oysa konuya ilişkin olarak yapılan ve bazılarının kesintisiz 12 saat sürdüğü belirtilen toplantılarda ortaya çıkan sonuçlar bile, bir rapor haline getirilebilirdi.

Dolayısıyla; kamuoyunda kişilere sıkıştırılmış, verimsiz, çerçevesi belirlenmemiş ve ideolojik-politik bir zeminden yoksun tartışmalar devam ediyor. Bir disiplini olamayan bu tartışmalardan anlamlı bir sonuç çıkması mümkün görünmüyor. Yönü ve kapsamı belli olmayan, genel başkanın değişimine indirgenmiş böyle bir tartışmanın partiyi paralize (felç) ederek önümüzdeki yerel seçimlerin de yitirilmesine yol açacağını söylemek, sanırım yanlış olmaz.

  • Bu tartışmayı başlatanlar, değişimin ideolojik oylumu, siyasal ve tarihsel yönü, felsefi ve teorik arka planına ilişkin hiçbir şey söylemiş değil.

Bunu konuda ortaya yazılı bir metin, ciddiye alınacak teorik (kuramsal) bir çalışma da konulamamış durumda. Bu nedenle; partideki sağa kayışı tersine çevirecek halkçı, yurtsever, kamucu, laik ve cumhuriyetçi bir perspektifle hareketi/örgütü yeniden inşa edecek bir irade ve inisiyatif de gelişemiyor. Bugün yaşanan krizin asıl kaynağı budur.

Kazanılacak seçim, büyük hatalar yapıldığı için kaybedildi.

Dahası, kaybetmek için adeta özel bir çaba gösterildi. Dolayısıyla; seçim yenilgisinin tek nedeni adil ve demokratik olmayan koşullar, hile ve iftiraya dayalı kampanya değildir. Bu yenilginin muhalefetin (daha çok CHP’nin) izlediği politikalardan da kaynaklanan çok önemli nedenleri var. Ancak bunların hiçbiri derinliğine ele alınmıyor. Siyasal İslam eleştirisi yapılmadı, başta laiklik olmak üzere cumhuriyetin ilerici ve demokratik değerleri savunulmadı. Cumhuriyeti kurduğu için neredeyse özür dileyecek bir partinin, bu kompleksle seçimleri alması çok zordu.

Oysa bir rejim tartışmasının yapıldığı, ülkenin yönünün yeniden çizilmeye çalışıldığı bir tarihsel dönemeçte, “normal bir seçim” yapılması mümkün değildi. Zaten olmadı da…
***
Nihayet ortaya yazılı bir metin çıktı. Ekrem İmamoğlu, hafta sonu gazetesi Oksijen’de “Türkiye İçin Yeniden” başlıklı bir yazı yayımladı. Ben yazıya biraz geç ulaştım, Çünkü haftalık olduğu için dergi sayılıyor, idarenin izni ile abone olmak gerekiyor. Neyse ki Tele1’den arkadaşlar yazıyı gönderdi ve gecikmeli olsa da tam metni okuyabildim.

Öncelikle belirteyim; ortaya yazılı bir metin konulmasını, bütün eksikliklerine karşın önemli buluyorum. Yazının ideolojik ve siyasal bir derinliği olmasa da bir tartışmanın yürütülmesi için ipuçları veriyor. İlk ipucu da yazının yayımlandığı gazete. Yazının liberal beyaz Türklerin gazetesi denilen Oksijen’de çıkmış olması, İmamoğlu’nun ekibinin bazı temel tercihlerini de ortaya koyuyor. Zaten, söz konusu yazı, demode liberal tezlerin arka arkaya sıralandığı (ağırlıklı olarak) bir metin olmuş. Yazı, bıktırıcı bir ezbere ve yaşam tarafından defalarca (kezlerce) yanlışlanmış görüşlere dayanıyor. Bu görüşlerin ilerici ve yenilikçi olduğu ise tam bir şehir efsanesidir.

Yazıda, CHP’nin sağa savrulduğuna ilişkin tek bir eleştiri ya da tespit (saptama) bulunmuyor. Artık gına getiren bir liberal yaklaşımla CHP’nin Kemalist, vesayetçi, devletçi ve seçkin bir parti olduğuna ilişkin ideolojik ön kabul, örtük şekilde benimseniyor. Buna karşılık; AKP’nin inşa etmeye çalıştığı, en hafif deyimiyle, dinci-faşizan totaliter rejime ilişkin hiçbir değerlendirme yapılmıyor.

  • İslamo-faşist bir düzenin kurulmasının büyük bir hızla sürdürüldüğünden yazının haberinin olmadığı anlaşılıyor.

Bu durumda; CHP’nin emekçi tabanlı, sol eksenli, cumhuriyetçi ve yurtsever bir parti olmaktan çok daha da sağa çekileceği bir sürecin yolu da açılıyor. Yazının yarattığı bu izlenimin çok sayıda kanıtı bulunuyor. Oysa bu liberal tezleri Avrupa solu/sosyal demokrasisi terk edeli neredeyse 20 yıl oluyor.

CHP Parti Programı

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
07 Ağustos 2023, Cumhuriyet

 

Siyasal partilerin tüzükleri ve programları, onların anayasası konumundadır. Her parti üyesi, o partinin tüzüğüne ve programına uymakla yükümlüdür.

CHP yönetimi tüzük değişikliği çalışmalarından sonra, şimdi de program değişikliği yapılması kararı almıştır.

Oysa parti programı, aceleye getirilmeyecek kadar ciddi bir iştir.

  • Bir partinin programı, seçimlerin yapılacağı veya hem seçimlerin hem de
    tüzük değişikliklerinin yapılacağı bir kurultayda ele alınamaz.

Parti programı, başka hiçbir konunun görüşülmediği ve ele alınmadığı, salt programın uzun uzun ve ayrıntılı bir biçimde ele alındığı, değerlendirildiği ve tartışıldığı bir Program Kurultayı’nda değişebilir.

Ayrıca, CHP yönetiminin programı hangi yönde değiştirmek istediği de son derece önemlidir. Türkiye’nin sorunlarına yönelik çözüm önerilerinin ve projelerin güncellenmesi doğaldır.

  • Ancak partinin temel ilkeleri ve ideolojisi, yönetim kademesindeki oligarşik bir yapı tarafından emrivaki ile değiştirilirse, bu CHP için de, Türkiye için de, büyük bir siyasi facia olur.

***
– Cumhuriyetçilik,
– Halkçılık,
– Devletçilik,
– Laiklik,
– Milliyetçilik,
– Devrimcilik,
– Sosyal demokrasi ve Demokratik solculuk,

CHP’nin ideolojisini belirleyen temel ilkelerdir.

Bu ilkeleri bertaraf etmek (dışlamak) veya bu kavramların içini boşaltmak veya bu kavramların anlamlarını çarpıtmak, yalnızca Cumhuriyet Halk Partisi’nin değil, Türkiye Cumhuriyeti’nin tabutuna da çivi çakmakla özdeştir!

CHP’nin kurucusu ve ilk Genel Başkanı olan Mustafa Kemal Atatürk’e ve “Altı Ok” olarak da bilinen ilkelere yönelik akıl dışı bir fobi içinde yaşayan odakların, bunu fırsata çevirmeye çalışacakları kesindir!

O nedenle tüm parti üyelerinin büyük bir teyakkuz (uyanıklık) ve seferberlik durumunda olmaları gerekir!

Parti programıyla ilgili süreci, CHP MYK üyesi Yunus Emre’nin koordine ettiği (eşgüdümlediği) açıklandı. İdeolojik donanımı oldukça zayıf olan, koşullara göre fikir ve ilke değiştiren, kategorik olarak bir doktrin geliştiremeyecek olan Kemal Kılıçdaroğlu hakkında, “İkinci Yüzyıla Çağrı: Kılıçdaroğlu Doktrini adlı bir kitap yazan Yunus Emre, parti programıyla ilgili raporları da aynı zihniyetle yazarsa, CHP bölünme, parçalanma ve yok olma sürecine hızlı bir biçimde girer.
***
CHP’de bir yandan parti programı çalışmaları başlatılırken, değişim isteminde bulunan olası genel başkan aday adayları da, partinin programındaki temel ilkeleri yok sayarak siyaset üretmeye devam ediyorlar.

  • Kemal Kılıçdaroğlu zaten CHP’deki ideolojik savrulmanın ve başta laiklik olmak üzere, partinin temel ilkelerinden uzaklaşmasının baş mimarı olarak konumlanmış durumda.

Ekrem İmamoğlu, CHP’nin ilkeleriyle uzaktan yakından bir ilgisi olmayan “Oksijen” adlı gazetede bir yazı yazarak, Cumhuriyetin kurucu değerlerini yeniden yorumlamaktan söz ediyor. Oysa öncelikli olan bu değerleri yorumlamak değil, anlamaktır! Ayrıca bu değerleri yorumlamak için bile, önce onları anlamak gerekir.

Özgür Özel, Cumhuriyet gazetesine verdiği demeçte, “CHP İlke ve Demokrasi Hareketi”nin web sitesinde haftalar önce ilan ettiği CHP’de Devrim, Türkiye’de Devrim sloganından esinlenmiş olmalı ki, CHP’de bir devrime gereksinim olduğundan söz ediyor, ancak bunu söylerken, Atatürk’ün Aydınlanma devrimlerinden ve Altı Oktan hiç söz etmiyor!

Özgür Özel;

– Monarşinin anti-tezi Cumhuriyetçilik,
– Oligarşinin anti-tezi Halkçılık,
– Serbest piyasacılığın ve özelleştirmeciliğin anti-tezi Devletçilik,
– Teokrasinin anti-tezi Laiklik,
– Ümmetçiliğin anti-tezi Milliyetçilik,
– Statükoculuğun anti-tezi Devrimcilik 

olmadan, Devrimi nasıl gerçekleştirecek?!

Bütün bunlar yetmiyormuş gibi, bazı CHP’liler de, gençlerle, gençlikle ve gelecekle bütünleşeceklerine; ağalık düzenini andıran, oligarşik ve feodal bir “ağa-beylik modeline sığınmaya çalışıyorlar!


Yazarın Son YazılarıTüm Yazıları

CHP Parti Programı7 Ağustos 2023

Hiroşima’ya atom bombası atılışının 78. yıldönümünde

Merhum Prof. Dr. Rona Aybay hocamızı özlem, şükran ve saygı ile anarak,

  • Hiroşima’ya atom bombası atılışının 78. yıldönümünde

başlıklı yazısını 78. yılda bir kez daha yayınlıyoruz..

Dr. Ahmet SALTIK
06 Ağustos 2023
======================================================

PROF. DR. RONA AYBAY

06 Ağustos 2021, Cumhuriyet

 

Tam 76 yıl öncesinin bugünlerinde, milyonlarca insanın ölümüne, sakat kalmasına, canını kurtarmak için yerini yurdunu bırakıp göç etmesine yol açan İkinci Dünya Savaşı bitmiş gibiydi. Sovyetler Birliği askerleri, Berlin’e girip orak-çekiçli bayrağı çekmişler, Nazi faşist saldırgan savaşın mimarı Hitler intihar etmiş, Almanya teslim olmuştu. Böylece, çok kanlı ve zalim bir savaş faşist güçlerin yenilgisiyle sona eriyor, insanlık tarihinde yeni bir dönem başlıyordu.

Savaşın getirdiği bütün maddi manevi yıkıntılar, apaçık ortadaydı ama Avrupa’da halklar her şeye karşın savaşın sona ermesinden dolayı sevinçliydi. Ancak Nazi Almanya’sının müttefiki Japonya cephesinde durum çok farklıydı. Japonya, aldığı yenilgilere karşın, teslim olma eğilimi göstermiyor, karşısındaki, başta ABD olmak üzere müttefik güçlere karşı savaşı sürdürüyordu.

İşte bu ortamda, İkinci Dünya Savaşı boyunca ABD Başkanlığı görevini yapmış olan Franklin D. Roosevelt’in 12 Nisan 1945 günü ölmesi üzerine, onun yerine geçen, yardımcısı Harry S. Truman’ın kararıyla dünyada ilk kez bir nükleer bomba Japonya’nın Hiroşima kenti üzerinde patlatıldı.

6 AĞUSTOS 1945 SABAHINDA HİROŞİMA

Hiroşima halkı, hava saldırısı alarmlarına alışkındı. O sabah alarm 7.30’da kaldırılmıştı. Hava saldırılarının gece yapılmasına alışmış olan halk, savaş zamanının sıkıntılarıyla da olsa yeni bir güne başlıyordu.

O sıralarda B-29 tipi bir ABD savaş uçağı Hiroşima’ya yaklaşmaktaydı; uçakta tarihte ilk kez bir kente atılacak “atom bombası” yüklüydü. Uçak tam saat 8.15’te Hiroşima üzerinde atom bombasını attı. Hiroşima halkı bir anda yukarıdan aşağı gelen, gözleri kör edici bir parlaklık ve sıcak dalgası ile aşağıdan sağır edici bir gürültüyle gelen sarsıntı arasında kalmıştı! Dünyada ilk kez bir kent üzerinde patlatılan atom bombası, Hiroşima’yı adeta haritadan silmişti. Onun yerinde yükselen alevler ve göğü görünmez hale getiren kara duman bulutları vardı artık! Binlerce kişi ilk anda can vermişti; sağ kalabilenler, toza, toprağa ve kana bulanmış halde çaresizlik içindeydi.

Sonraları, ilk anda ölenlerin (AS: 70 bin kişi!) görece “talihli” olduğunu düşündüren bir olgu ortaya çıktı: O zamana kadar görülmemiş radyasyon hastalıkları… Saçlar dökülüyor, diş etleri kanıyor, lenf bezlerinde, kemik iliklerinde daha önce bilinmeyen hastalıklar görülüyordu. Tıp çaresizdi. Hastalar, birbiri ardına ölüyordu.

ATOM BOMBASI MÜZESİ

1990 yılının ocak ayı, eşimle birlikte Hiroşima’da Atom Bombası Müzesindeyiz. Müze atom bombası felaketinden 10 yıl sonra açılmış; bombanın yarattığı yıkımı gösteren türlü nesneler sergileniyor: bir anda yanıp kül olmuş okul çocuklarının sıcaktan yamru yumru olmuş sefer tasları, radyasyon karşısında hiçbir anlamı olmayan ilk yardım çantaları ve öteki tıbbi malzemeler, resimler, grafikler vb. Bunlar arasında biri var ki, bakınca yüzümüze bir tokat atılmış gibi oluyoruz: Atom bombası patladığı anda bir mermer merdivende oturmakta olan bir insanın gölgesi kalmış mermer üzerinde!

Japonlar, çok soylu bir davranışla, bütün bunları, hiç abartmadan, düşmanlığı değil de barışı ve dostluğu öne çıkaran bir anlayışla sergilemişler. Zaten müzenin adı da “Barışı Anımsayıp Yüceltme Müzesi!” Gördüklerimizden o denli duygulanmış durumdayız ki gözyaşlarımızı birbirimizden gizlemeye çalışıyoruz. Ziyaretçi defterine Nâzım Hikmet’in dizelerini güçlükle yazıyorum:

  • “Amca, teyze bir imza ver; çocuklar öldürülmesin, şeker de yiyebilsinler.” 

Müzeyi her yıl 1.5 milyon insan ziyaret ediyormuş. Her yıl 6 Ağustos’ta müzenin olduğu büyük parkta barış töreni yapılıyor, barış çanları çalınıyor, “Hiroşima’lar olmasın” (No more Hiroshimas) diye başlayan barış bildirisi okunuyor. Barış Parkında, dünyanın çeşitli ülkelerinden armağan edilmiş, barış temalı heykeller var. Türkiye’den bir şey var mı diye bakıyoruz. Yok!

“Olmalı!” diyorum. Yurda döner dönmez konuyu dostum Prof. Dr. Selçuk Erez’e açıyorum. Onun aracılığıyla İstanbul Belediye Başkanı Nurettin Sözen’e konuyu iletiyoruz. İlgileniyor. Zamanın İstanbul Belediyesi Genel Sekreteri, sınıf arkadaşım Alev Coşkun da yardımcı oluyor ve karar veriliyor: İstanbul halkı adına, Hiroşima’ya bir barış heykeli gönderilecek. Ama ortada henüz heykel yok! Selçuk Erez, ünlü heykelcimiz Haluk Tezonar’a konuyu açıyor. Onun da ilgilenmesi üzerine atölyesindeki heykellerden uygun birini seçiyoruz: Kolları birbirine dolanıp, göğe uzanmış iki el! Nükleer silaha isyanı ve aynı zamanda barışa özlemi anlatan anlamlı bir yapıt olabilir diyoruz. Tezonar’ın izniyle heykelin adını ben koyuyorum:

  • “Eller birleşsin barıştan yana” 

Çok sevinçliyiz ama birden bire karşımıza bir sorun çıkıyor: Heykel bronzdan yapılmış, çok ağır bir yapıt. Onun Hiroşima’ya taşınması için gereken para, altından kalkamayacağınız kadar büyük bir yük.

Sonunda, o zamanki THY Genel Müdürü Cem Kozlu’nun yardımıyla, heykel Hiroşima’ya uçuruluyor. Ben de heykelin açılış törenine, Tokyo Büyükelçimiz Umut Arık’la birlikte katılıyorum. O günden sonra, Hiroşima Barış Parkını ziyaret edenler, Türkiye’den gelmiş bir heykel görüyorlar; tabelasında Türkçesinin yanında İngilizcesi ve Japoncası da yazılmış:

  • “Eller birleşsin barıştan yana”

YAŞ kararları

Sarıkamış. Dersleri. Yılmadan Yorulmadan Dr. Cihangir Dumanlı - PDF Free DownloadDr. Cihangir Dumanlı
E. Tuğgeneral
4 Ağustos 2023

Bu sene verilen YAŞ kararları konusunda (E) Dr. Tuğgeneral Cihangir Dumanlı’nın 4 Ağustos 2023 tarihli internetteki gruplara dağıttığı yazısı aşağıdadır.

YAŞ kararları

Bu yılın Ağustos YAŞ’ı sekiz sivil ve dört askerle toplandı.
Görev alanları general/amiral terfileri ile ilgisi olmayan CB Yardımcısı, Adalet, Dışişleri, Hazine ve Maliye, İçişleri ve Milli Eğitim Bakanları TSK’nın yeni komuta kadrosunu belirlediler.

K.K.K.lığı yapmamış bir Ordu Komutanını Genelkurmay Başkanı yaptılar. Hayırlı olsun.

Şimdi sorulması gereken sorular şunlar                :

1) Askeri bilgi ve deneyimleri sınırlı bu Bakanlar terfilere hangi kriterlere (ölçütlere) göre karar verdiler?
2) Terfi edenlerin mesleki yeterliliklerini nasıl değerlendirdiler?
3) Bütün diğer kurumlarda olduğu gibi TSK’da da kendi siyasi görüşlerine yakın olanları mı tercih ettiler?
4) Terfi edecek albay ve general/amirallerin mesleki performanslarını yakından
değerlendirebilecek durumdaki orgeneral/oramiraller YAŞ’tan neden çıkartıldı?
5) Bundan sonra terfi sırasındaki albay ve general/amirallerin mesleki yeterliliklerini kendi komutanlarına göstermek yerine iktidar partisine yakın görünme çabaları nasıl önlenebilecek?
6) Kuvvet komutanlığı yapmamış bir orgeneral Genelkurmay Başkanı yapılarak askeri hiyerarşi ve gelenek niçin bozulmuştur?
7) Siyasi iktidar değişirse yeni iktidar bu general / amiralleri “ eski iktidarın adamları” olarak görmeyecek mi?
8) Bu, Orduya siyasetin sokulması değil midir?
Bir, Orduya siyasetin sokulması o Orduya yapılabilecek en büyük kötülüktür. Harp tarihi bunun acı örnekleri ile doludur.

Bu YAŞ, 15 Temmuz hain darbe girişiminden hemen sonra (31 Temmuz 2016’da) yayınlanan
ve TSK’nın yapısında köklü değişiklikler yapan 669 sayılı KHK’nın gereğidir.

Bu kapsamda YAŞ’ın yapısı değiştirilerek Ordu’ya siyasetin girmesine olanak sağlanmıştır.
TSK’da yapılan değişiklikler “yeni bir darbe girişiminin önlenmesi” veya “Silahlı Kuvvetlerin sivillerce kontrolü” amaçlarını aşmış, iktidarın kendi ordusunu oluşturma çabasına dönerek doğrudan TSK’ya zarar verici boyuta ulaşmıştır.

Devletin diğer kurumlarında liyakat yerine sadakatin esas alındığı bir gerçektir.

Diğer kurumların siyasileştirilmeleri de sakıncalı olmakla birlikte, aynı şey TSK’da yapılırsa 86 milyonun güvenliği demek olan ulusal güvenliğimiz tehlikeye girer ve telafisi imkânsız kötü sonuçlar doğurur.

Belirsizlikler ve risklerle dolu uluslararası güvenlik ortamında böyle bir şeyin yapılması büyük yanlıştır.

Yeni komutanlara başarılar dilerim, selefleri gibi orduyu siyasete alet etmemelerini;
hükümetin değil, devletin ordusu olduğunu unutmamalarını umarım.
=======================
Dostlar,

Sayın E. Tuğgeneral Dr. Dumanlı’nın 28 Şubat hakkında bir irdelemesine de web sitemizde daha önce yer vermiştik..

28 Şubat Davası | Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM

Saygı ile.

Dr. Ahmet SALTIK

Nijer

Hüsnü Mahalli

Başka bir açıdan

 

Geçen hafta Rusya’nın Petersburg kentinde Rusya-Afrika Zirvesi toplanmıştı. 2019’da Soçi’de yapılan ilk zirveye 43 lider katılırken ikinci zirveye yalnızca 17 lider katıldı. Geri kalan ülkelerden bu kez, Bakan ve daha alt düzeyde temsilciler geldi .

Peki neden böyle oldu?

Çünkü ABD, İsrail ve Afrika’nın eski sömürgeci ülkeleri yani Fransa, Belçika, Hollanda, İtalya, İngiltere Afrikalı liderleri tehdit ederek zirveye katılmalarını engellemişti. Bu da çok kolaydı çünkü yalnızca Fransa’nın eski sömürgelerinden 14 ülke iktidarları, imzalanan anlaşmalardan dolayı uranyum, altın, petrol, elmas ve benzeri yeraltı zenginliklerinin satılmasından elde ettikleri gelirlerin %80’i Fransa Merkez Bankasında tutmak zorundaydılar.

Yılda yaklaşık 500 milyar dolar!

Bu 500 milyar dolar için Fransa bırakın bu 14 ülkeyi belki de 114 ülkeyi karıştırıp savaşa sürüklemekten geri kalmaz ve kalmayacaktır.

“Arap Baharı” sürecinde Fransa’nın Libya, Tunus ve Suriye’deki rolü farklı bir formatta gelişmişti ama Paris ve emperyalizmin diğer başkentlerinin rezilliği asla son bulmayacaktır.

Birinci Dünya Savaşı bitiminde ve Osmanlı’nın dağılması öncesi ve sonrasında İngilizlerle birlikte Sykes – Picot , Sevr ve diğer anlaşmalarla bizim coğrafyanın haritalarını çizen Fransızlar genetik ruh hastalıklarından asla vazgeçmeyeceklerdir.

Dönelim Rusya- Afrika Zirvesi’ne..

Emperyalist ülkeler zirvenin başarısız olması için uğraşırken ilk tokadı Nijer’de yediler. Cezayir, Libya, Çad, Nijerya, Benin, Burkina Faso ve Mali’ye komşu 1.3 milyon km2 yüzölçümlü Nijer’de yaklaşık 24 milyon insan yaşıyor ve çoğu açlık ve sefalet içinde.

Petersburg Zirvesi’nin 2. gününde yani 26 Temmuz’da eski Fransız sömürgesi Nijer’de askerler darbe yaparak Fransa’nın Afrika’daki en önemli adamlarından biri olan Muhammed Bazum’u devirdi. Fransa, ABD, AB ve onların Afrika’daki adamları kıyameti kopararak askeri müdahale tehdidinde bulundu. Bu tehditler karşısında Mali ve Burkina Faso’dan destek alan darbeciler ülkede bulunan Fransız üslerini kapattı ve Uranyum ve benzeri madenlerin ihracatını durdurdu.

Paris daha da çıldırdı.

Peki neden?

Fransa’da 56 nükleer reaktör var. Ülkenin tükettiği elektriğin %75’i karşılayan bu reaktörlerin kullandığı uranyumun %25-30’u Nijer’den sağlanıyor. Nijer; uranyum üretimi bakımından Kazakistan, Kanada ve Namibya’dan sonra dünyada dördüncü sırada. Buna paralel olarak AB ülkeleri de gereksinim duydukları uranyumun %25’ini Nijer’den sağlıyor ve bu uranyumu çıkaran şirketlerin tümü Fransız. Tıpkı altın, kömür ve elmas alanında faaliyet gösteren diğer şirketler gibi.

Başka!

İşin ekonomik ve elbette stratejik (elektrik üretimi) boyutunun yanı sıra Nijer’in Fransa için öneminin başka bir nedeni de askeri konular. Son iki yılda Mali ve Burkina Faso’dan kovulan Fransız askerler Nijer’e taşınmıştı. Fransa’nın Nijer’de Mirage savaş uçaklarıyla Reaper casus ve özel operasyon uçakları bulunuyor. Fransa’nın bu askeri olanaklarından yararlanan ABD’nin ayrıca Nijer’in ortasında İHA ve SİHA üssü bulunmaktadır.

Başka !

Fransız şirketlerinin 1950’li yıllardan bu yana çıkardığı (birazını da İsrail’e verdiği) uranyumdan dolayı milyonlarca yoksul Nijerli alınmayan önlemlerden dolayı radyasyon ortamında her türlü hastalıklarla uğraşıp duruyorlar. Elbette Fransa ve emperyalist ülkelerin umurunda değil ve hiç bir zaman olmayacaktır.

Geriye bir tek şans kalıyor o da Rusya ve Çin’in yüz yıllardır sömürülen Afrika halklarına yardım etme çabası içinde olması. Bu da Fransa, ABD ve öbür emperyalist ülkeleri çılgına çeviriyor.

  • Adamlar her zaman olduğu gibi darbe, iç savaş, soykırım, ülkeler arası çatışma ve türlü türlü kargaşalarla olağanüstü yeraltı zenginlikleriyle herkesin iştahını kabartan Afrika ülkelerini rahat bırakmıyor ve bu bunun için her yola başvuruyorlar.

Ama tüm çabalarına rağmen (karşın) tarih boyunca Afrika kıtasında emperyalist geçmişi olmayan Rusya ve Çin’in önünü kesemiyorlar. Bugün Afrika’nın 12 ülkesinde Rus askeri danışmanlar bulunuyor. Rusya’nın 27 Afrika ülkesiyle her alanı kapsayan çok ciddi ilişkisi bulunuyor. Çin ise 20 ülkede hükümetlere tarım, ulaşım, madencilik, petrol ve benzeri birçok alanda yardın ediyor.

Üç bini aşkın Çin şirketi birçok Afrika ülkesinde toplamda 5,3 milyar dolarlık iş yapıyor.

Afrika’ya ilgi gösteren bir başka ülke AKP yönetiminde Türkiye.

Birçok Afrika ülkesinde okul açan Fetö’culardan sonra AKP de bu kıtaya ilgi göstermiş ve hemen hemen bütün ülkelerde elçilik açmıştı. Ticaret ilişkilerinin yanı sıra kimi Afrika ülkelerine İHA ve SİHA satan Ankara din söylem ve içerikli bu ilişkilerinin kapsamını çok fazla genişletemiyor çünkü parası yok. Parası olan Suudi Arabistan ve BAE bazen birlikte bazen de ayrı ayrı ve karşı karşıya gelecek şekilde kıtanın Müslüman ülkelerine çengel atmaya çalışıyorlar.

Kıtanın en sinsi oyuncusu her türlü tezgahın içinde bulunan İsrail’dir.

Demek istediğim biz burada iktidarın çıkması olanaksız zam kazıkları ve muhalefetin saçma sapan tartışmalarıyla uğraşırken el alem dışarda ‘büyük’ işlerle uğraşıyor.

Nijer olayı sonu gelmeyecek bu işlerden yalnızca bir tanesi.

Ukrayna’da yenişemeyen Çin destekli Rusya ile NATO destekli ABD arasındaki kavga kısa dönemde bitmeyeceğine göre her an başka yerlerde yeni cepheler açılacaktır.

Kanlı Arap Baharı’dan bu yana 12 yıldır herkesin ilgilendiği Ortadoğu şimdilik gündem dışı olduğuna göre bundan böyle herkesin gözü kulağı Nijer’de olacak çünkü emperyalist ülkeler asla pes etmez.

Benden söylemesi!

 

Devlet korumasındaki çocuklar tarikat kampında!

Zülal Kalkandelen
Zülal Kalkandelen
zulal.kalkandelen@cumhuriyet.com.tr
04 Ağustos 2023 Cumhuriyet

 

Haber, iki gün önce soL Haber portalında yer aldı.

  • “İstanbul Aile ve Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü sorumluluğundaki çocuk evlerinde kalan
    devlet korumasındaki çocukların tek bir kamu görevlisinin bile refakati olmaksızın,
    Mutlu Yuva Derneği’nin düzenlediği 40 günlük eğitim kampına alındığı”
     duyuruldu.

Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı konuya ilişkin yaptığı açıklamada, Çocuk Koruma Hizmetleri Planlama ve Çocuk Bakım Kuruluşlarının Çalışma Usul ve Esasları Hakkında Yönetmeliği’nin 35. maddesinin 1. fıkrasına atıf yapmış. O fıkrada şöyle diyor:

“Sosyal hizmetlere ilişkin faaliyetler Devletin denetim ve gözetiminde sivil toplum kuruluşları ile
halkın gönüllü katkı ve katılımı da sağlanarak bir bütünlük içinde yürütülür.”

Bakanlık buna dayanarak Mutlu Yuva Derneği ile 5.9.2019’da çocuk evlerine ilişkin işbirliği protokolü imzalamış, amaçları çocuk evlerinde kalan çocukların yaz tatilini verimli geçirmeleriymiş, o nedenle Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı Gündüzalp Erkek Öğrenci Yurdu’nda yaz programına katılmaları planlanmış…

‘SİVİL TOPLUM KURULUŞU’ ADIYLA DESTEKLENEN CEMAATLER 

Sorun şu ki; Mutlu Yuva Derneği, Nur Cemaati’nin bir kolu olan Suffa Vakfı’yla ilişkili.

Kamptaki din içerikli eğitimin medrese eğitimi şeklinde yapıldığı, soL’un edindiği fotoğraflarda ortaya çıkıyor.

Üstelik derneğin internet sitesinde kız ve erkek çocukların birlikte olduğu fotoğraflar paylaşılmışken söz konusu eğitim kampında yalnızca erkek çocukların, imam olduğu anlaşılan birinin arkasında sıralandığı görülüyor.

Bu dernek, İstanbul, Ankara, Bursa, Yozgat, Diyarbakır ve Şanlıurfa olmak üzere altı ilde, 140 çocuk evinde çalışma yürütüyor, kendi çocuk evlerini açıyor, personeli kendileri seçiyor. Oysa Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’na bağlı çocuk evlerinin açılması ve hizmet vermesi, 2828 Sosyal Hizmetler Kanunu’yla açıkça belirleniyor. Bu evleri ve benzer amaçlı merkezleri açma yetkisi olan tek kurum Bakanlıktır! Ancak denetimle birlikte sivil toplum örgütlerinden destek alabilir.

Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı, belli ki FETÖ olayından hiç ders almamış!

Tarikatlar ve cemaatler, sivil toplum kuruluşu değildir.
Tarikatlar ve cemaatler, 1925 tarihli 677 sayılı Devrim Kanunu ile kapatılmıştır
ve bu kanun yürürlüktedir. Yasadışı olan bu oluşumların kurdukları
vakıf ve dernekler aracılığı ile eğitim faaliyetlerinde bulunmaları ve
üstelik bunun için devlet kurumları ile protokol imzalamaları yasa dışıdır! 

Bir tarikatla ilişkisi olan Mutlu Yuva Derneği’nin bütçesini dernek bütçesinden karşılayarak açtığı çocuk evlerinde, eğitimcileri tarikat tarafından belirleyerek yürüttüğü faaliyet de yasaya aykırıdır.

Eğitim faaliyeti, yine kurs, kamp bahanesiyle tarikatla ilişkili bir derneğe bırakılmıştır.

TARİKAT BATAĞI DAĞITILMADIKÇA UMUDU YEŞERTEMEZSİNİZ

Derneğin bağlantılı olduğu Suffa Vakfı’na bağlı bir erkek öğrenci yurdunda daha önce Mehmet Sıddık Çiçek adlı idarecinin iki erkek öğrenciyi taciz etmekten suçlu bulunduğunu da ekleyelim.

Şu ana kadar bu haber konusunda TBMM’deki muhalefetten herhangi bir tepki gelmedi.

  • Bir kez daha siyasal partileri,
    eğitimdeki dincileşmeye karşı çıkmaya ve laikliğe sahip çıkmaya çağırıyorum.

Bunu her olayda kamuoyuna ısrarla duyurmaları şarttır.

  • Çocukların devlet eliyle tarikatlara teslim edilmesi, istismar edilmesi,
    bu ülkenin en önemli sorunudur.
  • Ülkenin geleceğini karartan tarikat batağı dağıtılmadıkça
    halka ne umut verebilirsiniz ne de değişimden söz edebilirsiniz.
  • Tarikatlar aracılığıyla açılan çocuk evleri derhal kapatılmalı, devlet kurumları ile tarikatlara bağlı vakıflar ve dernekler arasındaki tüm protokoller sona erdirilmelidir. 

“Yasa uygulansın, tarikatlar ve cemaatler dağıtılsın!” demeyen siyasetçilere asla güvenmeyin.

Bilin ki onlar da siyasal İslamcılar gibi bu ülkenin temeline karşı ihanet içindedir.
=========================================
Dostlar,

Saygın yazar Zülal Kalkandelen baştan sona çooook haklıdır.
Yazısına virgülüne dek katılıyor ve muhalefeti çok etkin tutum almaya, eyleme çağırıyoruz
biz de..

Saygı ve kaygı ile. 04.08.2023

Dr. Ahmet SALTIK


Yazarın Son YazılarıTüm Yazıları

AKP İKTİDARI HALK DÜŞMANIDIR

Rifat Serdaroğlu
DOĞRU Parti Genel Başkanı

Eğer bir iktidar zengini daha zengin, fakiri daha fakir hale getirmeyi kafasına koymuş ve gereğini utanmadan, arlanmadan yapıyorsa o iktidarın adı
Halk Düşmanıdır!”

Aynı iki yandaş müteahhide, ihalelerde farklı iki uygulama yapılırsa ve bu iki uygulamada da halk kazıklanmışsa, hem kamu zararı oluşacak suç işlenmiş olur hem de siyasi ahlak zarar görür.

Limak ve IC İçtaş, YK Enerji adıyla Yeniköy-Kemerköy Santrallerini ve Linyit İşletmeleri Şirketini 2014 yılında, 2,67 milyar Dolar karşılığında satın aldı.
O gün Dolar kuru 2,32 TL idi.
2 Ocak 2017’de YK Enerji, kalan 1 milyar 68 milyon Dolar borcunu, Dolar yükseleceği için, o günkü kur (3,53) TL’den çevirtip Türk Lirasına döndürdü ve 5 takside böldürdü.

Bu usulsüz ve kamu zararı doğuran işlemi kim mi yaptı?

Cumhurbaşkanı Erdoğan karar verdi ve bir Kanun Hükmünde Kararname ile yaptı!
CHP MV Deniz Yavuzyılmaz, oluşan kamu zararının 566 milyon Dolar olduğunu hesapladı…
Aynı iki müteahhit, birçok hazine garantili DOLAR ödemeli iş aldılar.
Dolar, Erdoğan’ın ekonomi dışı uygulamalarıyla yukarı fırlayınca, devletin borcu durduğu yerde artmaya başladı. Milli Ekonomistler ve bizler Erdoğan’a şu teklifi yaptık;

“Yap İşlet projelerini karşılıklı anlaşma ile TL’ye çevirin. (Yeniköy-Kemerköy işinde olduğu gibi)
Hiç olur mu? O zaman yandaş müteahhitler zarar eder ve bu işlerden esas pay alan kişilerin avantası azalırdı! Olan halka oldu, Erdoğan bu anlaşmaların kılına bile dokunulmasına izin vermedi!

Bu yıl, “Dolarlı yandaş müteahhitlere” ödeyeceğimiz kur farkı 2,5 milyar Doları bulacak!
Kazıklanan, görevi Hazineyi doldurmak olan ve kendisine hiç hesap verilmeyen Türk Milleti oldu

AKP, her devlet işine “YOL BULUNACAK” bir iş olarak bakar.
Silah satışını artırmak için ülkede 25 milyon kişiye “Silah Bulundurma Ruhsatı” verdirir, AKP’lilerin çoğu silah alır. Kaçak silah satışları patlar ve 25 milyon adet kaçak silah ülkeye girer.

Peki, bu kaçak silahları kim ülkeye sokar ve satar? Elbette ki, avantasını vermek koşuluyla yandaş silah kaçakçıları!

Kaçak sigara olayı da böyledir. Sigara fiyatları artırılır, kaçak sigaraya kapı açılır. Kaçak sigaradan parayı Barzani’nin şirketleri kazanır, Türk Hazinesi vergi kaybına uğrar. Yine kazıklanan Türk Milleti olur.

İçkide de durum aynıdır Sınırları elek olmuş 13-17 milyon arası sığınmacının ülkeye girdiği yerden içkiler mi giremeyecek? Avantasını verdikten sonra!

Bu haram paralar, kaçakçılığa yol açanların ve yapanların boğazlarından hukuk yoluyla sökülüp alınacaktır.

Türk Milleti olarak, yine ayağa kalkarız, yine kazanırız.

  • Ama 22 yıl boyunca Türk Milletini aldatan, kazıklayan AKP İktidarı,
    dünya durdukça nefretle anılacaktır…

Sağlık ve başarı dileklerimle, 03 Ağustos 2023