Kategori arşivi: Hekim Saltık

Sivas Şehidi Dr. Behçet AYSAN Şiir Ödülü ve Anma Töreni


Sivas Şehidi Dr. Behçet AYSAN Şiir Ödülü ve Anma Töreni

Dostlar,

2 Temmuz 1993’te Sivas’ta lanetli Madımak otelinde (Şimdi müze..) yakılan
33 yurtsever aydın – sanatçıdan biri de meslektaşımız Dr. Behçet Aysan idi..

Rahmetli Dr. Aysan aynı zamanda şairdi.

“BİR EFLATUN ÖLÜM” adlı şiirini okumak için lütfen tıklar mısınız??

Bir_eflatun_olum

Meslek örgütümüz TTB (Türk Tabipleri birliği), Dr. Aysan adına her yıl şiir yarışması düzenleyerek O’nu ve hatırasını anıyor, yaşatıyor sağolsun..

Bu yılki anma ve ödül töreni 6 Kasım 2013 akşamı, Çankaya Belediyesi
Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde (Kennedy Cd. no 4, ABD Büyükelçiliği karşısı)..

Katılım, ilgi duyan herkese açık..

İlgi ve bilginize sunarız..

Duyuru posteri aşağıda..

Sevgi ve saygı ile.
30.10.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

KAMUSAL ALANDA DİNSEL KİSVEYE HAYIR!


logosu
KAMUSAL ALANDA DİNSEL KİSVEYE HAYIR!

Kamuoyuna ve meslektaşlarımıza, 

Dinsel bir kisve olan türbanın son olarak
TBMM kalesini düşürmüş olması
,
son günlerin önde gelen gündem maddesi olmuştur!

Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi’nin vermiş olduğu içtihat nitelikli kararlar ve
o kararların dayanağı Anayasa yerli yerinde dururken yaşanan gelişmeler yasadışıdır!

Oluşturulan oldu-bitti ikliminde dinsel kisvelerin sağlık ortamında hizmet veren
kamu görevlilerince de taşınır hale geldiğini kaygıyla izlemekteyiz!

Gerekçesi her ne olursa olsun türban konusunda TBMM’yi de teslim alan
dayanaksız uygulama özgürlük olamaz!

Çağdaş bir ülkenin ve çağa uygun bir yaşam süren ulusun güvencesi olan laiklik ilkesinin yerle bir edilmesi anlamına gelen bu gelişmeye karşı sesimizi yükseltmeyi,
tepki göstermeyi kaçınılmaz bir görev sayıyoruz!

Türkiye Cumhuriyeti bu (türban) tuzağa düşürülmemeli,
güncel politika ve oy kaygılarına kurban edilmemelidir!

Bu nedenle, yalnızca yönetenleri değil, onların uygulamalarını denetlemekle yükümlü
muhalefeti de göreve çağırıyoruz!

Saygılarımızla.
3.11.13, İzmir

İzmir Tabip Odası Yönetim Kurulu Adına

Dr. Suat KAPTANER
Başkan

 

Eşsiz Halk Sağlığı önderi Prof. Dr. Nusret H. FİŞEK’i anma : 3 Kasım 2013

3 Kasım 1990….

3 Kasım 2013..

23 yıl geçti aradan..

Türkiye’de SOSYAL TIP AKP tarafından yerle bir edildi..

Nuret Fişek ile
Eşsiz Halk Sağlığı önderi

Prof. Dr. Nusret H. FİŞEK
‘e

özlem ve saygı ile..

 

1384062_10152001992654721_1686122542_n

Sevgi ve saygı ile.
1.11.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

SAĞLIKTA KAMU-ÖZEL ORTAKLIĞI VE ŞEHİR HASTANELERİ

Dostlar,

AÜTF Dönem 6’da son sınıf öğrencilerimize (İnt. Dr.) 1 aylık Halk Sağlığı stajları sonunda sunmak üzere birer seminer konusu veriyoruz.

Bunlardan birini kamuoyu ile de paylaşmakta yarar var :

SAĞLIKTA KAMU-ÖZEL ORTAKLIĞI VE  ŞEHİR HASTANELERİ 

İlgi ve bilginize sunarız.

Başbakan RT Erdoğan’ın “hayalleri” nin ardalanını / içyüzünü göreceksiniz..

31 yansıdan oluşan özlü sunuyu izlemek için lütfen aşağıdaki erişkeyi (linki)
tıklar mısınız?

Kent_Hastaneleri_Ekim_2013

Sevgi ve saygı ile.
1.11.13, Ankara
Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net


ÖZEL HASTANELERDE % 200 FARK ALINMASI NE DEMEKTİR??


ÖZEL HASTANELERDE % 200 FARK ALINMASI NE DEMEKTİR??


Dr. Ahmet SALTIK

ADD Bilim Kurulu
www.ahmetsaltik.net

Böylesine serbest piyasa denebilir mi?
Devletin memesinden düşmeyen “zavallı” sermaye!
Peki bu ultra lüks hastanelerde SGK ayrıca % kaç fark alınmasını uygun bulursa
özel sağlık sektörüne yeter?? % 300, 400, 500?? O zaman kamu kesiminde
nasıl ve ne nitelikte hizmet verilecek?? Asıl onların batırılmasına mı sıra gelecek? Rakipsiz serbest piyasa mı yaratılacak? Hani Liberal ekonomi?
Rekabetsiz, devletin memesinde, eli yurttaşın cebinde sermaye konsorsiyumları ile..
Bu arada SGK’nın yükümü ne olacak?
Zorunu genel sağlık sigortası işlevsiz mi kalacak!

Aşağıda bir “paran kadar sağlık” öyküsü okuyacaksınız.
Kısır döngüye dolanmış gidiyor..
SGK’nın ödediği bedeller salt özel hastanelere mi yetmiyor?
Bizim de öğretim üyesi olduğumuz Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi hastanelerine yetiyor mu? Hayır.. 2500 dolayında yatağı olan Türkiye’nin en büyüğü hastane işletmelerimiz “zararda” !

Bir de “5 yıldızlı otel standardında hastaneler” yapılıyor (Ankara’da 18 Eylül 2013’te Etlik’te ve 22 Ekim 2013’te Bilkent’te temelleri atıldı..), yabancı sermaye ortakları ile yandaşlar zengin edilecek!) “şehir hastaneleri” adı altında.. Devletin Anayasa’ya aykırı olarak karşılıksız tahsis ettiği hazine arazilerinde.. Bu binalara 30 yıllığına kiracı olmayı yine Devlet yükümleniyor. Yetmedi, % 70 doluluk güvencesi veriyor Devlet!?..
Yurttaşını hasta edip bu “5 yıldızlı sağlık uzay üsleri“ne (!) yollayacak herhalde!?)

 

sehir_hastaneleri

Böylesine serbest piyasa denebilir mi?

Devletin memesinden düşmeyen “zavallı” sermaye!

Peki bu ultra lüks hastanelerde
SGK ayrıca % kaç fark alınmasını uygun bulursa özel sağlık sektörüne yeter?? % 300, 400, 500??

O zaman kamu kesiminde nasıl ve ne nitelikte hizmet verilecek??
Asıl onların batırılmasına mı sıra gelecek? Rakipsiz serbest piyasa mı yaratılacak?
Hani Liberal ekonomi? Rekabetsiz, devletin memesinde, eli yurttaşın cebinde sermaye konsorsiyumları ile..

Bu arada SGK’nın yükümü ne olacak?
Zorunu genel sağlık sigortası (GSS) işlevsiz mi kalacak?!
Pekiiii, bunca yüksek SGK farkını kim ödeyebilecek??
SGK primlerine = ek vergiye ek oldukça yüksek primli özel sağlık sigortası yaptırabilenler ya da bu farkları cebinden ödeyebilecek ölçüde zenginler..

Demek ki kimlere yapılıyor bu hastaneler; garip – gurebaya değil, değil mi?

Şu AKP’nin RTE’sinin – RTE’nin AKP’sinin dilinden düşürmediği garip – gureba halkımız nereden sağlık hizmeti alacak??

SGK’nın gerçekçi olmayan, maliyetin altında geriödeme yaptığı kamusal sağlık kuruluşlarından.. Ayakta kalabilirlerse, iflas etmezlerse, batıp kapatılmazlarsa..
Veee, SKG’nın bedelini ödediği nitelikte!
Ya da SGK’nın ödediği bedele uygun nitelikte!

ABD sağlık modeli gözler önünde.. Yüz milyarlarca $’ı yutan ama halkın hala
50 milyonunu (1/6 nüfus) sağlık güvencesi dışında tutan, sağlık göstergeleri dünyada 37. sıralara dek gerilemiş bir ABD.. Yuttuğu 2,5 trilyon $ /yıl müthiş kaynağa karşın (dünyadaki toplam sağlık giderinin yaklaşık yarısı!) sefil ve vahşi..
ABD Ulusal gelirinin 1/6’sıyla semiren fakat hala vicdansız ve acımasız..
Ama kapitalist ve liberal, çoook kârlı özel sağlık sektörü ile ilaç – tıbbi teknoloji üreticileri için..

Başkan Obama bile bu Majino hattını aşamıyor.. ABD bütçesi felç edilebiliyor sermayenin Kongre’deki sözcüleri eliyle.. Devlete şantaj yapılıyor en ağır ve ahlaksız biçimde!

ÇÖZÜM                    :

  • Sağlıkta piyasa ekonomisinden vazgeçeceksiniz. 
  • Sağlık hizmetleri kamusal olacak.
  • Aslı – özü KORUYUCU SAĞLIK HİZMETLERİ – SAĞLIKLI TOPLUM olacak.
  • O zaman çoook pahalı olan sağaltıcı sağlık hizmetlerine gereksinim azalacak. Bunu da büyük ölçüde bütçeden karşılayabile-ceksiniz. 
  • Özel sağlık sektörüne yersiz ve haksız ayrılan kaynaklar ekonominin
    öbür kulvarlarına kaydırılarak daha verimli kullanılabilecek..
  • Kalkınma hızlanabilecek.. Hem de ek olarak, yaratılan “sağlıklı toplum” itkisiyle.

Peki bu kokuşmuş ve akıldışı (irrasyonel), gözü doymaz talan düzenini ne adına sürdüreceğiz?

Kapitalizmin ve babası Adam Smith‘in gül hatırı ve aziiiz ruhları hatırına mı?
Hiç gerek yok, olanak da yok!
Çünü liberalizmin babası ADAM SMITH, günümüz neo-liberallerinin saptırdıklarının tersini yazmıştı ünlü kitabı “The Wealth of Nations” da (1776)  :

 

  • “SAĞLIK HİZMETLERİ, PİYASAYA BIRAKILAMAYACAK DENLİ  ÖNEMLİ,
    KRİTİK HİZMETLERDİR.”

– Neo-liberal tosuncukların keyfi kaçacak ama gerçek böyle..
– Büyük büyük …dedenizin kemiklerini sızlatıyorsunuz haberiniz ola..
– Çıkmaz sokaktır.. Moneter (salt parasal yöntemlerle) çıkış yoktur bu yolda..
– Herkes aklını başına almalı ve Türkiye, koruyucu sağlık hizmeti omurgalı
Kamusal ağırlıklı sosyal sağlık hizmetlerine geri dönmelidir..
– 1961’de Prof. Nusret Fişek‘in öncülüğünde 27 Mayıs Devrimcilerinin getirdiği SOSYALLEŞTİRİLMİŞ SAĞLIK HİZMETLERİNE.. 224 Sayılı Yasa düzenine..
-Önünde sonunda oraya dönülecek, geciktikçe sermayeye aktarılan kamu kaynakları (vergilerimiz!) büyüyecek, halkın yoksullaşması ve sağlıksızlaş(tırlıl)ması da!

Marş marş!

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 30.10.13

Dr. Ahmet Saltık
Ankara Üniv. Tıp Fak.
www.ahmetsaltik.net

Dipnot                              :

Sağlık Bakanı, müezzinoğlu Mehmet bey, işsiz kalan (!?) 7000 Yunan doktora patron olmaya, Türkiye’de iş vermeye heveslenmiş.. Göçmen (“suyun ete geçesi”!) damarı kabardı herhalde! 7000 de çevirmen; 14000! Yunanistan’dan 2. bir iç göç alımı (mübadele – “exchange” değil; “import” !) dalgası daha!

Bakan Mehmet bey, “Büyük Şefi”nin hayallerinin izinden giderek uçuk – fantastik tasarımları bir yana bıraksın ve piyasada yaşam kurtarıcı depo penisilin yokuluğuna çare bulsun. Bir kutusu beş TL’den ucuz ama yaşam kurtarıcı bu ilacın kâr payı düşük, sermaye zahmet (tenezzül?!) edip bu öksüz ilacı (orphan drug!) üretmiyor..
Bakan bey ne yapabiliyor seyretme dışında??
Çok yazık!
Halkın sağlığı ile utanmazca oynanıyor..

===================================================================

SAĞLIKTA FARKLARIN ARTIRILMASI HAKKINDA

Farklar Nereden Kaynaklanıyor?

Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK), verilen sağlık hizmetleri karşılığında kuruluşlara işlem başına bir bedel ödemektedir. Bu bedeller, SGK’nın Sağlık Uygulama Tebliği
(SUT) denilen listesinde yer almaktadır. Gerçekte SGK- SUT tarifeleri,
kamu kuruluşlarında verilen hizmetler için hazırlanmıştır.
Özellikle de devlet hastaneleri esas alınmıştır. Bu nedenle de, gerçek maliyetleri yansıtmamakta ve maliyetlerin altında bedeller ödenmektedir.

SGK- SUT bedelleri, genelde devlet hastaneleri için bile yetersiz durumdadır.
Özel kuruluşlar için ise tümüyle yetersizdir. Çünkü devlet hastaneleri personel maaşını maliyeden almakta, kira ödememekte, çeşitli vergi avantajları ve devlet subvansiyonlardan yararlanmaktadır. SGK’dan yapılan SUT ödemesi, gelirlerinin yalnızca bir bölümünü oluşturmaktadır.

Kabaca örnek vermek gerekirse, Sağlık Bakanlığı’nın toplamda SGK’dan aldığı miktar 2012 yılı için 14 milyar TL dolayındadır. Genel bütçeden aldığı ise 17 milyar TL dolayındadır. Yani toplamda oluşan 31 milyar TL dolayındaki gelir bütçesinin % 45’i SGK- SUT geliri olarak, % 55’i de genel bütçe geliri olarak oluşmaktadır. Başka bir deyişle, genel bütçeden aldığı gelir, SGK- SUT miktarına göre % 21 daha fazladır.
Bir anlamda, SGK- SUT bedeline göre genel bütçeden % 21 daha fazla fark almaktadır. Bu fark, kira ödememe, vergi ayrıcalıkları ve diğer desteklerle % 150’nin üzerine çıkmaktadır. 

Özel Kuruluşlarda Durum Nedir?

Özel kuruluşlar, yalnızca SGK’dan SUT bedelini alabilmektedirler. Eğer hastadan fark almazlarsa, bu bedelle aynı zamanda personel giderleri, kira, vergi ve tüm öbür bedelleri karşılamak zorundadır. Bu ise olanaksızdır. Bu durumda, devlet hastanelerinin yalnızca % 45 geliri kadar gelirle, tüm ihtiyaçlarını karşılamak ve faaliyetlerini sürdürmek durumunda kalırlar ve yarışamazlar.  Doğal olarak da iflasa sürüklenirler ve kapanırlar. Zaten bir bölümü  bu şekilde faaliyetine son vermiş durumdadır.

Farkların Öyküsü Nasıl Gelişti?

Durum böyle iken, bir önceki Sağlık Bakanı Recep Akdağ, nedendir bilinmez, özel
kuruluşların fark almaması konusunda diretti. Bu durum, özel kuruluşların ortadan kalkması anlamına geliyordu. Sonuçta, lütfedildi ve % 20 fark alabilmeleri kabul edildi. Sonraları, bu oran yoğun yakınmalarla % 30’a çıktı. Yakınmalar doğal olarak dinmedi,
tıp merkezleri için % 30’da kaldı, özel hastanelerde ise gruplanarak % 30- % 90 arasında kabul edildi.

Yakınmalar yine dinmiyor. Çünkü özel kuruluşlarla devlet hastaneleri arasında hala büyük bir gelir açığı var. Özel kuruluşların, devlet hastanelerinin gelir düzeyine erişebilmesi için, en az % 121- % 150 dolayında fark almaları gerekiyor. Geçmesi için demiyoruz, yalnızca bu düzeye gelebilmeleri için. Daha iyi olabilmeleri için ise, daha fazla fark almaları gerekiyor. % 200 ve daha fazlası gibi. Kalitede yarışan bazılarına,
% 200 fark da yeterli değildir.

Doc.Dr. Pasa Göktaş
pasagoktas@gmail.com via yahoogroups.com to hekimforumu

SGK 2012 YILI İSTATİSTİKLERİNİ AÇIKLADI


Dostlar,

SGK bu yıl biraz erken verdi önceki yıl istatistiklerini.
Özeliikle meslek hastalıkları (MH) verileri 2 yıl geriden gelirdi.
SGK’nın ilgili Kurullarında hukuksal sürecin tamamlanması 2 yılı bulurdu.
Sanırız şimdi olan, “bitirilen” dosyaların sonuçlarını vermek biçiminde..

SGK_logosu
Nitekim meslek hastalığı sayısı 2012 için yalnızca 395‘tir. 2011 verisi 697’dir. Tüm zamanların rekoru ise 1208’dir (2007). Almanya’da her yıl 80 bin, ABD’de ise
400 bin dolayında yeni meslek hastalığı olgusu kayda girmektedir (insidens; prevalans havuzuna o yıl
yeni katılan!
)

Temmuz 2013’te kayıtlı çalışan işçi sayısı 11,63 m olup, bilimsel yazına (literatüre) göre yıllık beklenen meslek hastalığı hızı %o 4 – 12 arasındadır (Harrington) .

Buna göre, söz konusu emekçi kitlesinden, 2011 yıl-ortası (30 Haziran) işçi sayısı
11 milyon kabul edilerek 44 – 132 bin arasında yeni meslek hastalığı olgusunun
kayda alınması gerekeceği hesaplanabilmektedir. Yasal “İşçi” statüsü dışında çalışan yaklaşık 15 milyon kayıt içi “öbür” emekçiler (memur, 657 4b, bağımsız çalışanlar vd.) dışarda tutulmuştur. Gerçekte MH’nın (ve de iş kazalarının!) öznesinin salt “yasal işçiler” olmayıp “tüm çalışanlar” olduğu tartışma dışıdır. Yine de salt yasal işçilerde 44 bin – 132 bin arasındaki yıllık “yeni” olgu beklentisi yerine “395cikle” yetinmek olası mıdır?

Buzdağı benzetmesi durumu betimlemeye (hali tasvire) olanak vermiyor sanırız. Sorunun %10’u bile değil ki su üstünde olan. Bir başka etkili benzetme bulmalı..
Belki “devede kulak” olabilir!

İş kazaları da öyle.. ILO (International Labor Organisation – Uluslararası Çalışma Örgütü)  verilerine göre ölümcül (fatal) iş kazalarında dünya ortalamasının 1,5 katı ile ILO veri tabanında Hindistan ve Rusya sonrası dünyada 3., Avrupa’da ise 2. sıradayız… (yüzbinde 21!) Bu konumumuzu en az 15 yıldır istikrar ve başarı ile sürdürüyoruz (!)..

Özetle; Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın (ÇSGB) öncelikle, iş sağlığı – güvenliği sorun alanının 2 temel epidemiyolojk göstergesi olan İŞ KAZALARI ve MESLEK HASTALIKLARI için yeterli – güvenilir – güncel – sürekli veri toplamayı – işlemeyi ve yaymayı sağlayacak bir yapı ve işleyişe kavuşturulması gerektiği kanısındayız. Yasalar her 2 durumun da 3-10 gün içinde Kuruma (SGK) bildirimini zorunlu kılıyor (5510 md 13 ve 14; 6331 md. 14). Özellikle 30.6.12 tarihli 6331 sayılı yeni İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası, işvereni “kusursuz sorumlulukla” yükümlüyor, kusur kabul etmeden sorumlu tutuyor.

Akla geliyor : MH sayısının 697’den 395’e inivermesi “sıkıyönetim yasası” 6331’e
tepki midir?

İlgili 2 Bakanlık (Sağlık ve Çalışma) bir ulusal kurultay toplayarak veri toplama dizgesinin (sistematiğinin) ülkede nasıl yaşama geçirilebileceğinin yollarını araması uygun olur.

Eldeki verilerin, üzgünüz ama, hiçbir Epidemiyolojik (bilimsel diyelim..) değeri yoktur!
Bu verilere dayalı hiçbir epidemiyolojik çıkarım yapılamaz.
Bu verilerle “kanıta dayalı” hizmet planlaması ve sorun / risk yönetimi olanaksızdır.

Sorunu bilimsel bir makale  / rapor olarak da -bir kez daha- sunacağız..

Sevgi ve saygı ile.
27.10.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=====================================

SGK 2012 YILI İSTATİSTİKLERİNİ AÇIKLADI

Bedri TEKİN
A Sınıfı İş Güvenliği Uzmanı
POZİTİF İŞ GÜVENLİĞİ

SGK’nın AÇIKLADIĞI RAKAMLARA GÖRE, İŞ KAZASI SONUCU ÖLÜM SAYISINDA
2011e GÖRE %56 AZALMA OLDU

2012’de TOPLAM 74.871 SİGORTALI İŞ KAZASI GEÇİRDİ

2012’de toplam 74.871 işçi kaza geçirdi, iş kazası geçirenlerin 69.090’ı (%93) erkek,
5.781’i (%7) kadın

İŞ KAZASI SAYISINDA BİR YIL ÖNCESİNE GÖRE % 8 ARTIŞ OLDU.

2011’de 69.277 iş kazası görülmüştü, dolayısı ile iş kazası sayısında bir yıl öncekine göre %8 artış gözlendi.

2012’de İŞ KAZALARINDA 744 KİŞİ YAŞAMINI YİTİRDİ

SGK tarafından açıklanan istatistiklere göre, 2012’de görülen iş kazalarında 744 işçi
yaşamını yitirdi. Yaşamını yitirenlerin 735’i erkek, 9’u kadın.

İŞ KAZASI ÖLÜMLERİNDE BİR YIL ÖNCESİNE GÖRE % 56 AZALMA OLDU

2011’de oluşan iş kazaları sonucu 1.700 kişi yaşamını yitirmişti, dolayısıyla iş kazası sonucu ölümlerde % 56 oranında azalış oldu.

SGK’nın açıkladığı rakamlar her yıl tartışmalı olmakla birlikte,
2012 yılı rakamlarının da çok tartışılacağı açık.

İŞ KAZASI SIKLIK HIZI DA, İŞ KAZASI AĞIRLIK HIZI DA AZALDI

Kayda giren iş kazalarının hem ülke içinde, hem sektör içinde, hem de dünya ülkeleri ile
karşılaştırılmasında iş kazası sıklık hızı ve iş kazası ağırlık hızı gibi hızlar kullanılmaktadır.

İş kazası sıklık hızı hesaplanırken, 2 yöntem kullanılmaktadır.
1. yöntemde, 1.000.000 çalışma saatinde meydana gelen iş kazası sayısı hesaplanmakta, 2. yöntemde her 100 kişiden kaza geçiren işçi sayısı hesaplanmaktadır.

2011’de her 1.000.000 çalışma saatinde meydana gelen iş kazası sayısı
(iş kazası sıklık hızı) 2.61, her 100 kişiden iş kazası geçiren işçi sayısı
(iş kazası sıklık hızı) 0,55 idi.

2012’de her 1.000.000 çalışma saatinde meydana gelen iş kazası sayısı (iş kazası sıklık hızı) 2.43, her 100 kişide iş kazası geçiren işçi sayısı (iş kazası sıklık hızı) 0,55 olarak gerçekleşti.

İş kazası ağırlık hızının hesaplanmasında da 2 yöntem kullanılmaktadır.
İlk yöntemde, 1.000.000 çalışma saatinde kaç iş gününün iş kazası nedeniyle yitirildiği, 2. yöntemde çalışılan her 100 saatte kaza nedeni ile kaç saat yitirildiği hesaplanmaktadır.

2011’de iş kazası 1.000.000 çalışma saatinde yitirilen iş günü sayısı (iş kazası
ağırlık hızı) 721, her 100 saatte iş kazası nedeni ile yitirilen iş saati (iş kazası ağırlık hızı) 0,58 olarak gerçekleşmişti. 2012’de iş kazası 1.000.000 çalışma saatinde yitirilen iş günü sayısı (iş kazası ağırlık hızı) 395, her 100 saatte iş kazası nedeni ile yitirilen
iş saati (iş kazası ağırlık hızı) 0,32 olarak gerçekleşti.

İŞ KAZALARI SONUCU ÖLÜM 2008 YILINDAN DA AZ

2008’de yaşanan iş kazalarında 865 işçi yaşamını yitirmişti, artış eğilimi 2011’e dek sürmüş, 2011’de iş kazası sonucu 1.700 emekçi yaşamını yitirmişti. 2011’de iş kazası sonucu yaşamını yitirenler, 2008’e göre % 87 daha çok idi.

MESLEK HASTALIKLARINDAN 1 KİŞİ YAŞAMINI YİTİRDİ

SGK istatistiklerine göre 2012 yılında meslek hastalıkları sonucu 1 kişi yaşamını yitirdi.
2011’de meslek hastalıkları sonucu 10 kişi yaşamını yitirmişti. Meslek hastalığı sonucu yaşamını yitiren işçinin “Taşıma için depolama ve destek faaliyeti işkolunda” çalışıyor
olması da, öbür sektörler konusundaki kuşkuyu daha da artırır nitelikte.

2012’de İŞ KAZALARI SONUCU 2.036, MESLEK HASTALIKLARI SONUCU
173 KİŞİ OLMAK ÜZERE TOPLAM 2.209 KİŞİ
“SÜREKLİ İŞ GÖREMEZ”
DURUMA GELDİ

2012’de iş kazaları sonucu 2.036, meslek hastalıkları sonucu 173 işçi olmak üzere
toplam 2.209 emekçi “sürekli iş göremez” duruma geldi. 2011’de iş kazaları sonucu 2.093, meslek hastalıkları sonucu 123 çalışan olmak üzere toplam 2.216 işçi
“sürekli iş göremez” duruma gelmişti. Dolayısıyla toplam iş göremezlik sayısı
hemen hiç değişmezken, meslek hastalığı sonucu sürekli iş göremezlikte
% 50’ye yakın bir artış oluştu.

2012’de görülen iş kazaları sonucu sürekli iş göremez duruma gelenlerin 2.140’ı erkek,
69’u kadın.

İŞ KAZALARININ EN ÇOK KÖMÜR MADENCİLİĞİNDE OLMASI
GELENEĞİ BOZULDU

2012’de EN ÇOK İŞ KAZASI İNŞAAT SEKTÖRÜNDE GÖRÜLDÜ.

2012’de kayda giren iş kazlarından 9.209’’u (%12,3) inşaat sektöründe meydana gelirken, 8.828′si (%11.79) kömür madenciliğinde, 7.045’i metal ürünleri üretiminde oluştu.

2011’de meydana gelen iş kazlarından 9.217′si (%13.30) kömür madenciliğinde, 7.749′u (%11.85) inşaat sektöründe, 7.268′i metal ürünleri üretiminde, 5.272′si ana metal sanayisinde görülmüştü.

EN ÇOK ÖLÜMLÜ İŞ KAZASI YİNE İNŞAAT SEKTÖRÜNDE

ÖLÜMLÜ HER 3 İŞ KAZASINDAN 1’İ İNŞAAT SEKTÖRÜNDE!

En çok ölümlü iş kazasının inşaat sektöründe görülmesi geleneği 2012’de de sürdü,
İş kazaları sonucu yaşamın yitiren 744 kişiden 256’sı inşaat sektöründe çalışıyordu.
Yani 2012 yılında da iş kazası sonucu görülen her 3 ölümden 1’i inşaat sektöründe.
2011’de inşaat sektöründe meydana gelen iş kazaları sonucu 570 kişinin yaşamını yitirdiği göz önünde bulundurulursa, inşaat sektöründe de iş kazası sonucu ölümde 2011’e göre, % 56 azalma olduğu görülmektedir.

SGK istatistiklerine göre, iş kazası sonucu yaşamını yitirenlerden 83’ünün çalıştığı işkolu bilinmezken, ölümlü iş kazalarının 73’ü kara taşımacılığı ve boru taşımacılığında oldu.

YARATICI SANAT FAALİYETLERİNDE 2011’de İŞ KAZASI SONUCU 118 KİŞİ YAŞAMINI YİTİRMİŞTİ!

2012’de YARATICI SANAT FAALİYETLERİNDE İŞ KAZASI ile
YAŞAMINI YİTİREN YOK!

2011 yılı SGK istatistiklerini değerlendirirken; “SGK’nın 2011 istatistiklerine göre,
iş kazaları sonucu ölümün 118′i aralarında canlı tiyatro, opera, bale, müzikal, konser vb. yapımların sahneye konulması faaliyetleri, orkestra ve bandoların faaliyetleri,
bağımsız müzisyen, ses sanatçısı, konuşmacı, sunucu vb. faaliyetlerinin de yer aldığı; yaratıcı sanat etkinliklerinde ortaya çıkmış.

Hem SGK’nın hem Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın Tehlike Sınıfları Tebliği’nde Az Tehlikeli İşyeri sınıflamasında yer alan bu sektörde, 118 kişinin
iş kazası sonucu yaşamını yitirdiğine ilişkin istatistiksel veri ilginç olsa gerek.” demiştik, 2012’de söz konusu işkolunda ölümlü iş kazası yok.

Ev içi çalışanlarda yalnızca 2 iş kazasının görülmüş olması, kaza geçirenlerin 2’sinin de, erkek olması, 2012’ye ilişkin ilginç saptamalardan.

EN ÇOK İŞ KAZASI DA, ÖLÜMLÜ İŞ KAZASI DA İSTANBUL’DA GÖRÜLDÜ

SGK istatistiklerine göre, 2012’deki iş kazalarının 9.450’si İstanbul’da, 9.303’ü Bursa’da, 7.596’sı İzmir’de, 7.227’si Manisa’da, 3.081’i Ankara’da, 2.628’i Denizli’de, 1.568’i Antalya’da, 1.068’i Adana’da, meydana gelmiştir.

İş kazası sonucu ölümlerin 147’si İstanbul’da (2011’de iş kazaları sonucu İstanbul’da 302 emekçi yaşamını yitirmişti), 52’si Ankara’da, (2011’de Ankara’da görülen iş kazalarında 172 işçi yaşamını yitirmişti) 42’si İzmir’de (2011’de İzmir’de görülen iş kazaları sonucu 127 işçi yaşamını yitirmişti), 30’u Bursa’da (2011’de iş kazası sonucu 50 emekçi yaşamını yitirmişti).

ÇORUM, HAKKÂRİ, IĞDIR’DA 2012’de HİÇ İŞ KAZASI GÖRÜLMEMİŞ!?

SGK istatistiklerine göre, 2012’de Çorum, Hakkâri, Iğdır’da hiç iş kazası görülmemiş.
2011’de 205 iş kazasının meydana geldiği Çorum’da, 2012’de hiç iş kazasının görülmemesi, bilim insanlarınca incelenmeye, sonuç çıkartılmaya değer bir veri olsa gerek.

İŞ KAZASI GEÇİRENLERİN % 44’ü 25-34 YAŞ ARALIĞINDA

2012’de iş kazası geçirenlerden 16.308’i 29-34 yaş aralığında, 16.038’i 30-34
yaş diliminde idi. Dolayısıyla %44’ü 25-34 yaş aralığında idi.

İŞ KAZALARINA ÖNEMLİ BİR BÖLÜMÜ MAKİNELERİN NEDEN OLDUĞU KAZALAR

2012’de görülen iş kazalarının 13.401’i “makinelerin neden olduğu kazalar”,
11.088’i “düşen bir cismin çarpıp devirmesi”, 8.541’i “kişilerin yüksek bir yerden düşmesi”, 5.461’i “kişilerin hemzemin ortamda düşmesi” biçiminde gerçekleşti.

İŞ KAZALARINDA ZARAR EN ÇOK EL ve PARMAKLARDA OLUŞUYOR

2012’de görülen iş kazalarının 16.547’si el yaralanması ile sonuçlanırken,
12.440’ı parmak yaralanması ile sonuçlandı.

MESLEK HASTALIKLARININ %62’si SİLİKOZ!

2012’de 40.000 dolayında meslek hastalığı saptanması beklenirken 395 olgu belirlenebildi. Kayda alınan meslek hastalıklarının 246’sı (%62.2) silikoz.

2012’de ülkemizde yalnızca 2 işitme yitiği yaşandı. Kimyasalların neden olduğu
toplam meslek hastalığı sayısı 78, bunun da 26’sı kurşun tozlarının neden olduğu hastalıklar.

Meslek hastalıklarının 221’i Zonguldak’ta kayda girerken, 61’i Ankara’da, 21’i İstanbul’da, 20’si İzmir’de, 11’i Kocaeli’de meydana gelmiş, Eskişehir, Adana, Antalya’da hiç meslek hastalığı görülmemiş, Denizli’de ise 1 meslek hastalığı kayda girmiş.

İŞ KAZALARI ve MESLEK HASTALIKLARI NEDENİ ile YAKLAŞIK
24.000.000
İŞ GÜNÜ YİTİRİLDİ

SGK’nın 2012 istatistiklerine göre, ayakta sağaltımda (tedavide) 1.599.618, yatarak sağaltım nedeni ile 50.632 iş günü olmak üzere, geçici iş göremezlik nedeni ile
toplam 1.650.250 iş günü yitirildi. İş kazaları ve meslek hastalıkları sonucu 745 emekçi yaşamını yitirirken, 2.209 işçi sürekli iş göremez duruma geldi.

Her 1 ölüm ve sürekli iş göremezlik için 7.500 iş günü yitirildiği kabul edilirse,
ölüm ve sürekli iş göremezlik nedeni ile 22.155.000 iş gününün,
toplam olarak 23.805.250 iş gününün yitirildiği görülmektedir.

Sorgulanamayan İnançlar Neye Mal Oluyor?


Dostlar
,

Sayın Prof. Coşkun Özdemir, uluslararası bilimsel üne sahip bir tıp doktorudur ve bizim de İstanbul Tıp Fakültesi’nden hocamızıdır.. Sonraları ise onur duyduğumuz dostu ve savaşım arkadaşı.. Halen Kasder (Kas Hastalıkları Derneği) başkanı ve İstanbul’da emeklilik sonrası 15 yılı aşan bir süredir bu zor hastalığın kurbanlarına karşılıksız hizmet vermekte.. Çoook nitelikli emeği ve 60 yıllık hekimlik birikimiyle.
Yeşilköy’deki alçakgönüllü kiralık binada..

İstanbul Büyükşehir belediyesi her yıl taciz ediyor kira sözleşmesinin yenilenme(me)sinde.. Oysa belediyenin, kamu yararına çalışan bu tür dernek – vakıflara kendiliğinden destek olması gerek yasası gereği (5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu, md. 24/n).

Yandaş cemaat dernek – vakıflarına her türlü belediye olanağı cömertce (!?)
peş keş çekilirken, Coşkun Hocanın derneğine gerçek bedelle kiralanan binanın her yıl boşaltılması baskısı yapılıyor.. Hem taciz hem de yandaşlara ikram borcu / iştahı!?

Bu sitede, sık olmasa da, elimize geçen yazılarına sevinçle yer veriyoruz.
(http://ahmetsaltik.net/2013/08/29/akp-milletvekillerine-2/, 29.8.13;
http://ahmetsaltik.net/2013/09/13/kas-hastaliklari-dernegine-destek-olalim/, 13.9.13)

85’e dayanan kronolojik yaşına karşın, O, Cumhuriyet’in Büyük Atatürk‘ün Cumhuriyeti kutsal bir emanet bıraktıklarından -Türk Gençliği’nden- sayıyor pek haklı ve gururlu olarak..

21 Ekim 2013 günlü Cumhuriyet’in 2. sayfasında yer verilen 2 makale de hekimlere ait..
Dostluklarından övünç duyduğumuz Cumhuriyet Devrim’inin ürünü 2 hekim hocaya..
Onlar (Prof. Coşkun Özdemir ve Prof. Çağatay Güler) Büyük Atatürk‘ün

“Beni Türk hekimlerine emanet ediniz..”

buyurduğu ulusumuzun hekimlerinden..
(Prof. Güler’in sitemizde yer alan 2 yazısı için lütfen tıklayınız :
– http://ahmetsaltik.net/2013/10/22/nefret-etsinler-ama-yeter-ki-korksunlar/, 22.10.13
–  http://ahmetsaltik.net/2013/10/09/yoksul-ve-kor-bir-halk-saglikcisi/, 9.10.13)

Sevgi ve saygı ile.
22.10.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==========================================

Sorgulanamayan İnançlar Neye Mal Oluyor?..

portresi
Prof. Coşkun ÖZDEMİR

“Türkiye’de bilgi ve yeteneklerle ilgisi olmayan bir politik yazın ortamı var. Çerçevesini politik kavgalar ve cehalet saptıyor. Gelişmiş ülkelerde entellektüel söylem,
politik söylemi etkileyebilir. Türkiye’de bu olası değil.
İslam potası içinde bir politik kültür çöküntüsü içindeyiz.”

Kurtuluş savaşımızın kahramanlarından Rauf Orbay saltanatın kaldırılmasına karşı çıkmış, “Boğazımdan saltanatın lokmaları geçmiştir. Yok edilmesine razı olamam.” demiştir. Mustafa Kemal’in silah arkadaşları Keçiören’de O’nu sorguladılar:

“Senin Cumhuriyet ilan edeceğin söyleniyor. Bu doğru mu?” diye.

Kaygılıydılar bu inanç sahibi kahramanlar. Mareşal Fevzi Çakmak
Köy Enstitülerine karşı durdu
Nâzım Hikmet’in 30 yıl mahkûmiyetini onayladığı gibi. dini bütün bir muhafazakârdı Atatürk’ün yanı başında yer alan mareşal. DP iktidarının ilk icraatı Arapça ezanı geri getirmek olmuştur. İnançlara saygılıydılar,
sandık demokrasisi başlamıştı. Demirel, sağcı ve solcu çocuklar sokaklarda birbirini vururken “Bana sağcılar suç işliyor dedirtemezsiniz” diye televizyona çıkıp
her türlü şiddeti kınamayı reddetmiştir.

İnanç sahibiydi o günün başbakanı. Darbeler geldi sol akımlara karşı, yeşil kuşak
(green belt) teorisinin etkinlik kazandığı ortamda. Sömürüye, emperyalizme karşı çıkan solcu gençleri asmayıp beslemek olmazdı. Asıldılar birer birer bu yiğit çocuklar. Nakşibendi kimlikli Özalın ardından Erbakan şeriat özlemi içinde

Olacak ama bakalım kanlı mı kansız mı?” diyordu.

Nihayet en radikal inanç sahipleri geldi iktidara. Liderleri,

  • “Cumhuriyet dönemi sona ermiştir artık, topluma İslami esaslar
    egemen olacaktır, İslama aykırı yasalar kaldırılacaktır,
    halk onaylarsa laiklik elbette kalkacaktır.” 

diyorlardı.90 yıllık cumhuriyet dönemi artık sona ermeliydi.

AKP iktidarı müziğin her türlüsünü günah sayan, örtünmeyen kadınları fahişe olarak damgalayan, İslami bisiklet ve İslami teknoloji yaratmayı amaçlayan muhteşem (!) profesörler yetiştirdi. Bir emekli profesör de rüyasında Nakşibendi şeyhini görüp bakanlığa, ciddiye alınarak işlem gören ve şeyhin ikazlarını içeren yazı yazdı.

Laikleri şişe geçireceğim; anlayacaklar laikliğin faziletini.”
Elin o…su bile kalkıp laikim diye çalım satıyor..
” diyen ajans müdürlerimiz oldu.

Üniversitelerimizde laikliğe, aydınlanmaya (akla da diyebiliriz), Darwin’e karşı
çok sayıda Prof. unvanlı öğretim üyemiz var. Diyanet işleri başkanı faylardan söz eden bilim insanlarını eleştirerek “Fizik söylüyorsunuz, hani söylemlerinizde metafizik nerede, Tanrı depremle kulları için bir sınav yapıyor..” buyuruyor.

Diyanet İşleri başkanı, İzmir’in irfan noksanlığını ele aldığı gibi henüz dünya bilim âleminde kabul görmemiş kök hücre tedavisi konusunda da fetva veriyor ve inanç sahibi hâkimlerimizle (kararı mahkeme veriyor) birlikte Sağlık Bakanlığı ve yerli bilim insanlarını aşarak bu tedavinin uygulanmasını sağlıyor. Güçlü inanç sahipleri
Türkiye’yi bir darül harp bölgesi olarak ilan ediyorlar.

Türbanlı iki genç kızımız Atatürk’ü değil Humeyni’yi sevdiklerini söyleyerek
dinlerini yaşamayı özgürlük ve bağımsızlıktan çok daha üstün tuttuklarını,
sömürgede bu olasılığın daha yüksek olabileceğini bildiriyorlar.

Bir başka genç kızımız “7.4 yetmedi mi siz inançsızlara?” diye soruyor açtığı pankartla.

Ergenekon ve Balyoz davalarında yüzlerce gazeteci, öğrenci, bilim insanının tutukluluk ve mahkûmiyet kararlarında sorgulanamayan güçlü inançların önemli
rol oynadığı sanırım yadsınamaz (eski Genelkurmay başkanına verilen
müebbet hapis cezasını az gören savcı
yı hatırlayınız).

Bir Başbakan’ın “Dindar ve kindar gençler yetiştireceğiz” deyişini de
başka türlü açıklayamayız. Ülkemizin yüzakı iki büyük hümanist eğitimci ve sanatçısı
Türkan Saylan ve Fazıl Say’ayöneltilen küfür ve karalamalarına da başka bir yorum getiremezsiniz.

Ekranlarda boy gösteren ve milyonlara “çalışan kadın ailesini dağıtır, eş yok eşitlik yoktur, hamile kadının sokaklarda görünmesi terbiyesizliktir..” diye öğüt veren muteber (!) konuşmacıya ne diyelim?

Müslüman kardeşler liderlerinden Seyyid Kutuptan (Allah’ın nizamını gaspeden demokrasidir) ilham alan inançlı İslamcılarımız da yakında
kahrolsun demokrasi” diye pankart açtılar.

Saçlarının teli görünürse günah olacağına inanan genç kızlarımız (kim bilir ne güzel saçları vardır) türban özgürlüğü (!) ile büyük sevinç yaşayıp Erdoğan’a teşekkür ettiler. Ama bu kızlar, bu inanç önceliği ve iktidar politikaları yüzünden kamplara bölünmüş, bilimden, sanattan uzaklaştırılmış iç karartıcı memleket manzaralarını göremiyor, fark edemiyorlar. Türban devrimi (!) her şeyi unutturuyor. Onlarla birlikte ülkeyi yöneten ve onun yazgısına egemen olanlar inançlara dayalı politikalarını yürütürken geçmişin akla, felsefeye öncelik veren İslam bilginlerini, akademi kuran
El-Memun’u, İbni Rüşt ve İbni Haldun’u, İbni Sina’yı hatta C. Şengör’ün
ısrarla anlattığı Fatih Mehmet’i okumuyor, anlamıyor ya da umursamıyorlar.

Bugün ülkemizde farklı bir İslam, farklı bir Kuran yorumu yapan ilahiyatçılar var.
Onlar da göz ardı ediliyor.

Soru soran doğruları, iyiyi güzeli arayan insanlar için birbirinden aydınlatıcı yazılar yazan bir bilge insan Doğan Kubanı da okumadıklarına eminim.

Gözlerini, yurtseverler için kahredici gerçeklere kapayıp kayıtsız şartsız
AKP’nin ileri demokrasi masalını övenler,
Nagehan ve Nazlı’lar, Türköne’ler, Metiner’ler vb. ekran gülü ayrıcalıklı konuşmacılar da okumaz O’nu.

Bakınız ne diyor son yazısında Kuban:

Türkiye’de bilgi ve yeteneklerle ilgisi olmayan bir politik yazın ortamı var.
Çerçevesini politik
 kavgalar ve cehalet saptıyorGelişmiş ülkelerde entellektüel söylem politik söylemi etkileyebilir. Türkiye’de bu olası değil.

İslam potası içinde bir politik kültür çöküntüsü içindeyiz.”

Son Söz                   :

Toplumsal bilinç temel insan haklarına, laiklik ve aydınlanmaya göre biçimlenmemişse orada demokrasi gelişemez, hukuk var olamaz ve çalışamaz.

Dr. Reşit Galip Hakkında Başbakanın Gerçekdışı Yakıştırmaları


Dr. Reşit Galip Hakkında Başbakanın Gerçekdışı Yakıştırmaları

 

Resit_Galip_jpg


Dostlar
,

Eğitimbilimci Sayın Mutafa Gazalcı, belgelere dayanarak Dr. Reşit Galip hakkında gerçekleri “Dr. Reşit Galip Bunları Hak Etmiyor” başlıklı yazısında aktarmış (http://ahmetsaltik.net/2013/10/17/dr-resit-galip-bunlari-hak-etmiyor/, 17.10.13). Kalemine sağlık.

*****

Bizzat Başbakan’ın kin ve intikam kokan bir eda ile, kendi nitemiyle şiddet – nefret söylemiyle kamuoyu önünde tarihsel gerçekleri saptırması ve az okuyan / okumayan / seyreden ve duyduğuna inanma eğiliminde olan milyonları yanlış yönlendirmesi, ayrımcılığa koşullandırması, Sn. Gazalcı’nın nezaketli söylemi ile “ne kadar acı” olmanın ötesinde ayıptır, utanç vericidir, iftiradır ve sözde uğruna anlamsız bir savaş verdikleri “dinleri” (?!) adına da ağır bühtandır..

Bu tür “düşman” yaratma politikası, öteden beri demokratik olmayan yönetimlerin
klasik aracıdır, oyunudur.

“AKP’nin RTE’si ve RTE’nin AKP’si” nin de Türkiye’de “din karşıtı” bir sanal kitle – umacı -düşman yaratmaya elleri mahkumdur. Bunun üzerinden din ticareti yapacak, milyonlarca inançlı masum dindar kitlenin duygularını sömürecekler ve siyasete
alet edeceklerdir. Bu sayede “cambaza bak” oyunu oynayacaklardır halka karşı..

Hele kendisini savunamayacak bir faninin ardından..

*****

“Türkçe ezan” ın neresi zulüm ??

Arap ülkesinde insanlar Arapça olarak namaza çağrılmaktadır.
Ezan bir çağrıdır, araçtır, kutsallık yüklemek ya aptallıktır ya da kasıtlıdır.
Türk ulusalcılığını Arap milliyetçiliğine kurban eden ümmetçi teslimiyetçiliğin özgüvensizlği, sığlığı ve zavallılığıdır.

Hıristiyan dünyasında Kiliseye çağrı sözsüzdür..
Kilisenin çanları “zarif zarif” çalar ve çağrısını nahifçe kitlelere iletir;
asla gürültü kirliliği oluşturmaz.. Zaten sembolik ve nostaljiktir bu edim:
İnsanların günlük etkinliklerini zamanlayacakları, alarm kuracakları saatleri,
cep telefonları vb. teknik gereçler yaygınlaşmıştır..

Günde 5 vakit, çok sayıda camiden, olabildiğince yüksek sesle (özellikle sabah ezanı hastaları, bebeleri ürküyle uyandırıyor!), hiçbir mevzuat dinlemeden
Arapça ezan, şekilcilik ötesinde eziyet, bir güç gösterisi değil midir?

Üstelik eş zamanlı olunamamakta, bant kayıtlarından seslendirilmekte (playback!),
sıklıkla detone de olunmaktadır..

Tanrı’nın insanlar ile iletişimi insanların geliştirdiği yeryüzü dilleriyle midir?

Eğer böyle ise önce insanlık milliyetlere – etnisitelere ayrılacak, binlece dillerini – lehçelerini.. geliştirecek, sonra da Dinler gelecek Peygamber – Nebiler aracılığı ile
ve o dilde Tanrı insanlarla iletişim kuracaktır..

Oysa, “tüm canlıları Tanrı yarattı” denmiyor mu?

Evrim’e canhıraş karşı çıkılmıyor mu?

Dolayısıyla, bu saçmalıkları bir yana atalım ve Tanrı ile insan arasındaki iletişimin
bir “gönül dili”, gönülden gönüle olduğunu belirtelim. Zaten Kuran’da da

” İyice anlayasınız diye biz, onu Arapça bir Kur’an yaptık.” denmiyor mu? (“ZUHRÛF suresi, 3. ayeti” tefsiri)

Ayrıca Çünkü Biz ona şahdamarından daha yakınız. denmiyor mu?
(Kaf suresi 16. ayet)

Apaçıktır ki, namaza çağrı ezan, bir biçim ögesidir (şekli unsur).
İslam şekilcilik midir?
Dinin özü nerededir?
Her tür tartışmaya şiddetle ve bağnazlıkla karşıt olmak din içinde olmak mıdır?

Kilise Aforoz’u yüzlerce yıl önce bıraktı..

  • İslamcılar İNFAZI = KATLİ VACİPTİR fetvasını ne zaman terk edecekler??
  • Allahu-ekber (Allah büyüktür) diye kafa kesmek, yetmedi göğsünü yarıp
    kalbini yemek hangi yazılı İslam kaynağında emredilmektedir?
    Yazılı kaynak yoksa bu vahşet ötesi davranışın kökeni nedir?
    İslam Dünyası bu eylemi lanetlemiş midir? 
  • 8-9 yaşında kız çocuğuyla gerdeğe girip kanamadan öldürmek, 
  • Ölen kadın eş ile 6-8 saat daha cinsel ilişkide bulunabilmek?! 
  • Suriye’ye “cihad seksi” için kadın yollamak…

Tüm bunlar Batı’da olabildiğince şiddetli bir İSLAMFOBİ – İSLAM KORKUSU
hatta nefreti
doğurmaz da ne doğurur??

*****

Neden ezan Türkçe okunmasın ve şiddeti de desibel olarak mevzuata uygun,
uygar bir düzeye çekilmesin?

Martin Luter İncil’i Kilisenin “Derini yüzeriz” tehdidini göğüsleyerek 16. yy. başında (İNCİL’in toplanmasından 12 yy. sonra) Latinceden Almancaya çevirdi.
Yanlış mı yaptı??

Türkler ise Avrupa’dan 400 yıl sonra 1932’de (Kuran’ın inişinden 13 yy. sonra)
Büyük Atatürk‘ün Elmalı’lı Hamdi Yazır adlı din bilginine cebinden on bin TL ödeyerek, Kuran’ın Türkçe mealini (8 cilt) (enterpretasyon, yorum, çeviri) edinebildi..

  • Sıra “Türkçe Kuran” da mıdır?
  • Atatürk’ün “Türkçe Kuran zulmü”demeye mi hazırlanmaktadır Başbakan RT Erdoğan??

Bunları tartışabileceğimiz “dinci” değil ama “dindar”, akılcı – bilimci insanları
bu sistem hiç yetiştirmemekte midir, yetiştirmeyecek midir?? Niçin ??

Uyaralım                             :

  • İslam dinine en büyük kötülüğü cahil – cühela bağnaz İslamcılar yapıyor.

Müslüman nüfus oranı Dünyada sürekli geriliyor.. (Halen % 16-17!)

Petrol de 30 -40 yıla varmaz bitince Şeriatçı rejimler ne yapacaklar??

*****

Dr. Reşit Galip’in Kafatası ölçümleri..

Kendisi Tıp Doktoru olduğu için, tümüyle bilimsel Fizik Antropometrik,
tıbbi – anatomik
 çalışmalardır.

Bu tür ölçümler günümüzde de yaygın olarak kullanılmaktadır.

Bu sayede elbise, şapka, ayakkabı, eldiven, bina yükseklikleri, kapılar, merdiven trabzanları, tıp araç – gereçleri, otomotiv…. hemen hemen yaşamın her alanında
bu standartlar istatistik dağılım hesaplarıyla geliştirilmektedir.

Toplumların boy ortalamaları uzadıkça ve bedende organ oranları değiştikçe standartlar güncellenmektedir. Örn. çene, el ve ayaklar küçülmekte; gözler ve baş büyümektedir.

Kaldı ki, Arkeolojik buluntularda yapılan Fizik Antropometrik ölçümler ile
tarihsel zamanlarda farklı ırkların yaşam alanları, göçleri, kaynaşmaları…
inceleme aracıdır.

Tabii bunlar bilimsel bilgilerdir.
Biraz – epey matematik ve muhakeme… ister, zahmetlidir; ezberle olmaz..

Okullarda Arapça, Siyer, Fıkıh, Ahlak-Din Kültürü (??!!).. Felsefe – Mantık – Matematik – Yabancı diller – Sanat – Estetik’in önüne geçerse,
böylesi sorgulamayan bağnaz (fanatik) kafalar yetişir.

O kafalar ki, Afganistan’da heykelleri parçalayan anlayıştan daha vahşi
ve ilkel biçimde heykellerin kafalarını “Allahu ekber” nidaları eşliğinde keser!.

  • Türkiye,
    – insanlık tarihinde ender görülen bir dinci karanlığa ve
    – etnik boğazlaşmaya sürükleniyor..

    Başlıca vebal de AKP ve Başbakan RT Erdoğan’ın omuzlarında..

Tarih, Başbakan RT Erdoğan‘ı ne yazık ki bu yönleriyle de kaydedecektir.

***************

Meslektaşımız;

– gerçek yurtsever ve devrimci,
– yurt savunmasında tıbbiyeye ara veren 20’li yaşlarında bir öğrenci kahraman,
1933 Üniversite Reformu‘nun mimarı,
Mustafa Kemal Paşa ile Sofra’sında yüzüne cesaretle ve edeple tartışmasını bilen
– ve o Büyük Mustafa Kemal ki, kendisindeki cevher fark edilerek Milli Eğitim Bakanı yapılan bir değer… (çoğu lider bu tür davranışlar göstereni aforoz ederdi
değil mi!?)
 olan

ANDIMIZ’ın söz yazarı
………………….

Saygın ve sevgin (aziz) Dr. Reşit Galip‘i derin hürmet, şükran ve minnetle anıyoruz.

Sevgi ve saygı ile.
Yozgat, 17.10.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

KURBAN BAYRAMI ve SAĞLIĞIMIZI KORUMAK..

Dostlar,

Gelenek bozulmadı ve İstanbul Boğazı gene kana bulandı!

featured image
İstanbul Boğazı, 16 Ekim 2013..

İstanbul’da bir grup hayvan kesimini protesto etti..

Kadıköy, 16.10.13

‘Kesilen hayvan her gün tabağında’ yazılı pankart açan grup,
‘Katliam varsa direniş var’, ‘Ağaca, hayvana, yeryüzüne özgürlük’ şeklinde slogan attı.

Kadıköy Boğa Heykeli’nde toplanan grup burada bir basın açıklaması yaptı.
Grup adına basın açıklamasını okuyan Gülce Özen Gürkan, “Veganlık bir yaşam biçimi sürdürmek ve böylece bu düzene dahil olmamak hayatımızı bu şiddet ve kıyım endüstrisine alet etmemek, yeterince çoğaldığımızda ise hayvan sömürüsüne
son vermek elimizde. Bugün burada kurban bayramının bayram kısmını hep birlikte kutlarken, gözler önüne serdiği hayvan kıyımına da aynı gün, bir öncesi, ve bir gün sonrasında devam eden görünmez hale getirilmiş kıyımla birlikte protesto ediyoruz.” diye konuştu. Grup basın açıklamasının ardından olaysız bir şekilde dağıldı.

*****

Geçen yıl yazdığımız “KURBAN BAYRAMI ve SAĞLIĞIMIZI KORUMAK..”
başlıklı yazımızı güncelleyerek  ilginize sunuyoruz..

Klasik söylemi yineleyelim : İyi bayramlar Türkiye!

Sevgi ve saygı ile.
16.10.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=====================================

KURBAN BAYRAMI ve SAĞLIĞIMIZI KORUMAK..

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
www.ahmetsaltik.net

Hayvanlardan insanlara geçebilen iki yüz dolayında hastalık vardır. Bunlara Zoonoz
ya da Zoonotik Hastalık denmektedir. Kurban Bayramlarında Türkiye’de yaklaşık
3 milyon dolayında hayvan kesimi yapılmaktadır. Dolayısıyla, kurban kesimi sırasında değişik nedenlerle yaralanmaların yanı sıra, Zoonoz tehlikesi de artmaktadır. Fakat
bu hastalıklar, yaralanmalar gibi hemen can yakıcı akut sorunlar doğurmadığından,
gözden kaçabilmekte ve bu yüzden de ne yazık ki gereği gibi önemsenmemektedir.

Ancak, kuluçka dönemi tamamlandıktan sonra belirti veren başta Şarbon, Brusellozis, Salmonellozis, kist hidatik.. olmak üzere kimi parazit hastalıklarının bir bölümüne
tanı konabilmektedir. Haliyle, kurban kesiminden bir süre sonra yalnızca bir bölümüne tanı konabilen bu hastalıkların kurban kesimiyle ilişkisi ve hastalık etmeninin o sırada alındığı unutulmaktadır. Kurbanlık hayvan etleriyle; Askariyazis, Teniyazis, Giardiyazis, Hidatidozis, Amipli Dizanteri gibi parazit hastalıkları; Hepatit A, Hepatit E, Çocuk Yaz İshali gibi virüs hastalıkları ve Tifo, Basilli Dizanteri, Gıda Zehirlenmesi, Tüberküloz, Brusella, Şarbon.. gibi bakteri hastalıkları geçebilmektedir…

Tıbbi adı Creutzfeldt Jakob Hastalığı [nvCJD] olan Deli Dana Hastalığı, İngiltere’de hayvan yemlerinin, özelleştirme sonrasında kâr hırsıyla yetersiz ısı ve sürede pişirilmesi ve denetimsizlik yüzünden çıkmış, 140+ insan ölümüne yol açmıştı. Onbinlerce sığırın yok edilmesi zorunlu olmuş ve milyarlarca dolar yitiğe yol açmıştı. “Kirleten öder” sözü (retoriği) boşa çıkmıştı.. “Asıl olan kirletmemektir” ilkesini benimsemek gerekir.

Dolayısıya gıda güvenliği kritik bir kamusal alandır.
Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, başta 5996 sayılı yasayla yüklendiği görevleri eksiksiz yürütmelidir. Kurbanlık hayvanların kaynakta, yolda ve kesildikleri alanlarda izlenmesi zorunludur. Unutmamak gerekir; Kırım Kongo Kanamalı Ateşi denen
ve ülkemizde son birkaç yılda elli’ye yakın can alan hastalık da bir zoonozdur ve
temel nedeni hayvan hijyeninin eksikliğidir. Hastalığın biyolojik vektörü kenelerdir ve
şu can alıcı soruyu sorarak mutlaka yanıtlamak ve gereğini yapmak zorundayız :

  • Türkiye hayvanları neden kene kaynamaktadır ??

Benzer sorun, yine bir zoonoz olan Kuş Gribi’nde de geçelidir. Yapılması gereken, ülkenin veteriner hekimlik örgütünün, göçmen kuşları sürekli izlemesidir (Sürveyans). Sulak alanlarda konakladıklarında, yılda 2 kez, bu hayvanlardan uygun örnekler alınarak kapsamlı mikrobiyolojik ve toksikolojik tarama (assay) yapılması zorunludur.
Bu yapılırsa olası hastalık etmenleri önceden saptanır ve önlem alınır
(proaktif – öngelen koruyucu sağlık hizmeti).
Yoksa acı sonuçla boğuşulur, bu itfaiyeciliktir!

     Kurban Kesim görevlileri…

      Bu görevliler kurban kesimini, Belediyelerin göstereceği temiz yerlerde yapmalıdır. Yetki belgeleri olmalıdır. Uygun iş elbisesi, çizme ve eldiven giymeli, ağız-burun maskesi takmalıdırlar. Kullanacakları kesim araçları temiz ve teknik olarak
uygun olmalıdır. Kasaplar odasından yetki belgesi sorulması uygun olur.

  • Çocuklar, kurban kesimini kesinlikle izlememelidir.
  • İdeal olarak kesimler, belediyelerin – özel sektörün kesimevlerinde yapılmalıdır.

Kurbanlık hayvanın Veteriner Hekim uygunluk raporu aranmalıdır.

Önemli bir konu da kurbanlık hayvan etlerinde ilaç kalıntılarıdır. Hayvanlara değişik nedenlerle ne yazık ki düzensiz biçimde kimi ilaçlar verilmektedir. Hayvanların hastalanmaması için kimi antibiyotikler, hızlı büyüyerek ete dönüşmesi için anabolizan hormonlar (östrojen türevleri) başta gelmektedir. Bu ilaçların, özellikle kurbanlık hayvanların beklenen kesim tarihleri bilindiğinden, uygun süre önce mutlaka durdurulması zorunludur. Bu amaçla büyükbaşlar için 90 günlük süre öngörülmektedir (wash out period).

Aksi halde, söz konusu maddeler hayvan etleriyle insanlara geçmekte;
alerjiden tutunuz, hiç kullanılmayan antibiyotiğe direnç geliştirmeye dek uzanan
bir dizi istenmeyen olumsuz tıbbi sakıncaya neden olmaktadırlar.

Kurbanlık hayvanların kaynak ve kimliği de önemlidir. Bu amaçla Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, hayvanların kulaklarına küpe takmak dahil olmak,
başta 5996 sayılı yasa ve bağlı mevzuat kapsamında tüm güvenlik önlemlerini
özenle almak zorundadır. Yeterince gıda laboratuvarını Bayramda nöbetçi bırakmalıdır. Sağlık Bakanlığı da aynı Yasa ile kimi yükümlülükler altındadır,
2 Bakanlığın eşgüdümü beklenir..

Ayrıca AB normları da kurbanlık hayvan kesimi ile ilgili önemli ve yararlı kurallar içermektedir. Bunlara uyarak daha uygar, daha temiz, daha insancıl, hayvanlara
daha saygılı ve güvenli bir Kurban Bayramı geçirebiliriz.

     Kurban ve çevre sağlığı

Yoğun kentleşme ve apartman yaşamının getirdiği sorunlar nedeniyle, kurbanın özellikle sağlık yönü giderek önem kazanmıştır. Çevre sağlığının öneminin ayırdına varılmış olan günümüzde, kurbanlık hayvanların sokaklarda dolaştırılması, açık alanlarda bekletilmesi, satın alınan hayvanların evlerin bahçelerinde, balkonlarda tutulmaları ve
bu yerlerde kesilmeleri halk sağlığı açısından ciddi tehdit kaynağıdır. Bu durum,
kesim sırasında ortaya çıkan kan, mide ve bağırsak içeriği ile sakatat (iç organlar) bakımından yüksek risk taşır.

Bu maddeler çevreye rastgele asla atılmamalı; akarsulara dökülmemeli, sızdırmaz uygun çöp torbası ya da kapaklı kaplarda toplanarak Belediye temizlik görevlilerince alınması sağlanmalıdır. Atıkların taşıyabilecekleri çok çeşitli hastalık etkenleri ile
bu kentsel yaşam ortamları kirletilebilir ve zoonotik hastalık bulaştırılabilir.

     Belediye Çevre Sağlığı ve Temizlik birimlerinin bu dönemde “alarm” düzeyinde çalışmaları, kurban kesim alanlarını düzenlemeleri ve yoğun olarak denetlemeleri gerekir. Evsel atıkların toplanmasında kesinlikle gecikilmemeli, hatta günde 1 kez yerine 2 kez toplama yoluna gidilmelidir. Kesim alanlarının, katı-sıvı atık biriktirme ve uzaklaştırma alanlarının sodyum hipoklorit (çamaşır suyu) ile dezenfeksiyonu sağlanmalıdır. Piyasada var olan % 5’lik stok çözeltiler 1/10 sulandırılarak (hâlâ klor kokusu alınabilmelidir!), etkin ve ekonomik biçimde bu temizlik güvenle sağlanabilir. Aksi takdirde, hayvan kaynaklı insan hastalıklarının (Zoonoz) yayılmasına,
çevrenin kirletilmesine ve çevre sağlığının bozulmasına yol açılabilecektir.

Tüm belediyeler, Bayram süresince su kesintisi olmaması için her türlü önlemi almalıdır.

     Gıda enfeksiyonları ve zehirlenmeleri

Kurbanlık hayvanlar; deri, tırnak, kıl ve mide-bağırsak içeriği ile çok değişik tür mikrocanlıları kesim yerlerine taşırlar. Bu bağlamda normal bağırsak florası, yemler ve topraktan gelen mikrocanlılar en önemli bulaş kaynağıdır. Ayrıca hayvanların ağız ve burun boşluğunda, yemek ve soluk borusunda, cinsel organlarında da mikrocanlılar bulunabilir. Öte yandan kurbanlık hayvanlar, yukarıda değindiğimiz zoonotik hastalık etkenlerini taşıyabildiklerinden, insanlarda gıda enfeksiyon ve zehirlenmeleri görülmesine neden olurlar.

Et, bileşimi ve besin ögeleri içeriği nedeniyle mikrocanlıların üremesi için çok uygundur.

Biyolojik kökenli besinsel sağlık zararlarının % 70’inde kaynak, et ve et ürünleridir. Özellikle Staph. aureus ile olan ve sık görülen besin zehirlenmesinde neden,
temel hijyen eksikliğidir. Bu bakteriler büyük bir hızla çoğalır ve birkaç saat içinde hastalık yapacak düzeye ulaşırlar! Bulaşlı etleri yiyenlerde kuluçka süresi 1 saate dek düşebilir. Hastalık tablosunda ateş yükselmez, hatta düşer (Hipotermi)..
Bu durum, hastalığın önemsenmemesine ve tanısının konamamasına neden olabilir.

Gıda kökenli hastalık oluşmasında payı olan etmenler ve sorumluluk oranları aşağıdadır :

–  Yetersiz depolama ısıları : % 37 (Buzdolapları sürekli +4 derecede çalıştırlmalıdır.)
–  Yetersiz kişisel hijyen, başta el yıkama, el temizliği : % 22
–  Yetersiz pişirme : % 17
–  Bulaşlı gıda işleme donanımı : % 10
–  Güvenilir olmayan kaynaktan sağlanan gıda : % 7
–  Öbür etmenler : % 7..

Dolayısıyla bu etmenlere özen göstermek gerekir..
Özellikle mide-bağırsak içeriği etlere bulaştırılmamalıdır.

ABD’de, nüfusun ¼’ü her yıl en az 1 kez gıda kökenli hastalığa yakalanmakta, 325 bini aşkın insan bu yüzden hastanelere yatırılmakta ve 5 bin dolayında insan da ölmektedir! Ülkemizde yeterli ve güvenilir sayısal veri yoktur ancak, sorunun ciddi boyutlarda olduğu konusunda uzmanlar görüşbirliği içindedir.

Kurbanlık hayvan etleri temiz suyla yıkanarak temiz kaplarda buzdolabına kaldırılmalı, en az 1 gün dinlendirilmelidir.

Pişirmede, yağda kızartma yerine elektirikli (kömür değil!) ızgara ya da basınçlı (düdüklü) tencere seçilmelidir. Çocuklar, gebe kadınlar, yaşlılar, bağışıklık sistemi bozuk olanlar özellikle risk altındadır.

  •  İyice pişirilmemiş etler,
    kedi ve köpeklere de kesinlikle yedirilmemelidir
    .

Ülkemizin, geçmiş yıllara göre daha uygar ve temiz, sağlıklı bir Kurban Bayramı geçirmesini diliyoruz. Fakat 16 Ekim 2013 günü de  TV ve basından izliyoruz kaçan kurbanlık hayvanları ve ilkel – vahşi kovalamaları, kendini yaralayan acemi kasapları..

Unutulmasın ki, zorlanan ve strese sokulan hayvanların dokularında (özellikle kaslarında) stres hormonarı birikmekte ve etin bileşimini, kalitesini bozmaktadır.

Bu tablolar Cumhuriyetin 90. yılınde Türkiye Cmhuriyeti’ne hiç yakışmıyor..

S o n u ç                                    :

Temel kurallara uyarak pek çok hastalık ve yaralanmadan korunmak ve
Bayramı zehir etmemek olanaklıdır.

Kurbanlık hayvan derilerinin, etlerinin başta Türk Hava Kurumu olmak üzere Mehmetçik Vakfı’na bağışlanması halkımızdan beklenen bir davranıştır.

  • Dahası, Kurban kesmek yerine; eşdeğer parasal bağışın,
    uygun görülen kurumlara verilmesi de çok saygın bir yoldur.

Kurban Bayramınız kutlu ve mutlu olsun dileriz..

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net