Kategori arşivi: Hekim Saltık

Dünya Sağlık Örgütü Diyabet Raporu – 2015 sonu

Dünya Sağlık Örgütü Diyabet Raporu – 2015 sonu

Dostlar,

Verileri ve raporları paylaşıyoruz..
Dünya Sağlık Örgütü’nin kuruluş günü 7 Nisan..
Her yıl önemli bir küresel sağlık sorunu o yılın teması olarak belirleniyor..
Geçen yılınki (7 Nisan 2015 – 7 Nisan 2016) “SAFE FOOD” “/ Güvenli Gıda .. idi.
Bu yıl ise, 7 Nisan 2016 – 7 Nisan 2017 arası tema DİYABET / ŞEKER HASTALIĞI..

Kısa bir Türkçe özet ve kapsamlı İngilizce veriler..

Diyabet korunulabilir bir hastalık..
Yaşam biçimimizi düzenleyeceğiz.. En etkili yol bu..
Gereksiz kalori yüklenmeyeceğiz ve hareketli olacağız, yakacağız..
Türkiye verileri Dünyanın neredeyse 2 katı!
Bu çok üzüntü ve kaygı verici..

DSÖ’nün Küresel Diyabet Raporunu (GLOBAL REPORT ON DIABETES) okumak için tıklayınız (88 sayfa, İngilizce, pdf, yakl. 7 MB) :

GLOBAL_REPORT_on_Diabetes_7.4.2016

Sevgi ve saygı ile.
07 Nisan 2016, Ankara


Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

******

Dünya Sağlık Örgütü, diyabet olgularındaki hızlı artışın sürdüğünü ve neredeyse her 11-12 kişiden birinin diyabet hastası olduğunu açıkladı.

BBC’de yer alan habere göre örgütün hazırladığı kapsamlı raporda, 1980’de 108 milyon olan diyabet hastası sayısının 2014’te neredeyse dört katına çıktığı belirtiliyor.

Raporda, kanda yüksek glikoz oranının dünyada her yıl 3,7 milyon insanın ölümüne neden olduğu ve önlem alınmazsa hasta sayısının artmayı sürüdreceği de vurgulanıyor.

RAKAMLARLA DİYABET

2014’teki diyabetli sayısı: 422 milyon
1980’deki diyabetli sayısı: 108 milyon
Dünyadaki yetişkin nüfusta diyabet oranı: %8,5
2012’de diyabet kaynaklı ölüm sayısı: 1,5 milyon
Kanda yüksek glikoz oranı bağlantılı ölümler: 2,2 milyon

Tip 1 ve tip 2 diyabetlerini birlikte değerlendiren Dünya Sağlık Örgütü,
artışın daha çok yaşam biçimiyle ilgili olan tip 2 diyabetten kaynakladığını belirtiyor.

Dünya Sağlık Örgütü‘nde diyabetle ilgili çalışmaları yürüten Dr Etienne Krug,
diyabetin sessiz bir hastalık olduğunu, fakat hızlı ilerleyişinin durdurulması gerektiğini söyledi.

Krug, “İnsan sağlığı ve toplum üzerine büyük etkisi olan bu hastalığın bu biçimde ilerlemesine izin veremeyiz; onu durdurabiliriz, ne yapılması gerektiğini biliyoruz.” dedi.

Kandaki şeker oranının denetim altında tutulmaması kalp krizi, felç, böbrek yetmezliği, körlük, uzuvların ampütasyonu (AS: kesilmesi) ve gebelikte sorun riskini arırıyor.

Diyabet her yıl 1.5 milyon kişinin ölümüne yol açıyor ve ölüm nedeni sıralamasında 8. sırada yer alıyor. Ayrıca 2,2 milyon kişi de kanda yüksek glikoz oranıyla bağlantılı hastalıklardan ölüyor.

1980’lerde zengin ülkelerde yaygın olan bu hastalık,
bugün daha çok düşük ve orta gelirli ülkeleri etkiliyor.

Ortadoğu’da diyabet olguları 1980’lerde nüfusun %5,9’unu etkilerken, 2014’te bu oran %13,7’ye çıktı.
===========================================

World Health Day 2016: Action needed to halt rise in diabetes

World Health Day 2016 poster

WHO, 6 April 2016
http://www.who.int/mediacentre/commentaries/diabetes/en/ 

The number of people living with diabetes has nearly quadrupled since 1980 to 422 million adults, with most living in developing countries.

WHO is marking World Health Day, 7 April, by calling for action on diabetes.

In its first Global report on diabetes,
WHO highlights the need to step up prevention and treatment of the disease.

  • Read the news release
  • Read the Global report on diabetes
  • Read the fact sheet on diabetes*********
    Dr Margaret Chan, Director-General of WHO speaking at the plenary session of the Sixty-sixth World Health Assembly.

    World Health Day 2016: Let’s beat diabetes

    Dr. Margaret Chan, Director-General of WHO

    Commentary, 6 April 2016

    WHO will celebrate its birthday on 7 April 2016 – World Health Day. But this year, not with cake. The traditional birthday cake will be replaced by healthier options, like fruit, and a call to action to tackle diabetes.

    Dr Margaret Chan

    WHO

    Diabetes – long perceived as a disease of the affluent – is on the rise everywhere and is now most common in developing countries. Its impact is felt by individuals, families, communities and national economies, yet much of its burden is avoidable.

    The statistics speak for themselves. The number of people living with diabetes and its prevalence are growing in all regions of the world. In 2014, 422 million adults (or 8.5% of the population) had diabetes, compared with 108 million (4.7%) in 1980. Diabetes is rising fastest in the world’s low- and middle-income countries. In 2012, diabetes caused 1.5 million deaths. Higher-than-optimal blood glucose levels caused an additional 2.2 million deaths, by increasing the risk of cardiovascular and other diseases.

    Poorly controlled diabetes can cause complications including heart attacks, strokes, kidney failure, blindness, and foot ulcers than can lead to amputations. Many of these complications, and these premature deaths, could be prevented. The technologies and medicines to enable people with diabetes to live healthy lives exist, yet still do not reach those who need them.

    Diabetes is a disease characterised by elevated blood glucose levels. Most people with diabetes have the type 2 form of the disease, which is largely caused by unhealthy eating and lack of physical activity. Staggeringly, today more than one in three adults is overweight and more than one in 10 is obese. Type 1 diabetes, which most commonly affects children and adolescents and requires daily insulin for survival, is currently not preventable.

    At the World Health Assembly in 2013, governments committed to halt the rise of diabetes by 2025, but we are clearly not on track. Policies are needed to improve people’s access to affordable, healthy foods and to opportunities for physical activity, to influence patterns of diet and physical activity across whole populations. A combination of fiscal policies, legislation, changes to the environment and raising awareness of health risks works best for promoting healthier diets and physical activity. Such measures will also benefit people living with diabetes and reduce risk of complications.

    Governments have also committed, most recently in the 2030 Agenda for Sustainable Development, to reduce premature mortality from non-communicable diseases including diabetes. People with diabetes can live long and healthy lives if their disease is detected and well-managed. WHO’s Global report on diabetes, released today, shows that governments around the world have begun to act, but much more concerted action is needed.

    “People with diabetes can live long and healthy lives if their disease is detected and well-managed.”

    Dr Margaret Chan, WHO Director-General

    Access to essential medicines and technologies for diabetes is frighteningly inadequate in low- and middle-income countries, where most people with diabetes live. For example, blood glucose and urine glucose measurement—basic technologies necessary for diagnosis and monitoring—are generally available in less than half of low-income countries, in contrast to more than 90% of high-income countries. Similarly, only 23% of low-income countries report that insulin is generally available in publicly-funded primary-care facilities, in contrast with 96% of high-income countries.

    Preventing deaths and complications from diabetes requires access to affordable health-care services with equipment sufficient to diagnose and monitor diabetes; patient education to promote healthy diet, physical activity and self-care; essential medicines for diabetes management, including life-saving insulin; regular screening for complications and early treatment when they are found; and a referral system across various levels of health care.

    Governments also need to invest in better monitoring of diabetes, including who is getting access to the treatment they need, and who is missing out.

    Together, we can halt the rise in diabetes and provide care to improve quality of life for the millions of people living with the disease. Deliberate, effective responses are needed from government; health-care providers; civil society; producers of medicines, technologies and food; from people living with diabetes; and from each of us.

  • Everyone has a role to play.

AİLE HEKİMLİĞİ SİL BAŞTAN: 1. BASAMAK SAĞLIK HİZMETLERİ DENEME TAHTASINA DÖNDÜ!

TTB_logosu

Türk Tabipleri Birliği Aile Hekimliği Kolu, Sağlık Bakanlığı’nca
23 Mart 2016’da yayımlanan bir genelge ile kuruluşu duyurulan
Halk Sağlığı Merkezleri ile ilgili yazılı açıklama yaptı.

AİLE HEKİMLİĞİ SİL BAŞTAN:

BİRİNCİ BASAMAK SAĞLIK HİZMETLERİ DENEME TAHTASINA DÖNDÜ!

Sağlık Bakanlığı, 23.03.2016 tarihinde yayınladığı 2016/5 sayılı genelge ile Halk Sağlığı Merkezleri’nin (HSM) kuruluşunu ilan etmiş bulunmaktadır. Bu Genelgede Toplum Sağlığı Merkezi (TSM) yönetmeliğinin 5. maddesine dayanılarak; HSM’lerin, TSM’lerin ek birimi olarak kurulacağı belirtilmiştir. Fakat adı geçen Yönetmelikte “ek birim” tanımlaması yer almadığı gibi bağlı birimler arasında HSM de yoktur.

Toplum Sağlığı Merkezleri, 5258 sayılı Yasa’ya göre (AS: Aile Hekimliği Yasası) aile hekimliği hizmetlerinin dışında kalan Birinci Basamak sağlık hizmetlerini sunmak üzere kurulmuştur.” denilmesine karşın, yeni genelgede, TSM’lerde 5 adet yeni Aile Hekimliği Birimi kurulacağı yer almaktadır.  Oysa HSM’ler TSM’lerin bağlı birimi olamayacağı gibi TSM’nin tanımı belli olmayan ek birimi de olamaz. HSM kuruluşu için yayınlanan genelgenin, yasal bir dayanağı bulunmadığı, bu birimlerde görevlendirilecek personelin görev, yetki, hak ve yükümlülüklerinin yasa ile belirlenmesinin esas olduğu gerekçeleriyle, iptali için yargıya (AS: Danıştay’a) başvuracağımızı ilan ediyoruz.

Birinci Basamak sağlık hizmetlerinde yapılmak istenen ve oldukça önemli olan bu değişikliğin, bu hizmeti veren sağlık çalışanları ve onların bağlı bulunduğu örgütlerle tartışılmadan uygulanmaya konması kabul edilemez. İstanbul, Tuzla’da apar topar yaşama geçirilmeye çalışılan, amaç ve hedefleri iyi belirlenmemiş, yasal dayanaktan yoksun,  altyapı hazırlığı ve pilot çalışması bulunmayan bu uygulamayı izah etmek olanaklı değildir.

HSM Genelgesinde yer alan maddelerin ne anlama geldiği, genelgede belirtilen hizmetlerin nasıl yaşama geçirileceği, varolan sistemle çelişkilerinin nasıl giderileceği, yaşanacak olası sorunların nasıl çözüleceği.. gibi birçok sorunun yanıtı bir bilmece olarak önümüzde durmaktadır.

HSM Genelgesinde yer alan ve sonrasında Sağlık Bakanı’nın yaptığı açıklamalarda belirtildiği gibi,  ASM ve TSM çalışanlarına HSM’lerde Cumartesi ve mesai günlerinde 17-21 saatleri arasında nöbet tutturulması dayatmalarının, tıpkı Hastane acil nöbetleri ve ASM nöbetlerinde olduğu gibi kabul görmeyeceğini belirtmek istiyoruz.

1. Basamak sağlık hizmeti sunumunu paramparça eden, hekimleri ve sağlık çalışanlarını ağır yükler altında ezen, niteliksiz bir sağlık hizmeti sunum programına dönüşen bu sağlık sistemi artık yamalı bohçaya dönmüştür. Büyük ışıklı tabelalarla halkın gözünü boyamaya çalışan Bakanlık,  en temel etmen olan insanı görmezden gelmekte,  kocaman binalara hapsedilen köleler yaratıp yalnızca gösteriş peşinde koşarken, içtenlikli vatandaşımızı  nitelikli sağlık hizmeti aldığına inandırmaya çalışmaktadır.

  • Birinci Basamak sağlık hizmetlerinin, kamu eliyle, toplumun gereksinimlerine uygun olarak yürütüldüğü, koruyucu sağlık hizmetlerinin öncelendiği, toplumun her kesimine eşit, ulaşılabilir, tümüyle ücretsiz bir sağlık ortamı olanaklıdır.

Sağlık çalışanlarının, güvenceli iş, güvenli iş ortamı, çalışma haklarının kısıtlanmadığı, baskı ve angaryaların olmadığı, emekliliğine de yansıyan insani bir ücret karşılığında, iyi hekimliğin yapılabileceği 1. Basamak sağlık politikalarının izlenmesi gerektiğine inanıyoruz.

Sağlık Bakanlığı’nı;
Hem toplumun sağlık hakkı, hem sağlık çalışanlarının haklarını gözeten bir Birinci Basamak için sorumluluklarını yerine getirmeye davet ediyoruz.

TTB AİLE HEKİMLİĞİ KOLU
04 Nisan 2016

=============================================================

Dostlar,

TTB (Türk Tabipleri Birliği) Aile Hekimliği Kolu üyesi – yöneticisi meslektaşlarımızın yukarıda aktardığımız açıklamasına ve itirazına katılmamak olanaksız..

AKP, Haziran 2003’te başlayarak sağlık hizmetlerini çok büyük ölçüde piyasalaştırdı. Batı emperyalizminin finans – kapitalizminin maşası Dünya Bankası ve IMF güdümünde yürütülen kökü dışarıda SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM (Health Transformation) dayatması ile sistem DNA’sına dek değiştirildi..

Görülüyor ki 1. Basamak Sağlık hizmetleri (yatak olmayan tüm sağlık hizmetleri) ciddi biçimde aksamaktadır. Aile Hekimliği sistemi ile salt kişilere dönük koruyucu sağlık hizmeti verilmeye çalışılmaktadır. Aile hekimleri salt 1 Aile sağlığı elemanı ile çalışmaktadırlar. Çevreye dönük koruyucu sağlık hizmetleri ayrılmış ve Toplum Sağlığı Merkezlerine bırakılmıştır.. 2 Birim arasında yeter eşgüdüm sağlanamadığı gibi, TSM’ler gereken teknik ve personel altyapısına kavuşturulamamıştır. Ayrıca gıda hijyeni Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’na bırakılmıştır. Pek çok çevre sağlığı sorunu Çevre ve Şehircilik Bakanlığı sorumluluk alanındadır. Sularla ilgili olarak Orman ve Suişleri Bakanlığı devrededir. Okul kantinlerinde hangi yiyeceklerin satılacağına Milli Eğitim Bakanlığı karar vermektedir… Sistem çok başlı, eşgüdümsüz, hatta paramparçadır.. Yıllardır bu sorunları yazıyor ve anlatıyoruz.

Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde son sınıf öğrencilerimizi (İntörn Dr.) Aile Sağlığı hekimlerinin ofislerinde, Toplum Sağlığı Merkezlerinde ve öbür 1. Basamak Sağlık hizmeti birimlerinde (Verem Savaş Dispanseri, Ana-Çocuk Sağlığı Disp. gibi) uygulamalı çalışmalara (staja) gönderiyor ve izliyoruz.. Sistemi yakından gözlüyor ve sorunları içinden biliyoruz. Kökü dışarıda ve Türkiye’nin bünyesine uymayan bu zorlama model yürümemektedir. Sağlık Bakanlığı’nın geç de olsa sorunu ayrımsaması (fark etmesi) buruk bir sevinç veriyor. Ancak onarım, yeni sorunlara yol açmamalıdır. Türkiye’nin sağlık sektöründe yeni hatalara dayancı (tahammülü) kalmamıştır. Sağlık Bakanlığı’nın, yabancıların dayatması ve güdümüyle çalışmak yerine, Türk hekimlerine, onların örgütlerine, sağlık çalışanlarına danışarak sermayeden yana değil, ulusal ve halktan – insandan yana bir sağlık sistemi oluşturmasını istemek hakkımızıdır.

Sevgi ve saygı ile.
05 Nisan 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Türkiye Barolar Birliği : Çevrecileri “Düşman” İlan Edenlere Sesleniyoruz..

tbb_logosu
TÜRKİYE BAROLAR BİRLİĞİ
KENT VE ÇEVRE KOMİSYONU
BASIN AÇIKLAMASI

02.04.2016

SİZİN GELECEK KUŞAKLARIMIZIN YAŞAM HAKKINI
SİZE KARŞIN SAVUNUYORUZ

1. Türkiye’deki çevresel kıyım ve tahribat artık saklanamaz bir gerçektir.
2. Yale Üniversitesi tarafından hazırlanan 2016 yılı Çevresel Performans İndeksi’nde Türkiye, tahribatın en yüksek olduğu ülkelerden biridir.
3. Hal böyleyken; görevi çevreyi korumak olan Sayın Çevre ve Şehircilik Bakanı;
çevreyi koruma duyarlığı ile davranan ve ÇED raporlarına karşı dava açan vatandaşları, “yatırım düşmanı” ilan etmiştir.
4. Bir ülkenin suyu, havası, toprağı, tüm doğal ve kültürel değerleri o ülkenin zenginliğidir. Başlanacak her maden projesinde, yapılacak her inşaatta, kısacası “yatırım” diye adlandırılan
her işte bu değerlere verilecek zarar mutlaka hesap edilmelidir. Birtakım şirketlerin kısa vadeli kârları uğruna koskoca bir toplumun geleceği karartılamaz.
5. Şunu iyi bilelim; Havasını, suyunu, toprağını kirlettiğimiz, ağaçlarını kestiğimiz, betonlaştırdığımız, altını üstüne getirdiğimiz bir ülke giderek yaşanabilir olmaktan çıkar. Yurttaşlarımıza on yıllarca iş ve istihdam sağlayacak kalıcı yatırımcılar açısından da çekiciliği kalmaz.
6. Anayasa’nın 56. maddesine göre sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşamak herkesin hakkıdır. Çevreyi korumak ve kirlenmesini önlemek ise devletin ve vatandaşların ödevidir.
Anayasa’nın 36. maddesindeki hak arama özgürlüğüne dayanarak, dava açan yurttaşlar, onların avukatları, TBB ve Barolarımızın çevre komisyonları işte bu “çevre hakkı ve ödevi”nin gereğini yerine getirmektedirler.
7. Daha dünyaya gelmemiş gelecek kuşaklar adına çevreyi korumak için hiçbir maddi kaygı gütmeden çırpınan bu insanların “düşman” olarak ilan edilmesi, büyük bir haksızlıktır.
8. Çevre hak ve ödevlerini yerine getirenlerin üzerine gazla, copla gidilmesi kabul edilemez.

Sayın Bakan’ın, çevrenin talan edilmesinin önünde kalan tek kısmi engel olan ÇED raporunun etrafından dolanılmasını sağlayacak yasa hazırlıklarını işaret eden açıklaması dehşet vericidir. ÇED raporlarını iptal eden mahkemelere gözdağı anlamına gelecek açıklamalar ve çevre davalarını açan avukatlara uygulanan baskı amaçlı vergi incelemeleri, Anayasa’nın ve
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin çok sayıda maddesini aynı anda ihlal etmektedir.

Buradan çevreyi katletmeye hevesli olanlara ve çevreyi korumak için çabalayanlara
baskı uygulayanlara sesleniyoruz:

  • Türkiye Barolar Birliği, Barolar ve Avukatlar, sizin gelecek kuşaklarınızın da yaşam hakkı için mücadele ediyor. Size karşın!

    TÜRKİYE BAROLAR BİRLİĞİ KENT ve ÇEVRE KOMİSYONU

    ===========================================

    Dostlar,

    Türkiye Barolar Birliği‘ne bu açıklaması ve duruşu için gerçekten çooook teşekkür borçluyuz.

    Biz de Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesindeki Halk (Toplum) Sağlığı – Koruyucu Hekimlik derslerimizde bu konuları işliyoruz. Çevre ve İnsan Sağlığı, Atıklar ve Zararsızlaştırılması,
    Gıda ve Su Hijyeni, Sağlık Hukuku derslerimizde Anayasanın 56. maddesini özellikle vurguluyoruz..

    Son olarak Cerattepe direnişi, öncesinde ise Sinop Akkuyu ve Mersin Gülnar nükleer güç santralleri ile ilgili olarak yazdığımız yazılarda Anayasa md. 56’daki açık yetki ve ödevi sitemizde açık açık işledik ve CHP Genel Başkanı Sn. Kılıçdaroğlu da bu temaları konuşmalarında kullandı.

    Anayasa’nın 56. maddesine göre sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşamak herkesin hakkıdır. Çevreyi korumak ve kirlenmesini önlemek ise devletin ve vatandaşların ödevidir.

    AKP iktidarının kamuoyunun duyarlıklarına özenli ve saygılı olması, demokratik hukuk devletinin vazgeçilmez gereğidir. Çevre Yasası‘na dayalı olarak çıkarılan ve uluslararası
    çevre hukuku gereği olan ÇED (Çevresel Etki Değerlendirmesi) Raporu hakkında Yönetmelikte değişiklik yaparak etkisiz kılmak gibi girişimleri düşünmek bile hukuka, çevreye, bilime, demokrasiye açık saygı kusurudur.

  • Çevreye sahip çıkanlar asla yatırım düşmanı değiller..
    Ama AKP’nin çevre ve halk düşmanı, sermaye hizmetkarı olduğu apaçık ortaya çıkmıştır..

    Çok yazık, çok…

    Sevgi ve saygı ile.
    04 Nisan 2016, Ankara


    Dr. Ahmet SALTIK
    www.ahmetsaltik.net
    profsaltik@gmail.com

Soner Yalçın : Erdoğan’ın beyni (ve katkılarımız)

Erdoğan’ın beyni

portresi_eli_cenesindeSoner YALÇIN
SÖZCÜ, 30.3.16

(Not : Bizim kapsamlı katkılarımız yazının altındadır… AS)

Erdoğan sara hastası mı?
Erdoğan hangi ilaçları kullanıyor?
Erdoğan’ın kullandığı ilaçların yan etkileri nedir?
Biliyorsunuz… Erdoğan’ın sara hastalığına ilişkin yazılar, kitaplar kaleme alındı. Ama…
Kimse ilaçların yan etkisi konusuna değinmedi.
Dün bu köşede bir hekimin mektubunu yayınladım. Sara hastalarının kullandığı ilaçların
yan etkisini bu kez farmakoloji uzmanı bir doktora sordum. Anlattı:

“Yan etkiler kişiye özel değerlendirilmelidir. Kişinin yaşı, cinsiyeti, kullanılan ilacın dozu,
o kişinin fiziksel ve ruhsal yapısı ile var olan başka hastalıkların ve kullanmakta olduğu diğer ilaçların etkisiyle, yan etkileri artabilir.

Epilepsi/sara tedavisinde kullanılan anti-epileptik ilaçlar, diğer ilaçlar gibi çok sayıda
yan etkiye sahiptirler. Bu grupta yer alan her bir ilacın kimyasal yapısı ve etki mekanizması farklı olduğundan yan etki profili de farklıdır. Ancak genel olarak bu ilaçlar beyinde ve sinir hücreleri üzerinde etkiler gösterdikleri için hepsinin merkezi sinir sistemine ait yan etkileri vardır denebilir.

Sinir sisteminin karmaşık yapısı nedeniyle, özellikle bu sistem üzerinde etki gösteren ilaçların hem nörolojik hem de psikiyatrik yan etkilerinden söz etmek mümkündür.”

Sara bir beyin hastalığıydı.
Ve ilacın yan etkisi en çok beyni etkiliyordu. Şöyle..

Beyni etkiliyor

“Sara, beyinde bir bölgenin anormal şekilde ve denetimsizce fazla çalışarak beynin
tüm bölgelerine anormal uyarıları göndermesi sonucunda ortaya çıkan bir hastalıktır.
Birçok nedenden kaynaklanabilir ancak bu anormal uyarılar tüm beyni ele geçirdiğinde
beyin normal işlevlerini yerine getiremez ve eşlik eden aşırı kas kasılmaları ile nöbet (konvülsiyon veya epilepsi krizi) ortaya çıkar.

Bu hastalığın tedavisinde kullanılan ilaçlar;

– bu anormal aktiviteyi önleyen ilaçlar (anti-epileptik);

– ve anormal aktiviteyi durduran (anti-konvülsif) ilaçlar olmak üzere ikiye ayrılır.

Anti-konvülsif ilaçlar;
beynin anormal aktivitesini çok güçlü baskılayan ilaçlardır.
Daha fazla yan etkiye neden olurlar ve genellikle (nöbet durumu kişiye zarar verebileceğinden) sadece nöbet durumlarında kullanılır.

Anti-epileptik ilaçlar
ise; sürekli ve düzenli kullanılıp nöbetin gelişini önleyen ilaçlardır. Bunlar; sinir hücrelerinin anormal aktivitelerini baskılayan ilaçlar olmaları nedeniyle, normal aktivite gösteren sinir hücreleri de bu ilaçlardan kaçınılmaz olarak etkilenirler.
Yani bu ilaçlar, normal davranmayan dokuda etki gösterirlerken, normal olan dokuları da etkiler. Bu yüzden de hem nörolojik hem de psikiyatrik birçok yan etki gösterir.
Bunlar baş dönmesi, mide bulantısı, sersemlik gibi çeşitli nörolojik yan etkiler yanı sıra, davranış ve düşünce değişiklikleri, agresyon (saldırganlık), halüsinasyon gibi
çeşitli psikiyatrik yan etkiler biçiminde ortaya çıkabilmektedir. “

Sinirliliğin sebebi

Özellikle ülkeyi yöneten politikacının sara hastası olması bizleri nasıl etkiler?

“Kişinin düşüncelerini, davranışlarını dolayısıyla o kişiye özel hal ve hareketlerini,
yani karakterini oluşturan da beyindeki sinir hücreleridir. Özellikle de ön beyin bölgelerindeki sinir hücreleri. Yapılan klinik araştırmalardan ve bildirilmiş olan
olgulardan elde edilen bilgiler doğrultusunda anti-epileptik ilaçların yan etkileri şunlardır:

Agresif (saldırgan) davranışlar, ajitasyon (heyecanlılık şeklinde beliren tutarsız aşırı davranış), anormal davranışlar anksiyete (endişe-gerginlik), bağımlılık, davranış değişiklikleri, deliryum (bilinç bulanıklığı ve huzursuzluk ile seyreden bir durum), depresyon,
dikkat bozuklukları, düşünce bozuklukları, düşmanca veya hasmani davranışlar, halüsinasyon ve delüzyonlar, hiperaktif davranışlar, huzursuzluk, intihar eğilimi ve düşünceleri, intihar, irritabilite (duyarlılık, alınganlık, hassasiyet), katatoni (kaskatı kesilme durumu)konfüzyon (kafanın karışması durumu), mizaç dalgalanmaları, öfori (keyif hali), mani (depresyonun tam tersi olan coşkunluk durumu), psikotik (şizofreniye benzer anormal düşünce içeriği) bozukluklar, sinirlilik şeklinde sıralanabilir.”
*****
Peki…
1’den çok anti-epileptik ilacın aynı kişide birlikte kullanılması yan etkileri artırmaz mı?

“Nöbet denetimi tek ilaç ile sağlanamazsa 2, 3 hatta daha çok sayıda anti-epileptik ilaç
aynı kişide bir arada kullanılabilir. Bu artış aritmetik olmayabilir, yani A ilacının düşünce
ve davranışları bozucu etkisi %3 sıklıkla, B ilacınınki ise %5 sıklıkla olduğunu varsayalım.
A ve B ilaçlarının aynı kişide (AS: birlikte) kullanılması durumunda yan etki olasılığı %8’den daha büyük (örneğin % 18) olabilir. Bu durumda bir de aynı yan etkiye sahip bir C ilacının eklendiğini varsayarsak bu oran çok daha yüksek olacaktır.”

Bitmedi…

Başka hastalıklar için başka ilaçlar da alındığında yan etkiler katlanır mı?

“Gayet tabii, ilaç ya da tedavi kombinasyonlarında tüm yan etkilerin göz önüne alınarak
toplam yan etkiyi artırdığı yönünde bir görüşe varılabilir.”

Ve ne yazık ki…

Bunları hiç tartışmıyoruz.
Soruyoruz yanıt bile alamıyoruz.
Oysa mevzubahis olan kişi; Cumhurbaşkanı!..

===============================================

Dostlar,

Sayın yazar Soner Yalçın‘ın 29 Mart 2016 günü SÖZCÜ‘deki köşesinde yayımlanan yazısını web sitemizde paylaştık :

  • ERDOĞAN NEDEN SÜREKLİ SİNİRLİ??
    (http://ahmetsaltik.net/2016/04/03/erdogan-neden-surekli-sinirli/)Bu yazının altında bir hekim olarak bizim de epey irdelememiz oldu.
    Daha önceki bir yazımıza da gönderme yaptık :
    (http://ahmetsaltik.net/2015/10/31/isvicreli-dr-hakki-acikalin-erdogan-epilepsi-hastasidir/)

    Bu 3 yazının ve bizim eklemelerimizin birlikte okunmasında yarar görmekteyiz..
    Yazıyoruz, soruyoruz, bir daha yazıyoruz…
    Dağlardan iniltiler yankılanıyor ancak Erdoğan’dan “çıt” çıkmıyor..
    Tüm bunlar Erdoğan aleyhine karine.. Öyle ya, saklanacak birşey yoksa,
    çıkar sağlık raporunuzu da açıklarsınız, diplomanızı da gösterirsiniz…

    Pekiii.. böylesine çekinme ve açıklanması gereken bilgi – belgeleri kamuoyundan saklama hakkı hukuksal olarak, etik olarak, demokratik gelenekler olarak, kültürel değerlerimiz olarak…. Erdoğan’a tanınmış mıdır?? Hak mıdır, reva mıdır??

    Erdoğan, Türkiye’nin 12. Cumhurbaşkanı olarak sonsuza dek bu yerinde,
    hukuka ve de hakkaniyete uygun demokratik kamuoyu istemlerinden kaçınabilir mi??

    Kesin olarak HAYIR!

    R.T. Erdoğan’ın gocunacak – saklayacak birşeyi yok ise, –ki olmamasını dileriz- tıpkı açık malbildirimi yükümü gibi, sağlık durumunu gösterir resmi raporu da açıklaması zorunludur.

    Bu kaçış böyle sürdürülemez..
    Hukuksal bir yol bulunmalıdır…
    Örneğin TBMM bu bağlamda yasal düzenleme yapmalıdır.
    Türk Tabipleri Birliği, Cumhurbaşkanlığına resmi çağrı yapmalıdır..

    Erdoğan’ın hekimlerinin bu durumda SIR SAKLAMA değil AÇIKLAMA YÜKÜMÜ
    söz konusudur.

  • Türk Tabipleri Birliği, yetkili Etik Kurullardan görüş alarak
    Erdoğan’ın doktorlarını açıklamaya davet etmelidir. *****

    Tayyip beyin epilepsi – sara hastası olduğuna ilişkin yazılar, yayınlar epeyce olmuştur.

    Prof. Yalçın KÜÇÜ’ün “SARALI CUMHUR” kitabı başlıbaşına bir değerdir..

    SARALI_CUMHUR_CALIGULAErdoğan’ın Başbakan iken 18 Ekim 2006’da arabasında geçirdiği kriz belleklerden silinmemiştir. Makam arabasının zırhlı camı ancak balyoz ile kırılarak Erdoğan’a tıbbi yardım yapılabilmiştir. Kendisini en yakın hastane olarak Ankara Güven Hastanesinde gören Nöroloji uzmanı meslekteşımız 42 yaşındaki Nörolog Dr. Sümer Güllap’ın, açıklananın aksine neden öldüğünün (2008) iyi araştırılması ve açıklanması gerekmektedir.
    Bu konuyu daha önce de sitemizde kapsamlı yazmıştık..
    Mutlaka okunmasını dileriz…

    Sorun etik boyutu aşmış, kriminal boyut kazanmıştır..
    Erdoğan’a dokunan “yanmakta – yakılmaktadır” !?

    Bu durum kabul edilemez ve sürdürülemez.. Temel insan haklarına aykırıdır.

    YSK’ya da (Yüksek Seçim Kurulu) açık grev düşüyor.. Cumhurbaşkanlığı seçimi ile sorumluluk bitmedi.. Seçilen kişi seçilme – görevde kalma yeterliğini yitirirse ne olacaktır??
    Hukukta temel kurallardandır : YÖNTEMDE KOŞUTLUK (Usulde paralellik)

    YSK, Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı mazbatasının geçerlik koşullarının sürmesinden sorumludur. Yeterlik koşulları yitirildi ise mazbatayı iptal sorumluluğu da veren yetkinin doğasındandır, onun tamamlayıcı parçasıdır.

    Türkiye bu soruna makul “bir çare” bulmalıdır.
    80 milyonluk ülke, aziiiz Türkiye herkesten ve her şeyden daha önemlidir..
    Çaresizlik asla kabul edilemez..

    Olumlu adım atmak Erdoğan’a düşüyor..

    Sevgi ve saygı ile.
    03 Nisan 2016, Ankara


    Dr. Ahmet SALTIK
    www.ahmetsaltik.net
    profsaltik@gmail.com

Erdoğan neden sürekli sinirli?

Erdoğan neden sürekli sinirli?

Soner YalçınSoner YALÇIN
SÖZCÜ, 29.3.216

(Not : Bizim kapsamlı irdelemelerimiz yazının altındadır…AS)

“Erdoğan niye hep sinirli konuşuyor?”
“Erdoğan neden hep atarlanıyor?”
Nereye gitsem Erdoğan’ın tavırlarına ilişkin sorulara muhatap oluyorum.
“Kayıp Sicil” kitabımda Erdoğan’ın hayatını yazdığım için hakkındaki her soruyu yanıtlayacağım düşünülüyor. Oysa…
Bazı sorular uzmanlık istiyor. Örneğin…
Geçtiğimiz günlerde aldığım mektubu sizlerle paylaşmak istiyorum…
Bakın bir tıp hekimi ne diyor:
Kayıp Sicil isimli kitabınızı büyük bir ilgiyle okudum. Bir tıp doktoru olarak kitabınızın
129-131. sayfalarındaki Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan’ın sağlığıyla ilgili tespitleriniz ve bu konudaki talepleriniz özellikle ilgimi çekti.

Kitabınızda, Sayın Cumhurbaşkanımızın hipoglisemi, beyin içinde astrositoma (iyi huylu
bir tümör), epilepsi (sara hastalığı) ve sindirim siteminde kalın bağırsağın bir kısmının alınmasını gerektirecek bir hastalığın olduğuna dair iddiaların var olduğunu;

sağlık durumunun kamuoyuna açık bir şekilde açıklanması gerektiğini belirtmişsiniz.

Kitabınızda yer alan iddialar ve taleplere istinaden çok önemli bir noktaya değinmek istiyorum. Fakat bu önemli meseleyi yazmadan önce şunu yazmalıyım:
Kişisel sağlık verilerinin gizli tutulması kişinin temel hak ve özgürlüklerinden biri olup,
herkesin özel yaşamına olduğu gibi sağlığına da saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır.
Ulusal ve uluslararası sağlık hukuku mevzuatı ve tıp mesleği etik kuralları gereği hekimler, hastasından mesleğini uygularken öğrendiği sırları, hastasının ölümünden sonra bile
gizli olarak korumak zorundadır. Hasta bilgileri ancak hastanın açık izni veya mahkemenin kesin isteği üzerine açıklanabilir.”

Peki…
Mevzubahis olan ülkeyi yöneten kişi ise ne olacak?..

Erdoğan’ın ilaçları

Doktor sorumun yanıtını da vermiş mektubunda:
“Şahsi görüşüm, Sayın Cumhurbaşkanımızın sağlığı ve hasta hakları mahremiyeti;
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının kendilerini yönetmeleri için seçtikleri kişilerin
sağlık durumlarının, ‘sağlıklı karar vermeye engel bir durum taşımadığını’ bilme hakkı ile birlikte değerlendirilmesi gereken çok hassas bir konudur.

İddia edildiği üzere Sayın Cumhurbaşkanımız’da epilepsi hastalığı mevcut ise, kullandığı/kullanmak zorunda olduğu ilaçlar, olası nöbetleri engellemek için yapılan doz ve kombinasyonlardaki değişiklikler, diğer muhtemel hastalıkları için kullandığı ilaçlar ve/veya bitki kürleriyle yapabileceği etkileşimler, her gün vermekte olduğu hepimizi ilgilendiren önemli kararları etkileyebilecek ciddi yan etkiler yaratabilir.”

Meselenin bam teli burası.
Erdoğan hangi hastalıkları için hangi ilaçları kullanıyor? Ve bunun yan etkileri ne?
Doktorun mektup yazma amacı buydu:
“Epilepsi hastalığı iddiası, kaçınılmaz olarak akla şu soruyu getirmektedir:

Ülkemizin en önemli siyasi liderinin o gün kullanmak zorunda olduğu ilaçlar (eğer gerçekten var ise), o günkü davranışlarını ve kararlarını etkileyebilir mi?’
Epilepsi hastaları, en azından belli dönemlerde, nöbetlerin tekrarlamasının önüne geçmek için verilen belli ilaçları kullanmak zorundadır.
Epilepsi ilaçları;
– davranış değişikliklerinden kişilik bozukluklarına,
– depresyondan maniye (taşkınlık coşkunluk),
– halüsinasyonlardan (gerçekte olmayan ancak kişinin algıladığını sandığı durum)
şizofrenik bozukluklara (kişinin gerçekle bağının kopması),
– anksiyeteden (endişe) düşmanca davranışlara,
– öforiden (aşırı haz) intihar eğilimine kadar çok geniş bir yelpazede
ciddi psikiyatrik yan etki profiline sahiptir.

Bu yan etkiler, epilepsi ataklarının mutlak baskılanması gerekliliğinde, ilaçların dozlarının artırılması ve/veya birden çok ilacın bir arada kullanılması anlamına geldiğinden,
çok daha sık ve ağır olarak kendini gösterir.”

Sara hastalarının kullanmak zorunda olduğu ilaç ve ilaçların yan etkileri nedir?

Psikolojik etkileri

Sara hastalarının konvülsiyon (nöbet) geçirmelerini engellemek için en sık verilen ilaçlar ve
bu ilaçların (sadece) psikiyatrik yan etkileri şunlardır:

Valproik asit:
Depresyon, sinirlilik, düşünce bozukluğu, ruh halinde dalgalanma,
psikotik reaksiyon, davranışlarda değişiklik, intihar düşünceleri.
Lamotrigin: Anksiyete, depresyon, görsel halüsinasyonlar, uyku bozukluğu,
intihar düşünceleri.
Gabapentin: Depresyon, düşmanca davranış, düşüncede bozulma, ruh hali dalgalanmaları, hiperaktif davranış, intihar düşünceleri.
Karbamezapin: Mani, ajitasyon (tutarsız heyecan), psikotik bozukluk, intihar düşünceleri.
Fenitoin: Anormal davranış, ajitasyon, deliriyum (ani bilinç bulanıklığı), sinirlilik, halüsinasyonlar (görsel, işitsel ve duysal), ani psikotik bozukluk, intihar düşünceleri.
Pregabalin: Anormal düşünce, öfori, intihar düşünceleri.
Levetirasetam: Agresif (saldırgan) davranış, ajitasyon, anksiyete, apati (çevreye anormal derecede kayıtsızlık), de-personalizasyon (kişinin bedeninden ve düşüncelerinden kopması), depresyon, duygusal değişkenlik, düşmanca davranış, sinirlilik, kişilik bozukluğu,
intihar düşünceleri, intihar girişimi…

Bu köşede hep yazdım…
“Kayıp Sicil” kitabımda yazdım… Şimdi de tekrarlıyorum:
Türkiye’yi yöneten kişinin sağlığı, hepimizin sağlığı açısından son derece önemlidir.

Kamu yararı gereği Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sağlık durumu kamuoyuna açıklanmalıdır.

=======================================

Dostlar,

Temel kişi hak ve özgürlüklerinin, başkalarına zararı önleme gerekçesiyle, daha üstün bir yararı koruma adına sınırlandırılması olanaklıdır. Anaysa md. 13 ve 14 aşağıdadır :

II. Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması
Madde 13 – (Değişik: 3/10/2001-4709/2 md.)
Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar,
Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.

III. Temel hak ve hürriyetlerin kötüye kullanılamaması
Madde 14 – (Değişik: 3/10/2001-4709/3 md.)
Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve lâik Cumhuriyeti
ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz.
…….

Nitekim yasalar (HMK ve CMK başta olmak üzere), bu kişisel bilgilerin ne zaman açıklanabileceğine ilişkin hükümler içermektedir.

*****
Görüldüğü gibi Anayasa bu hakların yasa ile sınırlanma koşullarını belirlediği gibi,
kötüye kullanılmasını da yasaklamaktadır.

Bam teli burasıdır.

  • Erdoğan, hastalıkları ve bu yüzden aldığı ilaçlar – uygulamalar yüzünden ülkemiz açısından sakınca doğurabilecek durumlarla karşı karşıya ise ve bu durumu bilerek – isteyerek – ülkeye zararlı olma olasılığının bulunduğunu öngörerek sürdürüyorsa, bilinçli taksir hatta olası kast sınırını aşıyor demektir.Bu durumda hem yasal hem de Etik olarak bizlerin “bilme hakkı“,
    Erdoğan’ın da “açıklama yükümü” doğmaktadır. Eğer ille de konacaksa bir sınırla ki;

    * “Ülke yönetiminde alacağı kritik kararları olumsuz etkileme olasılığı bulunmayan”
    sağlık sorunları kişisel bilgi olarak tutulabilir. Ancak bu sınır da aşılıyorsa, Ülkenin yüksek çıkarları ve doğabilecek zararlar karşısında Erdoğan’ın kişi hak ve özgürlükleri koruma göremez.

    Geçtiğimiz günlerde ABD Başkanı Obama’nın sağlık raporu bütünüyle kamuoyuna açıklanmıştır. Gelişmiş ülkelerde bu konu tabu olmayıp, tersine tutum ve davranışlar
    kabul görmemektedir. Gelişen demokratik gelenekler (teamül) bu yöndedir.

    Söz konusu Vatan ise, geri kalan her şey ayrıntıdır..

    12. Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan’ın tam donanımlı resmi bir sağlık kurumundan alacağı raporu kamuoyuna açıklamasını bekliyoruz…

    Gerekiyorsa TBMM Erdoğan’ı bu davranışa çağırmalıdır.
    Türk Tabipleri Birliği / Uzmanlık Dermekleri benzer çağrıyı yapmalıdır.
    Başta Türk Psikiyatri Derneği ve Türk Nöroloji Derneği

    TBMM’de Muhalefet partileri “sorunla” yakından ilgilenmelidir..

    Birkaç yıl önce (2006’da) Erdoğan’ın Başbakan iken arabasında geçirdiği krize müdahale eden
    Ankara Güven Hastanesi Nöroloji uzmanı meslektaşımızın 42 yaşında gripten ölmesinin (??!!) esrar perdesi aralanmamıştır ve kabul edilmesi olanaksız dehşet verici bir durumdur..

  • Erdoğan’ı bir kez muayene etme şansı olan Ankara Güven Hastanesi Doktorlarından
    42 yaşındaki Nörolog Sümer Güllap’ın, söylenenin aksine neden öldüğünün (2008)
    iyi araştırılması ve açıklanması gerekmektedir.
    Bu konuyu daha önce de sitemizde kapsamlı yazmıştık.. Mutlaka okunmasını dileriz…* İsviçreli Doktor Açıkalın: Erdoğan epilepsi hastasıdır.
    (http://ahmetsaltik.net/2015/10/31/isvicreli-dr-hakki-acikalin-erdogan-epilepsi-hastasidir/)
    Demokrasiler açıklık ve saydamlık rejimidir..
    Erdoğan ve Türkiye de bu bağlamda istisna değildir, olamaz..

    Sayın Soner Yalçın’ın yazdıklarına ve önerisine bütünüyle katılıyoruz :

  • Kamu yararı gereği Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sağlık durumu kamuoyuna açıklanmalıdır.

    Bu yazı, aşağıdaki erişkeyle (linkle) çağrılabilecek “ERDOĞAN’ın BEYNİ” yazısıyla birlikte okunmlıdır : http://ahmetsaltik.net/2016/04/03/soner-yalcin-erdoganin-beyni-ve-katkilarimiz/

    Sevgi ve saygı ile.
    03 Nisan 2016, Ankara


    Dr. Ahmet SALTIK
    www.ahmetsaltik.net
    profsaltik@gmail.com

Prof. Dr. Selçuk EREZ : Sübyancıyı tanımak

Sübyancıyı tanımak

portresi

Prof. Dr. Selçuk EREZ
İstanbul Tabip Odası Başkanı
Cerrahpaşa Tıp Fak. Em. Öğr. Üyesi
Cumhuriyet, 31.3.16

 

Karaman’da Ensar Vakfı’nda gerçekleşmiş olan çocuklara cinsel saldırı olguları kamuoyuna yansıdı; ardından olaya basın yasağı getirildi. Bu haberi, ülkede çocuklara yönelik cinsel yönelimin yaygın olduğuna dair yazılar izledi:

2013’te Antalya’da Rotary Kulüb’ün düzenlemiş olduğu bir toplantıda Iowa Üniversitesi’nden Dr. Resmiye Oral’ın, “Türkiye’de yapılmış az sayıda çalışmadan çocukların %20-35 oranlarında cinsel istismara uğradığını anlıyoruz.” dediği anımsandı.

Olayın bu çapta konu edinilmesi, Ensar Vakfı’nı destekleyen yönetimi rahatsız etti; yandaşları hemen savunmaya giriştiler. Ancak ülkede bu nitelikteki cinsel yönelişin çokluğu, çocuklarımızı bu tür saldırılardan korumak için konunun üstünde durmamızı gerektirmektedir; bu sapık tutuma yol açan bozukluğun neden kaynaklandığını, bu gibileri nasıl tanıyacağımızı bilmeliyiz.

Konuyu incelemiş olan psikologlar, çocuklara cinsel yönelim sergileyenlerin önemli bir bölümünde “antisosyal” kişilik bozukluğunun görüldüğünü belirtmişlerdir: Böyleleri

– başkalarının haklarını çiğnerler,
– yalancıdırlar,
– sinirlidirler,
– sıkça parlarlar,
– düş kırıklığına, bekletilmeye katlanmazlar;
– yalnız kendilerini düşünürler,
– başkaları için kaygı duymazlar.
– Bunlarda narsisistik kişilik bozukluğuna da sık rastlandığını belirtenler az değil.

  • Narsisistik, insanın, aşağılık duygusunu dengelemek için kendine tapması, bencil olması,
    sürekli olarak alkışlanmasını, beğenilmesini istenmesi olarak tanımlanıyor.

Bu gibilerde özduyum (empati) da pek görülmüyor.

Cinsel saldırıya uğrayan çocukların pek azı, olan biteni analarına, babalarına yansıtıyor ve bu nedenle saldırılar sürüyor ve çocuğu yaşamı boyunca çekeceği psikolojik gerilimlerden, çalkantılardan kurtarmak giderek güçleşiyor.

Araştırıcılar, antisosyal davranış ve narsisistik (AS: kişilik bozukluğu) gibi niteliklerin yalnızca sübyancılarda değil başka anormallikleri sergileyenlerde de görüldüğünü söylüyorlar:

Kadınlara saldıran ırz düşmanlarında da, seri katillerde de var bunlar. Coolidge ve Segal adlı iki araştırıcı, Hitler’i, Saddam Hüseyin’i ve Kim Jong İl’i, bu kişileri yakından tanımışlarla görüşerek irdelemiş ve tümünde anti-sosyal davranış bozukluğunun, narsisistliğin ve sadistliğin yanında paranoyanın (mantıksız kuruntu) da var olduğunu belirlemişlerdir.


Demek ki bu bozuklukların çoğu, yalnızca ırz düşmanlarında, seri katillerde değil, diktatörlüğe yatkın kimselerde de görülüyor.

Öyleyse hem çocuklarımıza vb. cinsel açıdan saldıracak sapık eğilimlileri, hem de hakkımızın, hukukumuzun ve olumlu niteliklerimizin tümüne tacizde bulunacak diktatör taslaklarını tanıyabilmemiz ve zamanında önlem alabilmemiz için bu konularda daha derin bilgi sahibi olmamız gerekmektedir.

============================================

Teşekkürler değerli hocamız Sayın Prof. Dr. Selçuk Erez…

Bu yakıcı ve utanç verici “Sosyal Patoloji“yi biz de işledik sitemizde.. Birkaç yazı yazdık bu bağlamda ve çocuklara dönük eşcinsel (homoseksüel) davranış bozukluğunun tıbbi boyutlarına değindik. Özellikle anti-sosyal kişilik bozukluğu ile buna yol veren Türkiye’ye özgü – dinci dayatmalardan – yobazlıktan kaynaklanan nedensel ögelere dikkat çekmiştik. Okunsun dileriz..

Karaman_faciası_uzerinde_bir_hekim_olarak_soyleyeceklerimiz..

*****

Selçuk hoca 1936 doğumlu.. 80 yaşında ve hala çooook aktif..
İstanbul Tabip Odası’nın Başkanı..
Babası da kendisi gibi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Ord. Prof. Dr. Naşid Erez idi.. Biz İstanbul Tıp Fakültesi mezunu olduğumuz için (1977), her 2 hocanın da öğrencisi olamadık ama ders kitaplarını okuduk.. Selçuk hocanın Cumhuriyet‘teki ince zeka – espri ürünü yazılarını yıllardır izleriz, zaman zaman sizlerle de paylaşırız..

Bir de AKLIMIZIN AMBARGOLARI adlı çok değerli bir kitabını okumuştuk belki 20 yıl önce Selçuk Erez hocamızın.. Çoook etkileyici ve düşündürücü bir kitaptı.. Öneririz okunmasını, okutulmasını.. O kitapta,

* Betz hücrelerinize sağlık…

gibisinden anlamlı bir söz anımsıyoruz.. İnsan beyninde “düşünceyi” üreten hücreler..

AKLIMIZIN_AMBARGOLARI_kitap_kapagiBetz hücrelerinize sağlık Selçuk Erez hocam.. 

Sevgi ve saygı ile.
03 Nisan 2016, Ankara


Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Karaman’da cinsel istismara uğrayan çocuklar konuştu : “Tehdit etti, dayak attı, korktuk, direnemedik”

Karaman’da cinsel istismara uğrayan çocuklar konuştu!

Karaman’da öğretmenlerinin cinsel istismarına uğrayan çocuklar konuştu:
“Tehdit etti, dayak attı, korktuk, direnemedik”

Karaman’da 5 aylık bir sürede Ensar Vakfın’da da çalışan öğretmenleri Muharrem B.’nin cinsel istismarına maruz kalan 10 erkek öğrencinin pedegog nezaretinde verdiği ifadeler Türkiye’yi sarsan skandalın çarpıcı ayrıntılarını ortaya çıktı.

Habertürk’ten Zafer Samancı’nın haberine göre, iddianameye göre istismara maruz kalan çocuklar, ifadelerinde öğretmen Muhrarrem B.’nin kendilerini dövdüğünü, korktukları için direnemediklerini, tehdit edildiklerini ve utandıkları için yaşadıklarını kimseye anlatamadıklarını söyledi. Çocuklar,

  • “Yurtta birçok çocuk hocanın cinsel istismarına maruz kaldı..” diye konuştu.

“SAYISINI BİLMİYORUM”

600 yıla yakın hapsi istenen öğretmen Muharrem B., ifadesinde suçunu önce inkâr etti,
ancak bir süre sonra polis memuruna dönerek;

  • “Yeter artık her şeyi anlatmak istiyorum.
    Evet, bu çocuklarla cinsel ilişkiye girdim.

    Ben eşcinselim. İlkokuldan bu yana hemcinslerime karşı ilgim vardı.
    Suçumu kabul ediyorum. Tedavi olmak istiyorum.” dedi.

    20 Nisan 2016’da yargıç karşısına çıkacak olan Muharrem B.,
    sayısını kendisinin de bilmediği istismar olayında çocukları tehdit etmediğini ileri sürdü.

    “ÇOCUKLAR PEDAGOG NEZNİNDE İFADE VERDİ”

İddianameye göre istismara maruz kalan çocuklar ise pedagog nezaretinde alınan ifadelerinde;

– Muhrarrem B.’nin kendilerini dövdüğünü,
– korktukları için direnemediklerini,
– tehdit edildiklerini ve
– utandıkları için yaşadıklarını kimseye anlatamadıklarını söyledi.

Yaşları 14-16 arasında değişen çocuklar, yaşadıkları korkunç günleri şöyle anlattı:

  • “Gece gelip beni zorla odasına götürdü. Direndim ama bırakmadı.
    Çok korkmuştum canım çok acımıştı. Birkaç gün sonra yine götürdü.
    Muharrem Hoca’dan çok korkuyordum. ‘Bu olay aramızda kalacak’ dedi.
    Korktuğum için kimseye bir şey söyleyemedim.”

“KİMSEYE BAHSEDEMEDİM”

  • “2012-2015 arasında 12 kez istismara uğradım.”
  • “Korktuğum ve utandığım için bu olaydan kimseye bahsedemedim.”
  • “Muharrem Hoca’nın yaptıklarını yurttaki öğrenciler biliyor, konuşuyordu.
  • Ama kimse ne ailesine ne de başkasına anlatabiliyordu.
  • Kaçmaya çalıştım, ama kaçamadım. 3 arkadaşımla birlikte beni odasına çağırdı.
  • Herkes birbiriyle kendilerine yapılan cinsel istismarı konuşuyordu.”

“BİRBİRİMİZİN YÜZÜNE BAKAMIYORDUK”

“Muharrem B. beni ve bir arkadaşımı zorla odasına götürdü. Daha sonra arkadaşımla birbirimizin yüzüne bakamadık, bu konuyu hiç konuşmadık.”

“Yaşadığım olaylardan sonra yurttan ayrılmak istedim. Sonunda annemle konuşmaya
karar verdim. Yurttan ayrılmak istediğimi defalarca söyledim. Ama nedenini sorduğunda
gerçeği anlatamadım.”

Yurtta birçok çocuk hocanın cinsel istismarına maruz kaldı.
Hepimiz biliyor ama bir türlü bunu dışarıdan birilerine utancımızdan söyleyemiyorduk…”

2 yazı yazmıştık bundan önce..
Bakılması dileğiyle…

http://ahmetsaltik.net/2016/04/02/kimi-dinci-memleketin-kimi-dinci-cocuklarin-irzina-geciyor/ 
Karaman_faciası_uzerinde_bir_hekim_olarak_soyleyeceklerimiz..

http://ahmetsaltik.net/2016/03/31/yilmaz-ozdil-cocuk/
KARAMAN’da_IRZINA_GECILEN_COCUKLARIMIZ….

Türkiye bu yüz karasından AKP iktidarında – AKP iktidarda iken kurtulabilir mi acaba??

Öncelikle yanıtlanması gereken soru ve sorun korkarız budur..

Eğer köktenci – nedene dönük kalıcı çözümler düşünüyor isek,
ara neden ya da son nedene değil “temel nedene” yönelmek gerekiyor..

Gören, bileni duyan olup da susan dilsiz şeytandır..
Örtbas etmeye çalışan ise alçak ve sefildir, namusssuzdur, “şüpheli” Muharrem B kadar
çoook acı sonuçtan sorumludur..

Tüm bu tür okullar, kurslar, yuvalar, cemaat – vakıf – dernek birimleri bütün saydamlıkları ile kamuoyu denetimine açılmalıdır..
Acilen.. derhal.. 
İlgili TBMM Komisyonu incelemesi, tüm gerçekleri bütün çıplaklığıyla ortaya koymalıdır.
Aileden sorumlu kadın Bakan, asla bağışlanamayacak kabul edilemez sözleri nedeniyle görevden alınmalı, Toplumdan mutlaka özür dilemelidir..
AKP Hükümeti kamuoyundan açık özür dilemeli ve tüm düzeltici önlemleri hızla,
saydamlıkla, katılımcı olarak almalıdır.

Bu gibi yerlerde kalan masum, garip – gureba çocukları, düzenli olarak yılda birkaç kez
kapsamlı hekim muayenesinden geçirilmelidir..
Kameralar ile özel yaşam alanları dışında kayıt alınmalıdır..

Karaman Cumhuriyet Başsavcılığı sorunun ardını asla bırakmamalı, bir meslek onuru – namusu sorunu yapmalıdır..

Sevgi ve saygı ile.
03 Nisan 2016, Ankara


Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Tarım zehirlerinin önlenebilir hegemonyası (ve çağrışımlarımız)

Tarım zehirlerinin önlenebilir hegemonyası

Tarım zehirleri köylüler arasında gerçek bir egemenlik kurmuş. Geçen hafta Marmaris köylerinde dolaştık. Köylülerin çoğu tarım zehirlerini epey bilgisizce ve denetimsiz kullanıyor. Örneğin birkaç ürün için önerilen bir ilacı akıllarına gelen her ürüne kullanıyorlar. Hasattan çok kısa bir süre önce ilaçlama yapıyorlar, önerilen dozun üzerinde ve daha sık zehir atıyorlar. Bu durumlarda yasalara göre cezalandırılmaları da gerekir. Kimi köylerde Tarım İlçe Müdürlüğü sebze, meyve örnekleri almış ve ‘maksimum kalıntı limiti’ denilen dozun üzerinde kalıntı çıkan köylülere 1.500 TL ceza yazmışlar. Ancak mevzuata göre, incelenen parti ürünün de imha edilmesi gerekirken, bu yapılmamış. Bu cezaların arkasından yapılan eğitimleri köylü dinlemiş ve bazı şeyleri öğrendiklerini bize söylediler. Bu da bir ilerleme sayılabilir. Ancak imha yapılmadıkça bu cezanın çok da etkili olmayacağını gördük. Dahası bu denetimler çok seyrek. Caydırıcı bir etki yaratması pek kolay değil. Bir köyde konuşurken köylüler “zehirsiz tarım“ın olanaklı olmadığını söylediler. Marmarisli bir arkadaşımız bunun sonucunun kanser olduğunu söyledi. Arkadaşımız babasını küçükken kanserden yitirmiş. Bunu anlatırken çok duygulandı. Bunun üzerine “Yapamayız, edemeyiz” diyen köylüler de daha anlayışlı bir tavır takındılar.
Füsun Tezcan’ın ‘Börtü Böcek İçin Doğa Dostu Öneriler ve Ev Yapımı İlaçlar’ kitabından ısırgan, Arap sabunu veya tesbih ağacı meyvesi gibi malzemelerle yapılan kolay, ucuz ve zararsız reçeteleri kendileri ile paylaştık. Başka bir köyde bu ev yapımı ilaçlardan söz ederken bir köylü katılımcı “Siz bunları tarım ilaçları satıcılarına, şirketlere anlatın. Onlar bu ilaçları bize hazır satsın..” dedi. İşte bu, Hegemonyanın en üst perdesi. Köylü 50 yıldır sistematik bir şekilde aklını kullanmamaya itilmiş. Artık bazıları illa ki sömürülecekler, başka çare yok. Bu arkadaşa ‘yemek sodalı su karışımını’ okudum:
Sodyum bikarbonat (yani yemek sodası) toptan çok ucuza alınabilir. %1 oranında, yani 10 litre suya 100 gram karbonat konularak külleme hastalığı için kullanılır. Sonra sordum.
Bunu yapmak çok mu zor?
Başka bir reçeteyi okudum:
Arap sabunu-alkol karışımı: Yaprakbitleri, kırmızı örümcekler, tripsler, sıçrayan bitki bitleri, unlu bitler, yaprak pireleri, beyaz sinekler ve bazı kelebek larvalarına karşı etkilidir. Duyarlı olan gül gibi süs bitkileri ve sebze fidelerinde doz üçte bir oranında seyreltilebilir. 300 gram Arap sabunu, 150 mililitre (10 yemek kaşığına eşittir) ispirto veya yarısı kadar beyaz alkol ile iyice karıştırılır. Bu karışım on litre suyla yeniden karıştırılır. Püskürtülerek uygulanır.
Tekrar sordum : Bunu yapmak çok mu zor?
Köylüler tarım zehiri kullandıklarında önce kendileri, çocukları kanser oluyor. Gittiğimiz bir köyle ilgili olarak bir Marmarisli “Bu köyden çoktandır kanser dışında ölüm çıkmıyor..” dedi.
Ev yapımı ilaçları kullanırlarsa giderleri de düşecek. Ayrıca zehirlerin çoğu arılar için de çok zararlı. Arıcılığın gelişmesi ve ürünlerin sağlığı açısından zehirleri kullanılmamaları gerekiyor. Her köyde birkaç kadın ve erkek hiç zehir kullanmadan sebze, meyve üretmeye devam ediyor. Bu kişiler bu bilgilere çok ilgi gösterdiler. Bu köylerde biberlerin ilk üründe iyi olduğunu, hemen arkadan gelen üründe biberlerin top gibi kıvrıldıklarını söylediler. Bunun kesin olmamakla birlikte Nematod olduğunu düşündük. Köklerde boncuk gibi urların olduğunu köylüler söylediler. Çare agro-ekolojik yöntemlerde var. Buraya da yazarım. Ama sorunu olanlar biraz uğraşsınlar. Tarım zehirlerine karşı bağımsızlık isteyenler biraz uğraşacak.

Yoksa bağımlı olmak çok kolay. Ama maliyeti çok ağır. Yaşamı yitirmek bile var ucunda…

====================================================

Dostlar,

Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesinden dostumuz Sayın Prof. Dr. Tayfun ÖZKAYA,
son derece duyarlı bir Tarım Ekonomisti..

YURT Gazetesindeki köşesinde her Cuma çok değerli yazıları yer alıyor. Yukarıdaki yazısı doğrudan bir HALK SAĞLIĞI SORUNU‘nu işlemekte..

Tarım’da kullanılan ilaçlar… En genel anlamıyla Pestisitler. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde öğrencilerimize, asistanlarımıza Gıda Güvenliği ve Güvencesi derslerini biz sunuyoruz (Dönem 5 için http://ahmetsaltik.net/2014/11/13/gida-guvenligi-ve-sanitasyonu-2/; Dönem 3 için “GIDA GÜVENLİĞİ ve SU HİJYENİ; http://ahmetsaltik.net/2016/03/24/gida-guvenligi-ve-su-hijyeni-sanitasyonu/).

Dolayısıyla gerek tarım ürünlerinde gerekse kaçınılmaz olarak Besin Zinciri üzerinden hayvansal ürünlerde “Kalıntıla” (Rezidüeller, Residues) büyük önem taşımakta. Bu bağlamda Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığıilgili sayılı yasa uyarınca (13.06.2010 tarihli ve 5996 sayılı VETERİNER HİZMETLERİ, BİTKİ SAĞLIĞI, GIDA ve YEM YASASI) yetkili ve sorumlu. Gerek Ulusal gerek Uluslararası yeterli mevzuat (yazılı hukuk kuralları) da var… Ancak uygulamada sorunlar aşılamıyor.. Örneğin “TÜRK GIDA KODEKSİ PESTİSİTLERİN MAKSİMUM KALINTI LİMİTLERİ YÖNETMELİĞİ” ödünsüz uygulanmalı
Temel sorun ise çokuluslu dev tarımsal ilaç devleri ve tekelleri.. Örneğin Codex Alimentarius (Uluslararası Gıda Kodeksi) BM Dünya Sağlık örgütü (WHO) ve BM Gıda Tarım Örgütü (FAO) destekli olmasına karşın küresel sermaye ile başedilemiyor.. Halkın ve özellikle üreticinin (tarımsal + hayvansal) örgütsüzlüğü, bilgi açığı ve Hükmetlerin ulusal çıkarları kollamada kabul edilemez zaafiyeti doğuruyor. Fatura ise çok ağır.. Bu ilaç, gübre, pestisit.. kalıntıları insan bedeninde çok ağır hasarlar oluşturuyor..

*Alıcı ortam Hava, Toprak, Su’dur.. Bu kimyasallar Gıdalarla alıcı ortamda etkileşime girer, Gıda zinciriyle insana ulaşırlar. Akut ya da süregen etki ile : Birden ölüm! (Toksik), Teratojen (fetüste anomali), Mutajen, Genotoksik, Karsinojen.. olurlar..

İnsanlık bu küresel ve ağır soruna mutlaka ve hızla kalıcı çözüm üretmek zorunda..
İlk adım da NÜFUS ARTIŞINI FRENLEMEK
Tayyip bey onaylamayacak ama yaşamın gerçeği böyle..
Zorunlu ve kaçınılmaz… Türkiye için de!
Çare yok;

* HER AİLEYE 1 ÇOCUK ve EN ÜST DÜZEYDE TASARRUFLU YAŞAM!
Dünyanın nasıl korkunç ve sorumsuz çoğaldığını görmek için aşağıdaki erişkeyi tıklar mısınız lütfen? Dünya nüfusu her saniye nasıl korkunç çoğalıyor!

http://www.worldometers.info/world-population/

Türkiye’nin nüfus sorunlarını 4 Nisan Pazartesi günü sabah 10:00 – 10:45 arasında Ulusal Kanal‘da olacağız.. Değerli programcı Çetin Ünsalan EKOPOLİTİK Programında bizi konuk edecek.. İzlenmesini, duyurulmasını dileriz…

Sevgi ve saygı ile.
02 Nisan 2016, Ankara


Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

SAĞLIK HİZMETİNDE HEKİMİN SORUMLULUĞUNUN HUKUKSAL KAVRANIŞI

Dostlar,

Bu akşam bir teknik yazıyı / bildiriyi paylaşmak istiyoruz…

I. DİSHEKİMLİĞİ SEMPOZYUMU

Prof. Dr. Onur KARAHANOGULLARI
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi – Mülkiye,
İdare Hukuku

SAĞLIK HİZMETİNDE
HEKİMİN SORUMLULUĞUNUN 

HUKUKSAL KAVRANIŞI
(NEDEN ve KUSURLARIN ÇOKLUĞU

Yazı bir sözlü sununun ardından ve tartışmanın metninden oluşuyor. 27 sayfa..
Epey uzun.. PDF metninden kopyalayıp buraya aktardığımızda yaz fontları çok büyük ölçüde bozuluyor ve okunamaz duruma geliyor. B nedenle bir özetleme ya da seçki yapamadık.

Okuyucu, kapsamlı ve önemli bildiri ve tartışmayı seçici olarak okuyabilir.
Hekimlere dönük Malpraktis (Hatalı – Kötü Tıp Uygulaması) davalarının anormal düzeyde çoğaldığı bir kesitte pek çok kesimi ilgilendiriyor.

Malpraktis davalarında, kamuda çalışan hekimlerin yanı sıra,
İdarenin de hizmet kusuru söz konusu. Davalar ve mahkemeler harıl harıl..

Sayın Karahanoğulları, Mülkiye’de İdare Hukuku öğretim üyesi.
Bu bakımdan, sorunun İdarenin sorumluluğu bağlamında değerlendirmeleri
öğretiye (doktrine) ciddi katkılardır.

Halkımızın, bu sorunlarda hemen hekimi muhatap almak ve dava etmek yerine,
biraz daha geniş kapsamlı bakarak;

SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM denen kökü dışarıda AKP özelleştirmelerinin,
– Yine AKP baskısıyla çok doktor sahibi olmak adına Tıp eğitimindeki ağır nitelik yitiminin
– Sağlık harcamalarının, yüksek vergi ve prim = ek vergiye karşın yine de
kamunun geriye çekilerek yurttaşın cebine yıkılmasının… (Devlet soygunu!)
…..
temel nedenler olduğunu görmesi gerek..

Yurttaş müşteri; Devlet sermayenin sopalı tahsildarı..

Genel Sağlık Sigortası yurttaşın sağlığının değil;
SERMAYENİN KÂRININ SİGORTASI..

Çare;
– Halkçı bir iktidarın sağlık hizmetlerini devlete ödev; yurttaşa hak olarak tanımlamasında.
– Sağlık giderlerini bütçede karşılamada,
Sağlıkta özelleştirmeyi durdurmada ve
– KORUYUCU SAĞLIK HİZMETLERİNE GERÇEK BİR ÖNCELİK VERMEDE

Söz konusu metni okumak için lütfen tıklar mısınız?

Onur_Karahan_Hekimin_Sorumlulugu

Sağlıkla kalınız…

Sevgi ve saygı ile.
29 Mart 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

 

SOSYO-EKONOMİK EŞİTSİZLİKLER ve SAĞLIK..

logo_tam_AUTF

 

 
Sevgili Ankara Tıp Dönem I Öğrencilerimiz,
Asistanlarımız,
Site Okurlarımız…

Cumhuriyetimizin ilk Tıp Fakültesi olan Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi‘nde
öğrencilerimize Dönem I’de SOSYAL TIP Dersi kapsamında sunduğumuz 2 konudan biri olan

SOSYO-EKONOMİK EŞİTSİZLİKLER ve SAĞLIK..

konulu 1 saat süreli dersimizin ‘power point’ yansılarını paylaşmak isteriz..

59 yansıdan oluşan bu dosyayı pdf biçiminde (formatında) indirmek için
lütfen tıklar mısınız?

SOSYO-EKONOMIK_ESITSIZLIKLER

Yararlı olmasını dileriz..
Hele ‘KüreselleşTİRme’ maskesi ile iyice vahşileşen Emperyalist Kapitalizmin günümüzde ‘Sosyal’ olan her şeyi, yıkmaya yeminli olduğu ve gereğini acımadan dayattığı bir çağda…
Dolayısıyla EŞİTSİZLİKLERİN dayanılmaz ve sürdürülemez kerteye eriştiği
bir tarihsel kesitte.. 21. yy’ın 2016. yılında..
Bu zalım ve hayın kuşatma, halkın sağlık hakkına sahip çıkmasıyla kırılabilir ancak.
Bunun için ise, kitlelere, yaşadıklarını anlamlandıracak Aydın öncülüğüne gerek var.

Tıbbiye, tarih boyunca bu önderliği yaptı..
Genç tıbbiyeliler, Tıbbiyeli Hikmet bilinci ve sorumluluğu
ile yine bu tarihsel görevi yükümlenecektir.

Onlar ki; Büyük ATATÜRK‘ün

  • ‘Beni Türk hekimlerine emanet ediniz..’ 
    buyurduğu onurlu Türk hekimleridir.

    Onlar ki; Büyük ATATÜRK‘ün, bir Asker olmasına karşın ne Ordu’ya
    ne de TBMM’ye emanet ettiği ama;

  • ‘Bütün ümidim gençliktedir..’ 
    diyerek Cumhuriyeti emanet ettiği Türk gençleridir.

Ve Tıbbiye; Harbiye’den de, Mülkiye’den de, Bahriye’den de daha çok sahip çıkmıştır vatanına ve özgürlüğüne..

Yeryüzünün en güzel ve anlamlı Cumhuriyet tanımı olan
‘Cumhuriyet bilhassa kimsesizlerin kimsesidir..’
denilen bir ülkede Sosyal Devleti tasfiye etmeye kimsenin gücü yetmeyecektir.

Devletin EN BİRİNCİ ödevi sağlık hizmetidir..
Hiç akıldan çıkarılmamalıdır..

Sevgi ve saygı ile.
27 Mart 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com