Kategori arşivi: Hekim Saltık

Her yıl 50 bin kişi bu hastalığa yakalanıyor!

Her yıl 50 bin kişi bu hastalığa yakalanıyor!

Doç. Dr. Teoman Yanmaz, akciğer kanserinin tüm kanserlerin yaklaşık % 30’unu oluşturduğunu belirterek, “Türkiye’de her yıl 50 bin dolayında yeni akciğer vakasıyla karşılaşıyoruz. Erkeklerde ise 50 yaşından sonra görülme sıklığı artıyor.” dedi.

Akciğer kanserlerinin temel nedeninin sigara olduğunu belirten Memorial Şişli Hastanesi Tıbbi Onkoloji Bölümü’nden Doç. Dr. Teoman Yanmaz, ‘17 Kasım Dünya Akciğer Kanseri Günü‘ nedeniyle akciğer kanseri ve tedavisi hakkında önemli bilgiler verdi.

Sigara tüketim sayısı arttıkça ve kullanım süresi uzadıkça kanser riskinin artacağını aktaran Doç. Dr. Teoman Yanmaz,

  • Sigarayı bırakanlarda yıllar içinde akciğer kanseri riski yeniden azalarak yaklaşık 15 yıldan sonra hiç sigara içmemişlerle aynı seviyeye gelir. Mesleksel olarak çeşitli kanserojen maddelere maruz kalanlarda (madenciler, tersane işçileri gibi) akciğer kanseri riski artar. Özellikle bu tür mesleklerde bulunup sigara tiryakisi olanlarda kanser riski katlanarak artar.” diye konuştu.

10-15 Yılda akciğer kanseri olguları azalacak

Akciğer kanserinden korunmada en önemli etmenin sigarayı bırakmak olduğunu anlatan Doç. Dr. Teoman Yanmaz,

“Türkiye’de son yıllarda sigara konusunda ciddi sınırlamalar getirilmesi sonucunda önümüzdeki 10-15 yıllık süreçte akciğer kanseri görülme sıklığının azalması beklenmektedir. Akciğer kanserinin erken tanısında tarama yöntemi kullanılmasına yönelik çalışmalar sürmektedir. ABD’de de sigara içicilerinde veya 15 yıldan daha önce sigarayı bırakmış olanlarda 55 yaşından başlayarak her yıl düşük doz bilgisayarlı tomografi çekilmesi önerilmektedir. Bu yolla akciğer kanserinin henüz herhangi bir yakınma olmadan erken tan konup tümden ortadan kaldırılması gerçekleşmektedir.” dedi.

Hangi belirtilerle ortaya çıkıyor?

Doç. Dr. Teoman Yanmaz, akciğer kanserlerinin belirtilerini de şöyle sıraladı:

  • Öksürük, göğüs, sırt ya da omuz ağrısı, nefes darlığı, halsizlik, iştahsızlık, kilo kaybı ve kanlı balgamdır.
  • Sigara tiryakilerinde öksürük sık görülen bir yakınma olduğundan sıklıkla hasta tarafından dikkate alınmayıp doktora geç başvurmaya neden olabilir. Bütün bu sayılan yakınmalara karşın akciğer kanserlerinin birçok türü erken evrelerde ciddi belirti vermez ve hastalık fark edildiğinde ileri aşamaya geçmiş olur.
  • Akciğer kanserinin tanısında akciğer röntgeni , bilgisayarlı tomografi ve PET-CT gibi yöntemler kullanılmakla birlikte kesin tanı için çoğu zaman bronkoskopi yöntemiyle ya da bazen dışarıdan doğrudan bir iğne yardımıyla biyopsi alınması gerekir. Bu yolla akciğer kanserinin doku tanısı ve ne tür bir kanser olduğu görülür ve ona göre tedavi planlaması yapılır.”

“Tedavi için evreyi bilmek gereklidir”

Lenf bezlerinden alınan örneklerle kanserin evresini belirlediklerini ifade eden Doç. Dr. Teoman Yanmaz, tedavide uygulanacak yöntemleri şu sözlerle anlattı:

  • “Akciğer kanserinin tedavisine karar vermek için mutlaka hangi evrede olduğunu tam olarak bilmek gerekir. Bunun için PET-CT, BT, MR yöntemleri kullanılır. Bazen bu yöntemlerin dışında mediastinoskopi dediğimiz bir yöntemle kabaca 2 akciğer (sağ-sol) arasında kalan bölgedeki lenf bezlerinden örnek alınarak kanserin buraya yayılıp yayılmadığı belirlenir. Doku tanısı ve evreleme yapıldıktan sonra hastanın tedavisine geçilir. Küçük hücre dışı akciğer kanserinde temel tedavi şekli cerrahidir. Erken evre küçük hücre dışı akciğer kanserleri tümörün yerleşim yerine göre yapılan operasyonla ortadan kaldırılır. Bölgesel lenf bezlerine yayılmış olgularda ise tedavi temel olarak radyoterapi ve kemoterapinin birlikte uygulanmasıdır. Uzak organlara metastaz yapmış (4. evre) tümörlerde çoğunlukla tek başına kemoterapi uygulanır. Daha az oranda (yaklaşık tüm akciğer kanseri hastalarının %10-15’i) görülen küçük hücreli akciğer kanseri hastalarında hastalık erken evrede de yakalansa cerrahi tedavi genellikle yararsızdır. Bunun yerine 4. evre olmayan tüm olgularda ön planda radyoterapi ve kemoterapi tedavisi yapılır. 4. evre küçük hücreli akciğer kanseri hastalarındaysa kemoterapi temel tedavi şeklidir.”

Hedefe yönelik tedaviler başarıyı artırıyor”

Son yıllarda hedefe yönelik tedavilerin ön planda olduğunu vurgulayan Doç. Dr. Yanmaz, “Bunlardan en önemlileri küçük hücre dışı akciğer kanserlerinde kimi hastalarda görülen belirli mutasyonlara karşı geliştirilmiş hedefe yönelik (akıllı bombalar) tedavilerdir. EGFR, ALK , ROS-1, BRAF, HER2neu gibi genlerdeki değişikliklere yönelik geliştirilen ilaçlar bu konuda çığır açmıştır. Bu ilaçlar 4. evre akciğer kanserinde kemoterapiye gerek olmaksızın ve kemoterapiden daha etkili tedavi olanakları sunmuşlardır. Bir başka önemli gelişme immünoterapi yöntemlerinin akciğer kanserlerinde etkili olduğunun gösterilmesidir. Özellikle tümörün bağışıklık sisteminden kaçmak amaçlı kullandığı PD-1–PD-L1 aksına yönelik geliştirilen ilaçların tüm akciğer kanseri türlerinde etkili olduğu gösterilmiştir. Bölgesel yayılmış ya da uzak organlara sıçramış akciğer kanserlerinin tedavilerinde tek başlarına ya da kemoterapiyle kullanılmalarının hastalığın geriletilmesine ciddi katkı sağladığı gösterilmiştir. Bunun dışında yeni teknolojik hassas (çevre dokuya zarar vermeden sadece tümöre etki eden) radyoterapi yöntemlerinin ileri evre akciğer kanserlerinde salt hastanın yakınmalarını geriletmekle kalmayıp, tedavinin tüm başarısını ve yaşamda kalma oranlarını artırdığı gösterilmiştir.” dedi..

TTB Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi’ne başvurdu

TTB, hekimlerin insan olarak haklarının korunabilmesi için Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi’ne başvurdu

Türk Tabipleri Birliği, 30 Ekim 2018 günü Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunulan Sağlık alanındaki Torba Kanun Teklifinin içindeki bazı maddelerin, özellikle de 5. maddenin sağlık hizmetleri, hekimlik, tıp ve uzmanlık eğitimi, insan hakları alanında yaratacağı ağır sonuçları her düzeyde anlatmak, tehlikeyi önlemek, tasarının geri çekilmesi için çaba göstermektedir.

Bu kapsamda yurt içinde TBMM, Siyasi Partiler, sendika ve meslek örgütleri nezdinde yürüttüğü çalışmalara Dünya Tabipler Birliği, Avrupa Hekimler Daimi Komitesini de dahil etmiştir. Ne yazık ki henüz gerekli adımların atılabilmesi sağlanamamıştır.

Bir insan olarak hekimlerin mevcut ve olası ağır hak ihlalleri karşısında korunabilmesi, hekimlik mesleğinin insan/hasta merkezli icrasının sürdürülebilmesi için Birleşmiş Milletler ve Avrupa Konseyi düzeyinde girişimler planlanmıştır. Bu kapsamda Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyine başvuru yapılmıştır. Başvurumuzda, Birleşmiş Milletler Şartı Kapsamında  tasarının  yaratacağı insan hakları ihlallerine dikkat çekilerek Şarta dayalı denetim usullerinin ivedilikle gerçekleştirilmesi talep edilmiştir. Saygılarımızla. (14.11.2018)

 TTB Merkez Konseyi

Sağlık alanında düzenlemeler içeren kanun teklifi yasalaştı

Sağlık alanında düzenlemeler içeren kanun teklifi yasalaştı

Hekimlerin çalışma ve eğitim hakkına kısıtlamalar getiren kanun teklifi TBMM Genel Kurulunda kabul edilerek yasalaştı. (Cumhuriyet, 15.11.2018)

[Haber görseli]

AKP tarafından “Sağlıkta Şiddeti Önleme Yasası” adı altında Meclis’e sunulan yasa teklifi hekimlerin çalışma ve eğitim hakkına kısıtlamaya dönüştü. Tabip odalarının “Hekimlik yapmak istiyoruz” diyerek protesto ettiği yasa teklifi bugün Meclis’ten geçerek yasalaştı.

5. MADDEDE GERİ ADIM

KHK ile İhraç edilen doktorları ilgilendiren 5. madde yapılan değişikliklerle kabul edilmişti. Yasanın mevcut haliyle ihraç edilen doktorlar kamuda değil, SGK ile anlaşmalı özel hastanelerde çalışabilecek. Raporları geçerli olacak.

450 GÜN BEKLEME SÜRESİ

Kamu görevinden çıkarılan ve güvenlik soruşturması sonucunda kamu görevine alınmayan devlet hizmeti yükümlüsü doktorlar, çıkarma veya göreve alınmama kararının verildiği tarihten başlayarak 450 gün sonunda mesleklerini yürütebilecek. Teklifin mevcut halinde bu süre 600 gündü. Devlet yükümlülüğünü yerine getirirken kamu görevinden çıkarılanların hizmet süreleri bu süreden düşürülecek.

TÜRKİYE İLAÇ VE TIBBİ CİHAZ KURUMU DA CEZA UYGULAYABİLECEK

Kanunla; Ecza Ticarethaneleriyle Sanat Ve Ziraat İşlerinde Kullanılan Zehirli Ve Müessir Kimyevi Maddelerin Satıldığı Dükkanlara Mahsus Kanun’da değişiklik yapılıyor. Cezaların zamanında ve gecikmeden tesis edilebilmesi için mahalli mülki idarelere göndermeden Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumuna da ceza uygulayabilme yetkisi veriliyor, caydırıcılığı sağlamak için fiilin niteliği ve önemine göre para cezalarının alt ve üst sınırı yeniden belirleniyor.

Yasada belirtilen kurallara ve yasaklara uymayan eczane sahipleri veya mesul müdürü ile sanat ve ziraat işlerinde kullanılan zehirli ve müessir madde satıcılığı yapanlara, Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu veya mahalli mülki amir tarafından 2 bin liradan 20 bin liraya dek idari para cezası kesilecek. Fiilin bir yıl içinde tekrarı halinde ceza bir kat artırılacak.

Yurt dışından sağlanan ilaçlar için ruhsat başvurusunda bulunma süresi, maddenin yürürlüğe girdiği tarihte başlayacak.

Eczacı olmayanların, eczacı mesul müdür atayarak eczane açabileceği kuralı şirketler için de uygulanacak, böylece muvazaalı ortaklıklar ortadan kaldırılacak. Diplomalı eczacı olmak şartıyla, ortaklardan birinin ticarethane işlerinden mesul müdür gösterilmesi şartı kaldırılacak.

TABİP ODALARINA TIRPAN

Tabiplerin birden fazla tabiplik görevi kabul etmeleri için tabip odasından izin almaları şartı kaldırılacak.

Sağlık Bakanlığı merkez ve taşra teşkilatı için tahsis edilen döner sermaye miktarı, her bütçe yılında Cumhurbaşkanı tarafından ihtiyaca göre artırılabilecek. Bakanlık merkez ve taşra teşkilatı için tahsis edilen döner sermaye miktarı 10 milyar lira olacak.

Sağlık Bakanlığına bağlı döner sermaye işletmelerinin muhasebe hizmetleri bakanlıkça yürütülecek ancak Bakanlık tarafından teklif edilen ve Hazine ve Maliye Bakanlığınca uygun görülen döner sermaye işletmelerinin muhasebe hizmetleri, Hazine ve Maliye Bakanlığı tarafından yerine getirilebilecek.

EMBRİYO VE ÜREME HÜCRESİ BAĞIŞLAYANA CEZA

Yasaya aykırı biçimde embriyo ve üreme hücresi bağışlayan, aşılayan, bulunduran, kullanan, saklayan ve nakledenlerle bunların alım ve satımını yapanlar, alım ve satımına aracılık edenler veya komisyonculuğunu yapanlar veya bu fiilleri özendiren, bunlara yönlendiren, bunlara yönelik ilan, reklam veren, yayınlayan kişiler hakkında, eylem daha ağır cezayı gerektiren bir suç oluşturmadığı takdirde 3 yıldan 5 yıla dek hapis ve bin günden 2 bin güne dek adli para cezası uygulanacak.

Bakanlıktan izin almadan organ nakli ve üremeye yardmcı tedavi merkezi açılamayacak. Yasaya ve Bakanlıkça belirlenen usul ve esaslara (ilke ve yöntemlere) aykırı etkinlik gösteren sağlık kurum ve kuruluşlarının, fiilin niteliği ve yinelenmesi halinde faaliyeti durdurulacak veya faaliyet izni iptal edilecek.

SAĞLIKTA ŞİDDETİN ÖNLENMESİ

Yasayla; sağlık çalışanlarına karşı şiddetin önlenmesi amaçlanıyor. Sağlık kurum ve kuruluşlarında görev yapan çalışanlara karşı görevleri nedeniyle kasten işlenen suçlardan şüpheli olanlar, kolluk görevlilerince yakalanacak ve gerekli işlemleri yapılarak Cumhuriyet başsavcılığına sevk edilecek. Cumhuriyet savcısı adli işlemleri yerine getirecek. Bu suçların soruşturmasında, kolluk tarafından müşteki (yakınmacı), mağdur veya tanık olan sağlık çalışanının ifadeleri işyerlerinde alınacak. Bu hükümler, özel sağlık kurum ve kuruluşlarında görev yapanlara karşı görevleri nedeniyle kasten işlenen suçlar hakkında da uygulanacak.

Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu‘na göre birlikte kullanım protokolü yapılmış sağlık kurumlarında çalışacak üniversite personeli ile maddenin yürürlüğe girdiği tarihten başlayarak üç ay içinde bu kanun kapsamında sözleşme yapılacak.

TÜTÜN ÜRÜNLERİ İÇİN DÜZENLEME

Televizyonda yayınlanan programlarda, filmlerde, dizilerde, müzik kliplerinde, reklam ve tanıtım filmlerinde, sinema ve tiyatrolarda gösterilen eserlerde, tütün ürünlerinin kullanılması ve görüntülerine yer verilmesi ya da internet, topluma açık olan sosyal medya veya benzeri ortamlarda ticari veya reklam amacıyla tütün ürünleri kullanılamayacak, görüntülerine yer verilemeyecek.

  • Sağlık, eğitim ve öğretim, kültür ve spor hizmeti verilen yerlerde ve üniversite yerleşkelerinde tütün ürünlerinin satışı yapılamayacak.

Tütün ürünleri paketleri ile nargile şişelerinin üzerine, zararlarını belirten resimli ve Türkçe yazılı uyarı veya mesajların konulacağı alan, %65’den %85’e çıkarılacak. Bütün tütün ürünlerinin üzerindeki yazı ve şekiller aynı olacak. Türkiye’de üretilen veya ithal edilen tütün ürünleri; markanın yazım biçimi, yazı karakteri, punto boyutu, paket üzerindeki konumu, paketlerin rengi, öbür yazı, ibare ve şekiller dahil olmak üzere, aynı biçimde tasarlanan düz ve standart paket olarak piyasaya sunulacak.

SİGARA PAKETLERİNE DÜZENLEME

Marka, paketin yalnızca bir yüzeyine ve bu yüzeyin %5’ini aşmayacak biçimde yazılacak. Paketlerin üzerine markanın logosu, simgesi vd. işaretleri konulamayacak. Bu kurallar, birden fazla paketi bir arada bulunduran tütün ürünleri kutuları için de geçerli olacak. Tek tip olarak tasarlanan sigara paketleri ile ilgili hususlar, Sağlık Bakanlığı’nın uygun görüşü alınarak Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından hazırlanan yönetmelikle düzenlenecek. Bu düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarihten önce Türkiye’de üretilen veya ithal edilen tütün ürünleri, 7 ay içinde, Tütün Ürünlerinin Zararlarının Önlenmesi Ve Kontrolü Hakkında Kanun‘un kuralları ve yasakları düzenleyen maddesine uygun duruma getirilecek. Bu süre Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından 6 aya dek uzatılabilecek.

Aşı Reddi Konusunda TTB Etik Kurulu görüşü

Aşı konusunda yaşanan tereddütler,
aşı reddi ve aşı karşıtlığı konusunda
TTB Etik Kurulu görüşü

Türk Tabipleri Birliği (TTB) Etik Kurulu, aşı karşıtlığı ve aşı reddinin, bağışıklama ve bağışıklama ile sağlanan temel halk sağlığı yararlarına yönelik tehdit olduğu uyarısında bulundu. Aşılama hizmetlerinin kamusal sorumluluk olduğuna dikkat çeken TTB Etik Kurulu, konuyla ilgili yasal düzenleme yapılması, bilimsel verilere dayanmayan, gerçeği yansıtmayan bilgilerin yaygınlaşmasının da önlenmesi gerektiğini bildirdi.

TTB Etik Kurulu, aşı konusunda yaşanan tereddütler, aşı reddi ve aşı karşıtlığı konusunda görüşünü açıkladı. Aşıların halk sağlığı ve bağışıklama yönünden taşıdığı öneme dikkat çekilen açıklamada, konunun etik ve hukuksal boyutlarına da yer verildi.

Yüzyıllar boyunca insanlığın gündeminde yer almış olan bulaşıcı hastalıklarla mücadele edebilmenin en etkin yolunun aşılar olduğunu belirten TTB Etik Kurulu, aşıların 20. yüzyılın en önemli halk sağlığı kazanımlarından biri olduğunu vurguladı.

Türkiye’de aşı karşıtlığının ve aşı reddinin, bu konudaki yasal boşluğun da neden olduğu şekilde giderek arttığına yer verilen açıklamada, devletin konu ile ilgili yasa çıkarmamasının pozitif ödev yükümlülüğüne aykırı davranış olarak suç kabul edilebileceği hatırlatıldı. TTB Etik Kurul görüşünde, “Yetkililer bu konuda net ve tutarlı bir tutum izlemelidir. Aşı karşıtlığı yaparak toplumdaki bağışıklık oranlarının düşmesine, salgınların ortaya çıkmasına neden olanlar konusunda tutarlı bir kamusal sorumlulukla yasal yoldan mücadele edilmesi, bilimsel verilere dayanmayan, gerçeği yansıtmayan bilgilerin yaygınlaşmasının önlenmesi de çok önemli ve gereklidir.” ifadelerine yer verildi.
******

Aşı Konusunda Yaşanan Tereddütler, Aşı Reddi ve
Aşı Karşıtlığı Konusunda TTB Etik Kurul Görüşü[1]

http://www.ttb.org.tr/makale_goster.php?Guid=c21adfbc-e1c4-11e8-b159-336a7b2d6c99, 06.11.18

Bulaşıcı hastalıklar, asırlar boyunca insanlığın gündeminde yer almış ve almaya devam etmektedir. İnsanların kitlesel biçimde hastalanmasına ve ölümüne yol açan bu hastalıklarla mücadele, sağlık politikalarının ve sağlık alanındaki araştırmaların her zaman önemli bir gündemini oluşturmuştur. Korunmaya yönelik geliştirilen yöntem ve teknikler hızla ve somut olarak hastalıklarla mücadele edebilmenin araçları olmuştur. Bu kapsamda aşılar, hem koruyucu sağlık hizmetlerinin en önemli simgelerinden hem de 20. yüzyılın en önemli halk sağlığı kazanımlarından birisidir.

Aşılar Neden Önemlidir?

Aşılar, çocuk ölümlerini azaltma aracı olarak önerilmesinden bu yana etkili bir biçimde beklentileri gerçekleştirmişlerdir. UNICEF verilerine göre aşı ile önlenebilir 6 hastalık (boğmaca, difteri, tetanos, kızamık, çocuk felci, verem) nedeniyle olan çocuk ölümlerinin sayısı 1989’da 5 milyon dolayında iken, bugün bu altı hastalıktan ölüm yılda yalnızca 100 bin dolayındadır. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Avrupa bölgesi aylık bildirim verilerinden elde edilen bilgilere göre, 2013 ve 2015 kızamık salgınında hastalananların çoğu aşısız çocuklardır.  DSÖ, kızamık aşısı yapılmadığında yılda 2,7 milyon çocuğun kızamık komplikasyonları nedeniyle öleceğini öngörmektedir. ABD Hastalık Kontrol ve Korunma Merkezi (CDC) verilerine göre çocuk felci (poliomiyelitis) aşısı yapılmaması durumunda her yıl çocuk felcinin neden olacağı akut paralizi ve ardından gelişecek kalıcı fiziksel engellilik sonucu ölüme dek giden bir sürecin gözleneceği yaklaşık 20.000 hasta çocuk ortaya çıkacaktır. Sonuç olarak birçok hastalığın ortadan kalkmasında ve yaşanan salgınların yinelenmemesinde aşıların katkısı yadsınamaz ve Bağışıklama, en güçlü ve düşük maliyetli halk sağlığı girişimi olmaya devam etmektedir.

Bununla birlikte milyonlarca insanın yaşamını kurtaran aşılar, 1796’da Jenner tarafından Çiçek aşısının geliştirilmesinden bugüne; etkinlikleri, koruyuculuk düzeyleri, yan etkileri, maliyetleri, patent koruması nedeniyle metaya dönüşmeleri vb. pek çok boyutuyla tartışılmıştır. Günümüzde de aşıların uygulanması konusunda toplumların tümünün güven, kabul ve kararlılık göstermediği bilinen bir gerçektir. Giderek artan ölçüde aşıların olası yan etkilerine ilişkin kaygıların, endişelerin, tereddütlerin, yanlış inanışların yaygınlaştığı gözlemlenmektedir. Bu durum aşı konusunda tereddüt, aşı reddi ve aşı karşıtlığı olarak adlandırılan yaklaşımlarla yaşama yansımaktadır. Hatta birçok anababa, çocuklarına aşı yaptırmamak için yasal yollar araştırmaktadır. Bu kapsamda, kamuoyuna da yansıdığı üzere, anababalar tarafından çocuklarına aşı yaptırmamak için yapılan yerel mahkeme başvuruları, bunlara ilişkin yerel mahkemelerin aldıkları kararlar, Yargıtay içtihatları ve en son olarak da Anayasa Mahkemesi (AYM)’nin aldığı karar ciddi tartışmalara yol açmaktadır. (AS: 2 bireysel başvuru üzerine)

Türkiye’de de benzer süreç izlenmekte ve Nüfus ve Sağlık Araştırması (TNSA) 2013 verilerine göre hiçbir aşı yaptırmamış olma durumu 13-26 aylık çocuklarda 2008’de 20 bin dolayında (%1.6) iken 2013’te 37 binlere (%2.9) çıkmıştır. Hiç aşılanmamış olma, yoksul ve eğitimsiz gruplar gibi dezavantajlı gruplarda ise daha çok artış göstermektedir.

Aşılar Güvenli Tıbbi Ürünlerdir 

Aşılar uygulanmadan önce yararlılık ve güvenlik incelemelerinden geçmektedir, uygulamaya geçiş sonrası da istenmeyen etkiler ve yan etkiler açısından sürekli olarak izlenmektedir. Yaratılan yanlış algılara karşın aşılar güvenli tıbbi ürünlerdir, çünkü;

  • Aşılanma (BCG, BDT, KKK, OPV) sonrası invaziv bakteriyel enfeksiyon sıklığı aşılanmayan çocuklara göre daha yüksek değildir.
  • Doğal grip enfeksiyonundan daha sık Guillain-Barre sendromuna yol açmazlar.
  • Kızamık aşılaması otizme neden olmamaktadır.
  • Aşılarda alüminyum tuzları, bağışık yanıtı güçlendirmek için 1930’lardan beri kullanılmaktadır ve aşılardaki dozu çok düşüktür. Aşılanan çocuklarda yapılan araştırmalar, serumda alüminyum düzeyinin toksik düzeyin çok altında olduğunu göstermektedir. 

Toplum Bağışıklığı Önemlidir

Aşılama çalışmalarının en temel kavramı toplum bağışıklığı kavramıdır. Bulaşıcı hastalıklara karşı toplumun kritik bir oranının aşılanması durumunda salgın çıkması olasılığı azaldığı için toplumun tüm üyeleri de korunmaktadır.

  • Toplum bağışıklığı kavramı epidemiyolojik ve teknik boyutunun ötesinde aynı zamanda bir toplumsal dayanışmadır.

Aşı olabilenlerin sayesinde toplumun aşı olamayan en kırılgan kesimlerinin de korunmasının felsefi bir değeri vardır.

Toplum bağışıklığı, sağlığa ve iyilik durumuna tekil, bireyci, bencil, neo-liberal bakış açısının karşısında, toplumsal dayanışmanın aşı üzerinden ete kemiğe bürünmesidir.

Bağışıklık sistemi yetmezliği olanlar, kanser tedavisi görenler, organ nakli hastaları, çok yaşlılar, gebeler, çok küçük bebekler gibi aşılanamayan riskli popülasyonları olası bir salgında korumak için gereken toplum bağışıklığı eşikleri %80-95 arasında değişmektedir. Aşılama bu oranların altına düştüğünde o toplumda salgınlar görülmeye başlamaktadır.

  • Ailelerin çocuklarını aşılatmama kararı salt kendi çocukları için değil, toplumdaki birçok farklı insan grubu için de sağlık tehdidi oluşturmaktadır.

Etik değerlendirme:

  1. Bireysel Özerklik ve Toplumsal Yarar Birlikte Korunabilir

Halk sağlığı etiği alanının klasik tartışma konularından biri olan, birey özerkliği ile toplum yararının çatışması, zorunlu aşı uygulamaları nedeniyle bir kez daha ülke gündemine gelmiştir. Fakat bu yaklaşımı çoğunluğun yararının azınlığın ya da tekil bireyin yararından önce geleceği biçiminde tehlikeli bir genellemeye yol açmadan irdelemek gereklidir. Genelleyici bir yaklaşımla, birey özerkliğinin toplum yararı gerekçe gösterilerek çiğnenebileceği anlayışı, kişilik haklarını ihlal edebilecek çok tehlikeli bir yaklaşımdır. Bununla birlikte,

  • Duyarlı bireylerin bağışıklanmasıyla toplum düzeyinde etkin ve güvenli koruma sağlanabilen bulaşıcı hastalıklar özelinde, bir değer olarak toplum yararının,
    birey özerkliğinin üzerinde ele alınması gerekliliktir.

Son yıllarda neo-liberal düşüncenin yaygınlaşmasıyla birlikte gittikçe artan, her yerde karşımıza çıkan, bir özgürlük anlayışı söz konusudur: Kişiyi her şeyin üzerinde gören bakışın bir sonucu olduğu düşünülen bu negatif özgürlük kavramı genellikle devletin kişilerin yaşamlarına müdahale etmemesi istemi olarak karşımıza çıkmaktadır. Yeterliliği olan kişinin özerkliği olumlanmakla birlikte özerk kararın öbür kişiye/kişilere zarar vermesi durumunda eylemlerin sınırlandırılması ve/veya engellenmesi özgürlük kısıtlanması veya özgürlüğün ortadan kaldırılması olarak görülemez.

Kişilerin merkeze alınmaları, kişilerin temel haklarından söz edilmesi, kişilerin ancak belli bir toplum içinde kendilerini ve kendi tercihlerini gerçekleştirebilecekleri ve kişilerin ancak başkalarıyla birlikte kendileri olabileceği gerçeğini değiştirmez.

Toplumsal yaşam, yaşarken kendi iyiliğimiz kadar başkalarının iyiliğini düşünmemizi de zorunlu kılmaktadır. Bu nedenle toplumsal iyilik, bireyin özgürlüğü kadar gözetmemiz gereken bir hedeftir. Dolayısıyla

  • bireyin dinsel inancı, felsefi düşünceleri ve bilimsel bilgiye dayanmayan yargıları toplum bağışıklaması örneğinde ikincil planda kalmalıdır.
  • Söz konusu çocukların bağışıklanması olduğunda, bu konum daha da güçlenecektir.

Toplumun iyiliğini, yararını tanımlamak için kullanılabilecek en önemli ölçütlerden birisi bilimsel gerçeklere dayanmadır.

  • Aşılar koruyucu sağlık hizmetlerinin en önemli kazanımlarından biridir, güvenli ve etkili ürünlerdir.

On yıllardır Genişletilmiş Bağışıklama Programı çerçevesinde yaygın bir biçimde kabul görerek uygulanmaktadır ve insanlığın ortak kamusal değerlerinden biri durumuna gelmiştir. Benzer biçimde

  • haklar sistemi bağlamında ele alındığında kamusal ortaklaşma, insan olma onurundan çıkan ilkelere dayanma ile olanaklıdır.

Bu ilkelerin en temeli ve dokunulamazı olan yaşama hakkı, başkasının yaşamına zarar verme yasağını getirir. Bu noktadan baktığımızda ötekinin yaşam hakkına ve yaşam hakkı olanağı sağlayan öbür haklara zarar veren herhangi bir tutum tartışmaya bile açılmamalıdır.

Bilimsel algoritmalar sonucu oluşturulmuş temel aşılama programı kapsamındaki aşıların kontrendikasyonu olmayan tüm kişilere yapılması biçimindeki ortak kararın reddi, bireyin özerkliği kavramı ile temellendirilmeye çalışılmaktadır. Bu bağlamda hiçbir ortak iyi, bireysel iyiyi yok sayamayacağı gibi, toplumun yararını merkeze koyarak bireysel iyiyi de geçersiz kılamayacağı ileri sürülür. Ancak, toplumsal bağ içinde yer alan tüm üyeler arasındaki ilişkinin esasını, birbirine karşı sorumluluk oluşturur. Bu nedenle bireysel iyinin toplumun öbür kesimlerine zarar vereceği durumlarda, bireysel iyi, ‘zarar vermeyeceksin’ ilkesi gereği bir yarar olarak görülemez. Çünkü öbürlerini gözetmeyen bir bireysel yarar, toplumsal bağı, toplumsal dayanışmayı zedeler.

  1. Çocuk Hakları Açısından Aşılama:
    Aşı Çocuğun Yaşama Hakkını Koruma Araçlarından Biridir

Aşıların, özerk karar verme durumunda olmayan çocuklara uygulandığı göz önüne alındığında, çocuğun üstün yararının ne olduğu ve bunun kim tarafından belirleneceği tartışması ortaya çıkmaktadır. Çocuk yasal sorumluluk taşıyıncaya dek kişi, hukuk öznesi olarak kabul edilmediği için çocuğun üstün yararının onu yetiştiren anababa tarafından sağlanacağı genel kabul görür. Bu nedenle çocuğun kişiliğinin tam ve uyumlu olarak gelişebilmesi için mutluluk, sevgi ve anlayış havası içindeki aile ortamında yetişmesi gerekliliği BM Çocuk Haklarına Dair Sözleşmede de belirtilmiştir. Anne-babaların bakmakla yükümlü oldukları başkaları üzerinde irade kullanırken, kendi kişisel özerkliklerinin sınırları içinde olduğu kadar özgür olmadıkları; yaşam ve sağlık söz konusu olduğunda o bireylerin bilimsel bilgiye dayalı yararını gözetmekle yükümlü oldukları genel kabul görür. Ancak ailenin üstün yararı belirlemesi ile ilgili bir çelişkinin söz konusu olması durumunda yine aynı Sözleşmenin çocukları ilgilendiren bütün faaliyetlerde, çocuğun yararının temel düşünce olması gerektiğini ifade ettiği de hatırlanmalıdır.

Bu durumda çocuğun üstün yararı konusunda kamunun ve ailenin kararları çatıştığında, kamu çocuğun özerk bir kimlik kazanması için gerekli koşulları hazırlamakla yükümlüdür ve karar verici mekanizma kişi özgürlüklerini korumakla yükümlü hukuk sistemi olacaktır. Çocukla ilgili bağımsız, yetkin tüm organların devreye girmesi gereken bir mekanizmaya ihtiyaç vardır. Bu yükümlülük çocuğun kimlik kazanmasını engelleyecek tüm yapılara – aile, eğitim sistemi vb – karşı da korunmasını gerektirir. Bu nedenle iktidar tarafından acilen konu ile ilgili yasal düzenleme yapılarak bugün var olan hukuksal boşluk doldurulmalıdır. Çocuğun sahipliği üzerinden ailenin istemleri doğrultusunda karar verilerek aşı yaptırılmaması, sağlık ile ilgili uygulamada anababanın dinsel ve kültürel tercihlerini esas almak, çocuktan çok anababanın isteklerini merkeze almak demektir.

Anababanın ‘yarar’ını oluşturmak için çocuğun nesneleştirilmesine, araçsallaştırılmasına neden olan bu karar, insan onuru ile çelişeceğinden söz konusu kararlar böylesi tutumlara bırakılmamalıdır.

Bunun yerine kamu, uygun karar verme mekanizmalarıyla, çocuğun geleceğini ve içinde yaşadığı toplumla paylaşacağı ortak yararı dikkate alarak aşı uygulamaları ile çocuğun yararını korurken toplumsal zararı da engelleyebilir.

Ulusal ve Uluslararası Hukuk Açısından Aşılama Devletin Görevidir

Bu konuda ulusal ve uluslararası hukuk da etik ilke ve kurallarla koşutluk göstermektedir. Anayasanın 5. maddesi uyarınca Devletin temel amaç ve görevleri arasında “kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak” sayılmaktadır. Çocuk Haklarına Dair Sözleşmenin 3. maddesi de tüm düzenleme ve uygulamalarda çocuğun üstün yararının esas alınması gerektiğini belirtmektedir. Sözleşmenin 19. maddesi, Devlete aileden gelebilecek istismar ve ihmal eylemlerine karşı da koruma yükümlülüğü yüklenmektedir.

Bu çerçevede, devletin çocuğun üstün yararını gözeterek, aşılamayı gerçekleştirmek yönünde pozitif bir ödevi bulunmaktadır. Bu pozitif ödev Anayasa ve uluslararası sözleşmelerle uyumlu biçimde yerine getirilmelidir. Bu nedenle, kişinin bedenine tıbbi bir müdahale niteliğini taşıyan aşılama işleminin hangi koşullarda, kimler tarafından yapılabileceğinin öngörülebilir olarak düzenlenmesi gerekmektedir. Bu yasal dayanağın yokluğu, AYM’nin konuya ilişkin bir bireysel başvuruda müdahalenin Anayasa’yı ihlal ettiği sonucuna ulaşmasına neden olmuştur.

  • AYM, aşılamayı değil aşılamanın yasal dayanağının olmamasını Anayasa’ya aykırı bulmuştur.

O halde, konunun evrensel bilimsel gereklilikler ışığında toplum sağlığı ve çocuğun üstün yararını dikkate alarak düzenlenmesi gerekliliği Yasama organı açısından bir anayasal yükümlülüktür. Gerekli yasal düzenlemeyi izleyerek, gerekli önlemleri alarak etkili bir aşılamanın yaşama geçirilmesini sağlamak da Yürütme organının temel insan hakları ödevidir.

Sonuç

Aşı insanlığın ortak bir değeridir. Öbür toplumsal değerlerde olduğu gibi, aşıları da ticari grupların kısa vadeli çıkarlarından korumak için kamusal bir otorite gereklidir. Bu ortak değerin korunması için aşıya erişim, piyasa dinamiklerinden bağımsız ve sürekli olmalıdır. Patent koruması, aşının metalaşması, erişimin piyasa dinamiklerine bırakılması hatta DSÖ tarafından aşı karşıtlığının arz/talep ve kârlılık üzerinden ele alınması, neo-liberal sağlık politikalarının yarattığı yıkımı işaret etmektedir. Aşı karşıtları sıklıkla ilaç ve aşı şirketlerinin toplumun sağlığını değil kendi kazançlarını öncelediklerini dile getirmektedirler; bu ifadeler aşılara karşı haklı bir kaygı uyandırabilmektedir. Ancak bu kaygılar, eldeki aşıların etkinlik ve güvenliliği karşısında, insanlığın sağlık alanındaki en etkin mücadele araçlarından birini kullanmayı bırakması için yeterli değildir.

Aşı karşıtlığı, bağışıklama için bir tehdittir. Toplum bağışıklığının sağlanamaması yeniden aşıyla korunabilen hastalık salgınlarına yol açacak ve toplumun en kırılgan kesimleri başta olmak üzere tüm toplum zarar görecektir. Bu nedenle aşı karşıtlığı, aşı reddi ve aşı konusunda tereddüt ciddiyetle ele alınmalıdır. Ancak aşı bağlamında yaşanan olumsuzluklar, salt aşıya karşı yaşanan yalıtılmış, tekil olaylar değildir. Sağlık alanında piyasalaşma ve gericileşme el ele yürümektedir. Sağlığın piyasalaşması sağlık hizmetleri açısından en temel ögelerden biri olan güven ilişkisini zedelemekte, teminat paketi uygulamaları hizmete erişimi kısıtlamaktadır. Geleneksel, alternatif, tamamlayıcı sağlık uygulamalarına (GATSU) yönelimin de bu zeminde giderek arttığı bilinmektedir. Bu alanda yeni bir pazar oluşturulmakta, GATSU hastaların sağlık hizmetlerinde yaşadığı olası olumsuzluklara çözüm yolu olarak sunulmaktadır. Aşı karşıtlığı da bu zeminde gelişmekte, güç bulmaktadır.

Günümüz sağlık politikalarının yarattığı piyasa dinamiklerinin sağlık hizmetinin temelini oluşturan güvenle olan olumsuz ilişkisi göz ardı edilmeden bilimsel algoritmalar ile oluşturulmuş temel aşılama programlarına sahip çıkılmalıdır. Temelde ise bunu sağlayacak olan

  • kamusal, genel bütçeden finanse edilen, basamaklandırılmış, piyasadan kurtulmuş, nitelikli hizmet sunumu sağlayan sağlık politikaları yaşama geçirilmelidir.

Bağışıklama programlarının sağladığı temel halk sağlığı yararlarının korunması; nitelikli aşılama hizmetlerinin varlığına, aşıların yarar ve risklerinin anlaşılmış olmasına, karar süreçlerinin nesnel verilere dayandırılmasına, aşılama hizmetlerine erişimin teşvik edilmesine, çocukların, ergenlerin, erişkinlerin korunmasına yönelik sorumluluk alınmasına ve aşılamaya yönelik engellerin aşılmaya çalışılmasına bağlıdır. Bulaşıcı hastalıkların ciddi ve ölümcül komplikasyonlarının görülmemesinin temelinde başarılı aşılama hizmetleri yatmaktadır. Genel bağışıklama programları dışında olan ve piyasadan edinilerek uygulanan aşıların toplum bağışıklığı sağlanamadığı için kırılgan kesimlerdeki riski artırdığının farkındalığının sağlanması da önemlidir.

Aşılama hizmetleri kamusal bir sorumluluktur

Bu nedenle kamuoyunun bilimsel veriler ışığında aşıyla korunabilen hastalıklar konusunda aydınlatılması, aşı karşıtı tezlerin çürütüleceği eğitsel araçların geliştirilmesi ve risk altındaki kişilerin bağışıklama ile korunması konusunda yasal düzenlemelerin yapılması gereklidir. Devletin konu ile ilgili yasa çıkarmamasının pozitif ödev yükümlülüğüne aykırı davranış olarak suç kabul edilebileceği de unutulmamalıdır. Yetkililer bu konuda net ve tutarlı bir tutum izlemelidir. Aşı karşıtlığı yaparak toplumdaki bağışıklık oranlarının düşmesine, salgınların ortaya çıkmasına neden olanlar konusunda tutarlı bir kamusal sorumlulukla yasal yoldan mücadele edilmesi, bilimsel verilere dayanmayan, gerçeği yansıtmayan bilgilerin yaygınlaşmasının önlenmesi de çok önemli ve gereklidir.

Aşı uygulamasını yürüten hekimlere de büyük sorumluluk düşmektedir. Aşı uygulaması yapan hekimlerin, aşıları kaygı ve kuşkuyla karşılayan kişilere ve onların dinsel inançlarına saygılı bir biçimde yaklaşmaları önemlidir. Hekimler aşı konusundaki tereddüdün, buna yol açan etmenlerin, bu alanda sık kullanılan tartışmaların farkında olmalıdır. Aşı reddi ve aşı karşıtlığı ile mücadelede bilimsel verilere dayanan ve karşıdaki kişiyi anlamaya ve ikna etmeye çalışan, ötekileştirici, yargılayıcı olmayan bir yaklaşım izlemelidir.
*****
[1] Bu görüş oluşturulurken Toplum ve Hekim Dergisinin konuyla ilgili yayınladığı 33. Cilt 2 ve 3. Sayısındaki makalelerden ve makalelerin kaynakçalarından yararlanılmıştır.

=====================================
Dostlar,

Bu metne tümüyle katılarak, emek verenleri kutlayarak yayınlıyoruz…

Sevgi ve saygı ile. 14 Kasım  2018, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD     Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

 

Dünya Tabipler Birliği’nden 5. madde açıklaması: Utanç verici!

Dünya Tabipler Birliği’nden 5. madde açıklaması: Utanç verici!

Dünya Tabipler Birliği (DTB), TBMM Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu’nda kabul edilen “Sağlık Torba Yasası”nda yer alan ve Türkiye’de hekimlerin mesleklerini yapma özgürlüğünü kısıtlayan yeni adımı “utanç verici” olarak niteleyerek, gelişmeyi kınadı.

Sağlık Torba Yasası ile ilgili gelişmeleri yakından izleyen DTB, bugün de (8 Kasım 2018) konuya ilişkin bir basın açıklaması yaptı. Yeni düzenlemeyle birlikte Türkiye’deki Olağanüstü Hal (OHAL) döneminde kamu hizmetinden çıkarılan binlerce doktordan bir kısmının 600 gün boyunca hekimlik yapamayacağı, öbürlerinin ise özel hastanelerin büyük çoğunluğunda çalışamayacağı ifade edildi. Ayrıca, bu doktorlar tarafından hazırlanan tıbbi raporların da yargı ve idare organları nezdinde geçerli sayılmayacağı kaydedildi.

Tasarının, son şeklini almak üzere TBMM Genel Kurulu’nda görüşüleceği bilgisinin de paylaşıldığı açıklamada, DTB Başkanı Dr. Ardis Hoven’in değerlendirmesine de yer verildi.

Dr. Hoven, TTB’nin hekimlerin mesleklerini yapmasının engellenmesinin salt Türkiye’de değil, dünyanın her yerinde tıp mesleğinin icrasına yönelik açık saldırı anlamına geldiği yönündeki saptamasını güçlü biçimde desteklediklerini bildirdi.

Dr. Hoven şu görüşleri kaydetti:

Tasarı utanç vericidir. Binlerce doktorun çalışma hakkına yönelik açık bir ihlaldir. Doktorlar çalışma yaşamının dışına itilirken hastası, yoksulu, engellisi ve yaşlısı başta olmak üzere Türkiye halkı gereksinim duyduğu hizmetlerden yoksun kalacaktır. Bir hükümet neden binlerce doktorunu çalışmaktan men eder ki?

Dr. Hoven, TBMM Başkanı Binali Yıldırım’a gönderdiği mektupta da şu ifadelere yer verdi:

“Tıp mesleğini ve sağlık hizmetleri sunumunu tehdit eden uygulamaları büyük üzüntüyle karşılıyoruz. Tıp mesleği, tıbbi tarafsızlık dâhil olmak üzere açık ve kabul edilmiş etik ilkeleri rehber alır; uygulamalarda ‘bilinç ve vicdanla, saygınlıkla ve örnek tıbbi uygulamalar doğrultusunda hareket eder’ (WMA Cenevre Bildirgesi) ve meslek üyeleri gereksinimi olanlara gerekli bakımı sağlama görevlerini böyle yerine getirir. Tasarı ise tıp mesleğine sınırlama getirerek kaygı verici ölçüde ters yönde gitmektedir.”
*****
Dünya Tabipler Birliğinin açıklaması :

http://www.ttb.org.tr/haber_goster.php?Guid=789494a2-e361-11e8-b159-336a7b2d6c99


The World Medical Association has condemned as ‘shameful’ a new move by the Turkish authorities to restrict the freedom of Turkish physicians to practice medicine.

Under a new law approved yesterday by Turkey’s Health Commission, thousands of physicians will be barred from working in either the public sector or in private hospitals operating through contract with the Social Security Agency, effectively putting them out of work.

Dr. Ardis Hoven, Chair of WMA Council, said the WMA strongly supported the claim from the Turkish Medical Association that this was ‘nothing less than a blatant assault on the profession of medicine, not only in Turkey but throughout the world’.

The Bill bars thousands of doctors, who were dismissed from public service during Turkey’s State of Emergency, from practicing medicine, some from all practice for a period of 600 days, others from most private hospitals. In addition, medical reports prepared by these physicians will have no validity before judicial and administrative bodies.

The Bill will now be discussed by the Parliament’s Grand Assembly for final approval.

Dr. Hoven said: ‘This Bill is shameful. It is a blatant violation of the right to work for thousands of physicians. It will force them out of work, depriving the Turkish people – the ill, the poor, the handicapped and the elderly being the most exposed – of the health care they need. Why would any Government want to throw thousands of its doctors out of work?’

In a letter to the President of the Grand Assembly, Dr. Hoven writes: ‘We deplore any practices threatening the medical profession and the provision of health-care services. The medical profession is guided by clear and recognised ethical principles, including the principle of medical neutrality, and to practice “with conscience and dignity and in accordance with good medical practice” (WMA Declaration of Geneva), so that they can fulfil their duties to provide care for those in need. By attempting to restrain the medical profession, the bill is moving in the opposite direction alarmingly.

‘We consider the proposal dangerous and irresponsible. We urge you to take all the necessary steps so that it is withdrawn immediately’.
*****
Bildirinin çevirisi :

WMA, DOKTORLARIN ÇALIŞMASINA YASAK GETİREN ‘UTANÇ VERİCİ’ ADIMI KINADI

Dünya Tabipler Birliği, iktidar tarafından atılan ve Türk doktorların mesleklerini yapma özgürlüğünü kısıtlayan yeni adımı ‘utanç verici’ olarak niteleyip kınadı. Dün Sağlık Komisyonu’ndan geçen yeni yasa tasarısı binlerce doktorun kamu sektöründe ya da Sosyal
Güvenlik Kurumu ile sözleşmeli faaliyet gösteren özel hastanelerde çalışmasını engellemekte,
doktorları fiilen işsiz bırakmaktadır. WMA Konsey Başkanı Dr. Ardis Hoven, Türk Tabipleri Birliği’nin söz konusu tasarıyla ilgili “yalnızca Türkiye’de değil tüm dünyada tıp mesleğine yönelik açık saldırı” tespitini bütünüyle desteklediğini açıkladı.
Yeni düzenlemeyle birlikte Türkiye’deki Olağanüstü Hal döneminde kamu hizmetinden çıkarılan binlerce doktordan bir bölümü 600 gün boyunca hekimlik yapamayacak, öbürleri ise özel hastanelerin büyük çoğunluğunda çalışamayacaktır. Ayrıca, bu doktorlar tarafından hazırlanan tıbbi raporlar da yargı ve idare organlarında geçerli sayılmayacaktır.
Tasarı son biçimini almak üzere Büyük Millet Meclisi’nde tartışılacaktır.
Dr. Hoven konuya ilişkin şu görüşü dile getirdi: ‘Tasarı utanç vericidir.

  • Binlerce doktorun çalışma hakkına yönelik açık bir ihlaldir.
  • Doktorlar çalışma yaşamının dışına itilirken hastası, yoksulu, engellisi ve yaşlısı başta olmak üzere Türk halkı gereksinim duyduğu hizmetlerden yoksun kalacaktır.

Bir hükümet neden binlerce doktorunu çalışmaktan men eder ki?
Dr. Hoven TBMM Başkanına yazdığı mektupta da şunları söyledi:
“Tıp mesleğini ve sağlık hizmetleri sunumunu tehdit eden uygulamaları büyük üzüntüyle karşılıyoruz. Tıp mesleği, tıbbi tarafsızlık dâhil olmak üzere açık ve kabul edilmiş etik ilkeleri rehber alır; uygulamalarda ‘bilinç ve vicdanla, saygınlıkla ve örnek tıbbi uygulamalar doğrultusunda hareket eder’ (WMA Cenevre Bildirgesi) ve meslek üyeleri, gereksinimi olanlara gerekli bakımı sağlama görevlerini böyle yerine getirir. Tasarı ise tıp mesleğine sınırlama getirerek kaygı verici ölçüde ters yönde gitmektedir. “Yasa tasarısını tehlikeli ve sorumsuzca olarak değerlendiriyoruz.

Sizi, tasarının hemen geri çekilmesi için gerekli tüm adımları atmaya çağırıyoruz.”
===================================

Bu iktidar doktorları neden sevmiyor?

Bu iktidar doktorları neden sevmiyor?

Emre Kongar

06.11.18, Cumhuriyet

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Bu iktidar, kendisinden ve kendisine kayıtsız koşulsuz boyun eğenlerden başka kimseyi sevmiyor. 

Profesyonel meslek ahlaklarına sahip çıkan, bu yüzden de iktidarın dayattığı yalan – yanlış kurallara boyun eğmeyen meslek mensuplarından, özellikle hoşlanmıyor: 
Çünkü doktorlar, avukatlar, mühendisler hem kendi meslek ahlâkları olduğu için iktidarın yanlış uygulama ve baskılarına karşı direniyorlar, hem de iktidara dalkavukluk yapmadan uyguladıkları mesleklerindeki başarılarıyla, yaşamlarını siyasete bağımlı olmadan sürdürebiliyorlar.
***
Bu iktidar, profesyonel meslek mensuplarının meslekî ahlâk ve uygulamalarını geliştirmek için onlara eğitim veren ve onları denetleyen Sivil Tolum Kuruluşlarını da bırakın sevmeyi, adeta kendisine düşmanmış gibi görüyor. 
Toplumun refah ve uygarlık düzeyinin yükselmesinde çok önemli işlevler yüklenen Türkiye Barolar Birliği, Türk Tabipleri Birliği, Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği gibi Sivil Toplum Kuruluşları, bu iktidar tarafından sürekli suçlanıyor, engelleniyor, baskı altına alınmaya ve yetkileri daraltılmaya çalışılıyor.
***
İktidarın yeterince güdümleyemediği Sivil Toplum Kuruluşlarının, STK’ların başında gelen Türk Tabipleri Birliği’ne ve doktorlara karşı olan düşmanca tutumu, “Sağlık çalışanlarına şiddetin önlenmesine yönelik” diye pazarlanmaya çalışılan 44 maddelik son “Torba Yasa” ile iyice belirginleşti. 
Torba yasa teklifi ile olağanüstü hal döneminde “kamudan ihraç” edilmiş olan hekimler ile diş hekimlerinin özel sektörde çalışmaları da sınırlandırılıyor ve neredeyse olanaksızlaştırılıyor. 
Güvenlik soruşturmalarının olumsuz gelmesi nedeniyle zorunlu hizmet yapamayan doktorların, zorunlu hizmet süreleri boyunca herhangi bir yerde çalışmaları yasaklanıyor.
***
Teklif ile Türk Tabipleri Birliği, TTB, Diş Hekimleri Birliği, DHB ve Türk Eczacılar Birliği, TEB’in kimi yetkileri de bu kuruluşlardan alınıyor. 
Buna göre 1’den çok kurumda çalışmak için TTB’den ve DHB’den izin almak zorunluluğu kaldırılıyor. 
Aynı şekilde piyasada bulunmayan ilaçların ithalinde, TEB’in yanı sıra Sağlık Bakanlığı’nın izin vereceği kurum ve kuruluşlar ile SGK’ya da yetki veriliyor.
***
Hekimlere ve sağlık çalışanlarına saldırı bu kez ‘Sağlıkla İlgili Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi’ ile Hükümet’ten geldi” diyen Türk Tabipleri Birliği, bu yasa tasarısına karşı direniş kararı aldığını bir bildiri ile açıkladı ve buna karşı doktorların nöbet eylemlerini başlattı.
***
12 Eylül 2010 ve 16 Nisan 2017 halkoylamalarıyla delik deşik edilmiş olan bugünkü “Ucube Anayasa” bile, meslek örgütlerini temsil eden Sivil Toplum Kuruluşlarının haklarını ve görevlerini 135’inci madde ile koruyor. 

  • TBB BAŞTA OLMAK KAYDI İLE BÜTÜN MESLEK ÖRGÜTLERİNİ DESTEKLEMEK, VATANDAŞLARIN KENDİLERİNE YAPILAN HİZMETLERE SAHİP ÇIKTIKLARI ANLAMINI TAŞIR.
    =======================================
    Dostlar,

    AKP, TTB’den ve Türkiye’den Ne İstiyor??

    Bir iktidar, güdümüne alamadığı kendi kurumlarına saldırarak onları felç etmeye, işlevsiz bırakmaya girişirse meşruluğu sorgulanır olmaz mı??

    12 Eylülcülerin ürünü 1982 Anayasasında bile 135. madde ile toplum yaşamında ve demokratik düzen açısından vazgeçilmez yeri – önemi olan profesyonel mesleklerin örgütlenmesi istenmiş ve daha da ileri gidilerek bu yapılanmalara “Kamu Kurumu niteliğinde meslek kuruluşu” nitemi / ayrıcalığı öngörülmüştür.

    Türk Tabipleri Birliği (TTB)
    Türk Dişhekimleri Birliği (TDB)
    Türk Eczacıları Birliği (TEB)
    Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB)
    Türkiye Barolar Birliği (TBB)

    ayrı ayrı yasalarla kurulmuşlardır. Yasal Organlarını yargı gözetiminde üyeleri seçer ve gelir kaynaklarını da kendileri üretirler. Bir yandan o meslek üyelerinin hakları korunur, disiplin ve meslek etiği ilkeleri konur ve korunur, bir yandan da bu meslekler üzerinden kamu yararı gözetilir.

Örn. 6023 sayılı TTB yasasının 1. maddesinde bu 2 temel amaç ve işlev tanımlanır.
Ne var ki AKP bu bağlamda sabıkalıdır ve sicili temiz değildir. 663 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile (SAĞLIK BAKANLIĞI VE BAĞLI KURULUŞLARININ TEŞKİLAT VE GÖREVLERİ HAKKINDA KANUN HÜKMÜNDE KARARNAME; 02.11.2011, RG 28103 Mükerrer) Bakanlar Kurulu eliyle yasal düzenleme yaparken, bu KHK içine gizlenen bir madde ile TTB yasasının 1. maddesinde son derece anti – demokratik bir değişikliğe gitmişti.

Erdoğan başkanlığındaki Bakanlar Kurulu, 1 gecede 35 KHK çıkararak ülkemiz kamu yönetimini neredeyse DNA’sına dek değiştirmişti. Cumhurbaşkanı Sezer’in veto ettiği, emperyalist Batı dayatması ve güdümlüsü sözde Kamu Yönetimi Reformu bu yolla fiilen yaşama geçirilmişti.

6023 sayılı TTB yasasının 1. maddesinden adeta cımbızlanarak çıkarılan içerik şöyle idi :

  •  “tabipliğin kamu ve kişi yararına uygulanıp geliştirilmesini sağlamak”

Dönemin Sağlık Bakanı Dr. Recep Akdağ, kendisinin de muayenehanesi nedeniyle üye olmak zorunda kaldığı hekim meslek örgütünden neden rahatsızdı(r)??

TBMM tarafından 1953’te yüklenen tırnak içindeki yasal işlev – yüküm neden AKP iktidarına batmaktadır? O ibare çıkarıldığında TTB’den geriye ne kalacaktır? TTB, Anayasanın muradı olan görevleri yerine getiremez kılınırsa, bu, Anayasaya aykırı olmaz mı??

Yasaklara – Yolsuzluklara – Yoksulluğa (3 Y) savaş açarak (!!??) 3 Kasım 2002 seçiminde %34 oyla TBMM’nin %65’ini ele geçiren ve 16 yıldır tek başına Türkiye’yi yöneten (!) AKP iktidarı, kendisini ve ülkemizi nereye savurmaktadır??

  • Örtük amacı nedir AKP’nin??Beraber yürünen yollar” ülkemizi nereye taşıyacaktır??
    ****

    TTB Yasasının 1. maddesinde, hiç ilgisi olmayan bir KHK içinde, açıkça halka ve hekimlere tuzak kurularak yapılan yıkıcı ve etik dışı değişiklik, TTB’nin girişimleri ve anamuhalefet CHP eliyle Anayasa Mahkemesine iptal için taşınmıştır.

Altını bir kez daha çizelim :

  • Neden “6023 Sayılı Türk Tabipleri Birliği Kanunu’nda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun” başlığı altında “mertçe” yap(a)madınız bu değişikliği? Neden sakladınız, gizlediniz??

Farkına varılmasa ve 60 günlük iptal davası açma süresi geçirilse idi (hak düşürücü süre)
Anayasa Mahkemesine de gidilemeyecek ve değişiklik kesinleşecekti değil mi??

Zaten 12 Eylül faşist rejimi tüm meslek odaları, sendikalar, siyasal partileri iğdiş etmişti. Birkaç yıl kapalı kaldıktan, malvarlıklarına, kayıtlarına…  el konduktan sonra yavaş yavaş açılmaya başlandı bu örgütlenmeler.. Tüm hekimlerin TTB’ye üye olmaları yasal zorunluk iken, asker hekimlerin üye olması yasaklandı, sivil hekimlerden de tam gün kamuda çalışanlara üye olup – olmama seçeneği getirildi. Amaç zayıflatmak, işlevsiz kılmaktı.. Ne var ki günümüzde 150 bini aşkın hekimden 100 binden çoğu TTB’ye üyedir. Sayıları 100 bini aşan tüm avukatlar TBB’ye üyedir… Örgütlenme bilincinin ve örgütlü savaşım (mücadele) bilincinin yansımasıdır bu tablo ve güçlenerek sürdürülecektir. AKP dahil, her şeye karşın!
****

663 s. KHK’nın 58. maddesinin 14. fıkrası ğ bendi aşağıdaki gibiydi :

ğ) 23/1/1953 tarihli ve 6023 sayılı Türk Tabipleri Birliği Kanunun 1 inci maddesinde geçen “tabipliğin kamu ve kişi yararına uygulanıp geliştirilmesini sağlamak”
ibaresi,
yürürlükten kaldırılmıştır.

Bereket, 663 sayılı KHK ile bu maddede yapılan değişiklik, Anayasa Mahkemesi’nin 25.6.2013 tarih ve 28688 sayılı R.G.’de yayımlanan, 14.2.2013 T., 2011/150 E. ve 2013/30 K. sayılı Kararı ile iptal edilmiştir!

Ne var ki; mevzuat.gov.tr resmi kurumsal web sitesinden çağrılan 6023 s. TTB yasasının 1. maddesine bu değişiklik, aradan 5+ yıl geçmesine karşın nedense hala yerine işlenmemiştir!?

Bu madde metni mevzuat.gov.tr den çağrıldığında / indirildiğinde aynen şöyle gelmektedir :

Madde 1 : “Türkiye sınırları içerisinde meslek ve sanatlarını icraya yetkili olup da sanatını serbest olarak yapan veya meslek diplomasından istifade etmek suretiyle resmi veya özel görev yapan tabiplerin katıldığı Türk Tabipleri Birliği; tabipler arasında mesleki deontolojiyi ve dayanışmayı korumak, (…)(1) “

Bitmedi! Dipnot olarak (1) no ile ise şu içerik var sayfanın altında :

(1) 11/10/2011 tarihli ve 663 sayılı KHK’nın 58 inci maddesiyle, bu maddede geçen “tabipliğin kamu ve kişi yararına uygulanıp geliştirilmesini sağlamak
ibaresi yürürlükten kaldırılmıştır.

****
Peki, Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararı neden işlenmedi madde metnine??
Mevzuatı Geliştirme ve Yayın Genel Müdürlüğü’nün görevi bu değil mi?
Üstelik aradan 5 yıldan uzun zaman geçmesine karşın?!

Bu davranış AKP’nin “hukuk devleti“ne karşı olağanüstü hazımsızlığını sergileme ötesinde
açık “suç” değil midir??

Halk, yasalarla ve iktidar eliyle kandırılabilir mi?!

Buradan Cumhuriyetin savcılarına suç duyurusu yapıyoruz!

Yetkili – sorumluları ise bir kez daha, derhal bu zorunlu görevlerini yapmaya çağırıyoruz.
*****
Bu sitede sayısız kez yazdık…
Gidiş gidiş değildir!
AKP ülkemizi hemen her bakımdan derin bir karmaşaya (kaosa) sürüklemiştir.
10 Ağustos’tan bu yana 3 aydır yaşanan yakıcı – yıkıcı ekonomik bunalımın ülkemize yükü algılanabildiğinden – saklandığından kezlerce daha ağırdır ve önümüzdeki yıllara yayılacaktır.

  • Sorumlusu apaçık AKP yönetiminin yağma – talan – dinci yandaş kayırma – soygun düzenidir!

AKP artık Cumhuriyetin – hukuk devletinin – demokratik değerlerin – laikliğin –
Ulus birliğinin… üstüne üstüne gitmeye son vermek zorundadır.

  • Bu gerilim ve boğucu dayatmalar sürdürülürse ülkede iç çatışmalar çıkabilir.

AKP’nin bu ağır riski gör(e)mediği söylenebilir mi? O halde murat nedir?
Artık bıçak, kemiği de kesip bitirmek üzeredir.

AKP Türkiye’den ve Türk halkından ne istiyor?

  • 2023’e “beraber yürünen kutlu yürüyüş” (!?) ün son durağı neresidir?
    HİLAFET VE DİN DEVLETİ MİDİR??
  • Dinci hanedan saltanatı mıdır??

İşin giderek yeşillenen rengi artık iyice anlaşılır olmuştur.

AKP, ateşle oynamaya der-hal ama der-hal son vermeli, önce kendisi normalleşmeli; sonra da

Türkiye bir bütün olarak Anayasal hukuk devleti kodlarına hızla geri döndürülmelidir.

  • Güdülen – gidilen – dayatılan yol çıkmaz sokaktır ve 21. yüzyılda hiçbir şansı YOK-TUR!


Sevgi, saygı ve KAYGI ile. 06 Kasım 2018, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı (41 yıllık hekim)
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD     Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

Hekimlere ve sağlık çalışanlarına saldırı bu kez Hükümet’ten geldi!

Hekimlere ve sağlık çalışanlarına saldırı
bu kez Hükümet’ten geldi!

Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) milletvekillerince 30 Ekim 2018 günü TBMM’ye sunulan ve hekimlerin istemlerinin karşılanması bir yana; yakıcı mağduriyetler yaratan, sağlıkta şiddet konusunda işe yarar somut hiçbir adım atmayan, “KHK ve Güvenlik Soruşturması” gerekçesiyle binlerce hekimi işsizliğe mahkûm edecek olan, haktan, hukuktan, en temel vatandaşlık haklarından uzak, bütünüyle kötü niyetli bir yasa önersisi ile karşı karşıya kalmış durumdayız.

Türk Tabipleri Birliği olarak; buradan açıklıkla ifade etmek istiyoruz ki;

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın meslektaşımız Dr. Fikret Hacıosman’ın İstanbul’da öldürülmesi sonrasında sarf ettiği; “Sağlıkta şiddeti caydıracak ve suçluların en ağır cezaya çarptırılmalarını temin edecek düzenleme” sözleri ile Meclise sunulan taslak arasında en ufak bir bağlantı söz konusu değildir. Sağlık ortamındaki şiddet nedeniyle saldırıya uğrayacak her hekimin, her sağlık çalışanının sorumlusu içi boş bir taslakla “şiddet yasası çıkarıyoruz” yaygarası yapan ve sağlıkta şiddet karşısında ciddi hiçbir adım atmayan iktidar hükümeti olacaktır.

Binbir emekle kazanılmış hekimliğin, ihtisasın, üst ihtisasın, hiçbir hukuksal sürece bağlı kılınmadan, kimlerin hangi ölçütlerle karar verdiği anlaşılmayan “KHK ve Güvenlik Soruşturmaları” ile hekimlerin elinden alınmasının yasal kılıfı olan bu yasa maddesini TBMM’ye getiren AKP hükümeti, Anayasa’da tanımlanmış en temel haklara, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına, hepsinden önemlisi bir arada yaşama ilkelerine aykırı, binlerce hekimin işsizliğinin ve açlığa mahkûm edilmesinin, hastaların bu hekimlerden yoksun kalmasının sorumlusu olacaktır.

Bu maddelerin yanı sıra aile hekimliğinde hak yitiklerine yol açan; hastanelerin “Sağlık Bakanlığına” bağlı döner sermayelerinin “Maliye Bakanlığının” inisiyatifine bırakılmasını amaçlayan; Tabip Odalarının hekimliğin uygulanmasındaki etkisini sınırlamaya çabalayan bu “Yasa Önerisine” karşı tüm hekimler, sağlık çalışanları ile birlikte karşı duracak ve tepkilerini gösterecektir.

  • Kötülüğünüzü,
  • hekimleri işsizlik, yoksulluk ve açlıkla tehdit etmenizi,
  • hekimlerin ölümlerini sıradanlaştırmanızı,
  • her fırsatta sermaye ve yandaşlara rant aktarmanızı,
  • meslek örgütümüzü yok sayan antidemokratik, dinlemeyen tavrınızı kabul etmiyoruz.

Bu nedenle, sağlıkta şiddete karşı, “şiddeti önleme yasa tasarısı” istemli “nöbet eylemlerini”
bu yasa önerisinin tüm maddelerine karşı

HEKİMLER KANDIRMACA DEĞİL, HAKLARINI İSTİYOR NÖBETLERİ”ne çeviriyor,

bütün gücümüzle, tüm sağlık kurumları ve kent meydanlarında sesimizi duyuracağımızı, TBMM’de bu yanlış ve hekim karşıtı yasa önerisini durdurup, sorunlarımızın çözümüne ilişkin maddeler içeren bir yasa önerisisine dönüşmesi için mücadelemizi sürdüreceğimizi
ilan ediyoruz.

(http://www.ttb.org.tr/haber_goster.php?Guid=859d52be-dccd-11e8-b0cd-0573319e83b8, 31.10.2018)

Türk Tabipleri Birliği
Merkez Konseyi

“Sağlıkla İlgili Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi” için tıklayınız. 

=======================================

Yazıklar olsun AKP’nin bu berbat “yönetimi” ne (!)

“Erdoğan gene kandırılıyor mu??” masallarına kanacak halimiz de yok artık..

Direneceğiz ve kazanacağız..
Çünkü istemlerimiz haklı ve meşru!

Sevgi ve saygı ile. 05 Kasım  2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD     Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

Nükleer santraller, Afrika güneşi ve su

Nükleer santraller, Afrika güneşi ve su

Kuşkusuz nükleer endüstri açısından son günlerin en önemli olayı, Güney Afrika’nın nükleer enerji planlarını rafa kaldırıp geleceğine rüzgar ve güneş yatırımlarıyla yön verme kararıydı. Zira 2030 yılına kadar dokuz bin altı yüz megavatlık nükleer enerji yatırımı planlayan Güney Afrika’da Cumhurbaşkanı Zuma’dan iktidarı devralan Cumhurbaşkanı Cyril Ramaphosa, nükleer enerji yatırım planlarını, pahalı olduğu gerekçesiyle rafa kaldırarak enerji üretimi için doğal gaz, güneş, rüzgar ve diğer enerji kaynaklarına başvurulacağını açıkladı.
Enerji Bakanı’nın açıklamaları arasında dikkat çeken diğer bir husus da, önceki iktidarın elektrik talebinin arttığı iddialarını yalanlayarak enerji ihtiyacının bilakis düştüğünün altını çizmesiydi. Oysa Zuma iktidarı süresince ülkenin elektrik enerjisi ihtiyacının olduğu söyleniyor, Rus lider Putin ile Rus nükleer gücü Rosatom namına gizli görüşmeler gerçekleştiriliyordu.
Cumhurbaşkanının değişmesiyle esen rüzgara göre enerji ihtiyacının bir kısmını yenilenebilir enerji yatırımlarıyla karşılamayı planlayan Güney Afrika’nın hesabı artık 8100 megavat rüzgar, 5670 megavat güneş enerjisi yatırımlarını da içeriyor. Daha iyi anlaşılması için güneş ve rüzgar zengini Türkiye’de Enerji Bakanlığı verilerine göre, rüzgarda 6516 megavat, güneşte ise toplam enerji üretiminin %1’ine denk gelen 2684 megavat üretim gerçekleştirildiği notunu düşelim.
Güney Afrika’da yaşanan bu değişim dünya genelindeki eğilimin bir yansıması olarak da düşünülebilir. Zira her yıl bir önceki senenin verileri üzerinde gerçekleştirilen araştırmalarla hazırlanan ve dün yayınlanan Dünya Nükleer Enerji Durum Raporu’na göre de,
dünya genelinde nükleer enerjiden yenilenebilir enerjilerden rüzgar ve güneş alanına bir kayış var.
Nitekim raporda da yer verilen yeşil enerjiye yatırım yapan 14 ülkede yapılan en kapsamlı araştırmanın sonuçlarına göre, % 82’si yenilenebilir enerji kullanımının önemine inanıyor ve bu oran Çin’de %93, Japonya’da ise %73’lerde. Araştırmada yer alan Japonya ve Çin’in aynı zamanda en çok nükleer santrale sahip ülkelerden oluşu ise hükümetlerin nükleer yatırım kararlarını alırken, yasa yapıcıları ve sivil toplumu dikkate almadığının bir kanıtı gibi. Zira raporda askeri güç ve demokrasi konusu ayrıca ele alınmış. Operasyon ömrü kırk yılını doldurduğu için bakım onarım giderleri, buna karşılık riskleri artan nükleer santrallerin kapatılması yerine ömürlerinin uzatıldığına da değinilmiş.
Güney Afrika’nın nükleer santral kararlarını rafa kaldırma gerekçesini 4 milyon nüfuslu Cape Town şehrinin içinde bulunduğu su kriziyle bağ kurmamak ise mümkün değil. Zira Cape Town dünya genelinde susuz kalacak ilk büyük şehir olarak ve halkı bu sene nisan ayı itibariyle duşu iki dakikadan fazla kullanmaması, bahçe sulamaması, araba yıkamaması, havuzları doldurmaması yönünde uyarıldı.
Her ne kadar Güney Afrika verileri gelecek senenin Nükleer Enerji Durum Raporu’nda yer alacak olsa da su oburu nükleer santrallerin küresel ısınma çağında yeri olmadığı su götürmez bir gerçek. Nitekim aynı raporda atomik fizyon enerjiden (AS: enerjisinden) daha çok su kullanan bir başka enerji kaynağı olmadığı, Union of Concerned Scientists / Endişeli Bilim İnsanları Birliği’nin (UCS)’den David Lochbaum’un
* “Nükleer santralden enerji üretmek istiyorsak önce küresel ısınma sorununu çözmek zorundayız”
sözleriyle de ortaya konmuş bulunuyor.

GIDA GÜVENLİĞİ ve SU HİJYENİ (SANİTASYONU)

logo_AUTF

Değerli AÜTF Dönem 2 Öğrencilerimiz, Asistanlarımız;
Site okurlarımız,

AÜTF (Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi) Halk Sağlığı Anabilim Dalı’nda Dönem 2’de Toplum Sağlığı dersi kapsamında işlediğimiz 2 saat süreli anfi dersi olarak sunduğumuz

GIDA GÜVENLİĞİ ve SU HİJYENİ (SANİTASYONU) konulu dersin güncellenmiş yansılarını (160 yansı) pdf olarak izlemek için (7,1 MB) lütfen tıklayın. (23 Ekim 2018)
D2 öğrencilerimiz sınavda ilk 127 yansıdan sorumludur, sonrakiler ek bilgi içindir.

GIDA_GUVENLIGI_ve_SU_HIJYENI

aclik_olumu_anne_ve_bebegi

Bilindiği üzere sunular sizlere kaynak sağlamak için geniş tutulmakta,
derste özetlenerek işlenmektedir. Bu konu 160 yansı içermektedir.
Ancak derslere katılım aşağıdaki hazin kuraklıktan kavrulan topraklar gibi.. AÜTF, D2’de kayıtlı 399 öğrencisine sınırlı olanaklarıyla, en iyi eğitimi vermek için vargücüyle çabalarken, derslere devam çok ciddi sorun.. Bizim bu konu için derse girdiğimizde ilk derste 28 (yirmi sekiz!), 2. derste yalnızca 19 (on dokuz!) öğrenci vardı. Sözümüzü esirgemeyelim; bu ayıptır, hem de çooook ayıptır. Tıp eğitimi dışarıdan devam etmeden yapılabilecek bir eğitim değildir. Türkiye’miz ve anababalarınız sizlerin hekim ve iyi hekim olmanız için vargücüyle ağır özverilere katlanmaktadır. Sizin girdiğiniz fakülteye giremeyen onbinlerce öğrenci vardır.  “Fakülte” sözcüğü “isteğe bağlı” anlamında ve Latince kökenlidir. Kimse sizi bu eğitime zorla yollamadı. Tersine, kendiniz büyük çabalarla girdiniz. Dolayısıyla Tıp Fakültesinin kurallarına uymak zorundasınız. Bunların başında derslere düzenli devam etmek ve dersi derste öğretim üyeleriyle etkileşim içinde en verimli biçimde öğrenmek zorunluğu gelmektedir.

Yönetmelikte tanınan kuramsal dersler için %30, uygulamalı dersler için %20’ye dek olan devam etmeme olanağı peşinen tanınan ve sonuna dek kullanılacak bir hak değildir.
Elde olmayan nedenlerle devam edememe durumu için sizlere bir esnekliktir.

eber gölü kurudu ile ilgili görsel sonucuEber gölü tümüyle kurudu! 
(Basın,
20 Ekim 2018)
****
1971’de Hacettepe’de tıp eğitimine başlayan ve 47 yıllık bir tıp öğrencisi olarak henüz tıp eğitiminin 2. sınıfında olan sizlere söylemek hakkına sahibiz ve söylemeliyiz ki; iyi bir tıp eğitiminin, nitelikli hekim olmanın başta gelen koşulu derslere devamdır. Tersi büyük ve ağır bir sorumsuzluktur ve hoşgörülmesi, sürdürülmesi olanaksızdır. AÜTF yönetimi ilgili yönetmeliği değiştirerek bu %20 ve %30 oranlarını daha aşağıya çekebilir, her dersin kendi içinde uygulayabilir….

  • Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi ülkemizin en seçkin kurumları arasındadır. Bu kurumun saygınlığına ve sizlere yakışan biçimde sorumlu davranmanız beklenmektedir.

Sevgi ve saygı ile. 23 Ekim 2018, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc

Halk Sağlığı Uzmanı –  Sağlık Hukuku Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD   Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

Sağlık sistemindeki ilaç sorununa 12 maddelik çözüm

Sağlık sistemindeki ilaç sorununa
12 maddelik çözüm

Sağlık sistemindeki ilaç sorununa Vatan Partisi'nden 12 maddelik çözüm

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Türkiye ilaçta dışa bağımlı. Ülkemizde üretilen ilaçlarda ise ham maddenin %80’i yurt dışından sağlanıyor. Üretim ekonomisinin inşasında yerli ilaç üretimi halk sağlığının korunması ve dış tehdide karşı koyulabilmesi açısından kritik öneme sahip. İşte Vatan Partisi’nin çözümleri… Genel Başkan Yardımcısı ve Meslek Örgütleri Bürosu Başkanı Eczacı Meltem Ayvalı, ekonomik krizin ilaç sektörüne ve eczacılığa etkileri konusunda partisinin çözüm önerilerini kamuoyuyla paylaştı.

“Vatan savaşının ihtiyaçlarını karşılamak ve halk sağlığını güvenceye almak için milli ilaç sanayi ve milli ilaç politikası şarttır” diyen Ayvalı’nın 12 maddede özetlediği Vatan Partisi’nin çözümleri şöyle:

“Ekonomik krizin eczacılığa ve ilaç sektörüne etkileri, halk sağlığı açısından yarattığı riskler ve bunların önlenmesi konusunda görüşlerimizi açıklamak üzere basın toplantısında sizlerle bir araya geldik. Fakat öncelikle, içinden geçtiğimiz sürecin daha iyi anlaşılması ve ihtiyaçların tespit edilebilmesi için genel siyasi tabloya göz atmakta fayda görüyoruz.

Amerikan emperyalizminin ve İsrail’in ülkemizi bölme planlarına karşı vatan savaşı veriyoruz. 2014 yılında Vatan Partisi önderliğinde ve Türk milletinin büyük direnişi sonucu Silivri Duvarlarının yıkılmasıyla yeni bir döneme girdik. Esaretten kurtulan ordumuz, polisimiz ve köy korucularımız ile birlikte 24 Temmuz 2015’te bölücü terör örgütü PKK’yı hendeklere gömme operasyonunu başlattı. 15 Temmuz 2016’da ordu-millet birlikteliğiyle FETÖ Darbesini bastırdık. Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı Harekatlarıyla koridor planlarını bozguna uğrattık. Ülkemizdeki piyonları PKK ve FETÖ’nün ezilmesiyle ağır yenilgiye uğrayan ABD bölge de etkisini kaybetmektedir. Emperyalizme karşı vatan savunması bölge ülkelerini birbirine yaklaştırmaktadır. Atlantik çökerken Avrasya yükselmektedir. Türkiye, Atlantik sisteminden kopmakta ve Avrasya’daki konumuna yerleşmektedir. Vatan savaşı olanca sıcaklığıyla devam etmektedir. Türkiye ve Batı Asya ülkeleri, bugün Ege, Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’de, Suriye ve Irak’ın kuzeyinde ABD tehdidiyle karşı karşıyadır.

Diğer yandan, ülkemiz kriz koşullarındadır.

  • 1980’den bu yana hükümetlerin uyguladığı Neoliberal program yüzünden Türkiye ekonomisi iflas noktasına gelmiştir. ABD güdümlü borçlanma ekonomisi çökmüştür.

Çöken sistemin anlayışları ve uygulayıcıları ile hiçbir alanda başarı şansı yoktur. Bu sistemin içinde çırpınanlar Türkiye’nin sorunlarını çözemezler. Türkiye, borç batağında çırpınmaktan vaz geçecek ve üretim ekonomisine geçecektir. Bu durumda, Türkiye’nin önündeki en önemli iki görev Vatan bütünlüğünü sağlamak ve üretim ekonomisini kurmaktır. Dış tehdide karşı koyabilmek için de üretim ekonomisi zorunludur.

İLAÇ ÜRETİMİ STRATEJİK ÖNEME SAHİPTİR

Büyük zorluklar büyük çözümleri de beraberinde getirmektedir. Vatan Partisi köklü ve yapısal çözümleri gündeme taşımaktadır. Partimiz, bu krizden Üretim Devrimiyle çıkılacağını müjdelemektedir. Üretim Devrimi içinde ilaç stratejik öneme sahiptir. İlaç üretmemek; savaş, ambargo vb. koşullarda halk sağlığının tehlikeye atılması demektir. Dış kaynaklı yaptırım tehditleriyle karşı karşıya kaldığımız bu koşullarda kamuoyunun dikkatini sağlık alanına da vermesi gerekmektedir. Milli birliğin güçlendirilmesi ve dış tehditlere karşı direncin sağlanabilmesi için sağlık hizmeti güvenceye alınmalıdır. Hele ki vatan savaş koşullarında, Milli İlaç Sanayi ve Milli İlaç Politikası olmayan ülkeler ciddi zorluklarla karşı karşıya kalır.

SORUNUN KAYNAĞI DIŞA BAĞIMLILIK

Eczacı odalarının, hastane yönetimlerinin ve eczacı meslektaşlarımızın verdiği bilgilere göre bazı ilaçlar piyasada bulunmamaktadır. Peki, ilaç sektöründe sorunun temel nedeni nedir?

2017 yılı verilerine göre Türkiye ilaç pazarı değerde 24,5 milyar TL’ye, kutu ölçeğinde ise 2,2 milyar hacme ulaşmıştır. Referans ilaç pazarı değerde 16,69 milyar TL iken 0,92 milyar kutu satış gerçekleşmiştir. Eşdeğer ilaç pazarı ise değerde 7,85 milyar TL’ye kutu ölçeğinde ise 1,31 milyar hacme ulaşmıştır. İthal ürünler değerde 13,33 milyar TL’ye, kutuda ise 0,43 milyar hacme ulaşmışken yurt içinde üretilen ilaçlar 11,21 milyar TL’ye ve 1,79 milyar kutu satışına ulaşmıştır. Özetle; ilaç pazarımızda ithalat oranı %54,4, ihracatın ithalatı karşılama oranı ise %19’dur. Yurt içinde ilaç üretiminde ise hammaddenin %80’i yurtdışından temin edilmektedir. İlaç ambalajlarında kullanılan kağıtlar bile ithaldir. Yurt içinde üretilen ilaçlar eşdeğer ilaç ağırlıklıdır, fason üretimdir. Bu verilerin ışığında net bir şekilde şunu söylemek mümkündür:

  • İlaç üretiminde dışa bağımlıyız!

İlaç sektöründe referans fiyat sistemi uygulanmaktadır ve fiyat değişimi TL/Euro kuruna bağlanmıştır. Döviz kurundaki dalgalanma yani 2018 yılı için İlaç Fiyat Kararnamesinde 2,69 olarak belirlenen Euro kurunun reel Euro kuruyla arasındaki makasın açılması ilaca erişim sorununu beraberinde getirmektedir. Yokluğu yaşanan ilaçların büyük çoğunluğunu ithal ilaçlar oluşturmaktadır. İlaç sektörünün dışa bağımlılıktan kaynaklanan kırılgan yapısı halk sağlığı açısından tehdit oluşturmaktadır. Şu an görece az hissedilen sorunlar zamanla daha şiddetli hale gelebilir.

YERLİ İLAÇ ÜRETİMİ İÇİN ATILIM VE SEFERBERLİK

Tek çözüm dışa bağımlılığı azaltmak ve tam manasıyla yerli ilaç üretimine geçmektir! Yerli ilaç üretimi konusunda önemli ve olumlu bulduğumuz birtakım adımlar atılmaktadır. Ancak devletin ilgili kurumlarının çeşitli raporlarına da yansıyan ve AB’ye tam üyelikten medet uman anlayışlarla köklü ve kalıcı çözümler üretmek mümkün değildir. Üretimi değil ihracatı esas alan görüşler hatalıdır. Halkçı, kamucu sağlık anlayışıyla, devletin etkin müdahalesi ve planlamaları ekseninde yerli ilaç üretiminde atılım yapılmalıdır.

Vatan Savaşının ihtiyaçlarını karşılamak ve halk sağlığını güvenceye almak için
– Milli İlaç Sanayisinin inşa edilmesi ve
– Milli İlaç Politikası geliştirilmesi şarttır.

… bu konudaki görüşlerimizi kamuoyunun bilgisi ve değerlendirmesine sunuyoruz:

1. Sağlıklı yaşamak her yurttaşın temel hakkıdır, devlet yurttaşını sağlıklı yaşatmakla yükümlüdür. İlaç, aşı, serum, kan ürünleri, tıbbi malzeme ve cihazda temel ihtiyaçların sağlanması yerli üretime dayandırılmalıdır. İthalatta kamu disiplini sağlanmalı, yerli üretim teşvik edilmelidir. Tıbbi ithalat ve yabancı yatırım izinleri kamu sağlığının ihtiyaçları ve yerli üretimin geliştirilmesi şartına bağlı olmalıdır.

2. ABD ve AB tekellerine bağımlılık düzeyindeki ilişkilere son verilmelidir, Avrasya ülkeleriyle işbirliğine önem verilerek çok yönlü ve dengeli bir dış ticaret geliştirilmelidir.

3. Yerli üretimin önündeki en önemli sorun hammadde teminidir. Hammaddede dışa bağımlılık üretimin aksaması riskini doğurmaktadır. Ülkemizin eczcacılık ve kimya alanındaki insan birikimi ilaç üretiminin her aşamasında olduğu gibi hammadde üretiminde de ihtiyacı karşılayacak niteliktedir. Türkiyemizin tıbbi bitki zenginliğini değerlendirerek hammadde ihtiyacını önemli ölçüde gidermek mümkündür. Bitkisel ve kimyasal kökenli hammaddeler ülkemizde kolaylıkla üretilebilir.

4. Devlet eliyle ilaç fabrikaları açılmalıdır.

5. Eczacılık eğitimi bu ihtiyaçlar doğrultusunda gözden geçirilmelidir. Eczacılık fakültesi mezunlarının büyük bir kısmı serbest eczacılık yapmayı tercih etmektedir.Eczacılık fakültelerinin ve her yıl buradan mezun olan öğrencilerin sayısını göz önünde bulundurduğumuzda; Türkiye’nin her köşesinde eşit ve adil bir biçimde eczane ihtiyacının karşılandığını varsaysak bile eczacı fazlalığı oluşacağı görülmektedir. İlaç üretimi bilgisine sahip meslek grubu olarak eczacılarımızın endüstride istihdam edilmesinin önü açılmalıdır.

6. Biyoteknolojik ilaç üretmek ve yeni ilaç molekülleri geliştirebilmek için AR-GE yatırımlarına önem verilmeli, özellikle ruhsatlandırma konusunda bürokratik sorunlar aşılmalıdır. Dünya ilaç pazarında önemli bir yer edinen Çin, Hindistan gibi Asya ülkeleri ile AR-GE çalışmaları, teknoloji transferi ve hammadde temininde işbirliği artırılmalıdır.

7. Eczacılık alanında köklü bir kooperatif geleneğine sahibiz. Dağıtım kooperatifleri güçlendirilmeli, üretim kooperatiflerinin kurulmasına destek verilmelidir.

8. Vatandaşın cebinden her geçen gün ilaç harcamaları için daha fazla para çıkmaktadır. Bunun önlenebilmesi için de Sağlık Bakanlığının ve SGK’nın bütçesi artırılmalı ve doğru kullanılmalıdır.

9. Sağlık sistemimizin devrime ihtiyacı vardır. Sağlıkla ilgili tüm çalışma alanlarında yapılacak düzenlemeler koruyucu sağlık hizmetlerinin geliştirilmesini esas almalıdır. Piyasa değil insan odaklı yaklaşım benimsenmelidir. Devlet ve toplum eczacıları tüccar değil “sağlık danışmanı” olarak görmelidir. Meslektaşlarımız da bu konuda gerekli gayreti götermelidir. Koruyucu sağlık hizmetlerinin geliştirilmesi eczacının sağlık danışmanı rolünün pekişmesine katkı sağlayacaktır.

10. İthal ilaçlarla aynı etken maddeyi taşıyan ve yerli ilaç sanayimiz tarafından üretilen eşdeğer ilacın üretilmesinden hastaya sunulmasına kadar hekimler ve eczacılar ortak irade koyarak yerli üretimi korumalıdır. Kamu spotları başta olmak üzere bütün propaganda olanakları devreye sokularak eşdeğer ilacın güvenilirliği hususunda toplum bilgilendirilmelidir. Bilinçsiz ve reçetesiz ilaç kullanma alışkanlığı ile mücadele edilmelidir.

11. Çağdaş Eczacılar Derneği İzmir Şubesi’nin bir çalışmasında, ilaç son kullanma tarihlerinin kısaltıldığı belirtilmektedir. Bu ilaçlar gereksiz yere çöpe atılmakta, yarılanma ömrü uzun olan bazı ilaçlar doğada uzun süre kalmakta, çevre kirliliği yaratmakta ve milli kayba yol açmaktadır. Çok daha uzun süre etkinliğini koruyabilen ilaçların raf ömrü ile ilgili gerekli bilimsel çalışma ve denetimler yapılmalıdır.

12. Ekonomik kriz nedeniyle hastanın ilacını temin edememesi hasta-eczacı ve hasta-hekim ilişkilerinde de bozulmalara yol açabilir ve şiddet ortamını körükleyebilir. Halkımızın sağlığı kriz nedeniyle zarar görmemeli ve krizin faturası sağlık çalışanlarına kesilmemelidir. Bu nedenle toplumda krizin nedenleri ve çözümleri konusunda farkındalık yaratılmalı, ulusal ilaç politikasının uygulanabilmesi için seferberlik başlatılmalıdır.

Milli İlaç Sanayisinin geliştirilmesi ve Milli İlaç Politikasının uygulanması için başta eczacılar olmak üzere tüm sağlık çalışanlarına, meslek odaları ve sendikalara, ilaç endüstrisi işverenlerine, üniversitelere ve medyaya görevler düşmektedir. Ülkemiz bu görevi yerine getirecek insan birikimine sahiptir.” (AYDINLIK internet, 18.10.2018).
==========================================
Dostlar,

Sorun ciddi hatta kritik boyutlardadır.
Yazıdaki saptamalar ve önerileri önemli ve yerindedir.
Tıp Fakültelerinden “Akılcı İlaç Kullanımı” eğitimi büyük önem taşımaktadır.
İlaç firmalarının yönlendirici ve etik sınırları zorlayan reklamları mutlaka engellenmelidir.
Dünya Sağlık Örgütü’nün önerdiği Temel İlaçlar Listesi (150- 350 kalem) gereğince, gereksinimi olan herkesin en geç 1 saat içinde bu ürünlere erişmesi güvenceye alınmalıdır. Bu güvencenin içinde yerli üretim de vardır!

İlaca erişilebilirlik güvencesinin vazgeçilmez bir ayağı da ödeme politikalarıdır.
Hiçbir insan, gereksindiği ilaca erişimde ekonomik engeller yaşamamalıdır.

Anayasa madde 60 – Herkes, sosyal güvenlik hakkına sahiptir.

Irak’ta 1. işgal sırasında yarım milyona yakın bebek – çocuk, uygulanan ambargo (mama besin, ilaç ve aşı) yüzünden ölmüştür UNICEF verilerine göre. Bu insanlık dışı ambargo, Cenevre Savaş Hukuku Sözleşmelerine  da aykırı olmasına karşın, Batı emperyalizmince dayatılmıştır. Türkiye’nin de benzer acı uygulamalarla karşılaması olasıdır.

  • İlaç faturasını ulusal ölçekte dengelemenin en stratejik aracının, KORUYUCU SAĞLIK HİZMETLERİNE MUTLAK BİR ÖNCELİK VE ÖNEM VERİLMESİ OLDUĞU ASLA AKILDAN ÇIKARILMAMALIDIR.

    Örn. Hepatit B, aşıyla korunulabilen önemli bir hastalıktır. 4 doz aşı maliyeti 1 Doların altındadır. Oysa bu hastalığın yol açtığı karaciğer yetmezliği, karaciğer kanseri onbinlerce Dolar gider doğurmakta, alınan sonuçlar her zaman yüz güldürücü olmayabilmekte, yaşam niteliği büyük oranda gerilemektedir..

  • Türkiye, şu ağır bunalım ortamında tam anlamıyla bir TALAN olan ŞEHİR HASTANELERİNDEN esin olarak vazgeçmelidir.

    Sağlık sektöründe ağırlık, mutlak olarak koruyucu sağlık hizmetlerine verilmeli; herkese yaygın – etkin – sürekli – nitelikli – kamusal koruyucu sağlık hizmeti sunulmalıdır. Hem ilaç hem toplam sağlık giderleri en etkili bu yolla azaltılabilir üstelik sağlıklı bir topluma da erişilir..

Sevgi ve saygı ile. 18 Ekim 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com