Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

Parmağımdaki nasır

Barış Pehlivan
Barış Pehlivan
baris.pehlivan@cumhuriyet.com.tr Son Yazısı / Tüm Yazıları

“Hiç canını sıkma kardeşim, yine baştan yazarız.”

27 yaşındaydım ve terör örgütü üyesi olmakla suçlanıyordum. Koğuşlarımızın açıldığı cezaevi maltasında Barış Terkoğlu’nu gördüm. Avukat görüşünden dönüyordu.

Haftalar önce tutuklanmasaydık ilk kitabımızı yayınevine teslim etmiş olacaktık. İzin vermediler. 14 Şubat 2011 sabahı evimize gelen onlarca polis hem bizi hem tüm bilgisayarlarımızı ele geçirdi. Gardiyanların hızlıca koğuşa sokmaya çalıştığı Barış’a “Kitap da gitti, yazık oldu onca emeğe” diye bağırdım. Yanıtı, bu yazının ilk cümlesi oldu. Sahi, yazar mıydık? İyi de nasıl? Birbirimizi bile göremiyorduk ki…

(AS: Fotoğrafı biz ekledik, cezaevine girerken hala gülümseyebiliyor!)

Bir gün avukatımla o küçücük görüş odasında konuşuyorduk. Barış’ın bana yazdığı bir mektubu verdi, gizlice okumaya başladım. “Yazalım” diyordu. Dönemin Taraf gazetesi WikiLeaks belgelerini sansürleyerek yayımlıyor, Fethullahçıları zora sokacak bölümleri saklıyordu. Madem öyle, asıl şimdi yazmalı, bizi içeri atanlara kalemimizle meydan okumalıydık.

Gizli yazışmalarımız günlerce sürdü. Konuları paylaştık, işbölümünü yaptık. Dışarıdaki dostlarımız belgeleri Türkçeye çeviriyor, onlarca sayfayı parça parça içeri sokuyorduk. Gece olduğunda da hücremizdeki o plastik masaya oturuyor, boş beyaz kâğıtlara elimizle yazmaya başlıyorduk. El yazılı sayfalar yine gizlice dışarıya çıkarılıyor, eşlerimiz tarafından bilgisayara geçiriliyordu. Kimse duyup engellemesin diye sakladığımız bu süreç aylar sürdü.

Bir gün Çağlayan Adliyesi’nde duruşmamız vardı. Ne güzel bir gündü, sanık sandalyesinde de olsak sevdiklerimizi görüyorduk. Sonra, Kırmızı Kedi Yayınevi’nin sahibi Haluk Hepkon’la göz göze geldik. Haluk ağabey onlarca jandarmanın arasından bir kâğıt uzattı bize. Kimse anlamadı ama kitap sözleşmesiydi.

Duruşmaya ara verildi. Adliyenin eksi 7. katındaki nezarethanedeydik. Orada imzaladık sözleşmeyi, mahkeme salonuna çıkarılınca geri teslim ettik. Artık heyecanla ilk kitabımızın çıkmasını bekliyorduk…

Ve o gün geldi. Koğuşta yerimde duramıyor ve kitaba dair gazetelerde çıkan haberleri tekrar tekrar okuyordum. Başarmıştık. Gazetecilikten tutuklanmış, tutuklu olsak da gazetecilik yapmıştık. Dünyada örneği var mıdır bilmiyorum ama biz Barış’la birbirimizi görmeden cezaevinde ortak kitap yazmıştık. Önsözünü de bir başka koğuşta abide gibi dik duran Doğan Yurdakul ağabey kaleme almıştı.

Sızıntı/WikiLeaks’te Ünlü Türkler kitabının çıkış öyküsü böyleydi.

  • Bu topraklardaki adaletsizliklerin nasıl planlandığını gizli Amerikan belgeleriyle ortaya koyduk.
  • İktidarın devlete yerleştirdiği terör örgütünün büyükelçilere verdiği kirli brifingleri duyurduk.

Evet, kimine göre teröristtik ama aylarca en çok okunan bir kitabın yazarlarıydık da…

19 ay tutuklu kaldık. Gün geldi, devlet “Pardon” dedi, beraat ettik. Bizi yargılayan hâkimler kaçtı, bizi mahkeme önüne atan savcılar kaçtı, bizi takip eden polisler kaçtı. Bilirkişi diye önümüze attıkları şakirtler bile kaçtı. Biz ise iman tahtamıza memleket ve hürriyet yazdık.

Şimdi 40 yaşındayım. Barış’ın da benim de parmaklarımızda bir nasır halen duruyor. Bu satırları yazarken ona bakıyorum. Bundan 12 yıl önce ellerimizle yazdığımız kitabın nasırı, Yine yazarız diye bana sesleniyor.

Ve şimdi yine yeni bir mücadelenin içine giriyorum.

  • Can güvenliğimin olmayacağını bilecek deneyimdeyim.

Lakin kimsenin kuşkusu olmasın, yine yazacağım.

Ne güzel demiş Ahmet Telli“Belki yine gelirim, sesime ses veren olursa bir gün…”


Yazarın Son YazılarıTüm Yazıları

Parmağımdaki nasır16 Ağustos 2023
Bildiğiniz gibi değil11 Ağustos 2023

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 16 Ağustos 2023

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

KUCAKLAMA

Genelkurmay Başkanlığı’ndan emekli edilen Musa Avsever, veda töreninde RTE’ye teşekkür etti ve kucakladı.

Bilek ve yüreği ile (yani hak ederek değil,  birilerinin icazeti ile) makama gelenler kucakta giderler…

YALAMA

Çok yaşa Tayyip Dede” şarkısından proje üreten Güzel Sanatlar Genel Müdürü, ”Tayyip başkan çok büyük hatip, ben onun konuşmalarından çok etkileniyorum diyen Devlet Tiyatroları Gen. Md., Erzurum’da İmamoğlu’nun taşlanmasını seyreden vali AFAD Başkanı yapıldı.

Yala, koltuğu yakala…

FRANSIZ

Yobaz imam Halil Konakçı, “1938’de Hatay Türkiye topraklarına katıldığında ilk yapılan iş ezanın yasaklanması oldu. Yani Fransız’ın yapmadığı zulmü bu topraklarda yaptılar.” diyerek iftiralarını sürdürdü.

Bu yobaz militanın biri. O’na konuşma cesareti verenler Fransız…

POMPA

Seçimden sonraki iki ayda akaryakıt %90 zamlandı.

Akaryakıt vatandaşı ezmez, akar/yanar gider.

  • Ezanlar susmaz, bayrak inmez, pompa durmaz…

İŞBİRLİĞİ

CHP’yi HDP üzerinden terör örgütü ile işbirliği yapmakla suçlayan AKP’nin, yerel seçimlerde (kayyum atanması üzerinden) pazarlık hazırlığında olduğu yazılıyor.

Hakiki (gerçek) işbirlikçi…

FETÖCÜ

AKP’li Metin Külünk, DİB Erbaş’a, FETÖ’cülükle suçlayan sorular yöneltti.

AKP’ye zarar verdiği anlaşıldı da suyu ısıtılıyor mu?..

İMTİHAN

RTE, hayat pahalılığı için “İmtihan” ve iyiye gidiş için 20. kez “başlıyoruz” dedi.

  1. Zenginlere imtihan neden yok?
  2. İmtihan diyen imtihana neden girmiyor?
  3. Öbür dünya önemliyse neden herkese değil?
  4. 22 yılda geldiğimiz yer meydanda şimdi neye başlayacak?..

KUTSAL CEMEVİ

ŞİİR KÖŞESİ…

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı
Halk şairi

KUTSAL CEMEVİ

1
Alevi ruhunun piştiği yerdir,
Ne güzel mekândır kutsal Cemevi.
Günahın toprağa düştüğü yerdir,
Ne güzel mekândır kutsal Cemevi.
2
Dört kapı, kırk makam irfan yoludur,
Yol düz değil, sınavlarla doludur,
Uluları Hak Muhammed Ali’dir.
Ne güzel mekândır kutsal Cemevi.
3
Şeriat bilgidir, tarikat yoldur,
Marifet katında nefsini öldür,
Hakikat çeşmesi dupduru, boldur,
Ne güzel mekândır kutsal Cemevi.
4
Cemde yenilenir Kırkların cemi,
Cemde yok edilir gönlünün gamı,
Cemde tekrarlanır yolun erdemi,
Ne güzel mekândır kutsal Cemevi.
5
Çerağcı meydanda üç çerağ yakar,
Herkes her insana “can” diye bakar,
Kadın, erkek farkı ortadan kalkar,
Ne güzel mekândır kutsal Cemevi.
6
Bağlama dillenir, zakirler coşar,
Dedenin gülbangı özünü okşar,
Allah, Allah sesi evrene taşar,
Ne güzel mekândır kutsal Cemevi.
7
Vicdan mahkemesi cemde kurulur,
Uzun çöpten hesap Cemde sorulur,
Kısa çöpün hakkı Cemde verilir,
Ne güzel mekândır kutsal Cemevi.
8
Her Can Cemevinde ölmeden ölür,
Kul hakkı afsızdır, öder kurtulur,
Haklılar hakkını cemlerde alır,
Ne güzel mekândır kutsal Cemevi.
9
Elinin kusuru Cemde sorulur,
Dilinin hesabı Cemde verilir,
Zina suçu için yargı kurulur,
Ne güzel mekândır kutsal Cemevi.
10
Ahlak çeşmesinin başı Cemevi,
Adaletin temel taşı Cemevi,
Mazlumların can yoldaşı Cemevi,
Ne güzel mekândır kutsal Cemevi.
11
Alevi Can semah döner “Hak” diye,
Meydana atılır “özüm pak” diye,
Ahlakım, vicdanım çok berrak diye,
Ne güzel mekândır kutsal Cemevi.
12
Kerbela’nın yası yürekler dağlar,
Şah Hüseyin için tüm canlar ağlar,
Tarih baba bize bu zûlmü söyler,
Ne güzel mekândır kutsal Cemevi.
13
Hak, hukuk, adalet Cemde dirilir,
Tüm Canlara eşit lokma verilir,
Rızasız yiyenden hesap sorulur,
Ne güzel mekândır kutsal Cemevi.
14
Cemevi ve cami eşittir, eştir,
İkisi tek batın, ikiz kardeştir,
Ayrımcılık yapan düşman, kalleştir.
Ne güzel mekândır kutsal Cemevi.
15
Halil Çivi der ki; kul hakkı yeme,
Sana zor geleni kimseye deme,
Kin tutma, kalp kırma, yalan söyleme,
Ne güzel mekândır kutsal Cemevi.
Xxx
14 Ağustos 2023
Prof. Dr. Halil Çivi
Seferihisar / İZMİR

=============================================
Bu şiir hem Cemevlerini cümbüşevi olarak tanımlayan, orada ahlak dışı işler ve iftiraların yapıldığına inananlara bu evlerin gerçek işlevlerini anlatan bir yanıt hem de aşırı yasaklar ve hızlı kentleşmeyle birlikte Cemevlerinin tarihsel ve toplumsal işlevlerinin kayda geçmesini dileyen öğretici bir misyonu (özgörevi) hedeflemektedir.

Çünkü, günümüz kentlerindeki Alevi cemleri gederek geleneksel, tarihsel işlevlerini yapamaz duruma gelmiştir.

Örneğin toplum üzerindeki adalet, ahlak ve yargı alanları giderek yitirilmiştir. Ahlak ve adalet öğretim ve denetimleri giderek zayıflamaya, salt ibadetin (tapıncın) ön plana çıkmasına neden olmuştur.

  • Halbuki Aleviliğin temeli ibadet değil, güzel ahlak ve adalettir.

Ayrıca, bu şiir cemevleri ile camilerin eşitliğini vurgulayarak coğulcu bir inanç kardeşliğini arzulamaktadır…
Ya da tüm bunlar benim hüsnü-kuruntularımdan ibarettir!
Sayın Mustafa Timisi, bu şiirin çerçeveletilerek tüm Cemevlerine asılması gerektiği biçiminde bir geri dönüş yazmıştır…
Kanımca Emevi Arap doktrinine göre biçimlenen ibadet merkezli Sünni İslam var oldukça, halkın rahat bir nefes alabilmesi için Türk dili ve kültürünü önceleyen Alevilik de mutlaka yaşamalıdır.

Selam, saygı ve sevgiler.

Prof. Dr. Halil Çivi

CHP PROGRAMININ YENİLENMESİ

Suay KARAMAN

7 Ağustos tarihli yazımızda; CHP yönetiminin yeni bir parti programı hazırlanmasına karar verdiğini yazmış, hem vatandaşlardan, hem de parti üyelerinden aşağıdaki beş soruya yanıt vermelerinin istendiğini belirtmiştik. Şimdi biz, bu sorulara tek tek yanıtlarımızı verelim.

* CHP’nin yüzyıllık tarihi ve Türk siyasal yaşamındaki yeri hakkındaki görüşleriniz nelerdir?

Ulusal Kurtuluş Savaşımızdan, Kuvayı Milliye’den, Müdafaa-i Hukuk’tan, Halk Fırkası’ndan gelen Cumhuriyet Halk Partisi; Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu ve ilkeleri Cumhuriyetçilik, Ulusçuluk, Halkçılık, Devletçilik, Laiklik, Devrimcilik olan, ülkemizi kuran bir partidir. Üstelik bu yönüyle dünyada ilktir, tektir. CHP, kurtuluştan, kuruluşa dönüşen bir süreçte özellikle 1923 ile 1938 arasında az zamanda çok ve büyük işlerin üstesinden gelmiştir.

Sanayi kongreleriyle, ziraat kongreleriyle, kalkınma planlarıyla eldeki kıt kaynaklarla halkın ihtiyaçlarının en iyi biçimde karşılanmasına çalışılmış, hammaddesi Türkiye’de olmasına karşın dışarıdan ithal edilmek zorunda kalınan ürünlerin ülkemizde üretilmesini sağlanmıştı. Planlanan hedeflere ulaşmak için; sınırsız yurt sevgisi, inanç ve özveriden başka, bilinçli, kararlı, örgütlü ve devrimci bir tavır sergilenmişti.

1923 yılında kurulan genç Türkiye Cumhuriyeti, halkın büyük çoğunluğu yoksul ve eğitimsiz, sanayi kuruluşları yok denecek kadar az, sermaye birikiminden yoksun, geri kalmış bir ülke konumundaydı. Üstelik iktisadi açıdan Osmanlı İmparatorluğundan devraldığı “Düyun-u Umumiye” borçlarını da ödemek zorundaydı. Atatürk’ün CHP’si döneminde gerçekleştirilen somut ekonomik girişimler, on beş yıl gibi kısa bir zamanda çok büyük bir kalkınma hamlesine girişildiğini göstermeye yeterlidir.

1922-1925 arasında fiyatlarda artış oranı yılda %3, 1925-1927 arasında ise %1 olmuştur. Kimi fiyatlarda ucuzlama görülmüştür. Türk parası yabancı paralar karşısında değer yitirmemiş, aksine kimilerine karşı değer kazanmıştır. 1923-1938 arasındaki 11 yıl, gelir ve giderin eşit olduğu denk bütçe; 3 yıl, gelirin giderden çok olduğu bütçe fazlası gerçekleştirilmiştir. Yalnızca, Cumhuriyet’in ilk bütçesi olan 1924 yılı bütçesinde, %8’lik bir açık verilmiştir. 1924 yılı dışında, dış ticaret dengesi 1923-46 arasında hep pozitif, yani dışsatım hep dışalımdan çok olmuştur. 1929-39 arasında bütün dünyada sanayi üretimi %19 artarken, genç Türkiye Cumhuriyeti’nde %96 artmıştır. Dünyada ortalama kalkınma hızı %4-5 düzeyindeyken, Türkiye’de %10 olmuştur. Tarım üretimi 1923-30 arasında %10, 1930-40 arasında %5 artmıştır.

10. Yıl Marşı’ndaki “Çıktık açık alınla, on yılda her savaştan” sözünün içi sosyal, toplumsal devrimlerin yanı sıra kalkınma planlarıyla, sanayi planlarıyla, şeker fabrikalarıyla, basma fabrikalarıyla, demiryollarıyla, Sümerbank’la, Etibank’la dolu olduğunu bilmeliyiz.

Atatürk’ün önderliğindeki CHP’nin, tam bağımsız ve emperyalizm karşıtı kararlı yönetimi ve ilkeleri sayesinde gelişen Türkiye, ne yazık ki O’nun ölümünden sonra bu gelişmeyi sürdürememiştir. 1940’lı yıllarda CHP, eski performansından ve ilkelerinden uzaklaşmış, erken biçimde çok partili yaşama geçilmiş ve ardından Atatürk ilkelerinden ödünler verilmeye başlanmıştır.

CHP’nin 12 Ocak 1959’da gerçekleştirilen 14. kurultayında ilan edilen “İlk Hedefler Beyannamesi”, CHP’nin Demokrat Parti iktidarı boyunca dile getirdiği hak ve özgürlükler ile modern hukuk devletinin gereklerini bir bütün olarak yayınlandığı manifestoydu (bildirgeydi). İlk Hedefler Beyannamesi, 1961 Anayasası’nın maddeleri arasında yer almıştı.

1961 Anayasası, ülkemizin önünü ve yönünü her alanda açarak, geliştirerek,
demokratik ve laik sosyal hukuk devleti ilkesiyle,
yeniden Kemalist devrimlere sahip çıkılmasına olanak sağlamıştı.

1965 genel seçimlerinin öncesinde, 29 Temmuz 1965 tarihinde CHP Genel Başkanı İsmet İnönü, “CHP, bünyesi itibarı ile devletçi bir partidir ve bu sıfatla elbette ortanın solunda bir anlayıştadır” diyerek, CHP’nin yönünü açıklamıştır.

12 Eylül 1980 darbesiyle kapatılan CHP, 9 Eylül 1992 tarihinde yeniden açılmış ancak gerek genel başkanların, gerekse yöneticilerin Atatürk ilkelerinden uzaklaşarak, liberalizme savrulmaları üzerine, girilen her seçimde %25 düzeylerinde oy almıştır.

  • Özellikle son genel başkanın “laiklik tehlikede değildir” söylemiyle CHP iyice ilkelerinden uzaklaştırılmış,
  • Atatürk karşıtları, dinciler, bölücüler partiye doldurulmuş, kendi seçmeni küstürülmüştür.

CHP gibi köklü bir partinin, Türk siyasal yaşamına yaptığı katkılar, görüldüğü gibi çok büyüktür. Eğer Atatürk ilke ve devrimlerine sıkı sıkı sarılırsa, ülkemize yine büyük ve yararlı hizmetlerde bulunulacağı tartışılmaz bir gerçektir.

* CHP, Türkiye’nin geleceğini biçimlendirmede nasıl bir rol oynamalıdır?

CHP Cumhuriyetçilik, Ulusçuluk, Halkçılık, Devletçilik, Laiklik, Devrimcilik ilkelerine sahip, tam bağımsızlık ve emperyalizm karşıtlığı ilkelerini özümseyen yöneticilerle, ülkemizin aydınlığa doğru biçimlenmesinde önemli görevler üstlenir.

CHP, ilkelerinden biri olan laikliğe sıkı sarılmalı; bilimselliği temel ilke edinerek, dinci eğitime ve din ticaretine kesinlikle karşı olmalıdır. CHP, planlı ekonomiden yana olmalıdır. Kamu kaynaklarının sektörel ve bölgeler arası dağılımını düzenleyerek, kaynak kullanımının iyileştirilmesini sağlamaya çalışmalıdır. CHP, gelir dağılımının iyileştirilmesi için uğraş vererek, dengeli ve adaletli bir gelir bölüşümünden yana olmalıdır. CHP, sosyal devlet ilkesini benimseyerek, sağlık ve eğitim hizmetlerinin yeterli düzeyde ve ücretsiz olarak tüm halk kitlelerine ulaşmasına çalışmalıdır.

CHP, özelleştirme politikalarına ilke olarak karşı çıkmalıdır ve özelleştirilen kuruluşların yeniden kamunun eline geçecek şekilde yapılandırılması gerçekleştirilmelidir. Etkin ve dürüst bir kamu yönetimi anlayışını savunmalıdır. CHP, ülkemizin dış dünya ile siyasal, ekonomik ve teknolojik ilişkilerinin, karşılıklı çıkar dengeleri üzerine oturtulmasını sağlamalıdır. CHP, komşularıyla iyi ilişkilerin sağlanmasına öncülük ederek, “Yurtta Barış, Dünyada Barış” söylemine sıkı sıkıya sarılmalıdır.

  • NATO’dan çıkılarak, Avrupa Birliği’ne üye olmaktan vazgeçilmelidir.

CHP ulusal tarımın, hayvancılığın ve sanayinin gelişmesi için önlemler alarak, çokuluslu şirketler karşısında ezilmesine karşı çıkmalı ve üretimin artırılmasını desteklemelidir. Yeraltı ve yerüstü zenginliklerini ülkesinin gelişimi için ve gerekirse yeni teknolojiler üreterek, değerlendirmelidir.

CHP, Atatürk düşmanlarını, ikinci cumhuriyetçileri, tarikatçıları, din tüccarlarını, bölücüleri, mezhepçileri, küreselleşme yanlılarını, Menderes ve Özal hayranlarını, sağcı söylemde bulunanları, ilkesiz ve tutarsız olanları içinde barındıramaz, barındırmamalıdır. Çünkü böyleleriyle ülkemizin aydınlık geleceği biçimlenemez.

* CHP’nin programına yön vermesi gerektiğini düşündüğünüz ana ilke ve temel değerler nelerdir?

  • CHP’nin programına yön vermesi gereken ana ilke  ve temel değerler,
    kuruluş ayarlarına dönmesiyle sağlanabilir.

Tek parti dönemi CHP’sinin 1923-38 arasında neler yaptığı ve nasıl büyük başarılara imza attığı yukarıda ayrıntılı olarak açıklanmıştı.

Kemalizm; 1938’de yaşama veda eden bir kişiye gösterilen sevgi ve saygı biçiminde değil, temeli akılcılık olan sosyal, politik ve ekonomik bir dünya görüşüdür. Kemalizm, bilimin ve aklın ışığında sürekli kendini yenilemek ve ileriye gitmektir.

Altı Ok” ile bu sağlanmaktadır.

CHP’nin yeni hazırlayacağı programına yön vermesi gereken ana ilke kuşkusuz ki Altı Ok’tur.

  • Altı Ok’un içinde tüm evrensel değerler bulunmaktadır.

Bunun yanında temel değerler olarak tam bağımsızlık ve emperyalizm karşıtlığı da mutlaka olmalıdır.

* Türkiye’nin öncelikli olduğunu düşündüğünüz 3 sorununu yazınız.
Bu sorunların çözümü için nasıl bir yol izlenmesi gerektiğini kısaca açıklayınız.

  • Türkiye’nin en önemli sorunu eğitimdir.

Ardından laiklik ve ekonomi gelmektedir. Eğitimin sorunlarını çözmek için ulusalcı, vatansever ve cumhuriyet devrimlerini özümsemiş kadrolara gereksinim vardır. Öncelikle her alanda ulusal eğitim yapılmalıdır. Ulusal eğitim; ulusun kendi eğitimcileri tarafından hazırlanmış, kaynakları, yöntemleri, planları, olanakları ve uygulamaları ulusal olan eğitimdir. Bütün öğretim kademelerini içine alan bilimsel, laik, demokratik ve çağdaş eğitime inananlardan oluşan bir kurul ile köklü bir eğitim reformu yapılmalıdır.

Eğitimin de sağlık hizmetleri gibi ülke genelinde mutlaka devlet tarafından ve ücretsiz sağlanması ön koşul olmalıdır. Eğitim dili resmi dildir. Ancak öğrencilerin bir ya da daha çok yabancı dil öğrenmeleri için gerekli çalışmalar yapılmalıdır. Eğitim sistemi sınav temelli değil, öğrenme temelli olmalı; ezbere değil, düşünmeye ve sorgulamaya dayanmalıdır. Nitelikli bir eğitim için öğrencilerin temel fen bilimleri ve matematik bilgisi yanında felsefe, mantık, sosyoloji, psikoloji, sanat tarihi, tarih, coğrafya bilgilerine sahip olması için çalışmalar yapılmalıdır. Farkındalık ve duygusal zekânın yüksek olduğu, soyut, analitik düşünme ve sorgulama becerisinin kazandırıldığı bir yöntem gerekir. Öğrencilerin gelişimi açısından kültürel, sosyal ve spor etkinliklerine yer verilmelidir.

Laiklik, dinsel fikirlerle dünya işlerinin birbirinden ayrılmasıdır; toplum ve devlet yaşamının akla ve bilime dayandırılmasıdır. Toplumun binlerce yıl önce konmuş, o günün sorunlarına çözüm getiren kurallara göre yönetilme zorunluluğunun kaldırılmasıdır. Din adına yapılan baskı ve zorbalığın devre dışı bırakılmasıdır. Laiklik, aydınlanmanın ve çağdaşlaşmanın gerekli ilkesidir. Laiklik, devletin inançlar karşısında yansızlığı, inanç özgürlüğü, farklılıklarla birlikte barış içinde bir arada yaşamanın temel güvencesi ve garantisidir. Aynı zamanda,

  • Laiklik bir yaşam biçimi ve demokrasinin olmazsa olmazıdır.
  • Bugün ülkemizde laiklik tehlikededir!

Çünkü yapılanlar hep dinci temele dayandırılmaktadır. Diyanet Akademisi’nin kurulmasından tutun, Yargıtay’ın dua ile açılmasını, türban için yasa tasarısı verilmesini, okullara imam atanmasını, laik ve bilimsel eğitim yerine dinci eğitime geçilmesini, tarikatlar ve cemaatler gibi oluşumların laikliğe karşı yapılan eylemler olduğu bilinmelidir. Laiklik, aklın sorgulamasıdır. Bu sorgulamayı yapamayanlar ya da laikliğin tehlikede olmadığını sananların, ülkemizin bugün getirildiği durumun baş sorumluları arasında olduğunu bilmeliyiz.

24 Ocak 1980 kararlarından beri ülkemiz ekonomik sorunlarla boğuşmaktadır ve ekonomik olarak büyük çöküş yaşamaktadır. AKP döneminde vatandaş borçlandı, üretici borçlandı, sanayici borçlandı. Tarım ve hayvancılık bitirildi, sanayi yok edildi, üretim çökertildi. Ulusal değerlerimiz KİT’lerin en karlı olanları özelleştirilerek, peş keş çekildi, yağmalandı.

Dış kaynak girişine dayalı, üretimi bitiren, ülkeyi borçlandıran sisteme son vermek gerekiyor. Dünya Bankası, İMF gibi kuruluşlardan kredi alımına son verilerek, yerli kaynakların kullanımına olanak sağlayacak önlemler alınmalıdır. Devlet; sanayiciye ve çiftçiye gerekli teşvikleri sağlamalıdır.

Türkiye ekonomisinin dış kaynaklara aşırı bağımlı olma sorunu ortadan kaldırılmalıdır. Türkiye’nin sahip olduğu enerji kaynakları iyi kullanılarak, enerjide dışa bağımlılık azaltılmalıdır.

Vergide adalet sağlanmalıdır. Dolaylı vergiler adaletsizliğe yol açmaktadır. Akaryakıt, iletişim, gıdadan alınan yüksek vergiler düşürülmelidir. Buna karşın yüksek kar elde eden bankalar, finansal kazançlar adil biçimde vergilendirilmelidir. Böylece toplam vergi gelirleri içinde dolaylı vergilerin payı azalırken, doğrudan vergilerin payı artacaktır.

AKP iktidarından önce yaklaşık 100 milyar Dolar dış borcu bulunan Türkiye (AS: 130 milyar $), AKP iktidarından sonra yaklaşık 500 milyar Dolar dış borca yaklaşmıştır. Bu borcun büyük çoğunluğu “beşli ihale grubu“nun yaptığı inşaatlara harcandı. Bu grupta biriken servetin bir bölümü toplumun gereksinimleri için bir kez vergilendirilmelidir. Ayrıca bu grubun silinen vergileri, toplumun yararı için geri alınmalıdır. Kayıt dışı büyük kazançlar, “nereden buldun yasası” ile takip edilerek, vergilendirilmelidir.

Özelleştirilen Devlet Üretme Çiftlikleri vb.  kuruluşlar modernleştirilerek, yeniden kamu kuruluşu durumuna getirilmelidir. Devlet, çiftçi için yerli tohum ve gübre üretmeli, çiftçiye mazot düşük fiyattan verilmelidir. Yerli ırk hayvancılığın gelişmesi için çalışmalar yapılmalıdır. İmara açılan meralar ıslah edilerek, hayvancılığa kazandırılmalıdır.

Sanayi yatırımları belirli bir program çerçevesinde yapılmalı, yurtiçi kaynakların kullanımına özen gösterilmelidir. Gerçekten yerli ve milli olmak için ulusal sanayi desteklenmelidir.

AB ile Gümrük Birliği andlaşmasına son verilmelidir.

Türk vatandaşlarına vize koyan tüm ülkelere, karşılıklılık ilkesi gereğince vize konmalıdır. Turizmde “her şey dahil” sistemi kaldırılarak, turistlerin gittikleri yerlerde esnafla buluşmalarını sağlayacak bir sistem getirilmelidir.

Türkiye için çare, planlı kalkınmadır, karma ekonomidir ve bunlara bağlı olarak denk bütçedir. 1923-38 arasındaki başarılardan ders çıkarmak gerekir.

* CHP’nin politikalarını uygulaması ve ilkelerini yaşama geçirmesi için gereken iktidar stratejisi hakkındaki görüşlerinizi yazınız.

CHP’nin politikalarını uygulaması ve ilkelerini yaşama geçirmesi için öncelikle Atatürk ilke ve devrimlerini özümseyen kadroların parti yönetiminde olması gereklidir. Son yıllardaki savrulan CHP’nin iktidar olma şansı hiç yoktur, zaten alınan seçim yenilgileriyle de bu durum görülmektedir.

CHP’de tüm üyeler yenilenerek, delege ağalığı sistemine son verilmelidir. CHP’de parti içi demokrasi yoksa ülkeye sağlıklı bir demokrasi getirmek söz konusu olamaz. Parti içi demokrasinin ön koşullarından birisi de parti içi eğitim alan ve parti ödentilerini yerine getiren üyelerle yapılan önseçimdir. Genel başkan dahil tüm organların, milletvekillerinin, yerel yöneticilerin seçimi yargı denetiminde önseçim ile yapılmalıdır. Böylece örgütün bildiği, güvendiği nitelikli adaylar yönetim görevlerine gelir ve bu da partinin iktidara uzanmasının önünü açar.

Yeni bir parti programı, parti örgütlerine, demokratik kitle örgütlerine, meslek odalarına, sendikalara danışılarak hazırlanmalıdır. Buralardan alınacak görüşler değerlendirilir, yeni program biçimlenir ve Kurultayın onayına sunulur. İzlenecek bu yol için en az iki yıla gereksinim vardır. Vatandaşlardan ve üyelerden gelecek bu beş sorunun yanıtlarını birkaç ay içinde değerlendirmek olanaklı değildir. Üstelik bu yanıtları kimlerin ve nasıl değerlendireceği belli olmadığı gibi, yetkinlikleri hakkında da hiçbir bilgi yoktur.

Şimdi ortaya çıkan ve şimdiki yönetimin yaptıklarına hiç ses çıkarmayıp, ortak olan genel başkan adaylarının bu sorulara vereceği yanıtlar da merak konusudur. Çünkü ortaya çıkan adaylar, Atatürk ilke ve devrimlerini özümsemiş olsalardı, yapılan yanlışlara tepki verilerdi.

Kemal Kılıçdaroğlu 21 Eylül 2010’da Berlin’de “Laiklik tehlikededir diyemem, çünkü altını dolduramam” derken hangi genel başkan adayı tepki vermişti? 10 Şubat 2012’de Kemal Kılıçdaroğlu’nun “yargıda cemaatçi yapılanma var diyemem” sözüne hangi genel başkan adayı tepki vermişti? 2014 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde siyasal İslamcı birini aday olarak önerenlere hangi genel başkan adayı tepki vermişti? 16 Nisan 2017 halk oylamasında mühürsüz oylarla rejim değiştirilirken hangi genel başkan adayı tepki vermişti? CHP Tunceli örgütü 15 Kasım 2017’de hain (AS: biz “hain” sıfatını doğru bulmuyoruz) Seyid Rıza’yı anarken hangi genel başkan adayı tepki vermişti? 2022 yılında Diyanet Akademisi kurulurken hangi genel başkan adayı tepki vermişti? 7 Haziran 2022’de CHP grup toplantısında Kemal Kılıçdaroğlu’nun; “Türkiye’nin genç muhafazakâr kadınlarına bir kez daha seslenmek istiyorum. CHP eski CHP değildir. Beraberiz, birlikteyiz. Artık aynı değerleri savunuyoruz.” söylemlerine hangi genel başkan adayı tepki vermişti? Kemal Kılıçdaroğlu’nun verdiği türban yasası önerisi için hangi genel başkan adayı tepki vermişti? Altı sağ kökenli partiyi bir araya getirip, başarı kazanılacağı söylemlerine hangi genel başkan adayı tepki vermişti? Genel başkanın “Helalleşme” söylemiyle tarikatlara, cemaatlere ve tüm gericilere kol kanat germesine hangi genel başkan adayı tepki vermişti? Danışmalarından bazılarının Fetöcü oldukları bilinmesine karşın hangi genel başkan adayı tepki vermişti? 22 Temmuz 2023’te genel başkanın; “Genel başkanlık yükünü taşıyabileceğine inanacağım, CHP’nin ilkelerine bağlı, partiyi ileri götürebilecek ve geçmişi temiz birisi olsa Genel Başkanlığı yarın bırakırım” söylemine hangi genel başkan adayı tepki vermişti? CHP içinde Atatürk’e dil uzatanlar, ‘TR’ kodlu ajanlar, Dersim’i katliam olarak kabul edenler (AS: bize göre kırım boyutu vardır), Seyid Rıza’nın ve Çerkes Ethem’in olmayan onurlarının (AS: Seyid Rıza bu nitelemeyi hak etmiyor) geri verilmesini isteyenler, sözde Ermeni soykırımı için özür dilenmesini isteyenler, Kürtçülük, ırkçılık, mezhepçilik, dincilik, bölücülük yapanlara, ilkesiz ve tutarsız olanlara karşı hangi genel başkan adayı tepki vermişti?

CHP’deki sorun ideolojiktir. CHP’nin ideolojisi Kemalizm’dir, yolu Altı Ok’tur. Kemalizm ileriye açık, aydınlanmacı bir ideolojidir. Mazlum ulusların, ulusal demokratik devriminin ideolojisidir.  Değişen koşullar içinde, sürekli ve akılcı bir yenilenmeyi ve o yenilenmenin ilkelerini içerir. Kemalizm ile sosyal demokrasi çok farklıdır. Emperyalizmin ideolojik ve siyasal yedek lastiği konumundaki sosyal demokrasi, ulusalcılığın aşılması gerektiğini savunmaktadır. Kısaca söylemek gerekirse hem Atatürkçü, hem de sosyal demokrat olunmaz. Parti üyelerinin bunları bilmemesi belki bir ölçüde doğal karşılanabilir ancak partiyi yönetmeye istekli kadroların bunları bilmemesi aymazlıkla ve sapkınlıkla bile açıklanamaz.
***
Yıllardır CHP yönetimlerinin yanlışlarını söyledik, yazdık; genel başkanları, yöneticileri eleştirdik. Çizgimiz hep Atatürk’ten yana, hep ilke ve devrimlerinden yana olduğu için korkmadan gerçekleri haykırdık. Şimdi bu gerçekleri yeniden ve hep birlikte haykırma zamanıdır.

  • “CHP kurtarılmadan, Türkiye kurtarılamaz!”

Söyleminin içini doldurmalıyız ve bu yüzden CHP genel başkanlığı için, “Altı Ok temelinde” partimizi yönetmek için buradayız diyoruz. Parti çökmeden, güzel ülkemiz yitirilmeden ulusalcılar,

  • Kemalistler görev başına…

Azim ve Karar, 14 Ağustos 2023

Festival ve konser yasakları

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
14 Ağustos 2023, Cumhuriyet

Son yıllarda, dernek ve vakıf adı altında örgütlenen laiklik karşıtı dinci cemaatlerin, tarikatların ve AKP hükümetinin baskısıyla, 50’yi aşkın festival, kültür-sanat etkinliği ve konser yasaklandı.

Türkiye’de bazı illerde ve ilçelerde,
fiili bir şeriat devleti ilan edilmiş ve
anayasal düzen yıkılmış durumda.

Söz konusu yasaklar anayasadaki hak ve özgürlükler ile ilgili maddelere ve anayasanın laiklikle ilgili tüm maddelerine aykırıdır.

AKP hükümeti bu yasaklarla anayasal suç işlemektedir ve anayasaya uymakla yükümlü dernekler, vakıflar, bu yasakları talep ederek, anayasaya ve demokratik, laik, hukuk devletine meydan okumaktadır.
***
Söz konusu dernekler ve vakıflar, festivallerin, kültür-sanat etkinliklerinin ve konserlerin, “milli ve manevi değerlere zarar verdiği, gençleri alkole ve uyuşturucuya özendirdiği” iddiasıyla bu yasakları talep etmektedirler.

Birincisi, “milli ve manevi değerler nedir?!

Her şeyden önce, kültürel ve sanatsal değerler, zevkler ve yaşam tarzı (biçimi) göreceli bir konudur. Türkiye’nin homojen (türdeş), standart, bir şablona sıkıştırılabilecek “milli ve manevi değerleri” yoktur! Türkiye, dünyanın hemen hemen her ülkesinde söz konusu olduğu gibi, çoğulcu ve diyalektik bir kültürel ve sanatsal yapıya sahiptir ve yaşam tarzı da (biçimi de) ona göre belirlenmektedir.

İkincisi, Türkiye’nin “milli ve manevi değerlerinin” ne olduğuna bu dernekler, vakıflar, tarikatlar, cemaatler ve AKP hükümeti mi karar verecektir?! Onlar bir üst otorite midir?! Bu odaklar bu yetkiyi nereden ve nasıl almaktadırlar?! “Milli ve manevi değerlerin” ölçütü nedir ve bunu kim, hangi yetkiyle, neye göre belirlemektedir?!

Türkiye’de, anayasa gereği, hiçbir yetki anayasanın tanıdığı yetkileri aşamaz ve o çerçevenin dışına çıkamaz! Eğer mutlaka “milli ve manevi değerlerden” söz edilecekse, bu değerler, toplum sözleşmesinin, yani anayasanın, temel ilkeleridir!
– Demokrasidir,
– laikliktir,
– sosyal devlettir,
– hukuk devletidir!
***
Dinci odakların kendi kişisel ve öznel “milli ve manevi değerlerini” ve kendi yaşam tarzlarını (biçimlerini), toplumun tamamına dayatmaları, faşizmdir, despotizmdir, diktatörlüktür.

Anayasanın 24. maddesinde açık bir biçimde; Türkiye’nin ekonomik, siyasi, hukuki, idari, sosyal yapısının kısmen bile olsa din kurallarına dayandırılamayacağı yazar.

Yasaklanması gereken, festivaller, kültür-sanat etkinlikleri ve konserler değil, dernek ve vakıf maskesi takarak, festivalleri,
kültür-sanat etkinliklerini ve konserleri yasaklatan
tarikatlar ve cemaatlerdir.

Yasaklanması gereken şey yasakçılıktır; festival, kültür, sanat, konser, müzik değildir.
***

  • Türkiye Cumhuriyeti, Afganistan, Suudi Arabistan, İran gibi
    bir şeriat devleti ve teokrasi değildir.

Bu nedenle Türkiye’de anayasa gereği festival, kültür, sanat, müzik, konser ve alkol yasak değildir.

Uyuşturucu kullanımı ise Türkiye’de genel bir sorundur ve bu sorunun nedeni festival, kültür, sanat, konser, müzik değil, uyuşturucu üretimini, kaçakçılığını ve ticaretini önleyemeyen güvenlik güçleridir. Ayrıca uyuşturucu kullanımı toplumun her kesiminde ve farklı kültürel yapılarda karşılaşılan bir sorundur.

Anayasal düzeni ve laikliği savunan dernekler ve vakıflar, nasıl ki Karl Marx’ın “Din halkın uyuşturucusudur” sözünden yola çıkarak, laikliğe aykırı olmayan dini faaliyetlerin ve hizmetlerin yasaklanmasını talep etmiyorlarsa, dini hizmet verdiğini iddia eden dernekler ve vakıflar da, insanların özgürlüklerine müdahale edemezler!

Ancak bu yasakçı zihniyetin aşılması için öncelikle, başta CHP yönetimi olmak üzere, muhalefetin bunları anlaması gerekir! Özgürlüklere sahip çıkan bir muhalefetin olmadığı yerde, iktidar özgürlükleri yasaklarla ortadan kaldırır!


Yazarın Son YazılarıTüm Yazıları
Festival ve konser yasakları14 Ağustos 2023
CHP Parti Programı7 Ağustos 2023
Ekrem İmamoğlu ve CHP31 Temmuz 2023

OLMAYACAK DUAYA AMİN DEMEK

Zeki Sarıhan
OLMAYACAK DUAYA AMİN DEMEK – Zeki SARIHAN Blog
13.08.2023

Bütün gelişmeler, Türkiye’de yeni bir rejim kurulmaya çalışıldığına işaret ediyor. Bu, gerçekte yeni değil, tarihte tanık olduğumuz eski bir rejimdir.

Batı toplumlarının gelişmesi karşısında devletin parçalanıp yıkılacağını anlayan Osmanlı aydınları Mithat Paşa, Namık Kemal, daha sonra askeri unsurların da (ögelerin de) katılmasıyla yeni Türkiye‘nin temellerini attılar. Buna bir hafiye rejimiyle direnen Abdülhamit devri tarihe karıştı.

Hiç kimse, Türkiye’de o sistemin geri geleceğini düşünemezdi. Nitekim Patrona Halil, 31 Mart 1909, Halifeliği geri getirmek isteyen 1925 Şeyh Sait karşı devrimci isyanları bastırıldı. Tarih geri döndürülemezdi.

Nitekim, politik düzenin kağşadığı (dağılmaya yüz tuttuğu) 2000’li yılların başlarında AKP, yalnızca “muhafazakâr demokrat” olduğunu söyleyerek iktidara geldi. Bugün uyguladığı programı savunmayı göze alamazdı. Ordu ve bürokrasinin ve laik kamuoyunun engeline çarpardı.

Bu nedenle önce bu engelleri bertaraf etmesi gerekiyordu. Ortağı Fethullahçı kalkışmayı bertaraf ederken parti devletini kurmaya da hız verdi. Bürokrasi, son atamalarda da görüldüğü gibi, artık AKP’nin bir aparatı (aygıtı) durumuna gelmiş, görece bağımsız yargı da tarihe karışmıştı.

  • Bu durum laik yaşamın gerçek koruyucusunun halk olacağını gösteriyor.

Bu gücüne dayanarak AKP,  gericilerin 200 yıldır rüyasını göremeyeceği elverişli koşullara kavuşmuştur. Kızıl Sultan Abdulhamit’in hafiye rejimini geri getirmeye soyunmuştur. Üstelik bunu sözüm ona halkın rızasıyla yapmaktadır.

  • Devletin kaynakları tarikatların kullanımına verilmiş, Diyanet örgütü de buna koşulmuştur. 

Ancak, Türkiye’de Abdülhamit rejimini diriltmeye olanak yoktur.

İktidar bu konuda boş bir hayal içindedir.

AKP’nin kültür politikalarının halkın laik yaşamında bir karşılığının olmadığı görülmektedir.

Kurslarda çocuklara giydirdiği sarık ve çarşaf, onun gönlünden geçen giyim tarzı ise de bunu yaygınlaştırmayı başaramayacaklar.

Bütün okulları imam hatipleştirmek de boş bir hayaldir.

Çekirge bir sıçramış, iki sıçramış, belli bir mesafe alabilmiştir. Üçüncü sıçrayışı her sınıftan Türkiye halkının yaşayışından kaynaklanan engelleme ile karşılaşacaktır. 

AKP yöneticileri olmayacak bir duaya amin demekle avunmaya devam etsinler… toplum bildiğini okur.

İslamo faşizmin kitle tabanı/ruhu

AKP ve İslamcı faşist koalisyonun, 14-28 Mayıs 2023 seçimlerini adil ve demokratik bir yarış ve siyasal mücadele sonucu kazanmadıklarını biliyoruz. Dahası, bu ülkede 2007-2008 döneminden sonra dürüst bir seçim yapılmadığı da açık bir gerçektir. Bu dönemden sonra yapılan her seçim sandık güvenliği, hile, oy hırsızlığı, yalan, iftira ve kara propaganda tartışmaları yaşanmadan yapılamadı. Yasaya açıkça aykırı olan mühürsüz zarflardan çıkan 1,5 milyon oy bile geçerli sayıldı.

Bu anlamda, 2007-2008 önemli bir kırılma noktasıdır. Öyle ki; gerici ve faşizan bir rejim kurma girişimine karşı en büyük ve kitlesel sivil direniş olan “Cumhuriyet Mitingleri” ile Türkiye’nin sarsıldığı, ancak liberal ve sol liberallerin desteği ile halkın direniş refleksinin lekelenerek kırıldığı bir dönemdir. Liberal ve dönek solcuların paha biçilmez katkılarıyla Cumhuriyetin kazanımlarını imha etmek için başlatılan Ergenekon soruşturmalarının “demokratikleşme” diye pazarlandığı yıllardır.

İşte bu tarihsel dönemeci, solun ve demokratik güçlerin aklıyla alay ederek aşan siyasal İslamcı hareket, devleti fethetmeye yöneldi. Ünlü “12 Eylül 2010 Referandumu” bu süreçte kritik bir rol oynadı. Artık iktidarın seçim yoluyla değiştirilmesi de neredeyse imkânsız hale getiriliyor, devletteki kadrolaşma ve kurumların ele geçirilmesi ile iktidar garanti altına alınıyordu. Batılı siyaset bilimcilerin “seçimli otoriter rejimler” dediği, siyasal rekabetin serbest, iktidar değişiminin âdeta demokratik yoldan imkânsız olduğu bir düzen kuruldu. Seçimin yapıldığı ama muhalefetin kazanmasının neredeyse yasak olduğu bir tezgâhtı kurulan. Muhalefet edebilir ama iktidar olamazdınız. Her şey, seçim kuralları bile, âdeta iktidarın, yani islamo-faşist hareketin ve koalisyonun kazanmasına göre ayarlanmıştı. Bu tezgâh 2010 yerel seçimlerinde olduğu gibi zaman zaman bozulsa da genel amaç tutturuluyordu. Bu tezgâh ancak siyasal cesaret ve devrimci bir tutum ile bozulabilirdi. Halktan, cumhuriyetin kazanımlarından ve insanlığın ilerici birikiminden yana net bir program ve siyasal cesaret ile… Bu da ana muhalefet partisinin liderliğinde, ona yön veren anlayışta maalesef yoktu.

Neredeyse Cumhuriyeti kurduğu için özür dileyecek bir anlayışla, gericiliğe karşı mücadele etmek mümkün değildir. Nitekim, 14-28 Mayıs 2023 seçimlerinin yarattığı moral yıkımının nedeni de, anlamı da buradadır. Yapılması gereken şey yerel seçimlerde ortaya konulan irade ve siyasal cesareti, ideolojik bakımdan da tahkim ederek ulusal ölçekte yaşama geçirmekti. Olmadı!

Kendi cephesinin entelektüellerini, gazetecilerini ve kitle önderlerini bile koruyamayan, bu konuda tereddüt eden bir muhalefet önderliğinden kimseye hayır gelmez.

Yukarıda söylenenleri akılda tutarak belirtirsek eğer; yani adil ve demokratik olmayan seçim ortamına, hile ve hurdaya karşın AKP’nin kitle desteği ve aldığı oy oranı, yine de toplum bilimsel bakımdan açıklanmaya muhtaç. Çünkü seçimleri gerçekte kaybettiğini varsaysak bile yüzde 30 bandının altına düşmeyen bir toplumsal desteğinin olduğu açık. Bunun nedenlerinin, bu toplum kesimlerinin, niteliğinin, ideolojik motivasyonlarının kültürel dokusu ve ruh halinin incelenmesi şarttır. Bir süredir yapmaya çalıştığım bu işi okuduğunuz yazıda biraz daha derinleştirmeye çalışacağım. Çünkü, bu kitlenin özelliklerini tarihsel-sosyolojik bir perspektiften (açıdan) irdelemeden, sosyo-psikolojik derinliğini çözümlemeden islamo-faşizme karşı esaslı ve sonuç alıcı bir mücadele yürütmek zordur.

MAZLUM-ZALİM DİYALEKTİĞİ

Siyasal İslamcı hareketin kitle desteğinin nitelikleri, AKP’ye verilen desteğin bütün olumsuz şartlarına karşın kararlılık kazanması, liberallerin yaratığı tuhaf bir “suçluluk kompleksi” ve entelektüel ortamın terörize edilmesi dürüst şekilde tartışılmadı. Veballeri büyüktür. Sonuçta yolunu döşedikleri cehennemin ateşi onların bir bölümünü de yaktı. Ama olan memlekete…

Mazlumluk ile zalimlik hiçbir zaman İslam coğrafyasında olduğu kadar geniş toplum kesimlerinin kolayca geçiş yapabildikleri iki tutum, birbirinin yerine geçebilen iki yüz olmadı. Bu nedenle mazlum-zalim diyalektiğini anlamadan islamo-faşizmin toplumsal desteğini, gericiliğin kitle ruhunu kavrayamayız.

  • AKP ve siyasal İslamcı hareket; toplumun en geri, en eğitimsiz, geleneksel kültürün etkisindeki en yoksul, mesleksiz ve sınıf bilincinden uzak kesimlerini toplumun kültürel merkezine, eğitimli kesimlerine, estetik anlayışı gelişmiş seçkinlerine (zengin değil) karşı kışkırttı.

Onların bu kesimlere karşı duyduğu kıskançlık ve öfkeyi ideolojik olarak besledi. Bu kesimlerin kenarda kalmışlık, dışlanmışlık, ülkenin nimetlerinden uzak kalmışlık duygularını istismar ederek, bu durumun asıl sorumlusu olan kapitalizm yerine, aydınlanma ve moderniteye karşı bir düşmanlığa dönüştürdü. Söz konusu kitle de zaten bu tutuma hazır bir çizgide duruyordu. Öyle ki, toplumda “eziklik” duygusu içindeki kesimlerin çağdaş yaşam alanlarına, akılcılığı ve bilimi esas alan çevrelere karşı tepkilerini –ki bu ilkel ve haklı olmayan, sınıf bilincinden uzak tepkilerdi– bir “intikam” ideolojisine dönüştürdü. Oysa toplumun eğitimli, meslek sahibi, Aydınlanma ve çağdaş yaşamdan yana kesimleri onların ne yoksulluklarından ne de ezilmişliklerinden sorumluydu. Kontrgerilla, 6-7 Eylül 1955’te azınlıklara karşı aynı özelliklere sahip kitleye karşı aynı ideolojik-kültürel motifleri kullanmıştı.

AKP ve İslamcı entelijansiya, söz konusu “ezik özne” üzerinden öyle yaygın bir ideolojik ve kültürel kampanya yürüttü ki; bir süre sonra “kutsal mazlum”dan acımasız ve saldırgan bir “zalim” yarattı. Gündelik siyasette “mağdurluk edebiyatı” denilen durum budur.

Kendisinden olmayana düşman gözüyle bakan, kin tutan, bu kini bir türlü dinmeyen ve iktidara gelince “sıra bizde” diyen karanlık ve cehalet içindeki mekanizmaları aracılığıyla bu zihniyet dünyası ve onun taşıyıcısı olan kitle, sürekli beslenerek yeniden üretildi.

Vasatın, niteliksiz olanın, liyakatsizliğin, kayırmacılığın, yağmacılığın ve servet açlığının saldırganlığı ve iktidarı ile karşı karşıya kaldı ülke. İyi ve nitelikli olanın elendiği, kötü ve niteliksiz olanın yükseldiği bir düzen kuruldu. Diplomasızların dönemiydi artık.

  • Ülkenin 200-250 yıllık bir modernleşme, aydınlanma ve rasyonalite (akılcılık) sürecinin ve deneyimin ürünü olan kurumsal yapısı, bir bedevi saldırganlığı ve yağmacılığı ile imha edildi.
  • Ülke geriye savrulmaya ve statü yitirmeye başladı.

Yağma ve talana dayalı bir ilkel sermaye birikimi yöntemiyle İslamcı-muhafazakâr bir sermaye sınıfı oluştu.

Toplumda derin bir eşitsizlik, gelir ve servet adaletsizliği gelişti. İslami bir oligarşi meydana geldi ve ülkenin kaynaklarına el koydu. Din ve “kutsal mazlumluk” söylemi üzerinden bu tablo için rıza üretildi.

Yalana, çarpıtmaya ve ideolojik hileye dayalı yeni bir tarih anlayışı ve okuması geliştirildi. Günümüzün “ezik öznesi” o görkemli tarih ile avutuldu ve o tarih üzerinden sanal ve mistik hedefler konuldu. Kutlu dava hedefe ulaşırsa herkes istediği ve hakkı olan şeyi alacaktı. Ancak henüz “kâfirlerin”, “vesayetçilerin” ve “halka yukarıdan bakan” seçkinlerin kökü kurutulmamıştı.

Oysa sözü edilen kesimlerin neredeyse canı çıkmıştı. Dışlanan, ezilen, hakaret edilen, hapse atılan onlardı. Eziklik kompleksi ve ilkel intikamcılık öyle kışkırtılmıştı ki dinmek bilmiyordu.

Yoksullar, efendilerinin iktidarı için “kutsal kurbana” dönüşmüştü.

Bu arada ülke çöküyor, kendisini çevirecek rezervleri tükeniyordu. Yağma ve talan ekonomisinin sonucu olan derin ve yıkıcı bir ekonomik kriz, ülkeyi kasıp kavuruyordu.

Devrimci ve sosyalist hareketin, gerek 12 Eylül 1980 darbesi gerekse 1990’da dünyada gerçekleşen ve sonuçlarını hâlâ yaşadığımız büyük geriye savrulma sonucu devreden büyük ölçüde çıkmasının sonuçları da çok ağır oldu. İnsanlık, çıkan bu maliyeti hâlâ karşılayabilmiş değil. Sosyalistlerin güç yitirmesiyle, ülkenin yoksulları ve düzenin mazlumları siyasal İslamcıların ajitasyonuna açık ve korumasız hale geldi. Böylece, söz konusu kitle sınıfsal bir perspektif (bakış) kazanamadı. Dolayısıyla özgürlük, demokrasi ve eşitlik mücadelesinin bir parçası ve öznesi de olamadı. İslamo-faşizmin kıyıcı ve hoyrat kitle tabanına dönüştü.

“Kutsal mazlumluk” kutsal zalimliğe evrildi.

Durum sosyolojik bakımdan İspanyol yazar Ortega Gasset’in önemli kitabı “Kitlelerin İsyanı” çalışmasında ortaya attığı “vasatın iktidarı” durumundan daha farklı ve derin bir yıkıcılığa sahiptir. Çünkü, esas olarak İslam’ın ortaçağına ait değerler dünyasına yaslanan ilkel bir saldırı, imha edici bir düşmanlık söz konusudur.

Taliban’ın büyük bir ülkede iktidar olduğu İslam dünyasında, aydınlanma ve modernitenin zamanını dolduran tarihsel ve toplumsal projeler/aşamalar olduğunu savunmak ahmaklıktır.
***
TELE1 İzleyici Hattı
Yazarın Son Yazıları
13 Ağustos 2023 Pazar – İslamo faşizmin kitle tabanı/ruhu
6 Ağustos 2023 Pazar – Yenilginin ve değişimin anatomisi
30 Temmuz 2023 Pazar – Tarihin çağrısı ve cezası
24 Temmuz 2023 Pazartesi – Değişimin yönü ve CHP
23 Temmuz 2023 Pazar – Silivri’de de hayat sürüyor
Yazarın Tüm Yazıları

Laikliği savunma hattındaki manzarayı net görelim

Zülal Kalkandelen
Zülal Kalkandelen
zulal.kalkandelen@cumhuriyet.com.tr

Haber Cumhuriyet Ankara Bürosu’ndan…

“Nur Cemaati bağlantılı Suffa Vakfı’nın müfredatına ‘Said Nursi’ kitaplarını koymasının ardından, aynı vakfın kız çocuklarına da Hayrunnisa Hanım Eğitim Merkezi’nde ‘özel eğitim’ verdiği belirlendi. Karma eğitimi hedef alan merkez, tanıtım bilgilendirmesinde kız çocuklarının ‘İslami bir ortamda eğitim alacağını, toplum ile iç içe olmayıp yatılı okuyacaklarını ve ayda bir ev izni kullanacakları’ bir eğitim göreceklerini belirtiyor.

Merkezin, tanıtım açıklamasında ‘Erkekler ve kızları bir arada tutmak, onların içinde bulunan olumsuz duyguların açığa çıkmasına neden olur’ ifadesi yer alıyor.”

Türkiye’deki siyasal kaosun (karmaşanın) ve günlük yaşamın sorunlarının içinde yitip  giden bu tür haberler, eğitimin hızla gericiliğe teslim edilişinin belgeleri.

GERİCİLİĞE KARŞI SİYASAL PARTİLER NE YAPIYOR?

CHP’nin laikliği savunmayı epeydir rafa kaldırdığı malum. Ancak toplumda büyük tepki çeken bir olay olursa, birisi beyanat (demeç) veriyor ve konu kapanıyor. Bu arada medrese sistemini hortlatan Diyanet Akademisi Yasası gibi tekliflere destek verip Tekke ve zaviyeleri kaldıran yasa kadük oldu” diyen milletvekilleri de çıkıyor.

İYİ Parti, görünüşte Cumhuriyetin kazanımlarını sahiplenmiş gibi yapsa da Meral Akşener’in Necip Fazıl Kısakürek’i saygıyla andığı, Grup Başkanvekili Erhan Usta’nın İsmailağa Cemaati’nin kadın düşmanı şeyhi hakkında, “Ömrünü İslama adamış” diyerek övgüde bulunduğu bir parti.

Ali Babacan’ın DEVA Partisi ile Ahmet Davutoğlu’nun liderlik ettiği Gelecek Partisi, her ne kadar “demokrasi” vaat etseler de siyasal İslamcı yaklaşımlarını birçok kez ortaya koymuş, tarikatlar ve cemaatlerle dirsek teması içinde olan partiler. “İyi tarikatlar vardır” diyen Temel Karamollaoğlu’nun Saadet Partisi de laikliğe karşı söz ve tavırlarıyla onlarla aynı çizgide. Demokrat Parti Genel Başkanı Gültekin Uysal ise Said Nursi övgüleri medyaya yansımış bir politikacı.

Gerici ve Cumhuriyet düşmanı Şeyh Saitten “büyük bir Kürt âlimi” olarak söz eden, Cumhuriyet düşmanı ve Atatürk’“deccal” diyen Said Nursi’yi etkinliklerinde anan HDP’nin ve onun devamı olan Yeşil Sol’un laiklik konusundaki tutumu da ortada. İşlerine gelince “laiklik” deseler de pragmatik yaklaşımlarla etnik kimlik ve inançlara özgürlük çerçevesinde liberal siyaset çizgisi ile buluşuyorlar.

Millet İttifakı’nın Ortak Politikalar Mutabakat Metni gibi Emek ve Özgürlük İttifakı’nın kuruluş bildirisinde de laiklik mücadelesine hiç yer verilmemesi, bu ittifakların Türkiye’nin en önemli sorunu olan dinci gericiliğe karşı teslimiyetlerini ortaya koyuyor.

Zafer Partisi ne durumda derseniz? Bugün “laikliği milli birliğin siyasal güvencesi” olarak gördüğünü söyleyen Ümit Özdağ’ın, 2006’da Vakit gazetesine verdiği bir röportajdaki görüşlerini açıklaması gerekir. Şöyle demiş orada:

  • “MHP’nin mevcut yönetimi uzun zamandan bu yana Türk-İslam anlayışını terk etmiş, laiklik konusunda CHP’nin laiklik yaklaşımına benzer bir duruş sergilemeye başlamıştır. Bunu tabanın benimsemesi söz konusu olamaz ve benimsememektedir. Zamanında Türkeş tarafından Ülkü Ocakları’nda İslam eğitimine çok önem verilirdi; şimdiki MHP yönetimi bunu yapmamaktadır.”

Türk-İslam sentezi, Cumhuriyet Devrimi’nin getirdiği laiklik anlayışının antitezidir; laiklik karşıtlığı üzerinden İslamcılığın pompalanmasının da aracıdır.

PES ETMEYECEĞİZ, DİRENECEĞİZ!

Türkiye İşçi Partisi, Erkan Baş’ın ağzından “laikliğin TİP için bir kırmızı çizgi” olduğunu ifade eden ve bu konudaki ciddiyetini ortaya koyan bir parti. Ancak Emek ve Özgürlük İttifakı ile kurdukları ittifak yüzünden bu durum sorgulanmaya açık bir hale geldi.

  • Tarikat ve cemaatlerle kol kola girenlerle demokrasi savunulamaz. 

Bugün laiklik mücadelesini temel politikalarından biri olarak benimseyen partiler arasında Sosyalist Güç Birliği’nde yer alan partiler; Halkın Kurtuluş Partisi, Memleket Partisi, Yenilik Partisi var ama hiçbirinin TBMM’de temsilcisi yok. Ama zaten TBMM’deki çalışmaların tümüyle iktidarın güdümünde ilerlediğini yıllardır yaşayarak gördük.

  • Demek ki laiklik mücadelesi, Meclis dışındaki siyasal partilerin ve
    demokratik toplum örgütlerinin çabasıyla verilecek.

Cumhuriyetin 100. yılında, onun temel ilkelerinden biri olan laikliği savunma hattındaki durum budur. 

Pes etmek, teslim olmak yok!


Yazarın Son YazılarıTüm Yazıları

ENFLASYONU PRATİK HESAPLAMAK !

Prof.Dr.rer.nat. D. Ali ERCAN
(Çekirdek fiziği uzmanı)
ADD Bilim Kurulu Başkanı

Değerli arkadaşlar, 

Enflasyon, “Hizmet ve ürünlerin piyasa fiyatının birim zaman içindeki artış oranı” olarak tanımlanıyor kabaca… ‘Kabaca’ dedim, çünkü farklı tüketim gruplarının arz/talep oranları (sunu/istem dengeleri) doğal olarak farklıdır.

– Tüketim ürünlerinin yerel veya ithal (dışalım) oranı,

– Ulusal üretim hacmi (oylumu),

– Ulusal paranın küresel piyasada değer karşılığı (satınalım gücü-PPP)

enflasyonu belirleyen etkileşimli (interaktif) etmenlerdir.

Ulusal paranın değer yitimi devalüasyon (d) ve enflasyon (e) arasında

(1-d) x (1+e) = 1 bağıntısı vardır…

Örneğin paranın %20 değer yitimi

(1-0,2) x (1+e) = 1; (1+e) = 1/0,8 = 1,25; %25 enflasyona karşılık gelir.

***
Türkiye’de artık hayvan yeminden gözlük camına…. A’dan Z’ye, hemen her tüketim ürünü ithal ediliyorsa veya aynı ürünün yerlisi ithal (dışalım) fiyatına satılıyorsa, enflasyonu hesaplamak için külfetli işlere, örneğin “tüketim sepeti” istatistiklerine gerek duymadan şu 3 faktör (etmen) yeterli olacaktır :

– Dövizin ulusal para karşılığındaki değişim oranı,
– Dövizin birim zaman içindeki değer yitiği ve
– Ürünün Arz/Talep oranındaki (sunu/istem dengesindeki) değişimi (tarımsal ve endüstriyel üretim)

Bu son etmeni hesaplamak biraz zor olabilir. Örneğin tarımda, sebze – meyve üretimi geçen yıla göre artmış, ama taze meyve – sebze ihracatı (dışsatımı) da artmış olabilir (ağırlıklı olarak, göçmenlerle nüfus artış etkisini de unutmayalım)… Sonuçta pazarda talebe (isteme) oranla daha az ürün olabilir, fiyatlar yükselir.

Bir örnek olarak 11 Ağustos 2022 – 11 Ağustos 2023 arası 1 yıllık enflasyonu hesaplayalım :

– 17,95 TL olan 1 Dolar 27,05 TL oldu;

– Doların 1 yıldaki değer yitimi %3,1 oldu; (AS: ABD’deki enflasyon)

Üretim düşüklüğü ve nüfus artışı nedeniyle piyasadaki “arz eksikliği” de en azından ~%10 dur (net üretim düşüşü dışında, stokçuluğun yarattığı yapay ‘arz düşüşü’ de ayrı bir sorundur). Bu durumda Türkiye’nin son bir yıllık Enflasyonu en az

(27,05/17,95) x 1,030 x 1,10 = 1,70 –> % 70 tir.

  • Türkiye “yüksek enflasyonlu ülkeler” sıralamasında,
    ne yazık ki ilk 10 ülke arasındadır!!!

100. kuruluş yılını kutlayacak bir ülke için çok acı bir tablo !

Sevgilerimle.æ
________________________________
Not : İki uçtaki TÜİK ve ENAG verilerinin geometrik ortalamasını alacak olsak, herhalde yaklaşık bizim bulduğumuz değeri verecektir!

Askeri Sağlık Sisteminin Kaldırılması

Sarıkamış. Dersleri. Yılmadan Yorulmadan Dr. Cihangir Dumanlı - PDF Free DownloadDr. Cihangir Dumanlı
Em. Tuğgeneral
Hukukçu, Uluslararası İlişkiler Uzmanı

Bu bölümde incelediğimiz konular TSK’nin gücünü ve saygınlığını azaltarak ulusal güvenliğimizi olumsu etkileyen hususlardır. Ancak askeri sağlık sisteminin kaldırılmasının bunun yanında insancıl bir boyutu da bulunmaktadır. AKP iktidarınca kaldırılan Askeri sağlık sistemi, güvenliğimiz için büyük özveri ile çalışan askerlerimizin yaşamı, sağlığı ve morali (savaşma azim ve iradesi) ile doğrudan ilgilidir.

Askeri sağlık sistemi, art arda gelen savaşlarda cepheden cepheye koşan Osmanlı ordularının ihtiyacından kaynaklanmış, Türk tıbbının gelişmesinde öncü rol oynamıştır. Gülhane Askeri Tıp Akademisi’nin (GATA) temeli 1898’e dayanmaktadır.

Askeri tıbbiye öğrenceleri ve tıbbiyeli subaylar, Mülkiye ve Harbiye ile birlikte 20. yüzyıl başlarında Türk aydınlanmasının temelini atmışlardır. Bu nedenle karşı devrimciler ve irticacılar ileri görüşlü, aydın askeri tıbbiyelilerden hoşlanmazlar.

Askeri sağlık sistemi hain FETÖ darbe girişiminin hemen ardından kaldırılmıştır. 31 Temmuz 2016’da yayınlanan 669 no’lu Kanun Hükmündeki Kararname’nin (KHK) 106. maddesinde şöyle denilmektedir :

  • Gülhane Askeri Tıp Akademisine bağlı eğitim hastaneleri ve Türk Silahlı Kuvvetleri Rehabilitasyon ve Bakım Merkezi ile asker hastaneleri, dispanser ve benzeri sağlık hizmet birimleri ile Jandarma Genel Komutanlığına ait sağlık kuruluşları her türlü hak ve yükümlülükleri, alacak ve borçları, sözleşme ve taahhütleri, taşınırları ve taşıtlarıyla birlikte, Sağlık Bakanlığına devredilir ve bunlara tahsisli taşınmazlar Sağlık Bakanlığı’na tahsis edilir… Gülhane Askeri Tıp Akademisine bağlı yükseköğretim birimleri her türlü hak ve yükümlülükleri, alacak ve borçları, sözleşme ve taahhütleri, taşınırları ve taşıtlarıyla birlikte, Sağlık Bilimleri Üniversitesine devredilir.

Bu düzenleme ile dünyanın bütün silahlı kuvvetlerinde var olan, bizde de 1898’den beri asker hekimler yeniştiren Askeri Tıp Akademisi askeri olmaktan çıkarılmış, Türkiye’nin her yerinde ordu ve kolordu bölgelerindeki askeri hastaneler de askeri olmaktan çıkartılmış, askeri sağlık sistemi ortadan kaldırılmıştır. Buna paralel (koşut) olarak tüm askeri sağlık sistemini yöneten Genelkurmay Başkanlığı’na bağlı, başında bir tabip general olan TSK Sağlık Komutanlığı da lağvedilmiş (kaldırılmış), işlevleri MSB’ye devredilmiştir.

Bu düzenlemeler ile halen pek çok cephede silahlı mücadele veren Türkiye, NATO içinde askeri hastaneleri olmayan tek devlet durumuna getirilmiştir.

Askeri sağlık sistemi ülkenin güvenliğini sağlayan TSK çalışanlarının aileleri ile birlikte sağlıklarını koruyan ve tedavilerini (sağaltımlarını) yapan bir sistemdir. Sağlıklı asker güçlü ordu, güçlü ordu güçlü devlet demektir. Askeri sağlık sistemi barışta ve savaş veya silahlı çatışmalarda aşağıdaki gibi işletilir(di):

Barışta:

Her Birlikte kıta tabipleri hasta ve yaralılara ilk müdahaleyi yaptıktan sonra, kendi olanaklarını aşan vakaları (olguları) bölgelerindeki askeri hastanelere sevk eder. Hastaların tedavilerine (sağaltımlarına) burada devam edilir, gerekirse merkezi konumda olan daha donanımlı mevki hastanelerine veya Gülhane Askeri Tıp Akademisi’ne (GATA) sevk edilirler(di).

Savaş veya silahlı çatışmalarda:

Yaralanan askerlerin tedavileri (sağaltımı) Kara Kuvvetlerinde “takım yaralı yuvasında” ilk yardımdan başlayan tabur düzeyinde sıhhiye takımlarında doktor müdahalesi ile; tugay seviyesinde sıhhiye bölüklerin kurduğu sıhhi yardım istasyonları ile devam eden ve en donanımlı askeri hastaneye dek uzanan sıhhi tahliye ve tedavi zinciri içinde yapılır(dı). Yurt dışı operasyonlarda harekât alanında kurulan seyyar cerrahi hastanelerin kendi hekimleri tarafından veya  gerekirse yurt içinden askeri uçakla gönderilen askeri hekimler tarafından acil ameliyatlar yapılır veya yaralılar askeri ambülans uçakla GATA’ya tahliye edilir(di).

Askeri sağlık sistemi ordunun ihtiyaçlarına göre örgütlenmiş ve donatılmış sağlık tesislerinde, özel eğitim görmüş askeri hekimler ve askeri sağlık personeli tarafından çalıştırılır(dı).

Askeri hekimlik özel bir uzmanlık ve deneyim ister. Özellikle ateşli silah yaralanmaları, bazı organların kesilmesi, askeri hijyen; Nükleer, Biyolojik ve Kimyasal NBC silahlara karşı savunma, pilotların uçuş muayeneleri, harp psikiyatrisi gibi konularda askeri hekimler uzmanlaşmıştır. Askeri tıp konularında GATA’da bilimsel altyapı oluşturulmuş, TSK bünyesinde uzun yıllara dayalı deneyim ve bilgi birikimi sağlanmıştır. Bu konularda sivil üniversiteler ve hastaneler askerler kadar yeterli bilgi ve deneyime sahip değillerdir.

Ayrıca askeri hekimler asker olduklarından, birliklerin gittiği yurt içi veya dışındaki her yerde TSK’nın bir unsuru (ögesi) olarak görev yaparlar. Kore’de, Kıbrıs’ta ve iç güvenlik harekatında askeri sağlık personeli ve doktorlar bizzat cephede görev yapmış pek çok şehit ve gazi vermişlerdir. Yeterli askeri eğitim almamış sivil doktorları cepheye sürmek hem tedavi hizmetini aksatır hem onların da can güvenliğini tehlikeye atmak olur. Askerler gerektiğinde yurt dışında da seyyar cerrahi hastaneleri kurup işletirler. Bakanlığa bağlı sivil doktor ve sağlık personelinin yurtdışı görevlendirilmeleri, oralarda seyyar cerrahi hastaneler kurup çalıştırmaları askerler kadar kolay olamaz.

Askeri sağlık sistemi kaldırılınca özellikle yurt dışı operasyonlarda sorunlar yaşanmaktadır. Bunun en açık göstergesi son zamanlarda verilen şehit haberlerinin “Kaldırıldığı hastanede kurtarılamayarak şehit olmuştur” ifadesi ile bitmesidir. Örneğin Suriye’de veya Irak’ta yaralanan bir asker yurt içindeki en yakın devlet hastanesine sevk edilmekte, burada harp cerrahisi deneyimi olmayan sivil doktorlar tarafından tedavi edilmektedir. Sınır ilçelerimizdeki devlet hastanelerinde genel cerrah, beyin cerrahı, ortopedist gibi uzmanlar ya yeteri kadar bulunmamakta ya da deneyimsiz uzmanlar bulunmaktadır. Askeri sağlık sistemi bozulmamış olsaydı kurtarılabilecek askerlerimiz, bu sistemin kaldırılması yüzünden şehit olmakta veya ömür boyu engelli kalmaktadır. Bu durum askeri sağlık sistemini kaldıranlara insani ve vicdani bir sorumluluk yüklemektedir. Askeri sağlık sisteminin kaldırılması, kendi çocuklarını askere göndermeyen yöneticiler için kolay verilebilecek bir karadır.

Birinci Dünya Savaşında özellikle Çanakkale’de ve Sarıkamış’ta verilen büyük zayiatın en önemli nedeni, etkili bir sağlık sisteminin cepheye kadar götürülmemesidir.

Askeri sağlık sistemi savaşan askerlerimizin morali bakımından da önemlidir. Cephede yaralanan arkadaşlarının iyileşip birliğine katılması, öbür askerlerin moralini ve güvenini yükseltir, aksi halde şehit haberinin gelmesi moral bozucu bir etki yaratır. Savaşı şehitler değil, yaşamda kalanlar kazanır.

TSK Fizik Tedavi ve Rehabiltasyon Merkezi

Ankara Bilkent’teki bu merkez dünyadaki benzerleri arasında ön sıralarda yer alan bir sağlık kurumu idi. Bu kurum 1995 yılında TRT’nin açtığı “Mehmetçikle Elele” kampanyası ile halkın parası ile kurulmuş, öncelikle TSK mensubu gazilerin tedavilerini yapmakta idi.

Bu merkezin TSK’den alınıp Sağlık Bakanlığına bağlı bir hastaneye (gaziler fizik tedavi hastanesine) dönüştürülmesi sonucunda fizik tedavi ihtiyacı olan sivil hastalar da (örneğin trafik azasında yaralanan siviller) kabul edilmekte, TSK mensubu gazilerin tedavileri eskiden olduğu gibi öncelikle ve etkinlikle yapılmamaktadır. Burada “terör gazisi”  “15 Temmuz gazisi” ayırımının yapılması terör gazisi askerleri üzmektedir.

TSK Özel bakım merkezleri

Bu kurumlardan emekli ve bakıma muhtaç TSK personeli ile yakınları yararlanmaktadır. Ancak bakım merkezleri de eskiden bağlı oldukları TSK Sağlık Komutanlığından alınarak MSB’ye bağlanmış, kurum içindeki kimi kadrolara askerler yerine siviller atanmıştır.

Özel bakım merkezlerinin eskiden olduğu gibi TSK Sağlık komutanlığı bünyesinde askerlerce işletilmesi, sağlık sisteminin bütünlüğü ve etkinliği açısından gerekli ve önemlidir.

Askeri sağlık sistemini kaldıran 669 sayılı KHK hain FETÖ darbe girişiminden hemen sonra ve bu girişime tepki olarak çıkarılmıştır. Askeri sağlık sisteminin kaldırılmasının yeni bir darbe girişiminin önlenmesi veya FETÖ hain darbe girişimine tepki gösterilmesi ile ilgisi açıklanamamıştır. Uzun yıllar devam etmiş, oturmuş ve pek çok can kurtarmış bir sistemi kaldırmanın amacı ne olabilir?

İçine FETÖ unsurları sızan bir kurumu kapatmak veya bağlantısını değiştirmek yanlıştır. Hukuk devletinin yapması gereken kurumları toptan bozmak değil, sorumluları bulup yargı önüne çıkartmaktır.

Hain darbe girişimine salt askeri doktorlar değil, sivil doktorlar, savcı ve yargıçlar da katılmışlardır. Aynı düşünce ile öbür tıp fakültelerinin de Sağlık Bakanlığı’na, hukuk fakültelerinin Adalet Bakanlığı’na bağlanması gerekirdi. Bunlar yapılmayıp, yalnızca GATA’nın Genelkurmay’dan alınarak üniversiteye bağlanması FETÖ bahanesi ile askere bir darbe daha vurmak istendiğini göstermektedir.

Öneri

Askeri sağlık sistemini kaldıran 669 sayılı KHK iptal edilmeli, en kısa zamanda 2016 yılı öncesi sağlık sistemi yeniden kurulmalı,  TSK fizik tedavi ve bakım merkezi ile özel bakım merkezleri Genelkurmay Başkanlığı’na bağlı Sağlık Komutanlığı’na bağlanmalıdır.