Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

HABER ASİ TV KONUŞMAMIZ..

Dostlar,0

02 Şubat 2022 günü gece 22:00 – 23:05 arasında Gazeteci Çağlar Ertürk‘ün konuğu olduk. Sn. Ertürk HABER ASİ adlı bir yayın organı yöneticisi (www.haberasi.com).

Kovit-19 salgınının özellikle ülkemizde geldiği ÜRKÜTÜCÜ aşamayı çok kapsamlı olarak irdeledik. 02 Şubat 2022 günü salgın yönetimi ayrıca ÜRKÜTÜCÜ..

  • 110,687 yeni olgu ve 210 ölüm!

Sağlık Bakanı Dr. Koca rüyalar aleminde.. hala “endişelenmeye mahal yok” diyebiliyor!!?? Hiçbir toplumsal sınırlama yok, toplum bağışıklığı %30’larda, 13 Ocak 2021’den bu yana 1 yıldır aşı yapılmakta bu ülkede oysa. Bir de kalkıp, asla bilimsel olarak aşı olmayan (TURKOVAC) bir “aşı adayı“nı (sıvıyı!) teşvik edebiliyor..

Salgının başından beri (Türkiye’de 11 Mart 2020) yaklaşık 2 yılda toplam olgu sayısı 11,8 milyon, ölümler ise 88 bine dayandı, “resmi” indirgenmiş – makyajlanmış verilerle! Çok büyük ölçüde ve uzun süre toplumsal ruh sağlığını zedeleyen bir travma bu salgın. Sosyal psikolojide olumsuz etkileri çok ağır ve uzun süreli.

Haber Asi’nin yukarıdaki duyuru posterinde gösterilen sosyal medya hesaplarında canlı yayınlandı konuşmamız. Aşağıdaki erişkeler (linkler) tıklanarak izlenebilir.

https://twitter.com/tarafsizhaber05/status/1488950684875571202?t=ESS8LBmZq4d2TCNZzURsng&s=19

https://fb.watch/aWzJOPmUYg/

Youtube’a da yüklendiğinde burada erişkeyi (linki) paylaşacağız.

Bilgi ve ilginize sunarız.

Sevgi ve saygı ile. 03 Şubat 2022 (Güncelleme : 17:17)

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
​Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (​Mülkiye​)​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter : @profsaltik

Sağlık Bakanının Salgınla İlgili Kehanetleri (!?)

Dostlar,

30 Ocak 2022 Pazar günü (bu gün) 2 TV konuşmamız olacak.. İlki saat 11:00’de, ARTI TV‘de Sn. İbrahim Mayda’nın konuğu olacağız.. / OLDUK.


https://youtu.be/RicNs3Ga7Xw?t=373
https://youtu.be/RicNs3Ga7Xw

*****
İkincisi ise yine 30 Ocak 2002 Pazar günü (bu gün) saat 22:00’de TELE1‘de. Sn. Fatih Ertürk’ün konuğu oluyoruz.

Sağlık Bakanı Dr. Koca, son2 gündür “çok ilginç” demeçler vermeye başladı!? Acaba bilimsel gerçekler öyle mi? Dr. Koca aşağıdaki sözleri söyledi :

  • “Artan vaka sayılarının sizi ürkütmemesini Sağlık Bakanınız olarak en yüksek sesle söylüyorum.. vaka sayısındaki rekora rağmen, endişe etmeyiniz. Hastalık eski günlerindeki gücünde değil.”

Üstelik kovit-19 sınırlamalarını kaldırma ile övünüyor Sayın Bakan!? Koronavirüs salgınında, Omicron varyantının da etkisiyle Ülkemizde olgu sayıları rekorlar kırarken, Sağlık Bakanı Dr. Koca,

  • Artan vaka sayılarının sizi ürkütmemesini Sağlık Bakanınız olarak en yüksek sesle söylüyorum, endişe etmeyiniz, hastalık eski günlerindeki gücünde değil.” savını ileri sürmekte. (Basın, 29.01.22)

Sağlık Bakanı Dr. Koca, daha da ileri giderek;

  • Grip olan vatandaşlarımızın sayısını günlük olarak ilan etsek benzer manzaralarla karşılaşacağız. Gripten kaybettiğimiz vatandaşlarımızın sayısını günlük olarak açıklasak salgından farklı olmadığını göreceğiz. Müsterih olunuz, en kötü günler geride kaldı” dedi.

Dr. Koca’ya, Halk Sağlığı Uzmanı meslektaşımız Prof. Dr. Kayıhan Pala haklı olarak tepki verdi. Dr. Pala’nın tepkisine ve bizim Sn. Bakana yanıtımıza – uyarılarımıza ve R.T. Erdoğan’a çağrımıza dünkü yazımızda yer verdik :

Prof. Pala, “Ölüm sayıları artarken endişelenmemek elde değil, hele Epidemiyoloji bilenler için… Bir Sağlık Bakanı için tarihe geçecek bir açıklama maalesef” diyerek çok yerinde tepkisini dile getirdi.

Yine değerli meslektaşımız Prof. Dr. Mehmet Ceyhan da dün (29.1.22) günü konuya ilişkin açıklama yaptı (Mehmet Ceyhan’dan Sağlık Bakanı Koca’nın açıklaması tepki çekti: Ciddi sonuçlar doğurabilir (cumhuriyet.com.tr) :

  • Gerçekten endişeye gerek yok mu? ‘Endişeye gerek yok, virus eski gücünde değil’ şeklinde açıklamalar ve önlemlerin kaldırılması ciddi sonuçlar doğurabilir:

1) Hukuki sorunlar: COVID 19 ölümleri önlenebilir ölümlerdir. Aşı önerdik ama yaptırmadı demek, kısıtlamaları kaldırmanın doğurduğu sonuçları ortadan kaldırmaz. Önceki yıllara ait; aşı olmadığı için hayatını kaybettiği veya sakat kaldığı iddiasıyla kişiler ve aileleri tarafından açılmış çok sayıda tazminat davası vardır. Sağlık Bakanlığı’nın ve Bilim Kurulu’nun Hukuk Kurulu’ndan görüş alması uygun olacaktır.
2) Etik problemler: Salgını kendi haline bırakmak, alınabilecek bütün önlemleri almamak her gün 200 ölüme ve yaşayanlarda çok sayıda sakatlığa yol açmaktadır. Ekonomik ve sosyal gerekçeler, sağlığın önüne konamaz. İnsanlığın birinci hakkı sağlıklı yaşamaktır. Kaldı ki, salgın ortamında önlemleri azaltmak ekonominin düzelmesine olumlu katkıda bulunmaz.
3) Ekonomik problemler: önlemleri azaltıp, salgınla hastanelerde savaşmak, önlemleri artırıp hasta sayısını azaltmaktan çok daha pahalı bir yöntemdir.
4) Tıbbi problemler: Omicron geçirenlerde uzun sürede hangi sorunların ortaya çıkacağını bilmiyoruz. Ciddi kalp damar ve sinir sistemi sorunları gelişebilir.
5) Epidemiyolojik problemler: Omicron’un son varyant olduğunun ve salgının toplumsal bağışıklık oluşturacağının garantisi mi var? Bazı ülkelerde vaka sayılarının azalmaya başlaması salgının biteceğini göstermez. Şimdiye kadar 4 dalga yaşadık. Her dalganın bir iniş kolu vardı. Pandemi bitiyor dediler, bitti mi? Yaz geliyor, bitiyor dediler, bitti mi?. İki kez aynı virusla, iki kez de yeni varyantlarla dalgalar yaşandı. Virusun bulaşını bu kadar kolaylaştırırsak, yeni varyantların gelişmesi de kolaylaşacaktır.
6) Pandeminin geleceği ile ilgili problemler: Vaka sayısının saptayamadıklarımızla birlikte çok yüksek olduğunu, ancak virusun kalıcı bağışıklık bırakmadığını biliyoruz. Pandemi devam ettikçe halka moral vermek için durumun iyi olduğunu söylemek insanların daha uzun süre hastalıkla ve ölümle birlikte yaşamasına, yakınlarının kaybına, endişeyle beklemelerine yol açmaktadır. Umarım bu yaklaşımı yeniden değerlendiririz.
***
29 Ocak 2022 günü salgın verileri şöyle :

94,783 yeni kovit hastası tanısı kondu ve 174 insanımız bu hastalıktan öldü; 29 Ocak 2022 günü. Yeni hasta sayısı, salgının Türkiye’de de başladığının ilan edildiği 11 Mart 2020’den bu yana en yüksek sayı. “İyileşenler” –yeni yönerge ile 7 gün sonunda, PCR testi yapılmadan tüm hastalar “iyileşti” kabul edilerek havuzdan çıkarılıyor olmasına karşın- yeni tanı alanları aşıyor. Halen hasta havuzunda 615,240 hasta var. Olgu ölüm hızımız dünya genelinde %2 ve sabit, Türkiye’de ise düşmekte, %0,8! Tanrı Türk’ü kayırıyor olmalı ya da güncel terimlerle “pozitif ayrımcılık uyguluyor” ne hikmet ise?! Kritik durumda olan hasta sayısı da 1128 olarak sabit!?

Günlük ölüm sayısı (174!) ve toplam ölümler (87,045), “resmi” verilerle belki de gerçeğin 1/10’u olsa bile, yabana atılacak gibi değil!? Ama Bakan. Koca, nedense, hiç kimsenin yapamadığını yaparak çok iyimser ve çok emin konuşmakta!? Oysa Dünyada böylesine net beklentiler yok. Pek çok ülke yeni kısıtlar getirmekte, HonKong’ta okullar kapatılmakta, Yeni Zelanda’nın genç, kadın başbakanı düğününü ertelemekte, zorunlu aşı uygulamaları başlamakta, Jamaica’da, Çin’de 10 milyon nüfuslu bir eyalette tam kapanma var.. DSÖ, Avrupa nüfusunun yarısının 6-8 hafta içinde hastalığa yakalanabileceği uyarısı yapmakta ve Omicron’un alt varyantı BA.2 ortaya çıkmakta 40’ı aşkın ülkede..

  • Salgın süreci gerçekte hala oldukça kritik ve pek ok bilinmezliklerle dolu..

Ne var ki, biz Türkiye’de toplum bağışıklığı oranını bile bilmiyoruz. Kime “tam aşılı” deneceği belirsizleşmiş, günlük tabloda verilen aşılama sayıları anlamsızlaşmıştır. Oysa Bakan Koca, dün de yazdığımız üzere, “Kendi gücümüz TURKOVAC var… ” diye cüretle ekleyebilmekte!?

  • Oysa elde bilimsel anlamda bir yerli aşı yok!
  • TURKOVAC henüz, kesinlikle bilimsel standartlara göre AŞI DEĞİL!

Dehşet vericidir, Sağlık Bakanının özellikle bu son sözleri!

Türkiye’de Halkın sağlığı / yaşam hakkı bu bilim dışı politikalarla tehdit altındadır
ve bu politikaları sürdürmek açıkça suçtur, kezlerce uyardığımız üzere..

ARTI TV konuşmamızı 27 Ocak 2022 Perşembe günü kayda aldılar, bu gün, 30 Ocak 2022 Pazar günü yayınlanacak / YAYINLANDI (https://youtu.be/RicNs3Ga7Xw). 28 Ocak 2022 Cuma günü yaptığımız 2 TV konuşmasında, Sağlık Bakanının dayanaksız rahatlığının tersine,   Salgındaki ürkütücü aşamayı bilimsel kanıtlarla kapsamlı olarak bir kez daha, güncel veriler ve bilimsel bilgiler ışığında açıkladık. Her 2 TV konuşmamızın erişkelerini (linklerini) web sitemizde 2 gün önce paylaştık (KOVİT-19 SALGINI AZGINLAŞARAK SÜRÜYOR, BAKAN KOCA UYUYOR.. | Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc)

Yine 30 Ocak 2022 Pazar günü (bu gün) akşam saat 20:00’de TELE1‘de Sn. Fatih Ertürk’ün konuğu olacağız. Biz yayına saat 22:00’de bağlanacağız.. / BAĞLANDIK..


Öksüz salgını ve de öksüz Türkiye’yi “sizin” bilgi ve ilginize sunarız.

Sevgi ve saygı ile. 30 Ocak 2022 (03:18, güncelleme :  31.1.22, 00:45)

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
​Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (​Mülkiye​)​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik    

Not : 84 yaşında emekli öğretmen Nebahat Akın’ın ARTI TV konuşmamızı değerlendirmesi:

MOBESE’lerin hukuki durumu

Hamdi Yaver AKTAN
YARGITAY ONURSAL CEZA DAİRESİ BAŞKANI

Cumhuriyet, 29 Ocak 2022

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, özel yaşamının görüntülenip servis edilmesiyle ilgili olarak açıklama yaptı:

“…devletin imkânları kullanılarak MOBESE görüntülerinin servis edilmesinin takipçisi olacağım… Kamera kayıtları bir kazanın veya suçun tespiti için kullanılır. MOBESE gibi hususların ne için kullanılacağı yazıyor. Bu önemli bir meseledir. Takipçisi olacağımı ve hukuki olarak mücadele edeceğimi burada belirtiyorum…”(1)

Kentleşmeyle birlikte nüfus artışı, ekonomik güçlükler, yoğun sosyal eşitsizlik vb. olgular suç işlenmesini birlikte getirmektedir. Devlet, öncelikle suçun işlenmesini önlemekle, işlendikten sonra suçluların ortaya çıkarılmasını, yakalanmalarını ve yargı mercilerine teslim edilmesini sağlamakla yükümlüdür.

Demokrasilerde ve özellikle hukuk devletinde her suç aydınlatılmalı, aydınlatılırken de özgürlük-güvenlik dengesi gözetilmelidir. Klasik yöntemlerle suçun önlenmesi ve işlendikten sonra kanıtlara ulaşılması ve elde edilmesi giderek güçleşince özgürlük-güvenlik dengesini bozmadan, hukuk devleti ilkesi çerçevesinde suçlulukla mücadelede yeni yöntemler geliştirmek zorunlu olmuştur. Teknolojinin getirdiği olanakların desteği ve kullanımıyla suçlulukla mücadelenin etkinleştiği görülen bir olgudur. Ceza Muhakemesi Kanunu’nda (CMK) bu yönde özel koruma önlemleri düzenlenmiştir. (m. 135 vd.) Ayrıca polis, jandarma ve il idaresi yasalarında benzer hükümler vardır. (Ek m.7, Ek m.5, m.11)

Ülkemizde bir süredir Mobil Elektronik Sistem Entegrasyonu (MOBESE) kullanılmaktadır. Belirttiğimiz yasalarda ve anayasada MOBESE kullanımına dayanak olabilecek bir hüküm bulunmamaktadır. Kişi özgürlüğü ile ilgili hükümlerin kıyasen ya da genişletici yorumuyla, MOBESE’lere hukuksal dayanak bulabilmek olanaksızdır. Ayrık (istisnai) hükümler, kıyasen veya genişletici yorumla özgürlük aleyhine genişletilemez. Bu tespitle birlikte, MOBESE kullanımının suçlulukla mücadeledeki etkinliğinden de vazgeçilemez.

ÖZEL YAŞAMA SAYGI İLKESİ

MOBESE’lerin herkeste güvenlik duygusunu artırdığı, suç işlenmesinde caydırıcılığı sağladığı, kanıttan şüpheliye gidişi kolaylaştırdığı ve bu bağlamda hızlı yakalamayı gerçekleştirdiği bir gerçektir. Tüm bu olayların kişilerde, yasal dayanağı olmamasına karşın, “örtülü rıza” oluşturduğu ve MOBESE’lerin benimsenmesinde etkili olduğu belirtilmelidir.

Caydırıcılık ile birlikte suçluların yakalanmalarında olanak sağlaması karşısında kamuya açık alanlardaki gündelik yaşamlarında kişilerin MOBESE’den endişe duymadıkları ve dahası güvenlik içinde olduklarını düşünmeleri doğaldır. Suç ve suçlulukla ilgileri olmayan kişilerin, sözgelimi yürümelerinin, oturup dinlenmelerinin, yeme-içmelerinin, alışverişlerinin vb. sosyal davranışlarının ise sergilenmesini istemeyecekleri de bir gerçektir. Kamuya açık alanda bile olsa bu sosyal davranışlar, özel yaşam alanına girmektedir.

Nitekim, kişilerin sayılan ve sayılmayan kamusal alandaki faaliyetleri özel yaşamdan sayılmış ve ihlalin cezai yaptırım altında olduğu kararlarda vurgulanmıştır. Yargıtay (2) bir kararında “…özel hayat kavramının; kişinin sadece gözlerden uzakta, başkalarıyla paylaşmadığı kapalı kapılar ardında, dört duvar arasındaki yaşantısı ve mahremiyetinden ibaret değil; herkesin bilmediği veya bilmemesi gereken, istenildiğinde başka kişilere açıklanabilen, tümüyle kişiye özel hayat olayları ve bilgilerin tümünü içermesi karşısında kamuya açık alanda bulunulduğunda bile, ‘kalabalığın içinde dikkat çekmezlik, tanınmazlık, bilinmezlik, ilkesinin geçerli olduğu ve kamuya açık alana çıkan her kişinin bu alandaki her görüntü veya sesinin kaydedilip, sürekli ve izinsiz olarak elde bulundurulmasına rıza gösterdiğinin kabulünün mümkün bulunmadığı”na karar vermiştir.

Başta anayasanın “Herkes, özel hayatına… saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir…” şeklindeki 20. maddesiyle birlikte, saldırıya uğraması durumunda Türk Medeni Kanunu’nun 24., 25. ve Borçlar Kanunu’nun 49. maddeleri uyarınca özel yaşamın korunmasının ihlal edildiği gerekçesiyle koruma isteyebilir. Öte yandan Kişisel Verileri Koruma Kanunu (m.1) ve Türk Ceza Kanunu’na (m.134 vd.) göre kişinin özel yaşamını bozanlar hakkında ceza yaptırımları düzenlenmiştir.

Özel yaşam, kişilerin öbür kişilerle paylaştığı alanı da içermektedir. (3) Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadında özel yaşam kavramı “mahremiyet” sözcüğünü çağrıştırsa bile onu da aşan ve sır olanı da kapsadığı kabul edilmektedir. Görülüyor ki AİHM’ye göre özel hayat, “bireyin kişisel hayatını istediği gibi yaşayabileceği bir ‘iç alan’la kısıtlamak ve bu alanın dışında kalan dış dünyayı bu alanın tümden dışında tutmak aşırı sınırlayıcı bir yaklaşımdır. Özel yaşama saygı, başka insanlarla ilişki kurmak ve söz konusu ilişkileri geliştirmek hakkını da bir dereceye dek içermektedir.” (4)

TAZMİNAT HAKKI

AİHM, bireyleri kamusal alanda izlemeye yarayan ancak kayıt yapmayan kameraların özel yaşamın gizliliğini ihlal etmediğini, fakat kayıt altına alarak servis edilmesi halinde özel yaşamın ihlal edilmiş olacağına karar vermiştir. (5)

Bir başka kararında sınırları çizmiş ve ölçülülük, belirlilik ile öngörülebilirlik ilkeleri doğrultusunda kullanılabileceğini kararlaştırmıştır. (6)

AİHM Büyük Dairesi ise kişinin kendi görüntüsünün yayımlanmasını reddetme hakkının yanında söz konusu görüntünün kullanımını kontrol etme hakkının bulunduğunu da tespit etmiştir. (7)

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu (8) bir kişinin hukuka aykırı olarak görüntüsünün kayda alınmasını kişilik haklarına saldırı niteliğinde görmüştür.

Ülkemizde MOBESE ile ilgili yasal düzenleme olmadığı gözetildiğinde ve özellikle suçla mücadele dışında kim olursa olsun izlenmesi ve kayıt altına alınması sonucu görüntülerin servis edilmesinde, MOBESE’nin kuruluşu, kullanımı ve denetlenmesi devlette olduğundan öncelikle görevlilerin sorumlu olacakları tartışmasızdır. Emir almalarında da sorumluluğun ortadan kalkmayacağı açıktır. (Anayasa m. 137, TCK m. 24/3)

Görüntüler üzerinden “yorum” yapanlar hakkında da en azından tazminat hukukunun kurallarının kullanılabileceği belirtilmelidir. Cumhuriyet savcıları ise görüntüleri kaydeden/ler, servis eden/ler hakkında soruşturma açmakla yükümlüdürler. (CMK. m. 160/1)

MOBESE’lerin hukuksal zemininin bulunmaması gözetildiğinde, suça karışmış bulunan kişiler yönünden sorun olduğu olasılığının varlığı nazara alındığında, suçla ilgisi/ilişkisi olmayan kişiler yönünden görüntülerin servis edilmesinde hukuki ve cezai sorumluluk söz konusu olacaktır. Yasayla düzenlenmemiş olması bizatihi bir sorundur. “Kamuya mal olmuş kişi” ölçütü/kavramı da kullanılamaz. Monako Prensi Caroline ve eşi Prens Ernst August v Hannover kararında AİHM, Prensesin Alman mahkemelerinin yaptığı gibi kamuya mutlak olarak mal olmuş kişi olarak değerlendirilse bile, salt bu sınıflandırmaya dahil olmanın özel yaşamına müdahaleyi haklı kılmak için yeterli olmadığına hükmetmiştir. (9)

1- Cumhuriyet, 27 Ocak 2020
2- 12. CD. 3.4.2012 tarih ve 2011/7345 esas ve 2012/8936 karar
3- Zahit İmre: “Şahsiyet Haklarından Şahsın Özel Hayatının ve Gizliliklerinin Korunmasına İlişkin Meseleler” İÜHFM. 39(1-4) 1974, s. 149’dan alıntı: R.Cengiz Derdiman- Nihal Tataroğlu: “Devlet Gözetimi ile İnsan Haklarının Uyumlaştırılması Sorunu ve Çözüm Önerileri”, İnönü Üniversitesi, Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt: 7, Sayı:1, 2016, s.259)
4- Niemeitz v. Germany Kararı, 16.12.1992, B.No: 13710 / 8, Derdincan-Tataroğlu, agm s.259
5- Peck v. Birleşik Krallık Kararı, B.No 44647/98, Ersan Şen: MOBESE ve Güvenlik Kameralarının Özel Hayata Müdahalesi ve Delil Vasfı, hukukihaber.net, erişim tarihi: 27 Ocak 2022
6- Yukoto-Bojic /İsviçre Kararı, 18.1.2017, B.No: 61838/10, Şen, agm.
7- Van Hannover/ Almanya Kararı, 7.2.2012, 40666/08, Şen agm 
8- HGK 7.3.2007 tarih, 2007/4-98 esas ve 2007/100 karar, Şen, agm
9- L. Müjde Kurt, Kamuya Mal Olmuş Kişi Kavramı, AÜHF Deresi, 66(3) 2017,s 589

KOVİT-19 SALGINI AZGINLAŞARAK SÜRÜYOR, BAKAN KOCA UYUYOR..

Dostlar,

28 ocak 2022 Cuma günü 2 TV konuşmamız oldu…

İlki ARTI TV’de, saat 13:00’te idi.. Yaklaşık 1 saat önce Almanya / Köln’den arandık ve hemen aşağıdaki duyuruyu paylaştık.


Sayın Fuat Ateş’in sorularını yanıtladık. Özellikle Omicron’un yeni alt-varyantı BA.2 hakkında konuşuldu. İzlemek için aşağıdaki görselin üzerindeki ok işaretini tıklayınız.. (24 dk.)

Akşam 21:00’de ise, önceden tasarlanmış bir oturum vardı. Gazeteci – yazar Sn. Nihan Ertem’in konuğu olarak Medya – Siyaset TV’de salgını değerlendirdik..

Bu irdeleme çok kapsamlı oldu (76 dk.).İzleyicilerden gelen sorulara da yanıt verdik. İzlemek için aşağıdaki görselin üstündeki ok işaretini tıklayınız lütfen..

2 konuşma birbirini bütünledi kanımızca. Tablonun bunca ürkünç (vahim) olabileceğini 7 Aralık 2021 günü BirGün Gazetesinde tam arka sayfa olarak yazmıştık :

  • OMICRON’LA BAŞA DÖNEBİLİRİZ

(KOVİT-19 SALGININDA “YENİ ve EŞİ GÖRÜLMEMİŞ VARYANT” OMICRON | Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc)

Akşam saatlerinde 28 Ocak 2022 günü korona verileri Sağlık Bakanı Dr. Koca tarafından, hep olduğu üzere bir “tweet” iletisi ile paylaşıldı :

Dr. Fahrettin Koca @drfahrettinkoca

  • Virüs eski gücünde değil. Artan sayılar sebebiyle endişelenmeye mahal yok. Büyüklerimizi ve kronik hastalıkları olanları koruyup, kişisel tedbirlere uyarak normal hayatımıza devam edeceğiz. Aşılarımızı ihmal etmeyelim. Kendi gücümüz Turkovac var.
    ***
    Veriler aşağıdaki gibi: 93,586 olgu ve 210 ölüm!


Meslektaşımız, Bursa Uludağ Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı başkanı Prof. Dr. Kayıhan Pala ise şu tweet ile tepki verdi, pek haklı olarak :

“ENDİŞELENMEMEK ELDE DEĞİL”

Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Kayıhan Pala, vaka sayının rekor seviyeye ulaşmasına karşın Bakan Koca’nın “Artan sayılar sebebiyle endişelenmeye mahal yok” ifadesini kullanmasına çok sert tepki gösterdi. Pala, “Ölüm sayıları artarken endişelenmemek elde değil, hele Epidemiyoloji bilenler için… Bir Sağlık Bakanı için tarihe geçecek bir açıklama maalesef” diyerek tepkisini dile getirdi.
***
Bakan Koca’nın pervasız kayıtsızlığı acı vericidir. Dr. Koca, “Kendi gücümüz Turkovac var” diyebilmekte her nasılsa!?

Aralık 2021’in son günlerinde bu “aşı adayı” (henüz kesinlikle aşı değil! Bkz.  “TURKOVAC” Aşı Adayının Bilimsel Verileri / Makalesi Nerede?? | Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc) uygulanmaya başladı. 1 ayı aşkın zamandır kullanımda.. Bu “aşı adayı“nı geliştiren Prof. A.  Özdarendeli, geçtiğimiz ay, TTD webinarında, bir soru üzerine “Omicron’a karşı etkinliğinin sınanmadığını” söylemişti. Salgın ortasında bir inaktif “aşı adayı” (TTB’ye göre “bir sıvı”!) bu koşullarda nasıl uygulanır?

Bakan Koca, 1 ayı aşkın zamandır kaç kişiye / kaç doz “Turkovac” (aşısı diyemiyoruz!) uygulandığını ve korunma oranını açıklayabilir mi? BioNTech ile karşılaştırabilir mi?

S o r u y o r u z                                                   :
İnsanların yaşam hakkı ile böylesine sorumsuzca kumar oynanabilir mi ??!!

Ağır sorunlar, iktidarın akıl almaz / bağışlanmaz ve / sürdürülemez hataları ve çözüm önerileri yukarıdaki 2 konuşmamızda ve metinde erişkelerini (linklerini) verdiğimiz web sitemizde yayınladığımız yazılarımızda..

  • Kovit-19 Bilim Kurulu (!) istifa etmelidir, vitrine dönüştürülmüştür!
  • Dr. Koca, daha çok uzatmadan istifa etmelidir, bir hekime asla yakışmıyor yapıp ettikleri..
  • R.T. Erdoğanacımasız salgın” ile artık ilgilenmeli ve tam yetkili – yetkin bir yeni Sağlık bakanı atamalıdır. İktidar sorumluluğu çok ağır olmalıdır..
  • Bu vahşet böyle sürdürülemez / sürdürülmemelidir.
  • Devletin 1 numaralı görevi yurttaşlarının can güvenliğini sağlamak, sağlıklı yaşam haklarını korumaktır.
  • Bu adımları derhal atmayacak olan AKP, daha da hızla tükenecektir..

Sevgi, saygı, ACI ve umut ile. 29 Ocak 2022

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
​Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (​Mülkiye​)​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik    

 

 

 

 

Karton devlet

authorZAFER ARAPKİRLİ

Ortaokula ilk başladığım yıllarda, Darüşşafaka’da, öğrencilerin kültür ve sanatla gencecik yaşta buluşması ve bu alanda formasyonumuzun geliştirilmesi anlamında kurumun yoğun çabalarını şükranla anarım hep. Müzik, sinema, plastik sanatlar, halk dansları. Her alanda etkinlikle bizleri buluştururdu, idare. Belirli günlerde konferans salonunda yabancı 8 veya 16 mm’lik belgeseller izletirlerdi. O zaman (1960’ların sonları) için bulunmaz bir nimettir.

Bir gün “Karton film gösterisi var” dediler. Daha çocuğuz, “Kartondan film nasıl oluyor?” diye merak ettim. İzledikten sonra anladık ki, “cartoon” yani çizgi/animasyon filmden söz ediyorlarmış. Dilimize yapıştı, yıllarca animasyona “Karton film” dedim ben.

Geçen gün, İstanbul’un anlı şanlı havalimanında yerli yabancı binlerce insana koca koca salaş ambalaj kartonları dağıtıldığını görünce, nedense aklıma o ‘karton filmler’ geliverdi.

Her ne kadar ciddi bir felaketten söz ediyorsak da, ortada bal gibi ‘karton’ (cartoon) bir görüntü ve trajikomik bir rezalet vardı. Bütün “bilim kaynaklı ve odaklı” uyarılara rağmen bir inat ve rant uğruna “Dünyayı kıskandırıyoruz” diye on milyarlarca dolar harcanarak yapılan devasa bir beton yığını üzerine çöken çatısı ile, “Bize otel bulun” diye gösteri yapan turistlerin üzerine Çevik Kuvvet gönderilmesi ile “Fellini – Tarantino – Allen – Disney kokteyli” bir sürreal senaryoya dönüşerek iyice “kartonlaşıyordu”, o 1 gecelik kar yağışı ile. Daha da vahim ve komiği, o gece resmen bir “Karton Devlet”e dönüşen iradenin temsilcileri o “Zafer Abidesi” havalimanına değil de, tarihten silmek istedikleri Atatürk Havalimanı’na inerek, kendi itibarlarını ve beraberlerinde Devlet’in itibarını mecburen sıfır noktasına indirmeyi beceriyorlardı.

“Devlet” denilen yapı ve simgesel entite, tarih boyunca farklı rejimlerin ve farklı siyasi duruş ve ideolojilerin elinde farklı anlam ve işlevler kazanmıştır. Ama son bir yüzyılın fena halde kanıtladığı üzere, kapitalist – faşist sistemlerin elinde, olanca “ciddi, ceberut ve ağır abi” gibi görünmeye çalışsa da bir “karton filme” dönüşmeyi hep başarmıştır.

Çünkü halkları öncelemeyen, kendisine (mesela bizdeki gibi) “Devleti yaşat ki insan yaşasın” gibi abuk ve akıllara ziyan şiarlar edinen baskı ve rant odaklı rejimler, hem kendilerini hem de yönettikleri halkları (en hafif ifade ile) mahcup duruma düşürmüşlerdir.

Türkiye Cumhuriyeti’ni bugün yönettiği iddiasında olan ancak yönetmek bir yana, “savrum savrum savrulan” rantiye ve faşizan klik, bunun tarihi örneklerini adeta ansiklopedilere girecek boyutta sergilemektedir.

Çünkü bütün “sözde vizyonları”; bilimle, hukukla, adaletle, laiklikle, şeffaflıkla, insan hakları ile düşünce özgürlükleri ile ve ne kadar pozitif çağdaş ve evrensel değer varsa onlarla ama en önemlisi de halkla kavga etmekle sınırlıdır.

Bunun “götürüsünün” de, sadece yönettikleri iddiasındaki ülkeye verdikleri maddi ve manevi zararla kalmayacağının, bu ülkeyi her alanda küme düşürmenin bir çabasına dönüştüğünün de farkında değiller.

İşte tam da bu yüzden; havalimanındaki rezalet ve meteorolojik felaketle mücadelede yetersiz kalmaktan tutun da bugün Sezen’le, yarın Sedef’le öteki gün Ekrem’le, beriki gün Kemal’le, Selahattin’le, Osman’la ve bilcümle muarız saydıkları ile itiş kakış içinde olmayı marifet saymaktadırlar.

Tam da bu yüzden, ekonomik başarısızlıkları nedeniyle yoksulluktan inim inim inlettikleri ülke halkından tutun da, ulusal çapta çarkların durmasına yol açtıkları sanayiye kadar herkesi kendisine düşman etmeyi beceren bir “Karton Devlet”e dönüşmüş olmak umurlarında bile değildir.

Çare, başta (ve öncü olarak) ülke emekçi sınıfının en örgütlü ve en kararlı biçimde bu filme bir son vermek üzere saflarını sıklaştırması ve komediye “The End” diyerek ilk seçimde hem hükümeti değiştirmesi hem de “Devlet”i dönüştürmek için kolları sıvamasıdır.

Çünkü toplumun tüm kesimleri olarak lâyık değiliz bunlara ve bu muameleye.

***

Bu vesile ile BirGün okurlarına, emekçilerine ve bu köşede her cuma günü sizlere hitap etme onurunu bana sağlayan yönetimine ve Türkiye’nin tüm güzel insanlarına kucak dolusu bir “Merhaba” ile söze başlamış olalım.

========================================

Değerli dostumuz Sn. Zafer Arapkirli‘ye BirGün‘de başarılar dileriz.

Kendisini daha önce yıllarca izlediğimiz gibi, burada da izleyecek kendisinden öğrenmeyi sürdüreceğiz. Birikimli, deneyimi ve yürekli, yurtsever – emekten yana çizgisiyle ülkemize daha uzun yıllar katkı vermesini dileriz.

KRT TV’de hafta içi sabahları saat 11:00’de başlayan Medya Terapi programı da çok nitelikli ve değerli. (Bu program aynı gün gece 01:00’de yineleniyor..)

Sevgi ve saygı ile. 29 Ocak 2022

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
​Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (​Mülkiye​)​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik    

 

Halil Çivi şiiri : AÇLIK VE MUHTAÇLIK …

ŞİİR KÖŞESİ…

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı
Halk Şairi

AÇLIK VE MUHTAÇLIK …

Aşıkların gönlü aç,
Cahillerin aklı aç,
Cimrilerin gözü aç,
Fakirlerin karnı aç,
Muhterislerin ruhu aç.
Sokaktakiler ve kimsesizler ilgiye muhtaç,
Medya tarafsızlığa muhtaç,
Ulema kurumu sağduyuya muhtaç,
Yargı bağımsızlığa muhtaç,
Aydınlar fikir özgürlüğüne muhtaç,
Sanatçılar duygudaşlığa (empatiye) muhtaç.
Suçsuzlar hukuka muhtaç,
İşsizler çalışmaya muhtaç,
Demokrasi korunmaya muhtaç,
İktidar adalete ve itibara muhtaç,
Muhalefet cesarete muhtaç,
Mesleki sınavlar liyakata muhtaç,
Ekonomi yeniden dirilmeye muhtaç,
Eğitim sistemi bilime muhtaç,
Din ve vicdan özgürlüğü laikliğe muhtaç,
Tarikat ve cemaatlar denetime muhtaç,
Hastalar doktora, ilaca muhtaç;
Kadınlar yaşamaya, eşitliğe muhtaç,
Toplum sevgiye kardeşliğe muhtaç,
Ülke huzura, güvene muhtaç.
Ben açım, sen açsın, o aç;
Biz muhtacız siz muhtaçsınız,
Onlar muhtaç…
Geleceğimiz akla, bilime, ahlaka ve özgüvene;
Yeni ve çok güçlü bir umuda muhtaç.

GEÇMİŞ ve GELECEK

Geçmişini bilmemek cahillik,
Geçmişini inkâr etmek budalalık,
Geçmişe takılıp kalmak ahmaklık,
Geçmişten ders almamak aptallık,
Şimdiyi ıskalamak aymazlık,
Geleceğe sırtını dönmek ise gerizekâlılıktır.

Halil Çivi

ULUSAL TASARRUF – BİREYSEL TASARRUF İLİŞKİ VE ÇELİŞKİSİ : TASARRUFLARIMIZI NEREYE YÖNLENDİRECEĞİZ??

portresiLütfü Kırayoğlu
Elektrik Müh. (İTÜ)
ADD Gn. Bşk. Başdanışmanı

ULUSAL TASARRUF – BİREYSEL TASARRUF İLİŞKİ VE ÇELİŞKİSİ :
TASARRUFLARIMIZI NEREYE YÖNLENDİRECEĞİZ??

Hiç fark etmedik ama, 40-45 gün önce Tutum (Tasarruf) ve Yerli Malı Haftasını sessiz sedasız geçiştirdik. Hemen belirteyim haftanın adında Türkçe “tutum” sözcüğü olmasına karşın, “tutum” sözcüğü tekstilden politikaya başka alanlarda da kullanıldığı için bu yazıda konunun daha iyi anlaşılabilmesi için “tasarruf” sözcüğünü kullanacağız. Yine en baştan söyleyelim ki, ulusal tasarruf ile bireysel tasarruf arasında çelişki yerine güçlü bir ilişki olması gerekirken, son 40 yıldır ülkemizde bu iki kavram arasında çelişkinin ötesinde bir çatışma yaratılmıştır.

Karadeniz adlı vapurun TBMM kararı ile Haliç Tersanesinde bir sergi gemisi olarak düzenlenmesi sonrasında, 12 Haziran 1926’da İstanbul’dan yola çıkarak, içindeki yerli mallar ile 12 ülkenin 16 limanını ziyaret rotası, yalnızca bir ihracat hamlesi (AS: dışsatım atılımı) değil, Türk halkı için de bir ekonomik rota idi.

Tasarruf ve Yerli Malı Haftası kavramı ilk kez 12 Aralık 1929’da Türkiye Ekonomi Kurumu tarafından benimsenmiş ve 12-18 Aralık 1930’dan başlayarak her yıl etkinliklerle kutlanması kararlaştırılmıştır. 1934’ten başlayarak adı Milli Ekonomi ve Yerli Mallar Haftası olmuş, 1946’da adı Yerli Malı Haftası olmuş, 1950’de Ekonomi ve Yerli Malı Haftası olarak kutlanmaya başlamış ve sonunda 1983’te Tutum, Yatırım ve Yerli Malı Haftası olmuştur. Dünyada da 1924’ten başlayarak pek çok ülkede 31 Ekim günü Dünya Tasarruf Günü olarak kutlanmaktadır. Pek çok ülkede Yerli Malı günü ve kampanyaları düzenlenmektedir.

Ne acıdır ki bu haftanın adının son olarak değiştiği 1983 yılı, aynı zamanda Türk Parasının Değerini Koruma Yasasının kuşa çevrilip neredeyse kaldırıldığı, özelleştirme saldırısı ile ulusal sanayinin yok edilmesi ya da yabancılara tesliminin ideolojik tabanının oluşturulduğu, dışalımın (ithalatın) serbest bırakılarak ottan çöpten dışalım malların vitrinleri doldurmaya başladığı tarih olmuştur. Bu yıllarda bir yılbaşı öncesi yaptığım İstanbul gezimde, Sirkeci’de tam da Emniyet Müdürlüğü binasının sırtında, ana cadde üzerinde, tümü dışalım (ithal) mallar satan bir mağazanın vitrininde “sürpriz kutusu” adı altında içinde plastikten yapılma bir “insan b.ku” satılıyordu! Bu nesnenin üzerine de canlıymış gibi duran parlak yeşil “b.k sineği” kondurulmuştu. Bu “sürpriz kutusu” ülkemiz için gerçekten bir utanç tablosuydu.

12 Eylül 1980 darbesinin ideolojik ve ekonomik nedenini oluşturan 24 Ocak 1980 kararları, büyük bir faşist baskı ortamında hükmünü yürütmüş ve 1980 sonrasında ortada ne tasarruf ne de yerli malı kalmıştır. Ulusal tasarruf kavramı ile bireysel tasarruf kavramının çelişkisi ve giderek çatışmaya başlaması da bu tarihten sonra olmuştur.

TASARRUF KÜLTÜRÜNÜN ULUSTA YARATILMASI

1. Dünya Paylaşım Savaşı ve Ulusal Kurtuluş Savaşı ardından yanmış – yıkılmış bir ülkenin ayağa kaldırılması için ulusal seferberlik ilan edilmiş, yenilgiyi kabullenemeyen emperyalist ülkelerin ekonomik kuşatması sürerken, patlayan 2. Dünya Paylaşım Savaşı ülkede yeni bir yokluk dönemi başlatmıştı. Ekmeğin ve pek çok zorunlu tüketim maddesinin karneye bağlanması iktidarın keyfinden değil zorunluluktandı. Yokluk yılları, tasarruf edilen her şeyin ne denli değerli olduğunu kanıtladı. Pek çok şey yoktu. Ama yine de var olanlardan tasarruf etmek gerekiyordu. “Sakla samanı gelir zamanı” atasözü ilkokulda ilk öğrendiğimiz önemli atasözlerinden biriydi. Tasarruf ve Yerli Malı Haftası ilkokul çocuklarının sınıflara elma armut, fındık, kuru üzüm getirdiği şenlikli günlerdi. Ancak minik beyinlere bir şeyler aşılanıyordu. Tasarruf… Her alanda tasarruf…

Marka ayakkabılarımız yoktu. Kışın en soğuk ve karlı günlerinde Gızlaved marka siyah lastik çizme bulabilenler şanslı çocuklardı. Bayram harçlıklarımız çok küçük miktarlardı. Bize verilen 5 kuruş harçlığı mahalle bakkalında bozdurur, karşılığında çengele geçirilmiş ortası delik iki tane “100 para”, yani “2,5 kuruş!” alırdık. Ortası delik “40 para”lar, yani “bir kuruş”lar bile değerliydi. Bu paraları da harcamaya kıyamaz kumbaralara atardık. Kumbarası olmayan, kapağına delik açılmış kavanoz ya da konserve kutusuna atardı. Eliptik silindir biçiminde kumbaraların yanında kimi bankalar, minik heykelcik biçiminde kumbaralar dağıtırdı. Kumbara dolunca babamızla birlikte heyecanla bankaya gider içinden çıkan bozuk paraları kendi adımıza açılmış hesaplarda biriktirirdik.

MİLLİ (Ulusal) BANKACILIK

Osmanlı Bankası dışında ülkede yabancı banka yoktu. Küçük tasarruflar uılusal bankalarda toplanıp ekonomiye katılırdı. Bu bankalar sektörel olarak kurulmuş yardım sandıkları biçiminde örgütlenmişti. İlk kurulan İş Bankası salt tasarrufları toplayıp kredi olarak dağıtan bir kuruluş değil, aynı zamanda sanayi kuruluşları da açan bir ulusal yapıydı. 1933’te başlatılan sanayileşme atılımını destekleyen Sanayi Maadin Bankası sonradan değişip geliştirilmiş, Sümerbank ve ardından Etibank kurulmuştu (AS: Banka adlarına dikkat, eski Anadolu uygarlıkları!) . Bu bankalar halktan topladıkları tasarrufları yeni kurulmakta olan sanayi kuruluşlarına kredi (borç) olarak aktarıyordu. Sonraki yıllarda kurulan bankalar hep bu model üzerinde gelişti. Sümerbank kendi fabrikalarını geliştirirken, Etibank madenciliğe destek oluyor, Osmanlı döneminde Mithat Paşa önderliğinde kurulan (1862) Ziraat Bankası çiftçiye destek veriyor, Emlak Kredi Bankası konut yapımına destek oluyor, Halk Bankası esnafa, konut kooperatiflerine destek oluyor, Öğretmenler Bankası öğretmene, Tütünbank tütüncüye, Milli Aydın Bankası adıyla kurulan Tarişbank incir, üzüm üreticisine destek oluyordu.

Osmanlı döneminde Adapazarı’nda kurulup gelişen Türk Ticaret Bankası tüccara destek oluyor, Çukurova bölgesinde kurulan özel banka Pamukbank pamuk üreticisini destekliyordu. Uzun sözün kısası bireysel tasarruf ile ulusal tasarruf bir uyum içindeydi. Elbette toplumda yine varsıllar (zenginler), yine yoksullar (fakirler) vardı. Ancak hepsi aynı mahallelerde oturuyor, hepsinin çocukları aynı okula gidiyor, kimse kimseye giyimiyle yaşantısıyla hava atmıyordu. Bu sistem Demokrat Parti döneminde “küçük Amerika” olma hevesi ile darbeler almaya başladı. ABD ve NATO’ya teslimiyet ülke ekonomisini sarsmaya başladı. 4 Ağustos 1958’de yapılan büyük devalüasyon ile Türk parasının değeri ABD dolarının değeri karşısında %300’den çok düşürülerek 9 TL oldu. (AS: Örtük moratoryum = ülke iflası!)

DOLAR EGEMENLİĞİ BAŞLIYOR

Artık kendi parasını ve tasarrufunu güvencede tutmak isteyenler, her türlü yola başvurarak Dolar edinmek istiyordu. Dolar yasaktı ama karaborsada işlem görmeye başladı. Çarşılarda eli çantalı Dolar satıcıları bile türemişti. Dış ticaretle uğraşanlar dışalım kotalarını kullanabilmek uğruna Ticaret ve Sanayi Odalarını ele geçirme savaşına girişti. Yine de ABD parasının yasak olması nedeniyle Türk lirası o denli hızla değer yitirmiyordu. 70 Cent’e muhtaç olduğumuz günler bile oldu. Ancak yine de paramız paraydı. Ne olduysa 24 Ocak 1980 kararlarının mimarı Turgut Özal’ın önünü açan 12 Eylül darbesi ve ardından “Özal ekonomisi” ile oldu. Önce Türk Parasının Kıymetini Koruma Yasası kuşa çevrilerek işlevsizleştirildi. Sözde “devrim” yapılmıştı. Artık cebinde ABD Doları ve döviz taşıyanlar hakkında yasal işlem yapılmayacaktı. Artık ekonomide Dolar egemenliği başlıyordu. 1980 ve 90’lı yıllardaki yüksek enflasyon döneminde büyük para sahipleri dışında çok küçük tasarruf sahipleri bile tasarruflarını korumak için ABD Dolarına koştular. Türk lirası uçurumdan aşağı yuvarlanmaya başlamıştı. O günlerde başlayan düşüş Türk parasından kaçışı öyle bir hızlandırdı ki, işte ulusal tasarruf ile bireysel tasarruf çatışması o zaman kendini gösterdi.

NASIL YOKSULLAŞTIRILDIK?

Bireysel olarak tasarruf etmek isteyen yatırımcı ya da sıradan vatandaş, yeni egemen ABD dolarına sarıldıkça ulusal anlamda yoksullaşıyorduk. Gerçek değeri birkaç kuruş etmeyen ABD Doları o denli değerlendi ki, 4 Ağustos 1958 devalüasyonu ile değeri 9 TL’ye yükseltilen ABD Doları günümüzde 13.5 TL ancak yakın zamanda paramızdan altı sıfırı attığımızı düşünürsek bu gün Dolar tam ON ÜÇ MİLYON BEŞ YÜZBİN TÜRK LİRASI!…

  • Özetle, toplumsal olarak 64 yılda tam BİR BUÇUK MİLYON KEZ YOSULLAŞTIRILDIK!

Bir örnek vermek gerekirse; 1958 yılında bir birim ürünü Amerika’ya satıp karşılığında Dolar getiren yerli üretici bugün aynı miktar Doları elde etmek için tam BİR BUÇUK MİLYON KAT ÇOK ÜRÜN satmak zorunda. O gün kilosu 9 liradan 1 kg muz dışsatımı yapan Anamur’daki çiftçi, bugün, aynı değeri elde etmek için BİR BUÇUK MİLYON KİLO muz satmak zorunda. Ya da bir başka deyişle başımızın tacı, “Milletin efendisi” köylü BİR BUÇUK MİLYON KEZ yoksullaştırıldı!.

Elbette üretici yoksullaşırken birileri de varsıllaştı (zenginleşti). Dolar karşılığında bu yoksullaşTIRmayı gören / yaşayan küçük büyük tasarruf sahipleri de daha büyük bir şehvetle ABD Dolarına saldırdı. Ülkede önce Dolar milyonerleri, sonra Dolar milyarderleri türe(til)di.

GELİR DAĞILIMINDAKİ ADALETSİZLİK

Ulusal ölçekte yoksullaşma kimi kişilerde yığılan büyük servetlere karşın toplumsal yoksullaşmayla sonuçlanıyor. Öyle ki, son uluslararası istatistiklere göre ülkemizde üst gelir dilimi %10’luk kesim, ulusal gelirin %55’ine el koyarken, alt gelir dilimindeki %50’lik vatandaş kesimi ulusal gelirin salt % 13’ünü paylaşıyor. En tepedeki %1’lik krem katman ise ulusal gelirin %40’ına el koymakta! (Dünya Eşitsizlik Veritabanı https://wid.world/) Elbette bütün bunlar olurken salt yurttaşlar yoksullaştırlmadı. Yurttaşların yoksullaştırılmasından önce ulusal değerlerimiz, bankalarımız, sigorta şirketlerimiz, ulusal sanayimizin kaleleri fabrikalarımız, haberleşme şirketlerimiz, enerji kurululşlarımız, yeraltı kaynaklarımız, kıyılarımız, limanlarımız, hatta suyumuz bile elden gitti! Ülke yoksullaşTIRILIRırken vatandaş da yoksullaşTIRILdı. Yoksullaşmayan kesim salt geleceğini yabancılara ve ABD dolarına bağlayanlar oldu.

O halde ne yapmalıydık?
Ne dernli birikimimiz (tasarrufumuz) varsa ABD Dolarında mı toplamalıydık?

Öyle de oldu. Üst gelir dilimindeki bin kişinin bir milyon Dolar edinmesi ile alt orta guruptan bir milyon kişinin bin Dolar edinmesi arasında Dolar açısından değişen bir şey yoktu. Hep dolar kazanıyordu. Değeri birkaç kuruş olan yeşil kağıt parçasının üzerine “100” yazdıklarında değeri 1350 TL ediyordu.

DOLARLAR NEREDE İSTİF EDİLİYOR?

Madem ABD parasına bu denli hücum vardı, bu denli para nerede istiflenecekti? Buna da “çözümü” 1985 yılında Turgut Özal, Döviz Tevdiat Hesapları ile getirdi. Artık Türk yurttaşları da bankalarda döviz hesabı açabileceklerdi. Yabancıların açtıkları hesaplar ise vergiden bağışık tutulmuştu. Günümüze gelindiğinde Döviz Tevdiat Hesapları öyle çok arttı ki, 2021 sonunda bankalardaki tasarruf hesaplarının yaklaşık %63’ü yabancı para cinsinden. Bunun da büyük kesimi USD. Bankalardaki 265 milyar Doların 93 milyar Doları şirketlere, gerisi kişilere ait. Üstüne üstlük artık çok az kalan Türk bankalarının her an batabileceği söylentileri ile bu hesapların büyük bölümü yabancı bankaların denetiminde.

  • Yani Türk halkının tasarrufu yabancıların denetimine girdi, muazzam miktarlara ulaşan banka kârları ya dışarıya akıyor ya da zor duruma düşen yerli firmaların teslim alınarak yabancıların eline geçmesinde kullanılıyor...

Elbette bankalarda yatan döviz hesaplarının dışında birde “yastık altı paraları” adı verilen ve miktarı asla bilinemeyen dövizler (Dolarlar) vardı ki; belirli bir kesimde bankalara güven sarsılması sonucu bu iş oluyordu. Bir de kara para sahiplerinin resmen gösteremedikleri paralar vardı. Bunlara bir de yurt dışındaki gizli hesaplardaki dövizleri eklediğinizde Türk halkının neden bu denli yoksullaşTIRILDIğı daha kolay anlaşılabiliyor.

ABD’YE YARDIM YA DA HİBE…

Değeri birkaç kuruş olan (dünyada karşılığı olmayan tek para) “yeşil kağıt parçası“nı edinmek için bunca yarışa girmenin Türk ekonomisindeki karşılığı ise ABD ekonomisine sorgusuz sualsiz destek, yastık altı Dolarlar ise hibe anlamına geliyor. Türk halkının birikimlerinin çok azı Türk ekonomisinin kullanımına sokulurken (Merkez Bankasının tuttuğu Munzam Karşılık kadarı) gerisi önce ülke ekonomisinin kalelerinin fethinde, sonra da yurttaşlarımızın yoksullaştırılmasında kullanılıyordu. Yoksullaşan Türk halkı da Kredi Kartı adı altında kendisine kaldırımlarda dağıtılan plastik paralarla çoğu yabancı olan bankaların tutsağı oluyor, yüksek faizle ya da temerrüde düşerek, haciz yoluyla soyuluyor, özekıyıma (intihara) sürükleniyor, köylülerimiz tarlalarını, traktörlerini yitiriyordu.

BİRİKİMLERİMİZİ NEREDE DEĞERLENDİRECEĞİZ?

Bunca yoksullaşTIRILan Türk halkının birikim yapacak durumu kalmasa da, yine de geleceğini güvence altına almak için biriktirebildiği birkaç kuruş için bir karar vermesi gerekiyor. Ancak bu karar ulusça toplu bir istenç (irade) ile verilmeli. Bunun için de gerçekten ulusal bir karar verilmeli. Bu karar bireysel seçimlerle oluşturulamayacak ölçüder çok değişkenlidir.

Türk halkının önüne, 1980 sonrası, birikimler için konan seçenekler şunlardı:

Geleneksel olarak altın. Emlak ve gayrı-menkul gelirleri. Cumhuriyet döneminde temeli atılan TL getirili banka birikimleri (tasarruf bonoları). 1980 sonrasında önü açılan yastık altı ya da döviz hesapları. Yine 1980 sonrasında patlayan borsa ve hisse senetleri. Bunlara son yıllarda bankalarda değerli madencilik adıyla açılan gram altın, gümüş hesapları ile ne-menem bir şey olduğu henüz anlaşılmayan Bitcoin hesapları (AS: küresel kumarhane!) hatta uzayda arsa almak (!?)  gibi uçuk kaçık araçlar (!’) eklendi! Neredeyse 24 saat ekonomi yayını yapan TV kanalları, gazetelerin 3-4 sayfayı bulan ekonomi sayfaları, internet haberleri ve türlü elatmalar (manüplasyonlar) ile halkımız bir sandalye kapma oyunundaki gibi boş (avantajlı) sandalye kapma yarışına girişmiş, nefes nefese birikim aracı (enstrüman) değişikliği peşinde. Her değişiklik sırasında alış ve satış fiyatları arasındaki farklılıklar nedeniyle bir miktar yitiriyor. Onların bireysel olarak yapmaya çalıştıkları bu iş için, bankalar, borsa simsarları, yabancı yatırımcılar, binlerce Dolar ücretle elemanlar çalıştırıyor.

  • Türkiye, bir avuç para babasının çöktüğü büyük bir kumarhaneye dönmüş durumda.

Sonuçta kumarhaneciden başka kazanan yok. Arada sırada raslantı ile kazanan birilerinin bol bol reklamı yapılıyor. Burada yitiren yurttaşlar için de her gün her saat oynama şanslarının olduğu, at yarışı, Sayısal Loto, On Numara, Kazı Kazan, Milli Piyango gibi kumar araçları var; onlar da yetmez ise internet ortamında iş yapan sanal kumarhaneler var.

Yukarıda saydığımız yatırım araçları arasında halkımızın en güvendiği ve geleneksel olarak elinde bulunduğu altın olsa da sonuçta, altına yatırılan para kişiyi güvende tutsa da, ulusal ekonomiye zerrece yararı yok. Köyden kente göç ve özellikle yoksullaşan köylülerin büyük kentlere akması, kent topraklarının daralarak değerinin giderek anormal yükselmesi ile emlak, vatandaşların tasarruflarını koruyan bir yatırım aracı gibi dursa da; bu paralar ekonomiye katılmak yerine bir avuç emlak simsarının cebine girmekte, sonuçta bir yurttaşın çalışarak asla sahip olamayacağı değerlere ulaşan konut fiyatları, yurttaşların altından kalkamayacakları bir boyut kazanmaktadır. İster yastık altı, ister bankalarda olsun döviz üzerinden birikimin ülke ekonomisini ne duruma getirdiğini yukarıda uzun uzun anlattık. Borsa adı verilen yatırım aracına ne denli güven olduğu hep tartışmalıdır. 1/3’e varan oranda kayıt dışı üretim ve ticaretin olduğu bir ülkede, borsada işlem gören kağıtlara ne denli güvenileceği tartışmalıdır. Üstelik siyasal istikrarın olmadığı ülkemizde bir siyasinin konuşması ile borsa değer kazanmakta ya da yitirmektedir. Oysa bir hisse senedinin değer kazanması ya da yitirmesi o şirketin üretimi, aldığı ya da yitirdiği işler, siparişler.. bilançosu ile ilgili olmalıdır. Bu çekinceler olmasa ve işlem gören kağıtlar ulusal şirketlere ait olsa, borsa yatırımı, görece ulusal ekonomiye katkısı olan bir yatırım türüdür. Son yıllarda gelişen değerli madencilik ya da gram altın, gümüş hesapları donmuş paralar olmadıklarından ve enflasyon karşısında değerini korudukları ve ekonomiye katkısı olduklarından, görece sakin limanlar olmalarına karşın bu hesapların artık çoğu yabancıların eline geçen bankacılık sistemindedir. Nasıl kullanıldığı, ulusal tasarruf kavramı içinde tartışılması gereken bir konudur. Bitcoin ve uzay arsaları konusunda yaşanan belirsizlikler ve bu paraların tümünün yurt dışına kaçıyor olması tümden konumuz dışında. Geriye ulusal bankalarda açacağımız TL hesapları kalıyor ki, Dolara bağımlı ekonomik sistemimizde son alınan kararlarla TL hesapları ancak Dolar kuru artışna dek gelir güvencesi ile bir miktar korunabilir duruma gelmiştir. Buradaki dövize indeskli mevduat getirisi güvencesi korumasının karşılığı tüm halkın bütçesinden karşılanacağı için, ulusal birikim kavramı ile ilgisi kalmamıştır.

ÇÖZÜM

Sorun, yukarıda anlatılan ölçüde çözümsüz ve karmaşık değildir. Çözüm Kolomb’un yumurtası gibi yalındır. Yumurtanın alt yanı sertçe vurulacak ve yumurta dik tutulacak, yani Türk ekonomisi ayağa kaldırılacak ulusal birikim ve bireysel birikim yeniden uyumlu duruma getirilecektir. Çözüm, Türk toprakları üzerinde ABD Doları ve öbür yabancı paraların, dış ticaret yapan sanayici ve tüccarlar dışında dolaşımının ve kullanımının yasaklanmasından geçmektedir. Döviz tevdiat hesapları derhal Türk lirasına çevrilecek, yastık altı yabancı paralarını Türk Lirasına çevirmeyenler hakkında eskiden olduğu gibi işlem yapılacak, Türkiye Cumhuriyeti’nin komşuları ve öbür ülkelerle ticaretinde USD kullanımına son verilecek, karşılıklı ve ulusal paralarla ticarete geçilecektir. Bundan sonraki adım, özellikle bankacılık sisteminde ulusallaştırmaya geçilmesi, özelleştirilen stratejik kurumların kamulaştırılması, bundan böyle yabancılara satılmasının kesinlikle yasaklanması olmalıdır. Bu durumda yabancı bankalar, zaten tası toprağı toplayıp “Geldikleri gibi gideceklerdir”…

Bütün bu önlemler güçlü bir ulusal irade ile yani, yeniden Kemalist Devrim stratejisine dönmekle olanaklı olacaktır. İşte bu nedenle,

  • “Yaşasın Tam bağımsız ve Gerçekten Demokratik Türkiye!” diye haykırıyoruz.

HABERAL MEDYA’da : Salgın Süreci ve Gündem

Dostlar,

27 ocak 2022 Perşembe günü, bu gün, akşam saat 20:00’de gazeteci Sn. Ece Arar’ın konuğu olacağız.

Haberal Medya youtube kanalında canlı yayın yapılacak… / YAPILDI..

Ece hanım bize “salgın sürecini” soracak ve “gündemi değerlendirmemizi” isteyecek.
Kurgusu bu yönde.. Aşağıdaki görselde ok işareti tıklanarak canlı yayın izlenebilir.

Veya şu erişkeler tıklanabilir : https://www.youtube.com/watch?v=Q6JpcR2ii7o

#CANLI Gazeteci Ece ARAR / Prof. Dr. Ahmet Saltık – YouTube

Bilgi ve ilginize sunarız.

Sevgi ve saygı ile. 27 Ocak 2022 (Güncelleme : 22:46)

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
​Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (​Mülkiye​)​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik

MİNİK SERÇE ve ÖKSE

portresiLütfü Kırayoğlu
Elektrik Müh. (İTÜ)
ADD Gn. Bşk. Başdanışmanı

Türkiye günlerdir ekonomik krizi, enerji zamlarını, artan gıda fiyatlarını unuttu, siyasal iktidarın ortaya attığı Sezan Aksu tartışmasına takıldı. Sezen Aksu bir dönem buğulu sesi, ilginç şarkıları ve yaşam biçimiyle her yaştan yurttaşımızı etkiledi. Bu etkiden yararlanarak, geniş halk kitlelerini siyasal iktidarın yanına çekme çabalarına girdi. Ülkemize ikinci 12 Eylül darbesini indiren 12 Eylül 2010 halk oylaması sırasında “HAYIR” diyenler için ağır sözler söyledi. Kumpas davalarında yargılananları açık şekilde hedef aldı. Bu sırada siyasal iktidar, şarkıcıyı şöhretinin zirvesine çıkardı. Bu yıllarda siyasal iktidar FETÖ ile ortaktı ve balayı yaşıyorlardı. FETÖ ile siyasal iktidarın büyük çatışması başlayınca da Sezen Aksu’nun cemaat ilişkileri ortaya döküldü. 15 Temmuz 2016 darbe girişimi sonrası Aksu, adeta mezara gömüldü.

Ülkemizdeki derin aşağılık kompleksi nedeniyle biraz yıldızı parlayanlara hemen Batı’dan bir ad yakıştırılır. Futbol kadar, müzik ve sinema dünyasında da bu böyledir. Şifo Mehmetler, Afrodit Ahular, Minik Serçeler yaşamımıza bu aşağılık duygusu ile sokuldu. Sezen Aksu için ünlü Fransız sanatçı Edith Piaf’dan esinlenerek “Minik Serçe” adı takıldı. Minik Serçe sıfatı aklıma, hep ökse otundan yapılma tuzakları getirdi.

ÖKSE OTU

Ökse otu, halk arasında gövelek ya da düvelek olarak tanınan, kimi hastalıklara da iyi geldiği söylenen, ağaçlar üzerinde asalak olarak yaşayan bir bitki türüdür. Ancak ökse otu esas olarak, minik ötücü kuşları yakalamak için hazırlanan bir tuzak olarak bilinir. Ökse otunun çiçeklerinden elde edilen bir zamk ile hazırlanmış tuzak, küçük ötücü kuşların yoğun olarak bulunduğu ağaçlık bölgelerde yerleştirilir. Tuzağın yakınlarına da daha önceden ehlileştirilmiş çığırtkan ötücü kuşlar konur. Çığırtkan kuşun ötüşünü duyan öbür kuşlar tuzağın olduğu bölgeyi güvenli olarak değerlendirilir ve kondukları yapışkan çubuğa yapışıp yakalanarak avcıların eline düşer. Çığırtkanın görevi, kendi cinsini avcının kucağına çekmektir.

İşte Sezen Aksu, “Minik Serçe” adıyla, sükseli sesi ile yıllarca magazin kültürü ile yetişen yüz binlerce insanı FETÖ tuzağına çekti. FETÖ siyasal iktidarın en büyük koalisyon ortağı iken iktidardan yana, sonraları da FETÖ’den yana insanları etkileyip tuzağa çekti. Aksu’nu babası da FETÖ’nün ilk karargâhı olan İzmir Yamanlar Kolejinde öğrenim gören minik yavruları aynı tuzağa çekiyordu. Muhafazakar çevrelerde Aksu’nun babası gibiler, futbol seven çevrelerde, Hakan Şükürler, şarkı seven çevrelerde Minik Serçe vb. kişiler… FETÖ görünürde muhafazakar bir yaşam biçimini benimsiyor, Minik Serçe de özel yaşamında bırakın muhafazakar çevreleri daha hoşgörülü çevrelerin bile kabul edemeyeceği her türlü aşırılığı pervasızca sergileyebiliyordu. Olsun… O da böyle çevreleri etkileyecekti.

  • 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında FETÖ’nün gerçek yüzü bütün çıplaklığı ile ortaya çıktıktan sonra

Minik Serçe’nin sesine hayran olanlar büyük bir düş kırıklığı yaşadılar. İktidar çevreleri de Minik Serçe ile tepedekilerin el ele, diz dize şarkı söylediği günleri belleklerinden sildiler. Taa ki Sezen Aksu’nun 2017 yılında yazıp bestelediği “Şahane Bir Şey Yaşamak” adlı şarkısındaki

Binmişiz bir alamete
Gidiyoruz kıyamete
Selam söyleyin o cahil Havva ile Adem’e

sözlerini aradan 5 yıl geçtikten sonra iktidar ile ortağı duyuncaya dek…

Sezen Aksu birdenbire yeniden gündem oldu. Tosuncuklar Aksu’nu evine dek yürüyüp gözdağı verdiler. Açıklamalar, basın toplantıları, karşı açıklamalar birbirini kovaladı. Bu durumda Sezen Aksu’ya sahip çıkabilecek bir tek kesim vardı. Ama onlar, zamanında Aksu tarafından incitilmiş henüz bu travmayı (AS: zedelenmeyi) aşamıyorlardı. Yine de Aksu’ya yapılan saldırının nedenine ve geldiği yere bakarak bağırlarına taş bastılar ve Aksu’yu biraz çekingen biçimde olsa da savunmaya başladılar.

  • Bu olay Sezen Aksu benzeri bütün şöhretten başı dönmüşlere ders olmalı.

İbrahim Tatlısesler, Hülya Avşarlar, Hülya Koçyiğitler, Acun Ilıcalılar, Rıdvan Dilmenler, Tanju Çolaklar, Arda Turanlar akıllarını başlarına devşirmeli.

Gerçek sanatçı, alnında ışığı ilk hisseden insandır” diyen büyük Atatürk’ün bu sözünü en iyi gerçek sanatçılar değerlendiriyor ve halka umut saçıyor.

Onlar Fazıl Saylar, Tarık Akanlar, Edip Akbayramlar, Genco Erkallar gibi binlercesi gönüllerde taht kurmayı sürdürecek.

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 26 Ocak 2022

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 26 Ocak 2022

KURBAN

Zonguldak Kilimli arasındaki yol üçüncü kez dalgalara yem oldu. Dördüncü öncesinde kurban kesildi. Yine gitti.

Aynı tekrardan doğru sonuç bekleyen koyunlardan kurban bile olmaz…

FEDAKAR

RTE, ”Yılbaşından itibaren doğalgazda, elektrikte fiyat artışı mümkün olabilecek en alt seviyede yapıldı; devlet bu konuda fedakarlığı sürdürüyor.”

Bu kadar fedakarlıktan dolayı mahcup oluyoruz!..

RÜŞVET

CHP Bilecik Belediye Başkanı Semih Şahin’in danışmanı Selçuk Erdağı, 200 bin dolar rüşvet alırken suçüstü yakalandı.

Yakalanıp yargılanması bile umuttur…

VATAN

HDP Diyarbakır Milletvekili Garo Paylan Atatürk’ün “Mevzubahis vatansa gerisi teferruattır” sözünü benimseyenlerin Hrant Dink’i öldürdüğünü söyledi.

  1. Hrant’ı öldürenler Atatürkçü yurtseverlerin semtine uğrayabilir mi?
  2. Vatan sevgisi suç olamaz.
  3. PKK hainleri binlerce yurttaşımızı neden öldürdü? Garo onlar için ne der?
  4. Sırça köşkte oturanlar komşunun camına taş atamaz…

SORUMLU

Türkiye İstatistik Kurumu Başkanı Sait Erdal Dinçer enflasyonun düşük gösterildiği iddialarına karşı, “Enflasyon hesabında ben 84 milyona karşı sorumluyum, bir yanlışa imza atarsam 84 milyonun hakkını yemiş olurum” dedi.

84 milyonla sorunlu, bir kişiye sorumlu…

SERÇE

Sezen Aksu, 2017’den beri söylediği şarkının sözlerinde Adem ile Havva’ya cahil denildiği için RTE ve Bahçeli’nin de dahil olduğu pek çok siyasetçi ve tutucu tarafından protesto ve tehdit edildi.

  1. Beş yıldır o sözler hakaret değildi de şimdi mi oldu?
  2. Şarkıcının, şairin dilini kesmek hangi çağın eylemi?
  3. Cahil “Okumamış” olarak algılandıysa rahatlasınlar, Oxford olsaydı ikisi de okurdu…

EĞİLME

Gericilerin saldırısına karşı Sezen Aksu eğilmedi. Şarkı ve şiirleri ile yanıt verdi.

Kutluyorum ve destekliyorum.

İnsana ne dersler verir hayat.

Yetmez ama evet…

VEKİLLERİMİZ

28 Şubat kumpas davasında esir edilen 14 general-amiralin eş ve çocukları Meclisteki tüm vekilleri hak-hukuk ve adalet aramaya çağıran bir mektup yazdılar.

İşte milleti temsil sınavı…

MAAŞ

Emekli maaşlarının görüşüldüğü oturumda yeterli çoğunluk olmadığı için milyonlarca insan Ocak ayı farkını zamanında alamadı.

Cumhurbaşkanı ödeneği ya da milletvekili maaşları oylansaydı ne olurdu?..

SAVCI

Danıştay savcısı Elmas Mucukgil, RTE’nin İstanbul Sözleşmesi’ni KHK ile kaldırmasının hukuka uygun olmadığı görüşünü bildirdi. (AS: Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi olacak, KHK kalktı)

Ankara’da savcımız var!..

HATA

Gazeteci Sedef Kabaş, TELE1’deki programda, “Çok meşhur bir söz vardır. Taçlanan baş akıllanır diye. Ama görüyoruz ki gerçek değil. Ya da tam tersi bir söz vardır. Büyükbaş hayvan bir saraya girdiği zaman o kral olmaz. O saray ahır olur” ifadelerini kullandığı için cumhurbaşkanına hakaretten gözaltına alındı.

Program ve kanal cezalandırıldı.

Teşbihte hata olmaz” sözünü bilmemek hatadır…

BAKAN

Yaptığı konuşmalarda adalet havarisi olan Adalet Bakanı Hamit Gül, Gazeteci Sedef Kabaş’ın gözaltına alınmasının ardından “Milletimizin oylarıyla seçilmiş Cumhurbaşkanımızı hedef alan, edepten nasipsiz, çirkin sözleri lanetliyorum. Haset ve nefretten doğan bu hadsiz ve hukuksuz ifadeler, milletin vicdanında ve adalet önünde hak ettiği karşılığı bulacaktır.” açıklamasını yaptı.

Kimsenin kimseye hakaret etmesini, hatta herkese hakaret eden birine bile hakaret edilmesini doğru bulmam. Pekiii;

  1. Atasözü hakaret sayılır mı?
  2. Bakanın konuşması yargıya ayar değil mi? Hani cüppe giymezdi.
  3. Nerede adaletin “A” sı, nerede bakanın “B” si?..

SEYDA

Evlad-ı Resûl İlim ve İrfan Derneği Kurucusu Muhammed Bütün; Yağmur, Kaya gibi (Türkçe) isimleri olan çocukların cehennemden en son çıkarılacağını anlatarak, “Çocuğuna din eğitimi vermek babanın görevidir. Eğer babası din eğitimini veremiyorsa çocuğunu kendini bu işe adamış olan seydalara, şeyhlere, alimlere, mürşidi kamillere teslim etmelidir…

Baba ilk olarak çocuğun annesini seçerken dikkat edecek. Namaz kılmayan, örtünmeyen, mini etek giyen kadınları tercih eder, çocuk böyle bir anneden doğar ise ahirette o çocuk babasının yakasına yapışacak” dedi.

Teslim edilen çocuklara neler yapıldığını gördük.

Türkiye şeyhler, müritler, mensuplar ülkesi değildir.

Yıkıl densiz!..

İSTİFA

Ermenistan Cumhurbaşkanı Sarkisyan görev süresine daha üç yıl varken istifa etti.

Bizde üç yıl daha kalmak için üç yüz takla atarlar…

YARDIM

RTE bir kararname ile Afganistan halkına yardım başlattı.

Türk halkı Afganistan’a gidip yardımdan yararlanabilir…

ÇÖKÜŞ

İstanbul Havalimanı’nın kargo binası çatısı çöktü.

AKP yapar…

AÇILIM

Kılıçdaroğlu, ”Bu ülkeye demokrasi gelecekse, demokrasi olacaksa, herkes kimliğinden, inancından ötürü ötekileştirilmeyecekse bunun yolu Diyarbakır’dan geçer.”

YCHP’den  Y-açılım
****

YAŞAR NURİ ÖZTÜRK’ten                       :

  • Haram yiyen pis bir ağızla çekilmiş besmele Allah’a hakarettir.