Günlük arşivler: 1 Ekim 2013

Turgut Özakman’ın Anısına


Turgut Özakman’ın Anısına

Dr. Alev COŞKUN
Cumhuriyet, 30.9.13

Su_Cilgin_Turkler

Özakman bu ölümsüz kitabında, Atatürk’e,
Milli Mücadele’ye resmi tarih diye saldıran, o tarihi saptıran, 2. Cumhuriyetçi, şeriat yanlısı ya da liboş yazarların bu yalanlarını tek tek ele alıp irdelemiş ve belgelere dayanarak bunların tarihin çöplüğüne atılmasını sağlamıştır.

Çok önemli kitaplarıyla Türk Milli Mücadele tarihi kütüphanesine büyük katkılar sağlayan araştırmacı, yazar, bilge insanı, Turgut Özakman’ı yitirdik.

Bütün Atatürkçülerin, Kemalistlerin, anti-emperyalistlerin başı sağ olsun.

Emperyalizme karşı 1919’da başlayan ve üç buçuk yıl süren savaş, daha sonra Cumhuriyetin kuruluşu, laik bir devlet düzeni ve çağdaş bir toplumun yaratılışı…
Büyük devrimler… Ortaçağ koşullarında yaşayan bir toplumun büyük dönüşümü…
Bu büyük devrimi, Nâzım Hikmet bize “Milli Mücadele Destanı”nda
o unutulmaz destansı şiiriyle anlattı.

Bu devrimi Falih Rıfkı Atay, “Çankaya”daŞevket Süreyya Aydemir, toplam 6 ciltlik “Tek Adam” ve “İkinci Adam” kitaplarında bize edebi eserleriyle anlattılar.
Son yıllarda da bu konuyu bize Özakman yalın bir biçimde aktardı.

Çanakkale Savaşlarını ve önemini “Diriliş”, Milli Mücadele’yi “Şu Çılgın Türkler”, Cumhuriyet kazanımlarını da “Cumhuriyet-Türk Mucizesi” kitaplarıyla,
Turgut Özakman halka ulaştırdı.

“Şu Çılgın Türkler”, 
bu tip kitaplarda görülmeyen bir başarı elde etti ve haftalarca en çok satanlar listesinde uzun süre yer aldı. “Şu Çılgın Türkler” kitabı Mart 2013 itibarıyla
397 baskı yaparak korsan baskılarla beraber milyonu aşan satışa ulaşmıştır.
Böylesi kitapların milyonlara ulaşan rakamlarla dağıtım ve satış yapması çok güçtür. Ama “Şu Çılgın Türkler”, bu kırılması olanaksız rekoru yakalamıştır.

Turgut Özakman’ın kitapları çok ciddi bir araştırma ürünüdür. Özakman, konu ile ilgili bütün kitapları okur, notlar alır, bu kitaplarda bu notları yerli ve yabancı belgeleri kullanır ve bunlara gönderme yapar. Her kitabın arkasında yer alan dipnotlar, daha sonra araştırma yapacaklar için gerçek ve bulunmaz bir araştırma kaynağı niteliğindedir.
Onun kitapları alışılmış tarih kitabı değildir. Onun kitapları belgesel romandır.
Roman tadında, senaryo modelinde, insanı içine alan bir kurgu düzeninde yazılmıştır.
Turgut Özakman aslında yakın tarihimizin askeri tarihini yazıyordu. Askeri tarihin anlatımı kuru ve sıkıcıdır. T. Özakman askeri tarihin bu yazılış yöntemini bir yana bırakmış kitaplarını bir öykü, bir roman tadında yazarak büyük başarı göstermiştir.
Özakman’ın kitapları bir “Türkiye Üçlemesidir”1915’teki Çanakkale Savaşı’nı
685 sayfalık belgesel romanında anlattı. Buna ‘Diriliş’ adını verdi.

Çanakkale, Türk vatanını, Türk milletini ve halkını parçalamak için uzun yıllar hazırlanan emperyalist planın ilk aşamasıydı.

Özakman, Çanakkale Savaşları için şu yorumu yapar:

  • “Tarihin en eski milletlerinden biri, ateşten geçerek, kan içinde, bir daha uyumamak, benliğini unutmamak, sömürülmemek, ezilmemek, ölmemek üzere çığlık çığlığa diriliyordu.”

İşte onun için kitabına “Diriliş” adını vermiştir.

“Şu Çılgın Türkler”
de Özakman, 1.İnönü Savaşı’ndan başlayarak İzmir’in emperyalist askeri güçlerin işgalinden kurtuluşuna kadar geçen savaşları, bu en zor günleri toplam 750 sayfada anlatmıştır.

İki kitap, toplam 1281 sayfadan oluşan “Cumhuriyet Türk Mucizesi” kitabında ise Özakman 1923-38 yıllarında, Cumhuriyetin kazanımlarının nasıl gerçekleştiğini anlatır.
Cumhuriyetin önünde hazır bir model yoktu. Yolunu düşünerek, arayarak, deneyerek açtı.

  • Para yok, kredi yok, yetişmiş yeterli sayıda eleman, uzman yok, araç-gereç yok. Osmanlı’dan borca batık bir miras kalmış.

1923’te Türkiye 12 milyon nüfuslu, Anadolu’da doğru dürüst tek fabrikanın bulunmadığı, geri, ilkel, yoksul, nüfusun sadece %7’si okuma-yazması olan bir köylü toplumu.
Kadın erkek eşitliği söz konusu değil. Dinsel kurallar yaşamın her noktasında egemen. İşte böylesi ortaçağ koşullarından çağdaş bir toplum yaratmak hamleleri…
Cumhuriyet Türk Mucizesi”nde bu devrimler anlatılır…

Turgut Özakman’ın ölümsüz bir büyük ürünü de yukarıdaki kitaplarından önce 1997 yılında yayımlanan Vahidettin, M. Kemal ve Milli Mücadele” adını taşıyan kitabıdır. “Yalanlar, Yanlışlar, Yutturmacalar” kitabın ikinci başlığıdır.

Özakman bu ölümsüz kitabında, Atatürk’e, Milli Mücadele’ye resmi tarih diye saldıran,
o tarihi saptıran, ikinci cumhuriyetçi, şeriat yanlısı ya da liboş yazarların bu yalanlarını tek tek ele alıp irdelemiş ve belgelere dayanarak bunların tarihin çöplüğüne atılmasını sağlamıştır.

Bu kitapta, Çanakkale, Milli Mücadele, Lozan gibi konularda, ortaya atılan yalanlar
ve saptırmalar teker teker ele alınarak belgelere dayanılarak yanıtlanmıştı.

Çok sevgi ve saygı duyduğum dostum Özakman, imzalayıp gönderdiği
Şu Çılgın Türkler”i, kitabına koyduğu kısa mektubunda “eğer hak ediyorsa”
kitap hakkında bir tanıtım yazısı yazmamı istemişti.

Kitabı bir solukta bitirdim. Müthiş bir eserdi. Milli Mücadele ilk kez bir senaryo tekniğiyle, yalın ve akıcı bir yazın biçemiyle, en önemli ve can alıcı noktalarıyla anlatılıyordu.
Rahmetli İlhan Ağabey’le kitap üzerinde konuştuk. O da hemen okudu ve benden önce “Pencere” köşesinde bir yazı yazdı.

Yazının başlığı: “Bu Kitabı Okuyun ve Okutun” idi. Kitabın önemini belirtiyor ve
şöyle diyordu:

  • “Özakman’ın kitabı tarihsel gerçeğin güzelim bir Türkçeyle roman diline dönüştürülmesidir… Hiç lamı cimi yokbilelim ki, laik Türkiye Cumhuriyeti topun ağzındadır… Kırk yıllık özel çabayla saydamlaştırılan özgün tarihimizin anlamını yeniden içimize sindirmek, bize ve yeni kuşaklara her zamankinden
    daha çok gerekli… O nedenle bu kitabı okuyun, okutun… Toplantılar düzenleyin, üzerinde tartışmalar açın…” 
    diyordu. (Cumhuriyet, 26 Nisan 2005)

Gerçekten, İlhan Ağabey’in bu yazısından sonra bu kitap dalga dalga yayılıp
bütün Türkiye’yi sardı.

Turgut Özakman büyük bir yurtseverdir.
Gerçek bir Atatürkçüdür.
Çok ciddi bir araştırmacıdır.

Hukuk öğreniminden sonra Almanya’da Tiyatro Bilgileri Enstitüsü’nde okuması,
Devlet Tiyatroları ve TRT’de önemli görevler alması, 25’i aşan tiyatro oyunu yazması
ve sonunda Milli Mücadele tarihimizle ilgili olarak yukarıda özetini verdiğimiz kitapları, Milli Mücadele kütüphanemize kazandırması onu ölümsüzlüğe taşımıştır.

Türk toplumu gerçek bir yurtseverini yitirdi..

Atatürkçüler gerçek bir Kemalisti yitirdi.

Bağımsızlıkçı ve ulusalcılar gerçek bir anti-emperyalist yandaşını yitirdiler.
Bütün halkımız gerçek bir yazarını. halkçı, devrimci bir insanını yitirdi.

Özakman, kalıcı eserleriyle yaşayacaktır. Nurlar içinde yat…

ATATÜRK ve BİLGELİK


Dostlar
,

Sayın Aydemir Ceylan emekli validir.

Aydemir_Ceylan

 

 

 

 

 

Aşağıdaki kitapların yazarıdır :

Bir İhtilal Bir Darbe Arasında 20 Yıl..

Bulutların Üstü..

bulutlarin-ustu-bulutlarin-alti-aydemir-ceylan

Sayın Ceylan bu 2 kitabı ile “Bir Cumhuriyet Valisinin Anıları” nı tarihe mal etmiştir.
Yazmak, önemli bir aydın eylemidir ve de edimidir. Sorumluluk ve cesaret ister.

Google’dan adıyla tarattığımızda 6. sırada, sitemizde yer verdiğimiz aşağıdaki yazısını görüyoruz :

29 Ekim ve 10 Kasım sonrası… ASIL GÖREV ŞİMDİ BAŞLIYOR
(
http://ahmetsaltik.net/tag/aydemir-ceylan-emekli-vali/, 27.11.2012)

Kısa süreli Adana ve Amasya valiliklerinin ardından, yurtsever dik duruşu nedeniyle kızağa çekilerek Merkez Valiliği’ne alınmış ve yaklaşık 20 yıl, yaş haddinden emekli olana dek “bu dışlayıcı – pasif – yıkıcı” görevde tutulmuştur.

Sayın Ceylan, bu acı öyküyü ilk kitabında aktarmaktadır.

Belki de bu kadroda en uzun tutulan merkez valisidir!?

Sn. Ceylan, bu uygulamanın çok ağır bir psikolojik baskı olmasına karşın,
uzun yıllar örnek bir sabır, direnç ve olgunlukla karşı koyarak ruh ve beden sağlığını korumaya çabalamıştır.

Denebilir ki, bu 2 uzun “on yıl”, Sayın Ceylan’ı da Mustafa Kemal Paşa gibi bilgeleştirmiştir.

Öyle değil midir ki; “bilge”, “bilgelik” hakkında yetkin – derinlikli felsefi sorgulamalar yapabilmek sıradan insanlarca başarılabilir mi? Üstelik Yüce Atatürk’ün bilgeliği konusunu yetkinlikle işleyebilmek kolay mıdır?

Sn. Vali Ceylan ile ADD Genel Merkez Yönetiminde birlikte çalışma olanağımız oldu.

Genel Başkan Sn. Yekta Güngör Özden, yardımcıları ise demokrasi şehidi
Prof. Ahmet Taner KIŞLALI
ve Sn. Aydemir Ceylan idi.
Biz de Marmara Bölgesinden sorumlu Genel Yönetim Kurulu Üyesi idik.
Tüm gün, nitelikli mesaisini ADD’ye cömertce ve özveri ile harcardı.

Özellikle ADD Genel Merkez Dergisi O’nun sorumluluğunda, kendileri ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE Dergisi Genel Yayın Yönetmeni iken, düzenli ve doyurucu olarak yayımlandı. Biz de o yıllarda yoğun olarak AYDINLANMA KONFERANSLARI veriyor ve saha izlenimlerimizi, konferans konuşma özetlerimizi makale olarak Dergide yayımlıyorduk. Arşivimizde, 1999’larda ADD Genel Merkez Dergisi’ne  makalelerimizi sunduğumuz yazışmalar bulunuyor Sayın Ceylan ile..  

Dostluklarını bizden eksik olmasınlar, hiç esirgemediler.

Son olarak 31 Temmuz 2013’te Dikili’deki “Lozan Paneli” nde görüştük.
Bizim de çağrılı konuşmacı olduğumuz oturuma teşrif etmişlerdi.. Özlemle kucaklaştık..

Aşağıdaki yazılarını bize göndermişlerdi, tevazu ile.. “Takdirimize sunmakta” idiler. Yanıtlamıştık hemen, “web sitemize koyacağız..” diye..

Kendisine şükranlarımızı sunuyoruz düşündüğü, yazdığı ve paylaştığı için..
Kronolojik yaşları 80’lere yaklaşırken, sağlıklı ve üretken uzun bir yaşam diliyoruz.

Sevgi ve saygı ile.
01.10.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

=====================================

ATATÜRK BİLGE KİŞİ MİDİR EVET, PEKİ NEDEN?

Aydemir CEYLAN
Em. Vali
Eski ADD Genel Başkan Yrd.

29 Eylül 2013 günü Bergama’da yapılan Atatürkçü Düşünce Derneği
eşgüdüm toplantısındaki konuşmamda özetle şu vurgulamayı yaptım:

“Mustafa Kemal, başında bulunduğu tüm savaşların, özellikle Çanakkale ve Dumlupınar meydan savaşlarının muzaffer komutanıdır. Mustafa Kemal ATATÜRK aynı zamanda, Osmanlının külleri üzerinde yepyeni bir devletin, Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerini atan, yalnız ulusunun değil tüm dünyanın hayranlıkla izlediği inanılmaz devrimleri gerçekleştiren büyük bir önder ve devlet adamıdır. Gözleri, kulakları, beyni ve vicdanları mühürlü olanlar dışında herkes böyle bilir, böyle söyler. Ancak; bu niteliklerinin söz konusu edildiği yazı ve konuşmalarda O’nun bana göre çok daha önemli olan bir başka özelliğinden, bilge kişiliğinden yeterince söz edilmez. O nedenle; böylesine toplantılarda olasıdır ki ilk kez, Atatürk’ün tüm nitelikleri yanında, dahası BİLGE VE BİLGELİĞİN TÜM GEREKLERİNİ YERİNE GETİREN, SERGİLEYEN İNSAN olduğuna da dikkatlerinizi çekmek istiyorum.

Kendi dağarcığımdan bilgilerle, bir başlangıç olmak üzere bir yazı yazma çabası içinde olacağım. Dileğim; siz saygın ve seçkin arkadaşlarımın ve özellikle ADD Genel Merkezindeki bilim ve danışma kurullarımızın da bu konuda kapsamlı bir düşün – düşündürme ve toplumla paylaşma çabası içinde olmalarıdır. Bunun, Atatürk’ü ve öğretilerini daha derinden kavrama ve özümsememize, topluma daha sağlıklı biçimde kilitlenmemize getireceği yararları saymaya gerek duymuyorum. Şöyle bir yararı da olacaktır:

Geçmişten günümüze bildiğiniz ve yaşadığınız gibi; Atatürk’ü ve devrimlerini giderek yozlaştırmak, anlamsız hale getirmek bir yana, gönüllerimizde yaşayan sevgisini,
aziz hatırasını da küllemek, yok etmek isteyen kimi yönetenler, sözde aydınlar ve de kıskananlar hep oldu, olacaktır. Bunlara çanak tutan ya da kayıtsız, sessiz kalan kimilerin de vebali diğerlerinden farklı değildir! Kimi, günübirlik yaşayıp yaşamdan ayrıldı, kimi köşesine çekildi, çekilecek! “Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür” deyişi onlar için de geçerli, unutulacaklar! Zira; yadsıdıkları, kayıtsız kaldıkları, için için kıskandıkları Atatürk gibi bilge bir kişiliğe sahip devlet adamı, aydın değildiler. Kaçının bırakınız insanlığa, ülkemizin, bizlerin geleceğimize ışık tutan, yol gösteren, çağdaş uygarlığa bilimi, sanatı, kültürü temel alarak barış içinde ulaşmamızı öğütleyen bilgece bir sözü var, kaçı NUTUK gibi bir başyapıtı ülkesine armağan etmiş, bilen varsa beri gelsin! Kaçı; Atatürk’ün 100. Doğum yıldönümü nedeniyle UNESCO Genel Kurulunda alınan karardan haberi vardır?”

Bunları söylemiştim Bergama ADD eşgüdüm toplantısında.

ÖYLEYSE
ATATÜRK BİLGE KİŞİ MİDİR EVET, PEKİ NEDEN?

Evet, ATATÜRK yalnız bir muzaffer kumandan, bir büyük devlet adamı değil,
aynı zamanda insanlığa ve içinde yaşadığı topluma önderlik etmiş bilge bir kişidir.
Neden bilgedir sorusunu, bilge kimdir sorusuyla yanıtlamaya çalışalım:

Zekâ, seziş kudreti, yaratıcılık gibi doğuştan gelen özellikleriyle, hep sorarak, sorularıyla varoluşun nedenlerini, erdemliliği gerçek bilginin kaynaklarını inerek araştıran, öğrenen, bunları aklı ve vicdanıyla yoğurarak özümseyen kişi bilge insandır desek çoğu kişinin itirazı olmayacaktır ancak; bu kısa açıklama bilge insanı tanımlamaya yeterli midir,
elbette hayır.

Olsa olsa aydın bir kişide olması gereken kimi niteliklere değinmiş oluruz. Her toplumda olduğu gibi ülkemizde de bu nitelikte insanlarımız yeterince vardır ancak; bilge kişi ile aydın kişi arasındaki ince çizgiyi görmeden her aydını bilge kişi sanma yanlışlığına da düşmemek gerekir.

Eğer bilgiye, ahlaki değerlere dayalı birikimlerinizi, deneyimlerinizi, eğilip, bükülmeden, kendinizi öne çıkarmadan ve kimseyi ötekileştirmeden toplumun ve insanlığın yararına sunamıyor, dahası; karşılaşacağınız engellerde elinizi taşın altına koyup, bedel ödemeye hazır değilseniz, Bilge değil ama aydın kişi sıfatıyla yaşamak da niye yadırgansın ki!

Üstelik; kimilerine kehanet gibi gelecek olsa da, yaşadığı dönemin çok ötesini görebilecek bilge kişilere yaraşır bir başka özellik de sıradayken…

Yukarıdaki anlatımlardan sonra, Atatürk’ün tüm nitelikleri yanında öncelikle neden
BİLGE KİŞİ olduğunu yazmaya gerek var mı bilmem! Yine de UNESCO’nun bir kararını ve değerli bilim adamı Prof. Dr. Süleyman Bozdemir’in yazısını aşağıya ekleyip konuyu noktalayalım.

  • UNESCO Genel Konferansı; Uluslararası anlayış işbirliği ve barış yolunda çalışmış üstün kişilerin gelecek kuşaklar için örnek olacakları inancıyla, Türkiye Cumhuriyeti’nin Kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün doğumunun 100. Yıldönümü’nde, 1981 yılında anılacağını hatırlatarak, UNESCO’nun ilgilendiği
    tüm alanlarda olağanüstü bir reformcu olduğunu göz önünde tutarak, özellikle sömürgecilik ve emperyalizme karşı en önce açılan savaşların ilk liderlerinden biri olduğunu kabul ederek, dünya ulusları arasında karşılıklı anlayışın, sürekli barışın kurulması için çalışmalarının olağanüstü bir örnek olduğunu ve tüm yaşamı boyunca insanlar arasında hiçbir renk, din ve ırk ayrımını gözetmeden, bir uyum ve işbirliği çağının doğacağına olan inancını anımsatarak, eylemlerini her zaman barış uluslar arası anlayış ve insan haklarına saygı yönünden yapmış olan Türkiye Cumhuriyeti’nin Kurucusu Atatürk’ün kişiliğini ve eserinin çeşitli yönlerini ortaya çıkarmak üzere, 1980 yılında yapılacak sempozyum hazırlıkları için Türk Hükümeti ile UNESCO’nun işbirliği yapmasına karar verilmiştir.”
  • “Tarihteki pek çok büyük devlet adamlarına ve liderlere baktığımızda onların başarılarında önemli rol oynamış bir bilge-edebiyatçı yanlarının bulunduğunu görürüz. Atatürk de bunlardan biridir. Gazi Mustafa Kemal‘i çağdaşı olan öbür ünlü Osmanlı subaylarından farklı kılan ve O’nu sonunda Atatürk yapan tek özellik, gerçekten salt onlardan daha başarılı bir komutan ve devlet adamı oluşumudur acaba? Yazar ve edebiyatçı Demirtaş Ceyhun “Edebiyatımı Geri İstiyorum” adlı deneme eserinde bunun böyle olmadığını usta bir yazar olarak ortaya koymaktadır.

Mustafa Kemal’in Çanakkale’deki, Sakarya’daki, Dumlupınar’daki tarihe mal olmuş
üstün komutanlık başarılarının yanı sıra, 19 Mayıs 1919’dan sonraki siyasal yaşamına ve gerçekleştirdiklerine bakılırsa, Atatürk’ün bilge kişiliğinin en az komutanlığı kadar, hatta daha da önemli olduğu açıkça görülür. Sivas ve Erzurum kongrelerinin ardından Ocak 1920’de zar zor toplanabilmiş ve iki ay sonra 16 Mart 1920’de İngilizlerce dağıtılmış Osmanlı Meclisi-Mebusan’ı otuz sekiz gün gibi kısa bir süre içinde kaçan milletvekilleri ile Ankara’da bu kez ‘Büyük Millet Meclisi’ gibi hiçbir özel anlamı bulunmayan, tanıyanı da olmayan bir adla yeniden açmasına, hele hele neredeyse tamamı şeriat ve hilafet yanlısı olan bu milletvekilleriyle savaşı kazanarak laik bir cumhuriyet kurmasına, sonra da başta Türkçe ile eğitim olmak üzere gerçekleştirdiği onca devrimlere bakıldığında Atatürk’ün bilge yönünün ne kadar üstün olduğunu yadsıyabilmek olanaksızdır.

Kısacası Mustafa Kemal‘i, yaşıtı Osmanlı ünlü paşalarından ayıran temel özelliği,
hiç kuşku yok ki, kendisini toplumumuzun yetiştirdiği gerçek anlamdaki birkaç aydından biri yapan bu bilge kimliği, kesinlikle onlarla kıyaslanmayacak kadar yüce bir düşünce adamı oluşudur.

Bilindiği gibi bütün tarih boyunca kişinin bilge ve edebi kimliği, yani insanlığın ideolojik evrimini sağlayan bilgi üretimi ve birikimi de, öncelikle şiirle, türküyle, oyunla, söylenceyle, masalla, öyküyle, mizahla, kısacası edebiyatla oluşturulmuştur. Eski Yunan düşüncesini oluşturan Sokrates’ler, Platon’lar, Aristotales’ler hiç kuşku yok ki Homeros’un, Aisopos’un, Sophokles’in, Aristophanes’in, Pindaros’un şiirlerinin, oyunlarının, öykülerinin eserleridir.

Roma düşüncesinin temelinde Lucretius, Catullus, Vergilius, Horatius, Ovidius gibi
büyük ozanlar yatmaktadır. Rönesans, Dante ile Boccaccio ile başlamıştır. Çağdaş Fransız düşüncesi Villon’ların, Ronsard’ların, Montaigne’lerin, Moliere’lerin, Corneille’lerin, Racine’lerin; çağdaş İngiliz düşüncesi de gene hiç kuşku yok ki Spencer’lerin, Bacon’ların John Lyly’lerin, J. Swift’lerin, Daniel Defoe’lerin, Shakespeare’lerin, Marlow’ların şiirleri, öyküleri, masalları, romanları, denemeleri, oyunları üzerine kurulmuştur.

Bu nedenle Mustafa Kemal de, kendini asker arkadaşlarından farklı kılan bu aydın
bilge kişiliğini, daha ortaokul-lise sıralarındayken başlamış edebiyata olan ilgisinden, okumaya olan düşkünlüğünden kazansa gerek.

Nitekim kendisi de 10 Ocak 1922 günlü Vakit gazetesinde çıkan bir söyleşisinde
“Merhum Ömer Naci, Bursa İdadisi’nden kovulmuş, bizim sınıfa gelmişti. Daha o zaman şairdi. Benden okuyacak kitap istedi. Bütün kitaplarımı gösterdim. Hiçbirini beğenmedi. Bir arkadaşımın kitaplarımdan hiçbirini beğenmemesi gücüme gitti. Şiir ve edebiyat diye bir şey olduğunu o zaman öğrenmiş oldum. İlgilenmeye başladım. Şiir bana cazip göründü fakat hitabet hocası diye yeni gelen bir zat, ‘Bu tarzı iştigal seni askerlikten uzaklaştırır’ diyerek beni şiirle uğraşmaktan men etti. Şiir yazmak hakkında idadi hocasının koyduğu yasağı unutmuyordum fakat güzel söylemek ve yazmak hevesi bende hep sürdü” diyerek daha Manastır askeri idadisinde (AS : lise) öğrenciyken şiir ve edebiyatla ilgilendiğini, şiir yazmasa bile edebiyata olan ilgisinin daha sonraki yıllarda da sürdüğünü belirtmektedir.

Sınıf arkadaşı Asım Gündüz‘ün anılarında yazdığına göre de, Harbiye’de “Namık Kemal‘in şiirlerini bir defterde toplamış” ve bu şiirlerin birçoğunu ezberlemiştir. Harp Akademisi öğrenciliği yıllarında da “Dünkü vilayetlerimiz olan Bulgaristan’ın, Yunanistan’ın, Sırpların milli şairleri, ülkelerinin hürriyeti için, birlik ve beraberlikleri için şiir yazarken nerde bizim şairlerimiz?” diye hayıflanırmış.

Salih Bozok‘a Sofya’dan gönderdiği bir mektupta da bir Fransız şairinden şiirler çevirdiğini yazmaktadır. Yani, edebiyata olan ilgisi subaylığı sırasında da sürmüştür.
Agop Dilaçar da bir yazısında, “Fransızcayı çok iyi biliyordu. Fransız romanlarını, şiirlerini Fransızca olarak asıllarından okumuş. Asker arkadaşlarından birinin dul hanımı
Madam Corinne‘e yazdığı mektuplarda bu romanlardan söz etmiştir. Türk edebiyatını, divan döneminden yeni akımlara dek iyi bilir, hele Tevfik Fikret‘i çok severdi” demektedir.

Melda Özverim’in “Mustafa Kemal ve Corinne Lütfü” adlı kitabında verilen bilgilere göre de, “İstanbul’da bulunduğu sürece Corinne’nin salonunda cumartesi günleri düzenlenen müzik ve şiir toplantılarına düzenli olarak katılmış” ve şiir okumayı yaşamı boyunca sürdürmüştür.

Ruşen Eşref Ünaydın da ‘odasındaki kitaplıkta’ bulunan kitaplara bakıp “Mustafa Kemal Paşa’nın savaşın durgun dakikalarının boşluklarını bile edebiyatla doldurduğu kanısına vardığını” yazmaktadır. Nitekim Turgut Özakman’ın “Şu Çılgın Türkler” kitabını okuyanlar da Atatürk’ün, Kurtuluş Savaşının hazırlıklarının sürdüğü o yoğun günlerde bile vakit bularak kitaplar okuduğunu, özellikle Reşat Nuri’nin “Çalı Kuşu” romanından çok etkilendiğini ve İsmet Paşa‘ya da okuması için verdiğini göreceklerdir.

Atatürk’ün yaşamını kaleme alan farklı yazarların ortak hayranlıklarından biri,
O’nun kitaplarla olan dostluğudur. Çanakkale savaşının en şiddetli dönemlerinden birinde Mustafa Kemal’le görüşmek için cepheye giden gazeteci Ruşen Eşref Ünaydın, Atatürk’ün odasını şöyle tarif eder:

“Yazıhanesi üzerinde bir Çerkez kamasının yanı başında Balzac’ın Colonel Chabert’i, Manpassant’ın Boule de Suif’i, Lavendan’ın Servir’i duruyordu…”
Atatürk Fransız yazarların eserlerinin çoğunu aslından okudu…

Anıtkabir Derneği‘nin yaptığı saptamalara göre Atatürk’ün okuduğu bilinen kitap sayısı 3997’dir. Bu kitapların 1741’i Çankaya Köşkü’nde, 2151’i Anıtkabir’de, 102’si İstanbul Üniversitesi Kütüphanesinde, 3’ü Samsun Gazi İl Halk Kütüphanesinde bulunmaktadır. Dernek güzel bir çalışma yaparak, Atatürk’ün okuduğu kitaplarda altını çizdiği,
yanına işaret koyduğu paragrafları ve Ata’nın kendi el yazısıyla düştüğü notları özenle birleştirerek “Atatürk’ün okuduğu kitaplar” başlığı altında 5000 sayfalık 24 ciltlik bir seri halinde yayımladı.

Sami Özderdim‘in özenle hazırladığı “Atatürk Devrimi Kronolojisi”ni okurken her insanın mutlaka başı dönüyor olmalıdır. Şam’dan Bingazi’ye, Çanakkale’den Afyonkarahisar’a savaşlarla, Kurtuluş Savaşıyla yoğrulmuş bir ömür… Saltanatın kaldırılmasından öğretimin birliğine (Tevhid-i Tedrisat), laiklikten harf devrimine dek devrimlere adanmış bir yaşam boyunca en çok ne yaptı diye sorarsak, galiba kitap okudu demek gerekir.

Ne dersiniz; Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü böylesine büyük bir düşünür, eşsiz devlet adamı ve yüce bilge bir kişi yapan unsurların başında “O’nun okumaya olan düşkünlüğü ve sahip olduğu yüksek idealler gelmektedir..” dersek bir gerçeği ifade etmiş olmuyor muyuz? Büyük adam olmanın öyle pek kolay olmadığını, insan Atatürk‘ü tanıdıkça
daha iyi anlıyor.

Okuduğu kitapların sadece altını çizdiği bölümler bile 12 bin sayfa tutuyor. 24 yaşında eğitimini tamamladığında tüm ders kitaplarını toplayıp iki ciltlik kitap haline getirdiğini ve sonraki yıllarda yeri geldikçe onlardan yararlandığını görüyoruz. Okul bitti, ders bitti diyen öğrencilerden biri olmadı!…

Atatürk gibi bir dahi yetiştirmiş ulusumuzun bugün içine düşürüldüğü durum yürekler acısıdır. Ne yazık ki eldeki istatistikler halkın okumadığını gösterdiği gibi, aydın geçinenlerin de yeterince okumadığını ortaya koymaktadır. Bilgisizlikleri konuşmalarından ve yazdıklarından olayları analiz edilişlerinden ortaya çıkmaktadır. Okumayan halk televole kültürü ile yetişmekte, böylece bilimden ve çağdaş gelişmelerden kopmaktadır. Belki istenilen de budur! Gerçeklerden koparılmış, yoksul bırakılmış bir halkı gütmek ve dinsel telkinlerle istendiği gibi yönlendirmek daha kolay olmaktadır. Son yıllarda, “neden büyük adam çıkaramıyoruz?” diye soranlara “Okumayan bir toplumdan daha ne bekliyorsunuz?” diye sormak gerekir.

İşin daha da acı yönü, böylesine okuma özürlü bir toplumda yetişen günümüz kuşağı gelecek için daha büyük bir tehlike oluşturmaktadır. Çünkü onlar geleceğimizi teslim edeceğimiz emanetçilerimizdir. Onlara okuma alışkanlığı kazandırmak ve
Atatürk’ü doğru bir biçimde öğretmek zorundayız.

Aslında, hepimizin hâlâ Atatürk’ten öğreneceği o kadar çok şey var ki!…

Atatürk’ün büyük eseri Söylev’i okuyan herkes O’nun ne büyük usta bir yazar ve bilge bir edebiyatçı, eşsiz bir düşün adamı olduğunu takdir etmekten kendisini alamamaktadır.

Atatürk’ün yolu, kitap dolu…

Ne mutlu kitap okuyorum diyene!

O’nun yolunda yürüyene… “

Kaynak: Prof. Dr. Süleyman BOZDEMİR, Çukurova Üniversitesi. Fizik Bölümü,
(2006, 10 Kasım Armağanı)

Başbakanın “Demokratikleşme” Paketi Hakkında Düşünceler


Başbakanın “Demokratikleşme” Paketi Hakkında Düşünceler

Sayın Dr. Onur Öymen, 1974 Kıbrıs Barış Harekartında  ülkemizin Lefkoşe Büyükelçilğiği müsteşarı idi. Gelişmeleri ilk elden ayrıntılı yaşayan bir diplomat..

Onur Öymen

Sayın Başbakan, demokratikleşme paketi dediği önlemleri açıkladı.

Öncelikle şunu belirtelim:

“Demokratikleşme” sözcüğü Türkiye’nin hala gerçek bir demokrasi olamadığının kanıtıdır. Gerçek demokrasilerde demokratikleşmeden söz edildiğini duyan var mı?

Başbakanın açıkladığı paket, Türkiye’nin gerçek bir demokrasiye kavuşmasını isteyenlerin beklentilerinin çok uzağındadır.

Türkiye
– fikir özgürlüğü,
– basın özgürlüğü,
– kadın-erkek eşitliği ve
– yargı bağımsızlığı alanlarında

demokratik ölçülerin çok gerisindedir.

  • Bu nedenle ülkemiz dünya demokrasileri arasında tam demokrasiler,
    hatta arızalı demokrasiler sınıfına girememekte, demokrasiyleZ totaliter devletler arasındaki karma rejimler kategorisinde yer almaktadır.
  • Dünya demokrasileri sıralamasında 89. sıraya düşmüştür.
  • Dünyada hapishanede en çok gazetecisi olan ülke olarak anılmaktadır.
  • Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) aleyhinde en çok mahkumiyet kararı verdiği ülkelerin başında gelmektedir.

Başbakanın açıkladığı paket Türkiye’nAvrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM)in gerçek demokrasiler arasında yer almasını sağlayacak nitelikte değildir.

Daha çok İmralı’nın görüşlerinin savunuculuğunu yapan parti ve örgütlerin beklentileri doğrultusunda önlemler içermektedir.

* Okullardan “Türküm, doğruyum, çalışkanım… diye başlayan Andın kaldırılması
hangi demokratik hakka hizmet edecektir?

Belli ki, Cumhuriyetimizin kuruluşundan beri benimsenen

  • “hangi etnik kökenden, hangi din ve mezhepten gelirse gelsin
    bütün vatandaşlarımızı Türk olduğu anlayışı” 

ortadan kaldırılmak istenmektedir.

Atatürk tarafından benimsenip topluma kabul ettirilen alfabede de değişikliklere gitme yolunda adım atılmaktadır.

Anayasa Mahkemesi’nin ve Danıştay‘ın aksi yöndeki kararlarına karşın üniversitelerden türban yasağının kaldırılmasına destek olanlar, türbanın bütün kamu kuruluşlarında serbest bırakılmasının yolunu açmışlardı.

Hükümet şimdi bu yolda adımlar atmaktadır. Türban için “velev ki siyasi bir simge olsun” diyenlerin hedefleri adım adım gerçekleştirilmektedir.

Seçim barajının düşürülmesi konusundaki kimi kuşkulu ve seçenekli sözler bir yana bırakılacak olursa, başbakanın açıklamalarının demokrasinin ileri götürülmesi bir yana, Cumhuriyetimizin temel ilkelerinden uzaklaşılması yolunda bir adım olduğu görülmektedir.

Şimdi gerçek demokrasiye ve Cumhuriyetin değerlerine sahip çıkanlara büyük görev düşmektedir. Gelinen nokta sessiz kalınarak veya güncel polemiklerle geliştirilecek
bir durum değildir. Meclis açılır açılmaz siyasal partiler öncelikle bu konuda
sınav vereceklerdir.

DEMOKRATİKLEŞME PAKETİ

Dostlar,

“DEMOKRATİKLEŞME PAKETİ BASIN TOPLANTISI” 30.9.13 sabahı yapıldı ve Başbakan RT Erdoğan gerekli açıklamayı yaptı.

RTE_basin_topl._30.9.13

Konuşma metninin tümünü aşağıdaki erişkeyi (linki) tıklayarak okuyabilirsiniz.

DEMOKRATIKLESME_PAKETI_BASIN_TOPLANTISI_30.9.13

Sıkıştırılarak dolu dolu 12 sayfa olduğundan pdf olarak veriyoruz
(Kaynak : http://www.basbakanlik.gov.tr/Forms/pActuelDetail.aspx)

Önemli yerler boyanarak dikkat çekilmiştir.

Paketin adı “AÇILIM” sözcüğünü içermemektedir.

Uzuuuuuuun bir giriş yapılmaktadır.
İçerik belki birkaç sayfada özetlenebilir ama yersiz uzun bir gerekçelendirme var.
Sık sık uzatılan ve içtenlik taşımayan hitap tümceleri de öyle..
Ve de yine sıklıkla yinelenen bu paketin “son” olmadığı..

Bu tümceler, nasıl bir ruh hali içinde olunduğunu ele vermekte.

Hızla okunmasını salık veririz..

Paket ABD güdümlü, AKP-PKK Koalisyonu ürünüdür!

Paket yaşama geçirilebilirse
Türkiye daha yeşil olacak..
Seküler – laik yaşam alanları daha da daralacak..
Kamuda türban serbest.. (Asker, polis, savıcı – yargı. dışında)

İnançları yerine getirmeyi engellemeye 1-3 yıl hapis..

– Öğrenci dersten çıkıp namaza gidecek,
– doktor ameliyatı erteleyecek veya ara verecek,
– asker eğitimi bırakıp ibadet arası isteyecek..

Hınk mınk edilirse de 1-3 yıl hapis..

Seçim sistemiyle sinsice oynanacak ve AKP, oyları %35’lere gerilese bile
salt çoğunlukla iktidar olacak..

Anadil dışında eğitim ise şimdilik yalnızca özel okullarda..
Ama bunun için anayasa değişikliği zorunlu.. (Prof. Süheyl Batum..)

BDP’ye göz kırpma var..
Acele etme, sabırlı ol iletisi var..
Alevilere hiçbir şey yok, başka paket bekleyin.. var..

  • Tüm yollar AKP’ye çıkıyor..
    Paket AKP’yi yerel seçime “kavuşturacak”… 

Bu paket epey konuşulacak..
BDP’li Türk : “Paket kapak gibi.. “buyurdu… Diyarbakır’da hayal kırıklığı varmış..
Onbinler yürümüş ve “AL PAKETİNİ BAŞINA ÇAL!” diye kükremişler..
Akiller de paketi beğenmemiş..

MHP ve CHP 1.10.13’te açıklama yapacaklar..
Cumhuriyet’in temel kazanımları, AKP iktidarında adım adım daha da
yıkıma uğratılacak (tahrip edilecek..)

  • Yerel seçimlerden başlayarak SEÇİM İŞBİRLİĞİ ile
    AKP’den ivedilikle kurtulmak giderek daha ivedi bir gereklilik oluyor..

Öte yandan AKP’nin RTE’sinin – RTE’nin AKP’sinin ayakları giderek dolanıyor..

Erdoğan “Demokratikleşme“ paketini kamoyu ile paylaştı.

Ulusal Kanal’dan Can Ataklı paketi yorumladı..
Yaklaşık 25 dakikalık program aşağıdaki erişkeden (linkten) izlenebilir..

http://www.youtube.com/watch?feature=player_embedded&v=ubJACUTcx4U&list=UU6T0L26KS1NHMPbTwI1L4Eg

Sevgi ve saygı ile.
01.10.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Tuncel Kurtiz de göçtü..

Tuncel Kurtiz de göçtü..

Tuncel_Kurtiz


Tuncel Kurtiz

(d. 1 Şubat 1936, İzmit, Kocaeli ö. 27 Eylül 2013, İstanbul),

Türk sinema ve tiyatro oyuncusu, yönetmen, yapımcı, senaristtir. Babası Selanik doğumlu bir Türk bürokratı, annesi Boşnaktır

 

Üniversitede kısa bir süre hukuk fakültesinde, daha sonra ise filoloji, felsefe, psikoloji ve sanat tarihi bölümlerinde okudu; ancak hiçbirinden mezun olmadı. İlk kez 1959’da Dormen Tiyatrosu’nda oyunculuğa başlamış olan sanatçı, sinema filmlerinde rol aldı. “Sürü” filmiyle zirveye çıkan sanatçı, doğayla içiçe yaşamayı severdi.

1981 Antalya Altın Portakal Film Festivalinde en iyi senaryo ödülünü Nurettin Sezer ile birlikte kaleme aldığı Gül Hasan filminin senaryosuyla kazanmıştır.

2006’da Hacı, 2007’de Asi adlı TV dizilerinde oynadı.

2009 yılının başında vizyona giren olan Güz Sancısı filminde Kamil Efendi karakterini canlandırmıştır. Aynı yıl yayına başlayan Ezel adlı dizide Ramiz Karaeski karakterini canlandırmış ve tanınırlığı daha da artmıştır.

2010 Yaz döneminde NTV yeşil ekranlarında Edremit’in Çamlıbel kasabasında eşi ve kayın biraderi ile birlikte işletmekte olduğu Zeytinbağı adlı butik otelde ünlü dostlarını ağırlayarak Tuncel Kurtiz ve Dostları adlı bir program yapmıştır. Aynı yıl BBC’nin
Hayat (Life) belgeselini seslendirmiştir.

Birçok ulusal ve uluslararası ödülünün yanı sıra, Ekim 2011’de 48. Altın Portakal Film Festivali‘nde Yaşam Boyu Onur Ödülü aldı.

27 Eylül 2013’te İstanbul Etiler’deki evinde düşerek başını çarpması sonucu
77 yaşında yaşama gözlerini yumdu.

Oynadığı kimi tiyatro oyunları

Çok Tuhaf Soruşturma : Ferhan Şensoy – Orta Oyuncular – 1998
Şeyh Bedrettin : Nazım Hikmet – 1997
Mahabaratta : Hint Destanı – Peter Brook – 1985
Keşanlı Ali Destanı : Haldun Taner – Berlin Schaubühne Tiyatrosu – 1984
Teneke : Yaşar Kemal
Kaplan ve Daktilolar – Genar Tiyatrosu – 1968
Samanyolu (oyun) : Karl Wittlinger – Genar Tiyatrosu – 1968
Devri Süleyman : Aydın Engin – Genar Tiyatrosu – 1968
Yolcu : Nazım Hikmet – Genar Tiyatrosu – 1967
Kalbin Sesi – Halkın Gözü : Peter Shaffer – KEnt Oyuncuları – 1964
Martı : Anton Çehov – Kent Oyuncuları – 1963
Altın Yumruk : Dormen Tiyatrosu – 1962
Ayı Masalı : Dormen Tiyatrosu – 1962
Şahane Züğürtler : Dormen Tiyatrosu – 1962
Zafer Madalyası : Thomas Heggen\Joshua Logan – Dormen Tiyatrosu – 1958

Rol Aldığı Film ve Diziler

Uzuuuuun bir liste…

*************************

Tuncel Kurtiz’e veda

Usta oyuncu Tuncel Kurtiz son kez sahneye çıktı (28.9.13.

Büyük ustaya veda Muhsin Ertuğrul Sahnesi‘nde yapıldı. Sanatçı dostları ve sevenleri törende Kurtiz ailesini yalnız bırakmadı. Usta oyuncunun naaşı, Balıkesir Güre ilçesinde toprak verilmek üzere uğurlandı.

Tuncel_Kurtiz'e_veda

Ölümünün ardından Tuncel Kurtiz için İstanbul’daki Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nde veda töreni düzenlendi.

Dostları son yolculuğunda Kurtiz’i yalnız bırakmadı.

Tören, oyuncunun anısına saygı duruşu ile başladı.

Etkinlik sırasında Kurtiz’in rol aldığı filmler ve fotoğraflarından oluşan bir gösterim yapıldı.

Törenin ardından, Sanatçının tabutu omuzlarda dışarıya çıkartıldı ve dakikalarca alkışlandı.

“ÇAPULCULAR SENİ UNUTMAYACAK”

Kurtiz için Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nde bugün bir anma töreni düzenlendi. Törene Kurtiz’in ailesinin yanı sıra sanat camiasından da pek çok isim katıldı.
Ailesinin isteği üzerine konuşma yapılmayan törende tiyatro sanatçısı Ayla Algan, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları (İBBŞT) olarak Kurtiz’le ilgili bir kitap çıkaracaklarını söyledi. Algan “Kurtiz’le ilgili duygularınızı yazın, şehir tiyatrolarının dramaturji bölmüne yollayın, duygularınızı paylaşın bizimle” dedi.

Bir grup genç, alkışlar ve gözyaşları içinde uğurlanan Kurtiz’e seslenerek

“Çapulcular seni unutmayacak!” dedi.

Kurtiz’in okuduğu Sabahattin Ali’nin “Dağlar” şiiri videosu
salonda duygusal anlar yarattı.

Törene katılanlar, Kurtiz’i, şiirdeki

Başım dağ, saçlarım kardır 
Deli rüzgarlarım vardır
Ovalar bana çok dardır
Benim meskenim dağlardır…
dizelerini seslendirirken dakikalarca alkışladı.
(Bu şiirin tamamı sitemizde yer almaktadır..
http://ahmetsaltik.net/2013/10/01/tuncel-kurtiz-ve-sabahattin-ali-anisina-benim-meskenim-daglardir/)

Tuncel Kurtiz dün (30.9.13) Balıkesir’in Güre ilçesinde toprağa verildi.

Töreni izlemek için lütfen aşağıdaki erişkeyi (linki) tıklayınız..

http://www.youtube.com/watch?feature=player_embedded&v=X93JrpgOofQ

Tuncel Kurtiz ve Sabahattin Ali anısına.. Benim meskenim dağlardır..


Dostlar,

Tuncel Kurtiz’in göçmesi nedeniyle, O’nun eşisiz seslendirişi ile
ölümsüz Sabahattin Ali‘nin görkemli şiiri “DAĞLAR” ı paylaşmak istiyoruz..

Sabahattin_AliGönül pınarından çağlayarak gürül gürül yazan da (Sabahattin Ali), gönülden titreşimlerle gümbür gümbür seslendirerek yaşatanlar da (Tuncel Kurtiz) unutulmayacaklar..

Kadim Anadolu halkının kültür tarihine yanık yanık nakşedildiler..

İki yiğit de vatanın dağlarını mesken edindiler.. Sabahattin Ali Kırklareli’nin, Tuncel Kurtiz de Kaz Dağlarının bağrında sonsuza dek dinginliğe teslim oldular..

 

Tuncel_Kurtiz

divider_yesil_fiyonk

 

 

DAĞLAR..

Başım dağ saçlarım kardır,
Deli rüzgârlarım vardır,
Ovalar bana çok dardır,
Benim meskenim dağlardır.

Şehirler bana bir tuzak,
İnsan sohbetleri yasak,
Uzak olun benden, uzak,
Benim meskenim dağlardır.

Kalbime benzer taşları,
Heybetli öter kuşları,
Göğe yakındır başları;
Benim meskenim dağlardır.

Yârimi ellere verin;
Sevdamı yellere verin;
Elleri bana gönderin:
Benim meskenim dağlardır.

Bir gün kadrim bilinirse,
İsmim ağza alınırsa,
Yerim soran bulunursa:
Benim meskenim dağlardır.

Sabahattin ALİ

divider_yesil_fiyonk

TBMM Tezkereyi İyi Değerlendirmelidir


TBMM Tezkereyi İyi Değerlendirmelidir

Tansel_Colasan

 

Tansel ÇÖLAŞAN
ADD Genel Başkanı
30.9.13, Ankara

 

 

Cumhuriyetin iç ve dış politikaları, ulusal çıkarlar gözetilerek “yurtta barış dünyada barış” ilkesi üzerine kurulmuş idi. İkinci dünya savaşı sonrasında BATI’ya bağımlı, teslimiyetçi politikalarla ulusal menfaatlerinin yerini BATILI ülkelerin menfaatleri almışsa da, ilk kez bugün Türkiye ulusal menfaatlerin ötesinde, tüm komşularla sorunlu bir dış politika izleme noktasına geldi. 1200 km uzunluğundaki güney sınırımızda Irak merkezi hükümeti yerine Türkiye’ye terör ihraç eden kuzey Irak geçici hükümeti ile dostluğu tercih eden hükümet, komşu Suriye ile de (0) sorundan ABD istekleri doğrultusunda, Suriye’yi cezalandırmak isteyen “gönüllüler” grubuna katılıvermiştir.

Ne var ki, Rusya’nın girişimiyle ABD – Rusya arasında varılan mütabakatla
Suriye’nin elindeki kimyasal silahları BM’in kontrolüne bırakmasına karşılık, “cezalandırılmasından” şimdilik kaydıyla vazgeçilmiş, Suriye’de bu öneriyi kabul etmiş, böylece sınırlarımızdaki büyük tehlike belki de yerini Barışa bırakmak noktasına gelmiştir.

Ne var ki, savaşta ısrarlı olan hükümet, geçtiğimiz günlerde bir Suriye helikopterini
sınır ihlali yaptığı gerekçesiyle düşürdü. Tam da Suriye’nin ABD ile Rusya’nın önerisi üzerine elindeki kimyasal silahları BM’in kontrolüne bırakmayı kabul etmesinin ertesinde, Paris’te barış yolunu açabilecek bir konferansın yapıldığı gün,
neden böyle bir saldırı yapmış olduğunu anlamak ne kadar zor ise, böyle bir barış ortamı yaratılmışken, Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun deyişi ile, Suriye helikopterinin sınırımızı henüz ihlal etmeden düşürülmesini anlamak da o kadar zor.
Türkiye Suriye’ ye savaş açmak isteyen ülkeler arasında bugün tek başına kalmıştır.1 Ekim’de TBMM açılıyor. 4 Ekim’de hükümetin Meclis’ten, 1 yıl önce olası bir savaşta kullanılmak üzere ucu açık olarak aldığı yetkinin süresi dolacak. Meclis’e çok büyük görev düşüyor, 1 Mart 2003’te hükümete IRAK savaşında istediği yetkiyi vermeyen Meclis, bugünde verecekse, yetkinin kapsamını, sınırını çok iyi değerlendirmeli, hükümetin halkın ve muhalefetin tüm uyarılarına rağmen ısrarla sürdürdüğü savaşçı tutumuna izin vermemelidir.

Bugün Suriye’de yürütülen savaşa karşı dünya kamuoyunun görüşü netleşmiştir;
ne BM genel kurulunda, ne NATO’da, artık bu savaşa devam iradesi yoktur.
Gelinen bu noktada sadece Türkiye savaşçı tutumunu sürdürmektedir. Ancak ne var ki bu politikadan en çok zarar gören ve görecek Ülkede Türkiyedir. Çünkü sadece Türkiye Suriye ile sınır komşusudur. 900 km’lik bu sınır, bugün ÖSO militanlarının yol geçen hanı haline gelmiştir. Sınır güvenliği kalmamıştır. Birleşmiş Milletlerin mülteci olarak görmediği Suriyeli sayısı gün geçtikçe artmakta ve Türkiye ekonomisini zorlamaktadır.
Türkiye halkı, muhalefeti, tüm aklıselim sahibi insanlarıyla bu savaşa karşıdır.
O zaman Meclis, önüne gelecek tezkereyi bu gerçeklik çerçevesinde değerlendirmeli, ulusal menfaatlerimizi göz önüne alarak barışcıl bir dış politikanın önünü açacak, beklenen kararını vermelidir.

Bunu istemek; “yurtta barış dünyada barış” ilkesini dünyaya duyuran bir ülkenin genç kuşaklarının hakkıdır.

Tansel ÇÖLAŞAN
ADD Genel Başkanı
30.9.13, Ankara