Etiket arşivi: Yalçın Akdoğan

Zaman daralıyor!

Zaman daralıyor!

author

Kutuplaşmanın bir parçası olmak istemeyen muhalefet, iktidarın kendiliğinden çökmesini bekliyor. Oysa kavga başlamış durumda. Muhalefetin tutumu ağır sonuçları olacak bir yenilgiyi de kaçınılmaz hale getiriyor.

Zaman daralıyor!

Bu tablo; AKP’nin merkez sağda kurduğu hegemonyanın kırılmaya başladığını ve partinin geleneksel İslamcı tabanına doğru daralma sürecine girdiğini gösterdiği gibi, düşük yoğunluklu da olsa bir şeriat düzeni kurmak için hızlanan iktidarın artık merkez sağ kadrolarla yaptığı ittifaka da ihtiyaç duymadığı anlamına geliyordu. AKP, “inşa süreci” ya da “yeniden kuruluş” adını verdiği bu dönemde, daha önce liberal ağırlıklardan kurtulduğu gibi, merkez sağla da yollarını ayırıyordu.

İHTİYACIMIZ OLAN ŞEY CESARET

Kredi kartını “kötü niyetle kullanmanın” bile sınavlarına katılmanın önünde engel sayıldığı Harp Okulları ve Astsubay Meslek Yüksek Okullarına girişteki, “irticai faaliyetlerde bulunmamak” şartının kaldırılması; kadın-erkek eşitliğini pekiştirmeyi ve kadına yönelik şiddeti önlemeyi amaçlayan İstanbul Sözleşmesi’nden dini gerekçelerle çıkılması; HDP’nin kapatılması için resmen harekete geçilmesi; devlet kurumlarındaki dinselleştirmenin derinleştirilmesi; Erdoğan-AKP yönetiminin girdiği yolda artık her şeyi göze aldığını gösteriyor.

İslamcı iktidarın son haftalarda üst üste gelen bu hamleleri, artık “Dünya bize ne der” gibi kaygıların bir yana bırakıldığını da gösteriyor. Erdoğan’ın, kongre konuşmasında metin dışına çıkarak, Türkiye’nin 200 yıldır ilk kez “tarihi ve kültürüyle buluşma” fırsatını yakaladığını söylerken, 19. yüzyıldan itibaren girilen modernleşme sürecini tersine çevirme olanağının ellerine geçtiğini ilan etmiş oluyor.

Öte yandan, cumhuriyetçisiyle, sosyal demokratıyla, solun önemli bir kesimiyle muhalefet güçleri, bu tabloyu tam olarak okuyamıyor. Bu durum, siyasal krizi derinleştiren, toplumsal tedirginliği artıran ve tehlikeyi büyüten bir rol oynuyor. Dolayısıyla, ülkenin en önemli sorunlarından birinin, içinden geçilen tarihsel dönemeci doğru okuyamayan muhalefet güçlerinin programsızlığı ile cesaret ve önderlik iradesinin eksikliği olduğunu saptamak gerekiyor.

İÇ VE DIŞ DİNAMİKLER

Gel gelelim, Erdoğan’ın kongre konuşmasının dayandığı, daha önce Yalçın Akdoğan tarafından formüle edilen hipotez, aslında çökmüş durumda. Anımsatalım; AKP programının hazırlanmasında önemli bir rolü olan, “muhafazakar demokrasi” kavramını ortaya atan, Erdoğan’ın danışmanı ve “çözüm süreci” bakanı Doç. Dr. Yalçın Akdoğan, 2007 yılında ortaya çok çarpıcı bir tez atmıştı. Akdoğan, “Cumhuriyetin daha İslami bir rejim doğrultusunda dönüştürülmesi için 200 yıldır ilk kez iç ve dış dinamiklerin birbiriyle örtüştüğünü” belirtiyordu.

Tanzimat döneminde Batının, Hıristiyan toplum kesimleriyle ilgilendiğini ve onlara hamilik yaptığını belirten Akdoğan, “küreselleşme” çağında ise Batı’nın kendilerini (İslamcıları) desteklediğini söylüyordu. Bu durumun, içeride sahip oldukları toplumsal destek ve aşağıdan gelen siyasal taleple de örtüştüğünü ileri sürüyordu. Böylece, kendilerinin ABD’nin “ılımlı İslamcılık” projesinin bir ürünü olduğunu da “yetkin” bir şekilde ifade ve itiraf ediyordu. Kimi çekincelerle belirtirsek; bu saptama, ortaya atıldığı dönem itibarıyla ilk tahlilde doğruydu.

Ancak, tarih ne onların beklediği gibi ne de emperyalizmin bölgesel hesapları doğrultusunda akmadı. Son yıllarda dünyada ve bölgedeki gelişmeler, AKP’yi iktidara taşıyan iç ve dış dinamikler arasındaki örtüşmeyi ortadan kaldıran bir seyir izledi. Uyum bozuldu. Siyasal İslamcılık bütün dünyada ideolojik, kültürel ve ahlaki bakımdan yüz kızartıcı bir yenilgiye uğrayarak iflas etti. Tekbir getirerek insan boğazı kesenlerin, 21. yüzyılda insanlığa önerebilecekleri anlamlı bir gelecek yoktu.

BİR KIVILCIM YETER Mİ!

Ilımlı İslam projesinin radikal İslamcılık ile mücadelede bir çözüm olabileceğine ilişkin beklentinin fantastik bir hayal olduğu ortaya çıktı. Çünkü, Sünni İslam’ın hala davam eden bir ortaçağın içinden geçtiği anlaşılamadığı için, “ılımlı İslamcılık” girişiminin, radikal hareketler için uygun bir zemin oluşturduğu da görülememişti.

Emperyalizm ve küresel gericilik Suriye’de yenilgiye uğradı. İhvancı iktidar Tunus’ta çöktü ve dramatik şekilde Mısır’da devrildi. Her iki ülkede de İhvancı iktidarlara karşı büyük bir toplumsal tepkinin oluştuğunu saptamak gerekli. Sonuç olarak, AKP’nin de organik ilişkilerinin olduğu anlaşılan İhvan-ı Müslümin (Müslüman Kardeşler) hareketinin bölgesel ölçekteki “network’ü çöktü. Çok sayıda siyasal, toplumsal ve kültürel dinamik, tarihin akışını başka türlü ve “ilerleme yasası”na uygun şekilde belirledi. Öyle ya, yeni emperyalizm çağında da olsak, kimse kral iradesi ya da imparator otoritesine sahip değildi.

Son iki haftaya sığan bütün bu adımlar, kaçınılmaz olarak muhalefet ile iktidar ilişkilerinin daha çatışmalı bir döneme gireceğini de gösteriyor. Ancak, sürekli yanlış yapılması, ekonomik krizin derinleşmesi, kamuoyu yoklamalarında AKP ve MHP tabanının daraldığının ortaya çıkması gibi nedenlerle muhalefet, iktidarın kendiliğinden çökmesini bekliyor. Kavgacı bir görüntü vermek ve kutuplaşmanın bir parçası olmak istemiyor. Oysa kavga başlamış durumda. Muhalefetin bu tutumu, hak edilmemiş ve ağır sonuçları olacak bir yenilgiyi de kaçınılmaz hale getiriyor.

Peki bu durum aşılamaz mı? Aşılır! Bu iş, atılacak doğru bir adıma, kuşatıcı bir çağrıya ve zamanın ruhuna uygun bir programa bakar. Toplumların ve tarihin doğası buna uygundur.

Sonuçta                             ;

  • AKP’ye kendi programı ve ideolojik hedefleri ile emperyalizmin bölgesel ve küresel siyasetleri arasındaki uyumun sağladığı iktidar olanağı siyasal ömrünü tamamladı.
  • Erdoğan yönetiminin hırçınlığının da sertleşmesinin de nedeni budur.
  • Bu topraklarda güzel bir söz vardır; korkunun ecele faydası yoktur. Bu söz, hem iktidar hem de muhalefet için geçerlidir.

Ben bu davanın…

Ben bu davanın…

Yeliz Koray
https://www.abcgazetesi.com/yeliz-koray/ben-bu-davanin/haber-114500, 04.12.2018

Yarbay Mustafa Dönmez
Hapisti. Kazada ölen oğlunun cenazesine katılmak istedi. Kaçar diye 2 saatlik deniz yolculuğu yerine 7 saatlik karayolundan götürdüler. Oğlunun cenaze namazına yetişemedi.
Cenaze defin için mezarlıkta bekletildi. Yarbay Dönmez, oğlunun mezarına toprak atıp;

“Şeytanla bile kavga edebileceğimi düşünürdüm, hayatımda ilk kez yenildim.” dediği sırada

Bülent Arınç; “Türkiye bağırsaklarını temizliyor” diyordu.

Enver Arpalı
Van 100. Yıl Üniversitesi’nde Genel Sekreter Yardımcısıydı. Yolsuzluk ve evrakta sahtecilik suçundan hapisti. Aylarca hakim karşısına çıkmayı bekledi, depresyona girdi. Hapishanedeki görevli imama “İntihar etmek günah mı?” diye sordu. “Günah” dediler ama dayanamadı. “Bu lekeyle yaşayamam” dedi intihar etti. Aynı dosyada yargılanan koğuş arkadaşı Prof. Yücel Aşkın da haberi alıp kalp krizi geçirdiği sırada ‘Bakaracı’ Egemen Bağış, “Bulanık suda balık avlamaya çalışanları hizaya soktuk” diyordu.
*
Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu
Silivri Cezaevi’nde tutukluydu. Oğlu trafik kazasında ölünce izinle evine; Ankara’ya getirdiler.
Acılar paylaşıldıkça azalırdı ama kaçar korkusuyla geceyi eşinin yanında geçirmesine izin vermediler. Eşi evde O Sincan Cezaevi’nde ağladı. Sabah olup, 5 yıl hapis yatacağı Silivri’ye giderken, Başbakan Danışmanı Yalçın Akdoğan, “Cumhuriyet tarihinin en büyük hesaplaşması” diyordu.

Türkan Saylan
Ömrünü fakir çocuklarının okumasına ve cemaatlerin gerçek yüzlerini ortaya çıkarmaya adadı.
Korkmadı, anlattı; “Bunları söylüyorum ama kim bilir başıma neler gelecek?”dedi.
Üstelik kanserdi… ÇYDD’yi bastılar, elleriyle yerleştirilen belgelere ‘delil’ dediler.
Sahte evraklar, belgeler yazışmalar… Kadına ömrünün son 1 ayını zehir ettiklerinde AKP Sözcüsü Hüseyin Çelik, “Merhametten maraz doğar” diyordu.
*
Üsteğmen Nazlıgül Daştanoğlu
Asker de olsa kadındı, makyaj yapmak hakkıydı. Soruşturmasını şimdilerde FETÖ tutuklusu Korgeneral Mustafa Özsoy yaptı. Tek suçu (!) makyajdı ama ‘disiplinsizlik ve ahlaki durum’ denilerek ordudan uzaklaştırıldı. Onuruna yediremedi, intihar etti. Oğlu anneannesine sarılıp “Annem aklıma gelince kalbim acıyor” dediğinde Ahmet Davutoğlu,
 “Demokrasinin daha sağlam temellere oturması için Ergenekon bir fırsat”diyordu.
*
Kurmay Albay Murat Özenalp
Darbeye teşebbüs iddiasıyla tutukluydu. Açık görüşte kızı Duru’yla oynarken yere yığıldı.
Beyin kanaması geçirdi, öldü. Kızı Duru, “Bir daha top oynamayız baba kalk” dediği sırada Bülent Arınç, “Bu davaların savcılarına Türkiye’nin borcu var” diyordu.
*
Kuddusi Okkır 
Sözde örgüte finansal destek sağlamaktan tutukluydu. Haksızlığı yediremedi; akciğer kanseri oldu.
Yatağa bağlı özgürlüğüne (!) kavuştuğunun 5. günü yaşamını yitirdi. Cezaevinde “Bir daha sizi hiç anmayacağım. Dört bir yan duvar, yalnızlık dolu… Yalnızlık öğretti susmayı ve düşüncelere sevgi katmayı” dizelerini yazdığında yalaka basın, Ergenekon kitaplarından kazandığı paraları sayıyordu!
*
Yarbay Ali Tatar
Amirallere Suikast Girişimi iddiasıyla tutuklandı. 11 gün sonra serbest kaldı ama savcı 3 gün sonra itiraz etti, yeniden tutuklanması istendi. Banyoya girdi, eşine ve kızına mektup yazdı;
“Başınızı öne eğecek hiçbir şey yapmadım. Kızım Gökçe iyi yerlere gel ki hesabımı sorabilesin. Böyle giderse ne ordu ne Cumhuriyet ne de ülke bulamayacaksınız. Karanlığa bir nebze ışık olsun diye hayatıma son veriyorum.” dedi.
Silahı başına dayayıp tek kurşunla hayatına son verdiğinde Bülent Arınç,
“İyi ki savaşa girmemişiz. Bunlar askerlikten başka her şeyi yapmışlar.” diyordu.
*
Şu Allah’ın işine bak ki Tayyip Erdoğan tam da 15 Temmuz 2008’de “Ben bu davanın savcısıyım” dediğinde, 8 yıl sonra darbeye kalkışacakların, darbeyi engelleyecek askerlere darbe yapmasını savunuyor, “Askerlikten başka her şeyi yapmış olanların” askerlikten başka hiçbir şey yapmamış olanları hapse atmalarını izliyorduk.

Velhasıl, “Ergenekon çöktü, bitti, yalanmış, aldatıldık, Allah affetsin” deyip yıllarca boş yere hapis yatan, kanser olan, ölen, intihar eden insanlara-ailelerine “Adalet geç de olsa tecelli etti” demek yetmez. Zira, geç gelen adalet adalet değildir, zaten adalet de henüz tecelli etmemiştir!

Uğur Dündar : Kayınpeder-enişte rüşvet var bu işte!


Kayınpeder-enişte rüşvet var bu işte!

portresi

Uğur DÜNDAR
SÖZCÜ, 13.12.14
Oktay Ferşat, alacaklı müteahhitlerle buluştu ve gündemi sarsacak bir iddiayı ortaya attı:

Sağlık Bakanlığı’nın 2 numarasına 100 bin lira verdim. Anlatırsam, hükümet düşer

Sevgili okurlarım,

SÖZCÜ’nün “KAYINPEDER ENİŞTE ÇOK PARA VAR BU İŞTE” manşetiyle gündeme getirdiği 112 Acil Servis İstasyonları skandalı, hükümeti sarsacak düzeye ulaştı.

Bilindiği gibi AKP Milletvekili ve aynı zamanda Başbakan Erdoğan’ın siyasal başdanışmanı olan Yalçın Akdoğan’ın eniştesi Oktay Ferşat’la (Muhammet Zahid Ferşatefendioğlu) Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç’ın kayınpederi olan Ali Yüksel yurt çapında 4 bin adet Acil Servis İstasyonu inşa etmek için kolları sıvamışlardı. Oktay Ferşat’a ait Ferşat Group işi üstlenmiş, Ali Yüksel de
bu büyük projenin Genel Koordinatörü olmuştu.

Bakanlığın tavsiyesi!

Ancak müteahhitlere yapmaları gereken ödemeler gerçekleşmeyince
mağdurlar bize başvurmuşlar ve dolandırıldıklarını iddia etmişlerdi.

Ferşat Group’la bir protokol imzalamadıklarını ve bu nedenle inşaatı biten istasyonların kabulünü yapmayacaklarını açıklayan Sağlık Bakanlığı da mağdurların savcılıklara suç duyurusunda bulunmalarını önermişti.
Bakanlık ayrıca Ferşat Group’a ön olurun nasıl verildiğini belirlemek için soruşturma başlatmıştı.

Müteahhitlerin iddiasına göre 112 Acil servis işinde dönen para 60 milyon lira dolayındaydı.

Mağdur müteahhitlerden bazıları suç duyurusunda bulunmaya hazırlanırken, Oktay Ferşat ve Ali Yüksel’in çağrısı üzerine son kez buluşup görüştüler.
İşte yılın rüşvet skandalı da bu toplantıda ortaya çıktı.
Elimizdeki görüntü ve kayıtlara göre toplantı sırasında Oktay Ferşat dinleyenleri şoke eden rüşvet itirafında bulundu.
İşte Oktay Ferşat’ın “hükümeti deviririm” diyerek yaptığı yılın rüşvet itirafları:

* * *

Üçüncü kişi: Şimdi bakan dese ki…
Kayınpeder: Teslim alıyorum dese, mesele bitti.
?: (Kim olduğu anlaşılamıyor) Toplayın bütün müteahhitleri, ben sizin üstünüzün altınızın… Ben bu konuda böyle düşünüyorum. Gidelim beraber basın açıklaması yapalım. Ne istiyorsunuz gidip söyleyeyim. Açıklayayım.
Ne diyorsanız yapayım, benim teklifim şu…

Sponsorlarım hazır

Dördüncü kişi: Bak 10 bin lira borcum var diyorum bir adama. Şimdi adam şuradan geliyor. Sen çıkarsan da bu adama 2 bin lira versen… (Burada ne dediği anlaşılmıyor) Anladın mı? Abi sen bunu yap önce…
?: (Kim olduğu anlaşılamıyor) Bak bir dakika Ahmet. Ahmet bak, sana bir şey söyleyeyim mi?
Enişte: (…) Benim şu anda müteahhitten aldığım teminat da bu işin içindeyken, param da bu işin içinde. Bütün hesaplarım açık. Bunları sen istediğin gibi topladın, bir araya gelin şey yapalım. Şikayet ettiler zaten. Onlar da bakıyorlar, ediyorlar. Benim şu anda yapmam gereken sponsorum hazır.
Hala hazır, ben şu anda bir işbirliği yaparsak bir anlatabilirsek. Ufak tefek de bir iki dosya gönderirsek deriz ki; ‘bak kardeşim böyle değil.’ Zaten şu anda Uğur Dündar soruyor. Diyor ki o ki öyledir, niye senin valin açtı. O ki öyledir, niye sen buna cevap vermiyorsun? Binanın içinde senin personelin oturmuyor mu?
Ali Yüksel ile Oktay Ferşat’ın ekibi var onun içinde, diye soruyor. Bu bizim için bir avantaj, biz bir haksızlığa uğradık.
Kayınpeder: Sözcü dünkü veya evvelsi günkü gazetesinde ‘sahte’ diye verdi. Şimdi diyor ki ‘bu şeyler bu belgeye dayanıyor.’
Enişte: Dolayısıyla Ahmet abi şu anda kızmak bize bir şey getirmez.
Bizim yapmamız gereken, ben zaten gece gündüz çalışıyorum koşturuyorum. Yukarılara haber gönderdim. Kayınpeder Ankara’da yatıyor kalkıyor. Enteresan stratejiler yapıyorum. Gazetecinin bir tanesine ‘Bakanla alakalı açıklama yapacağım, bak yeter canımı sıktı’ diye her türlü nazik nazik yapıyorum.
Ali hocamız hepimiz bir yerlere yapalım. Açıklama… Açıklama bir şey değil.
Ben Ali hoca ile giderim bugün bir yerlere kardeşim var ya Başbakan’a gönderdim şu adamla da şu dosyayı gönderdim… Ama derler ki… Başbakan sana söylemediler mi… Şu dosyanın içinde senin şu adamın. Bakanın benden rüşvet alıyor, niye buna müdahale etmedin… İki aydır dosyası senin elinde… Herkesi sıkıntıya sokarım. Ben kendimi aklarım. Ali hocayı da çıkarırım. Rezil kepaze ederim hükümeti, düşürürüm. Ama bunların hiçbir tanesiyle bize para gelmez. Hiçbir lira gelmez.

‘TAMAM BU İŞİ İMZALAYACAĞIM’

Kayınpeder: Çünkü Sağlık Bakanlığı da bir hükümet. Aşağı tükürsen sakal yukarı tükürsen bıyık.
Enişte:

  • Sağlık Bakanlığı benden 100 bin lira rüşvetin parasını aldı. Aldı…

Ben bayrama 300 TL ile girdim.

  • Sağlık Bakanlığı’na ben arabamı, altın bozarak
    Sağlık Bakanlığı’na ben 100 bin lira rüşvet verdim.

Ve bana bakanın sponsoru seçim bölgesinde. Edirne bölgesinde 40 trilyonluk (eski parayla) bütçeyi bana yükledirler, benden taahhüt aldılar. Bunu sen ödeyeceksin tamam mı? Taahhüt ettim.

  • 100 bin lirayı benden alan Sağlık Bakanı’ndan sonra ikinci adam M.M. (Adı bizde saklı. U.D.)

Üçüncü kişi: M.M… ‘Tamam bu işi imzalayacağım’ dedi mi?
Enişte: Dedi… Bak abi onu diyorum sana işte. Başbakan’a sunduğum dosyayı bir okur musun? Başbakan’a bunları gönderdim. Yazıyor orada. Rüşvet aldığı, her şey yazıyor. Bakın gittik, Çarşamba günü bu işin şeyini almaya. İmza almaya gittik. Efendim Yalçın şöyle dedi, Yalçın böyle dedi…

  • Burada iki tane büyük oyun var. Bunlardan bir tanesi Cemaat
    Şu anda Sağlık Bakanlığı da Cemaatle yönetilen bir kurum.

Cemaate karşı en önemli koz, şu anda biziz. Cemaatin hükümette yaptırım kozu biziz. Biz niye üç kağıtçı olduk abi? Yaptığımız binaların imzalarını vermediler diye. İmzaları verselerdi bizim Sağlık Bakanı ile bir problemimiz olur muydu? Benim Ahmet’e borcum olur muydu? Olmazdı. Şimdi sponsorum hazır, alacağım vereceğim. Onlar da bende. Sponsor hangi tarihte, ne ödeyeceğini taahhüt etmiş bana. O da bende. 200 tane 25 gün içinde…. 25 gün dün doldu. 200 tanenin parasını ödeyecek bize adam… 40 küsur trilyon para ödeyecek bize adam. Dolayısıyla, şimdi ne biliyor musun burada… Ali Yüksel kim? Suat Kılıç’ın kayınpederi. O’nu kullanıyorlar. Ben Yalçın Akdoğan’ın eniştesiyim diye bu adamlar bize imza atmadı. Niye rüşvet vermedik onlara… İki, Sağlık Bakanlığı’nın arkasında kesinlikle cemaat, Yalçın’ı kullanmak bitirmek için beni şey yapıyorlar. Bak şimdi Sağlık Bakanı’nın ikinci adamı bana teklif etti. Dedi ki ‘Oktay sana haksızlık yapıldı, bunların hepsi bende şahitli belgeli’ dedi. ‘Sana bu yanlışı N.T. (Adı bizde saklı U.D.) yaptı. Git N. T’yi tokatla,
ben sana Sağlık Bakanlığı’nda bu işi hemen çözeceğim. Sana şeref sözü veriyorum, istediğin kadar iş vereceğim.’ Ben bunları açıkladım televizyonda. Niye tokatlatacaklar biliyor musun? ‘Yalçın Akdoğan’ın eniştesi N.T.’yi tokatladı.’ Bir sürü oyunun içindeyiz. Bizi kullanıyorlar şu anda.
Bizim en büyük kozumuz ne biliyor musun sen ve ben. Millet…

‘BİZİ KİMSE ARAMADI’

Kayınpeder: Serinkanlı olarak bu işlerin üzerini çizeceğiz.
Üçüncü kişi: Peki Başbakan’a sundun bu rüşveti falan…
Enişte: Bizi kimse aramadı, görmedi…
Kayınpeder: Başbakan şu anda İsrail ile savaşıyor; Amerika ile savaşıyor; Cemaatle savaşıyor. Bütün işleri bırakacak da…
Yalçın ne diyecek?
Enişte: Eline geçmemiştir bile… Ben Yalçın’a 15 gündür bizatihi babayı görevlendirdim, Başbakan 21 ili mi ne açıkladıydı ya Cuma günü müydü ne… Yalçın o yazıyı okudu, daha dosyayı inceleyemedi. Anla yani… 20 gündür
o baba hasta adam oğlum ne yaptın okumadın mı diye… Bekliyorum bakalım, Yalçın bize ne diyecek.. Yalçın bize bir şey desin, biz ondan sonra ne yapacağımıza bakalım. Bana diyecek ki,‘Ne haliniz varsa görün…’ Öyle mi… Hükümetin yıpranmasını umursamıyor musun? Ben diyeceğim ki Başbakan’a, ‘Ben dedim kaynıma… Bu dosyayı da eline verdim. Okudu bunları. Babam verdi eline ve bunları takmadı.’ Karadeniz bölgesinde kimse seçimler için bizimle ters düşemez… Benim babam orada ciddi bir alimdir… ‘Yok’ desin, kimse oy vermez. Onun için de önemli bir kitlenin önünde benim babam. Üç gün sonra bizi Tayyip çağıracak… Diyecek ki ‘Bu işler niye bu duruma geldi?’ Diyeceğim ki , ben bakanla uğraştım, şuna rüşvet verdim buna verdim. Benim anamı ağlattılar. Ben bütün süreçlerden geçtim. Başbakan’ın bütün arkadaşlarına gittim. Dediler ki bana ‘Senin kayınbirader oradayken. yanlış olur bizim Başbakan’a gitmemiz…’ Ben de cuma günü kayınbiraderin eline dosyayı verdim. Verdi baba yani. Bitti. Şimdi iki gün bekleyelim, bu arada müteahhitlerle buluşalım. Müteahhitler de doğruyu bilmeli. En büyük kozumuz bu Ahmet abi, beni sevmeleri benim onları sevip sevmemem önemli değil. Ben bu adamlara teklif ettim: Müteahhitlere parasını verin ben başka bir şey istemiyorum. Alın bu işi başka birisine verin. Beni bu işten azad edin gideyim… Yapmadığım teklif kalmadı. Bu konuda bir canım kaldı yani vermediğim.

Engel oluyorlar

Hiçbir konuda suçum yok. 59 tane müteahhit bir araya geldiğimizde hakkımızı arayacağız. Yalan, iftira, yanlış yapmaya gerek yok. Sen yapmadın mı Adana’yı? Seninki belediye, seninki beş taneden bir tanesi. Ama bunların %99.5’i her gün sağlık il müdürleriyle yemek yiyen müteahhit… Onun için biz birlikte
hareket edersek, hükümet bizi şey yapar. Niye sana diyor ki ‘Sen Oktay’ı ver mahkemeye.’ Niye biliyor musun abi? Bakanlığı para ödemekten kurtarmak için. Şimdi sen benim sponsorum engel oluyorsun. Müteahhidi üzerime çekiyorsun, yaptığım binada da oturuyorsun. Oktay üçkağıtçı, atın bunu içeri. Atsınlar. Ben bu kağıtlarla ifade verir, üç gün sonra çıkarım. Ama ne olacak biliyor musun, bakanlık para ödemekten kurtarmak için. Olan yine senin parana olacak. Yani senin paran gidiyor şu anda. Şu anda 40 trilyon param var.
Şu anda toplam müteahhitlere 6-7 trilyon borcum var veya yok.
Yaptığım inşaatlara bugün fatura kessem, 70 trilyon alacağım var hakedişlerim var. Onda biri yetiyor, Ahmet abi gibi 50 adamı kapatıyor.

* * *

Sevgili okurlarım,

Dediğim gibi bu konuşmaların görüntü ve kayıtları elimizde mevcut.
Bunları savcılığa teslim etmeye hazır olduğumuzu belirtiyor ve Ferşat’la Yüksel’e bir kez daha “hodri meydan” diyoruz.


Kurdeleyi Vali’ye kestirdiler

Spor Ba­ka­nı Su­at Kı­lı­ç’­ın ka­yın­pe­de­ri Ali Yük­sel ile Baş­ba­kan Er­do­ğa­n’­ın Baş­da­nış­ma­nı Yal­çın Ak­do­ğa­n’­ın eniş­te­si Ok­tay Fer­şa­t’­ın or­tak ol­du­ğu Fer­şat Gro­up ta­ra­fın­dan yap­tı­rı­lan 112 acil ser­vis is­tas­yon­la­rın­dan 5’i An­tal­ya­’da hiz­me­te gir­miş­ti. İs­tas­yon­la­rın kur­de­le­le­ri­ni dö­ne­min Va­li­si Ah­met Al­tı­par­mak kes­miş­ti.

Hesaplaşanlar ve Tarafsız Kalanlar

Değerli paşam,

Son YAŞ kararları hk. aşağıdaki yazınız çoook hüzün verici..

Tarihe de not düşücü..

Bu koşullarda yazınız için sizi “kutlama” bana tuhaf geliyor.

Yüreklilikle, yurtseverlikle acı gerçekleri yazdığınız için size teşekkür ederim..

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 21.8.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

===============================================

Hesaplaşanlar ve Tarafsız Kalanlar

Naci_Bestepe_portresi

NACI BEŞTEPE
E. Tümgeneral

Çok kötü bir haftaydı.

3 Ağustos YAŞ kararları içimizi kararttı.

TSK burnuna kadar siyasete batırıldı.

Askeri hiyerarşi ve gelenekler ayaklar altına alındı.

YAŞ üyesi generallerin hepsi sessiz kaldı. Bir kişi bile şerh koyamadı.

5 Ağustos Silivri Özel Yetkili Mahkemesi kararları ise vicdanlarımızı kanattı.

Vicdanı olan ve kindar olmayanlar için sözüm tabii. Kendilerini kindar
ve dindar olarak tanımlayanlar ve onların önünde diz çökenlere değil.

Başbakan’ın sesi konumundaki danışmanı Yalçın Akdoğan diyor ki;

“ERGENEKON davası,Cumhuriyet tarihinin en büyük hukuki
hesaplaşmasının adıdır. Bu dava 27 Mayıs’tan, 12 Mart’tan, 12
Eylül’den, 28 Şubat’tan, 27 Nisan’dan süzülüp gelen bir müdahale
ruhundan hesap sorulmasıdır.”

Bu ifade açık bir kin ve intikam içermektedir.

Hukukla, adaletle ilgisi yoktur.

Devlet yönetimindeki bir şahsın ağzına almayacağı sözlerdir.

    Yargıda; somut olay,suç, kanıt, suçlu ve karşılığı vardır

.

Yargı ne tarihle ne de bir anlayışın ruhu ile hesaplaşır.
Yargı suçu yargılar.

“TSK geçmişte darbeler yaptı şimdiki mensupları da onların devamıdır, bunlar da yapar..” mantığı ilkel bir yaklaşımdır.

Yargıyı siyasi etkileri altına alanların mantığıdır bu.

Siz siyasi olarak tarihle, siyasi rakiplerinizle hesaplaşırsınız ama yargıyı bu hesaplaşmanın aracı haline getirdiğiniz anda meşruiyetiniz sorgulanır hale gelir.

Kararlarla ilgili iki bakış açısını anımsatayım.

Söz konusu mahkemenin yargıcı iken adaleti aradığı için sürgün edilen Hakim Köksal Şengün,

“Dosyadaki hiçbir sanık hakkında eylemlerle bağlantı kurulmadı, deliller eşliğinde suçlama getirilmedi” diyor.

AKP iktidarının öncü kindarlarından Bekir Bozdağ ise, “Hiçbir mahkeme delilsiz, ispatsız ezbere karar vermez.” diyor.

Mahkemelerin nasıl oluşturulduğunu kimse bilmiyormuş gibi.

Delil yerine sahtekar gizli tanıkların iftiralarının esas alındığı
gün gibi açık değilmiş gibi.

İşte yargının ne derece çıkmazda olduğunu gösteren iki yaklaşım.
Hangisine inanırsanız..

Mahkeme kararının HESAPLAŞMA olduğunu çok iyi gören bir grup da
BDP’li bölücü Kürtlerdir.

Hasip Kaplan diyor ki;

“AKP hesabını gördü sıra bizde. Kürtlerin 1990’lı yıllarda yaşadığı, binlerce köyün yakılıp yıkıldığı,faili meçhul cinayetler işlendiği…”

AKP hesabı kesti. Yargı eliyle.

Sıra BDP’li bölücülerde.

AKP ile el ele TERÖRLE MÜCADELE’nin hesabını kesme hazırlığı yapılıyor.
Dağda, silahlı çatışmada etkisiz hale getirilenler artık FAİLİ MEÇHUL sayılıyor.
Şehitlerimiz ne sayılacaksa.
ERGENEKON’da ceza alan yiğitler o mücadelenin sembol isimleri idi,
sıra geriye kalanlarda.

Türk ulusu izin verirse eğer…

Bilmem ulusum sessiz kalır mı?

Ama Genelkurmay Başkanlığı’nın tavrı ibretlik.

Mahkeme kararları ile ilgili olarak resmi web sitesinde yayımladıkları,

“Türkiye Cumhuriyeti’nin bekası, hukuk devletinin erdemliliği ve yüce milletimize olan sorumluluğumuz dikkate alınarak..”

diye başlayan ve karardan üzüntü duyulduğunu, yüksek yargının uygun çözümle sonuçlandıracağına inanıldığı belirtilen bildiriden, bir saat içinde başlangıçtaki ifadenin çıkarılması Genelkurmay’ın durumunu
gözler önüne seriyor.

Ne vardır bu ifadede?
Çok şey.

T.C.’NİN BEKASI artık TSK’nın sorunu değildir çünkü.

TSK, eğer ülke dıştan yıkılmaya çalışılırsa müdahale edecek,
içten bölüp yıkanlara karışmayacaktır.

O halde “BEKA” ifadesi fazladır.

HUKUK DEVLETİNİN ERDEMLİLİĞİ’nden dem vuramaz.
Çünkü öyle bir devlet kalmamıştır.
Hukuku siyasi iradeye teslim etmiş bir devlet vardır artık.
O devleti yönetenlerle uyum içinde çalışılmaktadır.
O ifade de iktidardaki ağabey tarafından hoş karşılanmaz.
Silinmiştir.

YÜCE TÜRK MİLLETİNE KARŞI OLAN SORUMLULUK da yerine getirilmemektedir.

Silahlı eşkıya önünden resmi geçit yaparak giden askeri birlikler,
emirler gereği elini kıpırdatmamaktadır.

Binlerce şehidin kemiklerini sızlatan, şehidine, generaline subay-astsubayına sahip çıkamayan bir kurum durumuna düşürülen TSK’nın sorumluluğundan bahsetmek de abes olurdu.

Bu ifadeler, büyük olasılıkla Gnkur. 2. Başkanı onayı ile konmuştur siteye. Genkur. Bşk. ya kendi görünce ya da iktidardan birilerinden
laf işitince derhal çıkarılmıştır.

TSK artık tarafsız, sessiz- soluksuz, iradesiz bir kurum haline gelmektedir/gelmiştir.

Polisiye kitapları sevenler DAN BROWN’ı bilir.
Ben de çok sever ve her kitabını okurum.
Son kitabı CEHENNEM’de, DANTE’den alıntı iki cümlesi var.
Şu yukarıda anlattıklarıma nasıl da uyuyor bakın.

“Cehennemin en karanlık yerleri, buhran zamanlarında tarafsız kalanlara ayrılmıştır. Tehlikeli zamanlarda harekete geçmemekten daha büyük günah yoktur.”

İnanan, inanmayan kendine pay çıkarsın diye aktardım.

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

Alevi örgütleri niçin sessiz?


Alevi örgütleri niçin sessiz?

necdet_sarac_portresi

Necdet Saraç

necdet.sarac@yurtgazetesi.com.tr
22 Temmuz 2013


Kürt meselesi
ndeki müzakere sürecini rölantiye alan ve yerel seçim sonuna kadar da çözüm üretme yerine, bu rölanti halini devam ettirme niyetinde olan AKP, kendisi için Kürt meselesinden daha kolay bir alan olan Aleviler üzerinden başka bir gündem yaratmaya çalışıyor. Bu nedenle geçen haftanın en önemli gündem maddelerinden biri “tencere tava çalan komşunuzu ihbar edin” olurken, diğeri de Alevilikti.
İki hafta önce “ikinci Alevi açılımını” yeniden gündeme sokan Erdoğan, geçen hafta da bu açılımı “yeni gibi gözüken eski” sözleriyle sürdürdü…

Başbakan Erdoğan’ın “Eğer Alevilik Hz. Ali’yi sevmekse, ben dört dörtlük bir Aleviyim. Çünkü Hz. Ali efendimizi çok seviyorum” sözleri aslında yeni sözler değildi. 2011 yılında da benzer bir konuşma yapan Erdoğan, konuşmasına bu kez yalnızca
“dört dörtlük Alevi” vurgusunu eklemişti. Tek fark buydu. Erdoğan iki yıl önce olduğu gibi bu kez de gönlünde yatan Sünnileştirilmiş bir Aleviliği” yeniden bütün Alevilere dayatıyordu!

Erdoğan bunları söylerken, bir başka kulvarda Sabah Gazetesi yazarı Rasim Ozan Kütahyalı “15 Ağustos tarihinde şiddet de içeren büyük bir Alevi ayaklanması tasarlandığını” yazıyordu. Kütahyalı’nın yazdığı da aslında “çok yeni bir senaryo” değildi ama önemliydi. Kütahyalı, “objektif bir gerçeklik” diye TESEV raporuna yansıyan, arkasından da Cengiz Çandar’ın, Yalçın Akdoğan’ın, Mümtazer Türköne’nin ve Güneri Civaoğlu’nun yazılarına konu olan ve “barışın, birliğin, bütünlüğün” önünde engel olarak gösterilen “solcu Aleviler“ söylemini “ayaklanma” fikriyle bütünleştiriyor ve “Aleviler kışkırtılıyor” diye sunuyordu.

Bu son derece tehlikeli söylemler ne Alevi kamuoyunda ne de Türkiye kamuoyunda Erdoğan’ın “dört dörtlük Aleviyim” sözleri kadar yer buldu. Alevi hareketinin birçok kurum başkanı Erdoğan’ın sözleri ile ilgili olarak kendilerine tutulan mikrofonlara bu sözleri eleştirerek ve Aleviliğin ne olduğunu bir kez daha bir savunma refleksi içinde anlatmaya çalışarak cevap verdiler. Alevi kurum başkanlarının söylemleri genel olarak doğru olsa da işin doğrusu, durumu idare etmeden öteye geçemiyordu. Çünkü Alevi hareketi
ne Erdoğan tarafından Alevilere dayatılan “İslami yaşam biçimi” tartışmasını,
ne de “solcu-devrimci Alevilerin barış sürecinin önünde engel olduğu” yaklaşımını bir savunma psikolojisi ile aşamaz. Savunma psikolojisi ile bütünleşen mağdur edebiyatı Alevileri hem siyasi hem de toplumsal gündemden hızla düşürdüğü gibi “güçsüz bir Alevi algısını” da beraberinde getiriyor. Alevi dünyasının neredeyse kabak tadı veren ve yer yer dalkavukluğa dönüşen “hoşgörü edebiyatı” da bu süreci fazlasıyla besliyor.

* * *

Bir yandan “yeni Alevi açılımı” diyen bir AKP, diğer yandan AKP’nin doğrudan kontrolünde olan TOKİ’nin aynı hafta içinde “Cemevi için yerimiz yok cevabı”.
Bir yanda “dört dörtlük Alevi söylemi, diğer yanda Kılıçdaroğlu’nun Alevi kimliğinden hareketle meydanlarda yuhalatılan Alevilik. Bir yanda kardeş edebiyatı, diğer yanda köprüye konan Yavuz Selim ismi. Bir yanda eşitlik edebiyatı, diğer yanda “bu solcu Aleviler var ya, onlar barışın da demokrasinin de önünde engeller. Gezi direnişlerinde bu Alevilerin bu kadar öne çıkması tesadüf değil, aman dikkat. Bunlar yeni bir ayaklanmaya hazırlanıyor” söylemleri…

Bu söylemleri AKP ve “akıl hocaları” adım adım besliyor, büyütüyor. Bu durum karşısında Alevi hareketi son derece etkisiz. Yüz binlerce insanı sokağa döken, 2008’de başlattığı “Eşit Yurttaşlık Hakkı” mitingleriyle yeni bir dönem başlatan
Alevi hareketi, yarattığı bu etkinin sonucu sokağa çıkan “sıradan” Alevi vatandaşların bile gerisine düşmüş durumda. Ayda 2,5 milyon kişinin ziyarete ettiği Alevi kurumları (cemevleri) sanki gündemin tümüyle dışına düşmüş gibiler. Ciddiye alınmadıkları,
adam yerine konulmadıkları TV tartışmalarına katılan taraflarda bile gözüküyor.
İktidar ne kadar manüple ederse etsin, tercihte bulunursa bulunsun, eğer ortada
derli toplu ciddi ve ortak davranma yeteneği olan bir Alevi hareketi olsa televizyonlardaki “Alevi tartışmalarında” meydan ne yalnızca AKP’nin kurdurduğu ve kağıt üzerinde olan Alevi derneklerine kalır, ne de Alevilik konusunda Sünni ulema bu kadar ahkâm kesebilir! Alevi hareketi artık sıradanlaşmış demeçler dışında bu “sessizliğini” bozmak için kendi içinde acilen yeniden yapılanmalıdır. Düşünsel olarak da tıkanan bir görüntü veren Alevi hareketi son bir-kaç yıldır patinaj yapıyor. Bu patinajdan kurtulmak için Alevi hareketinin bir bütün olarak yeniden yapılanması kaçınılmazdır.

NOT   : Geçen hafta Bağımsız Dergisi’nde yayınlanan “Alevileri kim temsil ediyor?” başlıklı yazımı www.yurtgazetesi.com.tr” den okuyabilirsiniz.