Etiket arşivi: Suphi Karaman

İNADINA CUMHURİYET

Suay Karaman ile Söyleşi :

Suay Karaman

İNADINA CUMHURİYET!

Gamze AKDEMİR

– Geniş kapsamı düşünülürse “İnadına Cumhuriyet”in yakın ve çok yakın tarihe ilişkin temel önermelerini, amacını dile getirmenizi rica ederek başlayalım söyleşimize.

– “İnadına Cumhuriyetkitabım, ülkemizin ve dünyanın sorunları ile çözüm önerilerine genel bir bakış açısı yaratmayı amaçlıyor. Okuyucuya unuttuklarını anımsatmak, belirli konularda düşünmelerini sağlamak, ufuk açmak ve sorgulamak gibi önermeler de kitabın amaçları arasında sayılabilir. Yıllardır çeşitli sorunlar hakkında yazdığım yazıları bir kitapta toplamak niyetindeydim ki bu konuda biraz geciktim de sayılır. “İnadına Cumhuriyet” böyle doğdu. Kitabın başlığı, ülkemizde cumhuriyete düşman olanlara karşı bir başkaldırı olarak düşünülebilir.

Kemalist Devrimin sömürge ve yarı sömürge olarak emperyal devletlerce ezilmiş uluslara verdiği örneği, 1789 Fransız Devrimi ile 1917 Bolşevik Devrimi’nden farkı ve esinlenişiyle açımlıyorsunuz. Anlatır mısınız?

Kemalist Devrim, muhteşem Altı Ok’un yanında tam bağımsızlık ve emperyalizm karşıtlığı ilkeleri ile günümüzde de geçerlidir. Kemalist Devrim, sömürge ya da yarı sömürge olarak büyük devletlerin egemenliği altında bulunan ezilmiş uluslara, 300 yıldır dünyayı sömüren emperyalizmin yenilebileceğini göstermiştir. Böylelikle kurtuluş savaşı veren uluslara örnek olmuştur. Aydınlanma Devrimi’nin itici ve sürekli gücü Kemalizm ilkelerinin üçünü (cumhuriyetçilik, ulusçuluk, laiklik) Fransız Devrimi’nden, üçünü ise (devletçilik, halkçılık, devrimcilik) Bolşevik Devrimi’nden esinlenerek bir bütün oluşturmuştur. Türkiye’deki devrimin 1789 Fransız Devrimi’nden farkı, emperyalizme karşı savaşla kurulmuş olması, 1917 Bolşevik Devrimi’nden farkı ise, Marksizm ideolojisi üzerine kurulmamış olmasıdır. Kemalizm ileriye açık, aydınlanmacı bir ideolojidir. Mazlum ulusların, ulusal demokratik devriminin ideolojisidir. Değişen koşullar içinde, sürekli ve akılcı bir yenilenmeyi ve o yenilenmenin ilkelerini içerir.

– Kumpaslardan Cumhuriyet Gazetesi’ne atılan bombalara, devlet himayesinde kök salan tarikat yapılanmaların eylemlerine, darbe kalkışmalarına dek hiçbir şeyin güzel olmadığı bir aralığa imza atan, ülkeyi ve toplumu adeta “re-set” leyerek geriye doğru biçimlemeye çalışanlar… Baskıcı söylem, eylem ve yol arkadaşlarıyla Recep Tayyip Erdoğan’ın temsil ettiği zihniyet… Yaz, sor bitmez! Özetleyecek olursak; kitabınızda açımladığınız laik ve demokratik Türkiye Cumhuriyeti’ne siyasi-dini karşıt ideolojilerin kökenleri ve yöntemlerinin geleceğine ilişkin temel yorumunuz nedir?

– Siyasi iktidarın aracılığı ve önderliğinde bugün ülkemizde her türlü baskı söz konusudur. Siyasi iktidar demokratik ve laik cumhuriyetle kavgalıdır, Atatürk ile kavgalıdır ve her fırsatta intikam almaya çalışmaktadır. Ortaçağ karanlığından beslenen bir zihniyet söz konusudur. İçinde laiklik olan her şeyi yıkmak azminde olan bir siyasi iktidar tarafından yönetilmekteyiz. Üstelik bu siyasi iktidar, Anayasa Mahkemesi’nin kararına göre laikliğe karşı eylemlerin odağı olduğu kesinleşmiştir. Böyle baktığımız zaman durum iç açıcı değildir. Yaşadığımız günler 1919 yılına benzemektedir. Bugün de ülkemizde yabancıların büyük ağırlığı söz konusudur. Ulusal değerlerimiz, özelleştirme adı altında emperyalist güçlere peş keş çekilmektedir. Laik eğitim yerini imam eğitimine bırakmıştır. Ekonomik kriz toplumu derinden sarsmaktadır. Kısaca bugünlere bakınca toplumun geleceği karanlıktır diyebiliriz. Ancak ne olursa olsun bu topraklarda Mustafa Kemal Atatürk’ün özgürlük ateşi vardır, bağımsızlık türküleri söylenir. Bütün bu olumsuzluklar, mutlaka yeni bir aydınlıkla son bulacaktır. Artık yeni bir Mustafa Kemal beklemeye gerek yoktur; Mustafa Kemal’in gençleri, Kemalizm’i özümseyenler bilmelidirler ki hepimiz bir Mustafa Kemal’iz. Güzel günler için örgütlü olarak yapılacak eylemler, mutlaka aydınlıkla sonlanacaktır. Türk gencinin, demokratik ve laik cumhuriyetine sahip çıkacak azim ve kararlılıkta olduğu görülecektir.

– Tehlikenin boyutu ve toplumun farkındalık düzeylerine, aydınların yılgınlığı ve bireylerin epey uzun sürmüş suskunluğuna yorumunuzu da sormak isterim. Yol haritası ve bireyde içselleşen değerleriyle Kemalist Devrimlerin sürekliliğine inancı nasıl dile getiriyorsunuz? Aynı bağlamda çeşitlenen millet, milliyetçilik, Atatürkçülük ve istikrar anlayışlarına ilişkin ne düşünüyorsunuz?

– Günümüzde ülke olarak yaşadığımız tehlikenin farkındayız ama biraz geç kaldık bu farkındalıkta. Bugün ülkemizde demokratik rejim, yerini tek adam diktatörlüğüne bırakmıştır. Siyasi iktidarın insanları susturmak ve rejimi değiştirmek için yaptığı kumpasları hep birlikte yaşadık. Ergenekon, Balyoz gibi davalarla hem orduya olan güven zedelendi, hem ülkede rejimin değiştirilmesi için düğmeye basıldı ve hem de insanlar susturuldu, etkisizleştirildi. Açılımın gölgesinde terör bir yandan, işsizlik, açlık, yoksulluk diğer yandan toplumu vururken, ekonomik ve siyasal kriz her geçen gün daha çok can yakarken toplumun bunlardan etkilenmemesi düşünülemez. Ancak Türkiye, potansiyeli çok büyük olan bir ülkedir. Yer altı ve yer üstü zenginlikleri çok fazladır. Planlı bir kalkınma hamlesiyle, bütün bu olumsuzluklar aşılabilir. Ama önce siyasi bir yeniden yapılanma olması gerekir. Benim sürekli söylediğim bir söz vardır:

  • Krizden çıkmanın yolu, Kemalizm’in Altı Oku’dur.

Mustafa Kemal Atatürk’ün liderliğinde milliyetçilik akımı, Misak-ı Milli ilkesinden başlayarak, özgürlük, tam bağımsızlık, milli egemenlik uğrunda dış ve iç düşmanlarla çetin savaşlar vermiş, içe dönük ve halkın mutluluğunu amaçlayan bir niteliğe dönüşmüştür. Atatürk milliyetçiliği “Yurtta Barış Dünyada Barış” ilkesiyle, şovenizmden sıyrılmış, evrensel bir kavram kazanmıştır. Atatürk’ün elinde milliyetçilik, ulusal kurtuluştan, ulusal devrimlere geçişin gerekçesi olmuştur. İşte burada Atatürk’ün yaptığı millet tanımı da çok önem kazanmaktadır: “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir.” Atatürk ilke ve devrimlerine, tam bağımsızlığa ve emperyalizm karşıtlığına sıkı sıkıya sarılarak ve özümseyerek bütün olumsuzlukları yeneceğimize inanıyorum.

– Sendikal haklardan yargı bağımsızlığına açtığı yolda, 27 Mayıs devriminin dinamizmini ve özellikle 1961 Anayasası ile topluma siyasal, kültürel, ekonomik, sosyal açılardan başlıca kazandırdıklarını nasıl değerlendiriyorsunuz? 1961 Anayasası’nın ülkemize kazandırdığı çağdaş demokratik ilke ve kurumları kısaca nasıl sıralamak mümkün?

27 Mayıs 1960 Devrimi olarak adlandırılan tarihsel olay, ayrıntılı incelemeleri gerektiren toplumsal bir davranışın ürünüdür. 27 Mayıs 1960 İhtilali, tartışmasız bir devrimdir. İhtilal, toplum yapısında biriken çelişkilerin bir gün patlayışı sonucunda ortaya çıkan ve bir grubun yönetime el koymasıyla, devletin siyasal ve sosyal yapısında oluşan ani ve şiddetli değişikliklerdir. Devrim, özünde toplumsal gelişmenin önünü açan bir güç taşır ve bir toplumdaki siyasal ve ekonomik kazanımların toplumun geniş kesimleri yararına hızla değişmesidir. 1961 Anayasası’yla getirilen yeni ve çağdaş kurumlarla, sosyal hukuk devletiyle, özgür seçimlere gidilmesiyle ve bütün bunların on yedi ay gibi çok kısa bir zaman içinde başarılmasıyla, 27 Mayıs tartışmasız bir devrim niteliğini kazanmıştır.

27 Mayıs 1960 için “demokrasiye darbe” söyleminde bulunan yüzeyseller çoğalmaktadır. Çünkü doğru kaynakları okumadan, araştırmadan, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olanlar kolaycılığı seçmektedirler. 27 Mayıs 1960 öncesinde Türkiye’de yalnızca adı Demokrat olan bir parti vardı ve hukuk dışı tutum ve davranışlarıyla demokrasiyi yok ediyordu. Yalnızca “Tahkikat Komisyonu” bile demokrasinin olmadığının kanıtıdır.

27 Mayıs Devrimi’nin topluma kazandırdığı en büyük yapıt olan 1961 Anayasası ile laik devlet yapısına sosyal devlet ve hukuk devleti kavramları girmiştir. Bu çağdaş anayasa ile ülkemizde ilk kez Anayasa Mahkemesi kurularak, yasaların anayasaya uygunluğu denetlenerek, anayasa ihlalleri yapılmasının önüne geçilmiştir. Cumhuriyet Senatosu kurularak, çift meclis ile yasama yetkisi daha demokratik hale getirilmiştir. Devlet Planlama Teşkilatı, Yüksek Öğrenim ve Kredi Yurtlar Kurumu, Devlet Personel Dairesi, Türk Standartları Enstitüsü, Basın İlan Kurumu, Ordu Yardımlaşma Kurumu gibi kurulan yeni kurumlar, amaçları doğrultusunda verimli çalışmalarıyla toplumsal düzenlemelere önemli katkılarda bulunmuştur. 1961 Anayasası’yla bağımsız yargı ve yargıç güvencesini sağlayacak kurumlar oluşturulmuş, grev ve toplu sözleşme hakkı kurumlaştırılmış, üniversiteye ve TRT’ye özerklik sağlanmıştır.

Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Yasası, Basın-Fikir İşçileri Yasası, İlköğretim ve Eğitim Yasası, Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Yasası, Gelir Vergisi Yasası gibi yeni düzenlemeler yapılmıştır.

1961 Anayasası’nın temelini oluşturan 27 Mayıs Devrimi gücünü, emekçisiyle, köylüsüyle, gençliğiyle, çalışanıyla, aydınıyla, ordusuyla tüm Türk ulusundan almıştı. 16 Eylül 1960 tarihli ve 10605 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan “Milli Birlik Komitesi Direktifi” ve “Milli Birlik Komitesi’nin Memleket Meseleleri Hakkında Temel Görüşleri”, Milli Birlik Komitesi’nin programı gibidir ve hükümetin neler yapması gerektiğini anlatır. Bu belgelerde, Milli Birlik Komitesi her konuda bir politika saptanmasını öngörmüş ve bunları genel çizgileriyle açıklamıştır. Bu “Direktif” ve “Temel Görüşler” incelendiğinde, Milli Birlik Komitesi’nin toplumcu, sosyal adaletçi, eşitlikçi, devrimci, devletçi yanı ağır basan, özel girişimi teşvik eden ve destekleyen bir karma ekonomi modelini benimsediği görülür. Bunların hayata geçirilmesi, çıkarılan yeni yasalarla ivedilikle gerçekleştirilmiş, bir kısmı da yeni anayasaya konularak, uygulaması gelecek iktidarlara bırakılmıştır. On yedi ay gibi kısa bir sürede gerçekleştirilen aydınlanma yolundaki yeni atılımların ve yeni anayasanın hazırlanarak, seçimlere gidilmesi ile Milli Birlik Komitesi ülkeyi sivil yönetime bırakmıştır. Ancak gelen iktidarlar 1961 Anayasası’na karşı çıkmış ve “bize plan değil, pilav lazım” söylemiyle, 27 Mayıs Devrimi’nin getirdiği aydınlanmanın gerisine düşmüşlerdir.

– Babanız Suphi Karaman’ın 27 Mayıs 1960 Devrimi’nde aldığı aktif rolü, devrim savunusunu, yorumunu, ülküsünü burada da anlatır mısınız? Ayrıca, 27 Mayıs Devrimi’nin önderlerinden Haydar Tunçkanat’ı da nasıl anıyorsunuz?

– 27 Mayıs 1960 Devrimini yapanları saygı ile anıyorum. 27 Mayıs’ın devrimci çizgisinden sapmadan yaşamını sürdürenleri de sevgiyle selamlıyorum. 27 Mayıs 1960 İhtilali, seçimle gelen sivil iktidarın demokrasi dışı tutum ve davranışlarıyla diktatörlüğe giden yönetimine karşı bir tepki sonucu gerçekleştirilmiştir. Büyük tarihi deneyimi ile ülkemizin yakın geçmişinin önemli tanıklarından olan babam Suphi Karaman, Milli Birlik Komitesi’nin çekirdek kadrosundaydı. 27 Mayıs öncesinde Kurmay Yarbay rütbesiyle KKK Kurmay Şubesi Müdürü idi. Babamın bu kilit göreve atanmasıyla birlikte, ihtilalin önemli noktalarına komiteden arkadaşlarının getirilmesi sağlanmıştır. Babam gözüpek bir devrimciydi; “Harp okulunda okurken, Mustafa Kemal’i ve yaptığı devrimleri kıskanırdım, kırk yıl önce dünyaya gelseydim, Samsun’a ben çıkardım” diyecek kadar cesaretli ve kendine güveni olan biriydi.

Ülkesini, içine düştüğü kardeş kavgasından kurtarmak için, geleceğini ve yaşamını ortaya atmaktan, devrim yoluna baş koymaktan çekinmeyen babam, 27 Mayıs’ın amacını “Atatürk Devrimleri’ni yeniden yaşama geçirmek ve demokrasiyi tekrar sağlamak” olarak özetlemiştir. 1961 Anayasası’nın ülkemize kazandırdığı çağdaş demokratik ilke ve kurumlar için babamın Türkiye tarihine özel bir sorusu vardı: “Neden bu demokratik ve sosyal kurumları siviller getirmedi?”

12 Eylül karşı devriminin paşaları ile günümüzdeki yöneticiler lüks içinde ve devlet koruması altında yaşarlarken,  27 Mayıs Devrimcileri gibi babam da korumasız sade hayatını, onurlu ve dürüst bir şekilde sürdürmüştür. “Benim halktan korkacak bir şeyim yok ki, korumam olsun. Bizden sonra yönetime el koyanlar hep korumalarla dolaştı, aramızdaki farkı anlamak isteyen bunu düşünsün” diyerek tarihe not düşmüştü. Kemalizm’in, ulusal egemenliğin ve 27 Mayıs Devrimi’nin savunucusu olan babamın en büyük arzusu, Tam Bağımsız Bir Türkiye idi. Bir gün bu arzunun gerçekleşeceğine tüm kalbimle inanıyorum.

14 Temmuz 2002’de yitirdiğimiz Milli Birlik Komitesi’nin seçkin subaylarından Haydar Tunçkanat, “Türkiye’nin Milli Savunma Stratejisi”, “Albay Dickson Raporu”, “İkili Anlaşmaların İçyüzü”, “Amerika, Emperyalizm ve CIA”, “27 Mayıs 1960 Devrimi” kitaplarını yazmıştır. Özellikle “İkili Anlaşmaların İçyüzü” adlı eserinde;

  • Ulusal Kurtuluş Savaşında yenerek, ülkemizden kovduğumuz emperyalizmin ve kapitülasyonların, yıllar sonra yalnız ABD ile yapılan ikili anlaşmalar yoluyla ülkemize nasıl geri geldiği belgelere ve olaylara dayanılarak açık açık anlatılmıştır.

27 Mayıs Devrimcileri, seçkin subaylardı, ülke ve dünya sorunları hakkında engin bilgiye sahiplerdi. Yaşamları boyunca sürekli yeni bilgiler öğrenmek için okuyan, düşünen ve sorgulayan aydın insanlardı. Atatürk ilkelerine bağlı, kendilerini sürekli geliştiren yurtsever ve cesur subaylardı. Anayasa gereği Tabii Senatör olarak Cumhuriyet Senatosunda görev yaptıkları zaman, ülkemizin hemen hemen her sorunuyla yakından ilgilenmişler, görüş ve çözüm önerilerini dile getirmişlerdir.

– Son olarak bugünkü durumuna ilişkin değerlendirmenizi de ekleyerek yanıtlamanızı rica edersem; sol üzerine değerlendirmelerinizde nelere odaklanıyorsunuz, solun sancılarına ilişkin hangi görüşleri dile getiriyorsunuz? Bu bağlamda size göre CHP sol bir partiden beklenenleri ne ölçüde karşılayabilmişti ve bugün ne ölçüde karşılayabilmektedir?

– Önce soldan başlayalım, sonra bugünkü duruma gelelim. Sol kavramı ile toplumun büyük kesiminin yararına olan politikalardan söz edilmelidir. Sol bir parti ulusalcıdır, yabancıların belirleyeceği politikaları değil, kendi ulusunun çıkarlarına göre olan politikaları benimser. Sol görüşlü parti, siyasetin halkı kandırmak için değil, ülkenin ulusal çıkarlarının korunması için yapıldığının bilincindedir. Sol bir parti, sosyal devlet ilkesini benimser; sağlık ve eğitim hizmetlerinin ücretsiz olarak tüm halk kitlelerine sağlanmasına çalışır. Sol görüşlü parti, demokratik ve laik eğitimi savunur. Sol bir parti, planlı ekonomiden yanadır ve özelleştirme politikalarına ilke olarak karşı çıkar.

Türkiye’de sol bir parti, Atatürk düşmanlarını, ikinci cumhuriyetçileri, tarikatçıları, din tüccarlarını, bölücüleri, ırkçıları, mezhepçileri, küreselleşme yanlılarını, ilkesiz ve tutarsız olanları içinde barındıramaz, barındırmamalıdır. Ulusal Kurtuluş Savaşı’mızdan, onun Kuvayı Milliye’sinden, onun Müdafaa-i Hukuk’undan,  Halk Fırkası’ndan ve bütün hepsinin temel felsefesini oluşturan “6 Ok”undan gelen Cumhuriyet Halk Partisi, bugün sol bir partiden beklenenleri karşılayamamaktadır. İşin özü CHP, büyük önderimiz Atatürk’ün ölümünün ardından savrula savrula, bugünkü savruk, hatta proje parti durumuna getirilmiştir. CHP yukarıda saydığımız her konuda tutarlı olsaydı, AKP gibi ortaçağ özlemcisi gerici bir iktidar 17 yıldır siyaset sahnesinde bu büyük çoğunluğa ulaşamazdı.

Eskiden hepimizin kullandığı sağ-sol gibi kavramlar vardı ama bugün yaşadığımız günlerde bu sağ-sol yerine vatansever, vatan haini kavramlarının kullanılması daha doğru olur kanısındayım.

Şimdi bugünkü duruma bakalım. Bugün

17 yıllık AKP iktidarı ile sistemli ve bilinçli bir şekilde sivil darbe uygulanmaktadır.
Sivil darbe, hukuk dışı yasalar çıkartılarak, tüm devlet kurumlarını ele geçirmek için sistemli bir şekilde kadrolaşmak ve kendilerine karşı olanları bir şekilde yargılayıp, susturmaktır. Ülkeyi yöneten siyasi iktidar, kendi ülkesinin ordusuna düşman ise, o ülkede sivil darbe yapılıyordur. Ülkeyi yöneten siyasi iktidar, ülkenin parlamentosu yerine kanun hükmünde kararnamelerle yasama görevini yerine getiriyorsa, o ülkede sivil darbe yapılıyordur. Ülkeyi yöneten siyasi iktidar, bağımsız yargının verdiği kararlara tepkili ise, hangi koşulda olursa olsun her istediğini yapmak için uğraşıyorsa, o ülkede sivil darbe yapılıyordur.

  • Anayasa Mahkemesi’nin verdiği kararla laikliğe karşı eylemlerin odağı olduğu kesinleşen AKP iktidarının, bu karara karşın ülkeyi yönetmesi tam anlamıyla bir sivil darbedir.

Ne yazık ki yıllardır ülkemizde uygulanan yöntem budur. Özellikle 17 Nisan 2017 halk oylamasında yapılan büyük hukuksuzluklarla ülkemizde rejim değiştirilmiş ve bugünlere getirilmiştir. Daha önceki 12 Eylül halk oylaması ile sonucun bir saat içinde açıklandığı seçimleri de unutmamak gerekir. İşte 31 Mart yerel seçimlerinde, İstanbul Anakent Belediye Başkanlığı seçiminin iptal gerekçeleri ortadadır. Bugün ülkemizde tek adam diktatörlüğü yaşanmaktadır ve buna “ileri demokrasi” adını vererek, toplumu kandırmaktadırlar. Ama bu kandırmaca da sona ermeye başlamıştır çünkü toplumun, 31 Mart 2019 yerel seçimleriyle yavaş yavaş uyanmaya başladığı görülmektedir.

Geldiğimiz noktada artık AKP iktidarının iniş sürecine başladığı görülmektedir. Topluma güven verecek muhalefet partileri ve yöneticileri ile bu değiştirilen rejimin, eskiye döndürülmesi gerekmektedir. Ama sanıyorum bunun için biraz daha beklemek durumundayız.

Ve son olarak şunu söylemek istiyorum:

  • Ülkemizde gerçek demokrasi etkin ve egemen kılınmalı, hukukun üstünlüğü gerçek anlamda sağlanmalıdır.
  • Ülkeyi yöneten iktidarların demokrasiyi benimsedikleri ve hukuk devleti ilkelerine bağlı kaldıkları zaman, kargaşa ya da karışıklık ortamlarının yaşanmadığı herkes tarafından görülecektir.
  • Eşsiz güzel ülkemiz Türkiye’mize, Atatürk’ün aydınlık ve çağdaşlaşma yolundan gitmek yaraşır.

=========================================

Sevgili dostumuz Suay Karaman’ı bu nefis kitabından dolayı kutluyoruz..
Lütfen okuyalım, okutalım, dostlarımıza, kitaplıklara armağan edelim..

Related image


Sevgi ve saygı ile. 29 Haziran 2019, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Siyaset Bilimci, Mülkiyeliler Birliği Üyesi
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

27 Mayıs : Büyük Devrim 58 yaşında

Büyük Devrim 58 yaşında

Büyük Devrim 58 yaşında

Hikmet Çiçek
AYDINLIK, 27 Mayıs 2018

(AS Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Devrimci ağabeyimiz emekli Kurmay Albay Suphi Karaman’ın anısına…

Çankaya tepelerinde tanyeri ağarıyor. 27 Mayıs 1960 sabahındayız. Saat 03.45’te Tümgeneral Cemal Madanoğlu komutasındaki dört kişilik ekip arkası açık bir pikapla Kara Harh Okulu’ndan hareket ediyorlar. Devrim, on dakika önce bir baskınla ele geçirilen Sıkıyönetim Karargahı’ndan yönetilecekti. Komuta merkezini teslim alan genç yarbay ise Suphi Karaman‘dır. Meclis’in Dikmen kapısının karşısında, şimdi Askeri Tarih ve Stratejik Etüdler Komutanlığı (ATESE) (AS: ATASE olacak) olarak kullanılan bina, 52 yıl önce Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı’ydı. Devrimin parolası “İnkılap“, işareti “el kaldırma” idi.

Genç subaylar yaydan boşalmış birer ok gibi önceden planlanan hedeflerine koştular. Orduevi, Radyoevi, Büyük Postane, Çankaya Köşkü vb. birer birer ele geçirildi. Aynı saatlerde İstanbul’daki Kemalist subaylar da görevlerini yerine getiriyorlardı.

Bundan 58 yıl önce Türkiye büyük bir devrim yaşadı.

Meşruiyetini yitirmiş Demokrat Parti iktidarı Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından yıkıldı. Tarihimizin 150 yıllık kısa zaman diliminde dördüncü büyük devrim (1876, 1908, 1920, 1960) gerçekleşti.

“KOMİTE”

27 Mayıs’ın ilk örgütlenmesi Mayıs 1959’da dört kişi ile başladı. Bunlar hiyerarşik sıra ile Kurmay Albay Osman Köksal, Kurmay Yarbay Sadi Koçaş, Kurmay Yarbay Sezai Okan ve Kurmay Binbaşı Suphi Karaman‘dı.

Ankara’daki ilk gizli toplantı Sadi Koçaş’ın evinde yapıldı. Koçaş’ın kiracısı olduğu evin sahibi, daha sonra komiteye katılacak olan Kurmay Yarbay Sami Küçük‘tü. Bir yıl sonra, 27 Mayıs Devrimi‘ni gerçekleştirecek olan Komite’nin çekirdeğini bu adlar oluşturuyordu.

1959 yılının Eylül ayında ihtilalciler, dört kişiden oluşan çekirdek kadro 8’e çıktı. Komite’ye Kurmay Yarbay Alpaslan Türkeş, Kurmay Yarbay Orhan Kabibay, Kurmay Binbaşı Mustafa Kaplan ve kurmay olmayan fakat gözü kara bir ihtilalci olan Yüzbaşı Rıfat Baykal dahil edildi.

Toplantılar Kurmay Binbaşı Mustafa Kaplan’ın Ankara Maltepe semtindeki evinde yapılıyordu. Bu arada Komite genişlemesini sürdürdü.

Dokuzuncu kişi Kurmay Binbaşı Vehbi Ersü, onuncu subay ise Kurmay Yarbay Rafet Aksoyoğlu oldu. Bu dönemde devrimin yönetici çekirdeğine İstanbul’dan ilk subay dahil edildi: Kurmay Binbaşı Orhan Erkanlı. 1960 yılı ocak ayının ortalarına doğru bir dış ülkeden görevden dönen Kurmay Yarbay Sami Küçük de Komite’ye dahil oldu.

Suya atılan bir taşın yarattığı dalgalar gibi büyüdüler. Kurmay Albay Ekrem Acuner ve Kurmay Albay Fikret Kuytak ve daha sonra sırasıyla Ankara’da Kurmay Albay Muzaffer Yurdakuler, Kurmay Binbaşı Kadri Kaplan ve Tümgeneral Cemal Madanoğlu ve İstanbul’dan Kurmay Albay Mucip Ataklı ve Kurmay Binbaşı Ahmet Yıldız da gizli örgüte katıldılar.

VE BİTMEK BİLMEYEN SAATLER…

Kuvvetler gözden geçirildi, irtibatlar tazelendi, 25 Mayıs’ta harekete geçmeye karar verildi. Harekat tarihi bir kurye ile İstanbul’a bildirildi. Fakat kurye daha İstanbul’dan geri dönmeden harekat iki gün sonraya ertelendi. Karar şifreli bir mesajla İstanbul’daki ihtilalcilere şöyle bildirildi:

“Dündar Seyhan’ın oğlu ikmale kaldı. Emekli sandığından istediği 2 750 lira borç parayı aldık, 20 lirasını posta parası olarak kestik, 2 bin 730 lirayı gönderiyoruz.”

Harekat 27 Mayıs gününe ertelenmişti. Mesajın anlamı buydu.

Suphi Karaman ağabey o günü şöyle anlatıyordu:

“Ankara Radyosu saat 05.30’a doğru anonos yapmaya, ihtilalin olduğunu halka bildirmeye başladı. Ve kıtalarla telefon temasları hemen kuruldu. İzmir’le temas kuruldu, oradaki komutana ‘İhtilal oldu, bu ihtilalin başı Cemal Gürsel‘dir. İzmir’de şu anda, derhal onun evinin etrafını çevirin, güvenlik altına alın ve kendisine duyurun’ denildi. İstanbul’a açıyoruz haberi veriyor, oradaki arkadaşlarla irtibat kuruyoruz. Erzurum’a açıyoruz, Ragıp Gümüşpala Erzurum’da ordu komutanı. O’nu ayarlamaya çalışıyoruz. Derken yarım içinde her tarafta irtibat ayarlandı. Bütün her yerde Silahlı Kuvvetler her yanda duruma egemen oldu.”

6 Ocak 1961 günü Kurucu Meclis açılırken Milli Birlik Komitesi adına 5 kişilik bir heyet Anıtkabir‘e giderek çelenk koydu. Heyetin başında Karaman vardı. Anıtkabir defterini o imzaladı. Yalnızca son cümlesi hatırında kalmış: Atam izindeyiz!”

Doğu Perinçek, 18 Nisan 2004 günlü Aydınlık’ta “Mustafa Kemal’i kıskanmak” başlıklı başyazısında şöyle diyordu:

“Hasan Yalçın’ı yeni kaybetmiştik, demek ki 2002 yılının Eylül başı. Suphi ağabey, ‘Birkaç saatimizi kendimize ayıralım, bir yerde dertleşelim’ dedi. Ben, Hikmet Çiçek, Mustafa Kemal Çamkıran ve Fikret Akfırat, o akşamki coşkusunu hiç unutamıyoruz. Suphi ağabey, sohbetin doruğunda, ‘Harp Okulu’ndayken Mustafa Kemal’i kıskanırdım’ dedi. Genç Türk devrimcisi, kendisini ancak bu kadar güzel anlatabilir. Bir önceki devrim kuşağını kıskanmak, onları aşmayı hayatın amacı olarak kabul etmek: Devrimcinin kanunu, ahlâkı budur.”
===============================================
Dostlar,

27 Mayıs 1960 Devrimi 58 Yaşında!

Bir 27 Mayıs anması ancak bu denli güzel yazılabilirdi..
Bu bakımdan, Sayın Hikmet Çiçek‘e teşekkür doluyuz. (27 Mayıs 2018, AYDINLIK)
Her bakımdan meşruluğunu yitirmiş, baskıcı – ayrımcı – demokrasi düşmanı – hukuk tanımaz… eşikleri çoktan aşmış DP (Demokrat Parti) iktidarı 10. yılını bitirmişti ve ülkede artık kan dökülmeye başlanmıştı..

  • DP iktidarı faşizme kaymış, ulus bölünmüş ve bir iç çatışmaya – kardeş kavgasına sürükleniyordu.

14 Mayıs 1950 seçimlerinde CHP ve Genel Başkanı İsmet İNÖNÜ‘ün lütfu olan çok partili yaşama geçiş bağlamında ülkede gerici – tutucu mütegallibeyi örgütleyen Celal Bayar ve arkadaşları Adnan Menderes, Refik Koraltan ve Fuad Köprülü‘nün oluşturduğu 4’lü Takrir imzacıları, DP ile seçimi kazanmış ve kansız – şiddetsiz iktidara geçmişlerdi. Dünyada örneği görülmemiş bir demokratik dönüşüm hatta Devrim idi bu. Cumhuriyetin 2. Cumhurbaşkanı ve Mustafa Kemal ATATÜRK‘ün en yakın dava ve silah arkadaşı İsmet Paşa Cumhurbaşkanlığı makamını da bırakmış, Celal Bayar 3. Cumhurbaşkanı, Adnan Menderes Başbakan olmuşlardı.

Ne var ki Cumhuriyetin temel değerlerine düşmanlık etmeye başladılar. Atatürk‘ün 1932’de Türkçe okutmaya başladığı ezanı 1 ay içinde yeniden Arapça yaptılar. Devrim kurumları olan Halkevleri ve Halkodalarını kapatarak mallarına el koydular.
Ülkeyi NATO’ya soktular. ABD ve Batı’dan borçlanmaya başladılar..

6-7 Eylül 1955’te İstanbul Rumlarına dönük kanlı provokasyonu tezgahladılar.

Temmuz 1958’de TÜRKİYE’yi İFLAS ETTİRDİLER. MORATORYUM İLAN ETTİLER!
Borç bulabilmek için CHP – İnönü’den emanet tonlarca altını Londra’ya rehin verdiler..
(Yükünün ne olduğunu bilmeden Hazine’nin altın kolilerini Londra’ya taşıyan TSK pilotu H. Avni Güler’in ses kayıtları bu sitede yayınlanmıştır..)

Üniversitede baskı ve hocaları işten atmalara imza attılar.

İsmet İNÖNÜ‘nün yurt gezilerini engellediler, başından taşla yaraladılar.

TBMM’de vekillerden Tahkikat Komisyonu kurarak, savcı – mahkeme yetkisi vererek CHP’yi kapatmayı ve malvarlığına el koymayı tasarladılar..

………………………..
…………………………………..
Herkesin sabrı taşmıştı ve Mustafa Kemal’in ordusunun bir avuç genç Kemalist subayı tabandan tepeye bu haklı – meşru – hukuka bütünüyle uyarlı biçimde; tümüyle gayrı meşru hale gelmiş DP iktidarına karşı ULUS ADINA DİRENME HAKKINI kullanarak Cumhuriyete kol ve kanat germişlerdi. DP iktidardan indirildi ve Milli Birlik Komitesi kuruldu ülkeyi geçici olarak yönetmek üzere..
…………..
Hızla, dünyada örneği bulunmaz bir özgürlükler hukuku içeren bir Anayasa hazırlattılar İstanbul ve Ankara Üniversitesinin hocalarına.. Bu Anayasayı 1961’de yürürlüğe soktular ve iktidarı sivillere terk ettiler.. “Cemal Aga” yı (Org. Cemal Gürsel‘i) Cumhurbaşkanı olarak bırakarak.

Özetle 27 Mayıs 1960 Devriminin özü budur. Üzgünüz ama 3 idam yapılmıştır. Yassıada Mahkemesi Başbakan Adnan Menderes ile Bakanlar Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan‘ın idamlarına karar vermiş ve infaz edilmişlerdir. Bildik çevreler hala bu idamları istismar etmekte ve kin – düşmanlık sürdürmektedir. Keşke olmasa idi.. Ama daha büyük bir KEŞKE ile DP de bunca zulmü – hukuksuzluğu – keyfiliği – baskıyı – sansürü – Cumhuriyet düşmanlığını… yapmasa ve ülkede masum insanların kanını dökmese idi!

27 Mayıs bir Darbe midir, Devrim midir??

Çok sorulan bir sorudur. Kuramsal tartışmaları bir yana bırakır ve sonucuna bakarsak, Kemalist Devrim yeniden rotasına oturtulmuş, bu Devrimi koruyup kollayacak kurumlaşmalar sağlanmış (aşağıda) ve 1961 Anayasası gibi benzersiz bir özgürlükler rejimi kuran Anayasa ulusa armağan edilmiştir. Bu eylemlerin öznelerine ve ürünlerine olsa olsa DEVRİM denebilir..

Özgürleşme (Bireysel, basın, haberleşme vb.),
Örgütlenme,
Demokratikleşme,
Üniversitelere özerklik,
TRT özerk kurumu,
Parlamenter sistem (çift meclisli yapı)
Güçler ayrılığı ilkesi,
Yargının bağımsızlığı, Yüksek Yargıçlar Kurulu
DPT (Devlet Planlama Örgütü)
………

27 Mayıs Net Bir Devrimdir!

Mustafa Kemal’in genç subayları, O’nun izinden giderek, Cumhuriyeti koruyup kollamışlar, kendilerine emanet edilen Türkiye Cumhuriyetini, doğal bağlaşıkları (müttefikleri) üniversite gençliği ile birlikte gerici saldırı ve yıkımdan kurtarmışlardır..

Selam olsun onlara.. Selam olsun polisin yerlerde sürüklediği İstanbul Üniversitesi Rektörü ak saçlı hukuk bilgini Ord. Prof. Dr. Sıddık Sami Onar‘a.. Selam olsun İstanbul Üniversitesi’nde polis kurşunuyla vurulan yiğit öğrenci Ali İhsan Kalmaz‘a… ve de “Cemal Aga” ya..

Şimdi hedef; DP iktidarını mumla aratan 15,5 yıllık mutlak AKP iktidarının despotizminden 24 Haziran 2018 seçiminde kurtulmak ve 1961 Anayasasından geri kalmayacak yeni ve uygar bir Anayasa yaratmak olmalıdır..

  • İlk 4 maddeye asla dokunmadan!

27 Mayıs Devrimcilerinin ruhları ancak böyle şad olabilir..

Sevgi ve saygı ile. 27 Mayıs 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Not : 27 Mayıs bağlamında sitemizde daha önce de epey yazı yazılmıştır. “27 Mayıs” anahtar sözcükleri ile çağrılıp okunması uygun olur.. Özellikle Devrimin kazandırdığı kurumlara dikkat etmek uygun olur.. 3 örnek için erişkeler aşağıdadır..

– 27 Mayıs üzerine Hüseyin Avni Güler ile bir Söyleşi
http://ahmetsaltik.net/2013/05/31/27-mayis-devriminin-nedenleri-sonuclari/
– http://ahmetsaltik.net/2017/09/21/basbakan-adnan-menderesi-benden-dinleyiniz/

Cengiz Özakıncı 27 Mayıs Askeri Müdahalesiyle ilgili somut belge ve bilgilerle ezber bozdu. İzlemediyseniz kaçırmayın.

Tarihin Bilinmeyen Yüzü 26.05.2018 | Cengiz Özakıncı | 27 Mayıs Askeri Müdahalesi

Kanal B 26 Mayıs 2018 tarihli “Tarihin Bilinmeyen Yüzü” programında Levent YILDIZ’ın konuğu Araştırmacı-Yazar Cengiz ÖZAKINCI; Cumhuriyet döneminin ilk askeri müdahalesi olan 27 MAYIS ile ilgili ; “DEVRİM” mi “DARBE” mi; “İLERİCİ” miydi “GERİCİ” miydi; neler getirdi neler götürdü? Sorularına ve söylentiler, uydurmalar hakkında çarpıcı gerçekleri ilk kez göreceğiniz belgelerle açıklıyor :
https://www.youtube.com/watch?v=DyufemK9Cu0&feature=youtu.be

27 MAYIS 1960

27 MAYIS 1960

Suay Karaman

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Askeri harekatlar ki buna darbe, ihtilal, devrim de denebilir, topluma olumlu getirileri ya da olumsuz götürüleriyle önem kazanırlar. Devrim ya da darbe oldukları da ancak bu şekilde belirlenir. 27 Mayıs 1960 Devrimi’nin 57. yılını kutladığımız bugünlerde, henüz bunun ayırdına varamayanların, 27 Mayıs 1960 Devrimi’ni anlayamayanların olduğunu görmek, şaşırtıcı gelmemelidir.

Koşullar tamam olduğu zaman ihtilal kaçınılmaz olur. Her ihtilalin, onu yapanlar kadar onun koşullarını hazırlayanların da eseri olduğunu unutanlar, 27 Mayıs konusunda sürekli hataya düşmektedirler.

  • 27 Mayıs 1960, seçimle gelen sivil iktidarın demokrasi dışı tutum ve davranışlarıyla diktatörlüğe giden yönetimine karşı bir tepki sonucu gerçekleştirilmiştir.

    27 Mayıs 1960 için “demokrasiye darbe” diyenler, 27 Mayıs 1960 öncesinde demokrasi olduğunu sanan aymazlardır.

On yıllık Demokrat Parti iktidarında devrim karşıtı hareketler ve olgular yaratılmıştı. Bunun yanında anayasa ve hukuk dışına çıkılarak, ülke büyük karışıklıklara sürüklenmişti. Özellikle Meclis Tahkikat Komisyonu kurularak, diktatörlüğe giden bir yolun başlangıcına gelinmişti.
İşte bu koşullarda Türk Silahlı Kuvvetleri, anayasa ve hukuk dışına çıkmış bir siyasal iktidara karşı direnme hakkını kullanmış ve ülke yönetimine el koymuştu. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin arkasında milletin desteği bulunmaktaydı. Siyasal iktidarın baskısına ve faşist diktatörlüğe gidişe karşı verilen bu mücadelede üniversite, gençlik, aydınlar, basın ve muhalefet partileri de Türk Silahlı Kuvvetleri ile birlikteydi.

27 Mayıs 1960 Devrimi’nin en büyük eseri 1961 Anayasası’dır. Bu çağdaş anayasa, Cumhuriyet Senatosu, Anayasa Mahkemesi, Devlet Planlama Teşkilatı, Yüksek Öğrenim ve Kredi Yurtlar Kurumu, Devlet Personel Dairesi, Türk Standartları Enstitüsü, Basın İlan Kurumu başta olmak üzere getirdiği kurumlarla demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletinin yolunu açmıştır. 1961 Anayasasıyla bağımsız yargı ve hakim güvencesini sağlayacak kurumlar oluşturulmuş, grev ve toplu sözleşme hakkı kurumlaştırılmış, üniversiteye ve TRT’ye özerklik sağlanmıştır. Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Yasası, Basın-Fikir İşçileri Yasası, İlköğretim ve Eğitim Yasası, Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Yasası, Gelir Vergisi Yasası gibi yeni düzenlemeler yapılmıştır. 1961 Anayasası ile ülkemize sosyal devlet anlayışı yerleştirilmiş, özgür bir ortam yaratılmış, çağdaş bireysel hak ve özgürlüklerin sağlanması başarılmıştır.

Türk halkının insanlık, haysiyet ve haklarını, fikir ve vicdan hürriyetini koruyan, demokratik bir düzen içinde ve ekonomik bir planla kalkınabilmesinin şaşmaz reçetesi olan

  • 27 Mayıs 1960 Devrimi’nin Anayasası, Atatürk İlke ve Devrimlerine bağlılığın
    bilinci ile hazırlanmıştır.

    Bu çağdaş anayasa ile geçen altmışlı yıllar, Türk toplumun aydınlık ve özgürlük yıllarıdır.

Seçimle iktidara gelen bir partinin kurduğu hükümetin ve onu oluşturan

  • Siyasi iktidarın, her koşulda hukuka, adalete, ahlaka ve
    bütün halkın çıkarına dayanması gereklidir
    .

    Ülkeyi yöneten iktidarların hukuk devleti ilkelerine bağlı kalarak, gerçek demokrasiyi etkin hale getirdikleri zaman, darbe ya da darbe ortamları yaşanmaz. Gerçek demokrasiyi yok eden darbelerin her türlüsüne, her zaman ve her koşulda karşı konulmalıdır. Hukuk devleti ve demokrasiyi ortadan kaldıran askeri darbelerin ve içinde yaşadığımız sivil darbe sürecinin,
    haklı ve meşru gösterilebilecek bir yanı yoktur. Sivil yönetimler demokrasiyi benimsedikleri, hukuk ilkelerine bağlı kaldıkları ve ülkenin çıkarlarını korudukları zaman, darbe ortamlarının yaşanmadığı herkes tarafından görülecektir.

  • 27 Mayıs 1960 Devrimi, ülkemize 1961 Anayasası ile özgürlüğün ve evrensel demokrasinin kapılarını açmıştır.
  • Getirdiği kurumlar ve sonuçlarıyla 27 Mayıs 1960, tartışmasız bir devrimdir..
    (İlk Kurşun Gazetesi, 29 Mayıs 2017)
    ====================================
    Dostlar,

    Değerli dostumuz sevgili Suay Karaman‘ın yukarıda yazdıklarına birebir katılıyoruz..
    Kendisi, 27 Mayıs 1960 Devrimi’nin MBK (Milli Birlik Komitesi) üyesi merhum
    Suphi Karaman‘ın oğludur ve babasından, O’nun arşivinden bu konuyu en iyi bilenlerdendir.
    Bu kez yazısı 2 gün gecikerek geldi!?.. Merhum MBK üyesi Suphi Karaman; Menderes, Polatkan, Zorlu’nun idam cezasının infazı için MBK’da “hayır” oyu kullanan üyelerdendir…

    Bu şanlı Devrimin ülkemize en görkemli katkılarından biri de
    SAĞLIK HİZMETLERİNİN SOSYALLEŞTİRİMESİ‘dir. Bu amaçla, aynı adı taşıyan
    224 sayılı Yasa, 5 Ocak 1961’de çıkarılmıştır. Sağlık Bakanı olmayıp Müsteşarlığı tercih eden Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyesi Doç. Dr. Nusret H. Fişek, halktan yana
    bu sağlık sisteminin ve adı geçen yasanın mimarıdır. 1961-65 yılları arasında Sağlık Bakanlığı Müsteşarlığı görevini üstlenmiş ve bu sistemi kurmuştur. 1965 genel seçimlerinde Adalet Partisi seçimi kazanıp Süleyman Demirel 41 yaşında Başbakan yapılınca ilk işlerinden biri
    Nusret Fişek hocamızı görevden almak olmuştu! Fişek hoca Danıştay’a başvurmuş, daha sonra, Hacettepe Tıp Fakültesini kuran sınıf arkadaşı Prof. Dr. İhsan Doğramacı’nın çağrısıyla bu Fakülteye Prof. olarak atanmış ve Toplum Hekimliği Bölümü‘nü kurmuştu. Bu Üniversitede halen yaşayan Nüfus Etüdleri Enstitüsü‘nü de Fişek hoca kurdu. Müsteşarlığı döneminde
    27 Mayıs 1960 Devrimi’nin felsefesi ile uyumlu olarak 224, 555 ve 557 sayılı çok önemli 3 yasanın mimarlığını üstlenmişti. 557 sayılı yasayı 1983’te 2827 sayılı yasa ile güncelledi.

    Biz de bu kalpaksız kuvayı milliyeci 27 Mayıs Devrimcisi Prof. Nusret Fişek‘in Hacettepe
    Tıp Fakültesinde öğrencisi ve asistanı olmanın onurunu yaşıyoruz; vasiyetine uygun olarak TÜRKİYE’de  SOSYAL TIBBI KORUMAYA ÇALIŞIYORUZ.. 27 Mayıs Devrimcilerinin ve O’nun ülkemize – halkımıza armağanı idi.. Dinci – sağcı – sermayeci – işbirlikçi – dış güdümlü siyasal iktidarlar ise bu halktan yana harika sağlık sistemini yok ettiler.. Onlar, işte bu nedenlerle 27 Mayıs Devriminin ve Devrimcilerinin iflah olmaz düşmanı, kinci intikamcısıdırlar..

    27 Mayıs 2017 günü web sitemizde yayımladığımız öbür dosyaların da okunmasını dileriz.

    Sevgi ve saygı ile. 29 Mayıs 2017, Ankara

    Prof. Dr. Ahmet SALTIK
    Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
    AÜTF Halk Sağlığı AbD   Mülkiyeliler Birliği Üyesi
    www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

TÜRKİYE’DE İHTİLAL ve DARBELER


Dostlar
,

Sevgili Suay Karaman, 27 Mayıs Devrimcilerinden, MBK (Milli Birlik Komitesi) üyesi
Sayın Suphi Karaman‘ın oğludur. Babası gibi yiğit bir devrimci ve yazardır.

Halen Gazi Üniversitesi Öğretim Görevlisidir ve bizim de üyesi olduğumuz
TÜMÖD (Tüm Öğretim Elemanları Dermeği) Genel Yazmanıdır.

Sayın Karaman, ADD Genel Yazmanlığı da yapmıştır.

Her yıl 27 Mayıs Devrimi adına mutlaka birkaç etkinliğe katılır.

ODTÜ Tarih Topluluğu‘nun 21 Mayıs 2013 günü düzenlediği

“50. Yılında 21 Mayıs 1963” konulu açıkoturumda kapsamlı bir konuşma yapmıştı.

5 sayfalık bu konuşmayı, 27 Mayıs 1960 Devrimi’nin 53. yılına da değinmesi nedeniyle
sizlerle pdf olarak paylaşmak istiyoruz..

Yazı, “TÜRKİYE’DE İHTİLAL ve DARBELER” başlıklı..

portresi2

Şöyle başlıyor :

  • “Batı ülkelerinde asker, bizde olduğu gibi kurtuluş savaşı vermemiş ve devrimlere öncülük işlevini üstlenmemiştir. Üstelik sömürgecilik ve emperyalizmin uygulayıcısı olmuştur. Ülkemizde ise, demokratik ve laik cumhuriyet, askerin öncülük ettiği, asker ve sivil aydınların başında bulunduğu bir Ulusal Kurtuluş Savaşı’ndan sonra kurulmuştur. Türk ordusu, Türk ulusu adına Cumhuriyetin kurulmasına öncülük ederek,
    1923 Aydınlanma Devrimi’nin yaratıcısı olmuştur. Türk Ordusu, kurucu düşünce olan Atatürkçülüğü korumak ve kollamak görevinin bir ifadesi olarak da, Türk ulusu adına
    27 Mayıs 1960 tarihinde bir müdahale gerçekleştirmiştir..”

Devamla;

  • “…27 Mayıs 1960 sabahı, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin aşağıdan yukarıya doğru gerçekleştirdiği, Atatürk devrimlerine sahip çıkmak ve demokrasiyi korumak için giriştiği bu hareketi, tartışmasız bir “ihtilal” olarak tanımlamak gerekir. Bu işe soyunanlar eğer başarısız olsalardı,
    bunu yaşamlarıyla öderlerdi. Koşullar tamam olduğu zaman ihtilal kaçınılmaz olur. Her ihtilalin, onu yapanlar kadar onun koşullarını hazırlayanların da eseri olduğunu unutmamak gerekir..”

diye sürmekte ve

  • “..Darbe ya da darbe ortamlarının yaşanmaması, hukuk devleti ve demokrasinin hiçbir biçimde kesintiye uğramaması için, ülkeyi yöneten iktidarların hukuk devleti ilkelerine bağlı kalarak, gerçek demokrasiyi etkin hale getirmeleri gerekir. Hukuk devleti ve demokrasiyi ortadan kaldıran askeri darbelerin ve yaşadığımız sivil darbe sürecinin, haklı ve meşru gösterilebilecek bir yanı yoktur. Gerçek demokrasiyi yok eden darbelerin her türlüsüne, etkin olarak
    her zaman ve her koşulda karşı konulmalıdır. Bu yüzden ülkemizde gerçek demokrasi etkin ve egemen kılınmalı, hukukun üstünlüğü gerçek anlamda sağlanmalıdır. Sivil yönetimler demokrasiyi benimsedikleri ve hukuk ilkelerine bağlı kaldıkları zaman, darbe ortamlarının yaşanmadığı herkes tarafından görülecektir…”

şeklinde bağlanmakta.. (İlk Kurşun Gazetesi, 27 Mayıs 2013)

Sevgili Suay Karaman‘ın babası MBK Üyesi Sayın Suphi Karaman;
DP hükümetinin başı ve 2 bakanı

– Başbakan Adnan Menderes
– Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu 
– Makiye Bakanı Hasan Polatkan’ın

Yassıada Mahkemesince verilen idam kararlarının MBK’de oylanmasında “hayır” oyu kullanmıştır.

Rahmetli Baba ve yaşayan oğul Karaman’a teşekkürlerimizle..

Yazının tümünü okumak için lütfen erişkeyi (linki) tıklar mısınız??

 TURKIYE’DE_IHTILALLER_ve_DARBELER_27.5.2013_Suay_Karaman

Geçen yıl bu gün yayımladığımız yazıyı bir kez daha paylaşmak istiyoruz..

27 Mayıs 1961’de, bir “askeri darbe” ile, kan dökerek diktatörleşen DP iktidarının
tasallutundan Türkiye kurtarılarak demokrasinin önü açılmıştır.

1961 Anayasası, yeryüzünün en özgürlükçü anayasalarının başında geliyordu.
Ülkeye kattığı kurumlar günümüzde hala demokrasiyi korumayı sürdürüyor.
Saymakla bitmez..
O yüzden önce 1971’de 35 maddesi değiştirilerek gericileştirildi,
sonra da 1982 Anayasası ile kökten rafa kaldırıldı..

27 Mayıs 1961, klasik askeri darbeden çok öte, ondan çok ayrışan,
ilerici bir Devrime dönüşen çok özgün bir devinimdir.

Sevgi ve saygı ile.
27.5.2015, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net
p
rofsaltik@gmail.com