Etiket arşivi: Prof. Dr. Hakkı Keskin

Prof. Dr. Hakkı Keskin’den Muhalefet Partilerine Çağrı

PROF.DR. HAKKI KESKİN'DEN AÇIK MEKTUP - Turkish ForumProf. Dr. Hakkı Keskin

Seçim tarihi Yetkimizi 10 Mart`ta Kullanacağız

diyor Cumhurbaşkanı Erdoğan

Türkiye`nin asla hak etmediği ve Dünya`da benzeri olmayan, tüm kararların tek kişi tarafından alındığı ucube sistemden kurtulması, en önemli yurtseverlik görevidir.

14 Mayıs’ta yapılacağı belirtilen Cumhurbaşkanlığı ve TBMM Seçimi, tüm muhalefet partilerine ve tabii ki tüm seçmenlere büyük görev ve sorumluluk vermektedir. Ancak seçim öncesi gerekli görevlerin yerine getirilmesi, Altılı Masa Partileri ve öbür muhalefet partilerince yapılmalıdır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu açıklaması, Altılı Masa’nın kendi Cumhurbaşkanı adayını 10 Mart’a değin erteleme stratejisini içeriyor. Böylece Erdoğan yine meydanlarda, “Altılı Masa partilerinin kendi Cumhurbaşkanı adayı konusunda bile anlaşamadıklarını, bunların ülkeyi yönetemeyeceklerini” belirterek propagandasını sürdürmeyi hedeflemektedir. Altılı Masa partileri bu stratejiyi ivedi olarak bozmalıdır.

  1. Altılı Masa Partileri tarafından Şubat ayının ilk haftalarında Cumhurbaşkanı adayı kamuoyuna açıklanmalıdır.
  2. Altılı Masa, Anayasaya göre Erdoğan’ın 3. kez Cumhurbaşkanı olamayacağını mutlaka kamuoyuna açıklamalıdır.

  3. Altılı Masa Cumhurbaşkanı adayı, Masa Parti Başkanlarıyla birlikte seçim meydanlarında, hazırlanmış olan güçlendirilmiş Parlamenter sistemi, kamuoyuna tanıtılmış olan yeni anayasa önerisini, hazırlığı yapılmış olan ve 26 Ocak’ta son karara bağlanacak olan yeni Hükümet Programını (Temel Politika Belgelerini) seçmenlere tüm ayrıntılarıyla açıklanmalıdır. Bunlar:

    “Hukuk, adalet ve yargı”,
    “Kamu yönetimi”,
    “Şeffaflık, denetim ve yolsuzlukla mücadele”,
    “Ekonomi, finans ve istihdam”,
    “Sektörel ve bölgesel konular”,
    “Bilim ve teknoloji”,
    “Eğitim ve öğretim”,
    “Sosyal politikalar”,
    “Dış politika, güvenlik, savunma”

    olarak kamuoyuna duyurulmalıdır.

  4. Seçmenlerin güncel yaşamlarını doğrudan etkileyen şu sorunların ivedi olarak tek tek aydınlatılması gerekmektedir:

    Yoksulluğun temel kaynağı olan işsizlik,
    enflasyon, gelir dağılımında giderek artan adaletsizlik,
    ilk, orta, üniversite eğitimindeki sorunlar ve
    sağlık sorunları

    hangi önlemlerle nasıl ve ne denli sürede çözülecektir.

  5. Türkiye için önemli bir güvenlik sorunu durumuna gelmiş olan ve Suriye`ye sınır kentlerinde nüfusun önemli bir kesimini oluşturan kaçkınlar sorunu, nasıl ve ne denli sürede çözülecektir?

    Bu sorunların çözüm önerileri, seçmenlerle yüz yüze gelinerek sabırla ve iyi bir donanımla anlatılarak ikna edilmeleri gerekmektedir.

  6. Seçim güvenliğinin hangi önlemlerle nasıl sağlanacağının seçmene anlatılması ve bu konuda da seçmenin desteğinin sağlanması da ivedi bir görev olmuştur.

Farklı siyasal, ekonomik, sosyal ve toplumsal görüşlerde olan Altılı Masa oluşumunu, başından beri, Türkiye`de uzlaşma kültürü ve birikmiş olan yoğun sorunların çözüme bakımından son derece gerekli ve yararlı bulduğumu önceki yazılarımda da belirttim.

Ancak bu uzlaşma kültürü,

  • Türkiye`nin bu tek kişiye bağlı ucube sistemden kurtulmasını isteyen öbür siyasal partilerle de en azından diyaloğu ve gerekli alanlarda birlikteliği gerektirdiği inancındayım.

Altılı masanın Yeni Anayasa Önerisini yürekten Selamlıyorum 

Prof. Dr. Hakki Keskin
Siyaset Bilimci, Almanya Parlamentosu ve Avrupa Parlamenterler Meclisi eski Üyesi
1 Aralık 2022

Altılı masanın Yeni Anayasa Önerisini yürekten Selamlıyorum 

Altılı masa tarafından kamuoyuna sunulan ve üzerinde iyi çalışıldığı anlaşılan kapsamlı Yeni Anayasa Önerisinin, en önemli noktalarını sizlerle paylaşmak istiyorum. Lütfen okuyunuz ve çevrenize yayınız! 

Türkiye 1961 Anayasasıyla, Dünya’nın en demokratik ve çağdaş anayasalarından birine sahip olmuştu. Bu anayasayı Türkiye`nin en saygın üniversite hukukçuları, gelişmiş demokratik ülke anayasalarını iyi inceleyerek hazırlamışlardı. Ancak bu anayasayı hazırlayan Temsilciler Meclisi’nde İl Genel Meclislerinin; Siyasal Partilerin, Baroların, Basının, Odaların, Tarım kuruluşlarının, Öğretmenlerin, Üniversitelerin, Yargı organlarının temsilcileri de bulunuyordu.

ABD tarafından “bizimkiler başardı” dedikleri 1980 faşist askeri darbesi ve cuntasıyla bu harika 1961 anayasası, hukuk devletinin temelini oluşturan yargı bağımsızlığı ve bir dizi özgürlüklerinden büyük ölçüde uzaklaştırıldı.

Bunun üstüne bir de Dünya`da gerçekten benzeri olmayan tümüyle tek kişinin karar verme yetkisinde olan bir ucube sistem getirildi. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin yetkileri, Yargı ve tüm kamu kuruluşlarının denetimi, basın ve fikir özgürlüğü, çok büyük ölçüde, tüm kararları verme yetkisi olan bir tek kişiye, partili Cumhurbaşkanına verildi. O kadar ki, Meclis kararıyla imzalanan (uygun bulunan), kadın haklarını ve güvencesini koruma altına alan İstanbul Sözleşmesi’nden bile, bu yetkiyi kendinde gören Cumhurbaşkanı tek başına çıkma kararı alabildi.

Atalarımızın “Bir musibet bin nasihata bedeldir” sözü, demokrasi ve hukuk devleti ilkelerinden bütünüyle uzaklaşmış olan bu tek kişi yönetimi ve uygulamalarıyla sonunda anlaşılır duruma geldi. Türkiye`nin yeniden gerçek anlamda güçlendirilmiş parlamento, gelişmiş demokrasi, hukuk devleti, yargı bağımsızlığı, basın ve fikir özgürlüğünü temel ilkesi yapan yeni bir anayasaya gereksinim olduğu anlaşıldı ve benimsendi. 

Altılı masa uzlaşma kültürüne en güzel örnek oluyor 

Uzlaşma kültürüne güzel bir örnek olan Altılı masa oluşumunu başından beri çok gerekli ve olumlu bularak destekliyorum. Bir yılı aşkın bir çalışma sonunda kanımca iyi bir anayasa önerisi paketi, Genel başkanların ve medya kuruluşlarının bulunduğu bir toplantıda kamuoyuyla paylaşıldı.

Yeni Anayasa taslağı önerisini sırayla: CHP Genel Başkan Yardımcısı Muharrem Erkek, DEVA Partisi Genel Başkan Yardımcısı Mustafa Yeneroğlu, Demokrat Parti Genel Başkan Yardımcısı Serhan Yücel, Gelecek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Serap Yazıcı, İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı Uğur Poyraz ve Saadet Partisi Genel Başkan Yardımcısı Bülent Kaya, açıkladılar.

Anayasalar mutlaka toplumun en geniş kesiminin görüş, öneri ve desteği alınarak hazırlanmalıdır. CHP adına bu anayasa önerisini hazırlayan Av. Muharrem Erkek, önerimizi “Demokrasinin asli gereği olan çoğulculuk ve uzlaşma ilkeleri doğrultusunda, toplumun tüm kesimleri ile müzakere ettikten sonra seçimlerin hemen ardından TBMM’ye sunacağız.” açıklaması bu anlamda büyük önem taşıyor.

Almanya Anayasasının ilk maddesinde yer alan ve kanımca Dünya`da en temel örnek anayasal ilkelerden biri olan,insan onurunun dokunulmazlığı ve devlete insan onurunu koruma görevinin verilmesi”, hazırlanan yeni anayasal düzenin simgesini oluşturmaktadır.

Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’le, Büyük Millet Meclisi’nin ve Yargının günümüzde yaşanan ağır siyasal vesayetten kurtarılacağına, Yargının kurucu ögesi olan savunmanın ve baroların ilk kez anayasal güvenceye kavuşturulacağına vurgu yapılanmaktadır. Aynı biçimde basının, sivil toplum örgütlerinin, düzenleyici ve denetleyici kurumların da vesayetten kurtarılacağı belirtilmektedir.

Demokratik hukuk devletinin temel ilkesi olan Güçler ayrılığının yeniden yaşama geçirileceğine, “yasamanın etkin ve katılımcı, yürütmenin kararlı (istikrarlı), saydam ve hesap verebilir, yargının ise bağımsız ve yansız olmasına, güçlü, özgürlükçü, demokratik ve adil bir sistemin” sağlanacağına özenle vurgu yapılmaktadır.

Hukuk devletinin temel ögelerinden olan adil yargılanma hakkını ve bu hakkın temel ögelerinden olan savunma hakkının güçlendireceğine, Türkiye Barolar Birliği’ne özerk bir konum (statü) sağlanarak, avukatlık mesleğine sahip olması gereken saygınlığın kazandırılacağına vurgu yapılıyor.

Türkiye’nin taraf olduğu temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası andlaşmalar, Anayasaya uygunluk normlarına katılacaktır.

Son derece önemli bir başka konuda; seçilmiş yerel yöneticilerin yargı kararı olmadan, günümüzde uygulanan “Kayyum atamalarıyla” görevlerinden uzaklaştırılmalarına son vereceği belirtiliyor.

Vatandaşlarımızdan toplanan vergilerin nasıl harcandığının etkili denetlenebilmesi için Meclis’in bütçe hakkının, Meclis’in devredilemez bir yetkisi ve denetim aracı olarak düzleneceği ve Meclis bünyesinde başkanı ana muhalefet partisinden olan Kesin Hesap Komisyonu kurulacağı açıklanıyor. Meclis’in denetim yetkisini güçlendirilerek saydam ve hesap verebilir bir yönetim için hükümete hesap sorulabilmesini sağlayacağına vurgu yapılıyor.

Sosyal ve ekonomik haklar bölümüne yeni haklar eklenerek, herkesin sağlık hakkına sahip olduğunu ve hiç kimsenin temel sağlık hizmetlerinden yoksun bırakılamayacağı belirtiliyor.

Çevreyi ve doğal yaşamı korumanın devletin görevi olduğu belirtiliyor. Devletin hayvanları korumak ve hayvanlara yönelik eziyet ve kötü işlem yapılmaması için gereken önlemleri alma görevi olduğuna vurgu yapılıyor.

Başbakan ve Bakanlar bireysel ve toplu olarak Meclise karşı sorumlu olacak, Bakanlar veya hükümet hakkında gensoru verilebilecek, Başbakan ve Bakanlara haklarındaki savlarla ilgili Meclis Soruşturması açılabilecek, Meclisin sevk kararı vermesi halinde ilgililer Yüce Divan‘da yargılanabilecektir deniyor.

Milletvekili Dokunulmazlıklarının kaldırılması ancak üye tam sayının salt çoğunluğuyla, düşmesi ise Anayasa Mahkemesi’nin bu konudaki kararıyla yapılabilecektir.

Cumhurbaşkanının bir dönem ve 7 yıl için halk tarafından seçilebilmesi, varsa partisi ile ilişiğinin kesilmesini öneriliyor. Cumhurbaşkanının yasaları veto etme yetkisine son veriliyor.

Yargıç ve savcılara coğrafi güvence sağlanarak mesleksel bağımsızlıklarının güçlendirilmesi amaçlanıyor.

Çok önemli bulduğum bir başka değişiklik önerisi de Yerel yönetimlerin yetki ve sorumluluklarını artırılması, yerel yönetimlerde demokratik katılım, saydamlık ve hesap verebilirlik ilkelerinin egemen kılınması, merkezi yönetimin yerel yönetimler üzerindeki yönetsel denetiminin sınırlarının açıkça belirlenerek yerindelik denetimi anlamına gelen vesayet uygulamalarına son verilmesinin istenmesidir.

Bir başka çok önemli konu da, Yükseköğretimde özgür ve çoğulcu bir sistem oluşturarak üniversitelerin bilimsel özerkliklerinin yanında, yönetsel ve akçalı  özerkliklerinin de anayasal güvence altına alınması, YÖK`ün kaldırarak yerine yetkileri eşgüdüm görevi ile sınırlandırılmış, üyelerinin demokratik meşruluk temeline dayanılarak seçildiği üniversiteler arası bir kurul oluşturulacağı belirtiliyor. Bu konuda basta Boğaziçi Üniversitesinde olmak üzere, Erdoğan tarafından birçok üniversite yönetimine akademik yeteneği bulunmayan eski AKP milletvekillerinin atandığı yaygın bir uygulama durumuna geldi.

Tüm siyasal partilere eşit davranması gereken Radyo ve Televizyon yayınları ve Üst Kurulu (RTÜK), AKP`nin yayın organı ve karşıt basına karşı baskı aracı durumuna getirildi. Bu nedenle bu Kurulun çoğulculuk, özerklik ve yansızlık ilkelerine bağlı olarak çalışmasını sağlayacak bir düzenlemeye gidileceğine vurgu yapılıyor.

Yeni Anayasa önerisinde seçim barajının % 3`e indirilerek, seçmenin daha geniş kesiminin Mecliste temsil edilme istemi, son derece önemlidir.

Yurt dışında yaşayan altı milyonu aşan Türklerin, sorunlarıyla yakından ilgilenileceği, dil ve kültürlerini koruma ve anavatanla bağlarını geliştirme çalışmalarına vurgu yapılarak, yurt dışında yasayan Türklerin Mecliste 15 milletvekiliyle doğrudan temsil edilmesinin sağlanacağı açıklanıyor.

Olağanüstü Hal ilanının, Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu tarafından verilmesi öngörülüyor.

Anayasa Mahkemesi’nin üye sayısı on beşten yirmi ikiye çıkarılarak; dört daire ve bir Genel Kurul halinde çalışması sağlanacağı açıklanıyor.

Yüksek Seçim Kurulu`nun, seçme, seçilme ve siyasal etkinlikte bulunma haklarına ilişkin verdiği kararların hukuka uygunluğunun sağlanması için, Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruların yapılmasının sağlanacağı belirtilmektedir.

  • Anayasamızın 2. maddesinde yer alan ve değiştirilmesi yasaklanan insan haklarına saygılı, demokratik, lâik, sosyal hukuk devleti kavramları, Anayasa düzenimizin asıl belirleyicisi olacaktır. (…)” 
  • “Cumhuriyetimiz ikinci yüzyılına adım atarken bu topraklara eşitliği, özgürlüğü, adaleti hep birlikte getireceğiz. (…)”
  • Anayasanın önemsizleştirilmeye, hukuk devleti ilkesinin unutturulmaya, devletin bir parti devleti haline dönüştürülmeye, kurum kültürü ve kurallar sisteminin yok sayılmaya çalışıldığı bu dönemi aziz milletimiz ile birlikte mücadele ederek aşacağımıza ve Cumhuriyetin 1. Yüzyılındaki kazanımlarımızı muhafaza ederek daha ileriye götürerek sorunlarımızı demokrasi kültürü içinde çözerek Cumhuriyeti demokrasi ile taçlandırmaya kararlıyız.”

    deniyor Anayasa önerisinde.

Bizler inanıyoruz ki, önümüzdeki ilk seçimde, otoriter bir sistemden yana olanlar değil, demokrasiden yana olanlar kazanacak; altılı masanın ortak Cumhurbaşkanı adayı, Türkiye’nin 13. Cumhurbaşkanı olacaktır.” inancının da altı çiziliyor.

“CHP taş taş üstüne koymadı” açıklaması ve gerçekler

AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan:
“CHP taş taş üstüne koymadı” açıklaması ve gerçekler

Prof. Dr. Hakkı Keskin ile ilgili görsel sonucu

Prof. Dr. Hakkı Keskin
Siyasal Bilimci, Almanya ve Avrupa Parlamenter Meclisi eski Üyesi, 14.06.2018

28 Nisan 2018 tarihli TBMM gurup toplantısındaki konuşmasında AKP genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı kimliğiyle sayın Erdoğan, sanıyorum duyanları son derece hayrete düşüren, üzen ve öfkelendiren şu açıklamayı yaptı:

  • “CHP susuzluk, çöplük, hava kirliliği, tezek demektir. …
    Bunlar taş taş üstüne koymadılar. Biz istiyoruz ki bir şeyler ortaya koysunlar.”
     

Bu denli ağır hakaretleri içeren ve gerçekleri örtbas eden bir konuşma sanıyorum Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bir ilk olsa gerekir. 50 yılı aşkın bir süredir üniversite öğrencilik yıllarımı, 30 yıla varan öğretim üyeliğimi ve iki dönem milletvekilliğimi Almanya`da yapmış olmama karşın, Türkiye`deki siyaseti yakından izlemekteyim. Bu denli yetkili birinden böyle bir konuşma hatırlamıyorum. Ne Almanya ve ne de herhangi bir başka Avrupa ülkesinde, muhalefet partisine yönelik buna benzer ağır hakaretleri ve gerçek dışı söylemleri duymadım.

Bu konu beni çok büyük hayrete düşürdü ve derinden üzdü. 16 yıldır Türkiye’yi yöneten bir liderin bu sözleri söylemesine, bir bilim insanı olarak aşağıdaki yazımla yanıt vermeyi aynı zamanda  yurttaşlık görevim olarak görüyorum. 

Cumhuriyetin Kuruluş Yıllarındaki Türkiye’nin Durumu

…………………
……………………………

Osmanlı Devleti’nin Çöküşünün Hızlandıran Nedenler 

Kuşkusuz, Osmanlı Devleti bizim tarihimiz, geçmişimizdir. Ancak bu İmparatorluğun 16. yüzyıldan başlayarak hangi nedenlerden bu denli geri kaldığını, giderek yarı sömürge durumuna geldiğini ve sonunda da parçalandığını bilmek ve buna göre değerlendirme yapmak ve ders çıkarmak gerekir. 1535’te Fransa, 1580’de İngiltere, 1612’de Hollanda, 1617’de Avusturya, 1678’de Polonya, 1700’de Rusya ile yapılan ve bu ülkelere ticarette, kendi ülke girişimcilerine vermediği özel imtiyazlar  (ayrıcalıklar) tanıyan “Kapitülasyon” anlaşmaları, Osmanlı sanayisi ve ekonomisinin yıldan yıla çöküşünün temel nedeni olmuştur. İşin garibi, bu çöküş, İmparatorluğun en güçlü olduğu Kanuni Sultan Süleyman döneminde başlamıştır. (AS: 1535, Fransa’ya lütfedilen ilk kapitülasyon..)

………………………….
……………………………

Mustafa Kemal Atatürk‘ün Osmanlı Geçmişinden çıkardığı Ders ve
CHP Döneminde yapılanların Özeti
 

Türk halkı, Mustafa Kemal ve kadrosu önderliğinde, tüm sömürge ülkelerine örnek olan Ulusal Kurtuluş Savaşımız kazanıldıktan ve Lozan’da Türkiye’nin bağımsızlığı kabul ettirildikten sonra, Atatürk esas savaşın, Ortaçağ düzeyinde geri kalmış, ekonomisi çökmüş, borçlu, yoksul, eğitimsiz Türkiye’yi, “Çağdaş ülkeler düzeyine çıkartmak” olduğunu söylemektedir. 

Bunun için kararlı ve hızlı bir tempoyla yepyeni bir siyasal anlayışla, tam bağımsız ve kendine yeter ekonomiyi, her alandaki altyapıyı, eğitimli ve sağlıklı bir nüfusu olan Türkiye Cumhuriyetini, ivedi olarak yaşama geçirime yarışı başlar.

Öncelikle halkın ve ülkenin günlük kitlesel gereksinimleri olan yiyecek, giyecek, temel sanayi ürünlerinin, ulaşım hizmetlerinin yerli üretimle karşılanması, kalkınma atılımında temel ilke olarak benimsendi. Gerekli yatırımları yapacak ulusal özel sermaye son derece yetersiz olduğundan, kısa süre sonra Devletçilik ilkesi benimsenerek, 5 Yıllık Kalkınma Planları çerçevesinde kollar sıvandı. İlk yıllarda gerekli hukuksal altyapının oluşması sağlandı ve hedefleri yerine getirecek banka, ticaret ve sanayi örgütlenme ağı kuruldu.
……………………….
………………………..

1929-1939 yıllarında sağlanan bazı ekonomik göstergeler 

Üretim\Yıllar 1929 1939 artış (%)
İplik üretimi (100 ton) 23 90 42
Şeker üretimi (1000 ton)  8 95 1,008
Çimento üretimi (1000 ton) 65        284     337
Krom üretimi (1000 ton) 16 183 1,044
Taşkömürü üretimi (1000 ton)      1,451     2,696      86
Elektrik üretimi (mil. kW saat)         106 253     233
Bakır üretimi (1000 ton)      561
Cam üretimi (1000 ton)     419
Kağıt üretimi (ton)     745
Türkiye sınırlarındaki demiryolu ağı (km)      4,000      7,326       55
Karayolu ağı (km)    29,636    41,600       41

1938’e gelindiğinde, yerli üretimle halkın ve ülkenin şeker, çimento, ağaç ürünleri, lastik, deri, bakır ve bakır ürünleri gereksinimi tümüyle; tekstil, kağıt, toprak ve seramik ürünleri ise çok büyük ölçüde karşılandı.

……………………..
……………………..

AKP hükümetleri 2002-2017 döneminin ekonomik göstergeleri: 

  • Ulusal gelir ortalama yılda % 4,8 olarak büyümüştür.
  • Enflasyon ortalama yılda % 10,4 olmuştur.
  • Türk Lirasının ABD Doları karşısındaki değeri 2003-2010 yıllarında 1,50 TL olarak kalması sağlandı. Ancak 2011’den sonra TL’nin $ karşısındaki değer yitiği her yıl artarak Haziran 2018’ de 4,50 TL oldu.
  • İşsizlik ortalama olarak yılda % 10,7 oldu. Gençlerde ise bu oran % 25`i aşmaktadır.
  • 2002’de 15 milyar $ olan dış ticaret açığı, 2017 sonunda 77 milyar Dolara çıkmıştır.
  • Türkiye’nin toplam dış borcu 2002’de 129,6 milyar Dolardan 2017 sonunda 453,2 milyar Dolara tırmanarak, ulusal gelirin %53,3’üne ulaşmıştır.
  • Türkiye’nin 1 yıl içinde 236,8 mılyar $ dış borç ödeme yükümlülüğü var. Döviz rezervlerinin büyük ölçüde azalması nedeniyle, örneğin yüz Dolarlık dış borç ödemesi için devlet kasasında yalnızca 60 Dolar bulunmaktadır (Mehtap O. Ertürk, Sözcü, 5.2018)..
  • AKP döneminde başta kamu iktisadi kuruluşları ve fabrikalar olmak üzere satılan devlet varlıklarından 65-70 milyar $ sağlanmıştır.
  • 16 yıllık AKP döneminde devlet varlıklarının satılmasından sağlanan bu geliri yapılan dış borca eklersek, toplam 523,2 milyar Dolar kaynak elde edilmiştir. Ayrıca Dolar kuru ortalamasıyla bu sürede toplam olarak 2,1 trilyon dolar vergi alınmıştır. Bu kaynağın nereye, nasıl harcandığının açıklanması ve bilinmesi gerekir.
  • AKP hükümetlerinin sürekli olarak övündükleri yolların, köprülerin, Avrasya tünelinin, 3. hava alanlarının yapılma maliyeti, Devlet varlıklarının satılmasından sağlanan 65-70 milyar Dolarla fazlasıyla yapılacağı inancındayım. En pahalı yatırımlar arasında yer alan Avrasya Tünelinin maliyeti 1,2 milyar Dolardır. Muhalefet partilerinin bu konuları ayrıntılarıyla araştırmaları gerekmektedir. Yukarıda ad ad sıralanan 1923-50 yıllarına dek yapılan fabrika ve kuruluşların ve 1950 sonrasında kamu varlıklarına ait kurumlar, fabrikalar, limanlar, madenler, AKP döneminde yıldan yıla çoğu yabancı firmalar olmak gerçek değerlerinin altında ve genellikle AKP’ye yakın firmalara satılmıştır. Günümüzde muhalefet partilerince yapılan yoğun eleştirilere karşın, şeker fabrikaları da satılmıştır. Buna karşın AKP döneminde devlet tarafından yeni bir fabrika açılmamıştır.
  • 2002’de hane halkı borç yükünün, hane halkı harcanabilir gelirine oranı %4’ten 2015’te %51`e ulaştı. Çalışanlar, gelirinin yarısını bankalardan aldıkları borçlara ödemekte (Sözcü, 30.5.2018). Bu dönemde gelir dağılımındaki adaletsizlik ve dengesizlik daha da artmıştır. OECD ülkeleri arasında gelir dağılımı adaletsizliğinde Türkiye ilk 3 ülke arasında yer almaktadır. Türkiye`de 2016 sonunda yüksek gelirli nüfusun % 20`si ülke gelirinden %47,2 pay alırken, en düşük gelir dilimindeki %20 nüfus (16 milyon) ise toplam gelirden %6,2 pay alabilmektedir.
    ===================================================Dostlar,

    Saygın bilim ve siyaset insanı Prof. Dr. Hakkı Keskin‘in değerli ve kapsamlı çalışması 10 sayfayı aşkın bir emek ürünü..
    Yukarıda bir ölçüde paylaştık..
    Tümünü okumak için lütfen tıklayınız.. ve de paylaşınız..

    RTE’nin CHP tas tas üstüne koymadi savı ve gerçekler HAKKI KESKİN

    Sevgi ve saygı ile. 21 Haziran 2018, Ankara

    Dr. Ahmet SALTIK
    Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
    www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Laiklik Türkiye’nin çimentosudur

Laiklik Türkiye’nin çimentosudur

Hakkı Keskin

Prof. Dr. Hakkı Keskin
AYDINLIK, 29.4.2016


TBMM Başkanı Kahraman, yeni anayasaya ilişkin yaptığı konuşmada: “Laiklik bir kere yeni anayasada olmamalıdır.” (…) “Dünyada üç anayasada laiklik var. Fransa, İrlanda, Türkiye. Tarifi de yok. Böyle bir şey olmamalı. (…) Dindar bir anayasa olmalı.” Önce yanlışı düzeltelim: anayasalarında laikliği kabul eden ülkeler arasında Japonya, Meksika ve Portekiz`de bulunmaktadır. Ayrıca anayasalarında laiklik kelimesi bulunmadığı halde laiklik hukukuna göre yönetilen ülkeler vardır, örneğin ABD, Hindistan, Avustralya, Endonezya gibi.
Bir gerçeğin önemle bilinmesi gerekir. Laiklik, sekülarizm anlayışı ve uygulaması, Hıristiyanlık dinine inanan batılı ülkelerde o denli özümsenmiştir ki, bunun anayasada yer almasına gerek görülmemiştir. Nüfusun büyük çoğunluğunu Hıristiyan inançlı insanların oluşturduğu günümüz 27 (AS: Güney Kıbrıs ile 28 oldu!) Avrupa Birliği ülkesinin hiçbirinde, ABD ve bu inanca sahip diğer ülkeler de dahil, siyasi partiler hiçbir zaman, devleti dini inançlara göre biçimlendirme isteminde bulunmazlar. Bu süreç bu ülkelerde çoktan tamamen kapanmıştır. O kadar ki ismi “Hıristiyan Partisi” olanlar bile, hiç bir zaman anayasayı dini inanca göre değiştirmek ve devletin şeklini dine göre dizayn etme istemleri bulunmamaktadır. Bunun en açık örneği Almanya`dır. Şansölye Merkeli’in partisinin ismi “Hıristiyan Demokrat Birlik Partisi”, yine Bavyera eyaletindeki kardeş partileri de “Hıristiyan Sosyal Birlik Partisi” ismiyle kurulmuşlardır. Bunlar hiçbir zaman anayasayı ve devleti Hıristiyanlık dinine referans verme veya değiştirme isteminde bulunmamışlardır.
Oysa halkın çoğunluğu Müslüman olan ülkelerde bu durum tamamen farklıdır. Çok sayıda örneğiyle görüleceği gibi bu ülkelerde, siyasi partiler ve iktidarlar, çoğunlukla anayasalarını ve devlet yapılarını, İslam dinine endeksli duruma getirmişlerdir. Nüfusunun büyük bölümü Müslüman olan ya da resmi dini İslamiyet olan ülkelerin sayısı 63’tür. Türkiye dışında bu ülkelerden kaçında veya hangisinde demokrasi vardır diye sorulduğunda yanıtımız ne olabilir acaba? 63 ülke arasında Türkiye ve Azerbaycan anayasalarında laiklik ilkesi bulunmaktadır. Tüm eleştirilerimize ve noksanlarına karşın demokrasisi büyük ölçüde işlemekte olan ülke Türkiye’dir. 24 yıl önce bağımsızlığına kavuşan Azerbaycan`da da demokrasi yönünde önemli gelişmeler vardır.

KAHRAMAN, TBMM BAŞKANLIĞI’NA LAYIK OLMADIĞINI KANITLADI

TBMM başkanlığına layık olmadığını bu açıklamasıyla kanıtlamış olan Kahraman derhal istifa etmelidir, kendiliğinden etmiyorsa buna ısrarla zorlanmalıdır! Türkiye’nin ve demokrasinin çimentosu olan laikliği anayasadan çıkarmak ve “dindar bir anayasa” yapılmasını istemek, başkanlık görevini tarafsız yürütmek zorunda olan ve anayasaya bağlılık yemini etmiş birisine, derhal istifa etmeyi zorunlu kılar. “Dindar anayasası” olan onlarca ülkenin günümüzde ne durumda olduğunu görüyoruz ve biliyoruz. Ancak Kahraman’ın amacı bununla da sınırlı değildir. Anayasanın ikinci maddesinde yer alan laiklik ilkesiyle birlikte, değiştirilemez olan 1. ve 3. maddelerinin de bu ilişkide ele alınacağı ve değiştirilmek istendiği, yetkin kişiler tarafından dile getirilmektedir.

ANAYASALARDA ‘DEĞİŞMEZ MADDELER’ GÜVENCESİ BULUNUR

Bilindiği gibi, Anayasanın değişmez bu maddelerinde yer alan “Türk”, “Türk dili” kavramları da, “etnisiteye referans gösterdiği” iddiasıyla, anayasadan çıkartılmak istenmektedir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve ana unsuru olan Türk ulusunun ismi ve resmi dili, böylece anayasadan silinmek istenmektedir. Anayasanın ikinci maddesinde: “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk Milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir.” denilmektedir. Kahraman ve onun gibi düşünenleri aynı şekilde rahatsız eden Atatürk isminin de bu maddede yer almasıdır. Tarih dersi kitaplarından bile Atatürk`ü çıkarmak isteyen nankör ve kendi tarihiyle kavgalı bu zihniyet, Türk, Türk Dili, Laiklik ve Atatürk`ü anayasanın değişmez bu maddelerinden çıkarmak istemektedir. Oysa birçok ülke anayasalarında, devletin temel biçimini ve felsefesini koruyan, değişmez ve hatta değiştirilmesi bile teklif edilemeyen maddeler bulunmaktadır.
Erdoğan Başbakan olarak 2011 yılında Kahire’deki Tahrir Meydanı’nda yaptığı konuşmada: “Türkiye’de anayasa laikliği, devletin her dine eşit mesafede olması olarak tanımlar. Laiklik kesinlikle ateizm değildir. (…) Laik bir rejimde insanların dindar olma ya da olmama özgürlüğü vardır.” diyerek, laikliğin gereği ve tanımına ilişkin son derece önemli bir açıklama yapmıştı. Cumhurbaşkanı Meclis başkanının bu görüşüne ilişkin yaptığı açıklamada, Mısır’da laikliğe ilişkin söylediklerinin altını çizerek, AKP’nin parti programında da laikliğe bağlı kalındığına vurgu yaptı. Erdoğan, günümüze değin birçok konuda söylediklerinin aksini yaptığından, bu konuda nedenli samimi olunduğunu zaman gösterecektir.
Laiklik, özellikle İslam dinine sahip olan farklı dini inançtaki toplumları, eşit vatandaşlık anlayışıyla bir arada tutan gerçekten de vazgeçilemez bir çimento görevi yapmaktadır. Türk halkının önemli bir kesimini oluşturan Alevi inançlı insanlarımızın, kendilerine dini inançları konusunda eşit davranılmadığı ve haksızlıklar yapıldığı halde, asla ayrılıkçı bir eğilime ve çabaya girmemelerinin asıl nedeni, laikliğe duyulan güvenden kaynaklanmaktadır. Laiklik çimentosunu yok etmek isteyenler, Türkiye`nin temeline dinamit koymayı amaçlamaktadırlar. Bu tehlikeye karşı tüm yurtseverler direnmelidirler.

====================================

Dostlar,

Teşekkürler Sayın Prof. Hakkı Keskin…

TBMM Başkanlığı koltuğunu işgal eden zat, daha temel kavramları yerli yerinde kullanamıyor! Her şey bir yana, ‘DİNDAR ANAYASA’ kavramı kullanıyor. Dindar olma / olmama insanlara özgü bir niteliktir. İnsanlar bir dine katılabilir ya da katılmaz. Devletler soyut birer siyasalbilim olgusudur ve dindar olup olmamaları söz konusu edilemez..

İsmail Kahraman ve şürekası, Avrupa’da 1648 Westpahalia Barışı ile gerçekleşen seküler devlet düzeni ile laik yurttaş  gerçeğinden en az 400 yıl daha geri ve gericidirler.. Tarihin acımasız gerçeğinin tokadını yemeye mahkumdurlar..

Sevgi ve saygı ile.
30 Nisan 2016, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

CHP nihayet gerçek muhalefet olduğunu kanıtladı!

Dostlar,

2005-2009 Federal Almanya Parlamentosu Miletvekili ve Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Üyesi Sayın Prof. Dr. Hakkı Keskin‘in bir iletisini paylaşmak istiyoruz..

Sevgi ve saygı ile.
28.10.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

===================================================

 

Cok değerli Arkadaşlar,

Ekte Cumhuriyet Gazetesi için kaleme aldığım “Cumhuriyet kutlamalarının yasaklanmasına” ilişkin yazımı sizlerle paylaşmak istedim.

Bu vesile ile Kurban Bayramınızı kutlar sizlere sağlık ve esenlikler dilerim.

Dostça selamlarımla.

ProfDrHakkı Keskin
Siyasal Bilimci. 2005-2009 Federal Almanya Parlamentosu Miletvekili
ve Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Üyesi …
Berlin, 26.10.2012

Cumhuriyet’e Sahip Çıkma konusunda
CHP nihayet gerçek muhalefet olduğunu kanıtladı! 

AKP, artık çok açıkça Türkiye Cumhuriyeti’nin temel taşlarını bir bir sökerek ve Mustafa Kemal Atatürk`e saldırılarını  artırarak, Cumhuriyet karşıtı hedefini gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Buna başta CHP olmak üzere, demokratik, laik ve sosyal Cumhuriyetimize sahip çıkmak isteyenlerin birlikte engel olmaları en doğal hakları ve
en  demokratik görevleridir!

AKP`nin Cumhuriyet Yönetimine ve onun kuruluş felsefesine samimi olarak bağlı olmadığı biliniyordu. Ancak hangimiz, AKP nin giderek Cumhuriyet Bayramı, 23 Nisan, 19 Mayıs, 30 Ağustos bayram kutlamalarını adım adım yasaklamaya cesaret edebileceğini düşünebilirdik; hangimiz bu bayramlarda Atatürk`ün heykeline çelenk konmanın yasaklanacağını aklımızdan geçirebilirdik? Cumhuriyet ve Atatatürk karşıtlığının bu kadarı, eminim ki çoğumuzun aklına gelmemiştir.

Türkiye Cumuriyeti`nin kuruluş bayramı olan 29 Ekim‘de, Türk Halkının bu büyük bayramını, sevincini coşkuyla kutlaması ve yaşamasından daha doğal bir hak olabilir mi? Bu kutlama, tabii ki bu mutlu günü bize yaşatan başta Mustafa Kemal Atatürk`e ve bu devrimin başarılmasında emeği geçen herkese duyulan şükran ve yurtseverlik görevi değil midir?

Dünya yüzünde, kendi ulusal değerlerine ve bayramlarına karşı çıkan, bunları yok etmek isteyen bir başka ülke yönetimi olduğunu bilenimiz, duyanımız var mıdır?  Avrupa, Amerika, Asya ve Afrika`daki tüm bağımsız ülkelerin, kendine özgü ulusal bağımsızlık, ulusal kurtuluş, cumhuriyetin ilanı gibi ulusal bayramları vardır ve bunlar çok yönlü etkinliklerle kutlanırlar.

Cumhuriyet ve Mustafa Kemal Atatürk karşıtlarının işbirliği

Atatürk`e, O’nun önderliğinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti`nin kuruluş felsefesine,
temel ilkelerine ve öncelikle de Ulusal Devlete öteden beri karşı olanlar başta ayrılıkçı güçlerdir. Bunlar, ülkemizde, PKK ve yandaşlarıdır. Her fırsatta “ulus devletin” yanlış olduğunu, buna son verilmesi gerektiğini vurgularlar. Peki, “Günümüzde ulus devlet olmayan tek bir ülke var mıdır?” biçiminde bir soru yöneltseniz, yanıt veremezler.

Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ve onu bir bütün olarak bir arada tutan ulus devlet felsefesinin simgesidir, çimentosudur. Hedef bu simgeyi zedelemek, ve hatta olanak elverdiğince yok etmektir. Ayrılıkçı Kürtçülerle, temelde hâlâ Hilafet yanlısı ve bu nedenle de Cumhuriyet karşıtı olanlar, bu ortak hedefte bir olmakta ve farklı iki cephede ortak tavır sergilemektedirler.

Bu iki kesim de, Cumhuriyet Yönetiminin temel ilkelerine, onun temel taşıyıcı unsurlarına ve onun kurucu önderi Mustafa Kemal Atatürk`e özde düşmandırlar.
Bir farkla, PKK ve yandaşları bunu çok açıkca dillendirdikleri halde, Cumhuriyet karşıtı din tüccarları bu amaçlarını olabildiğince saklamaktadırlar. Hatta açıklamalarını utanmadan Atatürk‘ün posterlerinin ve resimlerinin önünde yapmaktadırlar.

Ancak, AKP aldığı % 50’ye varan oya güvenerek adım adım Cumhuriyetin bayramlarını yasaklamaya, bu kutlamaları yasa dışı etkinlik durumuna sokmaya, giderek unutturmaya çalışmaktadır. Böylece de, AKP`ye muhalif olanların birlikte güçlü  tepki gösterebilmeleri engellenmktedir.

CHP artık güçlü bir muhalefet olduğunu kanıtlamalıdır!

CHP, Ankara`da Cumhuriyet yürüyüşüne getirilmek istenen yasağa karşı nihayet gerçek bir muhalefet partisi tavrını ortaya koyarak, 29 Ekim günü Ankara`da İlk Meclis binası önünde, Cumhuriyet Yürüyüşüne başlanacağını resmen ilan etmiştir. Böylece Atatürk’ün bizzat tanımladığı bu en büyük bayramın, halkla birlikte kutlanmasının engellenemiyeceğini kesin bir dille vurgulamıştır.

CHP artık Cumhuriyet düzenini ve onun temel ilkelerini adım adım yok etme, ulusal bayramları yasaklama ve Mustafa Kemal Atatürk`e yapılan saldırılara kesin bir politikayla karşı çıkmalıdır. Cumhuriyetçi, yurtsever ve Kemalist düşüncedeki halkımız ve örgütlerimiz, ana muhalefet partisi olarak özelklikle CHP`den bu büyük potansiyelin mobilize edilmesine beklemektedir.

  • CHP muhalefetini yalnız parlamento içi çalışmalarla sınırlı tutmamalıdır.

CHP, AKP politikalarından büyük ölçüde rahatsız olan kitlelerin yanında, gerekirse önünde yer alarak, AKP nin bu politikalarını, protesto yürüyüşleri, toplantılar, konferanslar ve değişik etkinliklerle deşifre etmelidir. CHP nin halkla bütünleşmesi ve halkın gücünü yanında görmesi ancak bu etkinliklerle gerçekleşecektir.

 Hakki keskin