Etiket arşivi: Prof. Dr. Ahmet SALTIK Mülkiyeliler Birliği Üyesi

Isparta Şehir hastanesi Açılıyor

Değerli site okurlarımız;
15 Ocak 2017’de sitemizde yayımlanan bu yazıyı, bu gün, 03 Şubat 2017 günü, Mersin’de açılan Şehir Hastanesi nedeniyle öne çekerek bir kez daha kamuoyunun bilgisine – dikkatine sunuyoruz. Sırada Yozgat vd. var..  / 03 Şubat 2017, Dr. Ahmet Saltık
========================================

Şehir Hastaneleri Özelleştirilmiş Birer Ticarethanedir
Isparta Şehir hastanesi açılıyor..

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Isparta Şehir hastanesi bugünlerde açılıyor.
Bu nedenle Isparta da hizmet veren Devlet Hastaneleri kapatılıyor.

ISPARTALILARIN GÖZLERİ AYDIN!
BUNDAN BÖYLE HİÇ AMA HİÇBİR SAĞLIK HİZMETİNE
BEDELİNİ ÖDEMEDEN ULAŞAMAYACAKLAR!

“Kaybedeceğimi bile bile “Isparta Şehir Hastanesi” başlıklı yazım 05 Ocak 2015’te
(2 yıl önce) kaleme alınmış ve çok sayıda e- gazetede yayınlanmıştı (yazı aşağıdadır).
O yazıda yazdığımız her şey birer birer gerçekleşiyor. Yazımızın bir yerinde;

“Demek ki “Isparta Şehir Hastanesi” Isparta ve bölge halkına sağlık hizmeti sunmak amacı ile değil;

Birincil olarak; Bölgemizdeki parasız tüm sağlık hizmetinin tasfiyesi, devlete ait sağlık kurumlarının tümüyle özelleştirilerek sağlık alanının yerli ve yabancı büyük sermaye açısından kârlı bir yatırım alanı haline getirilmesi ve böylelikle bütçeden bu kamu hizmetine ayrılan kaynakların da büyük sermayeye farklı biçimlerde aktarılması amaçlı kurulmaktadır.

İkincil olarak, sağlık emekçileri (doktor, hemşire ve diğer) iş güvencesinden yoksun, sözleşmeli, esnek çalışmaya uyum sağlamış ucuz işgücü haline getirilecektir”demişim.

Herkesin anlayacağı biçimde bir kez daha yazalım :

  1. Isparta Şehir hastanesi bir “Kamu Özel Ortaklığı” projesidir. Isparta şehir Hastanesinin işletilmesi 25 yıllığına AKFEN Holding tarafından yapılacaktır. Yani Isparta’da halk sağlığı tümden özelleştirilmiştir. Özel sağlık sektörünün, kurumlarının tek amacı sağlık hizmeti üretiminden para kazanmaktır.
  2. Sağlık hizmetleri, kamu hizmeti olmaktan çıkartılmış bireysel ve özel hizmet haline dönüştürülmüştür. Bunun anlamı şudur. Herkes ancak parası kadar sağlık hizmetinden yararlanabilecektir. Eğitimde, enerjide, iletişimde olduğu gibi sağlık alanında da devlet devreden çıkmış, hasta ile – hastadan para kazanma dışında bir amacı olmayan özel şirket karşı karşıya bırakılmıştır.
  3. Şehir Hastaneleri özelleştirilmiş birer ticarethanedir. Ticarete konu olan ise insan sağlığıdır. 2006’da AKP hükümetince yaygın medya propagandasıyla tezgahlanan “Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın sağlık alanındaki yarattığı yıkımın son noktasıdır Şehir hastaneleri.
  4. Asgari ücretin net 1404 TL olduğu ülkemizde toplumun ezici bir çoğunluğunu oluşturan yoksullar zaten temel yaşamsal gereksinmelerini (beslenme, ısınma.. vb.) karşılama olanaklarından yoksunken, sınırlı da olsa alabildiği sağlık hizmeti elinden alınacak,
    kendi yazgısı ile baş başa bırakılacaktır.

Devletin temel, vazgeçilmez temel görevi olan hizmet alanını (Eğitim, sağlık, güvenlik)
özel sektöre devrettiği ölçüde devlet olmaktan çıkmıştır/çıkar.
 

Özellikle 1980’li yıllardan sonra iktidar olanlar “vergi/prim gelirlerinin sağlık- eğitim-güvenlik” hizmetlerinin maliyetini karşılamaya yetmediği, bu nedenle bu alanların özelleştirilmesi ve hizmet alanların katkı ödemelerinin zorunlu ve gerekli olduğu yolundaki söylemleri kocaman bir kuyruklu yalandır!

Çünkü Türkiye’de nüfusun en zengin %10’luk kesiminin toplam servetin %70’ten fazlasına sahip olduğu devletin resmi kayıtları ile belgelidir. (AS: En varlıklı %20 nüfus kesimi 2015 sonunda %46,5 pay alıyor; TÜİK 2015 yılı Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması)

Öyleyse sağlık, eğitim vb. hizmetleri için gereken kaynak; işte bu gelir dağılımındaki adaletsizlik ve eşitsizliktedir. Siyaset bu adaletsizliği ve eşitsizliği düzeltmek yerine, hizmetlerin tüm yükünü vatandaşların omuzlarına yıkmak için tertip ve düzenbazlıklarla ortaya çıkmaktadır. Bugün ülkemizde herkese parasız ve kamucu sağlık, eğitim hizmeti olanaklıdır. Hizmeti parasız verme niyetini, gücünü ortaya koyabilecek tek yapı kamu ve onun günümüzdeki somut temsilcisi olan devlettir. İşte sorunun çıkmazı da buradadır. Hizmetleri kamucu, parasız ve eşit sunma “niyet ve gücünü” devlet adına elinde tutan siyasal aktörlerin hemen tümü
“hizmetlerin tüm yükünü vatandaşların omuzlarına yıkma” konusunda fikir ve görüş birliği içindedirler.

Eğitim – Sağlık – güvenlik hizmetlerinin (AS: + ADALET!) parasız sunulması olanaklıdır. Üretilen toplumsal zenginlikten sağlık için, eğitim için daha çok kaynak ayırmak da olanaklıdır. Sorun kaynağın olmaması değil, toplumsal gelirin eşitsiz dağıtılmasıdır. Sorun, düzen içinde kalarak, düzene sözde muhalefet eden partilerin de bu durumu değiştirmek istememeleridir.

Mahmut ÖZYÜREK
Ulusal Eğitim Derneği Isaprta Şb. Bşk.
03.01.2017
*****************

Kaybedeceğimi bile bile “Isparta Şehir Hastanesi”

Akfen Holding tarafından kamu-özel sektör ortaklığı (PPP) modeli ile 755 yataklı Isparta Şehir Hastanesi’nin proje tanıtımı 09-10 Ekim 2014’te yapıldı. Proje tanıtım toplantısına, Akfen Holding üst düzey yöneticilerinin yanı sıra Isparta Valisi, kumu kurum ve kuruluşları, özel sektör, sivil toplum örgütleri, meslek odaları ve basın kuruluşlarının temsilcileri katıldı. Akfen Holding üst düzey yöneticilerinin verdiği bilgiye göre, özelleştirilerek kapatılan Sümer Halı Fabrikasına ait ve bedelsiz olarak Akfen Holdinge tahsis edilen 198 bin m2 Hazine arazisine yapılacak olan Isparta Şehir Hastanesinin İnşaat süresi 2 yıl olacak.

Akfen Holding projenin tasarım, finansman, inşaatı, donanım tedariki de dahil olmak üzere işletmeye hazır duruma getirilmesi karşılığı olarak 25 yıl süre ile hastaneyi işletecek. Başka bir anlatımla, devlet hem bu binanın (hastanenin) kiracısı hem de hizmet satın alıcısı olacak.
Yani kendi binasında kiracı, hizmetinde taşeron Sağlık Bakanlığı’nın “devlet hastanesini” Akfen Holding yönetecek.

  • Akfen Holding’e biraz daha yakından bakalım :

Başında Hamdi Akın’ın olduğu Akfen Holding’in özellikle AKP hükümetleri döneminde gösterdiği hızlı gelişme dikkat çekiyor. İhsan Doğramacı’nın sahibi olduğu Bilkent Holding’le ortak kurulan TAV (Tepe-Akfen Ventures) ile çok sayıda havalimanı işletmesini alan Akfen, liman özelleştirmelerinin de değişmez adı oldu. Akfen aynı zamanda, Irak’ın işgaliyle semiren ve ABD ordusuna hizmet için yanıp tutuşan şirketlerin başında geliyor. Akfen’e ait tanıtımlarda okuyana, işbirlikçiliğin ve onursuzluğun bu kadarı da olmaz, dedirten şu ifadeler kullanılıyor:

  • Akfen İnşaat Irak’ta Amerikan Askerlerine hizmet vermekte olup, Kellogg, Brown & Root firması ile yapmış olduğu sözleşmeye dayanarak atık arıtma, çelik konstrüksiyon işleri yapmakta, yemekhane, çamaşırhane işletmekte ve yüksek kalite internet teknolojisi kullanımını sağlamaktadır. Firmamız, Amerikan Ordusunun Askeri Kamplarına tam destek vermek ve büyük ölçekli Hükümet Projelerinde yer almak, deneyimlerini daha geniş bir yelpazede sunmak arzusundadır.

İşgal güçleri Irak’ta sömürü amacıyla yıkım-yağma-ölüm saçacak, yüzbinlerce insanı katledecek, AKFEN HOLDİNG bu katliama “yeşil dolarlar kazanmak” adına sınırsız destek sağlayacak, hizmet sunmak için yanıp tutuşacak… Biz de Isparta “Şehir Hastanesi’nin ölü soyucusu
Akfen Holding tarafından inşa edilecek olmasını alkışlayacağız öyle mi? Akfen Holding konusunda bu kısa açıklamadan sonra konumuza dönelim ve soralım :

Peki, nedir bu Kamu Özel Ortaklığı? Kamu-Özel Ortaklığı, uluslararası alanda bilinen adıyla PPP (Public Private Partnership), bir finansman modelidir. Devletin sunacağı mal ve hizmetlerin yapım işlerinin bütçe yetersizliği (AS: ??!!) nedeniyle ertelenmesinin veya yapılamamasının önüne geçmek amacıyla kullanılmaktadır.

Kamu Özel Ortaklığı’nın fikir babası emperyalizmin kurnaz mimarlarından biri olan (AS : Nobel ödüllü Prof.) Milton Friedman’dır. Friedman, Emperyalist sistemin tıkandığı, geniş halk yığınlarının sömürüye karşı başkaldırdığı 70’li yıllarda, “kitleler uyanmadan” sömürü çarkının yürütebilmesinin “inceliklerini” ortaya koyduğu modelin adıdır “Kamu Özel Ortaklığı”

Friedman’ın ortaya atıp olgunlaştırdığı bu yok etme projesinin ilk laboratuvarı ise 11 Eylül 1973’te faşist ve kanlı darbe (AS: CIA eliyle!) ile Salvador Allende’yi katleden Şili diktatörlüğü oldu. Friedman, Askeri Diktatör Pinochet’nin danışmanı olarak ilk elden uygulamayı denetledi.
Şili diktatörlüğünde test edilen “Kamu Özel Ortaklığı” projesine, Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya Bankası (DB) ve Avrupa Birliği(AB) uluslararası kaynak desteği sağladılar.
İşte Türkiye’deki Sağlıkta Dönüşüm Programı, “Kamu Özel Ortaklığı” projesi RTE’nin
8 yıllık rüyası” değil, bir IMF, DB ve AB (AS : dayatma) projesidir.

Bu çıkarsamayı doğrulamak için Türkiye’nin AB’ye verdiği taahhütlerden oluşan, adına neden “Ulusal Program” dendiği belli olmayan belgeden okuyalım :

  • Sağlık Bakanlığının yeniden yapılandırılması, devlet hastanesi, sigorta hastanesi ve kurum hastanesi ayırımının kaldırılarak tüm hastanelerin tek çatı altında toplanması ve hastanelerin idari ve mali yönden özerk bir yapıya kavuşturulmasına yönelik olarak başlatılan çalışmaların tamamlanması amaçlanmaktadır.”(Ulusal Program, 2002)

Şimdi anlaşıldı sanırım bu “Kamu Özel Ortaklığı”nın kimin rüyası olduğu…
Türkiye’de Kamu Özel Ortaklığı 09.03.2013’te yürürlüğe giren (RG :28582) 6428 sayılı “SAĞLIK BAKANLIĞINCA KAMU ÖZEL İŞ BİRLİĞİ MODELİ İLE TESİS YAPTIRILMASI, YENİLENMESİ VE HİZMET ALINMASI İLE BAZI KANUN VE KANUN HÜKMÜNDE KARARNAMELERDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASI HAKKINDA KANUN” a göre yürütülmektedir.

Ancak “Kamu Özel Ortaklığı” projesini yalnızca bu Yasa ile ele almak bizi yanılgıya götürür. Yasal dayanakları, kuruluş amaçları bakımından “Kamu Özel Ortaklığı” projesi, AB’nin kurnaz mimarlarınca dayatılan, aynı zamanda“bölgeselleşmiş devlet” projesi olan “Kalkınma Ajanslarının” önemli, ayrılmaz ve vazgeçilmez bir parçasıdır.

AB-15’te toplam 65 milyon insan, yoksulluk sınırında AB-25’te bugün yaklaşık 20 milyon işsiz, AB-15’te toplam 37 milyon yardım gereksinimli yoksul, bedensel ve zihinsel engelli, 3 milyon evsiz insan dururken; İspanya’da 20 bin, İtalya’da 78 bin, Almanya’da 7.789, Belçika’da 3.445, Fransa’da ise 1.200 doktor işsizken.. AB’nin kurnaz mimarları niçin, Türk halkının sağlığına “yatırım” (?) yapılması için kredi (AS :kredi = borç!) musluklarını sonuna dek açar?

Türk halkının sağlığı Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya Bankası (DB) ve Avrupa Birliği (AB)’nin hiç umurunda değil. Türkiye’de sağlık ciddi, bakir bir rant kapısıdır.

Türkiye’de bir yıl içinde özel-kamu tüm sağlık kuruluşlarına 2010’da 539 milyon başvuru gerçekleşirken, 2011’de bu sayı 72 milyon artarak 611 milyona çıkmıştır.

2013’te Kamu Hastaneleri Kurumu’na toplamda günlük ayakta başvuran hasta sayısı 766 bin, acil servise gelen sayısının ise 232 bin.

Yalnızca 2011’de hastanelerde yapılan muayene ve reçetelerden alınan katkı payı 3 milyar 512 milyon TL dolayında. Katkı paylarına yapılan %23,6 oranındaki artış sonunda 2012’de vatandaşın cebinden 831 milyon 329 bin TL fazladan para çıkmıştır. Böylece toplanan katkı payı miktarı 4 milyar 344 milyon TL’ye ulaşmıştır.

2014 Ocak-Haziran döneminde sağlık hizmetlerine ulaşma %4,26 zamlandı.
SGK anlaşmalı özel hastanelerde hastadan alınan fark %200’e çıkarıldı. (AS: 2008’de başlangıçta %20 iken 6 yılda 10 katına çıkarıldı!)

Türkiye’de sosyal devletin çökertilmesi ile ortaya çıkan bu tablo, dizginsiz biçimde azami kar hırsıyla dünyanın her yerinde kan döküp, savaş çıkaran emperyalizmin doyumsuz iştahını kabartmaktadır. Demek ki “Isparta Şehir Hastanesi” Isparta ve bölge halkına sağlık hizmeti sunmak amacı ile değil;

Birincil olarak; Bölgemizdeki parasız tüm sağlık hizmetinin tasfiyesi, devlete ait sağlık kurumlarının tümüyle özelleştirilerek sağlık alanının yerli ve yabancı büyük sermaye açısından kârlı bir yatırım alanı durumuna getirilmesi ve böylelikle bütçeden bu kamu hizmetine ayrılan kaynakların da büyük sermayeye farklı biçimlerde aktarılması amaçlı kurulmaktadır.

İkincil olarak, sağlık emekçileri (doktor, hemşire vd.) iş güvencesinden yoksun, sözleşmeli, esnek çalışmaya uyum sağlamış ucuz işgücü haline getirilecektir.

Konuya biraz daha yakından bakalım :

  1. Akfen Holdinge 198 bin m2 Hazine arazisi (Kapatılan Sümer Halı Fabrikasının arazisi)
    25 yıllığına ücretsiz verildi.
  2. Akfen Holding yapacağı hastaneyi donatacak, ancak cerrahi dallardan, morg, restoran işletmesi, hastalara dağıtılan yemekler, hastaneye ulaşım, güvenlik, temizlik, kantin, otel, eczane, radyoloji hizmetleri ve gasilhane vb. hizmetler ihaleyi alan Akfen Holding tarafından verilecektir
  3. Akfen Holdinge 25 yıl boyunca hem bina kirası hem de bu “kamu hizmetleri”karşılığında hizmet bedeli ödenecek. (Burada kısa bir açıklama yapalım… Akfen Holding 25 yılda sabit yatırımlarının 5,5 – 11,5 kat kadarını devletten “kira” adıyla alacak. Yani Akfen Holding 30 ay içinde veya en geç 60 ay içinde sabit yatırımlarını amorti edecek.) Anlayacağınız devlet 2,5-5 yıllık “kira” bedeliyle aslında bu binaları ve donanımları kendisi yapabilirdi.
    (AS: Kira artırımı her yıl ÜFE + TÜFE ortalaması olacak)
  4. Akfen Holding hastanenin etrafında yapacağı taksi durağından kreşe dek tüm ticari alanları da işleterek gelir elde edecek.
  5. Yetmiyor. Akfen Holding, hizmet ve mal alımları dahil olmak üzere KDV’den, Damga Vergisinden ve harçlardan bağışık tutuluyor.
  6. Yetiyor mu? Yetmiyor, Akfen Holdingin bu binaları yapmak için aldığı/alacağı uluslararası kredilere devlet tam Hazine güvencesi sağlıyor.
  7. Yetiyor mu? Yetmiyor. Devlet, “Isparta Şehir Hastanelerinin” %70 doluluk oranıyla çalışacağını, yani “müşteriyi” garanti ediyor. Eğer doluluk %70’in altına düşerse, boş yatak bedelleri Devlet tarafından ödenecek.
  8. Yetiyor mu? Yetmiyor. Akfen Holding hastanede kullanacağı tıbbi teknoloji, ilaç, vb. hepsini dışarıdan getirecek. Bu işlem Holding için ayrıca bir “rant” sağlayacaktır.
  9. Yetmiyor. Şehir hastanesi hizmet vermeye başladığında, rakip olmaması için Isparta Devlet Hastanesi ve eski SSK hastaneleri kapatılacak, tüm bina ve arazileri Akfen Holdinge bedelsiz tahsis edilecektir. Akfen Holding bu arazileri büyük bir olasılıkla AVM veya 7 yıldızlı otel yapımı için kullanacaktır.

Peki, bu paralar kimin cebinden çıkacak? Bizim ödediğimiz vergilerden sağlanacak.
Neden dünyanın en pahalı benzinini kullandığımızı sanıyorsunuz?

Daha bitmedi! Şehir hastanesi hizmet vermeye başladığında, Isparta halkının sağlık giderleri 4-5 kat artacak. Neden diye soracağınızı biliyorum. Çünkü: Sistemin gereği olarak Hastane ticarethaneye, hasta ise müşteriye dönüştürülmüştür. Bu durumda daha çok para kazanma hırsıyla hastalara gereğinden çok tetkik ve ameliyat dahil tedavi yöntemleri uygulanacak, hastalar hastanelerde gereğinden çok yatırılacak.

Artık Devlet Koruyucu sağlık hizmetlerine yatırım yapmayacak. Bu nedenle de artık adını unuttuğumuz Salgın hastalıklar (verem, tifo, tifüs, sıtma, çiçek vb.) yeniden hortlayacak.

Öte yandan Şehir hastanesi açıldıktan sonra özel hastaneler ile SGK arasındaki anlaşma iptal edilecek. SGK getirisi çok olmayan klasik kimi dallar dışındaki, muayene ve tedavi giderlerini özel hastanelere ödemeyecek. Örneğin Kalp Damar Cerrahisi, onkoloji, organ nakilleri vs… Böylece ilimizdeki özel hastanelerin birer birer kapılarına kilit vurulacak. Buralarda çalışan sağlık personeli ya işsiz kalacak ya da en düşük ücreti kabul ederek Şehir hastanesinde (iş bulabilirse) çalışacak. Büyük bir olasılıkla bu açıklama 2015 seçimi sonrası yapılacaktır.

İşin en acı yanı bütün bu planlar ülkemiz insanlarının geleceğini daha sağlıklı kılmak için değil, İnsanımızın daha çok hasta olması, ulusötesi sermayenin ve Türkiye’deki taşeronlarının daha çok kazanması için yapılıyor. Halbuki çok basit ve ucuz önlemlerle çok daha sağlıklı bir Türkiye oluşturulabilir. ” Her şey daha iyi ve güya ucuz” diyerek yurttaşlarımız “sağlıkta dönüşüm”“şehir hastaneleri” hapı ile uyutuluyor. Kaba yalanlarla, gerçekler alçakça çarpıtılarak, soygun ve sömürünüm kanlı dişlisi çevriliyor.

Kamu Özel Ortaklığı adı altında “torunlarımızın bile ödeyemeyeceği” milyarlarca liralık (AS: hatta Dolar!) borçların altına imzalar atılarak sağlığımız uluslararası konsorsiyumlara kurban ediliyor. Daha önce Ispartalıların bir kesimi, hatta kimi sözde Atatürkçüleri tarafından “Kalkınma Ajanslarına karşı çıktı”, “Kent Konseylerine de karşı çıktı” denerek şiddetle eleştirildiğimi, hatta kınandığımı biliyorum. “Isparta Şehir Hastanesine” bu karşı çıkışım da eleştirilecek. Ancak tüm bunlara Özdemir Asaf‘ın özlü bir sözü ile yanıt vereyim.

  • “Kaybedeceğini bile bile neden mücadele ediyorsun dedi,
    öleceğini bile bile yaşadığını unutmuştu o an… Bozmadım” 
    Mahmut ÖZYÜREK
    Ulusal Eğitim Derneği Isparta Şb. Bşk.
    05.01.2015 Isparta
    ====================================
    Dostlar,

Saygıdeğer dava insanı, ADD Isparta Şubesi’nin kurucu başkanı, yıllarca ADD’de ölçüsüz bir özveri ile hizmet eden Mahmut Özyürek dostumuzdan epey uzun ve kapsamlı bir yazı sunduk. Kendisi emekli Tarih öğretmenidir ancak bu çok teknik konuyu emek vererek işlemiştir.
Metindeki ufak – tefek maddi hataları –sayın yazarın hoşgörüsüyle– ayraç içine alıp düzelttik.
Bu sitede daha önce de ŞEHİR HASTANELERİ adıyla katmerli uluslararası soygun anlatıldı :

Şehir Hastaneleri’nde Skandal İtiraf
 SAĞLIKTA KAMU-ÖZEL ORTAKLIĞI VE ŞEHİR HASTANELERİ
Şehir Hastaneleri İçin “Yargı Engelini Aşma Yasası” Çıkarılıyor

Yoruma gerek yok, bu konuyu düzenleyen yasa Yüce TBMM’den çıkarıldı :

  • “SAĞLIK BAKANLIĞINCA KAMU ÖZEL İŞ BİRLİĞİ MODELİ İLE TESİS YAPTIRILMASI, YENİLENMESİ VE HİZMET ALINMASI İLE BAZI KANUN VE KANUN HÜKMÜNDE KARARNAMELERDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASI HAKKINDA KANUN” (09.03.2013’te yürürlüğe giren 6428 sayılı yasa, RG :28582)..

Böylesi bir soygun ve talan insanlık tarihinde görülmemiş olsa gerektir..
Küresel Emperyalizm 21. yy’da Nirvana’ya ulaştı ölçüsüz ve kanlı sömürü yöntemlerinde!
Postmodern, hayalötesi soygunda o ülke içinde kraldan çok kralcı yandaş – taşeron çook bol!
Bu alçakça soygun yöntemlerini yaygın kitlelere anlatmanın etkin bir yolu bulunmalı mutlaka. Bu işler ayrıca merkezi yönetim bütçesi dışında ve 5018 sayılı yasa ile Sayıştay denetimi yok!! Tam hukuksuzluk, tam keyfilik, tam de-regülasyon ve tam ahlaksızlık!

Yandaşlarrın çocukları ve torunları da bu peş keşi çeken siyasetçilerin olduğu gibi servete boğulurken; halk yığınlarının çocukları hatta torunlarının gelecek onyıllardaki olası gelirlerine
bile el konup çalınarak yapılıyor talan! Yoksullaştırma gelecek kuşaklara zoraki yükleniyor! 

Bunu durdurmanın çaresi nedir??
“İSYAN’dır” = Meşru direnme hakkını kullanmadır.. dersek suç mu işlemiş oluruz?
TCK’dan çoook suçlar çıkarılır mı zoraki biçimsel yorumlarla ?
Peki bu kalleşçe kitlesel küresel soygun hangi yasaya uygun ya da hangi insanlık yasalarına aykırı??
Vicdan, ahlak, etik, moral, töre, eşitlik, hakkaniyet, erdem, evrensel insan hakları masalı, adalet…. bunun neresinde, neresinde??
TBMM’de bu yasaya oy verenler işin vahim içyüzünü anladı mı, suça ortak mı yoksa
gafilce el mi kaldırdı?? Hangisi, hangisi ?? Ve bu 2 seçenekten biri için mi oradalar??

Sevgi, saygı ve isyan ile.
15 Ocak 2017, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı AbD  – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

Sağlık Bilimleri Üniversitesi Kadro İlanı Hakkında Ankara Tabip Odası Açıklaması

Sağlık Bilimleri Üniversitesi Kadro İlanı Hakkında Ankara Tabip Odası Açıklaması

Sağlık Bilimleri Üniversitesi Kadro İlanı ile İlgili ATO Hukuk Bürosu Bilgi Notu

Sağlık Bilimleri Üniversitesi Kadro İlanı ile İlgili
ATO Hukuk Bürosu Bilgi Notu

  • 23/01/2017 10:42

Sağlık Bilimleri Üniversitesi Rektörlüğü tarafından, üniversiteye “öğretim üyesi alımı” yapılacağına ilişkin yayımlanan ilan sonrası, ilan edilen belli kadrolara atanma istemiyle başvurmayı düşünen birçok hekimimiz, öğretim üyesi olarak atanmak için bilimsel ve mesleksel yeterliliğe sahip oldukları halde, söz konusu ilanın “aranan şartlar” başlıklı bölümünde
yer verilen subjektif (öznel) koşullar engeline takıldığını dile getirmektedir.

Önceki hukuksal görüş yazılarımızda da ifade ettiğimiz üzere, söz konusu ilanda yer bulan
kimi subjektif koşulların; yürürlükteki mevzuat hükümleri ile yargı kararlarına aykırı biçimde, münhasıran bilimsel kaliteyi artırma” amacına yönelik objektif ve denetlenebilir nitelikte olmadığı, en baştan belirli kişi ya da kişileri işaret ettiği,
her durumda kamu yararı ve hizmet gerekleri amacından saptığı görülmektedir.

Peki, bu koşullar nedeniyle, öğretim üyesi alımına başvuruda sıkıntı yaşayan hekimlerimiz, hukuksal / yargısal düzlemde neler yapabilir ?

Hekimlerimizin; başvurmayı düşündükleri bilim dalına getirilen ek koşul, özellikle 2547 sayılı Yasanın 23, 25 ve 26 ncı maddelerinde yer verilen “münhasıran bilimsel kaliteyi artırma” amacına yönelik olma ve her durumda “objektif ve denetlenebilir nitelikte” bulunma ölçütlerini karşılamıyorsa; bu yolda idari yargıya başvurularak, bu koşulların iptalini ve öncelikle yürütmenin durdurulmasını dava yoluyla istemeleri mümkündür.

Bu dava, bir iptal davası niteliğinde olup; dava açma süresi ise, ilanın yayım tarihi olan 31.12.2016 tarihi öğrenme tarihi kabul edilerek, 60 gündür.

Şüphesiz davayı açacak hekimlerimizin, davaya konu ek koşul dışında, ilgili bilim dalında öğretim üyesi olarak atanma ölçütlerini objektif (nesnel) olarak taşıyor olması gerekir ve nitekim, dava dilekçesine de, bu hususu belgeleyen evrakın (diploma, uzmanlık belgesi, doçentlik belgesi vb.) eklenmesi beklenir.

Kimi değerli idare hukukçusu meslektaşlarımız, böylesi bir dava açılmış olsa dahi, davayı açan hekimlerimizin, başvuru süresi içinde ve başvuru usulüne de uyarak, Sağlık Bilimleri Üniversitesi Rektörlüğü’ne öğretim üyesi olarak atanma yolunda başvuruda bulunmalarının yararlı olacağı ve olası bir hak yitimini de önleyeceği görüşündedir. Bu husus da kuşkusuz dikkate alınmalıdır. Öte yandan böylesi bir davanın, öncelikle ilana göre bir atama isteminde bulunulup, söz konusu subjektif (öznel) koşul nedeniyle atama isteminin reddi sonrasında açılabileceği de dile getirilmektedir. Söz konusu görüşleri haklı ve yerinde bulmakla birlikte, böylesi bir davanın, davanın esasını oluşturan öznel koşulların ilan edilmiş olduğu ve güncel bir hak yitiğine yol açtığı dikkate alınarak, şimdiden -değinildiği üzere ilgili daldaki öznel
ek koşulun iptali istemiyle- ivedilikle açılmasında ayrıca yarar ve gerek görmekteyiz.

İdari yargı organları nezdinde (AS: önünde) böylesi bir hak arayışına girecek hekimlerimizin, kişisel vekalet verecekleri bir avukatın hukuksal desteğini almaları ve davada bir avukat tarafından temsil edilmeleri kuşkusuz son derece yararlı olacaktır. Öte yandan Ankara Tabip Odamız hukuk bürosu ise, meslek ve çalışma alanına ilişkin bütün konularda olduğu gibi,
bu konuda da arzu eden hekimlerimize hukuksal danışmanlık hizmeti sunmaktadır.

Bilginize saygı ile sunarız.

ATO HUKUK BÜROSU
===============================================
Dostlar,

İşte bir AKP klasiği daha… Yasa, hukuk vız geliyor ve yandaşların durumuna göre nesnel – bilimsel olmayan koşullar koyarak adeta adam tanımlıyorlar. İlgili Üniversite Rektörünün imzasıyla Resmi Gazetede yayımlanmaya yollanan kadro ilanlarını YÖK bilmiyor mu?
Bal gibi biliyor ve oranın vizesinden geçiyor..

Daha önce Yıldırım Beyazıt Üniv. Tıp Fak. için de böyle olmuş ve kadroya alınması düşünülen 32 kişi ilandaki ”kişiye özel” koşullardan kestirilmişti ATO tarafından. Bu 32 kişilik liste notere onaylatılmış, 31’i akademik kadrolara atanmış ve ATO yargısal süreç yürütmüştü. Bu skandalı web sitemizde 08.08.2012 günü yayımlamıştık :

Adrese Teslim Atamalar : Mücadele Sürüyor!

İdarenin en alttan en üste dek böylesine pervasızca yasaları çiğnemesi bir hukuk devletinde düşünülebilir mi?

İşte devleti HUKUK DEVLETİ yapan, 3 ana erkin birbirinden ayrı – bağımsız olması ve aralarında bir denge – denet sistemi kurulmuş olmasıdır.
Yasa tanımaz idareyi – kişileri bağımsız ve tarafsız yargı frenleyecek ve engelleyecektir.

Herkese çağrımızdır; LİYAKAT (Yaraşırlık, merit – meritokrasi) ülkenin omurgasıdır.
Uygarlık bu omurga üzerinde yükselmiştir. Tersi nepotizm – yeğencilik – kayırmacılık – yandaşçılık.. ülkeye bir yarar sağlamaz; gerikalmışlık çemberi kırılamaz..

Dileriz bağımsız – yansız yargı bir kez daha imdada yetişir ve kokuşma – bunalım aşılır.
Herkesin HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜNÜ için sindirmesi ve Anayasa’nın 2. maddesinde yazılan Cumhuriyetimizin değiştirilemez ve değiştirilmesi bile önerilemez niteliklerinden olan
HUKUK DEVLETİ ilkesini içselleştirmesinde saymakla bitmez yarar hatta zorunluk var..

Hukuk devleti, YASAMA – YÜRÜTME -YARGI erklerinin sacayağı üzerine kuruludur.
Türkiye’de bu doğrultuda epey yol alınmıştır, alınmıştı.
Son 15 yılı bulan tek başına AKP – RTE iktidarında ciddi aşınma – gerileme yaşanıyor.
Bir de TEK ADAMA İMPARATORLUK YETKİSİ tanınır ise diktatörlük kaçınılmazdır.

Herkesin ciddi ciddi aklını başına alması ve Anayasayı göstermelik kılan, ülkeyi TAYYİBİSTAN‘a dönüştürecek son anayasa değişikliklerinin engellenmesi gerekir.
Ülke OHAL altında inletilirken ancak Afrika ülkelerine gidebilen RTE, söz konusu değişiklik metni önüne geldiğinde Resmi Gazetede hemen yayımlanmak üzere göndereceğini taaaa Madagaskar’dan açıkladığına göre, esasen başka türlüsünü beklemek de irrasyonel olduğuna göre, geriye tek seçenek AYM’nin iptal kararıdır. CHP, Anayasayı değiştiren yasa RG’de yayımlandıktan sonra ŞEKİL bakımından iptali için 10 (dikkat on gün!) içinde başvurusunu yapacaktır kuşkusuz (AY md. 148/1-2).

Sevgi ve saygı ile.
25 Ocak 2017, Tekirdağ

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com

Akademisyenlerden soruşturmalara tepki

Akademisyenlerden soruşturmalara tepki..


(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)
Barış bildirisinin ilk imzacılarından olan Marmara Üniversitesi’ndeki 32 akademisyen, açılan soruşturma sonucunda ‘devlet memurluğundan çıkarılmaları’ istemi ile YÖK’e gönderilmelerine tepki gösterdi. Akademisyenler, hukuksuz bir soruşturmayla karşı karşıya olduklarını belirttiler.

[Haber görseli]

Eğitim Sen 6 no’lu Üniversiteler Şubesi, Marmara Üniversitesi Rektörlüğü’nün barış istemiyle imzaladıkları ‘Bu suça ortak olmayacağız’ başlıklı bildiriye imza atan 32 akademisyenin adlarını, açtığı soruşturma sonucunda “devlet memurluğundan çıkarılma” istemi ile YÖK’e göndermesi üzerine, Marmara Üniversitesi yönetiminin bu haksız tutumunu kınamak ve kamuoyunu bilgilendirmek amacı ile bir basın toplantısını düzenledi. Toplantıda ilk sözü alan Eğitim Sen İstanbul 6 nolu Üniversiteler Şubesi Başkanı Görkem Doğan, hiçbir hukuksal ve yasal dayanağı olmadığı halde imzacı akademisyenler hakkında disiplin soruşturması açıldığını ifade ederek, soruşturmanın hukuksuzluklarla dolu olduğunun altını çizdi. Doğan, “İmzacılara yönelik üniversitede başlatılan idari soruşturmada, imzacılara iletilen tebliğlerde bildirilen cımbızla çekilmiş, bütünlüğü bozulmuş ifadelerden başka bir suç isnadına yer verilmemiştir. Adil yargılanma hakkı ve hak arama özgürlüğü çerçevesinde Rektörlükten istenen soruşturma dosyasının içeriği imzacı akademisyenler ile paylaşılmamıştır. Üniversite, imzacı akademisyenlerin özlük haklarını da askıya almakta tereddüt etmemiştir.” diye konuştu.

Hukuksuz soruşturma

Doğan sözlerini şöyle sürdürdü: “Soruşturma komisyonunda ceza verilip verilmemesi gerektiği kanaatini etkileyecek olan, oy hakkına sahip komisyon üyelerinden biri rektör yardımcısı olarak görev yapmaktadır. Marmara Üniversitesi Disiplin Kurulu, ilgili Danıştay kararları uyarınca, hakkında ceza önerilen imzacı akademisyenlerin son savunmasını alması gerekirken bunu yapmamış; ayrıca ceza önerisinin görüşüldüğü kurul toplantısında sendika temsilcisi de mevcut bulunmamıştır. Sürece damgasını vuran tüm bu hukuka aykırılıkların yanı sıra, bir yandan da üyelerimiz bu baskılar altında sözlü telkinler ve üstü kapalı tehditlerle emekliliğe zorlanmışlardır.”

15 Temmuz’dan sonra soruşturma yeniden ele alındı

Doğan’dan sonra söz alan Prof. Dr. İbrahim Ö. Kaboğlu da kararın hukuki bir dayanağının olmadığını vurgulayarak, kendilerine açılan soruşturmanın 15 Temmuz Darbe Girişimi’nin ardından yeniden ele alındığına dikkat çekti. OHAL hukuksuzluğundan yararlanıldığını kaydeden Kaboğlu,

“Bizler 14 Mart günü savunmalarımızı verdik. Her ne kadar ortada hukuki bir durum olmasa da, biz hukukun üstünlüğüne inanarak savunmamızı verdik. Bu dosyanın yeniden açılmasında baş aktör, Prof. Dr. Ahmet Gökçen’dir. Gökçen’in birkaç özelliği var. Birincisi, Ceza Kanunu çalışmaları sırasında 2004’te hükümetin çağırdığı doçentler arasında yer alıyordu. Daha da önemlisi 2010 Anayasa değişikliğinden sonra yeniden oluşturulan HSYK’ya üye olarak atandı ve neredeyse şimdi bütün mevkiidaşları hapiste. Bu kişi 15 Temmuz’dan sonra bu dosyayı ele alıp, ilgisi olmadığı halde DGM kararına kadar gidip, terörle bağlantı kurdurtmaya çalışıyor” diye konuştu. Kaboğlu, YÖK’e gönderilen dosyada verilmek istenen idari cezanın belirtilmesiyle yetinilmeyip OHAL KHK’sı ile atılmaları gerektiği yönünde not alınmış olmasını skandal olarak değerlendirdi. 2010 referandumu sonrasında oluşturulan HSYK’ye üye olarak atanan Prof. Ahmet Gökçen’in soruşturma komisyonundaki gayretkeşliğini eleştiren Kaboğlu, Gökçen’in FETÖ operasyonları sonrası kendini iktidara ispat çabası içinde olduğunu belirtti.

Barışı istemek akademinin de görevi!

Kaboğlu’nun ardından söz alan Prof. Dr. Ayşe Durakbaşa,

  • “Barışı tesis etmek bizim görevimizdir.” dedi. Durakbaşa,
  • “Türkiye akıllara durgunluk verecek zihin ve ruh ortamından geçiyor.
    Barış istemek elbette ki akademinin de görevidir.” şeklinde konuştu.
  • Hekimler savaştan yana olamaz, ben de bir hekim olarak sorumluluğumu yerine getirdim” diyen Tıp Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Özdemir Aktan,
  • Barış bildirisi insan haklarına saygıya davet ediyor. Burada hekimlerin duruşu çok nettir.
    Bize yaşatılan traji-komik bir süreçtir. Bundan dolayı bir bedel ödenmesi gerekiyorsa
    biz de bunu mücadelenin bir parçası olarak değerlendiririz.” ifadelerini kullandı.

Emekliliğe zorlandılar

Prof. Dr. Büşra Ersanlı ise emekliliğine 1 yıl varken istenci dışında emekli olduğunu kaydetti. Ersanlı, “Hukukçuların böyle karar alması çok hazin. İfade özgürlüğüne ülkemizde hep baskı vardı. Ersanlı,

– ifade özgürlüğü,
– akademik özgürlükler ve
– üniversite özerkliği konusunun

hiçbir zaman anlaşılmadığını söyledi. Prof.Dr. Erol Katırcıoğlu, uygulamayı 12 Eylül ile kıyaslayarak çok daha vahim bir noktada olduğumuzu ifade etti.

http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/egitim/662842/Akademisyenlerden_sorusturmalara_tepki.html, Cumhuriyet, 20.01.2017
=======================================
Dostlar,

“Barış Bildirisi” imzalanıp açıklandıktan sonra bu sitede yazmış ve imzacı akademisyenlerin söz konusu Bildiride açıkladıkları görüşleri paylaşmamakla – paylaşmama hakkımızı saklı tutmakla birlikte, girişimin düşünce ve düşünceyi açıklama / ifade özgürlüğü kapsamında olduğunu belirtmiştik. O yazımızı şöyle bağlamıştık :

Bu hak temel bir insan hak ve özgürlüğü olup, Anayasa, AİHS ve yasalarla güvence alınmıştır. Düşünce açıklamanın ne zaman suç sayılacağının koşulları da Ceza yasalarında belirlenmiştir. Dolayısıyla “Barış Bildirisi” imzacısı insanlarımızın suç işlediği kanısında değiliz.

Kendilerine haksızlık ve hukuk dışı işlem yapıldığını düşünmekteyiz ve buna hemen son verilmesi çağrısını yineliyoruz. Adli soruşturma ve kovuşturmanın tutuksuz yapılması asıldır.
İdari soruşturmada da kesin koşulları oluşmadıkça “açığa alma” tedbiri uygulanmamalıdır.
Bu süre 657 sayılı yasada en çok 3 ay olarak tanımlanmıştır, süreye uyulmalıdır.

Yine hukukun evrensel kabul gören en temel ilkelerinden olan SAVUNMA hakkı kutsal olup tam anlamıyla kullandırılmalıdır.

Yalnız görevden uzaklaştırmakla kalmayıp tüm kamu haklarından yoksun kılmak, emekli olma hakkını tanımamak… bu insanları ve bakmakla yükümlü oldukları ailelerini açlığa mahkum etmek demektir. Böylesi bir ceza yaptırımı açıkça hukuk aykırıdır :

1. Kişiler haklarında kesinleşmiş yargı kararı (hüküm) olmadıkça masumdurlar.
2. Suç ve Ceza kişiseldir.
3. İnsan onuru ile bağdaşmayan ceza verilemez.
4. Ceza yaptırımlarının eyleme göre ölçülü olması zorunludur.
5. Savunma hakkı kutsaldır.
6. İdarenin işlem ve eylemleri idari yargıda denetime tabi iken, yargı kararlarının da üst yargı basamaklarında temyizi açık olmalıdır; bu yolların tıkanması açıkça HUKUK DEVLETİ dışındadır.

OHAL KHK’ları ile böylesine işten atılan insanlarımız için SİVİL ÖLÜM kavramı kullanılmaya başlanmıştır. Ne yazık ki yerindedir bu benzetme ve gerçekte Anayasadan çıkarılmış olan ÖLÜM (idam) cezası, bir başka biçimde SİVİL ÖLÜM biçiminde zamana yayılarak infaz edilmektedir.

Adalet, Türklerin çoook eski tarihlerden beri en temel erdem ve değerlerindendir.
O denli ki, onun (Adaletin!) Ülkenin temeli olduğu dillerden düşmemektedir.
Devletin 4 temel (asli) görevinden biridir. (Sağlık, Eğitim, İç – Dış Güvenlik)

İlgili – sorumlu herkesi aklıbaşında davranmaya ve işlem ve eylemlerinde
enine boyuna düşünmeye bir kez daha çağrı yapıyoruz.

En yüce insanlık erdemi, erdemlerin erdemi ADALETİ her durum ve koşulda koruyup gözetmek ve uygulamak zorundayız.
O bir gün herkese gerekebilecektir.
Gerçekte herkesin her an gereksindiği, asla vazgeçemeyeceği ekmek – hava – su gibidir..

Lütfen efendiler, lütfen teenni ve insaf…

Sevgi ve saygı ile.
20 Ocak 2017, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

AKP kurucularından anayasa teklifine ‘hayır’ çağrısı

AKP kurucularından
anayasa teklifine ‘hayır’ çağrısı

AKP kurucularından Abdüllatif Şener ve Ertuğrul Yalçınbayır,
* milletvekillerine anayasa teklifini geri çekmeleri ya da
‘hayır’ oyu vermeleri konusunda çağrıda bulundu.
Ertuğrul Yalçınbayır ile ilgili görsel sonucu

‘Türkiye’nin başta terör ve ekonomik kriz olmak üzere çok sayıda sorunla boğuştuğunu, buna bir de başkanlık tartışmasının eklenmesinin vahim sonuçlar doğuracağını’ savunan Şener ve Yalçınbayır, teklifi imzalayan AKP milletvekillerine,

* “Teklifi geri çekin, Türkiye rahatlasın” dedi.

T24’ün haberine göre, Türkiye’nin birçok alanda sıkıntı yaşadığını hatırlatan Şener,

* Türkiye’nin sıkıntılarından kurtulabilmesi için yapılması gereken çok iş var.
Başlangıç olarak Meclis’te görüşülmekte olan anayasa değişikliği teklifi geri çekilmelidir. Yapılmak istenen değişikliğin Türkiye’ye hiçbir hayrı yoktur. Ama zararı çoktur.
İçinde bulunduğumuz ortamda halk içinde kamplaşma yaratacak girişimlerden
uzak durmamız gerekiyor.” diye konuştu.

‘TÜRKİYE’NİN ACİLEN NORMALLEŞMESİ LAZIM’

Ekonomide ciddi sıkıntılar yaşandığını, yabancı yatırımcılarda hukuk endişesi ortaya çıktığını ve Meclis’te görüşülmekte olan teklifte bu kaygıları daha da artıracak maddeler bulunduğunu savunan Şener, şöyle devam etti:

* “Türkiye’nin acilen normalleşmesi lazım. Ekonomik ve siyasi sıkıntının giderilmesi için teklif geri çekilmeli, çekilmeyecekse milletvekilleri sorumlu davranmalı, ülkeyi düşünmeli
ve ‘hayır’ oyu vermeli.”

‘AKP İÇİNDEN YÖNETİCİ VE MİLLETVEKİLLERİ YAŞANANLARDAN RAHATSIZ’

Meclis’te görüşülen anayasa değişikliği teklifinin ‘halk içinde birlik değil, bölünme yarattığını’ ileri süren Yalçınbayır da,

* “AKP içinde birçok yönetici ve milletvekili ile görüşüyorum. Çoğu yaşananlardan rahatsız,
bu işin nereye varacağından tedirgin. Geçmişte Türkiye’de üst düzey görev yapmış devlet ve siyaset adamları da kaygılı. AKP kuruluş felsefesi bu değildi. Anayasa değişikliği bu şekilde yapılmaz. Demokratik tartışma ortamında yapılır. Ayrıca anayasa değişikliğinin zamanı da değil. Türkiye’yi birleştirmiyor, ayrıştırıyor. Şu kısa dönemde bile bu açıkça görüldü.” ifadelerini kullandı.
=====================================
Dostlar,

Her 2 saygıdeğer AKP kurucusuna sağduyuları için teşekkür borçluyuz.

Dileriz geç kalınmadan, 2. tur oylamada hem gizli oy kuralına Anayasa’nın kesin ve açık buyruğu (md. 175) uyulur hem de bu olanak kullanılarak 15 dolayında HAYIR oyu çıkar
ve ülkemiz bu yersiz ve gereksiz gerilim ve sorundan kurtulur..
Türkiye, 15-20 yurtsever AKP – MHP’liye mahkum edilmiştir.
Her 2 partiden de, 18.01.2017 günü başlayacak 2. tur oylamada “gereğini” bekliyoruz..

Tam güçle, ulusal seferberlikle ve hiç gecikmeden çözmemiz gereken öyle çok ve öyle
acil ve ağır – ciddi sorunlarımız var ki! Bizzat Başbakan Binali Yıldırım acı acı itiraf etti :

* Türkiye’nin beka sorunu var!

Bu vahim sorundan AKP iktidarı 1. derecede sorumludur.
Yaşanan korkutucu sonuçlar AKP – RTE’nin doğrudan eseridir.
Bu bataktan çıkış için Tayyip beyi Padişah yapmamız isteniyor..
Bu istem utanmaz bir taleptir ve irrasyoneldir, ulusun aklıyla dalga geçmektir!
Ulusumuz, halk oylamasında önüne gelirse, Anadolu tokadını aşkedecektir..
Sevgi ve saygı ile.
17 Ocak 2017, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Artuk Ardıçoğlu’ndan MHP’li Vekillere Mektup

Artuk Ardıçoğlu’ndan
MHP’li Vekillere Mektup 

Hukukçu akademisyenden MHP’li milletvekillerine mektup:
* Hayırlı olmayacak işe ‘hayır ’ deyin!
Yrd. Doç. Ardıçoğlu, anayasa değişikliğinin olası sonuçlarına dikkat…
15 Ocak 2017 Pazar 10:08
(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Hukukçu akademisyenden
MHP’li milletvekillerine mektup:

Hayırlı olmayacak işe ‘hayır ’ deyin!

Yrd. Doç. Ardıçoğlu, anayasa değişikliğinin olası sonuçlarına dikkat çeken bir mektup kaleme aldı

Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi İdare Hukuku Anabilim Dalı Öğretim Üyesi
Yrd. Doç. Dr. Artuk Ardıçoğlu, MHP’li miletvekillerine anayasa değişikliği ile ilgili uyarılarda bulunan bir mektup gönderdi. Ardıçoğlu, AKP’nin amaçladığı devlet modeline ulaşabilmek için bugün MHP’nin desteğine ihtiyaç duyduğu, ancak gelecekte ‘hangi iktidarın, hangi maksatlar ve politikalarla kimlerin desteğine ihtiyaç duyacağının’ bugünden kestirilemeyeceği uyarısında bulundu.

Ardıçoğlu’nun MHP’li milletvekillerine elektronik postayla gönderdiği mektupta,

  • Türkiye Cumhuriyeti’nin, tek bir siyasi partiye ve onun başındaki tek bir kişiye
    emanet edilemeyecek denli güçlü ve köklü bir devlet geleneğine sahip olduğu
    ” belirtilerek
  • “Bu gücün her defasında ehil kişilerce kullanılacağı güveni ile geleceğe yönelik
    bir sistem kurulamaz.
  • İnsanlık tarihi, niyetlerinden bağımsız olarak kontrolsüz gücü ele geçirenlerin yarattığı trajedilerle doludur..” dedi.

Ardıçoğlu, vekillere şöyle seslendi                       :

  • “Değişiklikler kabul edildiği takdirde, devletin sahip olduğu yetkilerin önemli bir bölümü hukuki ve fiili olarak tek bir kişide toplanacaktır.
  • Bu kişi;
    yürütme yetkilerini şahsında toplayacak,
    – OHAL’e karar verecek,
    – kararnamelerle ilk elden düzenlemeler yapabilecek,
    – lideri olduğu parti aracılığıyla Meclis’i kontrol edecek,
    – edemediği takdirde Meclis’i koşulsuz feshedebilecek,
    – yargıda kilit noktalara doğrudan ve dolaylı atamalar yapabilecektir.
  • Oysa devletin başı olma ve toplumun genelini temsil etme iddiası ile sadece
    tek bir siyasi partinin lideri olma gerçeği birbirini dışlayan hallerdir.
    – Devlet ve tek bir partinin böylesine iç içe geçtiği bir devlet modeline
    ancak totaliter/baskıcı rejimlerde rastlanılabilir.
    – Devletin sahip olduğu tüm yetkilerin bir kişiye bırakılmasının, gelecek Cumhurbaşkanı ve milletvekili seçimlerinin serbestçe yapılmasının önünde engel olacağı açıktır.
    – Meclisinizin değişiklikleri 
    bu haliyle kabul etmesi halinde, bir darbe olmaksızın,
    kendi varlığını ve yargı bağımsızlığını yürütme organı içinde tek kişiye ve
    tek siyasi partiye teslim eden ilk Meclis olacaktır. 

Ülkemizin siyasi, ekonomik, toplumsal ilişkileri ve geleceği için hayırlı olmayacağına inandığım bu değişikliklere hayır demeniz umuduyla, değerlendirmelerimi
takdirlerinize sunarım.”
=============================
Dostlar,

Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi İdare Hukuku Anabilim Dalı Öğretim Üyesi
Sayın Yrd. Doç. Dr. Artuk Ardıçoğlu‘nun, MHP’li miletvekillerine gönderdiği
özlü değerlendirmeyi biz de bütünüyle paylaşıyoruz.

Üstelik henüz Yrd. Doç. olmasına karşın Aydın yürekliliğini
(bunu da yüreklilik mi sayalım??) kutluyoruz.
Bu siteden hep yazıyor ve Hukuk Fakültelerinin uyarılarda bulunarak ülkemize
yol göstermelerini rica ediyoruz. Kıdemli hukuk ve siyaset bilimi – kamu yönetimi hocalarının da seslerini yükseltmelerinin kaçınılmaz olduğu bir dönemdeyiz.
Sırça saraylarda sinerek geleceğin aydınlığına ulaşmak olanaklı değildir.
Aydın sorumluluğu ve öncülüğü asla sütre gerisine çekilmek olamaz!
Demokrasi – insan hakları – özgürlük – eşitlik… ancak uğruna savaşım verenlerin
hak edeceği üstün değerlerdir.
Ülkemizin üstündeki ölü toprağının atılması, ölümcül suskunluğun bitmesi gerek.
Çağımız ORTAK AKIL çağıdır.
Haşa huzurdan Tanrı olsa “tek kişiye” ülkenin – ulusun tüm yazgısını teslim etmek için akla ve çağın gereklerine uyan hiçbir ama hiçbir gerekçe bulunamaz, yoktur çünkü!
Ayrıca bu “tek adam” ın 15 yılda ülkemizi getirdiği bataklık – yangın – kan gölü – yoksulluk – işsizlik – terör – iç savaş ve bölünme riski – dışarıda savaş.. ve içeride
daha şimdiden uygulanan ağır baskı ve yolsuzluklar….. gözler önünde..
İkide bir “kandırıldık” diyor.. Niçin kurullar -Meclis eliyle tartışarak ortak aklın gereği katılımcı – demokratik bir yönetimi reddedip önceki yüzyıllardan kalma padişahlığa yöneliyoruz?? Elinde bunca geniş yetkiler varken daha da fazlasını istemenin anlamı ve gerekçesi ne olabilir?? 

Ulus egemenliği Ulusta kalmalıdır; Egemenlik hiçbir kişiye, zümreye devredilemez,.

Anayasa madde 6 – Egemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir.
Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır. (AS : Dikkat; TEK KİŞİ değili YETKİLİ ORGANLAR deniyor..)
Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz.

Türkiye kendine gelmeli ve sapkın yoldan bir an önce dönülmelidir.
Türkiye’ye giydirilmek istenen bu deli gömleği ulusumuz tarafından yırtılacaktır!

Sevgi ve saygı ile. 16 Ocak 2017, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Prof. Dr. Hurşit GÜNEŞ : Krizin ayak sesleri

Krizin ayak sesleri

Prof. Dr. Hurşit GÜNEŞ
Eski CHP Milletvekili, Ekonomist
Cumhuriyet, 15.01.2017
Kimi daha sert kimi yumuşak hem muhalefet hem iktidar bir krizin varlığını işaret ediyor. Prof. Hurşit Güneş, teknik anlamda bir kriz olmasa da koşulların olgunlaştığına dikkat çekti.

Yeni yılla birlikte üst üste gelen fiyat artışları, Dolardaki sert dalgalanma, uzun süredir çözümlenemeyen ve artık yapısal bir soruna dönüşen işsizlik ve işsizliği çözecek yeterli büyümenin bir türlü sağlanamaması bir süredir ekonomik krizin ayak sesleri olarak yorumlanıyor. Son dönemde ekonomide yaşananları gazetemiz için değerlendiren eski CHP milletvekili, ekonomist Prof. Dr. Hurşit Güneş, her ne kadar üst üste daralma yaşanmadığı için teknik olarak bir kriz içinde olunmasa da Türkiye’de kriz koşullarının olgunlaşmış olduğunu dile getiriyor.

Güneş’in gazetemiz Cumhuriyet için yaptığı değerlendirme özetle şöyle :

Bir süreden beri Türkiye’de bir kriz olasılığı tartışılıyor. Muhalefetin bir kısmı politik bir tutumla, halkın kan ağladığını zaten bir krizin içinde olduğumuzu belirtiyor. İlginçtir, iktidar tarafı da krizi tümden reddetmiyor; resmi sözcüler bunun dış kaynaklı olduğunu, FED’in faiz artırımı ya da seçilen ABD başkanı Trump’ın koltuğuna oturmasıyla, kısa zaman içinde savuşturulacağını savunuyor. Gerçi kimi iktidar yandaşları kriz söylentisinin, hatta kredi kuruluşlarının değerlendirmelerini hükümeti düşürmek için kumpas olarak niteliyor, ama bunları ciddiye almak mümkün değil. Öncelikle şunu belirtelim: Elbette Türkiye ekonomisi teknik anlamda henüz bir kriz içinde değil. Üst üste ekonomik daralmalar gerçekleşmedi. Ancak bu asla bir kriz yaşamayacağız anlamına gelmediği gibi, koşullar giderek olgunlaşıyor.,

Kriz nasıl anlaşılacak?

Kriz siyasal alanda olsun, ekonomik alanda olsun (enformasyonun bozulması nedeniyle) karar alma yetisinin ortadan kalktığı ya da irrasyonel davranışların egemenleştiği, böylece sistemik dengenin yitirildiği durumu ifade eder. Krizde birbirini izleyen ekonomik daralmalar vardır. Fiyat dengeleri kimi zaman aşağı, kimi zaman da yukarı çalkalanır. Paraya güven hızla düşer ve likidite sıkışıklığı yaşanır. Ama tabii krizin en önemli sonucu ekonomik çöküş ve patlayan işsizliktir. Birçokları 1994 yahut 2001’de olduğu gibi, kamu borcu ve bankacılık kesimi üzerinden kaynaklanan bir kriz olasılığını değerlendiriyor. Oysa artık bütçe ve kamu borç dengesi daha farklı bir noktada… Faizler, geçmiş dönemlere göre, serbest ve kur sistemi de esnek. Bütün bunlar bir “mali” kriz olasılığını elbette azaltıyor.

Borçlanma hızlandı

Ancak geçmişteki “mali” kriz nedenlerinin ortadan kalkması bir “ekonomik kriz” olasılığını ortadan kaldırmaz. Geçmişteki krizler kamu kesimi ile bankacılık sektörü arasındaki risklerden kaynaklanmıştı. Şimdi ise riskler çok farklı bir alana taşındı. Üstelik boyutları da çok büyüdü. 2001’den sonra ortaya çıkan küresel likidite bolluğunda hem hanehalkı, hem de reel kesim çok büyük ölçüde borçlandı.

  • 2002’de AKP iktidara geldiğinde brüt dış borç stoku 123 milyar dolardı, bugün 416 milyar dolar! Bu borcun da dörtte üçü özel kesimin. Yeni milli gelir serileriyle açıklarsak:
    Brüt dış borçlar %34 düzeyinden, özellikle 2011’den sonra hızla artarak, bugün %50’nin üzerine çıktı.

Borç krizin teknik temeli

Bugün özel kesimin 300 milyar dolarlık dış borcunun yanı sıra 400 milyar dolarlık da iç borcu bulunuyor. Önümüzdeki 12 ay içinde Türkiye 165 milyar doların üstünde dış borç ödemesi yapacak. Rakamlar gerçekten ürkütücü. Ayrıca finans-dışı kesimin döviz pozisyon açığı 210 milyar dolar gibi rekor ve korkutucu bir seviyede.

  • 2002’de kişi başına dış borç 1900 doların altındayken, bugün 5300 doların üstünde.
  • Tüketici borçları da aynı dönemde Dolar bazında (AS: olarak) tam 40 kat artmış!
  • Heyula bir borç yumağı oluşmuş durumda. Özetle; bugün geçmişten farklı olarak, özel kesimin aşırı düzeydeki iç ve dış borçları ile bireylerin ödeme kapasitelerinin çok üstündeki
    banka borçları kriz riskinin temelini oluşturuyor.

Siyasi riskler yoğunlaştı

Bununla beraber sanki bunlar yetmezmiş gibi, 2011 yılından bu yana hükümet, Türkiye’nin kendi bölgesinde olağanüstü riskli bir dış politika izlemeye başladı. Özellikle Suriye’de iktidarı devirmek için silahlı muhaliflere destek vermesi sonunda Suriye’nin toprak bütünlüğünü yitirmesine neden oldu.

  • Üstelik Türkiye’nin de toprak bütünlüğü tehdit edilir hale geldi!Makul bir ekonomiste sorsanız, kendi sınırları dışında alenen savaşan bir ülkenin ekonomik istikrarı koruyamayacağını söyler. Hele o ülke bir de belli bir bölgesinde ayrılıkçı terör hareketini dizginlemekte zorlanıyorsa! Bütün bunların üstüne, son aylarda o ülke devletin kritik organlarında büyük çapta yuvalanmış metastazlı bir yapının temizlenmesi için amansız bir mücadeleye girmişse, ekonomik istikrarın çoktan çökmesi gerekir. Özellikle ekonomide bu denli kırılganlıklar varsa!
  • Ama ne yazık ki, AKP hükümeti bunlar yetmemiş gibi içeride çok ciddi bir siyasal baskı uygulamaya başladı ve anayasayı çok otoriter bir yapıya dönüştürmeye çalışıyor.

Enflasyon artacak

Bütün bu siyasal ve sosyal gelişmeler, belirsizlikler kanalıyla, tüketici güvenini derinden sarsıyor ve içeride (TL ile) satışları düşen özel kesim, döviz borcunu (artan kur nedeniyle) ödemekte büsbütün zorlanıyor. Taze borç ise hem artan FED faizleri, hem de artan ülke riskleri nedeniyle çok daha pahalı hale gelmiş durumda. İşte bozulan bu özel kesim borç dinamiği nedeniyle en ufak bir sarsıntıda ekonomi krize sürüklenebilir gözüküyor. Büyümenin yavaşlayacağı, hatta negatif olabileceği öngörülüyor. Artan maliyetler nedeniyle de enflasyon yükseleceğinden bir stagflasyon olasılığı beliriyor.

Fiili işsizlik %20

2017 yılının beklentileri arasında düşen enflasyon ya da işsizlik yok. Aksine fiili işsizliğin (umutsuzlar dahil) %20’yi aşması beklenmeli. Turizmde ya da sermaye akışlarında gelişme beklenmediği gibi, portföy yatırımlarında çıkışlar yaşanabilir. İnşaat da 2016’dan farklı olarak durgunluğa girecek görünüyor. Kısacası, 2017’de stagflasyon olasılığını destekleyen çok gösterge var. Hükümet ne denli farkında, bilmiyoruz ama bugün Türkiye’de olası bir krizin hasarı çok dramatik olabilir. Çünkü bu kriz (geçmişten farklı olarak) reel kesimden kaynaklanacağı için sosyal hasarı (özellikle işsizlik) çok yüksek ve kalıcı olabilir.

Çıkış elbette mümkün

Aslında ekonomik ve siyasal krizler birbirleriyle iç içedir. Bugün ise çok daha belirgin bir biçimde siyasal gelişmelerden kaynaklanan bir ekonomik krize sürüklenmekteyiz. IŞİD, FETÖ ve PKK ile yoğun mücadele veren devlet toplumsal ve siyasal gerginliklerden güç derleyemiyor, takatsiz kalıyor. Bu durum elbette çözümsüz değil.

  • Bölgesel barış yolunda atılacak adımlar,
    toplumsal uzlaşma,
    demokratik parlamenter sistemin restorasyonu,
    Batılı müttefiklerle ilişkilerin yeniden düzenlenmesi, siyasal temeldeki riskleri azaltacaktır. Gerisi ise ciddi bir stagflasyondan sıyrılmak için
    çok güçlü bir mali stimulus (uyarıcı) paket gerektirir. Altyapı ve özellikle eğitim gibi
    sosyal harcamaların artmasıyla ekonomi yeniden canlanabilir.
    ==================================
    Dostlar,

    Yetkin Ekonomi uzmanı Sayın Prof. Hurşit Güneş’in irdelemelerine fazlaca birşey kata(a)mıyooruz. AKP – RTE‘nin durumun ne denli ciddi ve ağır olduğunu görerek sağduyuya dönemeleri ve Anayasa değişikliği = rejim değişikliği dayatmasından vazgeçerek tüm güçlerini geniş bir toplumsal uzlaşma temelinde milli sorunlara yönetmelerini diliyoruz.

    Haydi diyelim 18 maddelik Anayasa değişikliği = rejim değişikliği TBMM’den geçti.
    Bu da AKP – MHP kutsal ittifakının gücünü kanıtladı.. Tamam, yapabilirsiniz, gördük..
    Bu kadarı yeter. Burada durun ve 2. tura geçmeyin, YANGINA odaklanın..
    Bu tablo sürdürülemez.. Bu gün değilse yarın mutlaka altında kalırsınız.

  • Ülkemiz de siz de çoooooooooooooooooook ağır bedeller ödersiniz..Hala geri dönme olanağı varken…

    Sevgi ve saygı ile.
    15 Ocak 2017, Ankara

    Prof. Dr. Ahmet SALTIK
    Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
    www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com

Danıştay Halk Sağlığı Merkezleri’nin kurulmasını öngören genelgenin yürütmesini durdurdu

Danıştay Halk Sağlığı Merkezleri’nin kurulmasını öngören genelgenin yürütmesini durdurdu

 (AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Danıştay, Türk Tabipleri Birliği’nin (TTB) açtığı davada Türkiye Halk Sağlığı Kurumu (THSK) tarafından 23.03.2016 tarihinde yayımlanan “Halk Sağlığı Merkezleri” konulu genelgenin yürütmesini durdurdu.

Genelge, THSK tarafından uygun görülecek yerlerde, Birinci Basamak sağlık hizmeti sunmak üzere Toplum Sağlığı Merkezi ek birimi olarak Halk Sağlığı Merkezleri (HSM) kurulmasını öngörüyordu.

TTB,  23.05.2016 tarihinde açtığı davada, yasal dayanağı olmayan genelgenin hukuka aykırı olduğunu, sağlık hizmetini olduğundan daha da parçalı hale getiren düzenlemelerin uygulanmasıyla hekimlerin özlük hakkı kaybına uğrayacakları gibi üç parçaya ayrılmış
Birinci Basamak sağlık hizmetinin sunumunda önemli aksaklıklar yaşanacağını belirterek genelgenin yürütmesinin durdurulmasını ve iptalini istemişti.

Danıştay 15. Dairesi; genelgede yer alan HSM organizasyonu, bünyesinde aile hekimliği biriminin kurulması, aile hekimliği personeline mesai dışı görev verilmesi gibi hususlardan
bu merkezlerin Birinci Basamak sağlık hizmeti sunmak üzere kurulan yeni bir yapılanma olduğunun anlaşıldığı, fonksiyonlarına (AS: işlevlerine) bakıldığında ek birim olarak nitelenemeyeceği, yeni bir sağlık hizmeti sunumunda bulunan, yasada ve yönetmelikte öngörülmeyen, tanımlanmayan bir kurumun kuruluşunun ve işleyişinin genelge ile düzenlenmesinin hukuken mümkün olmayıp, normlar hiyerarşisine de aykırılık teşkil ettiği
(AS: oluşturduğu) gerekçesiyle genelgenin yürütmesini durdurdu.

Bilgi notu için tıklayınız.
Danıştay kararı için tıklayınız.
http://www.ttb.org.tr/index.php/Haberler/hsm-6519.html?utm_source=dlvr.it&utm_medium=facebook, 10 OCAK 2017
========================================
Dostlar,

Bizim de üyesi olduğumuz TTB’ye (Türk Tabipleri Birliği) bu yerinde girişimi ve başarısı için teşekkür ediyoruz. AKP’nin ehil (liyakatli) olmayan çakma kadroları ülkemiz kamu yönetimini tarumar etti. Yitirilen kamusal kaynakların, sermeyeye kaynak (rant) aktarımının sınırı yok!

Uzatmalı Sağlık Bakanı Recep Akdağ pek çok “örnek”, “kendine özgü” (sui generis) uygulaması ile dillerde ve tarihe bile geçti! Örn. SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM (Health Transformation) adlı IMF – DB (Dünya Bankası) dayatması kökü dışarıda sağlıkta piyasalaşmayı ülkemizde gözü kara (agressif) biçimde ve hızla uyguladığı için bu çevrelerce çok sevildiğini, hürmet gördüğünü söylüyor. Dahası, kendisinin Türkiye’de yaptıklarının
dünya aleme örnek gösterildiğini de ekliyor!

Demek ki küresel sermayenin beğendiği işler yapıyor Bakan Akdağ.. Ne mutlu O’na!
Kendi insanının değil, Dünya Bankası, IMF’nin “aferin”i O’nu daha mutlu kılıyor??

Yetmedi, Harvard dahil, bu “muazzam başarıyı” (!?) nasıl sağladığın anlatmak üzere konferanslara çağrılıyormuş.. Başı göğe erer dileriz bu gidişle Bakan Akdağ’ın..

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Önceki gün de TBMM’de Anayasa değişikliğine, Anayasayı açıkça çiğneyerek (md. 175)
gizli oy yerine açık oy kullandığında bunu belgeleyen CHP’li vekile

  • “Sana ne lan?!”

diyerek bir kez daha adını tarihe platin harflerle kazımış oldu.

Ama, Akdağ’ın Sağlık Bakanlığı döneminde tüm kadrolaşmalara, mevzuat baskıları ile
yasa (2577 sayılı İYUK md. 27) – Anayasa (md. 125; 12.10.2010 halkoylaması) değişikliği kısıtlamalarına karşın Danıştay’dan dönen idari işlem ve eylemlerinin sayısı kaçtır?
Bunların bir dökümünü verebilir mi Bakan Akdağ?

Van’lı Muharrem bebek hiç rüyasına giriyor mu Çocuk hekimi Bakan Dr. Akdağ’ın??

Çok merak ediyoruz : Acaba hiç ders almazlar mı??! (Örn. Kuran; Casiye Suresi 23)

Sevgi ve saygı ile.
12 Ocak 2017, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com

Başka bir kooperatifçilik mümkün

Başka bir kooperatifçilik mümkün

 

Prof. Dr. Tayfun ÖZKAYA

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

 
21 Aralık Dünya Kooperatifçilik günü idi, kutlu olsun.

Başlıkta “başka bir kooperatifçilik mümkün” dediğime göre kooperatifçilik sisteminin gelişiminde evrensel olarak bazı sorunlar olduğunu söylemek istediğim açık.
Avrupa Birliği çoktandır kooperatifleri sermaye şirketlerinden farksız hale getirmeye uğraşıyor.
Türkiye bu gelişime daha da aşırıya giderek katılıyor. 2000’li yıllarda değiştirilen “Tarım Satış Kooperatifleri” kanununda bu kooperatiflerin sanayi tesislerinin şirketleşmesi için değişiklikler yapılmıştı.
Adeta kooperatifçilik sadece çiftçiden ürünü alıp, çok az işleyerek (pamukta kütlüyü lif ve çiğidine ayırmak gibi) daha ileri sanayi işini sermayeye bırakmıştı.
Ayrıca bununla bile yetinmeyerek denetim altında tutulabileceğini düşündükleri tarım birliklerini destekleyerek kooperatifçiliği tümden sistemin dışına itme çabaları da olmuştu.

  • Kısacası kooperatifçilik kapitalist sisteme tam entegre edilmeye çalışılıyor.

Bu genel yozlaşma hakkında birkaç örnek vereyim : Fransız LimaGrain firması, Türkiye’de de tohum sektöründe şirket satın alarak rol oynayan dünyanın en büyük tohum devlerinden biridir.
Bu şirketin kökeninde bir kooperatif yatmaktadır.
Kuşkusuz şirket yerel tohuma ve köylülerin kendi tohumunu satmasına karşıdır.
Avrupa’nın süt alanında önemli kooperatiflerinin Asya, Afrika gibi kıtalarda süt fabrikalarını satın alarak uluslararası şirketler arasına girmekte oldukları da bilinmektedir.
Orada artık kooperatifçilik bitmektedir. Ülkemizde de Konya Şeker; kooperatif yapısında
ve PankoBirlik çatısı altında bir anonim şirkettir. Tümüyle endüstriyel bir tarım sistemi uygulamaktadır.
Var olan kooperatifler endüstriyel tarım anlayışı içinde kaldıkça zaten çiftçinin bir kurtuluşu
söz konusu olamıyor.
Örneğin yoğun yemini (fabrika yemi) kooperatif getirttiğinde beş on kuruş daha ucuza alıyorsunuz, ama yem fiyatındaki artışlara engel olamıyorsunuz.
Dahası, yoğun yemlerle beslenmiş hayvanların eti, sütü, yumurtası omega 3 ve CLA
(konjüge linoleik asit) açısından çok yoksul oluyor.
Ayrıca yemlerle tarım ilaçları kalıntıları ve GDO problemi de ürünlere katılmış oluyor.
Bu ise

  • kalp, damar hastalıkları, Parkinson, Alzheimer gibi sinir hastalıkları, kanser ve
    daha birçok hastalığa karşı insanları açık hale getiriyor.

Çare ağırlıklı olarak mera beslenmesine geçmek. Bu zor ama başarılamaz bir olay değil.
Anadolu Meraları adlı grup bu konuda çalışıyor.
Diğer yandan kooperatifler sütü işlese; peynir, süt vb. yapsa da süpermarket zinciri içinde
bu ürünleri pazarladığında bu kez başka bir makas içinde eziliyor.
Gene kooperatifler; üyelerine beş on kuruş daha iyi bir fiyat sağlıyorlar, ama o kadar.

  • Kısacası endüstriyel tarım ve süpermarketlere bağlı kaldıkça kooperatiflerin çiftçiler ve tüketiciler için gerçek bir kurtuluş yaratması mümkün değildir.

Çiftçiler bir yandan hızla artan endüstriyel tarım girdileri, diğer yandan da ürünlerini satarken çok düşük ve artmayan fiyatlar arasında ezilmektedir. Bu makastan çıkmak gerekiyor.
Buna karşı kooperatiflerin agroekolojik teknikleri benimsemesi (yani endüstriyel tarım girdilerini kullanmayı reddetmesi) ve pazarlamada doğrudan pazarlama ve satış birimleri açma gibi yollarla pazarlama ağını oluşturmasının yanında tüketim kooperatifleri,
topluluk destekli tarım grupları gibi dost pazarlama kanallarını kullanması gerekmektedir.
Avrupa’da bu yönde kooperatifler ortaya çıkmıştır.
Örneğin Hollanda’da NWF ve ona bağlı VEL ve VANLA, Fransa’da BioKoop gibi örnekler görülmektedir.
Kooperatifçilik çok etkili bir araç olabilir. Ama böyle değil.
Başka bir kooperatifçilik mümkündür.  (YURT Gazetesi, 23.12.16)
==================================
Dostlar,

Sayın Prof. Dr. Tayfun ÖZKAYA‘dan oldukça önemli bir makale daha..
Ülke gündemi ile öylesine vahşice oynanıyor ki, asıl sorunlarımızla uğraşmaya
zaman ve olanak bırakılmıyor.
Kooperatifler, bu yabanıl (vahşi) sömürü döneminde üretici emekçinin ve tüketicinin soluk borusu, yaşam damarı olabilir. Ancak sermayenin tunç yasası en çok kâr sarmalında bu güzelim kurumlar da yozlaştırılarak ticari şirketlere indirgenmeye çalışılıyor.

  • Oysa Kooperatifler komünist icadı değil..
    İlk kez 1844’te İngiltere’de kuruldu ve Sanayi Devrimi’nin topraktan söktüğü ve yoksulluktan perişan ettiği kitlelere ciddi destekler sağladı.

Ülkemizde de mutlaka desteklenmesi gerek yoksullukla savaşmak, yerli üretimi artırmak ve gelir dağılımını iyileştirmek için.
Asgari ücrete %8 artış verildi ve 1404 TL’ye çıkarıldı 2017 boyunca sabit kalmak üzere.
Pek çok gerekçe ile sermaye bu yoksulluk ücretini iyileştir(e)miyor..
Bari bırakın da yoksul üretici – tüketici kooperatiflerde biraz destek bulsun.
Korkmayın, sizin dev şirketlerinize, zincir mağazalarınıza, çok uluslu kartel ve tröstlerinize rakip ol(a)mazlar.. Toplumsal gerilimi azaltabilirler biraz ve bu sonucu sermaye de istemeli.

Özkaya hoca, hayvan yetiştiriciliğinde mera beslenmesine geçmekten söz etmekte.
Ancak 31 Mart 2014’te yürürlüğe sokulan 6360 sayılı Büyükşehir Belediye Yasası 18 bine yakın köyü mahalleye dönüştürdü 30 ilde.. Köy tüzel kişiliği kaldırıldı ve taşınmazları da büyükşehir belediyelerine ikram edildi. Meralar artık köylünün malı değil! Büyükşehir belediyesi dilediğinde engelleyebilir köylüyü. Bu alanların imar planlarını dilediği gibi değiştirebilir ve yapılaşmaya açabilir, satabilir, kiralayabilir, yandaş vakıflara bedelsiz tahsis edebilir vs. Basında haberleri okuyoruz, satılan ve çevresi dikenli tellerle çevrilen meraları.. Tıpkı İngiltere’de yaşanan “Çitleme(Fencing) operasyonu gibi.. Köylüyü toprağından kopartarak kapitalist tarıma geçme ve sanayiye ucuz – çaresiz işgücü yaratma operasyonu!

  • Bu yasa AKP’nin (6360 sayılı Büyükşehir Belediye Yasası) Türkiye’ye attığı
    en büyük kazıklardan biridir ve derhal geri çekilmesi gerekmektedir.
  • SAĞLIK KOOPERATİFLERİ hep hayalimiz olmuştur öteden beri..
    Ne var ki, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Yasası (01.10.2008)
    genel sağlık sigortasını zorunlu kılıyor.
    İnsanlar bu sisteme çalışan olarak en az % 12,5 prim = ek vergi ödüyorlar.
    Ayrıca kooperatif sermayesi oluşturmaları ve buraya düzenli katkı yapmaları çok zor hatta olanaksız görülüyor.. Sermaye yanlısı İktidarlar büyük sermayeye inanılmaz vergi bağışıklıkları, teşvikler, hatta vergi iadeleri… sağlıyorlar.
    Acaba sağlık kooperatifi kuran ve SGK’dan hizmet almayacaklara GSS prim ödeme bağışıklığı getirilemez mi?
    Bu konunun finansal matematiğinin ve hukuksal – yönetsel boyutlarının,
    kamu sağlığı önceliğinde tartışılması ve bir yol açılması çok yerinde olur.
    Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı meslektaşımız Dr. Mehmet Müezzinoğlu‘nun ;
    bilgi ve ilgisine sunarız.

Sevgi ve saygı ile.
29 Aralık 2016, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

TÜRKİYE’DEKİ SURİYELİ – IRAKLI SIĞINMACI ERKEKLER EĞİTİLİP ÜLKELERİNİ SAVUNMAYA GÖNDERİLSİN

TÜRKİYE’DEKİ SURİYELİ – IRAKLI SIĞINMACI ERKEKLER
EĞİTİLİP ÜLKELERİNİ SAVUNMAYA GÖNDERİLSİN..

Dostlar,

Bir ileti ulaştı bize.. Paylaşalım.
Türkiye’de 3 milyonu aşkın Suriye ve Irak’lı yabancı var.
Çok boyutlu bir sorun… özellikle gelecekte.. Ya hızla geri gönderme ya İNTEGRASYON!
Unutulmasın, Pakistan’da benzeri sığınmacılardan TALİBAN çıktı!
Bu muazzam kitle için en ideal çözüm ilgili 2 ülkede hızla barışın sağlanması ve ülkelerine geri yollanmalarıdır. Son olarak Moskova’da Rusya – Türkiye – İran’ın bağıtladıkları 8 maddelik anlaşma umut vericidir. Suriye de bu anlaşmada ve masada fiilen vardır Esad’ın kadın Başdanışmanlarından Sayın Şaban’ın basına (Ulusal Kanal’a; 22.12.2016) verdiği demece göre. Böylelikle Türkiye, 2011 ilkbaharından (15 Mart) bu yana 4,5 yıldır sürdüregeldiği Suriye’de seçilmiş Esad’ı devirme, Şam’da Emevi camisinde namaz kılma ve İhvan – Müslüman Kardeşlere dayalı ABD-AB-İsrail uydusu – maşası – BOP kuklası bir hükümet getirmek savından tam tersi bir noktaya sürüklenmiştir. Zaten böylesi bir işlev orta boy ve çok sorunlu bir ülke için oldukça fazla idi. Sonuç Pirus utkusundan da beterdir.

  • Yurttaşlık yetkisi, sorumluluğu ve hukuku ile
    AKP ve Erdoğan’a sesleniyor, soruyor ve ACİL çağrı yapıyoruz                    :

Suriye’de yandaş dinci rejim kurmayı beceremeyen AKP – RTE, Irak’ın kuzeyinden başlayan ve Fırat’ın doğusuna dayanan Kürt koridorunu da engelleyememiştir. Öylesine geç kalınmıştır ki, ABD – AB – İsrail güdümlü Büyük Kürdistan = 2. İsrail koridoru Fırat’ın da batısına geçmiş ve 98 km’lik bir boşlukla Doğu Akdeniz’e ulaştırılmıştır.

AKP – RTE şimdi can havliyle çoooooooooooooooooook geç kalmış olarak bu kuşatmayı yarmaya çalışmaktadır. Bedel bu yüzden çok ağırdır ve katlanılmaz sayıda Mehmetçik bu geç kalmış çatışmada şehit – gazi verilmektedir. Fırat Kalkanı Savunma Operasyonu 120. gününü geçmiştir ve şehit sayımız 125’i aşkındır. Bu küçümsenecek bir rakam değildir. Suriye’de rejim karşıtı çapulculardan oluşan ve adına ne yazık ki algı yönetimiyle Türkiye ve emperyalistlerce ÖZGÜR SURİYE ORDUSU – ÖSO denilen düzensiz – eğitimsiz – inançsız.. birliklerle çooook geç kalmış Fırat Kalkanı Savunma Operasyonu hedefe ulaştırılamamaktadır. Mehmetçik öne sürüldüğünde de Batı emperyalizminin yarattığı ve her türlü desteklediği (birkaç yıl önce Türkiye’nin de!) radikal dinci IŞİD vd. cihatçıları etkili olmakta ve şehit – gazi vermemize neden olmaktadır. Daha düne dek, IŞİD için RTE ve Başveziri Davutoğlu, uzun süre terör örgütü nitelemesini reddederek “öfkeli gençler” diyorlardı!

Erdoğan tam bir çaresizlik ve çöküntü içindedir.. bu acı tablo artık saklanamamaktadır. 

Ülkenin geleceğini ipotek altına alan ve yandaş ve çocuklarını – torunlarını zenginleştiren göstermelik ve bütçe dışı projelerle Osmangazi köprüsü, Avrasya tuneli, şehir hastaneleri, İstanbul’a 3. gereksiz dev havaalanı… halkın gözü boyanmak istenmektedir. Oysa bu hovarda projelerden birinin bile bedeli ile Doğu-Güneydoğuda işsizlik – yoksulluk lanetli çemberi büyük ölçüde kırılabilir ve yöre halkının Türkiye ile bütünleşip – kaynaşması sağlanabilir. 

Dolar 3,5 TL’nin altına inmemek üzere demirlemiş ancak bu yoksullaştırıcı yangın gözden ırak tutulmaya çalışılmaktadır gündem ve utandırıcı TÜİK oyunlarıyla. Ama milyonlar çarşı – pazarda adı konmayan devalüasyonun yakıcı bedelini fiilen ödemeye başlamıştır! Yılbaşından sonra zam yağmuru iyice bunaltacaktır halkı. Hamasi çığlıklarla nereye dek idare edilebilir?? Toplam borç, 14 yılda 3,5 katına çıkarak yaklaşık 700 milyar dolarla, giderek düşen ulusal geliri aşmak üzeredir. Eğitim bir felaket ve ülke – yaşam yemyeşil, koyu dinciliğe bulandı!
Polis – asker – diplomatlar dahil kimsenin ülkede mal ve can güvenliği kalmadı;
toplum ağır ve ciddi depresyonda!

Kabul edilmesi ve dayanılması olanaksız sayılara ulaşan Mehmetçik şehitlerini kamuoyuna savunmak için çırpınmaktadır. Söylem, Kurtuluş Savaşı’ndan sonra en ağır kuşatmada olduğumuzdur.. İyi de, adama sormazlar mı :

  • Kardeşim sen bu bölünme projesi = BOP’un eşbaşkanı değil miydin,
    onlarca kez TV’lerde bunu ilan etmediniz mi? 2002 sonunda iktidar olduğunda terör neredeyse sıfırlanmıştı, tek başına iktidarınızın 15. yılındasınız, bölücü terör nasıl bu azgın boyuta ulaştı?? Açılım – terörle müzakere- Habur çadır mahkemeleri – Oslo pazarlıklarını… siz yaptınız!
  • ABD maşası olarak Suriye’de bu kanlı ve tehlikeli serüvenlere kalkışmayın diye şakşakçı dalkavuklar = gerçek düşmanlarınız dışında bütün Türkiye yıllardır sizi uyarmıyor mu?
  • Lozan’ı beğenmeyip tartışmaya açalım diyen siz değil miydiniz?
    Yunanistan’dan hemen yanıt gelip SEVR gündeme taşınmadı mı?
  • Kıbrıs’ta “ver – kurtul” son tangosu ve işgaline göz yumduğunuz Ege adaları = vatan toprağının sorumlusu kim?
  • Şimdi bu kuşatmayı yarmazsak Sevr koşulları önümüzde.. diyerek halkı korkutuyor ve
    şehit – gazilere katlanmasını istiyorsunuz aba altında sopa göstererek; kendi hatalarınızı örterek!
  • Gerçekleri herkesten sonra gördünüz ya da kabul etmek zorunda kaldınız; akan kandan siz sorumlusunuz, önce bunu kabul ve itiraf edin, “yine kandırıldım” deyin, halktan özür dileyin..
  • Sonra kendinize sorun; “Ben ülkenin başına kandırılmak ve bu ülkeye kan kusturmak için mi geldim?” Ortadoğu’da güvenlik sorunu olmak bana ve Türkiye’ye yakışır mı?
  • Bunca kan – gözyaşı – acı – ağır maddi bedel – şehit ve gazinin hesabını kim verecek?
  • Bunca bağışlanmaz ve ağır siyasi, ekonomik.. hatalardan sonra hala bırakıp gitmeyecekseniz;
    Derhal Suriye – Irak yönetimi ile doğrudan görüşmelere başlansın..
  • Artık tek başına ve çevrenizdeki sınırlı danışmanlarla bildiğinizi okumayı bırakın..
    Kamuoyuna kulak verin. Politikalarınızı eleştirenleri, bir bölüm güdümlü yargı ile hapse tıktırmak yerine dinleyin, anlayın, empati kurun!
  • Devletin kaldı ise, liyakatlı kadrolarının, ayrıca görevden atılan yurtseverleri geri çağırarak,  ortak akılla verdikleri kararlara katılın, onları (Raison d’etat) uygulayın..
  • Lütfen anayasal sınırlara çekilin, Anayasa değişikliği ile Padişahlık dayatmasını
    derhal geri alın ve ülkenin normalleşmesine fırsat verin..
  • Bu gidişle, boşu boşuna, olağanüstü hatalı dış – iç politika ile verdiğimiz şehit ve gazilerin kanları – ruhları hepimizi boğacak..
  • Bu arada Rize belediyesinin kaldırdığı Atatürk heykeli için de gürleyin, “herkes haddini bilecek!” deyin parmağınızı da sallayarak..
  • ……..

Bu yazımızın pdf biçimi :  AKP_ve_Erdogan’a_sesleniyor_soruyor_ve_ACIL_cagri_yapiyoruz
*************

Bakın aşağıdaki çağrı ne çok anlamlı :

  • Suriyeli erkekler, ülkeleri paramparça olmuşken, mülteci sıfatıyla Türkiye ve Lübnan başta olmak üzere, birçok ülkeye kaçarak canlarını kurtarmaya çalışmışlar, dolayısıyla vatanlarını sahipsiz bırakmışlardır. Bu, vatana ihanettir. Oluşan boşluktan faydalanan dış güçler, çeşitli motif ve çıkarlar doğrultusunda, Suriye’de savaşmak suretiyle, ülkeyi işgal etmişlerdir. Sivil halk; çocuklar, kadınlar, yaşlılar, kronik hastalar, engelliler, bu çıkar kavgası esnasında kullanılan ağır silahlar, yapılan bombardımanlar, topçu atışları altında ezilmektedir. Savaşın ne kadar süreceği ve ülkeye daha ne kadar zarar vereceği meçhuldür.
    Bu durumda, askerlik yaşındaki Suriyeli erkekler, başka ülkelerde dilenci ve mülteci konumunda onursuzca yaşamak yerine, belli bir temel askeri eğitim aldıktan sonra, vatanlarına gönderilmeli ve belli askeri operasyonlar ve harekatlar kapsamında kendi vatanları için mücadeleye katılmaları sağlanmalıdır. Bu askeri temel eğitim, Genelkurmay Başkanlığımız önderliğinde, Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde, özellikle Türkiye’nin güneyinde, Suriye sınırına yakın, bu iş için ayrılan kışlalarda veya ayrıca kurulacak merkezlerde rahatlıkla gerçekleştirilebilir. Türkiye, mültecilere harcayacağı bütçeyi, bu askerlerin eğitim, donatım ve lojistik desteklerine harcamalıdır. Bu askerlerin tedavi ve diğer masrafları, mültecilerin Avrupa’ya gelmesinden endişe duyan AB ülkelerince, AB fonlarıyla karşılanmalıdır.
    Kendi ülkelerinin bağımsızlığına katkı sağlayan bu Suriyeli “askerler”, Afganistan’da olduğu gibi, yeni kurulacak Suriye Cumhuriyeti’nin ordusunu ve polis teşkilatını oluşturacak, gelecekte eğitmen sıfatıyla yeni nesil askerler ve polisler yetiştireceklerdir.
    Kamuoyunun ve Genelkurmay Başkanlığımıza saygılarımla arz ederim.

    Bu kampanyanın teslim edileceği kurum:

GENELKURMAY BAŞKANLIĞI
beb@msb.gov.tr

Sevgi ve saygı ile.
23 Aralık 2016, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com

TBMM Başkanlığına : Tek Adam Anayasası İstemiyoruz.

TBMM Başkanlığı: Tek Adam Anayasası İstemiyoruz.

Milli Anayasa hareketi’nin change.org web sitesi aracılığı ile başlattığı kampanyada TBMM Başkanlığı’na yazılan yazı aşağıda.. Verilen erişkeyi ziyaret ederek siz de imzalayabilir ve gerekçenizi yazabilirsiniz.

https://www.change.org/p/tbmm-ba%C5%9Fkanl%C4%B1%C4%9F%C4%B1-tek-adam-anayasas%C4%B1-istemiyoruz/share?after_sign_exp=default&just_signed=true&share=true


YAPILMAK İSTENEN ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİNİ;

  • Meclisi ve hükümeti etkisiz ve yetkisiz kılan, milli egemenliği tek adama devreden ve
    başkanlık sistemini getiren,
  • Devleti ve milli kurumları ortadan kaldıran,
  • Demokrasiyi 1876’dan daha geriye götüren,
  • Yürütme, yasama ve yargıyı tek elde toplayarak kuvvetler ayrılığını yok eden,
  • Cumhurbaşkanının tarafsızlığına son vererek toplum dinamiklerinin uyumunu engelleyen,
  • Değiştirilemez anayasa ilkelerini arkasından dolanarak işlevsiz kılan,
  • Özerklik/Eyalet yapılanması yetkisi vererek ülkeyi bölünmeye götüren,
  • Akıl, mantık ve hukuk dışı, tamlıktan, samimiyetten ve açıklıktan uzak,
    tuzaklı ve ayıplı olduğundan istemiyoruz.

TEK ADAMLIK HEVESLİLERİNE SESLENİYORUZ!

  • Milli Meclisin etkisiz ve yetkisizleştirilmesini kabul etmeyiz.
  • Üniter devlet yapısını deldirtmeyiz.
  • Başkanlığa geçit vermeyiz.

TÜRK VATANDAŞIYIM, MİLLİYETÇİYİM ve DEMOKRATIM DİYEN HERKESİ;

  • Önündeki tuzağı görmeye,
  • Aldatanlara bir kez daha fırsat vermemeye,
  • Tek Adam Anayasası’na “HAYIR” demeye davet ediyoruz…

Bu kampanyanın teslim edileceği kurum:

  • TBMM Baskanlığı
  • TBMM Anayasa Komisyonu
  • Ana Muhalefet Partisi Başkanı

Milli Anayasa Hareketi (MAH) bu kampanyayı bir imzayla başlattı, şimdi 2.890 destekçisi var. Görmek istediğin değişimi yaratmak için bugün sen de bir kampanya başlat.

Dostlar,

change.org
‘un anayasa değişikliğine hayır kampanyasını imzaladık ve aynen benimsediğimiz yukarıdaki çağrı içeriğine ek olarak aşağıdaki gerekçemizi ekledik :

  • Çünkü Osmanlı saltanat düzenine dönmek istemiyorum.
    Çağımızda temsili demokrasi bile tartışılır, elektronik oylama ile doğrudan demokrasiye geçilirken neden biz TEK ADAMA teslim oluyoruz?
    Akıl fukarası mıyız?
    EGEMENLİK BAĞSIZ KOŞULSUZ HALKINDIR VE HİÇ KİMSEYE DEVREDİLEMEZ.
    İnsanlık yüzlerce yıl nice kanlı savaşım verdi bu uğurda.. Asla kabul etmeyeceğiz.
    CHP sine-i millete dönerek TBMM’de engelleyemeyeceği değişiklikler için halkın içinde seferberlik başlatmalı ve öncülük etmeli..

    Sevgi ve saygı ile.
    22 Aralık 2016, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com