Etiket arşivi: Barış bildirisi

Bakana yakışıyor mu?

‘Eğitim bakanının, başta öğrenciler olmak üzere tüm toplumun sağlıklı bilgiler edinebilmesi için, gerçekleri saptıracak söylem ve eylemlerden kaçınması gerekiyor.’

İktidar kaynaklı gerçek dışı söylemler son yıllarda giderek artıyor. AKP grubu başkanvekilinin Türkçe ve alfabe konusunda söyledikleri canlılığını sürdürürken, siyasetçilerin gerçeklerle bağdaşmayan açıklamaları/ söylemleri devam ediyor. Keyfi olarak İstanbul Sözleşmesi’nden çıkınca kadına karşı olumsuz davranışlar artmışsa da, içişleri bakanı çıkıyor “Kadın cinayetleri azaldı” diyebiliyor! Ulaşım araçlarında, parklarda giysileri nedeniyle kadınlara saldıranlar artıyor. Kayyım rektöre karşı çıkanlar, laik düzeni ve LGBT haklarını savunanlar yaka-paça tutuklanıp yargılanıyor. “Kadın erkek eşitliği tamamen yalan. Namazını kıldırt hanımına, başını örttür. Sokaklar kasap dükkânı gibi. Et görmekten içimiz dışımıza çıkıyor” diyen imamın sözleri ise yargıya göre  “düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında kaldığı için” suç oluşturmuyor! Adalet bakanı ise “Hiç kimse ‘Birinin eteğine, içkisine karıştılar’ diyemez” diyebiliyor! Gençlik ve Spor bakanı da, “21 sene önce, … Tesis yoktu, imkan yoktu, sporcu yetiştirecek antrenör bulunmuyordu. Bırakın sahaları, kortları, pistleri, salonları, statları pek çok vilayetimizde bir futbol topu dahi çok değerliydi” diyor!

Gerçek dışı söylemlerin etkisi, söyleyenin bulunduğu makama göre farklı oluyor. Leblebi çekirdek gibi gerçek dışı söylemlere alışılsa da, örneğin benzer bir söylemin bir bakandan gelmesi çok daha şaşırtıcı ve tuhaf oluyor; hele bu bakan profesör unvanını taşıyorsa! Hele hele bu tür söylemde bulunan kişi, ‘milli’ sıfatını taşıyan eğitim bakanı ise!  

Eğitim bakan da, kendini tutamayıp “eğitimde ‘tüm antidemokratik uygulamaların son 20 yıl içinde ortadan kaldırıldığını’” söylüyor! Bu bakana “20 yıldır nerelerdeydin?” diye sormak gerekiyor. Bu bakanın Kasım 2010’da Bülent Ecevit Üniversitesi rektörlüğüne getirildikten sonra AKP ile içli dışlı olduğu, 2017’de ÖSYM başkanlığına, Temmuz 2018’de milli eğitim bakan yardımcılığına ve 6 Ağustos 2021’de de eğitim bakanlığına getirildiği akla gelince, bu sorunun anlamı kalmıyor.

Bakanın açıklamasından 20 yıl içinde ortadan kalkan antidemokratik uygulamaların, türban kullanımının serbest bırakılmasıyla, yükseköğretime geçişte bir süre uygulanmış olan ek katsayı uygulamasının sonlandırılmasıyla ve imam hatip ortaokullarının açılmasıyla ilişkili olduğu görülüyor.

Bakanın açıklamasına göre, inancı gereği türban kullanmak isteyene bu hakkın verilmiş olması demokratik bir uygulama oluyor. Bu açıklamadan bakanın, inancı gereği dört kadınla evlenmek/ kızına bir birim ve oğluna iki birim miras bırakmak/ 15 yaşında bir kızla evlenmek/ köle-cariye almak/ burka giymek/ … istenmesini de demokratik bulduğu anlamı çıkıyor. İlk fırsatta bu konularda da demokratikleşme olup olmayacağı şu aşamada bilinmiyor. Şimdilik AKP’nin anayasa değişikliği kapsamında, inancı gereği burka kullanmak isteyene bu hakkın verilmeyeceği biliniyor. İnanca dayalı isteklerin demokratikliği konusunda kafalar karışık olduğundan, AKP yukarıda değinilen konularda bir açılım getirecek olsa, ana muhalefetten de destek alacağı sanılıyor.

Bakan, katsayı uygulaması konusunda da, “öğrenciler meslek liselerinden uzaklaştırıldı” diyerek, gerçek durumu 180 derece çarpıtmış oluyor. Çünkü 1999 yılı öncesinde üniversiteye giriş sınavlarında, meslek yüksekokulları ile ilahiyat fakültelerini kazananların önemli bir bölümünü, sınavlarda çok daha başarılı olan genel lise mezunları oluşturuyordu. Katsayı uygulamasıyla, daha çok meslek lisesi mezunlarının meslek yüksekokullarını ve imam hatip lisesi mezunlarının da ilahiyat fakültelerini kazanması sağlanmıştı. Katsayı uygulamasıyla pek çok meslek lisesi mezunu eğitim fakültelerinin bilgisayar ve okulöncesi gibi bölümlerinde okuma olanağı bulmuştu.

Eğitim bakanının, imam hatip ortaokullarının açılmasını demokratikleşme olarak sunması da gerçeklerle bağdaşmıyor. Çünkü dünyanın hiçbir gelişmiş demokratik ülkesinde, din adamı yetiştiren ortaokul bulunmuyor. AKP’nin ilk Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün dediği gibi laik devletlerin inançlar karşısında yansız olması gerekiyor.

Çocukların küçücük yaşta dini öğretime gönderilmesinin çocuk haklarına
karşı olduğu gibi, çocuğun olası gelişimini kısıtladığı da biliniyor.

Herhangi bir inancın topluma dayatılmaması ve her inanç sahibine karşı eşit davranılması gerekiyor. Bu nedenle yerel mahkemelerle

  • AİHM, din kültürü ve ahlak bilgisi (DKAB) dersi zorunlu olamaz diyor.

Yine de eğitim bakanı, çocukların ‘imam hatip’ hayranı olmadığı halde aile zoruyla imam hatip ortaokullarına gitmesini demokratikleşme olarak sunabiliyor.

Eğitim bakanı, dini konuların öğrenilmesi olayını da çarpıtıyor. Dinini öğrenmenin ancak imam hatibe gitmekle mümkün olacağını düşünüyor. İmam hatipte okumamış olanların dinlerini bilmediklerini sanıyor. İnsanların büyük çoğunluğunun, yüzlerce yıldır olduğu gibi bugün de dinlerini aile içinde ve günlük yaşamlarında öğrendiklerini yadsıyor.

AKP’nin eğitim uygulamalarında şu gerçekler göze çarpıyor:

  • Zorunlu eğitim denen dönemde öğrenciler, dini, mesleki ya da genel eğitim görmek; devlet, tarikat eğitimi ya da laik eğitim veren özel okullarda okumak durumunda kalıp farklı düzeylerde gelişim gösteriyor. Zorunlu eğitim içine alınan açıköğretimde de, öğrencilere, bile bile diğer okul öğrencilerine göre sınırlı düzeyde eğitim veriliyor.

  • Küçük yaşta çocukların türbana sokulmasıyla, kuran kursuna, hafızlık kursuna ya da tarikat okullarına/yurtlarına gönderilmesiyle gelecek yaşamları sınırlandırılıyor.

  • Bakanlık hiçbir çağdaş kurumla işbirliği yapmazken, (Danıştay karşı çıktığı halde)
    din toplumu yaratma hedefi olan gerici kuruluşlarla işbirliği yapıyor.

  • Anadili Osmanlıca olan bir Allah’ın kulu olmasa da, Osmanlıca seçmeli ders yapılıyor. 

  • 2017 müfredatı ile öğrencilerin gerçekleri öğrenmesi kısıtlanıyor.
    Öğrencilerin bağımsızlık ve laik Cumhuriyet anlayışını benimsemeleri yerine
    Osmanlı ve padişah hayranı olmalarına çalışılıyor.

  • Bakanlığa bağlı kurumlarda, sık sık Cumhuriyet karşıtı, laiklik karşıtı söylem ve eylemler oluyor. Bu tür eylemlerde bulunanlar cezalandırılacaklarına terfi ettiriliyor.

  • Bakanlığın kendisi, ‘nitelikli lise’ ayrımı yapıyor.

  • Liseye geçiş sisteminde (LGS), DKAB ve yabancı dilden soru sorularak, dinini yeterince bilmeyenlerle devletin niteliksiz dediği okullarda yabancı dil öğrenemeyenlerin eğitim hakkı engelleniyor.

  • Öğrenciler, LGS uygulaması ile istemeye istemeye, imam hatiplere,
    açık liseye ya da özel okula gitmek zorunda bırakılıyor.   

  • Yoksul ve dar gelirlilerin okuduğu okullarda veliden katkı payı, boya parası, cam parası, … isteyen bakanlık, ailesinin gelir düzeyi yeterli olduğu için özel okula gidebilen öğrenciye
    para desteği yapıyor.

  • Demokratik haklarını kullanıp bir şeyler isteyen öğrenciler, AKP’nin yaptıklarına karşı çıkıyorsa, cop, gaz ve plastik mermi yiyor, yaka-paça gözaltına alınıyor; yargılanıyor, tutuklanıyor ve gelecekleri karartılıyor. Tutuklanan öğrencilerin sayısı bile bilinmiyor.

  • Binlerce askeri lise öğrencisi, sırf emirlere uydukları için tutuklanmış bulunuyor ve pek çoğunun tutukluluğu 6 yıldır devam ediyor.

  • On binlerce öğretmen ‘Fetöcü’ damgasıyla, yargılanmadan meslekten atılmış bulunuyor ve çoğu görevine dönmeyi bekliyor.

  • Binlerce akademisyen ‘Fetöcü’ damgasıyla ve de yüzlerce akademisyen de ‘Barış Bildirisi’ni imzaladıkları için yargılanmadan meslekten çıkarılıyor. Anayasa Mahkemesi,
    Barış Bildirisini imzalamanın suç olmadığına karar verdiği halde
    ,
    imzacı akademisyenlerin görevlerine dönmesine izin verilmiyor.

  • Öğretmenleri sınıflandıracak ‘Öğretmenlik Meslek Kanunu’, öğretmen örgütlerinin tepkilerine aldırmadan çıkarılıyor.  Öğretmen örgütlerinin tepkileri devam ederken ve öğretmenler itilip kakılırken, bakanlık duymazdan ve görmezden geliyor.

  • Öğrenciler zorla ya da “teknoloji etkinliğine gidiyoruz” denilerek AKP’nin etkinliğine götürülüyor.

Bakan, bazılarında, öğretmenlik meslek kanunu gibi, kendisinin de sorumlu olduğu bu uygulamaları bile bile “eğitimde ‘tüm antidemokratik uygulamaların son 20 yıl içinde ortadan kaldırıldığını’” söyleyebiliyor!

Gerçekleri saptırmak yerine tüm bakanların ve özellikle de eğitim bakanının, başta öğrenciler olmak üzere tüm toplumun sağlıklı bilgiler edinebilmesi için, gerçekleri saptıracak söylem ve eylemlerden kaçınması gerekiyor.

Onur Hoca ile timsah

Onur Hoca ile timsah

 Prof. Dr. Selçuk EREZ
İstanbul Tabip Odası Başkanı
Cumhuriyet, 15.02.18

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

İstanbul Tabip Odası geçen yıl Haldun Taner’in “Timsah” adlı bir oynununu İstanbul, Eskişehir ve İzmir’de sahneledi. 
Taner, 1960’ta 147 öğretim üyesinin askeri yönetim tarafından üniversitelerden gerekçesiz uzaklaştırılmasını eleştirmek için yazmıştı bu oyunu. “Timsah”ın 2017 yılındaki oyuncuları, elli küsur yıl önceki gibi üniversitelerden uluslararası hukuk kurallarına aykırı uzaklaştırılmış olan akademisyenler oldu.. 
Bu oyunda, üniversitedeki görevinden uzaklaştırılan vatandaşı, bir sirkte kayıp düştüğü çukurdaki timsahın yuttuğu İvan adlı bir karakter simgeliyordu: Görevinden, yaşadığı ortamdan böylece uzaklaşmış olan İvan, oyun boyunca timsahın içinden konuşuyor, yutulmasına değişik tepkiler sergileyen insanlar konusundaki düşüncelerini açıklıyordu. 
Oyunun sonunda timsahtan çıkan İvan şöyle diyordu: 
-Ben otuz yılını memuriyete adayan ve son on beş gününü timsahın midesinde geçiren İvan İvanoviç.. İnsanlara tuhaf bir yerden seslendim.. Koşup geldiler. Başına felaket gelmiş bir insanın neler söyleyeceğini merak ettiler. Bu yolculuk bana kırk seyahatte öğrenebileceğimden fazlasını öğretti: Timsahın içinde otururken ülkemin insanlarını, insanlarıyla beraber ülkemi tanıdım. 
Timsah oynunu yaratıcı bir şekilde yöneterek başarısını sağlamış olan Orhan Alkaya’nın başrole yani İvan rolüne en uygun oyuncuyu seçmesi gerekiyordu. Alkaya, bu rol için Onur Hamzaoğlu’nu seçmişti. Seçim isabetliydi: Onur Hoca rolünde çok başarılı oldu. 
Neden? Adaylar arasında timsahlarla en çok cebelleşmiş akademisyen Hamzaoğlu’ydu da ondan. 
Onur Hoca, çevre kirliliğinin doğmamış bebekleri bile zehirlediği Dilovası’nda, annelerin ilk sütünde ve bebeklerin dışkısında Dünya Sağlık Örgütü’nün belirlediği sınırın üzerinde ağır metal bulunduğunu kanıtlayan bir araştırmayı yöneltmişti. 2011’den beri bu nedenle üniversitesi ve Belediye Başkanlığı tarafından adeta bir timsahın ağzına doğru itilmişti: Soruşturmalarla, yargılamalarla uğraşmakla geçti yılları: “Böyle bir kirlilik yok” deniyordu, “şarlatanlık”la suçlanıyordu. 
Onur Hoca, bir taraftan bu davalarla uğraştı, bir taraftan öğrencilerini yetiştirmeyi, bilimsel yayınlarda bulunmayı sürdürdü. Davaların tümünde aklandı, timsahın içinden çıkmasını bildi
Bir zaman sonra, Barış Bildirisi’ni imzaladığından Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden uzaklaştırılanlardan biri de Prof. Hamzaoğlu oldu: Hamzaoğlu yeniden dönmüştü timsahın midesine. Olanlara depresyona girerek değil, 2017 model timsahın içinden gerçekleri söylemeyi sürdürerek tepki gösterdi. 
Geçenlerde eşsözcüsü olduğu kuruluşun birçok üyesiyle beraber yeniden itiliverdi timsahın midesine. Timsahın onu sindiremeyeceğini iyi biliyorum. Ancak Timsah oyunun provalarına kadar insan sağlığı ve hakları mücadelesini hayranlıkla izlediğim, yakından tanıdığımda “Onun gibi daha birkaç yüz akademisyenimiz olsaydı dünya demokrasi indeksinde böyle düşük bir yerde mi olurduk?” diye düşündüğüm meslektaşımın bir an önce aramıza dönmesini istiyorum.
========================================
Dostlar,

Sevgili kardeşimiz Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu‘nu GATA Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı’nda asistan olduğu yıllardan beri tanırız. Genç bir teğmen… yüzbaşı…. 12 Eylül faşist yönetiminin 6023 sayılı Türk Tabipleri Birliği (TTB) Yasasında yaptığı bölücü – parçalayıcı değişiklik nedeniyle TTB’ye asker hekim olarak üye olamıyordu ama Halk Sağlığı çalışmalarına şevkle, iştahla, coşkuyla katılıyordu. Ad – Soyadında minik bir değişiklik yapmıştı; Hamza Onuroğulları… (diye anımsıyoruz??..)

Onur Hamzaoğlu Kimdir | Neden Tutuklandı

Zamanla akademik yükselmesi oldu.. Halk Sağlığı uzmanlık eğitimine ek olarak Epidemiyoloji alanında yandal eğitimi aldı.. Çok başarılı bir hekim akademisyen oldu. 28 Şubat sürecinde “solcu” olduğu için görevinden uzaklaştırıldı.. Birkaç yıl kamu görevi dışında kaldı. Daha sonra merhum Prof. Dr. Baki Komsuoğlu Kocaeli Üniversitesine rektör olduğunda, Doçentlik kadrosuna atanma kapısı aralandı. Ne var ki, 28 Şubat sürecinin askerlikten attığı birisi için Doçentlik kadrosuna atanmak üzere bilimsel rapor düzenleyecek profesör bulmak kolay değildi. Rektör Baki hoca, 2547 sayılı yasa uyarınca 5 profesörü kendisi belirleyip Onur hocanın bilimsel eserler dosyasını yollayabilirdi ama bunu Onur’a bırakmıştı centilmenlik göstererek. Sevgili Onur kardeşimiz o sırada Trakya Üniversitesi’nde görevli iken bizden jüri üyesi olup olamayacağımızı sordu. Hiç çekincesiz “derhal” dedik ve 2 aylık süreyi kullanmadan, bilimsel çalışmalarını zaten bildiğimizden, çok olumlu bir rapor vererek Rektörlüğe yolladık, Onur kardeşimiz Doçent kadrosuna atandı.

Başı dertten kurtulmadı siyasal görüşleri ve Halkın sağlık hakkını savunduğu için. Kocaeli’nde hakkında açılan davaları izledik, Ankara’dan gidilip geliniyor ve “Onur’umuzu koruyor – savunuyorduk”.. Tüm davalardan aklandı, hatta kendisine “şarlatan” diyen Kocaeli Belediye Başkanı cezalandırıldı.

Barış bildirisine imza ile bir darbe daha aldı Onur hoca ve kamu görevinden dışlandı..
Prof. Dr. Hamzaoğlu, Ocak 2016’da yayımlanan “Bu suça ortak olmayacağız” başlıklı Barış Bildirisini imzalayan 1128 akademisyenden biri olduğu gerekçesiyle, 1 Eylül 2016 Dünya Barış Gününde, Kanun Hükmünde Kararname ile Kocaeli Üniversitesi’nden ihraç edildi
Geçtiğimiz günlerde Halkların Demokratik Kongresi Eş Sözcüsü olarak kimi demeçleri nedeniyle Ankara’da gözaltına alındı ve tutuklandı, şimdilerde hapiste..

  • O’nun hapiste değil, Anabilim Dalı’nın başında olması gerek.

Son derece nitelikli bir bilim insanı olarak Halk Sağlığı bilim alanlarında yan dal uzmanı olduğu Epidemiyoloji birikimini de kullanarak araştırma yapmalı, bilim üretmeli.. Öğrenci ve asistan yetiştirmeli.

  • Türkiye, Onur hocayı hapiste tutarak gerçekte kendini mahkum etmemeli ve ülkemizi bu seçkin bilim insanının hizmetlerinden yoksun bırakmamalı.

Onur hoca ayrıca TTB’nin 40 yıldır dirençle çıkarageldiği bilimsel hakemli saygın TOPLUM VE HEKİM dergimizin çok başarılı başeditörü idi. O’nun bu hizmeti de çok değerli ve vazgeçilmez.. Onur’a reva görülen ceza kişisel kalmıyor..

Prof. Dr. Onur Hamazaoğlu‘nun serbest bırakılması ve düşünce özgürlüğü kapsamındaki söz ve eylemleri nedeniyle suçlanmaması gerektiği inancındayız. Yine de aleyhinde dava açılacaksa, hiç olmazsa yargılamanın tutuksuz sürdürülmesini, kamu görevine iadesini bekliyoruz..

Sevgi ve saygı ile. 23 Şubat 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Kılıçdaroğlu’ndan Erdoğan’a: Senin yerliliğin de batsın, milliliğin de batsın

Kılıçdaroğlu’ndan Erdoğan’a: Senin yerliliğin de batsın, milliliğin de batsın

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, yeniden genel başkan seçildiği kurultay sonrasında yaptığı ilk grup toplantısında kendisine “PYD terör örgütü müdür?” diye soran Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yanıt verdi. Kılıçdaroğlu, “Ben de sana soruyorum Bay Recep, sen mahkeme kararına rağmen terör örgütü saymasına rağmen hangi vatansever duygularla Salih Müslim’i Ankara’ya davet ettin, ayağına halılar serdin. Yiğitsen, şerefliysen açıkla” dedi.

[Haber görseli]

Hafta sonu gerçekleşen 36. Olağan Kurultayı’nda yeniden CHP Genel Başkanlığı’na seçilen Kemal Kılıçdaroğlu, partisinin grup toplantısında Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yanıt verdi.

“CHP’yi yönetenler atamayla değil seçimle iş başına gelirler”
Geçtiğimiz haftasonu yapılan CHP 36’ncı Olağan Kurultayında Parti Meclisine girebilmek için 488 kişinin başvurduğunu anımsatarak şunları söyledi: “Bu güzel bir şey. 488 arkadaşımız PM’de ben de söz sahibi olmak istiyorum diyorsa ve bunun önü açıksa bununla hiçbir sorun yok. Hiç kimsenin unutmaması gereken bir gerçek var. CHP’yi yönetenler atamayla değil seçimle iş başına gelirler. Dolayısıyla CHP’yi diğer partilerle de karıştırmamak gerekiyor. Demokrasi kültürümüz var. Yeterlidir, yetersizdir bu tartışılabilir. Ama biz demokrasi şölenini gerçekleştirdik. Sayın Deniz Baykal aramızda değildi, tedavi görüyor. Bütün vatandaşların Deniz Baykal’a şifa dilekleri var. İnşallah kısa süre içinde sağlığına kavuşur, Türkiye’ye döner. En büyük beklentimiz budur. İkincisi hapiste bir milletvekili arkadaşımız var. Sayın Enis Berberoğlu o da aramızda yoktu. Ama önde bir koltuğu boş bıraktık, bu bizim için önemliydi. Ayrıca ilk kez PM’ye bir onur üyesi seçtik. Bütün delege arkadaşlarımın oy birliği ile onur üyesi de Sayın Enis Berberoğlu oldu. Buradan kendisine selamlarımızı gönderiyoruz.

 “Türkiye’nin egemen güçlerin sözleri ile dış politika oluşturması asla kabul edilemez”

36. Kurultay’da Türkiye’nin 5 temel sorununu gündeme getirdim. Bu sorunlardan birisi vardı, terör. Ama 4 temel sorun ağırlığını koruyor. Bu sorunların ısrarla gündemde tutulması lazım. Türkiye’nin egemen güçlerin sözleri ile dış politika oluşturması asla kabul edilemez. Cumhuriyeti egemen güçlerin isteği üzerine kurmadık. Acı ile kanla, gözyaşıyla kurduk.

“Bir genç geldi yanıma, dedi ki; “Ben Recep Tayyip Erdoğan’ın hayranıyım…'”

Kurultayda bir gıda zehirlenmesi de yaşandı. Ben o akşam arkadaşlarımı ziyarete gittim. Bir genç geldi yanıma, dedi ki; “Ben Recep Tayyip Erdoğan’ın hayranıyım. Bizim askerlerimiz Afrin’de El Bab’da şehit oluyor, 3.5 milyon Suriyeli var, onlar neden gitmiyorlar. Sen bunu neden dillendirmiyorsun. Suriyeliler birinci sınıf vatandaş” dedi. Ben bunları dillendirdim, senin hayran olduğun Recep Tayyip Erdoğan saldırdı dedim. Suriye’de gerçek anlamda söz sahibi olmak istiyorsak, olaylar sonlandıktan sonra gerçek anlamda aktör olmak istiyorsa, Esad’la temasa geçmeli. Suriye’nin toprak bütünlüğünü biz de onlar da savunuyorlar. Kiminle sağlayacağız. Suriye’nin sahibi belli. İleride önüne diz çökmeden bugünden arkadaşlarını görevlendir, gitsinler, temasa geçsinler. Bu hem bizim hem Suriye’nin çıkarına hizmet eder.

Biz katmadeğeri yüksek ürünler üretmeliyiz. Eğitimin niteliği ve kalitesini de bu bağlamda ele almalıyız. Kim memnun? Biri desin ki ben eğitim sisteminden memnunum. Aklı başında hiçbir kişi memnun değil.

“İnsanlar bugün çaresizliklerini ve işsizliklerini kendilerini yakarak anlatabiliyorlar”

İnsanlar bugün çaresizliklerini ve işsizliklerini kendilerini yakarak anlatabiliyorlar. Bir devlet düşünün, işsizliğe çözüm bulamıyorlar. Yeni işsizler ordusu yaratıyor. Bir bulaşıcı hastalık gibi bu yayılarak devam etmeye başladı.

  • 16 Ocak’ta 8 aydır maaşı ödenmeyen bir işçi Türkiye İş Kurumu’nun önünde çıplak protesto etti.
  • İş bulamayan bir işçi Balıkesir’de kendisini yaktı.
  • 3 Şubat’ta Bolu’da bir kişi Erdoğan’ın posterini indirdi.
  • 4 Şubat’ta bir kişi Sivas’ta üstüne benzini döktü kendisini yakmaya kalktı.

Burada acı olan, bir kişinin kendisini yakması haber dahi olmuyor. Korkuyorlar. Haber dahi yapamıyorlar. Köpeğin insanı ısırması haber değil derler, insanın köpeği ısırması haber derler. İş bulamadığı için bir kişi kendisini yakıyorsa bu dünyanın her yerinde haberdir. Onların istediği ne. Diktatörün istediği haberdir. Bu medyayı da günü gelecek, Batı’daki gibi özgür, bağımsız bir medyaya dönüştürmek zorundayız. Bu bizim namus borcumuz, bunu mutlaka ama mutlaka yapacağız. İşsiz olan birisi yasa dışı alana davetiye çıkarılan kişidir. Nasıl geçinecek? Eğer bir parça asgari ücrette artış olduysa o da CHP’nin söylemleri ile olmuştur.

“AYM üyeleri niye orada duruyor?”

Barış bildirisi imzaladı diye üniversiteden hocaları kapının önüne koyular. Ben merak ediyorum AYM üyeleri niye orada duruyor. Siz mahkeme değilsiniz ki, alttaki mahkeme mahkemedir. Halkın mahkemesi değilsin. Halkın mahkemesiysen o kararı uygulatırsın ya da istifa edersin. AYM ağzında bir fermuar, sesini dahi çıkaramıyor. Hangi AYM, hangi YSK. Öyle bir devlet oluştu ki, demokrasiden parti devletine, parti devletinden hanedan devletine.

TTB üyelerinin serbest bırakılması 

Bugün TTB üyeleri serbest bırakıldı. ‘Savaş doğada ve insanda tahribat yaratan bir halk sağlığı sorunudur’ demişlerdi. 12 Eylül döneminden yine TTB ile ilgili bir olayı aktarmak isterim. Askeri darbe döneminde TTB ‘idam doğru değildir’ diye bir bildiri yayınladı. Dönemin cumhurbaşkanına, başbakanına ve TBMM üyeleri bu bildiriyi gönderdi. 1985’te savcı soruşturma açtı. Üyeler gözaltına alındılar ve davalar açıldı. Nusret Fişek mahkemede şunu söylüyor. ‘Biz değil bir sanığın, harpte bir düşman askerinin yaşaması için uğraşırız’ diyor. Biz doktoruz, hasta gelecek biz tedavi edeceğiz. Siz bu davaları niye açtınız? 1985’te sıkı yönetim mahkemesinde bunların hepsi beraat etti. Ama haklı çıktılar, idam kaldırıldı. Eğer idam olsaydı, Ergenekon Balyoz davalarında idamına karar verilen pek çok paşa, öğrenci.. pek çoğu asılmıştı. Hepsi suçsuz çıktı

Toplum olağanüstü gergin bir ortamda, aşırı kutuplaşmış bir ortamda. Biz her ortamda halkımıza huzur vaadetmeliyiz. Türkiye son 15 yılda bu noktaya taşındı. Bunun vebali çok ağırdır. Huzurlu bir Türkiye’den gerginliğin yaşandığı bir Türkiye’ye ulaştık.

“Bütün CHP’lilerin yanımda olmasını istiyorum” 

Kurultayın bana yüklediği ağır bir sorumluluk var. Bunun bilincindeyim. Ben sorumluluğu üstleniyorum. Bu zor sorumluluğu yerine getirmek için olağanüstü çaba harcanması gerektiğini de biliyorum ama bunu yaparken bütün CHP’lilerin yanımda olmasını istiyorum. Ortak ses çıkarmasını istiyorum. Biz Kuvayı Milliyeciyiz. Bu mücadeleyi yapacağız.

“Yigitsen karşıma çıkarsın” – VİDEO

“Hangi vatansever duygularla Salih Müslim’i Ankara’ya davet ettin, ayağına halılar serdin?”

Cumhurbaşkanı Recep tayyip Erdoğan’ın, CHP’nin kurultayı devam ederken söylediği ” Şimdi kongre yapıyorsun. PYD, YPG terör örgütü müdür? Yiğitsen açıkla” sözlerine karşılık veren Kemal Kılıçdaroğlu şöyle devam etti:

“Lafa bak. E peki açıklayacağım. Vallahi de billahi de ben yiğidim. Anadolu’nun yiğidiyim. Anadolu’nun efesiyim. Hiç endişem yok. Açıklayacağım şimdi. 50 sefer söyledim, bir defa daha söyleyeyim. Meydanlarda, gazetelerde söyledim. Bunlar terör örgütüdür. Ben söyledim. Peki sen gerçekten yiğit misin değil misin? Sen de yiğitsen karşıma çıkarsın Recep Bey, karşıma çıkarsın. Oturmuşsun ahkam kesiyorsun. Gelsene karşıma ya. Sen reissin, diktatörsün, dikta yönetiminin bütün uygulamalarını yapıyorsun. Ama bu garip Kemal’in karşısına çıkmaya cesaret edemiyorsun. Niçin? Benim tankım yok, topum yok, valim yok, benim Allah’ım var Allah’ım. Yalan, cumhurbaşkanlığı koltuğunu işgal eden adama yakışmaz, bir partinin genel başkanına yakışmaz. Çıkacaksın önce milletten özür dileyeceksin. Sen IŞİD’e kol kanat gererken, silah gönderme diye seni uyarıyordum. Sen hala El Nusra terör örgütü müdür değil midir söyleyemiyorsun. Şimdi ben ona bir soru sorayım. PYD’nin terör örgütü olduğuna ilişkin ilk karar, Mardin’de çıkıyor PYD – YPG- PKK terör örgütüdür diyor. Hem alt mahkeme hem Yargıtay. Şimdi bu karardan sonra, bunlar PYD’nin Başkanı Salih Müslim’i Ankara’ya davet ediyor. Şimdi ben sana soruyorum. Bay Recep, gözlerinden öptüğüm Recep.

  • Sen mahkeme kararına rağmen Yargıtay kararına rağmen terör örgütü saymasına rağmen, sen hangi vatansever duygularla Salih Müslim’i Ankara’ya davet ettin? Ayağına halılar serdin. Yiğitsen açıkla, şerefliysen açıkla. Açıklayabilir mi?
  • Emin olun tık çıkmaz. ‘Ey Amerika’ diye bağıran sayın Cumhurbaşkanı, Amerika size sorsa. Ey Recep Tayyip Erdoğan sen PYD’nin liderini Ankara’ya davet ettin. Sen terör örgütünün üyesi olduğunu bilmiyor muydun? Eğer terör örgütüyse senin onu tutuklaman gerekmiyor muydu?
  • AKP’nin yöneticileri, iktidar sahipleri terör örgütüne açıkça yardım ve yataklık yapmışlardır. Bütün cumhuriyet savcılarını göreve davet ediyorum. 2016’da söylüyorum ben bunu.”

“Senin yerliliğin de batsın, milliliğin de batsın”

Kılıçdaroğlu sözlerini şöyle tamamladı:

“Ben ona diyorum ki sen FETÖ’ya, PKK’ya El Nusra’ya IŞİD’e yardım ve yataklık yaptın, tık yok. Mahkemeye dahi veremiyor. Mahkemeye versin beni, veremiyor. Sen terör örgütlerine yardım ve yataklık yaptın diyorum, tık yok. Mahkemeye veremiyor. Mahmut Tanal karşımda oturuyor. Salı günü dilekçeni ver. Erdoğan’ın yardım ve yataklık yaptığına dilekçeni ver. Salih Müslim’i kim davet ettiyse onlar terör örgütüyle işbirliği içindedirler. Sosyalist enternasyonalde YPG ile ilgili verdiğimiz mücadeleden bunların haberi yok. Biz nasıl mücadele ediyoruz orada, onlar bizi kendileri gibi sanıyorlar. Biz vatanseveriz. Biz onları vatansever olarak görmüyoruz. Onlar kendi ülkelerinin çıkarlarını değil kendi çıkarlarını savunur onlar. Ayrıca ben ona bir soru daha sormuştum.

Bu Man Adası. 15 milyon dolarlık mal satmış oraya. Dedim ki 15 milyon dolarlık malı sattığın şirket hangi şirket? Oğlu var, dünürü var, eniştesi var bunlardan birisine söyle. Şu şirkete sattık de. Tık yok. Burada kendisini yakan işçiler var ya ekmek alırken vergi ödüyor. Bunlar vergi ödememek için Man adasında şirket kuruyorlar.

Senin yerliliğin de batsın, senin milliğin de batsın.

Sevgili Recep, bu namus ve şeref kavramı ne anlama geliyor? Sen tarafsız davranacağına dair namusun ve şerefin üzerine tüm milletvekillerinin önünde yemin ettin. Bu namus ve şerefi nerede bıraktın sen? Niye benim bu soruma cevap vermiyorsun?

Ey Bay Recep, benim sorularıma yiğitsen cevap ver.”

==========================================
Dostlar,

Bu son derece önemli konuşmayı, tarihe not düşmesi amacıyla biz de aynen paylaşıyoruz…

Sevgi ve saygı ile. 06 Şubat 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

Prof. Dr. Kaboğlu’nun savunmas

İşte Prof. Dr. Kaboğlu’nun salonda alkışlanan savunmasının tam metni

Prof. Kaboğlu, barış bildirisini imzalaması nedeniyle yargılandığı davada yaptığı bir buçuk saat süren savunmasını, sekiz bölüm içeren 44 sayfa halinde mahkeme heyetine verdi.
Savunma, izleyiciler tarafından alkışlarla karşılandı.
Savunma metni dolu dolu 41 sayfa. Tümünü okumak için pdf dosyasını indirebilirsiniz (566 KB) .
Hukuk tarihine not düşecek bir hukuk dersi gibi savunma.. Dileriz bağımsız yargı gereğin yaparak Türkiye’nin “hukuk yoluyla” notmalleşmesinde yaşamsal işlevini yerine getirir.

Sevgi ve saygı ile. 24 Aralık 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Akademisyenlerden soruşturmalara tepki

Akademisyenlerden soruşturmalara tepki..


(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)
Barış bildirisinin ilk imzacılarından olan Marmara Üniversitesi’ndeki 32 akademisyen, açılan soruşturma sonucunda ‘devlet memurluğundan çıkarılmaları’ istemi ile YÖK’e gönderilmelerine tepki gösterdi. Akademisyenler, hukuksuz bir soruşturmayla karşı karşıya olduklarını belirttiler.

[Haber görseli]

Eğitim Sen 6 no’lu Üniversiteler Şubesi, Marmara Üniversitesi Rektörlüğü’nün barış istemiyle imzaladıkları ‘Bu suça ortak olmayacağız’ başlıklı bildiriye imza atan 32 akademisyenin adlarını, açtığı soruşturma sonucunda “devlet memurluğundan çıkarılma” istemi ile YÖK’e göndermesi üzerine, Marmara Üniversitesi yönetiminin bu haksız tutumunu kınamak ve kamuoyunu bilgilendirmek amacı ile bir basın toplantısını düzenledi. Toplantıda ilk sözü alan Eğitim Sen İstanbul 6 nolu Üniversiteler Şubesi Başkanı Görkem Doğan, hiçbir hukuksal ve yasal dayanağı olmadığı halde imzacı akademisyenler hakkında disiplin soruşturması açıldığını ifade ederek, soruşturmanın hukuksuzluklarla dolu olduğunun altını çizdi. Doğan, “İmzacılara yönelik üniversitede başlatılan idari soruşturmada, imzacılara iletilen tebliğlerde bildirilen cımbızla çekilmiş, bütünlüğü bozulmuş ifadelerden başka bir suç isnadına yer verilmemiştir. Adil yargılanma hakkı ve hak arama özgürlüğü çerçevesinde Rektörlükten istenen soruşturma dosyasının içeriği imzacı akademisyenler ile paylaşılmamıştır. Üniversite, imzacı akademisyenlerin özlük haklarını da askıya almakta tereddüt etmemiştir.” diye konuştu.

Hukuksuz soruşturma

Doğan sözlerini şöyle sürdürdü: “Soruşturma komisyonunda ceza verilip verilmemesi gerektiği kanaatini etkileyecek olan, oy hakkına sahip komisyon üyelerinden biri rektör yardımcısı olarak görev yapmaktadır. Marmara Üniversitesi Disiplin Kurulu, ilgili Danıştay kararları uyarınca, hakkında ceza önerilen imzacı akademisyenlerin son savunmasını alması gerekirken bunu yapmamış; ayrıca ceza önerisinin görüşüldüğü kurul toplantısında sendika temsilcisi de mevcut bulunmamıştır. Sürece damgasını vuran tüm bu hukuka aykırılıkların yanı sıra, bir yandan da üyelerimiz bu baskılar altında sözlü telkinler ve üstü kapalı tehditlerle emekliliğe zorlanmışlardır.”

15 Temmuz’dan sonra soruşturma yeniden ele alındı

Doğan’dan sonra söz alan Prof. Dr. İbrahim Ö. Kaboğlu da kararın hukuki bir dayanağının olmadığını vurgulayarak, kendilerine açılan soruşturmanın 15 Temmuz Darbe Girişimi’nin ardından yeniden ele alındığına dikkat çekti. OHAL hukuksuzluğundan yararlanıldığını kaydeden Kaboğlu,

“Bizler 14 Mart günü savunmalarımızı verdik. Her ne kadar ortada hukuki bir durum olmasa da, biz hukukun üstünlüğüne inanarak savunmamızı verdik. Bu dosyanın yeniden açılmasında baş aktör, Prof. Dr. Ahmet Gökçen’dir. Gökçen’in birkaç özelliği var. Birincisi, Ceza Kanunu çalışmaları sırasında 2004’te hükümetin çağırdığı doçentler arasında yer alıyordu. Daha da önemlisi 2010 Anayasa değişikliğinden sonra yeniden oluşturulan HSYK’ya üye olarak atandı ve neredeyse şimdi bütün mevkiidaşları hapiste. Bu kişi 15 Temmuz’dan sonra bu dosyayı ele alıp, ilgisi olmadığı halde DGM kararına kadar gidip, terörle bağlantı kurdurtmaya çalışıyor” diye konuştu. Kaboğlu, YÖK’e gönderilen dosyada verilmek istenen idari cezanın belirtilmesiyle yetinilmeyip OHAL KHK’sı ile atılmaları gerektiği yönünde not alınmış olmasını skandal olarak değerlendirdi. 2010 referandumu sonrasında oluşturulan HSYK’ye üye olarak atanan Prof. Ahmet Gökçen’in soruşturma komisyonundaki gayretkeşliğini eleştiren Kaboğlu, Gökçen’in FETÖ operasyonları sonrası kendini iktidara ispat çabası içinde olduğunu belirtti.

Barışı istemek akademinin de görevi!

Kaboğlu’nun ardından söz alan Prof. Dr. Ayşe Durakbaşa,

  • “Barışı tesis etmek bizim görevimizdir.” dedi. Durakbaşa,
  • “Türkiye akıllara durgunluk verecek zihin ve ruh ortamından geçiyor.
    Barış istemek elbette ki akademinin de görevidir.” şeklinde konuştu.
  • Hekimler savaştan yana olamaz, ben de bir hekim olarak sorumluluğumu yerine getirdim” diyen Tıp Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Özdemir Aktan,
  • Barış bildirisi insan haklarına saygıya davet ediyor. Burada hekimlerin duruşu çok nettir.
    Bize yaşatılan traji-komik bir süreçtir. Bundan dolayı bir bedel ödenmesi gerekiyorsa
    biz de bunu mücadelenin bir parçası olarak değerlendiririz.” ifadelerini kullandı.

Emekliliğe zorlandılar

Prof. Dr. Büşra Ersanlı ise emekliliğine 1 yıl varken istenci dışında emekli olduğunu kaydetti. Ersanlı, “Hukukçuların böyle karar alması çok hazin. İfade özgürlüğüne ülkemizde hep baskı vardı. Ersanlı,

– ifade özgürlüğü,
– akademik özgürlükler ve
– üniversite özerkliği konusunun

hiçbir zaman anlaşılmadığını söyledi. Prof.Dr. Erol Katırcıoğlu, uygulamayı 12 Eylül ile kıyaslayarak çok daha vahim bir noktada olduğumuzu ifade etti.

http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/egitim/662842/Akademisyenlerden_sorusturmalara_tepki.html, Cumhuriyet, 20.01.2017
=======================================
Dostlar,

“Barış Bildirisi” imzalanıp açıklandıktan sonra bu sitede yazmış ve imzacı akademisyenlerin söz konusu Bildiride açıkladıkları görüşleri paylaşmamakla – paylaşmama hakkımızı saklı tutmakla birlikte, girişimin düşünce ve düşünceyi açıklama / ifade özgürlüğü kapsamında olduğunu belirtmiştik. O yazımızı şöyle bağlamıştık :

Bu hak temel bir insan hak ve özgürlüğü olup, Anayasa, AİHS ve yasalarla güvence alınmıştır. Düşünce açıklamanın ne zaman suç sayılacağının koşulları da Ceza yasalarında belirlenmiştir. Dolayısıyla “Barış Bildirisi” imzacısı insanlarımızın suç işlediği kanısında değiliz.

Kendilerine haksızlık ve hukuk dışı işlem yapıldığını düşünmekteyiz ve buna hemen son verilmesi çağrısını yineliyoruz. Adli soruşturma ve kovuşturmanın tutuksuz yapılması asıldır.
İdari soruşturmada da kesin koşulları oluşmadıkça “açığa alma” tedbiri uygulanmamalıdır.
Bu süre 657 sayılı yasada en çok 3 ay olarak tanımlanmıştır, süreye uyulmalıdır.

Yine hukukun evrensel kabul gören en temel ilkelerinden olan SAVUNMA hakkı kutsal olup tam anlamıyla kullandırılmalıdır.

Yalnız görevden uzaklaştırmakla kalmayıp tüm kamu haklarından yoksun kılmak, emekli olma hakkını tanımamak… bu insanları ve bakmakla yükümlü oldukları ailelerini açlığa mahkum etmek demektir. Böylesi bir ceza yaptırımı açıkça hukuk aykırıdır :

1. Kişiler haklarında kesinleşmiş yargı kararı (hüküm) olmadıkça masumdurlar.
2. Suç ve Ceza kişiseldir.
3. İnsan onuru ile bağdaşmayan ceza verilemez.
4. Ceza yaptırımlarının eyleme göre ölçülü olması zorunludur.
5. Savunma hakkı kutsaldır.
6. İdarenin işlem ve eylemleri idari yargıda denetime tabi iken, yargı kararlarının da üst yargı basamaklarında temyizi açık olmalıdır; bu yolların tıkanması açıkça HUKUK DEVLETİ dışındadır.

OHAL KHK’ları ile böylesine işten atılan insanlarımız için SİVİL ÖLÜM kavramı kullanılmaya başlanmıştır. Ne yazık ki yerindedir bu benzetme ve gerçekte Anayasadan çıkarılmış olan ÖLÜM (idam) cezası, bir başka biçimde SİVİL ÖLÜM biçiminde zamana yayılarak infaz edilmektedir.

Adalet, Türklerin çoook eski tarihlerden beri en temel erdem ve değerlerindendir.
O denli ki, onun (Adaletin!) Ülkenin temeli olduğu dillerden düşmemektedir.
Devletin 4 temel (asli) görevinden biridir. (Sağlık, Eğitim, İç – Dış Güvenlik)

İlgili – sorumlu herkesi aklıbaşında davranmaya ve işlem ve eylemlerinde
enine boyuna düşünmeye bir kez daha çağrı yapıyoruz.

En yüce insanlık erdemi, erdemlerin erdemi ADALETİ her durum ve koşulda koruyup gözetmek ve uygulamak zorundayız.
O bir gün herkese gerekebilecektir.
Gerçekte herkesin her an gereksindiği, asla vazgeçemeyeceği ekmek – hava – su gibidir..

Lütfen efendiler, lütfen teenni ve insaf…

Sevgi ve saygı ile.
20 Ocak 2017, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com