Değerli meslektaşımız Sayın Prof. Kerem Doksat’ın damakta “leziz ve de buruk bir tad” bırakan yazısını paylaşmak istiyoruz..
Bakın, ne gibi gelişmeler olmakta…
Dünyanın en büyük emperyalisti olan ABD’nin Michigan eyaletine bağlı
Detroit şehrinde, 18.5 milyar Dolarlık borçla ülke tarihinin en büyük iflâsı yaşandı. ABD’nin en büyük 11. ve Michigan eyaletinin en büyük şehri, etrafındaki banliyölerle birlikte Detroit Metro bölgesiyle 4.5 milyona yaklaşan nüfusu ve en zengin 500 şirketine ev sahipliği yapmasıyla bilinen yer bu. Otomotiv sanayindeki ağırlığıyla “Amerikan Rüyasının” lokomotif şehri… Son aylarda 10 bin çalışanının maaşlarını ödeyebilmek için devlet destekli tahvil çıkarmıştı. Vergi oranları yasal limitlerine ulaştı. Bu oranların arttırılması durumunda dahi, Detroitlilerin içinde bulunduğu ekonomik kriz sebebiyle söz konusu vergilerini ödemeleri imkânsız…
2000 yılından beri nüfusu %28 azalan şehir, en büyük darbeyi otomobil devlerinden General Motors ve Chrysler’in 2009’da iflâslarını istemesiyle almıştı. Bir zamanlar, otomobil sanayinin merkezi konumundaki Detroit’te bugün sokakların %40’ında sokak lâmbaları yanmazken, 78 bin terk edilmiş bina bulunuyor. Cinayet oranlarının yaklaşık 40 yılın en yüksek sayısına çıktığı Detroit, 20 yıldan fazla bir süredir ABD’nin en tehlikeli şehirlerinden biri olarak anılıyordu.
Bunlar apokaliptik alâmetler filân değil, dikkatli bir gözlemcinin asla göz ardı etmeyeceği gelişmeler.
- Bu ülkenin başımıza belâ ettiği bölücü, ayrımcı ve yasadışı her türlü
şer odağının da çözülmeye başladığını görüyoruz.
Bunların isimlerini veya künyelerini yazmaya hiç gerek yok.
Hiçbir şey artık gizli kalmıyor, kalmayacak.
Aklıma hemen KKTC geliyor, tarihinin en üzüntü verici deniz kazasını yaşamış ve
Gâzi Mağusa civarında ham petrol denize karışmış. KKTC AKSA Enerji Şirketi yaptığı açıklamada temizliğe bugün de 100 kişiyle devam edeceklerini açıkladı. Yapılan açıklamada denize dökülen fueloilin yaklaşık %50’sinin temizlendiğini ve kalanın da tamamının iki ay içerisinde temizleneceğini bildirildi. Bölgede bulunan Deepsea Balık Çiftliği’nden sızıntı sonrası örnek (numune) alındı. Ankara’ya gönderilen numune tahlil sonuçlarının birkaç gün içinde gelmesinin beklendiği ifade edildi. Çiftlikte yaklaşık 72 bin ton levrek ve çupra olduğunu söyleyen çiftlik yetkilileri balıklara yem vermediklerini, sızıntı sebebiyle balıkların denizin iç kesimlerine bırakmak zorunda olduklarını belirttiler.
Buna sevindiğim için değil, KKTC’lilerin daha dikkatli ve çalışkan, Türkiye’nin de yavrusu filân değil, tümüyle devamı olan bu tabii uçak gemisine sahip çıkmasının önemini vurgulayarak bize ibret teşkil ettiği için yazıyorum. Bakarsınız “Deepsea” ismini de “Derin Deniz” olarak değiştirirler. Ne ihracat için, ne de ithalat için Amerika’ya
veya Amerikancaya muhtacız.
Yeterince uyanık ve dikkatli olalım, hepsinin üstesinden geliriz.
Mısır’da, Suriye’de, İsrail’de… Her yerdeki gelişmeler “belirsizlik ilkesine” göre olgunlaşıyor. Çıbanlaşan irin patlar, iyileşecek yara şifa bulur. Yeter ki tabip akılı ve bilgili olsun.
Bakın, fakirliğin ve sefaletin resmî rakamlara göre bile %halkın 80’inden çoğunu perişan ettiği ülkemizde kalkıp bütün ilâçları reçeteye tabi kıldılar. Hâlbuki en müreffeh ülkelerde bile alınmadığı takdirde hayati tehlike arz eden ilâçları nöbetçi bir hekimin tasdikiyle hastalara veya hasta sahiplerine verirler. Kuzey Avrupa’da İsveç’te, ABD’de bu başıma geldi ve ikna olan nöbetçi hekim ilâçlarımı hemen yazdı.
Diyelim ki hasta saralı (epileptik) veya şiddetli bipolar bozukluğu (manik depresif hastalığı) yahut depresyonu var. Haplarını icabında saati saatine alması icap ediyor ama reçetesi yok, kaybetmiş veya unutmuş -ki, böyle hastalar çok kolay unutur.
“Yasak hemşerim” diye vermedi eczacı ve hasta da nöbet geçirerek yahut
intihar ederek öldü.
Kim olacak bunun sorumlusu?
Zaten çok zor geçinen eczacının vicdani sıkıntısının, adeta “telef olan” bir insanın acısının hangi şifalı ot yahut ruhani yöntemle düzeltilmesi mümkündür?
Buna mukabil, bu hükûmetin veya yakınlarının burunları kaşınsa, çevrelerini derhâl bir ordu çevirmekte midir, çevirmemekte midir?
***
İsmi bir Esed, bir Esad olan Suriye liderinin direnişi kırılamıyor, hiçbir şey akılla
ve mantıkla çözülmüyor. Ortada bir devlet politikası yok hatta devlet yok!
Şu anda Habertürk’te seyrediyorum özellikle, Kürtlerin bağımsızlığı konusunda
ağzı olan konuşuyor ama havanda su dövüp duruyorlar.
Geçen gün bir hastam bahsetti,
- Taraf gazetesinde çalışanların hemen hepsi Ermeni kökenliymiş.
Orada iş bulmak üzereymiş, ondan dolayı müşahede etmiş.
“Hristiyan Türkler” diyecek kadar sıcacık bir şekilde bağrımıza bastığımız
bu tarihi yoldaşlarımızı ikide bir aleyhimize kışkırtanların amacı ne?
Bunu anlamak zor mu? Değil..
- Bütün bunları koordine bir şekilde Batı, ABD ve AKP yapmadı mı?
Televizyondakiler sürekli olarak “havet” diyor, ben de gülüyorum.
Demin Sevgili Can Ataklı ile konuştum, çok vakurdu ama mümkün mü
benim O’nun içindeki kırıklığı anlamamam?
Ona da aynı şeyleri söyledim, “az kaldı dostum” dedim.
Vatan gazetesini ise sırf Reha Muhtar’ın kendisinin ne kadar büyük bir adam olduğunu anlatmasını takip etmek için alacağım artık.
Peki, Cumhuriyet’e niçin veya neden para veriyorum hâlâ, keza Hürriyet’e ve Sözcü’ye?
Şimdi Sözcü hakkında lâf ettiğime bakıp şaşırabilirsiniz ama ne kadar büyük paralar kazandıklarını ve gazetenin iç tutarsızlığının ne boyutlarda olduğunu görmeyen mi var?
Eh, İlber Hoca da her zamanki fütursuzluğuyla bakın nasıl konuşuvermişti:
https://www.youtube.com/watch?v=woBsElQnYQQ
İlber Hoca bu, onun dokunulmazlığı vardır Allah’tan…
***
Nobel Edebiyat Ödülü’ne lâyık olan ama bu ülkenin sevdalısı olan çok önemli bir insan ebediyete göçtü.
İstanbul’da 1931 yılında doğan Leylâ Erbil, İstanbul Üniversitesi İngiliz Edebiyatı Bölümü’nde eğitim gördü. Yazarlığa Seçilmiş Hikâyeler Dergisi’ne gönderdiği hikâyelerle başladı. Yazıları Dost, Yeni Ufuklar, Yeditepe, Ataç, Papirüs, Yelken gibi edebiyat dergilerinde yayınlandı. Türkiye İşçi Partisi’nin Sanat ve Kültür Bürosu’nda görev aldı. 1970 yılında Türkiye Sanatçılar Birliği, 1974 yılında Türkiye Yazarlar Sendikası’nın kuruluşunda önemli rol oynadı. 2000-2001 yılı Ankara Edebiyatçılar Derneği Onur Ödüllerini kabul etmiş, 2002 yılında ise PEN Yazarlar Derneği tarafından Nobel Edebiyat Ödülü’ne ülkemizden ilk kadın yazar adayı olarak gösterilmişti.
Son olarak PEN 2013 Öykü Ödülüne lâyık görülmüştü.
O’nun gidişi de hiç tesadüf değil, bize “çalış, kendini geliştir ve aş” demek istedi aslında.
Ben şu yeni moda “ışıklar içinde yatsın” gibi şeyleri sevmiyorum;
hani vefat edenin adı veya soyadı Işık ise tamam da, yapmacık ve klişe gibi bir şey.
Ezel de ebed de mahlûk (yaratılmış) nasıl olsa, huzur içinde yatsın bize yeter.
Bu arada, 35 senenin tecrübelerini, psikiyatri hatıralarımın önde geldiği bir şekilde yazmaktayım. Kışa kadar bitireceğim.
Mâlzemesi insan, yazan bizzat yaşayan adam; yâni Mehmet Kerem Doksat. İsmini de şimdilik “Kimler Geldi, Kimler Geçti – 35 Senelik bir Psikiyatri Macerasından Hatıralar” olarak düşünüyorum. İnşallah bu sefer sponsorluk için kimseye ricacı olmak zorunda kalmayacağım.
Şu anda CNN Türk’te Hülya Koçyiğit, kızı ve torunu, Londra’dan gelen Cüneyt Özdemir’in 5N 1K programında nasıl da bu sayede gündemde kaldıklarını konuşuyorlar. Cüneyt sakalı koymuş gitmiş, hatunlar ise çok şık.
Geçen ay 5N 1K’dan arayıp, 10 dakikalık röportaj yapmak için stüdyoya davet etmişler, sonra da Nişantaşı’na gelip canlı yayın düşünmüşler, pratik zorluklardan dolayı da
vaz geçmişlerdi.
Şöhreti kıl payıyla kaçırdık yâni.
Hay Manitu aşkına!
Cüneyt Özdemir’i uzun senelerdir tanırım. “Hukuka” yerine “hukuğa” diyor.
Peki, Hülya Hanım’ın kocası Selim Soydan’dan ne haberler var?
Birtakım spor programlarında dolaşıyor işte…
Hayat bu.
İLK KURŞUN