Etiket arşivi: Dr. Ahmet Saltık www.ahmetsaltik.net

18 Mart 1915 Çanakkale Deniz Utkusu

Dostlar

18 Mart 1915 Çanakkale Deniz Utkusu, tarihin akışının değişti(rildi)ği bir destandır,

Haklı bir gururla anıyoruz..

Çok değerli bir derlemeyi Sayın Prof. Dr. D. Ali Ercan‘dan aldık..
Kendisi Kara Harp Okulu kökenli bilindiği gibi.
Ricamızı kırmayarak hem yazı yazdı bu konuda hem de bir konferansının yansılarını bizimle paylaştı. 2 değerli dosyayı da size sunmuş oluyoruz.

Bu büyük zaferi bizlere kazandıran kahramanları ölççüsüz bir minnet ve şükranla anıyoruz.

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 16.3.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=========================

18 MART 1915..

portresi

Prof. Dr. D. Ali ERCAN
ADD Bilim Kurulu Başkanı

Değerli arkadaşlar

Çanakkale savaşında Anlaşık (İtilaf) Devletlerin deniz kuvvetlerine vurulan büyük darbenin 98. inci yıl dönümündeyiz. İstanbul’u işgal etmek ve Osmanlı Devleti’ne son noktayı koymak üzere yola çıkmış olan Anlaşık Devletlerin (İngiltere-Fransa) tarihin gördüğü en büyük armadası 18 Mart 1915’te Türk denizcilerinin Çanakkale Boğazı’na akıllıca döşedikleri mayınlara çarparak ve Boğaz’ı savunan Türk topçu ateşi altında isabet alarak çok ağır yitiklere uğradı. O zamana dek görülmedik boyutlarda inşa edilmiş uzun menzilli toplarıyla 3 ay boyunca Gelibolu Yarımadası’nı savunan askerlerimiz üzerine ateş yağdırmış olan bu büyük ve donanımlı savaş gemileri, Çanakkale Boğazı’nı geçemeden battılar.. Bu gemilerden on binlerce askerimizin üzerine ölüm yağdıran bombardıman, ateş gücü ölçeğinde, Japonya’ya atılan Atom bombaları ile kıyaslanabilir ağırlıktadır.

Ancak, 18 Mart (1915) savaşın bitimi değil, çok daha ölümcül kara savaşlarının başlangıcı sayılır… Yalnızca Deniz gücü kullanarak Çanakkale Boğazı’nı rahatlıkla geçemeyeceklerini anlayan

Anlaşık (İtilaf) Güçler Gelibolu yarımadasını ele geçirmek üzere 25 Nisan‘da çıkartma harekatına başladılar. Bundan sonrası 8 ay sürecek olan Kara savaşlarıdır ve Mustafa Kemal‘in tarih sahnesine çıkışıdır.

Değerli arkadaşlar,

En az 18 Mart kadar, Gelibolu yarımadası üzerindeki kara muharebelerinin başlangıcı 25 Nisan 1918 gününün de aynı coşku ve heyecanla yaşanması gerektiğini, özellikle de 23 Nisan Ulusal Egemenlik Bayramımızın bir yandan yapay “kutlu doğum haftası” öbür yandan  her 24 Nisan’da yinelenen “Ermeni hezeyanlarıyla” karartılmak istenmesine karşı, 25 Nisan’da daha yoğun etkinlikler düzenlenmesi gerektiğini değerlendiriyorum.

Aradan bir asır geçmesine karşın değişen bir şey yok.. Yine o zamanlardakine benzer uluslararası / küresel hesaplaşmalar sürecini yaşıyor, Emperyalizmin yeni kurgularına tanık oluyoruz.

Emperyalizme direnişin görkemli örneği Çanakkale ruhuna büyük özlem ve gereksinim duyduğumuz bugünlerde tüm  Atatürkçü, çağdaş, aydın, yurtsever arkadaşları saygı ve sevgiyle selamlıyorum..æ

Not : Ekte, İzzet Baysal Üniversitesinde verdiğim “18 Mart” konulu konferans yansılarını gönderiyorum.. (Ahmet Saltık : web sitemizde yayımladık..)

***

Almanya’da inşa edilen ve 1912’de Nusret adı ile Osmanlı donanmasında hizmete alınan 360 tonluk bu gemi 40 m boyunda ve 7,5 m enindedir. 40 mayın taşıyabilen geminin üst hızı 15 mildir. (26 km/saat)

Nusret-mayin_gemisi

NUSRET MAYIN GEMİSİ ve 26 MAYIN ÖYKÜSÜ

Çanakkale Boğazı’nda önceden Boğazı kesecek biçimde dikine döşenmiş mayın hatlarının büyük bölümü düşmanın mayın arama-tarama gemileri tarafından saptanarak imha edilmişti.

Düşman zırhlılarının hareketlerinin incelenmesi sonunda yeni bir yöntem kararlaştırıldı. Bu kez mayınlar Boğaz’ı kesecek biçimde değil de kıyıya paralel olarak dökülecekti;
çünkü düşman zırhlıları Boğaz’a guruplar halinde giriyor ve ikmal için geri dönen gurup,
Boğazın en geniş yeri olan Erenköy bölgesinde kıyıya dik manevra yapmak durumunda kalıyordu.

6 Mart 1915 gecesi, Çanakkale müstahkem mevki komutanı Yarb. İsmail Cevat Bey, mayın gurup komutanı Nazmi Bey’e “Çok önemli bir göreviniz var. Vatanın selameti bu görevin başarıyla yerine getirilmesine bağlıdır. Yarın akşam, Nusrat‘la son 26 mayını Erenköy bölgesinde kıyıya paralel olarak dökeceksiniz.” buyruğunu verdi. Nazmi Bey, ertesi gün Nusret mayın gemisinin komutanlığını yapacak olan arkadaşı Tophaneli Yüzbaşı Hakkı’yı buldu. Nusret’in Kaptanı Yüzbaşı İsmail hakkı Bey İki gün önce kalp krizi geçiren Yüzbaşı Hakkı Bey, Cevat Bey’in uyarısına karşın, görevi üstlendi.

Nusret_mayin_gemisi_Kaptani_Yuzb._Ismail_Hakki_bey

7 Mart’ı 8 Mart’a bağlayan gece yarısı, Nusret demir alarak Çanakkale’den uzaklaştı. Deniz sakin, gece zifiri karanlıktı. Uzaklarda dolaşan düşman devriye gemileri projektörleri ile suyun yüzünü aydınlatmaktaydı. Nusret bütün ışıklarını söndürmüş, hatta kıvılcım atmasın diye ocaklarını bastırmış, maskeli ışıklar altında rota izleyerek, daha önce döşenen mayın hatları arasından Erenköy bölgesindeki hedefine doğru ilerliyordu. Son denetimler bittikten sonra ilk mayın platforma alınmış ve atış anı beklenmeye başlamıştı. Heyecan doruktaydı. Vatanın selameti için gerekli olan zafer kilidi Nusret‘in elindeydi. Onu mutlaka sessizce yerine bırakmalıydı.

Sonunda Anadolu yakasındaki Akyarlara, yeni mayın hattının hazırlanacağı noktaya geldiler. Elde kalan son 26 mayını teker teker sessizce suya bırakmaya başladılar. Suya düşen her mayın belli bir sıra halinde kendisini asılı tutacak ağırlığın gerdiği teller üzerinde yer almaya başladı. Birkaç dakika sonra tüm mayınlar belirlenen rota doğrultusunda dökülmüştü. Tehlikeli geri dönüş yolculuğu başlamıştı. Daha önce dökülen mayınlara çarpmadan ve düşman devriye gemilerine görünmeden Nusret
yol alıyordu.

Bir an için Nusret’in çok yakınında bir karaltı ortaya çıktı. Düşman gemisi olmalıydı bu. Ara verdikleri projektörle taramaya yeniden başladıkları zaman Nusret‘i görecekler ve her şey bitecekti. Bütün personelden buz gibi terler boşanıyordu. Nihayet korktukları başlarına geldi ve düşman gemisinin projektörleri yandı.. Karanlığı yaran projektör ışığı az öteden, hızla, üzerlerine doğru, denizi tarayarak geliyordu. Işık huzmesinin içine girmelerine saniyeler kala, Türk kıyılarında yanan projektör bir mucize yarattı. Kıyıdaki projektör düşman projektörünü deniz üstünde yakaladı. Ortalığı sise yakın yoğun bir beyazlık kapladı. İki projektör arasındaki bu beklenmedik ışık kavgası Nusret’e yaşam umudunu geri verdi. İki projektör, birbirini köreltmek için olağanüstü bir mücadeleye girişmişlerdi… Düşman projektör, kurtulmak için yoğun çaba harcıyor, bir türlü başaramıyordu. Nusret, bu ışık kavgası altında sessizce sıyrıldı, Çanakkale yönünde yol almaya başladı. Tehlike geçmiş, verilen görev büyük bir başarıyla yerine getirilmişti.

Nazmi Bey büyük bir sevinçle, kaptan köşküne çıktı, yazgı arkadaşını kutlamak istedi. Ancak Kaptan Hakkı Bey yanıt veremedi, Nazmi Beyin kucağına yığıldı.. Nusret mayın gemisinin kahraman kaptanının hasta kalbi bu ışık savaşındaki heyecan kasırgasına dayanamamış ve durmuştu.

***

Bu olaydan on gün sonra İtilaf güçleri donanması saldırıya geçmişti. Savaş tam istedikleri biçimde, denetimli olarak sürmekteydi ki; birden, ikmal için geri dönen gemilerde büyük patlamalar meydana gelmişti. Bunların nedeni, 7-8 Mart gecesinde dökülmüş ve bundan sonra da gerek düşman pilotlarının fark edemediği; gerekse
17-18 Mart gecesi mayın arama gemilerinin yaptığı mayın denetiminde bulunamayan Nusret’in mayınlarıydı. Düşmanın yüzen kaleleri birer birer batmaya başlamıştı. Önce Bouvet 639 kişilik mürettebatı ile denizin derinliklerine gömüldü. Bu andan başlayarak her şey ters gitmeye başlamıştı. Bouvet’in battığı yerin yakınında manevra yapmakta olan Inflexible bir mayına çarptığını rapor etti ve çok tehlikeli bir şekilde yan yatmaya başladı. 3 dakika sonra Irresistable‘ın da yana yatmakta olduğu ve sancak tarafından mayına çarptığını bildiren yeşil filamanın sancak seren cundasında dalgalandığı görüldü. Mürettebatı kurtarılan gemi, Boğaz’ın sularına gömüldü.

İtilaf Devletleri 3 büyük savaş gemisini (Irresistable, Ocean, Bouvet) yitirmiş,
3 tanesi de (Inflexible, Golois, Souffren) ağır yaralanmış biçimde eldeki gücünün üçte birini yitirmişti. Nusret‘in yapmış olduğu bu görev tarihin akışını değiştirdi. (16.3.13)

İtilaf donanması, 18 Mart günündeki yenilginin tüm faturasını, son keşfini yapıp “mayın yoktur” raporunu veren pilota çıkardılar ve bu pilotu kurşuna dizerek
idam ettiler.

Kemalizm’in Ekonomisine İhanet


Dostlar
,

Cumhuriyetimizin sıradışı aydınlarından, 91 yaşındaki bilge insan,
Dr. Müh. Ali Nejat Ölçen’in doktora tezi Sağlık Ekonomisi ağırlıklıdır.

Bu sitede epey yazılarına yer verdik saygın büyüğümüz Dr. Ölçen’in..

Aşağıda yeni bir yazısı var :

  • Kemalizm’in Ekonomisine İhanet

Okunup okutulması dileğiyle.. Kendisine de hem derlediği hem de paylaştığı için
engin teşekkürlerimizle..

Sevgi ve saygı ile.
11.3.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

====================================
Dr. Müh. Ali Nejat ÖLÇEN

portresi

Kemalizm’in Ekonomisine İhanet

Sn. Zeki Kentel’in Kemalizm’de enflasyon gibi kimi ekonomi sorunlarına yanıt bulunmadığı düşüncesine, uzmanlık alanım olduğu için yanıt vermeye gereksinim duydum. Ülkemizde “Kemalizm’in Ekonomisi”ni betimleyen benden önce herhangi bir iktisatçıya rastlanır mı bilemiyorum. Ben rastlamadım. 1982 yılında Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde düzenlenen
bir Sempozyum’a “1923-1938 Döneminde 1. ve 2. Sanayi Planları” tebliği ile katılmıştım.

1997 yılında konuyu Kemalizm’in Ekonomisi kitabıyla bütünselliğe kavuşturdum.
Kemalizm’in özünü kavrayabilmek için onun ekonomisini ve o ekonomideki yönetsel
ve siyasal ilkeleri incelemek gerekir. O nedenle Mustafa Kemal, 1923’ün Şubatında
İzmir İktisat Kongresi’nin açış konuşmasında bu temel ilkeyi şu sözleriyle özetlemiş:
Bütün programlarımız iktisat programından çıkacaktır, demişti. Kemalizm’in özü ve özetidir bu. Nasıl olacak sorusuna verilecek yanıt Kemalizm’in ideolojik dokusunu açıklar. Bunu 1930 yılında hazırlanan “İktisadi Program’ın 64 ve 3.maddelerinde görüyoruz. İktisadi Program’ın 64’üncü maddesinde:

Milli iktisadı (dikkat ediliyor musunuz ilk kez milli iktisat kavramından söz ediliyor)
her şubede tesis, tevsi ve inkişafı için lazım olan sermayenin en bereketlisi
milli tasarruf” tur.

Osmanlı devletinin 700 yılı bulan tarihinde hiçbir devlet adamı, milli tasarruf, milli iktisat deyimlerini kullanmamıştı. Çünkü Osmanlı, milli devlet değildi ve ekonomi dışı yaşamıştı. Acaba milli tasarruf, ne tür hukuk düzenine gereksinim duyacaktı?
Bu soruya yanıtı İktisat Programı’nın 3’üncü maddesinde görüyoruz:

Adalet, devletin bütün hayat ve faaliyet şubelerinde olduğu kadar ve bilhassa
iktisadi hayat ve faaliyetin de temelidir. En iyi kanunlar ve adil hakimler,
iktisadi teşebbüs ve inkişafın başlıca muhafızı ve müşevviki, olacaktır.

Böylece Kemalizm’in özü ve özetinin üç ilkesiyle karşılaşıyoruz:

1. Devletin (yürütme erkinin yani siyasal iktidarların) programları İktisat Programı’ndan çıkmalıdır.

2. Gelişmeyi sağlayacak nesnel ve parasal gücü milli tasarruf yaratmalı.

3. Devlet adaletin temel olmalı ve hukuk ile ekonomi bütünleşmelidir.

Şimdi soruyoruz: Adalet ve Kalkınma Partisi’nin İktisadi Programı var mı, “milli tasarruf” yerine neden dış borca ihtiyaç duyuluyor? Dışalım savurganlığı neden önlenemiyor?
Ve Devlet adaletin mi yoksa adaletsizliğin mi temeli? Hukuksuzluğun hukuku ne amaçla yaratıldı.

Kemalizm’de milli tasarrufun kullanımı, hukuk ile ekonominin bütünselliği ve yönetimin kaynağının ekonomi olması (bir başka deyimle ekonomi politiği) nasıl gerçekleştirildi, görelim bunu:

Kemalizm’de bu sorunun yanıtı planlı sanayileşme ile sağlanmıştır. 1932 ve 1935 yıllarında hazırlanan sanayi planları Sovyet Rusya’da bile bir örneğine rastlanmayan yatırım projelerine ilişkin “fizibilite raporları” ile yürürlüğe girmiştir. Yani, yatırım projelerinin tümü, ne kadar süre içinde kendisini ekonomiye geri ödeyeceğinin hesaplarına dayalıdır. Türkiye’mizde henüz İktisat öğrenimi ve fakülteleri yokken o hesaplar Sovyetler Birliği’nde bile örneği olmayan bilimsel yöntemlerle hazırlandı ve uygulandı.

Mustafa Kemal, emperyalizme avuç açmadan, ülkemizi korumanın gizini bir temel ilkeyle açıklamıştı: Beş Beyazlar Ekonomisi. Eğer Türkiye “bez, kağıt, şeker, un ve çimento” olarak betimlenen bu beş beyaz ürünü kendi emeği ve kendi tasarrufu ile yaratabilirse işte o zaman tam bağımsızlığını sağlayabilirdi. (Osmanlının 1913-14 yılında 518.9 milyon Mark olan toplam dış alımının beş beyazlar %53.4’ünü oluştururken 1932 yılında bu oran % 26.8’e indi. Milli iktisat böyle doğdu).

Bir önemli sorun vardı:

Devlet nasıl örgütlenmeli ve hangi kurumları yaratmalıydı. Bu soruların yanıtı varsa ancak o zaman Kemalizm’in bütünselliği doğabilirdi. Bu soruna Kemalizm, iki ana “kurumlaşma süreci” ile çözüm getirmiştir:

A. Nesnel kurumlar:

1. Devlet vatanın doğal varlığını tanımalıydı. Bunun için ilk iş olarak 25 Nisan 1926 günü
3517 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile “Merkezi İstatistik Teşkilatı”nı kuruldu.
Osmanlı Devleti, ülkemize ne ka­dar yağmur yağdığını, akarsularımızdan yılda
kaç milyon metreküp su akıp gittiğini ve en düşük ya da en yüksek ısının nasıl değişime uğradığını merak etmeyen, buna gereksi­nim duymayan devletti.

2. Devlet Etibank, Sümerbank’ı kurarak sahip olduğu vatanın doğa varlığını tanımları, bilmeli ve üretime nasıl dönüştürüleceğini hesaplamalıydı. (Osmanlı kendi ülkesini tanımayan devletti)

3. İller Bankası kurulmalı yerel yönetimlerin (yol, içme suyu gibi) altyapı yatırımlarını
milli tasarrufla finanse etmeliydi.

Bu üç temel kuruluş ancak genç kuşakların bilgi ve kültür donanıyla yaşayabilirdi. O halde

Kemalizm;

B. Kendi kültürünü yaratmalıydı.

1. Ulus kendi tarihini bilmeliydi: Türk Tarih Kurumu kuruldu.

2. Ulus Osmanlı’nın yasakladığı öz Türkçesini öğrenmeliydi:
    Türk Dil Kurumu bu amaçla kuruldu.

3. Gençler bir araya gelebilmeli, Anadolu kültürünü, sanatını folklorunu tanımalı, öğrenmeli geliştirmeliydi. Halkevleri bu amaçla kuruldu. Halkın okulu olmalıydılar.

4. Kırsal alan gençleri, sanayinin temel nesnelerini tanımalı, onu kullanmalı ve
üç boyutlu yapıya dönüştürürken okul denilen o yapı içinde öğrenim görmeliydi.
Kırsal alanın feodal yapıdan kurtularak sanayi toplumuna dönüşümü ancak böyle sağlanabilecekti. Köy Enstitüleri bu amaçla kuruldu.

Ne yazık ki bu kurumlar ihanet çemberinde yok edildiler.
Kemalizm’in özü ve özeti budur. Ve bu bütünsellik sayesinde:

1. Bütçe dış açık vermiyordu.

2. Enflasyon söz konusu değildi.
Enflasyona yer vermeyen ekonomi yaratılmıştı.
O halde yaratılan ekonomi enflasyonun da çözümüydü.

3. Yatırımların finansmanı milli tasarrufla sağlandığı için, dış ticaret açığı söz konusu olmuyor ve o sayede 1 ABD doları 1.20 TL’de değerini koruyordu. TL olan milli paranın gücü, onuru ve uluslararası geçerliliği üst düzeydeydi, şimdiki gibi ayaklar altına düşmemişti. Yani ekonomi emperyalizme karşı kendisini koruyabiliyordu. KİT’ler
(Kamu İktisadi Kuruluşları) bu amaçla yaratıldı. (AKP tarafında yok pahasına satıldılar).

Görülüyor ki; Kemalist devrimlerin yeryüzünde benzeri olmayan bir özelliği vardı.
Teorisi, uygulaması kendi kültürünü ve o kültürün kurumlarını yaratarak evrim içinde gerçekleştirilmişti. Oysa Fransa’daki devrimde giyotinler işleyerek; Sovyet Rusya’da karşı çıkanlar Çar ailesi dahil yaşamlarını yitirerek gerçekleştirildi.

  • Kemalist devrimlerde gözyaşı dökülmemiştir; tarihin ilk insancıl devrimidir.

Mustafa Kemal‘in kurduğu yeni devletin esası iktisat programın­dan çıkacaksa,
önce doğa varlığını tanımak ve sanayileşme sürecine adım atmak gere­keceğini belirtmiştik. O nedenle, 1925-1927 döneminde Sovyet Rusya’dan tarım uzman­ları
davet edilerek “Türkiye’nin Zirai Bünyesi” 860 sayfa tutarında bir yapıt ile ortaya çıkarıldı. Örneğin, 1951 yılında kitap olarak basılarak dağıtımı sağlanan bu çalışmanın 557’inci sayfasında haşhaşın morfin, kodein, tebain ve papaverin oranlarının ne düzeyde olduğunu aşağıda çizelgede görmekteyiz:

Morfin            Kodein         Tebain         Papaverin
Türkiye        %10.0-28.0   %0.2-0.8       %0.2-0.5     %05-1.0
Hindistan     % 4.6- 8.9     %0.5-4.0       –                  –
Çin              % 4.3- 11.2    %0.06-0.18  %0.7-0.9     %0.3-0.8
İran             %10.4-10.8    %0.29-.57    –
Yugoslavya %10.0-16.0    %0.46          –                   –

Çizelgenin sonunda “Türkiye’de haşhaş bitkisindeki morfin miktarının öbür ülkeleri
pek geride bıraktığı” yazılıdır. Bu bilgiye şunun için değinmeye gereksinim duymaktayım: Çünkü alkoloid projesi, afyon ekimini sağlık sektörüne katkıda bulu­nacak yatırım projesinin temel girdisi olmasını ön görülmüştü. Mustafa Kemal Atatürk, yaşamını
erken yitirip aramızdan ayrılmasaydı bu sanayi da­lındaki yatırım kesinlikle gerçekleşir
ve Türkiye’miz, afyonu tıp dünyasına sun­muş olurdu.

1924 yılında dünya afyon üretimi 8600 ton olarak tahmin edilmekteydi. Alkoloid için
afyon istemi ise yalnızca  370 ton idi ve Türkiye bunun %61’ini karşılayacak bir
yatırım projesine Mustafa Kemal sayesinde 2. Sanayi Planı’nda kavuşmuştu.

Sanayi planlarına alınan yatırım projelerine ilişkin fizibilite he­sapları bilimsel açıdan
üst düzeydedir. Örneğin alkoloid yatırım projesinde yılda 120 ton afyonun işlenerek
12 ton baz morfin üretilmesi öngörülmüştü. 120 ton afyo­nun dış satımıyla 944 000 TL
gelir sağlamak yerine onu alkoloid türevlerine dönüştüren yatırım projesiyle 1 454 000 TL dışalım geliri sağlanacağı yapılan hesapların sonucuydu. Ne yazık ki, bu yatırım projesi unutuldu.

İkinci Sanayi Planı‘nda bir önemli yatırım projesinin de linyit ya antrasitten
sentetik benzin üretimi tasarımıydı. Çok önceleri Batı dünyasında kömürden
sentetik benzin üretimi düşünülmekteydi ve fakat buna ilişkin teknoloji ancak Almanya’da 1930’lu yıllarda keşfedildi. 2. Sanayi Planı’na böylesi bir yatırım projesinin fizibilite hesapları yapılarak 1935 yılında girdiğini görüyoruz. İki seçenek incelenmişti. 1 kg linyit
ya da antrasit kömürünün fiyatı X ise üretilecek sentetik benzinin,

1. Antrasit kömür katranından üretilen benzinin litre fiyatı F:
F=7.04+(0.113 X+0.113)/n

2. Linyit kömüründen üretilecek benzinin litre fiyatı:
F=7.22+1.15 X bulunmuştu.

Antrasit kömüründe katran oranının n=%8’den az olması durumunda linyitten üreti­len benzinin daha ekonomik olacağı anlaşılmıştı. Linyit kömürünün birim fiyatı X=4 ku­ruş olduğu için üretilecek sentetik benzinin litre fiyatı 11.83 kuruş olarak bulunmuş,
dış alım fiyatının 3 katı olduğu görülerek Sanayi Planı’na alınmamasına karar verilir­ken, Mustafa Kemal’in karşı çıkması ile Plana alınmıştı.

Mustafa Kemal’e göre:

İktisat meselesinden ziyade milli müdafaa mevzuu önemli idi.
2. Sanayi Planı’nı (1935) İktisat Bakanı Celal Bayar, Meclis’e sunarak savunmuş olmasına karşı 1950 yılında Cumhurbaşkanı olduğunda 2. Sanayi Planı’nda savunduğu yatı­rım projelerinden hiçbirini anımsamamıştır.

Mustafa Kemal Atatürk, İzmir’de İktisat Kongresi’nin açılış konuşmasında
sözünü (1923) ettiğimiz İktisat Programı’nın temel ilkelerini şöyle özetlemişti:

  • İstiklal-i tam için şu düstur var: Hakimiyet-i Milliye, hakimiyeti iktisadiye ile
    tersim edilmelidir. Yegâne kuvvet, en kuvvetli temel iktisadiyattır. Siyasi ve askeri muzafferiyetler ne kadar büyük olursa olsun, iktisadi zaferle tetviç edilmedikçe (taçlanmadıkça) semere, netice payidar (sürekli) olamaz. Bugünün devlet ve siyaset adamları O’nun bu sözünü anımsayarak uygulamaya çalış­salardı şimdiki sorunların hiçbirini yaşamazdık.

Bugün Mustafa Kemal’in okullarında yetişenlerin Mustafa Kemal Atatürk’e ve onun devrimlerine sahiplenmeleri bir yana karşı çıkmaları ve yadsımaları hangi sözcükle açıklanabilir?

İhanet sözcüğüyle!

R.T. Erdoğan eğer sadrazam olsaydı, kim bilir hangi padişahın eteğini öpecekti.
Eğer Köy Enstitüleri ve Halkevleri yok edilmeseydi gelişen kültür düzeyinde

R.T. Erdoğan gibi cahil biri başbakan olabilir miydi?

Ve ABD’nin Dışişleri Bakanı John Kerry sağ eli göğsünün üzerinde Anıtkabir’de
saygı duruşundayken, bir başbakan “sap gibi duruyorlar” diyebilir miydi?

Kraliçe Elizabeth, Anıtkabir özel defterine;

  • “Modern tarihin büyük şahsiyetlerinden biri olan Mustafa Kemal Atatürk’e
    saygılarımı sunmak benim için büyük bir onurdur.”

diye yazarken, AKP iktidarı tarih kitaplarından Mustafa Kemal’in adını silecek kadar küçülebilir miydi? Hayır! AKP gibi bir siyasal parti zaten kurulmaz,
kurulsa da toplumun kültür düzeyi, ona iktidar kapısını açmazdı.

Ülkemizde kimileri var ki, onlar, kendilerine bugünkü olanakları yaratan devlet ve
siyaset adamlarımızdan İsmet İnönü ve Mustafa Kemal Atatürk’e neden karşılar,
bu şizofrenik davranışı sosyal psikoloji uzmanları analiz etmeli ve tedavi çarelerini aramalıdırlar. Eğer olay siyasal amaç ve art niyet ürünü değil de, patolojik ise.
Türk ulusu sosyal patoloji uzmanlarına gereksinimi olduğunu kabul ederek buna
çare bulursa kendisini esenliğe kavuşturabilir.

O zaman haklı olarak “ne mutlu Türk” olduğumuzu söylediğimizde buna hiç kimse
karşı çıkmaz ve hiç kimse annesinden alacağı kültür ve terbiye gereği Milliyetçiliği
ayak altına alacağını söyleyecek kadar küçülemezdi.. Kültür erozyonuna çare bulmak başta gelen sorunumuz olsa gerek. (7 Mart 2013)

Dr. Ali Nejat Ölçen

AKP’nin 4. Yargı Paketi Boş Umut Paketi

Dostlar,

AKP oyalamayı sürdürüyor.

4. Yargı Paketi de nafile..

Büyük olasılıkla, mavi boncuk makyajı, tutuklu KCK sanıklarının serbest kalmasına dönük. BDP ile Başkanlık pazarlığının üvertürü..

Silivri vd. tutsakevlerindeki yurtseverlere yeşil ışık yok..

Onlar, daha büyük soncul (nihai) pazarlığın kozu olarak rehin tutulmaya
devam edecekler..

Çok yazık..

Ankara Barosu Başkanı’nın konuya ilişkin görüşleri aşağıda.

Sevgi ve saygı ile.
10.3.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==========================================.

Boş Umut Paketi

Ankara_Barosu_logosu

Prof. Dr. Metin Feyzioğlu
Ankara Barosu Başkanı

Prof. Feyzioğlu, AKP’nin yeni düzenlemesiyle kimsenin tahliye olamayacağını söyledi:

* Ankara Barosu Başkanı Prof. Dr. Metin Feyzioğlu, AKP’nin 4. yargı paketinde düşünce özgürlüğü açısından çok önemli bir değişiklik olmadığına işaret ederek;

“Paket paket umut dağıtıyorlar ama içi boş.” değerlendirmesini yaptı.
Ergenekon ve KCK davalarında tahliye “umudunun” pompalandığı 4. yargı paketine ilişkin Ankara Barosu Başkanı Prof. Dr. Metin Feyzioğlu,

“Paket paket umut dağıtılıyor. Ama içi boş” yorumunu yaptı.
Feyzioğlu, KCK ve Ergenekon davalarından bu paketle hiç kimsenin çıkmasının mümkün olmadığını vurguladı.

BDP milletvekillerinin İmralı görüşmesi öncesi Meclis’e sevk edileceği açıklanmasına karşın görüşmelerin ardından “askıya” alınan 4. yargı paketi beklentileri karşılamadığı gibi, yeni suç tanımlarını da getirdi. Paketi değerlendiren Ankara Barosu Başkanı Prof. Dr. Metin Feyzioğlu, düşünce özgürlüğü açısından
çok önemli bir değişiklik olmadığına işaret ederek “Örgüt propandasına ilişkin
belki bir iyileştirme var. Ama bugün temel haklardan, insan haklarından maalesef nasibini almamış bir uygulamanın önüne çok daha net, somut hükümler koymak gerekiyor ki, düşünce özgürlüğünü sağlamak mümkün olsun.” değerlendirmesini yaptı.

Ergenekon ve KCK gibi davalarda herhangi olumlu hava doğurmasının
mümkün görünmediğini anlatan Prof. Dr. Feyzioğlu, 4. yargı paketini
“Düşünce özgürlüğü açısından büyük bir hayal kırıklığı” olarak nitelendirdi. Feyzioğlu, artık “paket paket umut” dağıtıldığını belirtirken “Ama içleri boş” dedi.
Pratik faydası olacak birkaç hükmün pakette bulunduğunu söyleyen Feyzioğlu, onları da şöyle açıkladı:“İdarede (İdari Yargıda) açılan tam yargı davalarında davanın parça parça açılmasına izin veren bir düzenleme gelmiş. Oldukça faydalı olacak. Tam yargı davası idari yargıda açılan tazminat davasıdır. İdari yargıda açtığınız tazminat davalarında tazminat talebinizi tek seferde dile getirmek zorundasın, yani önce pilot dava açıp ondan sonra gelen bilirkişi raporuna göre kalanını talep edemiyordunuz. Önce pilot dava açmak, ardından o davada gelişen duruma göre zararın kalan kısmını talep etmek mümkün olacak, bu önemli hak kayıplarını önleyecek düzenleme.”
(9.3.13, Cumhuriyet portalı)

İstatistiklerle Kadın 2012 Araştırması


Dostlar
,

Kadın-erkek eşitliği bağlamında TÜİK‘in verilerini aşağıda sunalım.

Ancak TÜİK güven vermiyor..

2012 sonunda nüfusu 75 milyon 724 bin olarak vermişti.

Bu çalışmada ise 75 627 384..

Bu çelişkiler, tutarsızlıklar kabul edilemez..

Kaldı ki, Türkiye nüfusu 80 milyonu aşkındır ve “her ne hikmetse” (!?) TÜİK % 10 dolayında eksik nüfus bildirmekte..

TÜİK‘in bu bağlamda sıkı bir eleştirisine aşağıdaki yazımızda yer vermiştik.

TÜİK’in Tehlikeli Hataları.. Başbakan da Yanıltılıyor..

Unutulmasın; kadın-erkek eşitliği ancak laik-demokratik bir sosyal hukuk devletinde gerçekleştirilebilir.

Herhangi bir şeriata dayalı rejimlerde asla.. Örnekler ortada.. ;

S. Arabistan, Afganistan, Irak’lı kadınların ABD askerieri ile yatmasını önerecek denli zıvanadan çıkan Vahabi bir müftü… ve daha niceleri..

Kadın arkadaşlarımızın ATATÜRK DEVRİMLERİ‘ne herkesten ama herkesten
daha çok sahip çıkması gerekiyor..

Sevgi ve saygı ile.
10.3.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==============================================

İstatistiklerle Türk kadını

TÜİK, İstatistiklerle Kadın 2012 Araştırması’nın sonuçlarını açıkladı.
İstatistiklerle Kadın 2012 Araştırması“na göre, işsizlik oranı, kadınlarda % 10,8 düzeyinde. 15-24 yaş dilimindeki kadınlarda işsizlik oranı % 19,9’a çıkıyor.
Kadın nüfus, Türkiye nüfusunun % 49,8’ini oluşturuyor.
Türkiye’nin 75 627 384 olan nüfusunda kadınların sayısı 37 671 000.

Kadın nüfusun % 24,4’nü 0-14, % 16,3’ünü 15-24, % 31’ini 25-44, % 19,8’ini 45-64,
% 8,5’ini 65 ve daha yukarı yaş dilimi oluşturuyor.

Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi 2012 sonuçlarına göre,
Türkiye’de 30,1 olan ortanca yaş, kadınlar için 30,6, erkekler için 29,5.

Kadın nüfusun doğuşta beklenen yaşam süresi (E0) erkek nüfustan daha yüksek düzeyde.

Doğuşta beklenen yaşam süresinin 2013 yılında kadınlar için 79,2, erkekler için 74,7 yıl olacağı kestiriliyor. Düzenli olarak artan doğuşta beklenen yaşam süresinin
2023’te kadınlar için 80,2, erkekler için ise 75,8 yıla çıkması öngörülüyor.

Kadınlar daha küçük yaşta evleniyor

İlk evliliğini 2011 yılında yapmış kadınların ortanca ilk evlenme yaşı 23,3 iken,
bu yaş erkeklerde 26,6’ya çıkıyor.

Boşanma verilerine bakıldığında 2011 yılında 120 bin 117 çiftin boşandığı görülüyor. Boşanma nedenlerine bakıldığında, eşlerin sorumsuz ve ilgisiz davranması
% 26,6’lık oranla ilk sırada geliyor. Bu nedeni sırasıyla % 23,4’le öbür nedenler,
% 20,8’le şiddet ve %16,8’le aldatma izliyor.

Evli çiftlerin ilk evlilikleri göz önüne alındığında, çiftlerin % 93,7’sinin hem resmi
hem de dinsel nikahla, % 3’ünün ise yalnızca dinsel nikahla evlendiği görülüyor.
Akraba evliliği yapanların oranı % 23,3, görücü usulüyle,
kendi görüşü sorulmadan aile kararıyla evlenenlerin oranı ise % 9,4.

Eğitim düzeyine göre okullaşma oranlarında kadın ve erkekler arasında önemli fark gözlenmiyor. Okuryazarlık oranı kadınlarda % 92,2 iken, erkeklerde % 98,3‘ü buluyor. 2011-12 öğretim yılında ilköğretimde okullaşma oranı kadınlarda % 98,6, erkeklerde
% 98,8, ortaöğretimde okullaşma oranı kadınlarda % 66,1, erkeklerde % 68,5, yükseköğrenimde okullaşma oranı kadınlarda % 35,4, erkeklerde % 35,6.

Kadınlar tütün ve tütün ürünlerini bırakmayı erkeklerden daha çok deniyor.

Tütün ve tütün ürünü kullananlar içinde bunları bırakmayı deneyen kadınların oranı
% 44,9’a çıkarken, erkeklerde bu oran % 41,8’de kalıyor.

Memnuniyet oranı % 70

Araştırmaya göre, çalışan kadınların yaklaşık üçte biri ücretsiz aile işçisi.

İşgücüne katılım oranı, 2012’de kadınlarda % 29,5 iken, erkeklerde % 71.
İstihdam edilen kadın nüfus oranı % 26,3’te kalırken, erkek nüfus oranı % 65’e çıkıyor.

Ücretli veya gündelikçi olarak çalışan kadınların oranı %54,3 iken, kendi hesabına çalışan kadınların oranı % 10,8. Ücretli veya gündelikli olarak çalışan erkeklerin oranı %66,5, kendi hesabına çalışan erkeklerin oranı ise % 22,3 ile kadınları geride bırakıyor.

İşsizlik oranı, kadınlarda %10,8, erkeklerde ise % 8,5. 15-24 yaş dilimindeki
genç nüfusta işsizlik oranı ise kadınlar için % 19,9’a, erkeklerde ise % 16,3’e yükseliyor.

Çalışan kadınların % 70,1’i, erkeklerin ise yüzde 71,2’si çalıştığı işten hoşnut (memnun) olduğunu belirtiyor.

0-5 yaş diliminde çocukların yaşadığı hanelerde çocuk bakımını % 89,6 oranında anneler, %1,5’ini babalar üstleniyor. Çocukların % 2,4’ünün bakımı kreşlerde  sağlanıyor.

Kadınlar siyasette geride

Kadınlar siyasal alana erkeklere göre çok daha az katılım sağlıyor.

TBMM’ndeki kadın milletvekili oranı 1935’te % 4,5 iken, 2012’de % 14,4’e yükseldi. Kadın bakan sayısı ise 1. (AA, 8 Mart 2013)

Türkiye krizi derinde yaşıyor

Dostlar,

Türkiye’nin yakıcı gündemi malum..

“İmralı” (!?), Kürt sorunu.., PKK’lı katillerin yargılanmadan yurtdışına çıkması,
koskoca Türk devletinin PKK elindeki tutsakları (rehinleri) 1 yıla varan süredir kurtaramaması.. sözde “yeni anayasa..” ve RT Erdoğan‘ın başkanlık / yarıbaşkanlık projesi üzerinden tek adam yönetimine sürüklenme..

Bir dizi tuzak ve retorik söylem kuşatması.

Halkın kafasını karıştırma ve bulanık suda alaturka politika.

Oysa derinden derine ülkemizin ekonomik bunalımı boyutlanarak sürüyor..

Öylesine hastalıklı bir ekonomik yapı çatılmış ki, içinden çıkılamıyor.

Ve bu tablo elbette içte ve dışta bağımsızlık sorunu dayatıyor.

Ekonomisi hasta ve dışa bağlı bir ülke, ulus egemenliğine dayalı bağımsız politikalar izleyebilir mi?

Bizi asıl ürküten ve korkutan tablo budur.
AKP hükümetinin izlediği, halkımıza dayattığı sözde “açılım” politikaları,
bir bakıma ekonomideki vahim durumun türevidir, sonucudur.
Bu tümceyi, söz konusu AKP politikalarını aklama ya da meşulaştırma bağlamında kurmuyoruz. Bir kısır döngüye işaret etmek istiyoruz.

Ekonomide alarm çanları çaldığını ülkenin en yetkin ekonomistleri vurguluyor.
Prof. Boratav, Prof. Kuruç ve Prof. Yeldan..

Bu yetkin hocaların değerlendirmeleri aşağıda..

TBMM’deki muhalefetin ve sivil toplum örgütlerinin bu kritik sorunsalı
gözden kaçırmamaları gerekiyor..

Sevgi ve saygı ile.
27.2.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

================================

Türkiye krizi derinde yaşıyor..

“Ekonomi iyiye gidiyor” söylemlerine karşın, borçlanma oranlarının büyümesiyle 2014’te Türkiye’nin ekonomik sıkıntıyı daha fazla hissedeceği belirtiliyor.
Prof. Boratav ve Prof. Yeldan, işsizlikteki artışın yanı sıra
yabancı sermayenin getirdiğinden fazla götürdüğünü belirtiyor.
“Türkiye ekonomisi iyiye gidiyor” söylemlerine karşın, borçlanma oranlarının büyümesiyle 2014’te ülkemizin ekonomik sıkıntıyı daha fazla hissedeceği belirtiliyor. İşsizlikteki artışın yanı sıra yabancı sermayenin getirdiğinden fazla götürdüğünü belirten ekonomistler, Türkiye’nin krizi derinden yaşadığını vurguluyor.

Emekli Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Bilsay KuruçTürkiye’de kriz tohumunun yeşerdiğini, büyüme hızı düşmesine karşın
cari açığın azalmadığını söyledi. Uygulanan politikalarla Türkiye’nin dış kaynağa bağımlı olduğunu belirten Kuruç, “Dış kaynak girişine bağlı olan zincir kırıldığı zaman kriz ve sıkıntı ortaya çıkacak. İlk olarak iş dünyası bu sıkıntıyı hissedecek. Bu durum 2013 sonu ve 2014’te daha net ortaya çıkacak.
Şu anda sıkıntı bankalara yansımadı. Şirketlerin borçluluğu büyüdükçe
bu durum bankalara yansıyacak ve sıkıntıya girecekler. ”
 dedi.

Dolaylı vergilerle halkın cebinden alınanların sınıra geldiğini, tek kaynak olarak özelleştirmelerin görüldüğünü belirten Kuruç, “Birkaç yıldır Türkiye’de kriz tohumu var. Tüketici kredilerinin artması, halkın gelecekteki gelirlerine ait ödeme vaadi kriz tohumunu yeşertiyor. Halkın bütçesindeki deliğin büyümesi ve ödeyememe ihtimali bankaları sıkıntıya sokacaktır.” diye konuştu.

(Cumhuriyet, 24 Şubat 2013)

18 Şubat 2013; Silivri Zulümhanesi önünde halka reva görülenler..

Dostlar,

Silivri’de son durum!

Silivri’de olağanüstü hal ilan edildi. İki gün önceden başlayan duruşma hazırlıkları sabah saatlerinde cezaevi önüne sevk edilen yüzlerce jandarma ve takviye polis ekipleriyle zirveye çıktı. Cezaevi önünde neredeyse kişi başına 3 güvenlik görevlisi vardı.
Cezaevi adeta barikatlarla abluka altına alındı. Yollar kapatıldı. TEM otoyolundan araç geçişlerine izin verilmedi. Salona girmek isteyen yurttaşlara basıçlı suyla müdahale edildi. İçine toprak karıştırıldığı öne sürülen basınçlı su nedeniyle birçok yurttaş yaralandı. Duruşmada Eski Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner ve eski
Kuvvet Komutanlarının da bulunduğu çok önemli tanıklar vardı. Savcı mütalaasını sunmadı, tahliye istemlerini reddeden mahkeme, duruşmayı 11 Mart’a erteledi.
(http://www.ulusalkanal.com.tr/gundem/silivride-son-durum-h9075.html, 18.2.13)

18 Şubat 2013; Silivri Zulümhanesi önünde halka reva görülenler..
(Fotoğraflar Ulusal Kanal web sitesinden alınmıştır..)

  • Olup bitenler tam bir faşist rejim görünümü..

AKP iktidarında artık korkudan ateş bacayı sarmış..

13 Aralık 2012 çıkarmasında yüz bini aşkın yurtsever oradaydı..

Artık halk bu davaya el koymuştur.

5 yıla varan bir süredir devam eden sözde Ergenekon davası 276. duruşmasında ve yüzlerce yurttaş yıllardır tutuklu.. Hala savcının esas hakkında görüşü ortada yok.

Eski Genelkurmay Başkanı ve 4 Kuvvet Komutanının tanıklık istemlerini mahkeme panik içinde, genelgeçer gerekçelerle alelacele reddediyor. Ceza Muhakemeleri Yasası‘nın açık kuralları çiğneniyor.. Avukatların aktarımına göre, mahkeme salonunda hazır bulundurulan tanıkların dinlenmesi gerekirken, bu 4-5 orgenerali mahkeme dinleme lütfunda bulunmuyor. Aslında artık kendi ayaklarına sıkmaktalar..

Ateş bacayı sarmıştır.. Bu tertip gümbür gümbür çökmek üzeredir.

RT Erdoğan‘ın E. Org. Ergun Saygun Paşa‘ya ziyaretinin nasıl bir takiyye olduğunu
artık cümle alem görüyor.. Sular ısınıyor..

Sevgi ve saygı ile.
18.2.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

 

 

Panele çağrı : DÜNYADAKİ GELİŞMELER IŞIĞINDA TÜRKİYE EKONOMİSİ

Dostlar,

Bir önemli panel çağrısını duyuralım..

Bir yığın gündem oyunu içinde asıl nazik karnımız ya da Aşil topuğumuz
gözden kaçırılmakta..

AKP iktidarı ve Başbakan RT Erdoğan çok iyi biliyor ki, sözde YENİ ANAYASAYI = BÖLÜNME ve BAŞKANLIK ANAYASASI‘nı geçiremezlerde 2001 benzeri hatta
daha beteri bir ekonomik bunalım ile alaşağı edilecekler ve bu kez gelecek
“2. Kemal Derviş” 15 günde 15 yasa ile de yetinmeyecek.. Olağanüstü konjonktürde YENİ ANAYASA = BÖLÜNME ANAYASASI dayatılacak ekonomik çöküntüden ölmeden kurtarılmak için..

Bu arada,

İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi MezunlarıCemiyeti Ankara Şubesi

de yeni yönetimi ile atakta.. Kutlar ve sürmesini dileriz..
Nihan Fila ve arkadşlarına teşekkürlerimizle..

Sevgi ve saygı ile.
15.2.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

======================================

İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi MezunlarıCemiyeti Ankara Şubesi‘nin düzenlediği panele katılımınızı rica ederiz.

Konu : DÜNYADAKİ GELİŞMELER IŞIĞINDA TÜRKİYE EKONOMİSİ
            16 Şubat 2013, saat 14.30
             Konur sokak 36/8 Kızılay
             İFMC Ankara
             İktisatlılar evi  tel; 418 65 36
Panel  Başkanı: Dr. İmren  Aykut
Panelistler         Prof. Erdinç Tokgöz
                           Prof. Emin Çarıkçı
                           Prof. Oğuz Oyan
                           Dr. Biltekin Özdemir

E. Org. Hurşit TOLON : NEDEN TUTUKLANDIM ??

Dostlar,

Aşağıdaki yazı tam bir trajedi..

İnsan hücrelerine dek utanıyor, acı duyuyor..

Türkiye, kendisinin emekli Ordu komutanına nasıl böyle bir komplo ya da tuzak kurabilir?

Ülkemizde kimlerdir bu entrikaları tertip edenler?

Devlet neden bunları engellemez de kendi evlatlarını vicdansızca kurban verir??

Tarih elbet çıplak gerçekleri yazacaktır; üstelik çok geçmeden.
Sorumluluğu da elbet, kökü dışarıda iftiranın ağırlığından geri kalmayacaktır.

  • Devleti; Devlet gibi davranmaya çağırıyoruz..

Bu enkaz, kurgulayanları da ezer, unutulmasın..

Sevgi ve saygı ile.
23.1.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=============================================

 
E. Org. Hurşit TOLON : NEDEN TUTUKLANDIM ??

Hurşit Tolon neden tutuklandığını YURT’a anlattı..

Zirve Yayınevi davasından da tutuklanan emekli Orgeneral Tolon,
karara yönelik “TSK’nın yargılandığının kabulü” yorumu yaptı.

BARIŞ TERKOĞLU
YURT – 21 Ocak 2013 Pazartesi 09:54

Emekli 1. Ordu Komutanı Orgeneral Hurşit Tolon, geçen cuma günü
Zirve Yayınevi davasında tutuklandı
.

Biri Alman uyruklu üç çalışanın öldürülmesine ilişkin Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davanın ek iddianamesinde Tolon, bir numaralı sanıktı. Tutuklanmasının “TSK’nın yargılandığının kabulü” olduğunu söyleyen Tolon, “Onursuz özgürlüğe şerefli esareti tercih ederim” demişti.

Hurşit Tolon, Zirve Davası’na ilişkin sorularımızı yanıtladı.

Tolon’un sanık olmasının iddianamede iki delili var.

Birincisi Tolon’un cinayet günü Malatya İnönü Üniversitesi’nde
konferans vermesi
.

İkinci delil ise Ordu’dan disiplinsizlik nedeniyle atılan İlker Çınar’ın ifadeleri.

Çınar, TSK’da TUSHAD (Türkiye Ulusal Stratejiler ve Harekât Dairesi)  isminde bir yapılanma olduğunu, bu yapılanmanın başında Hurşit Tolon’un bulunduğunu,
Zirve Yayınevi cinayetlerini bu yapılanmanın gerçekleştirdiğini iddia ediyordu.

1992 yılında TSK’ya giren Çınar, 1993 yılında Ordu’dan atılmış,
ardından Hıristiyan olarak misyonerlik faaliyetlerinde bulunmuştu.

Tolon’a iddianamede yer alan ve tutuklanmasına neden olan iddiaları sorduk.

Olay günü Malatya’da bulunmanızın nedeni nedir?
Malatya’da zamanınızı nasıl geçirdiniz?

İnönü Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu olay tarihinden bir ay kadar önce telefonla arayarak üniversiteye konferans vermek üzere davet etti
(Emeklilik dönemimde 30’a yakın üniversitede konferans vermiştim).

Daha sonra konferansın konusu, tarihi, ulaşım ve konaklama konularında
birkaç telefon görüşmesi yaptık.

Karşılıklı olarak 18 Nisan 2007 tarihi 14.00 olarak konferans zamanını tayin ettik.

Üniversite tarafından gönderilen uçak biletiyle 17 Nisan 2007 akşamı 20.00 dolayında eşimle birlikte tarifeli THY uçağıyla Malatya’ya gittik.

Havaalanında 2. Ordu Komutanı Hasan Iğsız ve Üniversite Rektörü
Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu eşli olarak beni ve eşimi karşıladı.

Birlikte orduevine gittik ve akşam yemeğinde birlikte olduk.

Sabah, Ordu komutanı ve eşiyle kahvaltı ettik.

Daha sonra ben nezaket ziyaretinde bulunmak üzere karargaha gittim.

Öğle yemeğinde rektör ve yardımcılarıylaydık. 14.00’te konferans başladı.
Soru cevap bölümü ile yaklaşık 16.30 civarında sona erdi.

Üniversite kafeteryasına geçildi.

Eşlerimiz ve Ordu komutanının gelişini müteakip, Ordu komutanı ve eşi,
Ordu kurmay başkanı ve eşi, rektör ve eşi ile ben ve eşim akşam yemekteydik.

Yemekten sonra 21.00 civarında Malatya’dan ayrılıp Ankara’ya döndük.

NECDET ÖZEL DE KARŞILADI

Konferansın konusu neydi, misyonerlik bahsi geçti mi?

21. Yüzyılda Kuşatılan Türkiye”. Kesin olarak misyonerlik konusunda
tek bir kelime geçmedi.

Askerlik yaşamınızda misyonerlik ile ilgili bir görev yaptınız mı?

Hayır hiç ilgilenmedim.

Malatya’ya gittiğinizde Hasan Iğsız sizi törenle karşıladı mı?

18 Nisan 2007 sabahı 2. Ordu Komutanlığı Karargahı’na gittiğimde,
Ordu komutanı beni tören mangasıyla karşıladı.

Bu, şahsıma özel bir uygulama olmayıp çok üst rütbelerden emekli olmuş olanların nezaket kuralı olmanın yanında ilk kez ziyaret ettiğimiz bir komutanlıkta
geleneksel bir uygulamadır.

Yazılı bir kural değildir. Gittiğimiz pek çok garnizonda aynı uygulama yapılır.

Ben de aynı şekilde benden büyük orgeneral/oramiral emeklilerini
aynı şekilde karşılardım.

Nitekim emeklilik dönemimde ziyaret ettiğim Ege Ordu Komutanlığı’nda
Necdet Özel beni aynı şekilde karşılamıştı.

YA RASLANTI YA KOMPLO

Siz Malatya’ya 17 Nisan akşamı gittiniz 19 Nisan’da ayrıldınız.
Sanıklar 16 Nisan’da işleyecekleri cinayeti 2 gün erteleyip, 18 Nisan’da gerçekleştirdi. Böylece cinayet ile sizin konferansınız aynı güne denk geldi. Bu çakışma için ne diyorsunuz?

Çakışma için iki şey söylenebilir:

a) Tamamen talihsiz bir rastlantı,

b) Konferans tarihinin üniversite tarafından önceden yayınlanması nedeniyle planlı bir şekilde tehir edilmesi. Bu menfur cinayetlerin tertipçileri daha yüksek seviyede organizatör ise elbette bu da akla gelmektedir.

TSK’da TUSHAD isimli bir yapılanma var mı?
Siz böyle bir oluşumda görev aldınız mı?

TSK’da böyle bir oluşum yoktur. Silahlı Kuvvetler bünyesinde
adı Türkiye olarak başlayan bir alt kuruluş olamaz.

Olmayan bir kuruluşta görev almam söz konusu değildir.

İlker Çınar kimdir? TSK ile ilişkisi ne?

Tanımıyorum “Ergenekon’un Zirvesi” isimli kitapla davaya ilişkin iddianamede öğrendiğim katıksız bir müfteridir.

İddianameden öğrendiğim kadar; 1992 yılında uzman onbaşı olarak
Kara Kuvvetleri Komutanlığı ile sözleşmeli olarak göreve başlamış.

1993 yılında görevli olduğu 10. Zırhlı Tugay’da “mesaiye alkollü geldiği için
14 gün disiplin cezası almış (23 Haziran 1993).

Daha sonra 30 Temmuz 1993’te firar ettiği için 33. Tugay Askeri Mahkemesi’nin
3 Ekim 1993 tarih 1993/871, 1993/421 sayılı kararı ile 5 ay hapis cezası almış.
11 Kasım 1993-10 Şubat 1994 tarihleri arasında cezaevinde. 23 Kasım 1993’te sözleşmesi fesh edilmiş.

28 Temmuz 1997’de yeniden göreve dönme talebi Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nca reddedilmiş.

Dolayısı ile bu müfterinin aslı olmayan TUSHAD isimli bir kuruluşa tugayda-firarda-hapiste geçirdiği 1993 yılında katılması tamamen hayaldir.

Disiplinsizlik nedeniyle TSK’dan ayrılan personelin müracaat ederek tekrar
TSK’ya alınması Özel Kuvvetler Komutanlığı’nda görev yapması mümkün değildir.

Özel Kuvvetler Komutanlığı’na katılmak için müracaatı da yoktur.

Genelkurmay Başkanlığı’ndan yaptığımız talebe verilen 16 Ağustos 2012 tarihli yanıta göre, 23 Kasım 1993 tarihinde 3269 sayılı Uzman Erbaş Kanunu ve Uzman Erbaş Yönetmeliği’nin 13. maddesi gereğince 10. Zırhlı Tugay tarafından sözleşmesi
fesh edilmiştir.

İddianamenin bütününü nasıl değerlendiriyorsunuz?

Hudutsuz hayal gücüne dayalı bir senaryo için tedarik edilmiş, geçmişi çok parlak olmayan bir müfterinin yüklenmiş bilgilerine dayalı hukuk tarihine geçecek özellikte eşsiz bir iftiraname olarak değerlendiriyorum.

http://www.gazetevatanemek.com/, 21.1.13

Çevre ve Enerji..

Dostlar,

ADD Bilim Kurulu Başkanı, Savunma Sanayisi Em. Müsteşarı büyüğümüz
Sayın Prof. Dr. D. Ali Ercan, bu site izleyenlerinin yakından tanıdığı çok seçkin bir Nükleer Fizik uzmanıdır. Geçtiğimiz hafta 11.1.13 günü, bizim katılamadığımız bir panelde (Ankara Barosu salonunda) ÇEVRE ve ENERJİ konusunu eminiz yetkinlkle işlemiştir. Lütfedip, çoook öğretici ve düşündürücü, 7+ MB oylumlu sunumunu bizimle de paylaştı. Kendi takdimi ile bu önemli dosyayı size sunuyoruz.

Takdim yazısında çok önemli iletiler var, aman kaçırmayalım..

Web sitemizin kurgusu en çok 7 MB büyüklükte dosyaları yükleyebiliyor.
O yüzden, “birlikte” epey kısaltmak ve sadeleştirmek zorunda kaldık….

Enerji_ve Cevre_Ali_Ercan

Teşekkürler Sayın Prof. Ercan..

Bu panelin bir başka ve belki de temel iletisi, ülkenin asıl gündemlerine
dikkat çekmek.. Ne denli yoz ve yapay gündemlerle oyalanıyoruz değil mi?
Bildğimiz kadar, 2012’de ülkemiz enerji için yaklaşık 50+ milyar $ harcama yaptı. Büyük ölçüde dışa bağımlı ve kaynak olarak da çok çeşitlendirilmemiş.

Ülkemizin enerji alanında da köklü ve ulusal temelli, bağımsızlık eksenli politikalara gereksinimi var.

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 19.1.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==================================

Değerli arkadaşlar,

Dün (11.1.13) Ankara Barosu salonundaki Enerji ve Çevre” konulu panelde sunduğum yansılardan birini sizlerle de paylaşmak isterim. Bu yansıda nüfusu
30 milyon üzerinde olan 40 kadar ülkenin kurulu elektrik güçlerine (GW) karşılık Gayri Safi Milli Gelirleri (milyar $) gösteriliyor.

Grafikteki Fransa-Almanya-Japonya-ABD çizgisinin altında kalan ülkelerin ellerindeki enerji potansiyelini aynı ölçüde verimli kullanamadıkları açıkça görülüyor. Örneğin, Çin, İngiltere, Rusya ve Hindistan … örneğin, Türkiye (kırmızı kare) eldeki enerji potansiyelini ancak yarı yarıya değerlendiriyor veya yarısını, kötü kullanımdan dolayı, israf ediyor.
  • Hiçbir yeni potansiyel yaratmadan elde olan kurulu  (~50 GW) güçle ve Almanların, Japonların enerji kullanım disiplinini uygulayarak Ulusal Gelir
    tam iki katına çıkarılabilir..
  • Dolayısıyla ne termik, ne nükleer, ne de hidroelektrik..
    yeni santrallara gereksinimimiz yoktur.
“Enerji talebi büyüyor, Yeni Santrallar gerekli” uydurmalarıyla, dereler üzerine mini-HES’ler inşa eden, acımasız doğa yıkımı karşılığı büyük kazanç sağlayan vurguncu tayfasına karşı mücadele etmek her yurttaşın öncelikli görevidir.
  • Unutmayalım, ne Dünya’da ne de Türkiye’de Enerji sorunu yoktur.
Yaratılan “yapay sorunlar” büyük küresel enerji şirketlerinin ve onların
yurt içindeki hempalarının kazançlarını ençok kılmak (maksimize etmek) taktiklerinin sonucudur.
Saygılarımla.æ
Satır içi resim 1
 
Ülkelerin GNP (milyar dolar) / Kurulu Güç (GW) grafiği (Kırmızı kare Türkiye)

Vaginofobi..

Prof. Dr. SELÇUK EREZ


www.selcukerez.com  

Vaginofobi

Oğlunun vajinadan, yani kadın dölyolundan, sadece gerçeğinden değil, resminden ve hatta sözünden bile korktuğunu, duyduğunda çok irkildiğini, ipe sapa gelmez sözler söylemeye başladığını anlatan bir okurumuz bize soruyor:

– Bu zamanla geçer mi?

Sayın okurum, bu, genç yaşlarda giderilmesi gereken bir sapkınlıktır.
Vaginofobi, bir psikologun yardımıyla giderilmezse oğlunuz evlendiğinde ve sonraki yaşamında çok sıkıntı çeker. İleride kürsü dokunulmazlığı ile donatılsa bile bu illetten kurtulamaz.

Açıklayalım: Ülkemizin birçok yerinde gerdek gününde gelinle damat bir araya geldikten sonra damat pencereye çıkıp havaya ateş eder ve kanlı çarşafı sağdıçlarına vererek gelinin bakireliğini belgeler.

Çoğu kez kızın bakire olmamasından değil, her ikisinin gerginliğinden
ya da damadın vaginofobisi yüzünden çaputu, çarşafı renkleyemezler…
İşin uzaması felakettir; sağdıçlar komşuda, köy halkı sokakta boşuna bekler.

O zaman ne olur?

Mahmut Makal’ın “Bizim Köy”ü‘nde vardır: Damadın babası gider oğlanı alır, köyün imamına götürür ve okutur… Buna rağmen sonuç alınmazsa?

Birkaç yıl önce gazetelerde okumuştuk: “Konya’nın bir ilçesinde 3 gün 3 gece düğün yapılmıştı… Evlendiği amca kızıydı… 23 yaşındaki damat gerdeğe girdi Sabaha karşı pompalı tüfekle intihar etti.”

Okurumuz bu bozukluğun nedenini de sormuş:

– Bu sıkıntı bende de vardı acaba kalıtımsal mıdır?

– Biyolojik anlamda kalıtımsal değildir ama sosyal nedenlerle oluştuğundan,
belli saplantılar aşılmadıkça geçmez, kuşaktan kuşağa sürer: ABD de Bush’çuların partisi, Kandehar’da Taliban, yani yeryüzünün tutucuları, yobazları, kadınların giderek bilinçlenmesinden, daha fazlasının okumaya başlamasından korkmakta
ve onları baskılayarak, korkutarak bu uyanışı engellemeye çalışmaktadır.

Kürtajı yasaklamaya kalkmaları da kadına ait olması gereken bir hakkı,
yasa ile onun elinden almaya çalışarak onu ürkütme girişiminden başka bir şey değildir.

  • Aslında vajinadan değil, kadınların uyanmaya,
    boyunduruklarını kırmaya başlamış olmalarından korkmaktadırlar!

Bu kusur oğlunuza geçmiş, pek yazık! Hiç olmazsa torununuzu kurtarmak istiyorsanız, kendi eşinizi, kızınızı baskılamaktan hemen şimdi vazgeçin,
onların her bakımdan sizinle ve oğullarınızla eş düzeyde insanlar olduklarını
kabul edin ve bu kabullenişinizi, dört bir yana gazete ilanları ve havai fişekler eşliğinde anonslarla hemen duyurun! (Cumhuriyet Pazar eki, 6.1.13)

==========================================

Dostlar,

Kadın Hastalıkları ve Doğum hocası Sn. Prof. Dr. Selçuk Erez’den
önemli bir yazı daha..

Usta mizah yeteneğini de katarak konuyu işlemiş.

Sorun aslında çok da ender değil.

Bizim de bir deneyimimiz oldu bu bağlamda.

80’li yılların ortalarında Elazığ’da muayenehanemizde çalışırken akşam saatlerinde düzgün giyimli efendi bir genç gelmiş ve çok sıkılgan tutumlarla, epey süre rahatlatma çabamızdan sonra açılabilmşti. Yeni evliydi, eşiyle birbirlerini seviyorlardı ama 3 gündür ilk cinsel ilişkilerini kuramamışlardı! Oysa aileler “kanlı çarşafı” bekliyorlardı. Ciddi baskıyla kilitlenmişlerdi..

Sorun cinayete dek gidebilirdi!

Bizden bir “çare” umuyordu..

Kol damarından 2 cc kadar kan alarak pıhtılaşmasını engelleyici % 3,8’lik Na sitrat eklemiş (1,6 cc kan + 0,4 cc anti koagülan madde) ve kendisine vermiştik.

Geribildirim de rica etmiştik..

Ertesi gün telefonla teşekkür ediyordu bize..

  • Çocuklarımızın eşitlik içinde cinsel eğitimini aile içinde ve okullarda vermeliyiz.

Sağlıklı cinsel yaşamı olmaksızın insanın dengeli bir yaşam kurması çok güçtür.

  • Toplumsal barışın arkaplanında büyük ölçüde “cinsel doyum” bulunuyor!

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 7.1.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net