Etiket arşivi: kutlu doğum haftası

TUTMAZ..

TUTMAZ..

Ahmet ZORLU
Kayseri Olay Gazetesi,
28 Ağustos 2020

Önce, elde ettiği zaferleri küçük göstermeye, yerine yeni Zaferler uydurmaya çalıştınız, tutmadı, tutmaz.
15 Temmuz gibi, bir soytarıya karşı milletin kararlı duruşunu, kararlı çıkışını bile Kurtuluş Savaşı ile kıyaslamaya kalkıştınız, tutmadı, tutmaz.
O soytarının doğum gününü ‘Kutlu Doğum’ haftası adı altında yıllarca kutladınız, sırf 23 Nisan Ulusal Egemenlik Bayramını unutturalım diye, ama tutmadı, tutmaz.
O Hainin etkinliği için Hatıra Para bastırdınız be, sonra da Ona karşı zafer kazanmış gibi 15 Temmuz için de hatıra para bastırdınız, ama her ikisi de tutmadı, tutmaz.

“Ben Devrimciyim,
Ben Cumhuriyetçiyim,
Ben Atatürkçüyüm,
Ben Türküm,
Ben laikim,
Ben Demokratım”

diyenleri, Fetö Tutması hakimlerin, savcıların, polislerin önüne attınız, yem ettiniz. Kimi öldü, kimi yatalak kaldı, kiminin pırıl pırıl kariyeri yok edildi, ama gönüllerinden, Atatürk’ü silemediniz, silemezsiniz.
Sonra yanına İnönü’yü de ekleyerek, iki ulusal kahramanı “İki Ayyaş” diye nitelendirdiniz, tutmadı, tutmaz.
İçinizdeki deli raporlulara balyoz verdiniz, büstlerine, heykellerine saldırttınız, tutmadı, tutmaz.
Heykellerine put dediniz, sonra gidip kim olduğu bilinmeyen mezar taşlarının başında dilek dileyip, çaput bağladınız, tutmadı, tutmaz.
Tozlu rafları karıştırıp Kut-ül Amare gibi Osmanlıda elde edilen zaferleri ön plana çıkararak 23 Nisan’ı, 29 Ekim’i, 10 Kasım’ı gölgelemeye çalıştınız, tutmadı, tutmaz.
Yıllardır minarelerinde ezan, müze dışı bölümünde namaz kılınan Ayasofya’yı açıyoruz diyerek, ne kadar sarıklı, cübbeli, sakallı, bastonlu varsa topladınız İstanbul’a, Korona hiç gündeme gelmedi. Ama söz konusu 30 Ağustos olunca insanların bir araya gelmesinin yaratacağı virüs tehlikesi aklınızı başınıza getirdi öyle mi?

  • Ayasofya’yı ibadete açtığınız gün Anıtkabir’i ziyarete kapattınız, daha fazlası oraya gitmesin diye, unuttuk mu sanıyorsunuz?
  • Şimdi de 30 Ağustos yasak, Malazgirt kutlaması serbest öyle mi?

Beyler, efendiler kendinize gelin ve artık çıkarın gözünüzdeki at gözlüklerini.
Unutmayın, Tarih bir kez yazılır ve önemli olan o tarihin içinde nasıl yer aldığınız, nerede durduğunuzdur.
Bu toprakları Türk Yurdu, Mazlum Milletlerin sığınağı yapan Alpaslan da bizim, Fatih de. Tabii ki Atatürk de!
Bunlar bu toprakların kaderine hükmetmiş, bu vatan parçasında yaşayan Türk Milletini dünyanın saygını haline getirmişlerdir.
Onun için biz onlara ‘Kahraman’ diyoruz.
Siz ise, bu toprakları İngiliz Gemisi ile terk eden ve İstanbul’u İngilizlere teslim eden Vahdeddin’e sadece “Cennet Mekan” diyebiliyorsunuz. Sanki onu cennete ya da cehenneme gönderecek güç sizdeymiş gibi.
Ondandır, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün doğumunun 100. Yılı 1981’de, bütün dünyada “Atatürk Yılı” olarak kutlanmış, birçok ülkede posta pullarına Gazi’nin resmi basılmıştır o yıl.
Her 23 Nisan’da, her 30 Ağustos’ta, her 29 Ekim’de ve her 10 Kasım’da kiminizin kulağı iltihaplandı, yataklara düştü, kiminizi kaşıntı tuttu, rapor aldınız, kiminiz Yurtdışı programlarını o güne denk getirdi ve bu milletin bu Milli Bayramlarını Kutlamasında yanında olmadınız, olamadınız.

“Keşke Yunan galip gelseydi” diyen fesli deliyi, Atatürk’ün kurduğu kurumun, Diyanet İşleri Başkanlığı koltuğunda oturan zatın ziyaretine bile göz yumdunuz, belki teşvik ettiniz.
Ama gözden kaçırdığınız bir gerçek var ki, aslında biliyor ama bilmezlikten geliyorsunuz;

Vatan ve Bayrak Sevgisi,
Atatürk Sevgisi,
Cumhuriyet ve Demokrasi aşkı,
Bağımsızlık Sevdası, bu milletin damarlarına zerk edilmiştir.
Bu değerler damarlarda akan kan ile, göğüslerde atan kalp ile artık bir olmuştur.

Daha güzeli, bu millet samimi dindarlar ile üçkağıtçı dinbazları artık çok net şekilde görmekte, dindara saygı, dinbaza nefret beslemektedir.
Asıl üzüldüğüm ise, bu ülkenin dağlarına yazılan Türkiye Cumhuriyeti kelimesine bile tahammül edemeyerek Cumhuriyet kurumlarından kaldıran bir anlayış ile “Türkiye Cumhuriyeti” Kelimesini bu ülkenin dağlarına yeniden yazdırmazsam bilmem neyim diyenlerin Ahlat’taki Saraydan verdikleri mutluluk pozları.

Tüm Atatürk, Cumhuriyet, Demokrasi Sevdalıları, son sözüm ise size;
Merak etmeyin, endişelenmeyin.
Bu millet, “Milli Bayramı olmayanların Dini Bayramı olamayacağının” farkına çoktan vardı.

30 Ağustos Zafer Bayramınız şimdiden kutlu olsun.

18 Mart 1915 Çanakkale Deniz Utkusu

Dostlar

18 Mart 1915 Çanakkale Deniz Utkusu, tarihin akışının değişti(rildi)ği bir destandır,

Haklı bir gururla anıyoruz..

Çok değerli bir derlemeyi Sayın Prof. Dr. D. Ali Ercan‘dan aldık..
Kendisi Kara Harp Okulu kökenli bilindiği gibi.
Ricamızı kırmayarak hem yazı yazdı bu konuda hem de bir konferansının yansılarını bizimle paylaştı. 2 değerli dosyayı da size sunmuş oluyoruz.

Bu büyük zaferi bizlere kazandıran kahramanları ölççüsüz bir minnet ve şükranla anıyoruz.

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 16.3.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=========================

18 MART 1915..

portresi

Prof. Dr. D. Ali ERCAN
ADD Bilim Kurulu Başkanı

Değerli arkadaşlar

Çanakkale savaşında Anlaşık (İtilaf) Devletlerin deniz kuvvetlerine vurulan büyük darbenin 98. inci yıl dönümündeyiz. İstanbul’u işgal etmek ve Osmanlı Devleti’ne son noktayı koymak üzere yola çıkmış olan Anlaşık Devletlerin (İngiltere-Fransa) tarihin gördüğü en büyük armadası 18 Mart 1915’te Türk denizcilerinin Çanakkale Boğazı’na akıllıca döşedikleri mayınlara çarparak ve Boğaz’ı savunan Türk topçu ateşi altında isabet alarak çok ağır yitiklere uğradı. O zamana dek görülmedik boyutlarda inşa edilmiş uzun menzilli toplarıyla 3 ay boyunca Gelibolu Yarımadası’nı savunan askerlerimiz üzerine ateş yağdırmış olan bu büyük ve donanımlı savaş gemileri, Çanakkale Boğazı’nı geçemeden battılar.. Bu gemilerden on binlerce askerimizin üzerine ölüm yağdıran bombardıman, ateş gücü ölçeğinde, Japonya’ya atılan Atom bombaları ile kıyaslanabilir ağırlıktadır.

Ancak, 18 Mart (1915) savaşın bitimi değil, çok daha ölümcül kara savaşlarının başlangıcı sayılır… Yalnızca Deniz gücü kullanarak Çanakkale Boğazı’nı rahatlıkla geçemeyeceklerini anlayan

Anlaşık (İtilaf) Güçler Gelibolu yarımadasını ele geçirmek üzere 25 Nisan‘da çıkartma harekatına başladılar. Bundan sonrası 8 ay sürecek olan Kara savaşlarıdır ve Mustafa Kemal‘in tarih sahnesine çıkışıdır.

Değerli arkadaşlar,

En az 18 Mart kadar, Gelibolu yarımadası üzerindeki kara muharebelerinin başlangıcı 25 Nisan 1918 gününün de aynı coşku ve heyecanla yaşanması gerektiğini, özellikle de 23 Nisan Ulusal Egemenlik Bayramımızın bir yandan yapay “kutlu doğum haftası” öbür yandan  her 24 Nisan’da yinelenen “Ermeni hezeyanlarıyla” karartılmak istenmesine karşı, 25 Nisan’da daha yoğun etkinlikler düzenlenmesi gerektiğini değerlendiriyorum.

Aradan bir asır geçmesine karşın değişen bir şey yok.. Yine o zamanlardakine benzer uluslararası / küresel hesaplaşmalar sürecini yaşıyor, Emperyalizmin yeni kurgularına tanık oluyoruz.

Emperyalizme direnişin görkemli örneği Çanakkale ruhuna büyük özlem ve gereksinim duyduğumuz bugünlerde tüm  Atatürkçü, çağdaş, aydın, yurtsever arkadaşları saygı ve sevgiyle selamlıyorum..æ

Not : Ekte, İzzet Baysal Üniversitesinde verdiğim “18 Mart” konulu konferans yansılarını gönderiyorum.. (Ahmet Saltık : web sitemizde yayımladık..)

***

Almanya’da inşa edilen ve 1912’de Nusret adı ile Osmanlı donanmasında hizmete alınan 360 tonluk bu gemi 40 m boyunda ve 7,5 m enindedir. 40 mayın taşıyabilen geminin üst hızı 15 mildir. (26 km/saat)

Nusret-mayin_gemisi

NUSRET MAYIN GEMİSİ ve 26 MAYIN ÖYKÜSÜ

Çanakkale Boğazı’nda önceden Boğazı kesecek biçimde dikine döşenmiş mayın hatlarının büyük bölümü düşmanın mayın arama-tarama gemileri tarafından saptanarak imha edilmişti.

Düşman zırhlılarının hareketlerinin incelenmesi sonunda yeni bir yöntem kararlaştırıldı. Bu kez mayınlar Boğaz’ı kesecek biçimde değil de kıyıya paralel olarak dökülecekti;
çünkü düşman zırhlıları Boğaz’a guruplar halinde giriyor ve ikmal için geri dönen gurup,
Boğazın en geniş yeri olan Erenköy bölgesinde kıyıya dik manevra yapmak durumunda kalıyordu.

6 Mart 1915 gecesi, Çanakkale müstahkem mevki komutanı Yarb. İsmail Cevat Bey, mayın gurup komutanı Nazmi Bey’e “Çok önemli bir göreviniz var. Vatanın selameti bu görevin başarıyla yerine getirilmesine bağlıdır. Yarın akşam, Nusrat‘la son 26 mayını Erenköy bölgesinde kıyıya paralel olarak dökeceksiniz.” buyruğunu verdi. Nazmi Bey, ertesi gün Nusret mayın gemisinin komutanlığını yapacak olan arkadaşı Tophaneli Yüzbaşı Hakkı’yı buldu. Nusret’in Kaptanı Yüzbaşı İsmail hakkı Bey İki gün önce kalp krizi geçiren Yüzbaşı Hakkı Bey, Cevat Bey’in uyarısına karşın, görevi üstlendi.

Nusret_mayin_gemisi_Kaptani_Yuzb._Ismail_Hakki_bey

7 Mart’ı 8 Mart’a bağlayan gece yarısı, Nusret demir alarak Çanakkale’den uzaklaştı. Deniz sakin, gece zifiri karanlıktı. Uzaklarda dolaşan düşman devriye gemileri projektörleri ile suyun yüzünü aydınlatmaktaydı. Nusret bütün ışıklarını söndürmüş, hatta kıvılcım atmasın diye ocaklarını bastırmış, maskeli ışıklar altında rota izleyerek, daha önce döşenen mayın hatları arasından Erenköy bölgesindeki hedefine doğru ilerliyordu. Son denetimler bittikten sonra ilk mayın platforma alınmış ve atış anı beklenmeye başlamıştı. Heyecan doruktaydı. Vatanın selameti için gerekli olan zafer kilidi Nusret‘in elindeydi. Onu mutlaka sessizce yerine bırakmalıydı.

Sonunda Anadolu yakasındaki Akyarlara, yeni mayın hattının hazırlanacağı noktaya geldiler. Elde kalan son 26 mayını teker teker sessizce suya bırakmaya başladılar. Suya düşen her mayın belli bir sıra halinde kendisini asılı tutacak ağırlığın gerdiği teller üzerinde yer almaya başladı. Birkaç dakika sonra tüm mayınlar belirlenen rota doğrultusunda dökülmüştü. Tehlikeli geri dönüş yolculuğu başlamıştı. Daha önce dökülen mayınlara çarpmadan ve düşman devriye gemilerine görünmeden Nusret
yol alıyordu.

Bir an için Nusret’in çok yakınında bir karaltı ortaya çıktı. Düşman gemisi olmalıydı bu. Ara verdikleri projektörle taramaya yeniden başladıkları zaman Nusret‘i görecekler ve her şey bitecekti. Bütün personelden buz gibi terler boşanıyordu. Nihayet korktukları başlarına geldi ve düşman gemisinin projektörleri yandı.. Karanlığı yaran projektör ışığı az öteden, hızla, üzerlerine doğru, denizi tarayarak geliyordu. Işık huzmesinin içine girmelerine saniyeler kala, Türk kıyılarında yanan projektör bir mucize yarattı. Kıyıdaki projektör düşman projektörünü deniz üstünde yakaladı. Ortalığı sise yakın yoğun bir beyazlık kapladı. İki projektör arasındaki bu beklenmedik ışık kavgası Nusret’e yaşam umudunu geri verdi. İki projektör, birbirini köreltmek için olağanüstü bir mücadeleye girişmişlerdi… Düşman projektör, kurtulmak için yoğun çaba harcıyor, bir türlü başaramıyordu. Nusret, bu ışık kavgası altında sessizce sıyrıldı, Çanakkale yönünde yol almaya başladı. Tehlike geçmiş, verilen görev büyük bir başarıyla yerine getirilmişti.

Nazmi Bey büyük bir sevinçle, kaptan köşküne çıktı, yazgı arkadaşını kutlamak istedi. Ancak Kaptan Hakkı Bey yanıt veremedi, Nazmi Beyin kucağına yığıldı.. Nusret mayın gemisinin kahraman kaptanının hasta kalbi bu ışık savaşındaki heyecan kasırgasına dayanamamış ve durmuştu.

***

Bu olaydan on gün sonra İtilaf güçleri donanması saldırıya geçmişti. Savaş tam istedikleri biçimde, denetimli olarak sürmekteydi ki; birden, ikmal için geri dönen gemilerde büyük patlamalar meydana gelmişti. Bunların nedeni, 7-8 Mart gecesinde dökülmüş ve bundan sonra da gerek düşman pilotlarının fark edemediği; gerekse
17-18 Mart gecesi mayın arama gemilerinin yaptığı mayın denetiminde bulunamayan Nusret’in mayınlarıydı. Düşmanın yüzen kaleleri birer birer batmaya başlamıştı. Önce Bouvet 639 kişilik mürettebatı ile denizin derinliklerine gömüldü. Bu andan başlayarak her şey ters gitmeye başlamıştı. Bouvet’in battığı yerin yakınında manevra yapmakta olan Inflexible bir mayına çarptığını rapor etti ve çok tehlikeli bir şekilde yan yatmaya başladı. 3 dakika sonra Irresistable‘ın da yana yatmakta olduğu ve sancak tarafından mayına çarptığını bildiren yeşil filamanın sancak seren cundasında dalgalandığı görüldü. Mürettebatı kurtarılan gemi, Boğaz’ın sularına gömüldü.

İtilaf Devletleri 3 büyük savaş gemisini (Irresistable, Ocean, Bouvet) yitirmiş,
3 tanesi de (Inflexible, Golois, Souffren) ağır yaralanmış biçimde eldeki gücünün üçte birini yitirmişti. Nusret‘in yapmış olduğu bu görev tarihin akışını değiştirdi. (16.3.13)

İtilaf donanması, 18 Mart günündeki yenilginin tüm faturasını, son keşfini yapıp “mayın yoktur” raporunu veren pilota çıkardılar ve bu pilotu kurşuna dizerek
idam ettiler.