Etiket arşivi: COVID-19

KARAR VERME ve COVİD’İN HATIRLATTIKLARI

KARAR VERME ve COVİD’İN HATIRLATTIKLARI

Prof. Dr. Utku ŞENOL
Radyoloji Uzmanı, Tıp Bilişimcisi (PhD)

Pandemi nedeni ile pek çok açıdan tarihsel bir dönem yaşıyoruz. Bu sürecin pandemi sonrasına da yansıyacağı köklü değişiklikler haklı olarak öngörülüyor. Bu yazıda pandemi aracılığı ile yaşamımızı etkileyen “karar verme” sürecini özellikle pandemi ve sağlık açısından örneklerle irdelemek istedim.

Kuşkusuz karar verme süreci gündelik yaşamımızın bir parçası, yalnızca sağlık alanı ile sınırlı değil. Ancak ister bireysel temelde ister toplumsal temelde olsun sağlık alanında karar verme, bir yandan diğer karar verme durumlarına benzerken bir yandan da kendine özgü özellikler içeriyor ve başlı başına bir bilim alanı.

BEKLENTİ TEORİSİ

Amor Tversky ile birlikte Daniel Kahneman’ın deneysel ve matematiksel psikoloji alanında uzun süre gerçekleştirdikleri çalışmaları “beklenti teorisi” olarak biliniyor. Bu teori karar verme süreci ile ilgili önemli çalışmalarda bulundu ve sosyal bilimlerden pozitif bilimlere birçok alanı etkiledi ve 2002 yılında Nobel Ekonomi ödülü aldı. Kahneman daha sonra yayınladığı ve bu süreci anlatan kitapta çalışmalarının savunma ve sağlık gibi alanlarda özellikle ilgilendirdiğini ifade ediyor. Sağlık alanında karar verme kuşkusuz anılan yazarların çalışmaları ile sınırlı değil. Ancak bu çalışma, sağlık alanında karar verme ile ilgili önemli açılım sağladı.

NASIL KARAR VERİRİZ?

Gündelik yaşamda karar verirken çok sayıda değişken kullanır insan. Bu değişkenleri kullandığını çoğu zaman fark etmez. Temel olarak karar verme sürecinin riski azaltan ve yarar sağlayan bir biçimde olması beklenir. Bu süreç esas olarak eldeki veriler, deneyim, birikim, alışkanlık, beklenti gibi durumlar üzerine şekillenir. Çok hızlı karar verme durumunda düşünme süreçleri “kısa devre” ile atlanabilir. Ancak bazı durumlarda uzun düşünme süreçleri eşlik eder bu sürece. İnsan yaşamında her iki durum da bir denge halinde olur, aksi takdirde yalnızca düşünmeden alınan kararlar ya da sürekli uzun düşünmelerle alınan kararlarla ilerleyemez insan. Bir örnek vermek gerekirse; bir araba yolculuğuna çıkacağınız bir yere giderken değişik biçimlerde plan yaparak, düşünerek belki de değişik araçlarla hesap yaparak bir karar verilir. Oysa, araba kullanırken önünüze aniden fırlayan bir çocuk olduğunda düşünme için fırsatınız yoktur. Bu denge halinin uç durumlara taşındığı zaman çeşitli sorunlar çıkması olasıdır.

SAĞLIK ALANI VE KARAR VERME

Sağlık alanı doğası gereği belirsizliklerle doludur. 19. yüzyılda yaşayan ve Kanıta Dayalı Tıbbın öncüsü sayılan Sir William Osler bunu “Tıp belirsizlik bilimi ve olasılık belirleme sanatıdır” diye ifade ediyor. Hekim ya da sağlık alanında karar verici grup, sürekli olarak belirsizlik ile mücadele eder. Bilerek, düşünerek, hesaplayarak ya da deneyimine göre yarar – zarar dengesini gözeterek bir tercih yapar. Ancak bu süreç göründüğünden daha karmaşık. Durumun önemi, belirsizliğin derecesi, zaman darlığı, kaynakların kısıtı gibi önemli ve zorlayıcı etkenler var. Bu durumlarda karar verme aşamasında “kısa yollar” devreye girer. “Heuristic” adı verilen bu kısa yollar ilerlemek için yararlı olabilir hatta yaşam kurtarıcıdır. Ancak insan doğası gereği, bu kısa yollar yanlış karar vermeye de yol açabilir. İnsanların kullandığı onlarca “kısayol” vardır. Sözgelimi, hekimin en son deneyimi ya da öğrendiği bir durum (ulaşılabilirlik kısayolu) devreye daha erken girme eğiliminde olan bir kısa yoldur ve yanıltıcı olabilir. Benzer olarak, yaşamı tehdit eden ya da çok önemli bir durum olasılığında, bu önemden dolayı hastalık, gerçek olasılığından çok daha fazla önem kazanır ve düşünülmesi gerektiğinden daha yüksek olasılıkla devreye girer.

Kuşkusuz bir hekim elinde hesap makinası ve eldeki veriler ile sürekli hesap yapmak durumunda değil. Birikim, deneyim, veriler, kanıtlar ve kısayolları harmanlayarak ilerler.

Sağlık alanında toplumsal temelde karar verilmesi gereken çok durum var. Aşılar, tedavi kılavuzları, kanser tarama programları bunlara kimi örneklerden. Bu durumlar çoğunlukla acil karar verme durumları değildir ve bilimsel verilerle desteklenerek çalışılır. Temel olarak yarar – bedel dengesi gözetilir. Sözgelimi kanser tarama programları, yararları yanı sıra maliyet, iş gücü hatta kimi durumlarda (mamografi gibi) zarar olasılığı var. Bu nedenledir ki her kanser için tarama programı önerilmez, yalnızca belirli kümelere önerilen ya da hiç önerilmeyen taramalar vardır. Hatta bu öneriler coğrafya, etnisite gibi durumlarla da değişebilir. Söz gelimi Eskimolar arasında meme kanseri olasılığı çok daha azdır, dolayısıyla bu bölgeye riskin yüksek olduğu coğrafyalardaki gibi bir tarama programı yapılmaz. Aşılar için de benzer durumlar var. Kuşkusuz “aşı” nın keşfedilmesi ve başarıyla uygulanması dünyayı olumlu etkileyen en önemli keşiflerdendir. Ancak “aşı aşıdır” deyip her aşı herkese yapılmaz. Yine eldeki bilimsel veriler üzerinde yapılan hesaplarla herkese önerilen aşılar olduğu gibi yalnızca belirli risk kümelerine önerilen aşılar bulunmaktadır.

Ancak bir başka durum daha vardır : “A kentinden B kentine, C hızı ile” ne denli sürede gideceğinizi rahatlıkla hesaplayabilirsiniz. Ancak sağlık alanında, doğadaki pek çok olayda ya da toplumsal, ekonomik vb. sorunlarda olduğu gibi pek çok durum 4 işlemin temel olarak kullanıldığı lineer (AS: doğrusal) yöntemlerle açıklanamaz. “Karmaşık sistemler” olarak adlandırılan bu durumun açıklanması “Kaos Teorisi” ile biçimlenmeye başladı ve 70’li yıllarda çok sayıda bilim alanına yepyeni açılım sağladı. Bu tür sistemleri kestirmek daha zor. Karar verici (hekim ya da bilimsel otorite) çoğunlukla lineer yaklaşımla hesap yapmaya eğilimlidir ve belirli bir kestirim aralığı ile karar verir. Ancak bundan daha çoğuna gereksinim var.

PANDEMİ ORTAMINDA KARAR

Pandemi süreci ile alevlenen tartışmalar, karar verme ekseninde odaklanmakta. Ancak içinde bulunduğumuz bu süreç sağlıklı karar verme açısından önemli dezavantajlar içeriyor. Yukarıda örneklendiği gibi, durumun ciddiyeti, aciliyeti, belirsizlik, veri eksikliği, deneyimde görece eksiklik yanı sıra toplumsal ve bireysel sağlıksız “kısa yollar” ve hatta ticari, siyasal, kültürel karmaşa etkileşmekte ve durum iyice karmaşık bir hal alıyor.

Bu arada anılması gereken başka bir durum, karar verme sürecinde niceliksel yöntemlerin yanı sıra kültürel etkenler de kaçınılmaz olarak var. Pandemi ortamında Çin ve genel olarak Batı yaklaşımı olarak gruplayacağımız bu yaklaşımlarda bunu gözlemlemek mümkün. 17. yüzyıldan sonra şekillenen ve bugünkü modern Batı biliminin temelini atan 400 yıllık yaklaşım ile binlerce yıllık geleneğin hakim (AS: egemen) olduğu Doğu yaklaşımı arasındaki farklılık dikkat çekiyor. Türkiye olarak her iki kültürün ortasında olan bir ülkede bu çatışma daha alevli. Çok genel bir yaklaşımla Batı pozitif bilimi nesnel verilere dayanan ve çok kabaca 1 ve sıfırlar üzerine şekillenmiş bir yaklaşım olarak ifade edilebilir ve bilimin temelidir. Ancak insan yaşamı, doğa olayları farklıdır ve tıpkı “karmaşık sistemler” varlığı gibi “bulanık(AS: fuzzy) alanlar var. Nitekim, 1964 yılında İranlı biliminsanı Zadeh tarafından bu eksiklik “bulanık mantık” olarak tanımlandı. Bulanık Mantık, 1980’lerden sonra bilgisayar bilimlerine de adapte edildi (AS: uyarlandı) ve pek çok gerçek yaşam sorununun çözümüne katkı sağladı. Bilgisayar bilimlerine bulanık mantık uyarlamasını yapan ülkelerin başında da Doğu kültürünü yakından tanıyan Japonya geliyor.

Pandemi süreci ile ilgili olarak gerek korunma önlemleri, gerek tedavi seçenekleri, gerek yönetsel süreçler, gerekse aşı yaklaşımı açısından ülkeden ülkeye farklı olan, hatta bazen aynı ülke içinde değişik zamanlarda belirsizlik zemininde alınan ve hızla değişebilen kararları görmekteyiz. Aşı çalışmaları bir umut olarak devam ediyor. Ancak içinde bulunduğumuz durum yukarıda anılan -belki zorunlu- nedenlerle sağlıklı bir zeminde yürümemektedir. Her ne olursa olsun, olağanüstü koşullarda olsak da, bilimsel temellere dayanan ve çok sayıda bakış açısını içeren sağlıklı bir karar verme süreci yaşanması gerekiyor. Bilimsel temellere dayalı ilaç çalışmaları yürürken, bir yandan durumun aciliyeti, önemi ve veri eksikliği gibi dezavantajlar var. Bu uygunsuz koşullarda, şimdiden sipariş edilen aşı miktarları ile dağıtılan umutlar, bilimsel zemine oturmamış verilerin “ön kabul” olarak ilan edilmesi hem bilim insanları, hem karar vericiler, hem otorite kuruluşlar, hem de toplum açısından bir baskı ögesi oluşturmakta ve açıkça “etik yanlışlar” ve “yanlılık” oluşturuyor. Bu süreçte bilim insanlarına, sağduyulu, bilimsel temel ekseninde tutum ve çalışma gibi bir görev düşüyor. “Çip takma” gibi gayrı ciddi, yersizliklere (kastedilen yakın gelecekte kullanılacak nano-robotlar değilse eğer) haddinden fazla önem vermek, çok disiplinli bakış açısı sunan hekimleri bu tür yersizliklerle ilişkilendirmek ve temel evrensel hekimlik değerlerine inanan ve bilimsel bakan hekimleri “aşı karşıtlığı” gibi ezberlerle etiketlemek doğru değil. Sağlık alanındaki çalışmalar, yansız, açık, hesap verebilir, etik ve faydacıl yürütülmeli ve bilimsel eleştiriye açık olmalıdır. Ayrıca bu süreçte pek çok disiplinden sağlık çalışanlarının yanı sıra söz sahibi kesimlerin görüşlerine de aynı derecede değer verilmeli.

Özetle; pandemiden sonra çok şey değişecek. İnsanlık bu savaştan insanlık birikimi, akıl, bilim, sağduyu, etkili iletişim ve katılım ile kurtulabilir. Yeter ki, bu belirsizliklerle dolu alanda, en uygun kararı vermek için gereken iklim sağlanabilsin.

Bu gecikmenin sorumlusu Erdoğan

Bu gecikmenin sorumlusu Erdoğan

Artık kesin olarak biliyoruz ki Recep Tayyip Erdoğan yönetimi aşı siparişinde geciktiği için Covid – 19 salgınının etkilerini Avrupa’dan çok daha uzun süre yaşayacağız.

Daha çok insanımız hastalanacak, daha çok insanımız ölecek. Bununla da kalmayacak tabii.

Bu gecikme sadece can kaybımızın artmasına neden olmayacak; ciddi bir ekonomik kayıp da yaşayacağız.

Salgını kontrol (AS: denetim) altına almayı başaramayan bir ülkeye turist gelir mi?

Yüz yüze ilişkiyi de kaybettikten sonra ihracat pazarlarımızı nasıl koruyacağız?

Türkiye’de, Suriyeli sığınmacıları da eklersek 85 milyon kişi yaşıyor. (AS: 90 milyon!)

Aşı yoluyla hastalığı kontrol altına alabilmemiz için bu nüfusun en az 60 milyonunu aşılamak gerekiyor. Bu minimum 120 milyon doz aşı demek.

Ki bu durumda bile hastalığı tamamen (AS: tümüyle) bitirmiş olmuyorsunuz. Onun için herkesin aşılanmış olması lazım. Bu basit bir bilgi.

Salgın hastalıklarla mücadele konusunda uzman olmak gerekmiyor, biraz ansiklopedi karıştırmak bile yeterli.

Ülkelerin aşı siparişi vermeye başladıkları ile ilgili haberler, geçtiğimiz mayıs ayında gazetelerde yayımlanmaya başladı.

İngiltere’nin, Almanya’nın, AB’nin, ABD’nin yüzlerce milyon doz aşı siparişi verdiklerini öyle öğrendik. Aşıyı üretmek için yola çıkan şirketlerin sayısı iki elin parmaklarından azdı.

Yani sadece gazete haberlerini okuyan, aklı başında bir yönetici bile bunu düşünebilirdi: Bu şirketlere bu kadar büyük siparişler geliyorsa, bizim de hemen bir sipariş vermemiz gerekir! Dona kalmamak için, sona kalmamak gerekir!

Aşının yıl sonuna doğru üretilip, uygulanmaya başlanacağına ilişkin bilgiler de haziran ayından itibaren (AS: başlayarak) gazetelerden öğrenilebilirdi.

Ve bizim Ağustos böcekleri, bütün sene cırcır öttüler ve bu ülkeye yetecek dozda sipariş vermeyi akıl edemediler. Üstelik sipariş verirken parayı da peşin ödemek gerekmiyordu. Ödemeler çok daha sonra başladı ve yandaş müteahhitlere ekstradan ödenen paranın onda biri kadar bile tutmuyordu.

Türkiye, hazine garantili YİD projelerine sadece kur farkı olarak 143 milyar lira ödeyecek.

Kaba bir hesapla, 19 milyar ABD Doları! Aşı için ödememiz gerekecek olan para bilemediniz 2 milyar dolar olacak. Demek ki mesele para da değil.

Meselenin iki boyutu var: Birincisi iş bilmezlik, bilimsel bilgiye değer vermemek, cehalet ve kötü yöneticilik. 

  • Her kararı tek bir kişinin vermesini beklemek zorunda kalan dev bir devlet aygıtı.

Ve o bir tek kişiye “hata yapıyoruz, artık sipariş verelim” deme cesaretini gösteremeyen bakanlar ve bürokrasi.

Sorunun ikinci boyutu, “bu aşıları kimden alalım” sorusunun yönetimin aklına getirdiği yeni soruların olması:

Aşıyı alalım da işi hangi aracı şirket yapsın? Hangi yandaşın cebini dolduralım? Hangi havuza su akıtalım?

Buna alıştık çünkü artık Türkiye’de kamu ihalesi demek, kim oldukları belli bir avuç şirketin avuçlarını ovuşturması demek. Ve şimdi Çin’den gelecek 50 milyon doz aşıyla yola çıkacağız. Bu 25 milyon kişinin aşılanacağı anlamına geliyor ki pandemiyi kontrol altına almak için yetersiz.

Neresinden baksanız 80 milyon doz aşı daha lazım ve bütün üretim kapışılmış durumda.

Geriye kalıyor ikinci faz (AS: Evre) deney sonuçları bile bilinmeyen, herkesin şüpheyle yaklaştığı Rus aşısı.

Ve bağıra çağıra gelen aşıyı zamanında sipariş etmeyi bile başaramamış, beceriksiz bir yönetimin, kendini dünyanın en iyisi diye pazarlamaya kalkışması yok mu? İşte bu da beni benden alıyor!
* * *

Çanlar, “demir kesen” bürokrat için çalıyor

Erdoğan yönetimi, her şeyiyle artık uzatmaları oynadığını bağırıyor. Erken seçim beklemiyorum çünkü Erdoğan da bugünkü koşullar altında yapılacak bir seçimde sandıktan çıkamayacağını biliyor. Onun için Türkiye bu kötü yönetim altında Cumhuriyet’in 100. Yaşına girecek.

Dün T24‘de Murat Sabuncu‘nun, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile yaptığı söyleşinin ardından yazdığı izlenimlerini okudum. Murat, bürokrasinin, iktidar ile arasına mesafe koymaya başladığına dikkat çekiyor.

Beklediğim bir gelişme olduğunu söylemeliyim. Erdoğan yönetiminin, kamu işlerini “davet usulü” ihale ile yürütmeyi çok sevdiğini biliyoruz. Kamu İhale Kanunu, AKP iktidarı süresince 191 kez değişikliğe uğradı.

Yürürlük ve yürütme maddeleri dahil hepsi 70 maddeden oluşan bir kanunda 191 kere değişiklik yapmak ne anlama gelir? Ve bunların çoğunun altında devlet memurlarının imzaları var.

Sadece ihaleler değil, yürürlükteki mevzuata göre yapılmaması gereken birçok iş yapılıyor ve bunların altında hep bürokratların imzaları var. Bürokrasi de salak değil tabii, bu iktidarın yokuş aşağı, frenleri patlamış bir şekilde gitmekte olduğunun farkındalar. Farkında oldukları bir diğer konu ise yapılan işlerin siyasi sorumluları dokunulmazlık ile korunurken bürokratlar yasa karşısında çırılçıplak.

Onun için seçim günü yaklaştıkça bürokrasinin, iktidarın işlemlerine gönülsüz yaklaşması, arasına mesafe koymaya çalışması normal. Ve bu durum, kanunlara değil, yukarıdan gelen emirlere uyarak demirleri kesenleri daha çok endişelendirmeli.

Salgın tırmanırken

Salgın tırmanırken

BAYAZIT İLHAN

BİRGÜN, 2020.11.27

Dünyada ilk kez salgın hastalık yaşanmıyor. İnsanoğlunun binlerce yılda biriktirdiği deneyimleri, bilgisi var. Salgın hastalığın nasıl yönetilmesi gerektiğini anlatan ulusal ve uluslararası belgeler var. Bu belgelerde uluslararası kurumlara, devletlere, sağlıkla ilgili tüm yapılara ve sağlık çalışanlarına yönelik görevler-uyarılar var.

Dört ay önce salgını az hasarla atlatmanın yolunun bilime sarılmak ve dayanışma olduğunu, ancak yönetme biçiminin buna denk düşmediğini yazmış, çağrıda bulunmuştum. Salgının daha da tırmanışa geçtiği, can kayıplarının arttığı bu günlerde ilişkili bir başka temel kavrama vurgu yapmak istiyorum; güven ilişkisi.

Salgınlarda, toplumla sağlığın tüm bileşenleri arasındaki güven ilişkisinin korunması, güçlendirilmesi çok önemlidir. Güven ilişkisinin kurulabilmesi için en büyük görev başta Sağlık Bakanlığı olmak üzere ülkeyi yönetenlere düşer. Temel yaklaşımın şeffaflık (AS: saydamlık) ve olması beklenir.

ŞEFFAFLIK VE KATILIMCILIK

Öncelikle sorunun gerçek büyüklüğü konusundaki çelişkili tutumu bir an önce bırakmak gerekiyor. Sağlık Bakanlığı’nın “hasta sayısını açıklıyoruz, vaka sayısını değil” ifadesinden sonra ne yazık ki resmi açıklamalara güvenin azaldığını görüyoruz. Rakamları, hastalığın yaygınlığını küçük göstermeye çalışmak bir yandan güvensizliği artırırken bir yandan alınan kararlara yurttaşların uyumunu azaltıyor. Gelişmiş Avrupa ülkelerinin onda biri hasta sayıları verdikten sonra “insanlar yeterince dikkat etmiyor” demek, sorumluluğu hastalanan, ölen yurttaşlarımıza yüklemek çözüm üretmiyor.

Vaka-hasta ayrımı gibi tıp çevrelerince kabul görmeyen açıklamalardan sonra iki gün önce Sağlık Bakanlığı ilk kez günlük “vaka sayısı” verdi, önceki verilerle nasıl karşılaştırılacağını bilemediğimiz 28 bin 351 rakamını ifade etti, pek çok ilde salgının büyüdüğünü teyit etti.

Sağlık Bakanlığı’nın COVID-19 nedeniyle ölüm sayısını tüm Türkiye için 161 olarak verdiği gün yalnızca İstanbul’da Büyükşehir Belediyesi verilerine göre 211 kişi “bulaşıcı hastalık” nedeniyle yaşamını yitirdiyse, açıklanması gereken bir tablo olduğu ortadadır. Üstelik yine İstanbul için bir yıl önce ortalama günlük defin sayısı 200 iken bu yıl aynı günlerde 450 ise, konuyla ilgili tüm kurumların bir araya gelip durumu acilen değerlendirmesi gerekmez mi?

Kuşkusuz şeffaflık ihtiyacı sadece sayılar ile ilgili değil, uygulanan tedaviler, aşı dahil salgınla ilgili her konuyu kapsamaktadır. Ülkenin tüm yetkin kurumlarını ve insangücünü kararlara katar, fikirlerinden yararlanırsak hastalığı ve can kayıplarını en aza indirebiliriz. Toplumsal dayanışmayı ancak böyle büyütebilir salgının ekonomik ve sosyal etkilerini azaltabiliriz.

Alanın bilgisine sahip olan Türk Tabipleri Birliği’ni, Türk Eczacılar Birliği’ni, Türk Dişhekimleri Birliği’ni, tıpta uzmanlık derneklerini, sağlık alanındaki örgütlü yapıları sürece katıp bilgilerinden faydalanmak gerekirken dışarıda bırakıldıklarını, hatta bazılarının düşmanlaştırıldıklarını görüyoruz. Bu tutum ülkenin değerlerini, birikimlerini kritik günlerde seferber edemediğimiz anlamına geliyor, sağlığımıza iyi gelmiyor.

SALGINI YAVAŞLATACAK ETKİLİ ÖNLEMLER ALABİLMEK

Bilim çevrelerinden ve salgının en yaygın olduğu İstanbul’un yerel yönetiminden daha etkin önlemlerin alınması, 2-3 haftalık kapanma kararı alınması çağrıları yapılıyor. Daha önce de bu çağrılar yapıldığında sıklıkla ekonominin olumsuz etkileneceği ifade ediliyor, “sadece sağlığı değil ulusal çıkarları korumaktan” söz ediliyordu. Oysa son olarak IMF çalışması da gösteriyor ki, etkili bir süre kapanmak ve salgını denetim altına almak hasta ve can kaybı sayılarını azalttığı gibi, ekonominin de daha çabuk toparlanmasını sağlayabiliyor. Ekonomik nedenlerle gerekli önlemleri reddetmek, yaşadığımız düzen içinde bile bilimsel dayanaktan yoksun.

Yapılması gereken ortada. Şeffaflıkla sorunu ortaya koymak ve alanın bilgisine sahip tüm çevrelerin katılımıyla yurttaşlarımız için en iyi çözümleri üretmek.

Kimseyi ötekileştirmeden, düşmanlaştırmadan.

KRT TV Programımız- 20 Kasım 2020

KRT TV Programımız- 20 Kasım 2020

COVID-19 olgu sayısı son 3 haftada 2 katını aştı; 2015 iken 4552 oldu!
İstanbul’da dün 441 ölüm var, bunun 180’i bulaşıcı hastalık; görüşmüş şey değil!
Geçen Kasım’da İstanbul’da ölüm rakamları günlük 200’ü aşmıyordu.
Ülke genelinde ağır olgu sayısı 29 Temmuzdan bu yana 8 kat büyüdü..
54 bin aktif hasta görünüyor AKP yeşil ile karartılan turkuvaz tabloda ama ülke genelinde yataklar dolu. 240 bin yatağın en az 140 bini KOVİD’e ayrılmış durumda ama dolu! Üstelik 54 bin aktif hastanın bir bölümü de evlerinde sağaltımda..
Ülke açıkhava hastanesi..
Sağlık sistemi SOS veriyor.
Önlemler gene yüzeysel, örn. Cuma namazına gideceklere hiç sınırlama yok.
***
Remdesivir’e DSÖ onayı geri çekildi.
Favipravir’e direnç gelişiyor..
Elde hala etkili ilaç yok; düne göre daha olumsuz durumdayız.
Beklenen Aşılar dünden bu yana etkili çözüm konumunda değil..
İktidar yalpalıyor, masum insanlar ölüyor. 
Kış geliyor.. İnsanlar yoruldu, daha da yoksullaştı, işsizlik yakıp kavuruyor..
***
Bu tablo sürdürülebilir mi?
Hayır..
AKP ekonomi ve hukukta duvara dayandı, zorunlu çark ediyor..
AB’den yaptırımlar geliyor..
Erdoğan ve AKP en çaresiz döneminde..
Salgın yönetiminde de aklını başına alacak, almak zorunda, seçeneği kalmadı.
***
KRT konuşmamızın izlenmesi, dağıtılması, yararlı olması ve gereğinin artık, daha çok oyalanmadan yapılması dilek ve beklentisi ile.

Sevgi ve saygı ile. 20 Kasım 2020, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik

Dr. Arif Güvenir: ”ÖLÜYORUZ, TÜKENİYORUZ”

Dr. Arif Güvenir:

”ÖLÜYORUZ, TÜKENİYORUZ”

Dr. Arif Güvenir: ''ÖLÜYORUZ, TÜKENİYORUZ''

Doktor Arif Güvenir sosyal medya üzerinden yaptığı açıklamada sağlık çalışanlarının haklı isyanını dile getirdi. İşte Dr. Güvenir’in sosyal medya üzerinden yaptığı açıklama :

…ÖLÜYORUZ, TÜKENİYORUZ !

-Aile Sağlığı Merkezinde,COVID-19 pozitif ya da temaslı, günlük ortalama 80 hasta aramam gerekiyor. Her hastaya üçer dakika ayırsam ki üç dakika yetmez, 240 dakika eder. Böl 60 dakikaya, 4 saatimi alır.

-Yaklaşık günlük muayene sayımız ortalama 70-80. Her hastaya Dünya Sağlık Örgütüne göre 20 dakika ayırmalıyım. Bu hesabı hiç yapmayayım. Yaparsam gün içinde uyumamam gerekir.

-Güzel ülkemin koşullarında her hastaya 5 dakika ayırabilirsem, 400 dakika harcarım. Böl 60 dakikaya, 6.66 saat eder.

-Şimdi toplayalım bakalım: 4+6.6 =10.6 saat çalışmam gerekiyor.

-Verilen bunca emeğin karşılığı ne mi ?

1-Hastalarla zorunlu temastan,Covid-19’a yakalanır, ölür ya da sağ kalırım meslek hastalığı sayılmaz.

2-Telefonda hastadan hakaret işitir yutkunurum. ASM’de hakaret ve fiziksel şiddet görürüm, yakınmacı olduğumda, şüpheli ifadesini verir, Emniyetin öbür kapısından benden önce çıkar gider.

3- Kendimizi korumak için Kişisel Koruyucu Donanım isteriz, utanmadan merdiven altı üretilmiş kalitesiz maske sağlık çalışanına gönderilir.

4- Tulum, el dezenfaktanı, bone vb. donanımları Bakanlık karşılamıyor, kendiniz sağlayın diye sarı zarfla yazı gönderilir.

-Vurun abalıya.

-Ölüyoruz, tükeniyoruz!

-Devlet bir an önce tedbir almalı, yeni yöntemler geliştirmelidir.

-Yoksa biz bitiyoruz.,,

https://www.kent20haber.com/saglik/dr-arif-guvenir-oluyoruz-tukeniyoruz-h2032.html 13.11.2020

TOPLUM BAĞIŞIKIĞI!??

TOPLUM BAĞIŞIKIĞI!??


Dostlar,

Toplum bağışıklığı kavramı çarpıtılıyor.

Biz bunu aşı ile korunulabilecek hastalıklarda kullanırız ve O HASTALIĞA KARŞI risk altındaki duyarlı kesimin % kaçını AŞI YAPARAK bağışık kıldığımıza bakarız.

Diyelim ki COVAX etkili – güvenilir bir aşı olarak geliştirildi. Tüm dünya nüfusu hastalığa duyarlı, 7.8 milyar insan. Yarısına aşı yapabildi isek, toplum bağışıklığı % 50 deriz.

O da, aşı yapılanlar %100 ve uzun süre bağışık kalabiliyorsa.

Bırakalım hastalık yayılsın ve doğal yolla bağışık olsun toplum…

  • Bu bilimsel değil ve etik – moral – akıl dışı.

DSÖ Genel Başkanı Dr. T.A. Gebreyesus da 23 Ekim 2020 küresel basın toplantısında bu sözleri kullandı. İsveç ve İngiltere böyle bir hata yaptı, bedeli çok ağır..

Üstelik, COVID-19‘un geçirilmesiyle yüksek düzeyde ve uzun süreli bir doğal bağışıklık da söz konusu değil. Birkaç ay içinde bağışık direnç tükeniyor. Hatta 23 gün sonra yeniden, 2. kez COVID-19’a yakalanan (re-enfeksiyon) hasta var!

Virüsün mutasyonu (Evrim!) da söz konusu. Yeni koronavirüs hızla ve olumsuz yönde mutasyon (Evrim!) geçirirse aşı çabaları çok etkisizleşir ki, geçirmekte..

Potansiyel aşılar için de benzer açık söz konusu..
Etkinliği – koruma gücü % kaç olacak ve ne denli süre koruyacak?
Hangi sıklıkla aşıyı yinelemek gerekecek? Örn. influenza (grip) aşıları yıllık yineleniyor..

Son verilerle dünyada 50 milyon kayıtlı hasta ve 1,25 m ex (ölüm) var; %2,5. Tüm dünya nüfusu hastalığı alsın diye beklersek, 7.8 milyarın %2,5’inin ölümünü güze almak gerekir… yaklaşık 200 m insan.. Türkiye’de ise 2+ m ölüm..

Toplum bağışıklığı sağlayacak yaygınlıkta aşılama birkaç yıl alabilir.

Bu sürede maske – hijyen – korunma uzaklığı ve

  • Sosyal Devlet desteği ile TOPLUMSAL ve KÜRESEL DAYANIŞMA

kurallarına uymayı özenle sürdüreceğiz, sürdürmeliyiz.

HER AİLEYE 1 ÇOCUK!

Saygı ile. 08.11.2020

Sevgi ve saygı ile. 08 Kasım 2020, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı,
Kamu Yönetimi Siyaset Bilimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com

Ölüm Verilerini Eksik Açıklamak Ciddi Bir Halk Sağlığı Sorunudur

Salgın Sürecinin Başarısında Fazladan Ölüm Sayıları Ana Belirleyicidir:
Ölüm Verilerini Eksik Açıklamak
Ciddi Bir Halk Sağlığı Sorunudur

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Fazladan ölüm verisi, pandeminin erken dönemi ve sonraki sürecinin etkilerini ölçmek için önemli bir göstergedir. Nitekim fazladan ölüm verilerini pandeminin başlangıcından itibaren düzenli aralıklarla izlemek, nerelerde sorun yaşandığını saptayarak bu alanlara müdahale edilmesini ve gelecek öngörülerinde bulunarak erken önlem alabilmeyi sağlar. Bu durumda salgının Halk Sağlığı üzerindeki olumsuz etkileri azalacaktır.

Pandemide fazladan ölümler, COVID-19’a bağlı doğrulanmış ve kuşkulu / olası ölümler ve COVID-19 dışındaki tüm nedenlerden ölümler hakkında önemli bilgiler sağlar. Dolayısıyla pandemide fazladan ölümler, doğrulanmış ölümlerle birlikte olası ve kuşkulu ölümlerin bildirilmemesi sorunu ile sınırlı değildir. Pandemi sürecinin iyi yönetilememesinden dolayı sağlık hizmetlerine erişimin zorlaşması, sağlık hizmeti alınmasında yığılmalar ve ertelemeler olması ile pandemi döneminde iktidarlarca uygulanan yanlış politikaların var olan eşitsizlikleri derinleştirmesi fazladan ölümleri artırabilir.

Sağlık Bakanlığı verileri tümden gizlemiyor; ancak açıklarken kapsamını ve sınırlarını kendisinin belirlediği bir veri sunumu gerçekleştiriyor. Sağlık Bakanlığı’nın haftalık durum raporunda; İstanbul’da 13.09.2020’ye dek COVID-19’dan ölenlerin sayısı 2873 iken, sonrasında 04.10.2020’ye dek “yalnızca 1!” kişinin daha ölümüyle 2874 olmuştur. Bu da,

  • “İstanbul’da son bir ayda COVID-19’dan salt 1 kişi mi öldü!?”

sorusunu doğurmuştur. Daha sonra Bakanlık, kamuoyundan gelen tepkiler üzerine haftalık raporunu erişime kapatmıştır. Birkaç gün sonra yeniden erişime açtığında, verilen daha önceki 2873 ölüm sayısını 2941; 2874 ölüm sayısını ise 3090 olarak açıklamıştır. Bu ölüm sayılarına bakarak saydamlaştıklarını söylemek büyük bir hata olur. Sağlık Bakanlığı’nın güncellemek zorunda kaldığı verilere göre İstanbul’da 12 Mart – 18 Ekim 2020 arasında 3190 ölüm  gerçekleşmiştir. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin e-devlet verilerine göre 12 Mart 2020-18 Ekim 2020 arasında İstanbul’da 2015-2019 yılları ortalamasına kıyasla toplam 7162 fazladan ölüm gerçekleşmiştir. Böylece, Sağlık Bakanlığı’nın İstanbul için açıkladığı 3190 COVID-19 ölüm sayısı dışında 3972 ek ölümden (COVID-19 ya da başka nedenler) daha söz edebiliriz.

2020 yılına ait COVID-19’a bağlı doğrulanmış ve kuşkulu / olası ölümler ve COVID-19 dışındaki tüm nedenlerden ölüm verileri Sağlık Bakanlığı ve Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) web sitelerinde ne yazık ki eksik girilmiş ya da hiç bulunmamaktadır. Belediyelerin e-devlet sayfalarında ise yalnızca 12 ile ait ölüm verileri vardır. (Diyarbakır ve Şanlıurfa gibi pandeminin en yoğun yaşandığı illerin ölüm verileri, 2020 Eylül ayından başlayarak ya girilmemiş ya da küçük bir bölümü girilmiştir.) Geriye kalan 69 ile ait e-devlet üzerinden ölüm verileri mevcut değildir.

Türkiye nüfusunun % 36,5’ini temsil eden ve aralarında İstanbul’un da bulunduğu (Bursa, Denizli, Diyarbakır, Erzurum, Kahramanmaraş, Kocaeli, Konya, Malatya, Sakarya ve Tekirdağ) 11 ilin 01.01.2020 ile 31.08.2020 tarihleri arasındaki belediye e-devlet ölüm verileri, TÜİK’in aynı döneme ait 2015-2019 verileri ile karşılaştırılmıştır. Son 5 yılın ortalamasına oranla 2020’nin ilk 8 ayında ölümlerin % 12 arttığı; toplam 10.950 fazladan ölüm olduğu görülmüştür.

Belediyelerin e-devlet verileri üzerinden bakıldığında; Bursa, Denizli, Erzurum, Kahramanmaraş, Kocaeli, Konya, Malatya ve Sakarya’da 01.09.2019-25.10.2019 tarihleri arasında 8311 olan ölüm sayısı, aynı tarihler arasında 2020 yılında % 38,1 artarak 11.481 olmuştur. Türkiye İstatistik Kurumu’nun açıklamasına göre Türkiye geneli için 2020’de beklenen ölüm artış oranı %2,2’dir. Denizli’de 2019 Eylül ayında 542 kişi ölürken bu sayı % 17 artarak 2020 Eylül’de 635 kişi olmuştur. Denizli’de 2018 yılı Eylül ayıyla 2019 yılı Eylül ayı arasında %0,18 artış görülmüştür. Sağlık Bakanlığı’nın COVID-19 haftalık durum raporuna göre Ankara, Konya ve Karaman’da 06.09.2020-27.09.2020 arasında 264 kişinin COVID-19’a bağlı olarak yaşamını yitirdiği görülmektedir. Belediyenin e-devlet üzerinden ulaşılan verilerine göre bu tarihler arasında yalnızca Konya’da 2020 yılında 2019 yılına göre 393 fazladan ölüm belirlenmiştir.

  • Bu ölümler ister COVID-19’dan ister başka hastalıklardan olsun, bize salgının iyi yönetilemediğini gösteriyor.

Sağlık Bakanlığı, ölüm verilerinde saydamlık göstermediği ve bu verilere ilişkin adımlar atmadığı için süreci başarı ile yönetememiştir. Nitekim salgının iyi yönetildiği kimi ülkelerde fazladan ölümler çok sınırlı kalmıştır.

Türkiye geneline ve tüm illere yönelik fazladan ölüm verileri analizinin yapılması, salgının yayılımı ve başetme yöntemleri hakkında da çok fikir verebilir. Bu analizleri yapmak için COVID-19 ölüm verilerinin saydam, eksiksiz ve güncel olarak paylaşılmasının yanı sıra, Sağlık Bakanlığı ve TÜİK tarafından 2020 ölüm verilerinin ve nedenlerinin tümünün her hafta açıklanması ile bu verilere ulaşılırlığın sağlanması zorunludur. Türkiye’deki ölümleri p-skoru üzerinden hesaplayarak öbür ülkelerin ölüm verileri ile karşılaştırmamız; ancak Sağlık Bakanlığı ölüm verilerini eksiksiz paylaştığında mümkün olacaktır.

Fazladan ölümlerdeki riskli kümeler; yaş, cinsiyet, eşlik eden hastalık (ko-morbidite) yönünden açıklanırken; mutlaka hane halkı büyüklüğü, oturulan mahalle, sosyal sınıf bağlantısı saptanarak kamuoyu ile paylaşılmalıdır. Birçok ülkede yapılan pek çok çalışmada ölenlerin içinde yoksulların sayısının daha yüksek olduğu ve salgının her boyutuyla sınıfsal olduğu ortaya konmuştur. Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik bunalım pandemi ile birleşince, sosyal sınıflar – yoksulluk üzerinden ölümlerin analiz edilmesinin önemi ortadadır.

Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi ve Türk Tabipleri Birliği Halk Sağlığı Kolu olarak fazladan (= önlenebilir!) ölümler, pandeminin boyutlarını değerlendirmenin ve bu ölümleri önlemek için alınacak önlemleri belirlemenin en nesnel (objektif) ve karşılaştırılabilir yolunu sağlayacağı için, Sağlık Bakanlığı’nı 2020’deki COVID-19’a bağlı doğrulanmış, kuşkulu / olası ölümleri ve COVID-19 dışındaki bütün nedenlerden ölümleri haftalık düzenli olarak açıklamaya çağırıyoruz ve ölüm verilerinin sınıflar ve yoksulluk üzerinden analiz edilme sürecinde Türk Tabipleri birliği Merkez Konseyi ve Türk Tabipleri Birliği Halk Sağlığı Kolu olarak bilimsel birikimimizi sunmaya hazırız.

 COVID-19’a bağlı doğrulanmış ölümler, COVID-19 kuşkulu / olası ölümler ve COVID-19 dışındaki tüm nedenlerden ölümlerin kamuoyu ile paylaşılması;  İl Pandemi ve İl Hıfzıssıhha Kurullarındaki Tabip Odası temsilcilerimizin gündem oluşturmada ve alınacak kararlarda belirleyici olması; ülkemizdeki ölüm sayılarının azaltılması için zorunlu bir koşuldur.

Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi
Türk Tabipleri Birliği Halk Sağlığı Kolu

====================================
Dostlar,

Bu çalışmaya emek veren, bizim de görüşlerimizi alan arkadaşlarımıza / meslektaşlarımıza teşekkür ederek metni paylaşıyoruz. Salgın boyunca gerek hasta gerek ölüm sayılarının herhangi bir gerekçe ile halktan saklanması asla kabul edilebilecek bir seçim değildir.

Siyaset düzleminde siyaset kurumu ve politikacıların – bürokrasinin böylesi bir seçeneği kesinlikle söz konusu değildir. Tam da tersine, Halkın, demokratik bir hukuk devletinde GERÇEKLERİ BİLME HAKKI dokunulmazdır bir temel insan hakkı olan sağlık hakkının ayrılmaz – tamamlayıcı parçasıdır.

Türkiye, 29 Temmuz 2020’den bu yana ulusal kamuoyuna, Dünya Sağlık Örgütüne ve uluslararası kamuoyuna yanlış – eksik veri bildirerek ağır bir etik çiğnem (ihlal) konumundadır. Üstelik 30 Eylül 2020 akşamı Sağlık bakanı Koca tarafından da itiraf edilmiştir. Bu durum ülkemizin saygınlığına ciddi zarar verdiği gibi, uluslararası işbirliği ve eşgüdüm içinde olma yükümünün de gereğinin yerine getirilmemesi anlamındadır.

Bu akıl dışı (irrasyonel) politika sürdürülemez ve görünür – görünmez ulusal çıkarları koruma gerekçesine de asla dayandırılamaz. Kaldı ki böylesi bir beklenti hem gerçekçi değil hem de patolojiktir. Sağlık Bakanlığı, mutlaka

– güvenilir
– güncel
– sürekli
– geçerli
– sınanabilir… salgın verilerini kamuoyu ile düzenli olarak paylaşmak zorundadır.

DSÖ Genel Başkanı Dr. T. A. Gebreyesus’un 23 Ekim 2020 günlü basın toplantısında vurguladığı 5 koşuldan ilki, salgın verileri konusunda saydamlıktır. Pek yerinde olan bu uyarının – beklentinin, Halk ile işbirliği yapabilmek için güveni kurmada temel adım olduğu yeterince açıktır. Türkiye gibi devekuşu tavrıyla veri saklamaya yeltenen ülkelere de başlangıç için en azından diplomatik bir uyarıdır.

Sevgi ve saygı ile. 28 Ekim 2020, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı,
Kamu Yönetimi Siyaset Bilimi (Mülkiye)

www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

WHO Director-General’s opening remarks on 23 October 2020

WHO Director-General’s opening remarks at the media briefing on COVID-19;
23 October 2020

https://www.who.int/director-general/speeches/detail/who-director-general-s-opening-remarks-at-the-media-briefing-on-covid-19—23-october-2020

  • We are at a critical juncture in this pandemic, particularly in the northern hemisphere.
    The next few months are going to be very tough and some countries are on a dangerous track. We urge leaders to take immediate action, to prevent further unnecessary deaths,
    essential health services from collapsing and schools shutting again.  
  • Oxygen is one of the most essential medicines for saving patients with COVID-19, and many other conditions. WHO is committed to working in solidarity with all governments, partners and the private sector to scale up sustainable oxygen supply.
  • Tomorrow marks World Polio Day week, and partners around the world – led in particular by Rotary International – are organising events and raising awareness about the need to eradicate polio.  
  • Smallpox eradication is a remarkable achievement, not least because it was completed at the heart of the Cold War. Health did then and should now always come above politics and it is with sadness that this week we lost one of the great titans of smallpox eradication with the passing of Dr Mike Lane. We will continue to honour his legacy. 
  • WHO is proud to announce the second Health for All Film Festival, to cultivate visual storytelling about public health.

****

Good morning, good afternoon and good evening.

We are at a critical juncture in this pandemic, particularly in the northern hemisphere.

The next few months are going to be very tough and some countries are on a dangerous track.

Too many countries are seeing an exponential increase in cases and that is now leading to hospitals and ICU running close or above capacity and we’re still only in October.

We urge leaders to take immediate action, to prevent further unnecessary deaths, essential health services from collapsing and schools shutting again.

As I said it in February and I’m repeating it today: This is not a drill!

We’re calling on governments to carry out 5 key actions today.

First, assess the current outbreak situation in your country based on the latest data you have to hand. Conduct honest analysis and consider the good, the bad and the ugly.

I have a specific message for those countries that have successfully brought COVID-19 transmission under control: Now is the time to double down to keep transmission at a low level, be vigilant, be ready to identify and cases and clusters and take quick action.

Do not allow the virus to take hold again.

Second, for those countries where cases, hospitalizations and ICU rates are rising, make the necessary adjustments and course correct as quickly as possible.

Making changes when needed shows leadership and strength.

Third, it’s important to be clear and honest with the public about the status of the pandemic in your country and what is needed from every citizen to get through this pandemic together.

Fourth, put systems in place to make it easier for citizens to comply with the measures that are advised.

This means, if people are told to isolate or quarantine, or businesses have to close temporarily, governments need to do everything they can to assist individuals, families and businesses.

Fifth, the next few months for many people will be difficult.

There are incredible stories of hope and resilience of people and businesses responding creatively to the outbreak and we need to share these widely.

Governments need to carry out the basic steps of speaking to people who are infected with the virus and their contacts and giving them specific instructions on what to do next.

If governments are able to hone their contact tracing systems and focus on isolating all cases and quarantining contacts, then mandatory stay at home orders for everyone can be avoided.

  • We’ve seen many times from around the world that it’s never too late for leaders to act and turn the outbreak around.

===
Key to a united front against the virus is sharing resources equitably.                                      

Oxygen is one of the most essential medicines for saving patients with COVID-19, and many other conditions.

Many countries simply do not have enough oxygen available to assist sick patients as they struggle to breathe.

I’m going to talk to you about what WHO and partners are doing to fill the global oxygen gap.

Estimates suggest that some of the poorest countries may have just 5 to 20 percent of the oxygen that they need for patient care.

Through the pandemic, the demand for oxygen has grown exponentially.

Back in June, when there were approximately 140 thousand new COVID-19 cases a day, the global need for oxygen was estimated to be approximately 88 thousand large cylinders each day across the world.

As daily cases rise around the world to over 400 thousand, the need for oxygen has gone up to 1.2 million cylinders each day, just in low- and middle-income alone, which is 13 times higher.

Early in the pandemic, WHO’s approach was to scale up oxygen in the most vulnerable countries by procuring and distributing oxygen concentrators.

This led to over 30 thousand concentrators, 40 thousand pulse oximeters and patient monitors to reach 121 countries, including 37 that are classified as fragile.

This includes installing pressure swing adsorption plants – or PSAs – that would be able to cover the supply needed for a large hospital and district health facilities in the area.

Somalia, Chad and South Sudan had to rely exclusively on oxygen cylinders from private vendors that are often traveling long distances and come with a high price-tag.

WHO is working with the ministries of health in these three countries to design oxygen plants fit for their local needs, which will result in sustainable and self sufficient oxygen supply.

WHO is committed to working in solidarity with all governments, partners and the private sector to scale up sustainable oxygen supply.

The oxygen project, reflects WHO’s commitment to end-to-end solutions and innovation to do what we do better, cheaper and reach more people.

For example, we’re working with partners to harness solar power to run oxygen concentrators in remote places where electricity supply is unreliable, and to reduce costs.

One of the main barriers to medical oxygen is the high transport costs of the cylinders to the health facilities.

In Kenya, a private sector company has positioned oxygen plants near clusters of health facilities and uses a milk delivery system to deliver oxygen to more than 140 clinics.

Incentivizing the business sector to change its approach and model is key to ensuring sustainable oxygen in low- and middle-income countries.

And to be successful the health work force needs to be ready.

Not only doctors and nurses with experience in caring for severely ill patients; but also biomedical engineers, respiratory therapists, and maintenance staff.

Oxygen saves lives of patients with COVID-19 but it will also save some of the 800 thousand children under-five that die every year of pneumonia and improve the overall safety of surgery.

A better world means ensuring oxygen is available for all.  Where they need it, and when they need it.

===

Tomorrow marks World Polio Day week, and partners around the world – led in particular by Rotary International – are organising events and raising awareness about the need to eradicate polio.

Over the summer the world collectively welcomed Africa’s historic success of ridding the continent of wild poliovirus.

Thanks to hundreds of thousands of health workers reaching millions of children with safe and effective vaccines across the continent, the world celebrated one of the greatest public health achievements of all time.

However, while there is polio anywhere, the world remains at risk of resurgence.

Following suspension of polio and routine immunisation due to the pandemic, vaccination drives have now been restarted.

We applaud and encourage governments for doing catch-up campaigns so that no child is left behind and we can soon consign polio to the history books, alongside smallpox.

===

Smallpox eradication is a remarkable achievement, not least because it was completed at the heart of the Cold War.

Health did then and should now always come above politics and it is with sadness that this week we lost one of the great titans of smallpox eradication with the passing of Dr Mike Lane.

Dr Mike Lane spent 13 years chasing down the last remnants of smallpox, finding cases and vaccinating communities in some of the remotest corners of the Earth, where smallpox was still endemic.

At CDC, Dr Lane was the last programme director of the Smallpox Eradication Program and received many awards, including the US Public Health Service’s Commendation Medal.

For many years, Dr Lane was an advisor to WHO on smallpox.

I wish to express my deepest sympathy to Dr Lane’s friends and family. We will continue to honour his legacy.

===

Finally, telling stories is as old as human civilization.

It helps us understand our problems and can inspire action that changes lives.

WHO is proud to announce the second Health for All Film Festival, to cultivate visual storytelling about public health.

Submissions are open from tomorrow to 30 January 2021.

We look forward to receiving original short films from across the world.

More details are available on our website.

I thank you.

 

COVID-19’a Karşı Toplum Bağışıklığı

COVID-19’a Karşı Toplum Bağışıklığı

Dostlar,

16 Ekim 2020 Cuma, bu akşam saat 20:00 – 21:30 arasında bir webinarımız (web ortamında yürütülen seminer) var..

Düzenleyen Türk Mikrobiyoloji Cemiyeti.. neredeyse yüzyıllık köklü bir bilim kurumu..

Bize verilen konu başlıkta : COVID-19’a Karşı Toplum Bağışıklığı
Poster aşağıda..

Aşağıdaki adresten kayıt yatırmak gerekiyor. Posterin altındaki açıklamadan da anlaşılacağı üzere, kayıt yaptıranlara saat 19:00 dolayında erişim bilgileri ulaştırılacak.

https://attendee.gotowebinar.com/register/8413852613031243532

TMC’ne (Türk Mikrobiyoloji Cemiyeti) girişimi ve bizi konuşmacı olarak çağrısı için teşekkür ederiz. Ülkemize yararlı olmasını dileriz.

Not: Bu kapsamlı webinarı gerçekleştirdik. Yaklaşık 2 saati buldu epey sorunun yanıtlanması ile.

Türk Mikrobiyoloji Cemiyeti kendi web sitesinde ve uygun bulunan sosyal medya hesaplarında yaınlayacak.

Sevgi ve saygı ile. 16 Ekim 2020, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı,
Kamu Yönetimi Siyaset Bilimi (Mülkiye)

www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

 

Koronavirüs vaka sayısı Koca’nın açıkladığının 20 katı!

CHP’li Emir belgelere dayandırdı:

Koronavirüs vaka sayısı Koca’nın açıkladığının 20 katı!

CHP’li Murat Emir, Laboratuvar Bilgi Yönetim Sistemi’ne girilen verilere dayanarak, koronavirüs vaka sayısının Koca’nın açıkladığının 20 katı olduğunu belirtti. Emir, “Bu belge doğru ise artık halkımıza gerçekleri söylemenin vakti gelmiştir” dedi.

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

CHP Ankara Milletvekili Murat Emir, koronavirüs verilerinin gerçeği yansıtmadığını belirtti.

Emir, Bakan Koca’ya seslenerek, “Sayın Bakan bu belge doğru mudur? Bu belge doğru ise artık halkımıza gerçekleri söylemenin vakti gelmiştir” dedi.

FOX TV’nin CHP Ankara Milletvkili Murat Emir‘in paylaştığı belgelere dayandırdığı haberine göre, 10 Eylül günü 157,975 kişiye koronavirüs testi yapıldı ancak Bakan Koca’nın aynı gün paylaştığı tabloya göre, o gün yapılan test sayısı 107,702 olmuştu. Laboratuvar Bilgi Yönetim Sistemi verilerinin yer aldığı belirtilen belgeye göre, yapılan 157,975 testten 128,645’i negatif, 29,377’si negatifti.
CHP’li Emir FOX TV’de , Bakan Koca’ya seslenerek, “Sayın Bakan bu belge doğru mudur? Bu belge doğru ise artık halkımıza gerçekleri söylemenin vakti gelmiştir” dedi.
Daha önce de Bakan Koca’nın paylaştığı tablodaki ‘vaka sayısı’ ifadesinin ‘hasta sayısı’ olarak değiştirilmesi tepki çekmiş, bakanlık şeffaf olmamakla suçlanmıştı. (BİRGÜN, 29.9.2020)
==============================================
Dostlar,
Başından beri, AYLARDIR uyarmaktayız…
Açıklanan rakamları “uygun bir çarpanla çarparak” değerlendirmek gerekiyor ne acı ki!
Öyle %10-20 eksik, yarıdan azı açıklanıyor.. değil…
En az “10 X” diyerek TV konuşmalarımızda hep vurguladık..
CHP‘yi, basını, kişi ve kurumları karanlığı aydınlatmaya çabaladık ve hep gerekçelerini sıraladık.
Sn. Kemal Kılıçdaroğlu‘na çağrısı üzerine, makamında kapsamlı bilgi ve somut öneriler sunduk (16.9.2020; Gn. Bşk. Yrd. Prof. Fethi Açıkel ve Gn. Sekr. Prof. S. Sayek Böke varlığı ile)
Ölüm tehditleri dahil, her tür taciz ve linç girişimlerine karşın, açtığımız yolda ilerleyen kişi ve kurumlara teşekkür ederiz.. (Biz hiç dava açmadık, hiçbir C. Savcısı da kamu davası açmadı!?)
CHP’ye, milletvekili meslektaşlarımız Dr. Murat Emir ve Dr. Mustafa Adıgüzel’e, CHP Gn. Bşk. Yrd. Seyit Torun’a,
SÖZCÜ‘den yiğit gazeteci Yılmaz ÖZDİL‘e (6 Eylül 2020 günü SÖZCÜ’de tüm arka kapağı bizim makalemize ayırdı..)
İYİ Parti‘den meslektaşlarımız Dr. Aytün Çıray ve Dr. Aylin Cesur’a,
10 Eylül 2020 günü tüm arka sayfasını bizim makalemize ayıran BİRGÜN’e,
15 Ağustos’ta 2. sayfada makalemize yer veren ve sıklıkla söyleşilerimizi yayınlayan Cumhuriyet‘e.. ve öbürlerine

TELE1 TV’ye
HALK TV’ye
KRT TV’ye
MEDYASCOPE’A…
…………….
…………………
Şükranlarımızı sunuyoruz bize söz hakkı verdikleri için.

  • Salgının başından bu yana 130’u aşan TV konuşması yaptık.
  • Bu güne dek, salgın yönetimi için yazıp konuştuğumuz tek 1 hecemiz yalanlanamadı!
Söyleye söyleye, ısrarla – bıkıp usanmadan yineleyerek kimi acı gerçekler topluma mal oldu ve gerekli duyarlığı, epey gecikmeyle de olsa yarattı sanırız..

Umar ve dileriz ki; geldiğimiz yerde iktidar artık halka dürüst davranır ve yanlışlarını sürdürmeyip, salgın yönetimini epidemiyolojik ilkelere, YAŞAM HAKKINA dayandırır..

Sevgi ve saygı ile. 29 Eylül 2020, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı,
Kamu Yönetimi Siyaset Bilimi (Mülkiye)

www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com