Etiket arşivi: beyin göçü

Tıp fakültesi kontenjanları boş kaldı

Prof. Dr. Ülkü SARITAŞ

17 Eylül 2022, Cumhuriyet

 

Bu yıl Türkiye’de 36 vakıf (üç KKTC, bir Azerbaycan), 86 devlet üniversitesinde olmak üzere 122 tıp fakültesinde toplam 671 kontenjan boş kaldı. Bu sayı 2019’da devlet üniversitelerinde bir, vakıf üniversitelerinde 100’dü, üç yılda boş kontenjan sayısındaki artış altı kattan fazlaydı.

Türkiye tıp fakültesi sayısı bakımından dünyada beşinci sırada. 330 milyon nüfusu olan ABD’de 154 tıp fakültesi varken 85 milyon nüfuslu Türkiye’de bu sayı 122. Üniversite sayısı da benzer durumda. 2002 yılında Türkiye’de 93 olan üniversite sayısı füze hızı ile 20 yılda 208’e, üniversiteli öğrenci sayısı 1 milyon 890 binden 8 milyonun üzerine çıkmıştır. Sayılarda ABD’yi bile geçmişken tıp fakültelerinde kontenjanlar neden bu yıl boş kaldı? Bunu açıklayabilmek için tıp fakültelerinin eğitim durumunu gözden geçirmek gerekir. İyi bir tıp eğitimi için üç temel unsur (öge) vardır:

1- Teorik ve pratik eğitime uygun altyapı, yeterli ve donanımlı derslik, laboratuvar ve hastane.

2- Yeterli sayıda, deneyimli, donanımlı ve çağı takip eden öğretim üyesi

3- Bilimin hemen tüm kollarını içeren zor tıp eğitimini alacak kapasitede öğrenci.

KALİTE DÜŞÜK

Son 15 yılda tüm Cumhuriyet tarihinin iki katından fazla tıp fakültesi açılmıştır. Birçoğunun ayrı bir eğitim ve araştırma hastanesi yoktur. Yani tıp eğitiminin olmazsa olmazlarından olan altyapı yetersizdir. Çoğu tıp fakültesinde akademik geçmişi ve yeterli uzmanlık deneyimi olmayan öğretim üyeleri ders vermektedir.

Bu yıl YKS’de tıp fakülteleri için başarı sıralaması 50 bin olarak belirlenmiştir. Devlet üniversiteleri içinde Sağlık Bilimleri Üniversitesi 408 taban puan ve 36 bin 629 başarı sıralaması ile sonuncu iken, bu sayılar vakıf üniversitelerinde daha da düşüktür. Taban puan ve başarı sıralamasındaki rekor düşüşe rağmen (karşın) 2022 yılında 671 tıp fakültesi kontenjanı boş kalıyor.

  • Gençler doktor olmak istemiyor.

Son 20 yılda Cumhuriyet tarihinin hiçbir döneminde olmadığı kadar, devlet otoritesi tarafından hekim toplum nezdinde değersiz kılınmış, ekonomik ve çalışma koşulları açısından iyileştirici herhangi bir adım atılmamıştır. Yönetimin doktoru itibarsızlaştırması, hasta ve yakınlarının sağlık çalışanlarına giderek artan oranda şiddet uygulamasına yol açmıştır.

  • Hekimlerin çalışma koşulları çok ağırdır. Ücretler asgari geçim düzeyinin biraz üzerindedir.

Özellikle asistanlık döneminde mesai kavramı yoktur.

  • Bu koşullarda ne hekimlerin yurt dışına gidişi engellenebilir ne de boş kontenjanlar doldurulabilir.

BEYİN GÖÇÜ

Sonuç olarak; Türkiye’deki tıp fakültelerinin altyapı ve öğretim üyesi açısından yeterliliği  gözden geçirilmeli, yeni tıp fakültesi açmak yerine mevcutlar, altyapı ve yeterli akademik kadro ile güçlendirilmelidir. Buradan mezun olacak doktorlar için de güvenli ve huzurlu bir çalışma ortamı ve insanca yaşam koşullarının sağlanacağı yasal düzenlemeler ivedilikle yapılarak tıp fakültelerinin boş kalması ve beyin göçü önlenmelidir.

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 16 Mart 2022

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

SEVGİLİ

Gazete haberi: “Kadınlar gününde sevgilisini öldürdü.”

Sevgili?..

MEDRESE

AKP’li Yasin Aktay, Yeni Şafak yazısında, “Doğu medreselerindeki eğitim Kürtçe olmaktan çıkmadı ve bu devlet tarafından da görüldü ve tanındı.” yazdı.

Öğretim Birliği yasası!..

KURS

2015-2021 yılları arasında 4-6 yaş arasında 782 bin çocuk Diyanet’in Kur’an kurslarına gitmiş.

Bilim insanına ne gerek.

Çağ atlarız…

DOKTORLAR

Doktorların yurt dışına kaçışına devletin başının tepkisi, ”Giderlerse gitsinler!”

  1. Doktorların para için değil daha iyi yaşam koşulları nedeniyle göçtüklerini bilmiyor.
  2. Beyin göçünü önemsemiyor.
  3. Beyin göçü arttıkça oylarının artacağını sanıyor.
  4. Nasıl olsa kendi gidecek, çözüm üretmeye gerek görmüyor…

YALAMA

Doktorlara yol gösteren RTE, iki gün geçmeden, 14 Mart konuşmasında, Türkiye’nin hekimlerine hem vefa borcu, hem ihtiyacı olduğunu söyledi.

Bir kere de tükürdüğünü yalamasa…

BEBEK

Bebek bezinde KDV’nin kaldırılması önerisi Cumhur İttifakı vekillerince reddedildi.

Höllükle belensinler…

ÇİLLER

Tansu Çiller parti kuruyormuş.

Parsadan mali işlerden sorumlu olabilir…

DÜŞMAN

Bahçeli, ”CHP varken düşman aramaya gerek yok!

  1. Halkın bir bölümü düşman ilan edilir mi?
  2. “Devlet” adamı böyle laf eder mi?
  3. Bahçeli varken karıştırıcı, kutuplaştırıcı aramaya gerek var mı?..

OLUMSUZ

RTE ”Bu görevde bulunduğum sürece İsrail’le ilgili olumlu bir şey düşünemem” demişti.

Demek ki görüşmeler olumsuzlukları artırmak için yapıldı…

GERİYE

İsmailağa Cemaatine bağlı Hiranur Vakfı’nın İstanbul Sancaktepe’de imara aykırı olarak yaptırdığı binalarının sorunu AKP-MHP’li meclis üyelerinin oyları ile çözüldü. Vakıf, hafız eğitimi veriyor.

MEB’in yenilediği Hizmet İçi Eğitim Yönetmeliği’ne göre vakıf ve dernek temsilcileri, MEB personeline eğitim verebilecek.

Durmak yok gerilemeye devam…

HELALLEŞME

Kılıçdaroğlu, helalleşme gezisinde Dicle Toplumsal Araştırma Merkezi (DİTAM) tarafından düzenlenen “Tigris Diyalogları” toplantılarına konuk oldu. Merkezin Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Vural, TSK’nın Kuzey Suriye’de yaptığı operasyonların teröre karşı değil, halkı ezmeye dönüştüğünü söyledi.

Kılıçdaroğlu sessiz kaldı.

Her şey helal…

ÖNLEM

Hatay BŞB Başkanı Lütfü Savaş,

  • ”Önlem alınmazsa 12 yıl sonra Hatay Suriyeli bir başkana teslim olacak”

RTE, ”Muhalefet göçmenleri göndereceğiz diyor, biz göndermeyeceğiz.”

Önlemini açıkladı!..

BARAJ

Cumhur İttifakı seçim yasa teklifini Meclise sundu. Baraj %7olacak.

MHP’nin altında kalmayacağı barajı bulamamışlar…

EŞİT

Seçim yasası değişikliği teklifine göre il-ilçe seçim kurulu başkanı en kıdemli yargıç yerine 1. sınıf yargıçlar arasından kurayla belirlenecek.

Cumhurbaşkanı, seçim propagandası için devlet olanaklarından yararlanabilecek.

Yargıya güvenme, şans işidir.

Tek adam tektir, eşit değildir…

TÜRKİYE’de ÇIĞIRINDAN ÇIKAN İŞLENDİRME (İSTİHDAM) POLİTİKALARI ve ACİL ÇÖZÜM

TÜRKİYE’de ÇIĞIRINDAN ÇIKAN İŞLENDİRME (İSTİHDAM) POLİTİKALARI ve ACİL ÇÖZÜM


Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik

Türkiye’de 2017 Anayasa değişikliklerinin ardından yürürlük alan, kendine özgü (sui generis) – siyasal yazında örneği olmayan ucube Cumhurbaşkanlığı Hükümet sisteminde, Cumhurbaşkanına doğrudan bağlı 5 Ofis’ten biri “İnsan Kaynakları Ofisi” dir. 16 Bakanlıktan Sanayi ve Kalkınma Bakanlığı başta olma üzere Milli Eğitim Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, değişen ölçülerde öbür Bakanlıklar ve YÖK hem eğitim hem istihdam politikaları ile ilişkilidirler. “İnsan Kaynakları Ofisi”, daha çok gereksinim duyulacak insangücünü nicel ve nitel olarak öngörme yanındadır (tarafındadır). YÖK, hem öngörü hem sunu (arz) yönünde ikili bir işlevle yükümlüdür.

İşlendirme (istihdam) politikaları çok değişkenli olmaları bakımından, ciddi güçlükler içerirler. Anılan değişkenler İçsel (Ülkesel) ve Dışsal (küresel, uluslararası) olarak 2 ana kümeye ayrılabilir. Ülkesel değişkenlerin başında nüfus ve demografik nitelikleri belirtilebilir. Sözgelimi Türkiye’de 2020 sonunda 84 milyon vatandaş ve 6 milyon dolayında geçici (?) sığınmacılar, kaçaklar.. olmak üzere 90 milyona varan devasa bir topluluk yaşamaktadır! Her yıl 50 milyona yakın turist gelmektedir (Pandemi koşulları bir yana konursa). Nüfus artış hızı %1,45 gibi dünya ortalaması olan %1,10’dan oldukça yüksektir, 2019’da nüfus net olarak 1,2 milyon artmıştır. Bu sayısal dinamikler bir yandan fırsatlar sunarken, bir yandan da ağır ve çok boyutlu sorunlar doğurmaktadır; İşlendirme (istihdam) sorunu bunların başındadır ve sorun salt ülkesel ölçekte değil, küresel bunalım boyutundadır.

Ülkemizde kritik denge sağlanamamakta, örneğin sayıları 0,5 milyonu aşan mezun edilmiş öğretmen, bir o denli hekim dışı sağlı çalışanı  istihdam edil(e)memektedir. Bu olgu açık, tipik bir sunu (arz) fazlalığı olarak tanımlanmaktadır AKP = RTE tarafından ve salt bu alanlarla  sınırlı da değildir. 330 milyon nüfuslu ABD’de 21 milyon sağlık çalışanı görevdedir, her 1000 (bin) nüfusa 64 sağlık emekçisi düşmektedir. Türkiye’de ise 1,1 m / 90 milyon üzerinden bu ölçüt %o (binde) 12,2 olup ABD’nin 1/5’i düzeyindedir. Zaten SAİG (sağlık insangücü) standartlarında Türkiye, 36 OECD ülkesi içinde sonlardadır.

Hekimlik* dışında hemen her alanda Türk eğitim sistemi, insangücü politikalarında dramatik yanılgılara düşmüş ve çok ciddi sayıda eğitilmiş – diplomalı işsiz yaratmıştır. Öte yandan, ülkesel ve küresel dinamiklere bağlı olarak yaşanan kapitalizmin bitmeyen sürgit dönemsel bunalımları, istihdam yaratma ve artırmada bir istikrar sunamamaktadır. 2008’de başlayan ve hala sonlanamayan küresel ekonomik bunalım, IMF kestirimleri ile 45 milyon işsiz doğurmuştur. Öte yandan, küresel finans-kapital, mali araçlarını bankaları kurtarma yönünde kullanmış, işsizlik ve sonuçları ötelenmiştir. Gizli işsizlik, neredeyse açık işsizlik ölçüsünde yakıcıdır!

Türkiye’de istihdam sorunu her 2 yönüyle “sunu – istem” eksenlerinde ağır biçimde yaşanmaktadır. Ekonomi, içsel – dışsal etmelerin yüküyle, her yıl artan 1,2 milyon dolayında insana istihdam olanağı sunamamaktadır. Kamu kesimi sürekli olarak KüreselleşTİRme (= Yeni emperyalizm!) baskısıyla küçültülmekte, kamu hizmetleri daraltılarak piyasalaştırılmaktadır. Özel sektör ise, en çok kâr dürtüsü ile en az çalışanla işleri götürme politikası gütmektedir.

81 ilde üniversite (!)” politik seçimi ile genç işsizliği birkaç yıl ötelenmiş ancak ulusal kaynaklar ciddi biçimde israf edilirken, bu kesimde işsizlik en yüksek oranlara, 1/3’lere dek tırmanmıştır! PhD (Doktora) derecesi olan bin dolayında işsizimiz vardır ve bu olgu yeterince çarpıcıdır; hızlı bir beyin göçü nedenidir!

Öte yandan bilim – teknolojide dev adımlarla ilerlemeler olmakta, bu gelişmeler yeni uzmanlık alanları gerektirmektedir. Bu olgu da istihdam süreçlerinin “istem” (talep) yanını oluşturuyor. Yazılım mühendisliği, Mekatronik mühendisliği, gen ve moleküler biyoloji, tıp uzmanlık dallarında artan çeşitlenmeler gibi. Küresel rekabet, çok ağır koşullarda kendi dinamiklerini adeta dayatmaktadır.

Ek olarak, üretim desenlerinde – araçlarında devrimsel nitelikte sıçramalar yaşanmaktadır.
MER” kısaltmasıyla uluslararası terminolojiye yerleşen adlandırmayla “Man Equivalent Robot” teknolojisi ufuk ötesi açılımlar getirmiştir. Son yıllarda yapay zeka ile donatılan “AI-MER” ler “Android” / İnsansı olarak adlandırılmaktadır. 2030’a dek, önümüzdeki 10 yılda 800 milyon insan, bu Endüstri 4.0 Devrimi bağlamında istihdam dışı kalacaktır. O halde insangücü arzında sınırlama kaçınılmazdır, bu da NÜFUS PLANLAMASI ile olacaktır. Gelişmiş ülkeler potansiyel gelişmeleri öngörmüş ve önlemlerini almışlardır, negatif nüfus büyümesi aşamasına geçmişlerdir.

Çok ağırlaşan Çevre kirlenmesi başka seçenek bırakmamaktadır; KOVİT-19 salgını tipiktir!

Türkiye, orta erimde nüfusunu 50 milyon dolayında tutmayı hedeflemelidir. Tersine bir tercih, durdurulamayacak bir  sömürgeleşme doğuracaktır!

Çağımızda asıl olan kalabalık – niteliksiz kitleler (gerici – sömürgen siyasal partiler için oy depoları !) değil, nitelikli – küresel rekabet gücünde dinamik bir nüfustur ve bu olgu stratejik önemdedir.

Abraham Maslow’un Gereksinimler Katmanlanması (Hiyerarşisi) kuramında kendini gerçekleştiren “Antropofil Homo Sapiens”e erismenin (Nirvana!?) başkaca bir yolu ve aracı gözükmemektedir.

TSK, yakın geçmişin yarısı kadar sayısal insangücüne indirgenmiştir. Er – erbaş için bile “uzman” nitemi – donanımı aranmaktadır. Yüksek teknolojik donanımlı bir TSK’nın 700 binleri aşan kol gücüne artık gereksinimi yoktur..

“HER AİLEYE 1 ÇOCUK” politikası ülkemizde / dünyada hızla uygulanmaya konmalıdır.

  • Ancak Türkiye’de hala “muazzam” bir nüfus artışı, AKP = RTE tarafından hesapsız (?!) biçimde teşvik edilmektedir.
  • Ülkemiz “Demografik Fırsat Penceresi” ni de kaçırma kritik riskiyle yüzleşmektedir; “sandviç toplum” a doğru sürüklenmekteyiz, örn. SGK ilan edilmemiş bir iflas içindedir!

Ülke kaynakları ve küresel olanakları / güçlükleri dikkate alan çok yönlü ve devingen (dinamik) istihdam politikaları yaşamsal önem taşımaktadır.

  • Yüksek işsizlik oranlarının kısa – orta erimde son derece ciddi stratejik istikrar sorunları yaratması kaçınılmazdır.

Bu bakımdan, DPT’nin (Devlet Planlama Teşkilatı) yeniden açılarak merkezi – ulusal kalkınma planları kapsamında istihdam politikaları da her 2 yönde (sunu – istem), kamusal sorumlulukla ve hızla akılcı (rasyonel) temellere dayandırılmak zorundadır.

  • İktisadi temelde PİYASACILIK ve siyasal düzlemde KÜRESELCİLİK, azgelişmiş ülkelerin iktisadi-siyasi istilası ve işgalidir. Buna karşılık memleketlerin yapabilecekleri şey açıktır:
  • İktisadi temelde PLANLAMACILIK ve siyasal düzlemde BAĞIMSIZLIK.” (K. Nweihed)
  • Kamu öncülüğünde planlı karma ekonomi!
  • Başka çıkış yolu yok, yok, yok!

Sevgi, saygı ve KAYGI ile. 06 Ocak 2021, Ankara

  • Sağlık Bakanlığı 2023’te pratisyen hekimler için, 2030’da da uzman hekimler için zorunlu devlet hizmeti yükümünü kaldırmayı planlamaktadır..

AVRUPA RÜŞVET–YOLSUZLUK LİGİNDE NEREDEYİZ?

AVRUPA RÜŞVET–YOLSUZLUK LİGİNDE NEREDEYİZ?

Dr. Noyan UMRUK

Ülke, korona günlerini bir yandan ağır dış borç yükü altında;
Milli gelire 35 milyar $ katkısı olan turizm sektörünün can çekişmesi,
Sanayi ve tarım kesimlerinde büyük üretim gerilemeleri,
Hazine, yolcu ve Londra güvenceli havaalanı, köprü, yol ve şehir hastanelerinin Dolar olarak ödemeleri,
Genç nüfus ağırlıklı olmak üzere işsizlik, beyin göçü,
Gittikçe uçurumlaşan eşitsiz gelir dağılımı sonucu gittikçe çok daha geniş kitleleri kapsayan yoksulluk,

Milli olması gerekirken paralı hale getirilerek fırsat eşitliği tümüyle ortadan kaldırılan, durmadan bakan ve sistem-müfredat değişiklikleri ile labirente dönüştürülen eğitim vb. ağır sosyo-ekonomik sorunlar,

Öte yandan;

AB ile ilişkiler iyice limonileşmiş ve ABD ile S-400’ler için 2,5 milyar $ ödenen Rusya arasına sıkışmış durumda, D. Akdeniz, Ege, Adalar, Libya, Suriye, K. Irak’ta düşük yoğunlukta çatışmalar vb. ciddi dış politika ve güvenlik sorunlar yaşarken;

Bunlar yetmezmiş gibi, bu ciddi ve ağır sorunlara ortak akılla çözümler aramak yerine, şu aşamada hiç gereği yokken, çok lazımmış gibi İş Bankası, Ayasofya, İstanbul sözleşmesi, “Ciao Bella”, kıdem tazminatı, barolar, TV kanallarını karartma, sosyal medyayı kısıtlama yasası vb. konular kamuoyunun önüne sürülerek, karpuz gibi ortadan bölünmüş toplum, bu konular üzerinde tartışmalarda yoğunlaştırılırken, oyalanırken birileri malı götürmekte

Nasıl mı? Yanıtı Avrupa Konseyi veriyor…

Avrupa Konseyi bünyesine 1999 yılından bu yana görev yapan Avrupa Yolsuzlukla Mücadele Grubu (Greco) yıllık olarak Avrupa ve ABD’de yolsuzlukla mücadele eğilimleri, zorluklar ve iyi uygulamalar başlıklı rapor yayınlıyor ve bu raporda ülkeleri değerlendiriyor.

Bununla birlikte Greco milletvekilleri veya parlamenterler, yargıç ve savcılar ve yüksek bürokratların yolsuzluğa karışmasına ve rüşvet almasına yönelik önlemlerle ilgili tavsiyeler veriyor ve bu tavsiyelerin yerine getirilip getirilmediğine de raporda yer veriyor.

Greco’nun izleme, analiz etme değerlendirme çalışmaları aşama aşama. İlk aşamada ülkelere önerilerde bulunuyor… 2. aşamada önerilerinin uygulamaya geçirilme sürecini izliyor… 3. aşamada önerilerin yerine getirilip getirilmediğini yüzdesel olarak açıklıyor…

Greco, Türkiye’nin verilerini de uyumsuzluk sürecindeki 14 ülkeyle birlikte değerlendirmiş. 2019 sonunda uyumsuzluk sürecine giren 14 ülke: Ermenistan, Avusturya, Çekya, Danimarka, Fransa, Almanya, Macaristan, İrlanda, Lüksemburg, Monako, Kuzey Makedonya, Polonya, Portekiz ve Romanya.

Avrupa Konseyi’nin değerlendirme ölçütleri ise şöyle:

– Parlamento üyeleri, yargıçalr ve savcılar açısından yolsuzluğun önlenmesi
– Etik ilkeler ve davranış kuralları
– Çıkar çatışmaları
– İşe alım, kariyer ve hizmet koşulları (yargıçlar ve savcılar)
– Yasama sürecinin saydamlığı (parlamento üyeleri)
– Ücret ve ekonomik yardımlar (parlamento üyeleri)
– Belirli faaliyetlerin yasaklanması veya kısıtlanması
– Varlık, gelir, yükümlülük ve çıkarların bildirimi
– Kuralların ve düzenlemelerin denetimi ve yürütülmesi
– Tavsiye, eğitim ve farkındalık.

Greco ülkelere göre yayınlamış olduğu bu raporda ülkelerin önerilerinin kaçını yerine getirmediğini, kaçını kısmen yerine getirdiğini ve kaçını yerine getirdiğini paylaşmış. Türkiye, 42 ülke arasında 2019 yılında tavsiyelerini en çok yerine getirmeyen ülke konumunda.  Gerekli tavsiyelerinin yerine getirilmemesinde Türkiye %70,3 ile Avrupa ülkeleri arasında en üst sırada yer almış. Avusturya tavsiyelerin %70’ini, Macaristan ise %55,6’sını yerine getirmediği için listede 2. ve 3. sırayı paylaşmışlar…. Greco’nun açıkladığı raporda 42 ülke arasında durumu en iyi olan, en başarılı olan ülkeler ise %100 ile tavsiyelerin hepsini gerçekleştiren Norveç ve Finlandiya. Onları  %75 ile İsveç takip ediyor.

  • Durum ve 3Y (yolsuzluk, yoksulluk ve yasaklar) ile savaş bundan ibaret…

Kaynak: EMINCAN YÜKSEL, Doğruluk payı,23 Haziran 2020,”20th General Activity Report (2019) of the Group of States against Corruption (GRECO) Anti-corruption trends, challenges and good practices in Europe & the United States of America”

ZOR BİR YENİ YILI, KALAN İSTANBUL PROCESİYLE AŞMA ÇILGINLIĞININ DAYANILMAZ HAFİFLİĞİ…

ZOR BİR YENİ YILI, KALAN İSTANBUL PROCESİYLE AŞMA ÇILGINLIĞININ DAYANILMAZ HAFİFLİĞİ… 

Dr. Noyan UMRUK
E. General

Eveeet… Gerçekten çok zorlanacağımız bir yeni yıla giriyoruz…
Tanrı hepimize Kuvayı Milliye güç ve kudreti versin…
Uluslararası platformda yönetenlerce giderek  marjinalleştirilen yalnız ve güzel ülkemin, dünyanın parmak ısırdığı, saygı duyduğu pırıl pırıl bir Cumhuriyetin yüzüncü yılının arifesinde getirildiği hale bakın… 

Vaziyetin durumu: 

*Yeni Osmanlıcılık düşleriyle Suriye’de batağa saplanılmış,
*Ülkenin içinde bulunduğu durumdan sıtkı sıyrılmış nitelikli insan gücünün kaçışı, beyin göçü lise düzeyine inmişken, ülke, Suriye’nin kuzeyinde bakıldığı söylenen 3 milyon Suriyeli dışında, ülkedeki 3.5-4 milyon Suriyeli’ye ek olarak yüz binlerce Afgan, Pakistanlı vb. için sığınmacı cennetine dönüşmüş,
*Suriye’nin, bombalayarak ülkesinden kovaladığı, içlerinde Halep’ten, Rakka’dan İdlib’e yollanarak temizlenmesi Astana süreci ile Türkiye yönetimine ihale edilen, fakat nedense bir türlü temizlenemeyen “yaramaz çocuklar”ın da bulunduğu 50 yetmez 80.000-100.000 kişi sınırlarımıza dayanmış,
*“Akdeniz’de en uzun sahile sahip ülke” yıllardır Suriye’de boğuşurken, D. Akdeniz, Mısır, İsrail, Kıbrıs Rum kesimi başını çektiği sahildar ülkeler ve çok uluslu petrol şirketlerince parsellenmiş,
*Milli Güvenlik Kurulu, Deniz Kuvvetlerimizin yıllardır süren uyarıları sonucu nihayet “Atı alan Üsküdar’ı geçtikten sonra” hayasızca parçalanmasına ortak olunan Libya’nın geleceği belirsiz bir parçasıyla, güvenliğini sağlanmasına yardımcı olmayı, gerekirse asker göndermeyi öngören bir mutabakatla nihayet “Münhasır Ekonomik Alan” oluşturulabilmiş, lakin bu kez Libya’daki iç savaşa bulaşmamız tehlikesi ortaya çıkmış,
*Bu arada Rusya Astana, Soçi gösterileri bir yana durmadan silah, nükleer santral, giderek buğday falan satarak yolunu bulurken, Reza davası ve mal varlıkları ile ipleri iyice eline geçirmiş olan ABD, istedikleri yapılmazsa ekonomik yaptırımları uygulama noktasına gelmiş… 

İşte uluslararası ilişkiler alanında durum bu… Pekiyi kabahat kimin? Haydaa, sorulur mu bu… Pek tabii ki monşerlerin… 

Gelelim ekonomiye… 

Aslında söylenecek pek fazla şey yok… Zaten yaşıyoruz… 

*Bütün milli varlık, kaynaklar, olanaklar rantiye kesim ve inşaat sektörüne yönlendirilmiş,
* Voksvagen de tüm teşviklere rağmen gelmekte tereddüt edince, son yıllarda herhalde prototip İtalya’da üretilen “yerli binek aracı” dışında, bir tane reel üretime yönelik, istihdam sağlayacak ciddi bir yatırım, fabrika yok,
*Tarım çökmüş durumda… Konya, Polatlı ovalarıyla tahıl ambarı Türkiye Rusya’dan buğday ithal ediyor… Tarımsal nüfus%13’e düşmüş… Tüm Avrupa ülkeleri tarıma büyük destek sağlarken, Türkiye’de yasal olarak GSMH.nın %1’i ile desteklenmesi gereken tarım kesimi mazot, gübre vb. fiyatlarıyla ağırlaşan koşullarına karşın bu tutarın yarısını bile almamış

  • Sonuç : Millet ekip biçmekten vazgeçmiş… Tarımsal nüfus %13’e düşmüş…  

*Sıra şeker fabrikaları, Tank-Palet fabrikasından sonra 3 üncü köprünün de Çin’e satılmasıyla hızla devam eden süreçle müflis tüccarlar gibi elde ne kalmışsa satılarak, özelleştirilerek, kiralanarak 450 milyar dolara varan borç ve 150 milyar TL’yi aşan bütçe açığıyla arasına çomak sokulan ekonomi çarkı panik içinde döndürülmeye çalışılıyor.
*İthalat – ihracat arasındaki fark 1 trilyon 50 milyon doları bulmuş,
*2020 bütçesinde çoook karşı olunan faiz ödemeleri kalemi 139 milyar TL’na ulaşmış,
*Bir zamanlar Suriye’li sığınmacıların maliyeti olarak açıklanan 40 milyar dolar, herhalde aradan geçen sürede katlanmış,
* Gerçek enflasyon %20’leri aşmış, işsizlik oranı %15’lerde, Her üç- dört gençten biri işsiz, en son değerli konut-varlık vergisi garabetiyle taçlanan ağır vergiler ne gam… Yeter ki rant-inşaat ekonomisinin kaymağını yiyenler ve sebeplenenler üzülmesin… 

Üzerler mi hiç… Aksi takdirde kendileri de çoook üzülür… O halde ne pahasına olursa olsun yeni sahte cicilerle oyunun devam etmesi lazım 

Senaryo yeni havaalanı, köprü, otoyollar vb. olduğu gibi bir yandan yap -işlet-devret mantığıyla nüfusu 20 milyona giden, sorunlarıyla boğuşan İstanbul’a 3 milyonluk yeni bir kent eklemleyerek ve de istihdam kartı kullanılarak halkın sırtından özel şirketlere kâr ve sermaye transferi ile ekonomik ve siyasi rant oluşturmak, öte yandan Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nden hareketle yeni bir pazarlık fırsatı yaratarak küresel arenada siyasi dengeleri hareketlendirmeye dönük bir politik ortam yaratmak…

Nereye kadar varırsa… Sonrası Allah kerim…   

Kalan İstanbul Procesi“nin göz yumulamayacak günahları:

*ÇED raporunun öngörülerinin aksine, gemi trafiği boru hatları nedeniyle yıllar içinde giderek azalırken bu cici proje ile bir kez “Kalan İstanbul“un ekosisteminin köküne kibrit suyu ekilmiş olacak, deniz yaşamı ve ekonomisi son bulacak, hafriyatın yaratacağı kargaşa ve çevre kirliliği yıllarca sürecek, Marmara denizi ve K. Çekmece gölü ölecek, 

*DSİ raporuna rağmen Terkos gölü ve Durusu, Sazlıdere barajlarından tonlarca suyun heba edilmesi ve deniz suyunun yer altı suyuna karışması nedeniyle “Kalan İstanbul“un su sorunu içinden çıkılmaz hale gelecek…
*Tarım alanları, ormanlar, çevre bir yeni havalimanından sonra bir kez daha inşaat sektörünce yutulacak,
*Olası depremde “Kalan İstanbul” için risk maksimize edilmiş (AS: tavan yapmış)  olacak…
*THY raporuna göre yapılaşma, aydınlatmasının yoğun trafiğe ulaşması öngörülen yeni havaalanı için sakıncalar yaratacak,
*Sözün kısası “Kalan İstanbul“un yaşam damarları tıkanarak, doğal yaşam döngüsüne geri dönüşü olmayan biçimde son verilecek,
* Trakya’nın tam, II. Dünya Harbinde Alman tehdidine karşı oluşturulan Çatalca müstahkem mevki-Çakmak Hattından ikiye bölünmesi, tüm asker uzmanlara göre, ciddi güvenlik sorunları ve jeo-politik sakıncalar yaratacak,   

Gelelim zurnanın zırt dediği yere… 

Bir asırdır ülkenin bağımsızlık ve egemenliğini tapusu Lozan Anlaşması yanında, Boğazlar ve Karadeniz üzerindeki egemenlik hakkının ve barış ortamının tapusu da 1936’da imzalanan ve Türkiye dahil tarafların uygulanışına dair bir itiraz beyan etmediği, en uzun süre yürürlükte kalan anlaşma sayılan Montrö Anlaşmasıdır. 

Giderek olaya gelir temelli bakıldığında ülkenin Boğaz geçiş ücretlerinden yararlanması da tümüyle kendi tasarrufundadır. Ayrıca, Montrö sözleşmesi yürürlükteyken zaten hiçbir ticari veya askeri gemi kanalı kullanmaya zorlanamayacağı için, kanal geçişlerinden iddia edildiği gibi astronomik gelirler elde etmek de mümkün değildir. Bu durumda şu anda 75 milyar doları bulacağı söylenen bu yatırımın ülkenin içinde bulunduğu ekonomik yapı, durum ve de gelecek kuşaklar için ne denli ağır ve taşınması mümkün olmayan bir külfet oluşturacağı ortadadır.    

Taraf ülkelerin (Bulgaristan, Fransa, Büyük Britanya, İrlanda ve Denizaşırı Britanya Ülkeleri, Hindistan, Elenler Krallığı, Japonya, Romanya, Rusya, Yugoslavya ve Türkiye) sözleşmeyle ilgili bir derdi yoktur!

Sözleşme kapsamı dışındaki ülkeler için ise ticari gemiler için serbest geçiş, savaş gemileri için ise 18. madde ile “Karadeniz’e kıyıdaş olmayan Devletlerin savaş gemileri bu denizde 21  günden çok kalamayacak”; 19. madde ile de “savaş zamanı savaşan herhangi bir Devletin savaş gemilerinin Boğazlardan geçmesi yasak olacaktır.” hükümleri yürürlüktedir.

 Kalan İstanbul procesi“nin bir ipte oynayan cambazların sayısını artıracağı açık… Balyoz operasyonunun Deniz Kuvvetlerine bulaştırılması ile yol açtığı ileri sürülen Karadeniz’e kıyıdaş olmayan ülkelerin örneğin ABD savaş gemilerinin Karadeniz’e çıkışı kuşkusuz Rusya’yı küplere bindirecek, içinden çıkılmaz onlarca sorunla boğuşan bölgede bu kez çok büyük bir küresel sorun oluşacak,

ama sessizce ve akıllıca “mal varlığı” başta olmak üzere
ekonomik ve siyasal yaptırımlarla sıkıştırılan Türkiye yönetimi,
ABD’nin bu sayede tarihsel emellerine ulaşmasıyla, belki bir ölçüde rahatlamış olacaktır. 

Sonuç: 

Kalan İstanbul Procesi“,  İstanbul’u mahvetmesinin olduğu kadar, yıllardır giderek artan hukuksuzluğun, anti-demokratik uygulamaların, “ben yaptım olducu” yönetim anlayışın mağduru geniş toplum kesimlerinin kitlesel tepkileriyle müdahalesini gerektiren bir demokrasi sorunudur. Bu nedenle; 

*Mckinsey danışmanlık firmasına ekonomiyi denetleme yetkisini vermekten geri adım atılması,
*Termik santrallerin filtresiz çalıştırılmasına verilen onayı geri alınması,;
* Ziraat Bankası’nın Simit Sarayı’nı kurtarma kararını geri çekmesi,

gibi örneklerde elde edilen sonuçlardan hareketle, çok daha ciddi, geniş ve yaygın olarak, çevre hareketinden emek hareketine, su hakkı savunuculuğundan temiz hava hakkı, hayvan hakkı, insan hakkı savunuculuğuna değin toplumsal muhalefetin, tüm demokratik kurum ve meslek örgütlerinin katılımıyla yükseltilecek bir karşı çıkış, Cebelitarık’ı kanal sananların olayın ciddiyetini idrak edebilmesi için öbr örnek olaylarda yaşandığı üzere kaçınılmaz bir görev durumuna gelmiştir… 

Karşı çıkışın yeni yılı kutlu olsun…

Ekonomik krizin bedeli millî egemenlik

Ekonomik krizin bedeli millî egemenlik

Cahit Armağan Dilek

Cahit Armağan Dilek
cahitdilek@yahoo.com
YENİÇAĞ, 25 Ağustos 2018

Trump’ın bir twiti ve simgesel iki yaptırım kararı sonrası döviz rekor seviyelere ulaştı. Erdoğan yönetimi ABD’yi Türkiye’ye ekonomik savaş açmakla suçladı. Eğer Türk ekonomisi gerçekten sağlam olsaydı bir twitle dövizde bu dalgalanmalar yaşanır mıydı?

Bu süreçte alınan tedbirlerin hiçbirinin ABD’nin ekonomik savaşıyla ilgili olmadığı ortada. Son kararlar 2 yıldır çok açık şekilde geliyorum diyen ekonomik krize karşı yapması gerekenlerin çok küçük bir kısmı.

Türkiye bir ekonomik kriz yaşıyor.

  • İktidar ise geçmiş 16 yıldaki hatalarının üstünü örtme adına bahanesini papaza, suçu ABD’ye yüklemeye, bedelini de millete kesiyor.

Ekonomik krizin ne demek olduğu, görünen ve görünmeyen bedelinin ne olduğunu anlatan en yakın ve ciddi örnek yanı başımızdaki Yunanistan’da yaşandı. Hazıra dağ dayanmaz! Üretmeden tüketen, borç batağı ve ekonomik krize giren Yunanistan’ın 8 yıllık kurtarma paketi programı 20 Ağustos 2018’de sona erdi.

Krizle ilgili bazı raporlarda rakamlar daha yüksek verilse de Yunan Başbakanı Çipras görünen bedeli “Millî gelirimizin % 25’ini kaybettik, her 10 kişiden 3’ü, her 10 gençten 6’sı işsiz kaldı. 65 milyar Avro’luk kemer sıkma önlemi uygulandı.” diye anlattı.

Krizle birlikte ülkede beyin göçü, inanılmaz boyutlara ulaşmıştı. 8 yılda 400 bin iyi eğitimli genç ülkeyi terk etti. 2008’de kamu borcunun millî gelire oranı % 109.4 iken, 2018’de %191.3’e yükseldi. AB-IMF’den oluşan kreditörlerce 289 milyar Avro kredi desteği sağlanan Yunanistan, karşılığında ülkenin büyük kamu işletmelerini özelleştirirken, kamuda büyük kesintilere gitti.

Alman hükümetinin Haziran’da paylaştığı rakamlara göre Berlin elinde bulundurduğu Yunan tahvillerinden kriz boyunca 2.9 milyar Avro kazanmış. Krizin kazananı yardım (!) eden kreditörler.

Bunlar krizin görünen bedeli. Görünmeyen bedelini yine Çipras açıkladı.

Çipras “Ülkemiz, normal bir Avrupa ülkesi gibi daha fazla zorbalık ve halkımızın fedakarlıkları olmadan kendi kaderini ve geleceğini tayin etme hakkını yeniden kazanmıştır.” dedi. “Gerçekten kazandı mı” onu ileride göreceğiz ancak paket bitmesine rağmen rakamlar kazancın henüz kağıt üzerinde olduğuna işaret ediyor.

Sonuçta kurtarma paketlerine, dış kredilere mecbur kaldığınızda yabancıların ekonomik boyunduruğuna giriyorsunuz ve kendi geleceğinizi kendiniz belirleyemiyorsunuz, parayı verenler belirliyor. Kısaca millî egemenliğinizi ve geleceğinizi kaybediyorsunuz.

Çipras “mali krize ve kurtarma paketlerine neden ve kimlerin sebebiyle mecbur kaldıklarının unutulmayacağını” da belirtiyor. Görüldüğü üzere Çipras, ekonomik krizin suçunu dış güçlere atmamış, Yunanistan’ı yönetenlerin hataları olduğunu belirtmiş. Bu da Türkiye’yi yönetenlere ders olsun diyeceğim ama en ufak bir işaret yok.

Çipras, 2015 başında Başbakan olduğunda yabancı kreditörlerin dayattığı paketleri referanduma sunarak gerçekleri halkla paylaşmış. Perde arkasında gizli-özel mutabakatlara girişmemiş. Bu da alınacak önemli derslerdendir. Kriz sürecinde yaklaşık %30 fakirleşen Yunanistan’ın rakamları Türkiye’nin rakamlarıyla mukayese edilirse, onların 8 yılda geldiği durumu bizim aylar içinde yaşadığımız görülür.

Kala kala Yunanistan’dan ders almaya mı kaldık deyişinizi duyar gibiyim. Eğer Atatürk’ün gösterdiği yoldan onun ilkelerinden uzaklaşmasaydık, yüz yıl önce verilen reçeteyi hayata geçirseydik bugün olduğu gibi yabancı ellerden, Katar Riyali, Rus Rublesi, Çin Yuanı, İran Tümeninden medet ummayacaktık.

Atatürk,

  • “Bugünkü savaşlarımızın gayesi tam bağımsızlıktır. Bağımsızlığın bütünlüğü ise ancak mali bağımsızlık ile mümkündür. Bir devletin maliyesi bağımsızlıktan mahrum olunca o devletin bütün hayati kuruluşlarında bağımsızlık felce uğramıştır.”

    derken tam da Çipras’ın yeni tecrübe ettiği ve farkına vardıkları şeyi 100 yıl önce ifade etmişti aslında.

Atatürk,

  • “Ülkenin yönetimindeki başarı, ekonomisindeki kazancın derecesiyle orantılı olur.”

    diyerek başarı ölçütünü de ortaya koyuyor ve Türkiye’de şimdi iktidarda olanların Türkiye’yi yönetmede başarısız olduklarını ta 100 yıl öncesinden söylüyordu.

Gördünüz, ülkeyi yönetemeyip ekonomik krize getirmenin görünen ve görünmeyen bedeli millete ve devlete çok ağır. Üşenmesin, Türkiye’yi yönetenler dahil herkes Çipras’ın açıklamalarını bir daha okusun. İktidar ders alsın, işe hatalarını kabul etmekle başlasın.

Çünkü millî egemenliğin yabancı boyunduruğuna girmesinden, geleceğin kaybedilmesinden bahsediyoruz. Bu hatanın ülkeyi yönetenlere vebali çok ağır olmalı ve ülkeyi yönetemeyenler hatalarında ısrar edip millete devlete bedeli ağırlaştırmamalı.