Etiket arşivi: “Altılı Masa”

ALTILI MASA’NIN GÜNDEMİNDE EĞİTİMDE BÖLÜCÜLÜK VAR MI?

Zeki SARIHAN
Eğitimci-Yazar
zekisarihan.com

Ülkede sistemin aksayan yönlerine çekidüzen vermek için projeler ilan eden “Altılı Masa” ve CHP’nin gündeminde özel okulculuğun bölücülüğü konusunda bir cümle var mı? Yoksa neden?

Türkiye’yi yönetenlerin yurttaşlara en çok yönelttikleri suçlamalardan biri “bölücülük”tür. Daha çok Kürt sorunu üzerinden yapılan bu suçlama, devletin nerdeyse değişmez bir politikası olmuştur. Bir zamanlar, yalnızca “Kürt” sözcüğünü kullanmak bile bölücülüğün kanıtı sayılıyordu. Giderek Kürtlerin varlığı kabul edilebilir bir olgu durumuna geldi ama Kürtlerin Kürt olmaktan kaynaklanan kimi hakları bulunduğunu söylemek bölücülük suçlamasıyla karşılanıyor. Bu zihniyet yalnız iktidar çevrelerine özgü de değildir. Hatta bu iktidar, onu geçmiş yönetimlerden devralmıştır.

Türk burjuvazisi, kimi orta sınıf kesimlerini de yanına alarak eğitimde büyük bir ayrımcılığın, başka bir ifadeyle bölücülüğün hem mimarı, hem sürdürtücüsüdür. Bu da özel okulculuktur.

Halkın geneli için devlet okulları açılırken zenginler, çocuklarının bu okullarda okumasına razı olmamakta, çocuklarını paralı okullarda okutmaktadır. Bu okullar, Millî Eğitim Bakanlığının denetimine bağlı olmakla ve devlet okullarıyla aynı programı uygulama zorunda olmakla birlikte, devlet imam-hatiplileştiği için artık bunun olumlu bir yanı da kalmamıştır.

Özel okul yöneticileri, öğrencilere sunduğu olanaklarla “seçkin” okullar olduklarını övünerek ileri sürmektedirler. Özel okulların seçkinliği, öğrenci başına yapılan harcamanın, devlet okullarında okuyan öğrencilere yapılan harcamanın çok üstünde olmasından kaynaklanıyor. Özel okul ücretleri, dar ve orta gelirli ailelerin karşılamalarına olanak olmayacak ölçüde yüksektir. Normalde her öğrenci oturduğu semte yakın okullara yönlendirilirken özel okulların öğrencileri için böyle bir koşul yoktur. Özel okullarda sınıflar, devlet okulları gibi kalabalık değildir. Sınıflar, velilerden alınan paralarla pırıl pırıldır ve araç gerek yokluğu çekilmez.

Burjuvazinin okulları

Cehaleti baş düşman ilan eden ve bunun için eğitimi yaygınlaştırmaya çalışan Cumhuriyetçi elitler bile, çocuklarını özel okullara göndererek ya da kendi çocuklarının devam ettiği okulları çeşitli yollarla kayırıp bir çeşit “devletin özel okulu” durumuna getirerek eğitim olanaklarını halkla paylaşmaya yanaşmadılar. Tanzimat, Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemlerinde okumuş birçok seçkinin mezun olduğu (bitirdiği) okullar araştırıldığında bu gerçek ortaya çıkar. Bunların başında, yabancı okulların olduğu görülecektir.

Türkiye’de ilk açılan özel yüksekokullara karşı 1967’de İstanbul Teknik Üniversitesi öğrencilerinin başını çektiği, İstanbul-Ankara yürüyüşü, devrimcilerin bu konuda ne denli duyarlı olduğunu gösterir. Bu yürüyüşten sonra özel yüksekokullar anayasaya aykırı görülerek kapatılmıştı. Fakat kamuoyunun şiddetle bastırıldığı dönemde özel okul furyası yeniden başladı. Anaokulu, ilk ve ortaokul, lise ve üniversite düzeyinde özel okullar, devlet okullarıyla yarışa girdiler.

Devlet okullarının “saldım çayıra, Mevlam kayıra” kalitesizliğini ve düzensizliğini yaşadığı dönemlerde, özel okulda çocuğunu okutacak ölçüde maddi gücü olanlar, çocuklarının daha iyi bir eğitim alacağı gerekçesiyle bu okullara koştular. Muhafazakâr iktidarların okulları birer İmam-hatip okulu yapma girişimlerine karşı laik burjuvazi bir çeşit çocuklarını kurtarma operasyonu yaparak, laik patronlar ve eğitimciler tarafından işletilen bu okulları güvenli bir ada olarak gördüler. Dincilik de boş durmuyordu. Fetullah çetesi başta olmak üzere, çeşitli tarikatlar da ülkeyi, dershaneler, okullar, yurtlarla teslim alma hevesine düştüler.

Fetullahçılarla AKP Hükümeti arasında iktidara ortaklaşa değil de tek başına egemen olma savaşı kızışınca Hükümet, Fetullahçıların bütün eğitim kurumlarına el koydu. Fakat bu özel okul karşıtlığından kaynaklanıyor değildi. Fetullahçı okulların yerini alacak ve bütün eğitim topluluğunu yönlendirecek projeler zaten hazırdı. Laik burjuvazinin partisi, bu fırsattan yararlanarak özel okullar yerine kamu okullarını savunacak yerde, hükümetin bunlara el koymasına karşı çıktı.

Bu Bölücülüktür

  • Özel okulculukla büyük bir bölücülük yapıldığını iddia ediyorum.

Bu sistemin devlet okullarında okumak zorunda olan öğrenciler üzerinde nasıl psikolojik kırılma yapabileceği hiç düşünülmüyor mu? Bir örnek olarak hep düşünmüşümdür: Tuzluçayır Lisesi öğrencileri, Kızılay’a indikleri zaman Ankara TED Koleji önünden geçerken ne hissedebilir? Onun bahçesinde oynayan veya gezinen öğrencilere bakarak eğitimde birbirine yabancı iki öğrenci topluluğu olduğunu, kendilerinin bunlardan aşağı sınıfı temsil ettiğini düşünmeyecek midir?

1980 ve 1990’larda hükümet eğitimi paralı yapmaya çalışır ve özel okulculuğu teşvik ederken, paralı eğitime ve özel okulculuğa karşı kimi demokratik kitle örgütleri olarak yaygın bir kampanya yürüttük. İmzalar topladık, afişler hazırladık, yazılar yayımladık, Millî Eğitim Şûralarının kürsülerinden Şûra üyelerine ve Bakanlara seslendik. “Ağır bir sorumluluk altında” olduklarını hatırlattık. Aradan geçen bunca yıl sonunda bu konuda alınan sonuç, yalnızca devlet okullarında öğrencilerden kayıt sırasında ve başka vesilelerle para toplanmayacağı yolunda bir genelge oldu. Bu da bir kazanım olmakla birlikte, AKP iktidarları döneminde bütün eğitim giderlerinin veliler tarafından karşılandığı özel okulların sayısı arttı ve her yıl da artış göstermeyi sürdürüyor. Geçen yılın eğitim istatistiklerine göre özel okul sayısı 14.179, buralarda öğrenim gören öğrenci sayısı 1.578.233’tür (bütün öğrencilerin % 8.2’si). 1.139.673 öğretmenimizden de 163.970’i özel okullarda çalışıyor.

Özel okulların sayısı ve buralarda okuyan öğrencilerin oranı, genel okulculuğun içinde gene de oldukça düşük sayılabilir. Ancak sorun oranda değil zihniyettedir (anlayıştadır).

  • Özel okulculuk en büyük bölücülüktür.

Halkın zihninde kabuk bağlamış bir yaradır. Türkiye’nin halkçı kesimleri, özel okulları yaşatanlarla başa çıkamamışlardır. Ülkede sistemin aksayan yönlerine çekidüzen vermek için projeler ilan eden Altılı Masa’da ve CHP’de acaba böyle bir gündem maddesi var mı? Yoksa neden?

Her şey çok mu güzel olacak?

Yavuz Alogan
Yavuz Alogan
yalogan@gmail.com
16 Aralık 2022, https://www.veryansintv.com/her-sey-cok-mu-guzel-olacak/ 

featured

Nasıl gerçekleştiği bilinmeyen birden çok eşzamanlı olayın etkileşerek ortaya çıkardığı, sonuçları öngörülemeyen duruma belirsizlik diyoruz.

Belirsizlik durumunda birbirinin yolunu kesmeye ya da açmaya çalışan, politik iradelerini farklı siyasî hayat (siyasal yaşam) koşullarında oluşturmuş güçlerin konumunu ve hızını, dolayısıyla imkân ve kabiliyetlerinin (olanak ve yeteneklerinin) olayları etkileme derecesini ölçemezsiniz. Bir bakıma bu, Alman fizikçi Werner Heisenberg’in “belirsizlik prensibi”ne (1927) benzer. Bu prensibe (ilkeye) göre bir kuantum parçacığının hem konumundan hem de hızından aynı anda emin olamazsınız.

Siyasal toplumun bütün parçacıkları, belirsizlik durumunda doğayı taklit eder. Her bir parçacık yaşamda kalmak ya da gücünü artırmak için konumunu ve hızını değiştirir, böylece çarpışmalar başlar. Her çarpışma her bir parçacığın konumunu ve hızını bir kez daha değiştirerek öngörülemeyen, beklenmedik sonuçlara yol açar. Konumunu değiştirip hızını artırarak bir bilardo topu kümesine çarpan tek bir topun, bütün topların konumunu değiştirmesini ve her bir topun kazandığı hızın yol açacağı çarpışmaları düşünelim.

İmamoğlu’na verilen ceza tam da böyle bir etki yaratmış, belirsizliğe yol açmıştır.

Belirsizlik durumunda kesin sonuçlu analiz yapmaya kalkışmadan, tekil durumlara yol açan etkenleri anlamaya çalışmak gerekir. Önce anlayacaksınız ki analiz edebilesiniz. Anlamadığınız şeyi nasıl analiz edeceksiniz? Anlamak için de bilgiye ulaşmanız gerekir. Bilgisine ulaşamadığınız olayı anlayamazsınız. Olsa olsa yarım yamalak, çelişkin bilgilerle anlamaya çalışırsınız. Bunun üzerine bir de kesin sonuçlu analiz bina ederseniz belirsizliğe katkıda bulunmuş olursunuz.

Ayrıca sınıfsal tabanı olmayan, etnik ve mezhepsel olarak bölünmüş, çoğu ülke dışından kurgulanmış, komplolarla kurulmuş ya da hizaya sokulmuş, geçmişten gelen hiçbir siyasal geleneğin temsilcisi olmayan, sağ-sol-merkez gibi bir konumda yer almayan, mafya tarzında yönetilen, iç ve dış komplolara göre konum alan partilerin nesini analiz edeceksiniz?

Üstelik ülkede başta anayasa olmak üzere neredeyse her yasa kezlerce göz göre göre ihlal edilmiş, en temel hukuksal güvence olan adil yargılanma hakkı, hâkim teminatı / yargıç güvencesi (habeas corpus) (AS  Habeas Corpus, 1679 tarihli İngiliz kişi dokunulmazlığı belgesidir) siyasetin kaprislerine feda edilmiştir. Böyle bir yerde orman yasası işleyecek ve hiç kimse kurduğu oyunun sonucundan emin olamayacaktır.

O hâlde detektif gibi düşünmek gerekir. Detektif düz ve basit mantık yürütür, kestirmeden giderek kanıttan sonuca ulaşmaya çalışır. Fakat deliller (kanıtlar) kesin değilse faili (eylemciyi) bulmak yine zorlaşır. Bu durumda bir spekülasyon aralığı açılır, herkes kendi meşrebine ve niyetine göre delil icat edip (kanıt uydurup) yorum yapmaya başlar. Fakat bu aralık geçicidir; bir zaman sonra mutlaka kapanacaktır; barika-i hakikat (hakikat güneşi) kimilerine ışık, kimilerine karanlık gölgeler getirerek ortaya çıkacaktır.

Spekülasyon aralığından bakıldığında görülenler şunlardır:

Sayın Reis, seçim öncesinde İBB’ye çökerek İstanbul’da yuvalanan ve arpası kesilen tarikat ve cemaatleri sevindirmek, kentin kaynaklarına el koyarak yandaşlarını coşturmak istemiş olabilir.

Ancak, deneyimli Reis’in bu denli ucuz bir kazanım uğruna orta erimde ağır bir imaj yitiğini göze alması pek olanaklı görünmediği için, Saray’da yuvalanmış bir kliğin bu tezgâhı kurup işletmiş olması da olasıdır. Evrensel ve tarihsel olarak Saray, tanımı gereği, farklı çıkarların çatıştığı, ajanların ve kliklerin Kralı etkilemek için örtülü etkinlik  yürüttüğü bir entrika yuvasıdır.

Temyiz süreci kısa sürer ve karar onaylanırsa, Reis’in İstanbul’u geri almak istediği; temyizde karar bozulur ya da süreç zamana yayılırsa Reis’ten habersiz tezgâh kurulduğu anlaşılır.

Kılıçdaroğlu’nun aldatılarak Almanya’ya gönderildiği ve oradan apar toprak getirilerek madara edildiği anlaşılmaktadır. Genel Başkan’ın Almanya’dan dönerek partililerine hitap etmesini beklemeyen İmamoğlu’nun, yüzünde “Rabbiyessir” gören ve Cumhurbaşkanı olması için kendisine neredeyse davul zurnayla destek veren Akşener’i, karar açıklandıktan sonra Saraçhane’de kürsüye çıkarması tek kelimeyle siyasal bir skandaldır. İnsan genel başkanını bekler!

İmamoğlu’nun “tarihsel” konuşmasında  birkaç kez İstanbul’u bütün Türkiye’yle birlikte anarak, “gençliğim var … bu omuzlar her yükü taşır” diyerek genişlettiği tesir sahası (etki alanı), Kılıçdaroğlu’nun “16 milyon seni kucaklıyor” sözleriyle daraltılmış, Akşener’in “16 değil, 85 milyon senin arkanda” sözleriyle yeniden genişletilmiştir. İki adamın Cumhurbaşkanlığı için rekabet ettiği açıkça görülmektedir. Sayın Saray rakip olarak karşısında Kılıçdaroğlu’nu istemekte, İmamoğlu’ndan ise çekinmektedir.

Altılı Masa’daki beş başkanın Kılıçdaroğlu aday olmasın diye İmamoğlu’na razı olması olanaklı, karışıklık durumunda Meral Hanım’ın aradan sıyrılıp aday olması ise olasıdır.

CIA ajanı Henry Barkey, İmamoğlu’nun mahkûm edilmesinden sonra iki büyük yitirenden birinin Erdoğan, öbürünün ise “cumhurbaşkanlığı için ortak aday olacağını sanan” Kemal Kılıçdaroğlu olduğunu söylemiştir.

Küresel sistemin İmamoğlu’nun kişiliğinde ve toplam formasyonunda Zelenskiy ya da Şaakaşvili gibi seçilmiş adamları andıran bir gevşeklik, kolayca doldurulabilecek bir zihinsel boşluk gördüğünü anlıyoruz. ABD ve AB’nin siyasal toplumu “demokrasi” adına CHP-İYİP-HDP koalisyonuna doğru bükmeye çalıştığını, Saray’ın ise bu gereksinimi anlayarak mutasavver  (tasarlanan) koalisyonun yerine getirmesi beklenen göreve istekli olmaya çalıştığını ama siyaseten katettiği yol böyle bir rol değişikliğine elverişli olmadığı için, tuhaf ve çaresiz bir manzara arz ederek debelendiğini görüyoruz.

Bu bükme çabasının AKP’nin gerileme sürecinde nasıl sonuç vereceğini, gerçekçi bir değişim bekleyen halk kitlelerinin her şeyin çok güzel olacağına nasıl ikna edileceğini doğal olarak bilemiyoruz. Ancak olayların RAND Corporation’ın Ocak 2020 tarihli raporuna şimdilik uygun biçimde geliştiğini görebiliyoruz. Raporda “otokrat Erdoğan’ı devirebilecek en zorlu aday Ekrem İmamoğlu” denmektedir.

İmamoğlu’nun İngiltere Büyükelçisi ile baş başa balık yediğini ve ülkesine döndüğünde İngiliz istihbarat servisi MI6’nın başına geçen Büyükelçi’ye, 11 Nisan 2020’de, “Türkiye sevginizden hiç şüphemiz yok, Mr. Moore! Organize kötülük her yerdedir, ancak Türk insanı her zaman kimin dostu olduğunu bilir!” diye şaklaban bir tivit attığını ben kişisel olarak unutmam.

  • Ancak ilkel toplumlar ya da sömürge ülkelerin çaresiz halkları,
    yabancı devletlerin “kurtarıcı” diye parlattıkları adamların peşinden giderler.

Belirsizliğe karşın, Saray’ın aşırılığı karşısında Altılı Masa’nın halkı sokağa çağırmak zorunda kalması olumlu bir gelişmedir. Halk yolunu sokakta bulur. Bir dizi ara evreden geçilecek, her evre mevcut gerici ve baskıcı yapıyı biraz daha çözecek, ortaya yeni güçler ve kimsenin öngöremediği bir dizi sonuç çıkacak, her şeyin nasıl çok güzel olacağı zamanla daha iyi anlaşılacaktır. Bu aynı zamanda bir uyanış sürecidir.

  • Şimdilik, siyasal İslamcı diktatörlükten daha kötü bir seçenek yoktur.

Bertaraf edilmesi (uzaklaştırılması) gereken tehdit ve tehlike sıralamasında Saray birinci sırada, Altılı Masa ise ikinci sırada yer almaktadır.

 

Yeni anayasa taslağına bakış

DR. BİRGİ TUNA
KAMU YÖNETİMİ BİLİM UZMANI

26 Kasım 2022, Cumhuriyet

28 Kasım’da Ankara Bilkent Otel’de, Altılı Masa‘nın anayasa taslağı açıklanacak. Baştan yeni anayasa yazmak yerine anayasanın 100 kadar maddesinde değişiklik yapılmış.

12 Eylül Anayasası’nın üç önemli açığı, bugün yaşadığımız “tek adam” rejiminin doğmasından sorumludur. İlk ve en önemli açığı, Cumhuriyet Senatosu’nu ortadan kaldırmış olmasıdır. İkincisi Anayasa Mahkemesi (AYM) üyelerinin atamaları için cumhurbaşkanına tercih hakkı tanımış olmasıdır. Üçüncü açığı ise o günkü adıyla Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun (HSK) yapısıyla oynanması ve adalet bakanının kurul kararlarında etkili olmasının sağlanmasıdır.

TASLAK NE SÖYLÜYOR?

HSK’nin, Hâkimler Kurulu (HK) ve Savcılar Kurulu (SK) olarak ikiye bölünmesi, HK’ye, adalet bakanı ve yardımcısının katılımının olmaması, bakan ve yardımcısının SK’de yer alması öngörülmüş. Kulağa gayet (oldukça) hoş geliyor ve eleştirdiğimiz soruna çözüm olmuş gibi duruyor. Ancak HK ve SK üyelerinin atanma yetkilerinin Meclis’e verilmesi, Meclis’te yapılacak seçimlerin “kısıtlı belirleyicilerin inisiyatifine” bırakılmaması, çoklu aday arasından seçim yapılması kuralı getirilmesi, yargının siyasallaşmasının önüne nasıl geçecek? Kendini bilgi ve deneyim olarak bu kurullara layık görenler tanıtımlarını kime, nasıl yapacaklar?

AYM üyelerinin atanmasına ilişkin cumhurbaşkanının yetkileri kısıtlanmak zorundadır. Cumhurbaşkanının atama yetkisi, göreve başlatma işlemi ile sınırlı olmalıdır. Ancak HK ile SK’de olduğu gibi AYM üyelerinin de Meclis tarafından seçilmesi ne kadar doğru olacaktır?

Türk hukukuna yıllarca hizmet etmiş ve belli bir kıdeme gelmiş hâkimler bu kurullarla seçilmek için nasıl bir yol izleyecektir? Kurul üyeliği mi siyasetin kapısını aralayacaktır? Yoksa siyaset mi kurul üyeliği yolunu açacaktır? Altılı Masa komisyonunda bu yöntemi öneren ve kabul ettiren kim?

Özetle yargı ile ilgili düzenlemeler, sızan biçimiyle bir süre sonra yargının siyasallaşması sorununa çözüm olmayacağı endişesi uyandırıyor.

CUMHURİYET SENATOSU

12 Eylül sonrası hazırlanan anayasada, Cumhuriyet Senatosu’nun ortadan kaldırılması Türk demokrasisine vurulmuş en büyük darbedir. Eğer Cumhuriyet Senatosu varlığını sürdürseydi, AKP’nin referanduma (halkoylamasına) götürerek gerçekleştirdiği anayasa değişiklikleri bu denli kolay yaşama geçmeyecekti.

1961 Anayasası’na göre Cumhuriyet Senatosu seçimleri genel seçimlerden bağımsızdı. 150 sandalyenin üçte biri her iki yılda bir seçimle değişirdi. Birçok ülkede uygulanan ve demokraside sürekliliği sağlamaya yönelik örnek bir uygulamaydı.

Demokratik olmayan ve eleştirilen bir yönü “tabii senatörlük” ve “Cumhurbaşkanınca atanan 15 kontenjan senatörü”nün bulunmasıydı. Bu garipliği dışında Cumhuriyet Senatosu, Türkiye Cumhuriyeti’nin demokrasi açısından güvenlik kilidi görevini görmekteydi. Bu kilit 12 Eylül Anayasası ile kırılınca, sonucunu hep birlikte yaşıyoruz. Bu kilidin akademik çevrelerce neden gündeme getirilmediği anlaşılır değil.

28 Kasım, hepimiz için heyecanla beklenen bir gün olacak. Ancak gelen ilk veriler ışığında, tek adam rejiminin yarattığı bunalımı canlı yaşamaktayken umarım önümüze çıkarılacak anayasa paketine bu kez de biz “Yetmez ama evet” demek zorunda kalmayız!

Kürtler, sosyalistler ve Altılı Masa… SEÇİMLERDE TUTUMUMUZ NE OLMALI?

Zeki Sarıhan
zekisarihan.com

Haziran 2023’te yapılacak Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekilliği seçimleri, bir süredir ülkede bir heyecan dalgasına neden oldu. Her seçim bir mücadele ve çekişmeye vesile olur fakat bu seferki bundan öncekilerden çok farklı.

Önümüzdeki seçimlerde Türkiye’nin geleceği oylanacak..

Bu mücadeleyi umursamayanlar ve çekimser kalanlar, büyük bir sorumsuzluğun vebalini de yüklenmiş olacaklar.

MUHALEFET KAZANAMAZSA

Seçimi bugün iktidarda bulunan ve Recep Tayyip Erdoğan‘ın temsil ettiği Cumhur İttifakı‘nın kazanması durumunda seçmenler, bir çeşit monarşi sayılan tek adam rejimine onay vermiş sayılacak. Türkiye’nin üzerindeki karanlık daha da koyulaşacak. Büyük yaralar almış bulunan hukuk sistemi berhava olacak. Hak ve özgürlükler tümüyle ortadan kaldırılacak. Din ve inanç özgürlüğünden eser kalmayacak. Devleti tümden tarikatlar ele geçirecek. Erdoğan’ın 20 yıldır önce sureti haktan görünerek son dönemlerde açıktan açığa savunmakta olduğu siyasal İslam, devletin ve toplumun bütün hücrelerine zerk edilmeye devam edilecek.

Bu sistemin dünya ve Türkiye halkının beklentilerine aykırı olduğu baştan belliydi. Erdoğan 20 yıllık iktidarını, çeşitli ekonomik ve sosyal önlemlerle yoksulları kendine bağlayarak sağladı. Ama su, ekonomi değirmeninin oluğunu eskisi kadar doldurmuyor. İktidarın şimdiki bütün çırpınışları, ne yapıp edip, oy yitiğini durdurmak ve yitirdiği oyları geri kazanmaya yöneliktir.

ERDOĞAN, İKTİDARI BIRAKIR MI?

Bir süredir, birçoğumuzda seçimleri yitirse de Erdoğan’ın allem edip, kallem edip iktidarı bırakmayacağı inancı var. Bu kötü beklenti nedensiz değildir. Çünkü Erdoğan, her ne denli seçimler sonucunda iktidara gelmişse de, demokrasiye saygılı biri olmadığını birçok vesile ile gösterdi. Kürtlerin kazandığı belediyelerin nerdeyse tümünün yöneticilerini görevden alıp yerlerine partisinden kayyum ataması bunun en önemli kanıtıdır. İstanbul Büyükşehir Belediye seçimleri muhalefet tarafından kazanılınca seçimleri Yüksek Seçim Kurulu kararıyla yeniletmesi de bu tutumun örneklerindendir.

  • O’nun, muhalefet belediyelerini kıskaç altına aldığı,
    onları çalıştırmamak için her yolu denediğini de görüyoruz.

Edoğan’ın seçim sonuçlarına saygı göstermesinin tek koşulu, İstanbul’da yapılan ikinci seçim gibi büyük bir yenilgi almasıdır.

Erdoğan’ın seçim zamanına kadar da yapabileceği birçok şey vardır: Çeşitli tertiplerle muhalefet bloğunu bölüp birbirine düşürmesi, çeşitli çıkarlar sağlayarak bunların en zayıf olanları yanına çekmesi, savaş çıkarıp seçimlere bir fatih olarak girmesi bunlardandır.

AÇIK VE NET BİR PROGRAM GEREKİR

Bütün bu olasılıkları akılda tutarak vakit geçirmeden muhalefetin açık, anlaşılır ve kitleleri çekecek bir programa göre seçime hazırlanması gerekir. Bu programın can alıcı maddeleri, halkın nasıl ekonomik refaha ulaştırılacağı, 1923’ten beri deneye yanıla oluşturulan kurumların yerli yerine nasıl oturtulacağıdır.

Muhalefet, partizanlıktan çok çekmiş olan halkın önünde;
– TRT, Anayasa Mahkemesinin, Yüksek Seçim Kurulunun bağımsızlığını,
–  üniversitelerin özerkliğini iade edebilecek mi?
– Kürt sorununu nasıl çözecek?
– Avrupa Birliği ve NATO ile ilişkileri nasıl düzenleyecek?
– Komşularımızla bozulan ilişkileri nasıl düzeltecek?
– Sağlık ve Eğitim sistemini çağdaş temellere ve halk kitlelerinin çıkarlarına uygun olarak nasıl yeniden düzenleyecek?

Artık anlamış olmalıyız ki; yalnız AKP’nin kurduğu sistem değil, onun iktidara gelmesinden önce var olan sistem de iflas etmiştir. Zaten AKP’ye iktidar kapılarını açan da Kenan Evren, Özal, Demirel, Tansu Çiller, Mesut Yılmaz’la temsil edilen o sistemdi.

  • Halkın huzur içinde kardeşçe yaşayabilmesi için radikal (köktenci) önlemlere gereksinim var.

Muhalefetin gövdesini oluşturan Altılı Masa bunları gerçekleştirecek bir anlayışa ve cesarete sahip mi?

Günümüzün en önemli siyasi sorusu budur.

2023 seçimlerini yitirse de AKP ve MHP’nin boş oturmayacağı kesindir.
AKP’nin yarım önlemlerle iktidarı ağzına burnuna bulaştıran yönetimin elinden hükümeti yeniden ele geçirmesi zor olmaz.
Bu nedenle, alınacak önlemlerin geniş yığınlara ve demokrat aydınlara bir “Oh!” dedirtmesi koşuldur.
Sermaye grupları arasında gidip gelen bir iktidar halkta bu rahatlığı yaratmaz.

ANAHTAR HDP’NİN ELİNDE

Kılıçdaroğlu’nun iktidar bloğuna karşı oluşturulmasına önderlik ettiği Millet İttifakı, Türkiye’de iktidar mücadelesinin getirdiği bir zorunluluk olmakla birlikte Kürt aydınları ve emekçilerini temsil eden HDP’nin ve Türk sosyalist solunun bunun dışında kalması bir olumsuzluktur. HDP’nin yüzde on gibi büyük sayılacak bir seçmen kitlesine sahip olmasına karşın bu İttifaka alınmamış olması, gelecek seçimlerin en büyük handikapıdır. HDP’nin dışarıda bırakılmasının nedeni, Türk milliyetçiliğini temsil etme iddiasındaki İYİ Parti’nin zaaflarıdır. HDP ile özellikle İYİ Parti’yi aynı masada görmek mümkün görünmüyor.

HDP’nin ve seçmeninin her koşulda cumhurbaşkanlığı seçimlerinde muhalefetin adayını destekleyeceği varsayılıyor. Ben de, daha kötüsünün iktidarını engellemek için, Kürt laik ve demokrat seçmeninin içine sinmeyerek de olsa, öyle davranmasını önermiştim. Ne var ki HDP, kendi oylarının çantada keklik sayılmaması gerektiğini, ortak aday ve ilkelerde anlaşmazlarsa kimseyi desteklemek zorunda olmadıklarını ilan ediyor. HDP oyları olmadan muhalefet için iktidar çantada keklik değildir.

Kürt sorununu yok sayan bir Türk milliyetçiliği, Türkiye’nin huzura kavuşmasının önünde en büyük engeldir. Ne var ki, iktidar on yıllardır süren savaşı hem içerde, hem dışarda sürdürmekte ısrarlı ve bundan siyasal kazanç elde etme çabası içinde. Bu siyasal yapının iktidardan uzaklaşması, HDP’nin göstereceği basiretle de Kürtler üzerindeki baskı azalma eğilimi gösterecektir.

Ülkeye barış, ezilen Türk ve Kürt emekçilerinin birlikte mücadele ettiği ve kazandığı bir halk iktidarıyla gelecektir.

Önümüzde daha uzun ve dikenli bir yol olduğunu unutmayalım.

Emekçileri aydınlatmaya devam edelim. (Tükenmez, Sonbahar 2022)

BİR ÜLKEDE MUTLU TOPLUMSAL YAPI İÇİN SİYASET KURUMUNUN ÇÖZMESİ GEREKEN 3 ANA ALAN

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

BİR ÜLKEDE MUTLU TOPLUMSAL YAPI İÇİN SİYASET KURUMUNUN ÇÖZMESİ GEREKEN 3 ANA ALAN

1- EKONOMİK ALAN

Toplumda ayrıksız (istisnasız) herkes için istihdam, yani iş güvencesi, yeterli aile geliri ve adil bir gelir ve servet dağılım düzeni oluşturarak halkın beslenme, barınma, eğitim, sağlık vb. temel gereksinmelerini karşılayabilmek için çağın gereklerine göre mal ve hizmet üretip topluma sunabilmek; böylece ekonomik gönenç (refah) ve konfor düzeyini yükselten bir ekonomik örgütlenme sağlamak.

Bir ülkedeki devlet, ekonomik üretim ve özellikle de gelir dağılımı ve refah paylaşımında güçsüz sosyal sınıflar ya da zayıf ve yoksul sosyal kümeler (gruplar) için pozitif ayrımcılık yapabildiği oranda SOSYAL DEVLET olur.

2- ÖZGÜRLÜK ve DEMOKRASI ALANI

Herkes için katılımcı, çoğulcu, özgürlükçü, etnik, azınlık, din ve vicdan özgürlüğünü, ve çağdaş insan haklarını, düşünce ve basın özgürlüğünü güvence altına alan, toplumun tümüne erinç (huzur), barış ve güven sağlayan ve geri dönülemeyen gerçek bir demokrasi rejimi…

Bir ülkedeki kurulu demokratik düzen aydınların, sanatçıların, farklı inançta olanlar ve farklı etnik ve azınlık kümelerin temel insan haklarını, din ve vicdan özgürlüklerini sağlayabildiği oranda gerçek demokrasi olabilir.

3- ÇAĞDAŞ HUKUK GÜVENCESİ

İnsanlar arasında ırk, dil, din, cinsiyet, mezhep… ayrımcılığına fırsat vermeyen, hiçbir aileye, etnik, azınlık, dinsel vb. kesimlere, ayrıca yönetici sınıfa ayrıcalık tanımayan, diktatörlüğe ve teokrasiye kapalı, ayrımsız (istisnasız) herkesi yasa karşısında eşit kabul eden bir anayasal laik ve çağdaş hukuk devleti düzeni..

Bir ülkede eğer devletin dini adaletse, bu adalet her kesim arasındaki sosyal adalete dönüştüğü, yani zayıf, güçsüz ve yoksulların hak ve hukukunu da zengin ve güçlülerin hukuku ölçüsünde eşitlik çerçevesi içinde koruyabildiği oranda ADALET DEVLETİ olur .

Bu 3 alanın çok iyi düzenlenmesi ve eş zamanlı olarak birlikte anayasal güvence altına dalınması gerekir Gerisi ayrıntıdır.

Başta “Altılı Masa” olmak üzere, tüm siyasilere önemle duyurulur.

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 7 Eylül 2022

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

KERİME

Yolsuzluk suçlamalarının odağındaki AKP milletvekili Zehra Taşkesenlioğlu hanım, “Hayatının mihengine 6.666 ayet-i kerimeyi almaya gayret eden biriyim” demiş.

Sayının büyüklüğüne bakınca örtülecek çok şey var gibi..

GÖRÜNTÜ

Rüşvetten yer gök inlerken, Ünsal Ban yurt dışına kaçmak üzereyken, eşi Zehra Hanım’ın türbansız (mahrem) görüntülerini çekip sızdırmak ve şantaj yapmak gibi çok ağır suçtan dolayı şıppadak yakalandı.

Savcımızı, yargıcımızı, polisimizi kutlarım. Tüm kadınların özel yaşantısının koruma altında olduğu güvencesi verdiler…

AÇGÖZLÜ

İsmail Saymaz, Taşkesenlioğlu’nun, eşinin şoförü Ahmet Karakaş’ı kendine milletvekili danışmanı yaptığını, danışmanlık maaşını da kendisinin aldığını iddia etti.

Doyumsuzlukta ve yolsuzlukta sınır yok…

BOŞLUK

Cumhurbaşkanı’nın iki danışmanı yolsuzluk iddiaları üzerine istifa etti.

Bunlar devletin üst düzeyinde işlerin yürümesinde önemli görevleri olan insanlar, boşlukları nasıl dolacak?..

İMAMLAR

FM TV’de Kur’an dersi veren Mahmut Akdemir, müziğin zinayı çağrıştırdığı için yasaklanmasını istedi!

Şanlıurfa Haliliye’deki cami imamı M. Şükrü Dörtbudak, ”Çocuğun kolu, göğsü, her tarafı açık, atlet gibi elbiseler, mini etek bacak açık ondan sonra pedofili suçtur. Tabi ki pedofilik suçlar artar” dedi.

Kimi imamların beyni testislerinde mi oluyor acaba?..

ASKER

Hulusi’nin askerleri 30 Ağustos’ta halkın Anıt Kabir’e girmesini engelledi.

Mustafa Kemal’in askerleri zorladı ve girdi.

Kimin askeri olduğun çok önemlidir…

KONSER

Adana Ceyhan’da 30 Ağustos Zafer Bayramı kapsamında düzenlenen İlkay Akkaya konseri kaymakamlıkça “güvenlik” gerekçesiyle iptal edildi.

Ne kaymakam ama, kesin gözün bebeğine girmiştir…

ÇAPULCU

RTE, sosyal hakları için toplantı düzenleyen öğretmenler için “çapulcu” dedi.

Yakıştı, söyleyene…

ALGI

Arınç, “Son dönemlerde yolsuzluk, usulsüzlük ve organize suç örgütleri hakkında yapılan ifşaatlar ve ardından yaşanan gelişmeler kamu vicdanını ciddi bir şekilde örselemekte, AK Parti ve Sayın Cumhurbaşkanımız üzerinde de menfi bir algı oluşmasına neden olmaktadır.”

Cumhurbaşkanı’nın ne alakası olabilir ki!..

YEMEZ

Arınç diyor ki, “Kapsamlı bir hukukî süreç başlatılmalı ve iktidarı kendilerine zırh edinerek yasadışı işlere tevessül eden her kim var ise adalete teslim edilmelidir.”

RTE, “Birileri, ülkemizin adalet sistemini, suç çetelerinin kirli oyunlarına kurban etmek için uğraşıyor. Böyle bir rezilliğe asla izin vermeyeceğiz” dedi.

Arınç sıkıysa hukuki süreci başlat diyor.

RTE hukuki süreci başlatabilir mi?..

GAZ

Elektrik ve doğal gaza yine zam geldi.

Yeni doğal gaz rezervi mi bulundu?..

ANTİDEMOKRATİK

Türkiye son on yılda demokrasi liginde en çok anti demokratik hale gelen 10 ülkeden biri ve sıralamada179 ülke içinde 147.

Ruanda’nın bile gerisinde.

AKP yapar, diğerleri konuşur!..

KOYUN

AKP Diyarbakır İl Başkanı Şerif Aydın, “Altılı masa HDP ile oturmaya tenezzül etmiyor. CHP iktidarında Kürtler Kürdüm diyemez. Kürtçe yasaklanır. CHP iktidarında bizi tekrar okul bahçesinde koyun gibi dizip, ‘Vallahi ben Türküm’ dedirtirler” dedi.

Andımızı okuyarak kimse koyun olmaz ama AKP’nin her yaptığı yolsuzluklara sessiz kalanlar olur…

HİZA

Muharrem İnce, CHP’de başkanlık seçimini kaybedişi ile ilgili “Atatürk gelse yenilir..” dedi.

O’nu düzeyinize indiremezsiniz beyefendi…

ANLATIM

  1. Perinçek, “Hz. Muhammed Mekke’de tebliğde bulunduğunda kaç kişi O’na biat etti? 1 yılda 40 kişiyi buldu, hiç olmazsa biz 40 bin kişiyi bulduk. Hz. Muhammed’den çok ileri bir noktadayız” sözleri üzerine Peygamberle kendini kıyasladığı izlenimi yarattığı için çok eleştirildi.

Tanıdığım kadarıyla Peygamber’e saygısızlık yapmak istemez.

Sorun “akım” demeyi beceremez hale gelmiş olmasında…

BASIN

Adliye’de Ünsal Ban’ın fotoğrafını çekmek isteyen gazetecileri polis engelledi.

Götürenleri engelleseler…

UTANMAZ

Trabzon’da Gençlik Spor İl Müdürlüğü’nün açtığı on kişilik temizlikçi kadrosuna 6 bin kişi başvurdu.

Son bir haftada kamu kurumlarının açtığı 455 kadro için 113 bin 812 kişi başvurdu.

Utanmadan sıkılmadan işsizlik var diyorlar!..

İZMİR

RTE, Yunanistan’a seslendi, “İzmir’i unutma!”

Önce İsmail Kahraman’a hatırlatsa…

İŞGAL

RTE, Yunanistan’a “Adaları işgal etmeniz filan bizi bağlamaz, vakti saati geldiğinde gereğini yaparız.

  1. 20 yıldır neden tek sözcük edilmedi?
  2. Seçim yaklaşıyor mu?..

SANRI

TBMM Başkanı Şentop, “Batıdaki insanlar gibi giyinenler, yüzünü, gözünü, saçını, kaşını batılı insanlar gibi yapanlar kendilerini modern, bilgili, zeki, kültürlü insanlar olarak zannediyorlar.

Araplar gibi yapanlar ne hissediyor?..

TEŞVİK

Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy’un yöneticisi ve ana hissedarı olduğu MRA Turizm ve Otel İşletmeciliği AŞ’nin beş yıldızlı otel projesine 2 milyar 350 milyon lira yatırım teşvik desteği verildi.

Adam niye Bakan oldu?..

YAZIK

Enflasyon TÜİK’e göre %80, ENAG’a göre %180.

Bizi etkilemez, Avrupa halkına acıyorum…

MİLLET

Orman Genel Müdürlüğü, AOÇ içinde “Millet Ormanı” yapımını 14 milyon TL’ye ihale etti.

Atatürk’ün karşısına “millet”i koyarak uyanıklık yaptıklarını sanan kıskanç sivri zekalılar…

ZAKKUM

Şanlıurfa’da Din Görevlileri Birliği Derneği, cehennem ağacını çağrıştırdığı için “ZAKKUM” Topluluğu’nun konserinin iptalini istedi.

Zakkum olsun!..

SERVET

Atatürk’ün Trabzon’daki köşk müzede “Mal ve mülk bana ağırlık veriyor. Bunları milletime vermekle ferahlık duyuyorum. İnsanın serveti, kendi manevi kişiliğinde olmalıdır. Ben büyük milletime daha neler vermek isterim..

Milletin elinden her şeyini almak isteyenlerin iktidar olduğu bu dönemde, bu sözleri kaldırmaktan doğal ne olabilir!..

‘Compassionate Erdoganism’

author

Emek sömürüsüne dayalı ve insan haklarını ayaklar altına alan niteliği nedeniyle, zaten “vahşi” olan bu sistemin, kimi zaman yapay biçimde “vahşi kapitalizm” diye bir versiyonundan söz edilir. Sanki “vahşi olmayanı” mümkünmüş gibi.

Bunun, sistemin vahşetini unutturmak ve “şekerlendirmek” üzere biraz da bilinçli türetilmiş bir kavram olduğuna inanmışımdır hep.

İngilizce’de “Crony Capitalism denilen bir versiyonu da vardır. “Ahbap – Çavuş Kayırılmasına Dayalı” versiyonunu tanımlamak için kullanılır. Sanki zaten sağcı rejimlerin geleneğinde hep bu (kayırma) yokmuş gibi.

Bir de, sıkça piyasaya sürülen bir “Compassionate Capitalism” diye pazarlanmaya çalışılan modeli vardır. “İyi yürekli, müşfik, yumuşak, acıtmayan” kapitalizm diye çevrilebilir dilimize.

Liberallerin bayıldıkları ve “Bak, valla billa canın yanmayacak” mealinde damarlara zerk etmek istedikleri model bu. Kitleleri, “Bak, yeminle söylüyorum. O kadar kötü sömürmeyeceğiz. Azıcık, ucundan” diye uyutmaya dönük bir yalanın adıdır bu “Compassionate Capitalism.” Amerika’da ve başka ülkelerde sözüm ona “liboş demokratlar”ın iktidara gelmek için pazarladıkları bir tiyatro oyununun senaryosudur.

Bu farklı sömürü türleri ve insan haklarını karşısına alan bu acımasız sistemin versiyonlarını niye böyle uzun uzun anlattım?

Türkiye’de de son 20 yılın acımasız sitemini “güya” ortadan kaldırıp yerine daha “compassionate” bir Erdoğanist sistem getirmenin, yol taşları örülmeye başlanıyor da, ondan.

“Altılı Masa” olarak da anılan ve CHP – İYİ Parti öncülüğünde diğer 4 partinin de dahil olduğu bu masanın, her ne kadar çıkış noktası ve asıl hedefi “Erdoğan rejimine son vermek ve güçlendirilmiş parlamenter sistemin tesisi” diye sunulmak istense de, bu ittifakın bileşenlerinin “ideolojik-genetik yapısı”nın, son tahlilde bir tür “Compassionate Erdoğanism” olduğu söylenebilir.

Biraz daha açayım: Evet. Recep Tayyip Erdoğan ve çevresindeki kliğin “Ben ne dersem o olur. İtiraz edenin kafasını ezeriz. Yok öyle yağma. Hep bizimkiler kazanacak. Yok öyle muhalefet. Adamı doğduğuna pişman ederim” tavrının yarattığı antipati eleştiriliyor.

Evet. Kararların görece daha “Demokratik mekanizmalarda alınacağı, kaynakların daha etkili kullanılacağı” vaadi tekrarlanıp duruluyor. Ama masada yer alan siyasi liderlerin ezici bir çoğunluğunun (Saadet, İYİ, DEVA, Gelecek, Demokrat Parti) aynı merkez ve İslamcı, aşırı sağ gelenek içinden süzülüp gelmiş olmaları, yakın gelecekte “kapitalist – faşist genetik kodlardan” sıyrılacaklarına dair, kitlelere bir umut aşılayamıyor.

Önceliklerin, emekçiden değil sermayeden yana olması ilkesinin devam edeceğine, insan hakları ve temel özgürlüklerle ilgili, bugünün rejiminden çok ötede bir “nefes alma” ikliminin işaretlerinin görülmemesine dair izlenimimi söylüyorum.

CHP’nin, bu oluşum içinde en büyük ve en köklü siyasi hareket olmasına rağmen, “Aman ortakları ürkütmeyelim. Aman ortaklarımızın genetik kodları ile çelişiyor görünüp de onların seçmen kitlesini rencide etmeyelim” kaygısının rahatsız edici oranda ağır basması beni (ve sık sık konuştuğum pek çok CHP’liyi) rahatsız ediyor da onu diyorum.

Mesela, Cumhuriyet’imizin temellerinden birini oluşturan laiklik konusuna yapılması gereken oranda güçlü vurgu yapılmasından imtina edilmesi, mesela 20 yılın talan rejiminin ve Cumhuriyet’in dişiyle tırnağıyla oluşturduğu tüm kamu varlıklarının satışının “geri çevrilmesi” (kamulaştırma diyorum) ve kamucu bir ekonomik sisteme geçilmesine pek cesaret edilememesi dikkat çekiyor. Bunu vurgulamak istiyorum.

Geçen 20 yılın bu anlamdaki “talancı ve satışçı” mirasının altında imzası bulunanlarla, geçen 20 yılın uluslararası siyasette batağa battığı ülkenin “batırılmasının” müsebbipleri ile aynı masada yer alınmasının “ağırlığından” söz ediyorum.

O zaman 20 yıllık Erdoğanist reijimiN ve politikalarının yerine “Compassionate Erdoganism” getirileceği kaygısının kitlelerde oluşmaması mümkün mü?

“Aman abi, şimdi sen de suyu bulandırma. Hele bir kurtulalım da….” cılığın zararına ve sakıncasına dikkat çekmek istedim sadece.

Kayda geçsin diye.